AKINCILAR AKINCILAR FORUM |
|
| ODATV'YE SALDIRI | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: ODATV'YE SALDIRI Ptsi Şub. 14, 2011 3:42 pm | |
| Konunun ilk mesajı :
Odatv neden basıldı
Son yaptıkları haberde, Ergenekon denilerek Türkün kültürüne, orduculuğuna yapılan saldırının organizasyonunu bizzat ABD eliyle yapıldığını ve bu saldırıda kullanılan polislerin coniler tarafından eğitildiğini isbat eden video kayıtlarını yayınladıkları için.
Evet, emri veren Bush, eğitimi veren coni, uygulayan BOP Eşbaşkanı ve Fetullahi örgütün polis içindeki uzantıları.
İşte, ODATV'nin basılmasına sebep haber:
İŞTE AMERİKALILAR’IN ERGENEKON POLİSLERİNE VERDİĞİ EĞİTİMİN BELGESİ
İngilizce kursuna zaman ayıramıyor musunuz? Tıklayın!
Bu görüntüler Ergenekon Davası’nın kaderini değiştirecek
14.02.2011 01:31
Karakter boyutu :
--------------------------------------------------------------------------------
Yarbay Mustafa Dönmez, Zir Vadisi’nde bulunan askeri mühimmatın sorumlusu olarak 2 yıldan beri tutuklu. Ergenekon üyesi olmakla suçlanıyor. Dönmez bugün savunma yapmaya başlayacak.
Aşağıda Dönmez’in yargılandığı davayla ilgili olarak sizi şok edecek 3 video bulacaksınız.
Ancak videolardan önce bugün davada savunmaya başlayacak yarbay ile ilgili önemli bilgiler verelim…
SAKINCALI PİYADE
Yarbay Mustafa Dönmez, TSK’nın içindeki “sakıncalı piyade”lerden. 68 kuşağından gelen bir babanın çocuğu olan Dönmez, 1980’de ODTÜ’de öğrenciydi. Üniversitede sol görüşe yakın olan Dönmez, bir eylemde yaralandı. Bundan sonra okulu bıraktı. Ailesinin desteği ile Kara Harp Okulu sınavlarına girdi. Sınavda 6. oldu. Harp Okulu’na girdi ve 1985 yılında mezun oldu.
Mustafa Dönmez, muharip değildi. Karargahta görev yapıyordu. Tutuklandığında “ikmal subayı” olan Dönmez, bugüne kadar milyonlarca liralık satın alma gerçekleştirdi ve bilinen usulsüzlüğü olmadı. Aziz Nesin’den Attila İlhan’a kadar pek çok isimle tanışıklığı olan Dönmez’in kendisinin de pek çok dergi de yazısı çıktı. Dönmez’in son yazısının başlığı “Mustafa Kemal ve Tam Bağımsız Türkiye”. Dönmez’in yazdığı dergi, tutuklanmasının ardından kapatıldı.
Peki Dönmez’in başına bunların gelmesini sağlayan başka bir özelliği var mı?
TSK’DAKİ CEMAATE KARŞI
Mustafa Dönmez, orduda cemaate karşı kişiliği ile biliniyor. Cemaate mensup pek çok subayı deşifre eden Dönmez, TSK içinde mevcut yapılanmanın ev toplantıları ile örgütlendiğini ortaya çıkardı. Cemaate alternatif olarak TSK’da kültür çalışmaları yapan Dönmez’in hayatı 2009 yılının Ocak ayında önce Sapanca’daki yazlık evinde, ardından da orada bulunan bir kroki aracılığıyla Zir Vadisi’nde askeri mühimmat bulunduğu iddiasıyla değişti. Dönmez bu nedenle tutuklandı.
Şimdi size Dönmez’in adının gündeme gelmesine neden olan Zir Vadisi kazılarıyla ilgili üç görüntü izletelim…
AMERİKALILAR KURS VERDİ
İlki Zir Vadisi’nde bulunan bir mühimmat ile ilgili. Bombanın adı “datasheet” okunuşu “detaşit”. Zir Vadisi’nde bulunan malzemenin içinde çıkan bu bomba türünü Türk polisi tanımaz diyebilirsiniz. Gerçekten de polisin bu bombayı aldığı eğitimle tanıması mümkün değil. Ancak aşağıda izleyeceğiniz görüntülerde bu bombayı tanıma konusunda polisin Zir Vadisi kazısından sadece 2 gün önce Amerikalı uzmanlardan eğitim aldığını bizzat polislerin ifadesi ile izleyeceksiniz.
İzlemek için görseli tıklayın
İnsan sormadan edemiyor. Polis iki gün önce ABD’lilerin aldığı eğitim sayesinde tanıdığı bombayı iki gün sonraki kazıda nasıl buluyor? Bu ne tesadüf. Mustafa Dönmez de kazının olduğu gün Zir Vadisi yakınlarındaki 5 ABD’li istihbaratçının ne işi olduğunu soruyor haklı olarak?
Bu kadar değil…
YOUTUBE’A BİZDEN ÖNCE KOYMA
Aşağıda izleyeceğiniz görüntülerde ise polis, Amerikalı eğitmenlerine “Abi” diye hitap ediyor. Ve içlerinden biri cep telefonuyla mühimmatın görüntülerini çekiyor. Bir diğer polis çeken polisi uyarıyor: “Youtube’a bizden önce atmayın!” (Mühimmatlarla ilgili bir başka polis videosu haberimiz için tıklayın )
İzlemek için görseli tıklayın
Mühimmat ile ilgili olarak ilginç bir ayrıntı verelim. Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin başına gelenlerin bir benzeri Yarbay Mustafa Dönmez’in de başına geliyor. Polisin gönderdiği belgelerde Dönmez’de bulunduğu hakkında rapor verilen 472 adet merminin, gerçekte Dönmez’de bulunmadığını Emniyet mahkemeye yazdığı yazıyla kabul ediyor. Kısacası 473 mermi “sehven” Mustafa Dönmez’de bulunuyor.
MALZEME “SIFIR”
Son görüntülerimiz ise Zir Vadisi’nde bizzat kazıların yapıldığı noktadan. Kazıya tanık olan bir binbaşı ile bir başçavuşun konuşması. İkili arasında geçen konuşmadan hem bulunan malzemenin hem de kutularının “sıfır” olduğu anlaşılıyor. 7 Ocak 2009 günü yapılan konuşmada yapılan tespit, bulunan mühimmatın henüz kar görmediği hatta hiç ıslanmadığı. Sadece bir hafta önce Ankara’da okulların kar nedeniyle tatil edildiği hatırlanırsa bu biraz garip bir durum. Buradan hareketle iki asker malzemelerin “en fazla iki günlük” olduğu sonucuna varıyor. Malzemenin üzerindeki gazetelere bakıldığında ise gazetelerin de yeni olduğu görülüyor. Binbaşı kazıyı inandırıcı bulmadığını “eski kitaplar bunlar” sözleriyle gösteriyor.
İzlemek için görseli tıklayın
KAZILAR NEDEN GECE YAPILIYOR
Son olarak şunu söyleyelim. CMK’nın 118. Maddesi yapılan aramalar için şu kısıtı koyuyor: “(1) Konutta, işyerinde veya diğer kapalı yerlerde gece vaktinde arama yapılamaz. (2) Suçüstü veya gecikmesinde sakınca bulunan hâller ile yakalanmış veya gözaltına alınmış olup da firar eden kişi veya tutuklu veya hükümlünün tekrar yakalanması amacıyla yapılan aramalarda, birinci fıkra hükmü uygulanmaz. (CMK 118. Madde)” Bu kazılarda 2. Fıkraya dair hallerin olmadığı açıkça ortada olmasına rağmen, polis bu aramaların tamamını gece yapmayı tercih ediyor. Aramaların gündüz gözüyle yapılmasını nedense uygun bulmuyor.
Bugün savunmasını yapmaya başlayacak “sakıncalı piyade” Mustafa Dönmez, ne zaman ağzını açsa kendisine bir “polis komplosu” yapıldığını anlatıyor, TSK ve emniyette cemaat örgütlenmesine vurgu yapıyor.
Görüntülere bakınca Mustafa Dönmez’e “haksızsın” demek mümkün mü?
Barış Terkoğlu
Odatv.com
| |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Ptsi Mart 07, 2011 11:39 am | |
| Savcı Öz: Gazetecilere destek verenler de Ergenekoncu 06.03.2011 - 16:49 Yazdır Arkadaşına gönder Savcı Zekeriya Öz, Ergenekon sürecini sorgulayanları tehdit etti. Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılık açıklama yaptı. Zekeriya Öz, açıklamada Nedim Şener, Ahmet Şık ve diğer tutuklu gazetecilere destek veren açıklamaların "Ergenekon terör örgütünün hedef ve amaçlarına katkı sağlayacağını" söyledi.
Ergenekon'un son dalgasındaki tutuklamalar, uzun süredir gizli tanıklar ve saçma deliller üzerine kurulu soruşturmada hemen herkese "Yeter artık" dedirtti. Soruşturmayı yürüten savcılık, bu nedenle davanın başından bu yana ilk defa soruşturmayla ilgili bir basın açıklaması yaptı.
Zekeriya Öz'ün okuduğu açıklamada özellikle "savcılığın faaliyetlerine dönük eleştiriler Ergenekon'a hizmet etmektedir" ifadelerini kullanması dikkat çekti. Son gözaltı ve tutuklamalarda gösterilen gerekçeler ve Zekeriya Öz'ün sorgularda şüphelilere sorduğu sorular göz önüne alındığında, Savcı Öz'ün savcılığı eleştirenleri dahi "terör örgütüne yardım ve yataklık" ya da "halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek" suçlarından içeri atabileceği akla gelince, bu ifadeler aynı zamanda birer tehdit niteliği kazanıyor.
Açıklamada şu ifadeler kullanıldı: ''Yürütülmekte olan soruşturma, bir kısım basın mensubunun gazetecilik görevleri, yazdıkları, yazacakları yazılar, kitapları ve ileri sürdükleri görüşlerle ilgili olmayıp 'Ergenekon' terör örgütü soruşturması kapsamında elde edilen ve soruşturmanın gizliliği nedeniyle bu aşamada açıklanması mümkün bulunmayan bir kısım delillerin değerlendirilmesi sonucu yapılması zorunlu hale gelen hukuksal bir işlemdir. Esasen cumhuriyet savcılığının hukuksal gerekliliğinin dışında herhangi bir amaç ve saikle hareket ettiğinin, edeceğinin kabulü ve kamuoyunun bu yönde asılsız değerlendirmelerle yönlendirilmeye çalışılması, büyük bir titizlikle ve ciddiyetle yürüttüğümüz soruşturmaya zarar vereceği gibi adı geçen terör örgütünün hedef ve amaçlarına katkı sağlayacağı açıktır.''
Bu yöndeki yayınların özenle izlendiği, hassasiyetle değerlendirildiği belirtilen açıklamada, ''Suçluluğu sabit oluncaya kadar herkesin masum olduğunu ifade eden 'masumiyet karinesi' şüphesiz tarafımızca da en az bu değerlendirmeleri yapan kişiler kadar bilinmekte ve öncelikle gözetilmektedir'' ifadesine yer verildi.
Herkesin kanun önünde eşit olduğunun unutulmaması gerektiği ifade edilen açıklamada, şu görüşler dile getirildi:
''Hiçbir kişi veya zümreye ayrıcalık tanınamaz. Kimse suç işleme ayrıcalığına sahip olmadığı gibi, mesleği veya makamı nedeniyle de ayrıcalıklı muameleye tabi tutulamaz. Yürütülen soruşturma kapsamında elde edilen bilgi ve belgelerin suç isnadı için yeterli olup olmadığı konusunda değerlendirme sorumluluğu, görev ve yetkilerini kanunlardan alan savcılığımıza aittir. Soruşturmanın içeriği ve elde edilen deliller hakkında hiçbir bilgisi bulunmayan, bulunması da esasen mümkün olmayan kişilerin daha operasyonun ilk dakikalarından itibaren soruşturma makamlarını suçlayan ve tehdit eden değerlendirmelere girmeleri dikkati çekicidir. Bu görevi yerine getirirken hiçbir makam ve merci tarafımıza emir ve talimat veremez, yönlendirmede bulunamaz, sorumluluk sahibi herkes bu yöndeki davranış ve değerlendirmelerden titizlikle kaçınmalıdır. Soruşturmanın süratle sonuçlandırılması için gerekli olan çalışmalar büyük bir titizlikle yürütülmektedir.''
(soL - Haber Merkezi)
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Ptsi Mart 07, 2011 12:00 pm | |
| Korkaklar sürüsü...
Ne oldu?
Şimdiden su koyuvermeye başladılar.
Yalvar yakar olacaklar neredeyse.
Psikolojik üsütnlüğü kaybettiler, inançlarını kaybettiler, saflarından kayıplar vermeye başladılar. Yalanlarla kandırdıkları kimi samimi unsurlar terk etmeye başladı bu düzenbazları.
Ekrem Dumanlı basb bas bağırıyor.
Zekeriya ne diyor?
Ne dediği önemli değil, açıklama yapmak zorunda kalması önemli.
Kaldı ki, yok çok gizli belgelermiş de açıklanamazmış da...
Ellerinde gereçekten belge olsaydı, çoktan yandaşlara servis edilmiş, onlar da mansşetlere taşınmıştı. Ortada gizli belge filan olmadığını herkes biliyor. Zaten özel sohbetinde, avukata ittiraf etmiş... Bir daha bakalım, ne demiiş:
[quote]Ergenekon savcısı Zekeriya Öz'ün son operasyonda göz altına alınarak tutuklanan gazeteci Ahmet Şık'ın avukatına öyle bir açıklama yaptkı ki özrü kabahatinden beter...
Ahmet Şık'ın avukatı Atalay, Savcı Öz ile yaptıkları ilginç konuşmayı anlattı.
Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alındıktan sonra bugün sabaha karşı tutuklanan gazeteci Ahmet Şık'ın avukatı Akın Atalay, savcı Zekeriya Öz'ün yaptığı son açıklamaların, gözaltı sürecindeki tutum ve sözleriyle tamamen çeliştiğini belirterek, "Ergenekon artık, bir darbe teşebbüsü davası değildir" dedi ve müdahil avukatlığından çekildiğini açıkladı.
Ahmet Şık ve Nedim Şener' in de tutuklanması ile artık bu ülkede gazetecilik yapılamayacağını belirten Atalay, gözaltı sürecinde savcı Öz'ün kendisine "Ben bu son gözaltı ve aramalarda kaç kişi ile ve kimlerle ilgili yakalama ve arama istenildiğini bilmiyorum. Ahmet Bey'in de ismi var mı yok mu dikkat etmedim, biliyorsunuz emniyet bizden talep ediyor, biz de çoğu zaman olduğu gibi imzalayarak mahkemeye havale ediyoruz" dediğini aktardı.[/quote]
Eh, bz de tam onu diyorduk, Başbakan'ın, "Biz yapmadık, yargı yaptı" demesinin yalan olduğunu söylüyorduk.
Şİmdi bundan sonraki süreç nasıl olacak?
Her kaybeden gibi daha da saldırganlaşacaklar, daha da agresifleşecekler, daha çok yanlış yapacaklar. Bu yapılanlar normal bir yargı yanlışı değil, siyasi hata değil, işbirlikçilik... Hesabını da ona göre vereceklerini en iyi kendileri bildikleri için, her türlü bel altı vuruşşu deneyecekler.
Tabi psikolojik sınır aşıldı. Artık kimse korkudan geri adım atacak noktada değil. Bilakis, karşı olmanın, muhalefet etmenin prestiji her geçen gün artacak. Bundan sonra AKP'nin, Fetullah'ın yanında gözükmek çok kötü, melun bier iş olarak algılanmaya başlayacak ki, devran tersiine dönecek elbet. İşte İBDA'nın gelişinin, devriminin ayak sesleri bunlar. İBDA yürüyüşü önündeki engel AKP kalktıktan sonra, geride ne kalıyor ki?
Artık gerii dönüş yok.
Fatih ordusunda nerdeyse 72 milletten insan, müslümanı kâfiri bir arada, Bizans surlarına saldırmakta. Köhenmiş Bizans'a son vermek, 2. Mehmet'i Fatih yapmak, bir çağ kapatıp yeni bir çağ açma yolunda kafiri müslümanı can vermekte, bu yola harç olsun diye kanını akıtmakta. Kimilerinin niyeti para, kimilerininki gaza...
Mehteran Hücum marşını çalsın...
Allah Allah... | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Ptsi Mart 07, 2011 12:05 pm | |
| Zaman şehir eşkiyalığını övdü 06.03.2011 - 18:47 Yazdır Arkadaşına gönder Bugün Zaman gazetesinde yer alan "Yalçın Küçük'ün karısı, gelinini uyarmış: 42 No'ya polisi sokma, kitaplıktaki CD'yi al" başlıklı haberde, polis ve savcılığın açıkça şehir eşkiyalığı yapması normal bir durummuş gibi sunuldu.
Emniyet'ten servis edilen bilgilerle "habercilik" yapan Zaman gazetesi, bugün yayınladığı bir haberle artık hukuk ile bir bağının kalmadığını gösterdi. Haberde Emniyet'ten servis edilen telefon konuşmalarına yer verilmesi ve Yalçın Küçük'ün eski eşinden "Yalçın Küçük'ün karısı" ifadesi ile bahsedilmesi yetmezmiş gibi bir de açıkça şehir eşkiyalığının engellenmesi eleştirildi.
Haberde geçen "Küçük'ün evine giden polis, 11 No'lu dairede aramaya başladı, eski eşi Temrem Küçük'ün avukat ofisi olarak kullandığı Balgat'taki 42 No'lu daireye ise giremedi" ifadesi Zaman gazetesinin hukuk ile bağının olmadığını bir kez daha gösterdi. Çünkü "Balgat'taki 42 No'lu daire" haberde de belirtildiği gibi bir avukatlık ofisi idi ve polisin burada arama yapabilmesi için Ankara Barosu'na bildirimde bulunması gerekiyordu. Ancak polis böyle bir bildirimde bulunmamış ve o gün Temren Küçük'ün avukatlık ofisine giden Ankara Barosu Başkanı Metin Feyzioğlu bu şehir eşkiyalığını engellemişti.
Haberde polisten alınan telefon kayıtlarına yer verilmesi başlı başına bir sorunken, Temren Küçük'ün "adıma karar olmadan sokmayın" ifadesi gibi son derece normal ve hukuki bir hakkın dile getirilmesi olan cümleler de sanki "illegal işler" yapılmış gibi haberde yer aldı.
Başlığından içerisindeki bilgilerin temin edilişine ve cümlelerin yapısına kadar neresinden tutsanız elinizde kalan bu haberi, cemaat-polis gazeteciliğinin ibretlik bir örneği olarak paylaşıyoruz:
"Yalçın Küçük'ün karısı, gelinini uyarmış: 42 No'ya polisi sokma kitaplıktaki CD'yi al
Akşam gazetesinin iddiasına göre Prof. Dr. Yalçın Küçük'ün Ankara'daki iki adresi için arama kararı çıktı. Küçük'ün evine giden polis, 11 No'lu dairede aramaya başladı, eski eşi Temrem Küçük'ün avukat ofisi olarak kullandığı Balgat'taki 42 No'lu daireye ise giremedi.
Dinlemelere takılan konuşmalara göre, Temren Küçük operasyon günü gelinini arayarak, 'Dursun'u yolladım oraya gitti. 11'i arasınlar ama 42'ye asla sokmasınlar. Adıma karar olmadan sokmayın. İlle de girerlerse nezaret et. Evde alarm var zaten' dedi.
Gelini 'Direkt oraya gideyim. Arama kararı olmadan avukatsız şey yapmam derim' diye yanıt verdi. Küçük'ün ise şu ifadeleri kullandığı belirtiliyor:
"Orada bir disk var onu istersen alıver. Çalışma odasında kitapların arasında bir ansiklopedi CD'si (judaika) film şeyi gibi çalışma masasının üstünde kitabın arasında onu al istersen ama sokma. Baro Başkanını arıyorum."
Ankara Barosu Başkanı isyan etmişti 3 Mart Perşembe sabahı gerçekleşen polis baskınlarından biri de Yalçın Küçük'ün eski eşi olan Temren Küçük'ün avukatlık ofisine yapılmıştı. Baskın haberini almasının ardından ofise gelen Ankara Barosu Başkanı Metin Feyzioğlu, polisin önceden Baro'yu bilgilendirmemesi nedeniyle ortada bir hukuksuzluk olduğunu belirtmiş ve aramayı durdurmuştu.
Polisin Baro'yu bilgilendirmesi de yetmez, arama kararının somut bir gerekçesi olması gerektiğini belirten Metin Feyzioğlu yaşananlara isyan etmişti:
"Bir avukatlık bürosunun bürosu ya da konutu baro bilgilendirmeden aranamaz. Emniyet amirine buranın bir avukat ofisi ve mesken, olduğunu bildirdik. Şu an için Temren Küçük'ün ofisindeki arama durduruldu.
Ancak Ankara Emniyeti'nden aramanın başlayacağı şifahen geldi. Arama kararında Temren Küçük'ün ismi geçmiyor. Yalçın Küçük'ün bu binadaki iki adresi gösteriliyor.
Avukat Temren Küçük, Yalçın Küçük’ün eski eşidir. 20 yıldır ayrıdırlar. Yalçın Küçük ayrı bir ikamette yaşamaktadır. Hiçbir gerekçe göstermeden ve araştırma yapılmadan böyle bir özensiz karar hukuk tarihinde kendine özgü anlamlı bir yer edinecektir
Arama kararını kanuna göre bir fiil tanımı yapılması zorunludur. Fiil tanımı öyle örgüt üyesi olmak ya da şu suçu bu suçu işlemekle olmaz. Meskeni ya da yazıhanesi aranan kişinin ne yapmakla suçlu olduğu belirtilmelidir. Fiil somutlaştırması yok arama kararında. Fiil değil soyuttur bunlar.
Diyorum ki artık yeter. Bu hukuksuzluğa yeter. Bir avukat meslektaşımın meskenini koruma çabası içindeyim ve hukuka aykırı bir aramaya dur deme çabası içindeyim
Benim başıma gelmedi demeyin. Neden sadece başınıza geldiğinde haksızlık oluyor. Bir başkasının başına haksızlık geldiğinde eğer buna demokratik tepkinizi ortaya koymuyorsa sizin başınıza geldiğinde kim tepkisini koyacak.
Arama kararının somut bir gerekçesi yok.
Somut olarak örgüt üyesi olması lazım. Örgüt üyesi olma iddiası diye olmaz."
(soL - Haber Merkezi)
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Ptsi Mart 07, 2011 12:10 pm | |
| KORKU SALMAK/ RİFAT SERDAROĞLU
Başbakan Erdoğan’ın Erzincan ziyaretinin fotoğraflarını gazetelerde gördüm. Başbakanlık otobüsünün üzerinde ellerinde uzun namlulu tüfekler olan polisler, otobüsün sağında solunda, önünde arkasında otomatik tüfekli yüzlerce polis…
6 Mart 2011 Pazar günü eşim ve ben THY’nin 11.00 uçağı ile İstanbul’dan İzmir’e geldik. Başbakan Erdoğan da o saatlerde İzmir’e gelecekmiş. İzmir’de görevli, müdür seviyesindeki emniyetçilerin hepsi, civar illerin Valileri, bürokratları havaalanındaydı. Yol boyu güvenlik önlemleri sokak sokak, dağ tepe, köprü geçit, halkın gözüne sokar gibi abartılı bir şekilde düzenlenmişti.
Bu tabloya bakınca, sanki Türkiye Başbakanı kendi ülkesinde bir açılışa gitmiyor da, Libya Lideri Kaddafi silahlı korumalarıyla Yeşil Meydana gidiyor gibiydi!…
Türkiye gibi önemli bir ülkenin Başbakanı elbette ki gerektiği gibi korunacaktır, bu devletin görevidir. Ama bu, abartıya kaçmadan, halkı rahatsız etmeden tüm dünyada olduğu gibi yapılmalıdır.
Bizde yapılan ise, bilerek planlanarak halkı sindirmek, korkutmak için yapılmaktadır. Türk Milletinin devlete olan saygısını, askerden polisten çekineceğini çok iyi bilen kafalarca hazırlanan bu senaryoyla Türk halkına korku salarak şu mesaj verilmektedir; “Otur oturduğun yerde, sesini çıkarma, bak en güçlü benim, istediğimi ezerim…”
Kişi; Gazeteci- Profesör- General- Bilim Adamı-Devlet Adamı. Yeri belli, yurdu belli, kaçma ihtimali yok. Avrupa Birliği ile imzaladığımız ve yasalarımıza aktardığımız hukuki duruma göre Savcının veya Polisin ifadesine başvuracağı kişiyi önce davet etmesi, gelmezse zorla getirmesi gerekmektedir. Bizde böyle olmamaktadır. Evler sabaha karşı basılmakta, insanlar yaka paça götürülmektedirler. Bu davranış bilerek ve planlanarak yapılmaktadır. Türk halkına, korku salarak şu mesaj verilmektedir; “Otur oturduğun yerde, sesini çıkarma, bak en güçlü benim, istediğimi ezerim…”
Demokrasinin olmadığı ve tek adam yönetiminin olduğu ülkelerde dikta heveslisi yöneticiler, rakiplerini şu yöntemle yok ederler; Önce yok edilecek adam seçilir, sonra o kişiye bir çok suç yaratılır, bu suçları delilleri yaratılır ve sonra adam tutuklanır. Tutuklanan kişi, eğer ömrü yeterse suçsuzluğunu ve hakkındaki delillerin sahteliğini ispat ederse tahliye olur…
Son zamanlarda bizde tutuklanan kişilerin suçlandığı maddeler genellikle şunlar oluyor; *Ergenekon Terör Örgütü Üyesi olmak. *Halkı ırk, dil, mezhep veya bölge bakımından kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek. Bu maddeler o kadar geniş kapsamlı ki, istediğiniz kişiyi bu maddelere dayanarak içeri attırabilirsiniz. Bir örnek; Gazeteci bir kişinin evi polis tarafından basılır ve evinde 150 yıllık antika(ateş edilemeyen) bir tüfek ele geçirilir.Silaha el konur. Polis ele geçirilen silah için sehven yani yanlışlıkla “Otomatik Tüfek” diye tutanak tutar.
Savcı ve hakim silah uzmanı kişiler değillerdir. Tutanağa bakıp, gazeteciyi tutuklarlar. Gazeteci silahının, otomatik tüfek olmadığını, eski çalışmayan bir tüfek olduğunu bilirkişi raporlarıyla ispat edinceye kadar 1 yıl geçer. O kişini ömrünün bir yılı çalınmıştır. Türk halkına korku salarak şu mesaj verilmektedir; “Otur oturduğun yerde, sesini çıkarma, bak en güçlü benim, istediğimi ezerim…”
Halis Toprak, Diyarbakır- Lice doğumlu bir işadamıdır. Çok sayıda fabrikanın, işletmenin sahibi idi. Bankasına el konulunca tüm mallarına da el kondu. Kendi iddiasına ve bu işin uzmanlarının dediğine göre bazı malları değerinden çok aşağı bedelle el değiştirdi. Halis Toprak’ın mallarını ölü fiyatına alanların bir kısmı, Başbakan Erdoğan’ın çocuklarını Amerika’da okutan arkadaşı ve yine Başbakan Erdoğan’ın iktidarıyla ortaya çıkan Türkiye’nin yeni zenginleri idi.
Bu olayda da; Türk halkına korku salarak şu mesaj verilmektedir; “Otur oturduğun yerde, sesini çıkarma, en güçlü benim, ya benimle ol zenginleş, ya da ezerim…”
Yakın tarih kimsenin, özellikle siyasetçilerin unutmaması gereken “vatandaşına korku salan” kişilerin feci sonlarıyla ilgili örneklerle doludur. Biri şudur; Benito Mussolini faşist bir liderdi. Halkına çok zulmetti. 26 Nisan 1945’te Come Gölü yakınlarında yakalandı. 2 gün sonra kurşuna dizildi. Cesedi Milano’da ayaklarından asılı olarak teşhir edildi… Allah kimsenin sonunu bu diktatörlerinkine benzetmesin…
Ergenekon soruşturmasının bilmem kaçıncı dalgasında tutuklanan gazeteciler için, Cumhurbaşkanı Gül; “Kamu vicdanında kabul görmeyen bazı gelişmeler oluyor. Bu hal, Türkiye’nin geldiği ve herkes tarafından takdir edilen görüntüsünü gölgelemektedir. Bundan kaygı duyuyorum” demiş.
Sayın Cumhurbaşkanı, siz o makamda“kaygı duymak” için bulunmuyorsunuz. Siz devletin başısınız. En azından, Adaletin işleyişine müdahil olmadan bazı Savcıların haklarındaki soruşturma taleplerine izin verilmesini sağlayabilirsiniz. Eğer bazı Savcılar doğru ve yasalara uygun iş yapıyorlarsa niçin çekiniyorlar ki? Aklansın gelsinler!… Haydi Sayın Cumhurbaşkanı, Türk Milletinin kaygı duymasını önleyin lütfen…
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Ptsi Mart 07, 2011 12:11 pm | |
| BUNUN YALÇIN KÜÇÜK'LE NE İLGİSİ VAR 06.03.2011 15:47
Yalçın Küçük niye gözaltına alındı? Soner ve Barış'ları içerde tutma operasyonu.. Önce kötü haber: "Maalesef Soner Yalçın ve Barışların tutuklamalarına itiraz reddedildi.." Oysa, itiraz dilekçesi çok kuvvetliydi... Mahkeme heyeti de cuma günü itiraza ilişkin kararı verecekti. Serbest bırakılmamaları için hiçbir neden yoktu... Apar topar "son operasyon" geldi... Nedim Şener, Ahmet Şık gibi saygın gazeteciler ile Odatv'nin "dışarda kalanlar"ına yönelik operasyon geldi.... Ama aslında en ilginci Yalçın Küçük'ün gözaltına alınmasıydı....
Çünkü daha önce de Ergenekon'dan gözaltına alınmış ve tutuksuz yargılanıyordu... İşin sırrı şu: Soner'lerin içerde tutulması için yeterli kanıt olmadığından yeni operasyon lazımdı... Üstelik Oda Tv ile Ergenekon'u ilişkilendirmedeki (!) tek sav Ergenekon sanığı Yalçın Küçük ile Soner Yalçın'ın dostluğuydu...
Tekrarlayalım, Odatv ile "sözde" Ergenekon örgütü arasında Yalçın Küçük'le dostluk dışında bağlantı yoktu...
Yalçın Küçük de tutuksuz yargılandığına göre Soner'leri tutuklu tutmak çok zordu...
İşte sadece ve sadece bu yüzden yani Soner'leri-Barış'ları bırakmamak için Yalçın Küçük tekrar gözaltına alındı.. Ve itiraz reddedildi..... Türk adaleti bir kez daha kaybetti...
Odatv.com
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Ptsi Mart 07, 2011 12:16 pm | |
| Bacım… (Müyesser Yıldız’a)
06 Mart 2011 Pazar 23:37
İlke Atakan
Bir tek sigara içmeye çok ihtiyaç duyuyor…
Bir kadın polis eşliğinde beş dakikalığına kapının önüne çıkarılmıyor.
O olsa caniye bile, katile bile verirdi bir tanecik sigarayı…
Sevgili Müyesser Yıldız’ı ilk “Avazturk” haber sitesini okurken fark etmiştim. Dingin bir akarsu gibi salınan duyguların üzerinde yüzen muhteşem bir kurşunkalemdi yazıları. Bir solukta okunan, içine kadınca bir sevgi sinmiş bambaşka yazılardı.
Öylesine insancıl, öylesine kadınca anlatıyordu ki olayları, resmine bir kez daha baktım. Ruhunun güzelliği yüzüne yansımıştı. Tüm dünyaya bir anne şefkatiyle bakıyor gibiydi. Herhalde sevginin ve şefkatin somutlaşmış hali Müyesser Yıldız’ın yüzüydü.
Yazılarını okumaya devam ettim. Oran mahallesindeki ormanda her gün yürüyüş yapıyordu. “Asena” adını verdikleri dişi bir kurt köpeğini ailece dert edinmişlerdi. Kendisi doğum yapmış bir kadın olarak, bu hamile kurt köpeğini çok iyi anlıyordu. Ona her gün yemek taşıyordu evinden.
Bir fotoğraf yayınlamıştı bir gün. Resimde Asena ve yavruları ile Müyesser Hanım’ın kız kardeşiyle babası vardı. Asena’nın annesi kendisi, teyzesi kız kardeşi, dedesi ise Müyesser Hanım’ın babasıydı. Babasını kaybetmiş. Allah rahmet eylesin…
Sonra bir gün “Avazturk” sitesi kapandı. Müyesser Yıldız gibi güçlü bir kalem yazmayı bırakamazdı. O kalemini bıraksa, kalemi onu bırakmazdı. Mutlaka bir yerlerde yazıyordur diye düşünerek aramaya çıktım onu. Odatv’de buldum. Oradan da ayrıldı. Bir daha bulamadım.
Ama hep aklımda ve gönlümde saygıdeğer bir kadın gazeteci olarak duruyordu. Ara ara bakınıyordum yeni bir yerde yazmaya başlamış mı diye.
Velhasıl, iki gün önce birdenbire onun adıyla karşılaştım gazete okurken. “Ergenekon sanığı” yazıyordu. “Yuh!” dedim. “Yuh! Bu kadın karıncayı incitmez. Bu kadın başıboş köpeklerin, ormandaki tilkilerin derdini kendine dert edinir. Bu kadın herhangi bir insana zarar vermekle nasıl suçlanır? Aklım almıyor!”.
Hala aklım almıyor…
Banu Avar’ın “Müyesser” başlıklı yazısından öğreniyorum ki, annesi Alzheimer hastasıymış. Her gün yemekler hazırlayıp annesine götürüyormuş. Bütün gün onunla ilgileniyormuş. Annesi onu görmediği gün kötüleşiyormuş…
Hayata Müyesser Yıldız’ın baktığı gibi insanca, sevgiyle bakan birinin bir günahının olabileceğine inanamıyorum.
Ama öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, “günah olmayan” bir şey “suç” olabiliyor.
Hatta “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” hadisine uyup, haksızlıkları dile getirenler “suçlu” sayılabiliyor.
İşte kamu vicdanını yaralayan hukuk(suzluk) budur.
Allah Müyesser Yıldız’a, Alzheimer hastası annesine, çocuğuna ve eşine, akrabalarına sabır versin.
Onun yokluğunda öksüz kalan ormandaki yaralı, hamile köpeklere bir şefkat eli uzansın…
Bacım, Allah biliyor, gönlüm seninle.
Sen "dilsiz şeytan" olamazdın ki!
Yüce Allah’ım iyiliklerini görsün.
Sevgiler,
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Ptsi Mart 07, 2011 12:40 pm | |
| Ekrem Dumanlı
[b]Paniğe ve öfkeye gerek yok hukukî süreç işliyor[/b]
Her şeyden önce bir hakikati beyan etmenin faydalı olduğunu düşünüyorum: Hiç kimseyi bir çırpıda suçlu ilan etmek doğru olmadığı gibi; hiç kimseyi aynı şekilde suçsuz ilan etmek de doğru değildir...
Hafta içinde yapılan operasyonlarla bazı gazeteciler gözaltına alınınca, medyanın önemli bir bölümü kıyameti kopardı. Basın özgürlüğü kavramını bayraklaştırarak, gazetecilere baskı yapıldığını, Ergenekon soruşturmasında ölçünün kaçtığını, Türkiye'nin polis devleti olmaya doğru gittiğini vs. söyleyenler oldu. Bu kadar ağır eleştiri yapanların elinde somut bir bilgi, belge, bulgu var mı? Hayır. Gözaltına alınan kişilerin gazeteci olması, o kişilerle diğer gazeteler arasındaki arkadaşlık bağları, onlara karşı beslenen itimat... Bunlar hukukî bir dayanak mıdır? Hayır. Bir generalin, "Tanırım, iyi çocuktur..." lafı nasıl bir komutana yakışmıyorsa, elinde hiçbir bilgi olmaksızın "Biz biliriz, iyi çocukturlar..." nevinden duygusal yaklaşımlar da gazetecilere yakışmıyor.
Deniyor ki: "Savcılar ellerindeki bilgileri bizimle paylaşsın." Çok doğru. Ancak bu ülkenin yasaları, soruşturma safhasında savcıların bilgi ve belge paylaşımına müsaade etmiyor. Buna rağmen bazı bilgiler basına yansıyor. O zaman da sanık avukatları savcıları bilgi sızdırmakla suçluyor. Yani, elinde bilgi olan savcı ve hâkimler susmak zorunda kalırken, elinde hiçbir bilgi olmayan kişiler duygusal kanaatlerini sanki hukukî bir hüccetmiş gibi anlatıp duruyor ve kamuoyu oluşturuyor. Keşke bizdeki hukuk sistemi iddianame tamamlanıncaya kadar savcı ve hâkimleri susmak zorunda bırakmasaydı da alelacele konuşan birileri, meseleyi başka mecralara çekmeseydi...
Bilmeyenler ya da bilmezden gelenler için süreci kısaca özetleyelim: Bir zanlı hakkında savcılık bazı bilgi ve belgelere ulaştığını düşündüğünde hâkimlere başvuruyor. Bu başvuru esnasında elindeki somut delilleri ibraz ediyor. Hâkimler, savcılardan gelen talebi doğru ve yerinde bulursa o kişiler hakkında süreci başlatıyor. Zanlı kişiler iki gün karakolda kalıp ifade veriyor. Susma hakkına sahip. Savcılar en fazla iki gün daha ek süre isteyebiliyor. Daha sonra zanlılar hâkim huzuruna çıkarılıyor. Sanıkları mahkeme dinliyor ve karar veriyor. Bu karar tutuklama da olabiliyor, serbest bırakma da. Tutuklanan kişilerin mahkemeye itiraz hakkı da bulunmakta.
Yukarıda özetlediğim süreç sanki yokmuş gibi, sanki insanların ev ve işyerlerinde aramalar keyfî yapılıyormuş gibi davranmanın âlemi yok. Hukukî süreç işliyor ve biz bu süreç içinde yargının elindeki bilgi ve belgelere vâkıf değiliz. Birilerinin hedef şaşırtarak olayı siyasî bir boyuta çekmesi ya da konuyla ilgisi olmayan kişileri suçlamaya yeltenmesi bambaşka bir hukuksuzluktur. Nitekim Ergenekon soruşturmasını yürüten Savcı Zekeriya Öz dün, sürecin başından beri ilk kez yazılı bir açıklama yaptı. Medyada tartışılan iddiaların yersiz olduğunu, Ergenekon'la ilgili şu aşamada açıklanamayacak bilgilerin ellerinde olduğunu söyledi.
Silivri'de devam eden dava nedeniyle Ergenekon örgütünün yapısı hakkında bir hayli bilgimiz var artık. Oradaki bilgi ve belgelerden anlaşılıyor ki hiçbir cunta ve darbe çalışması sadece askerin cesaret ettiği bir organizasyon değil. Zaten bütün ihtilaller öyleydi. Tek suçlunun ihtiras yüklü cuntacı subaylar olduğunu söylemek haksızlık. O cuntaların iş dünyasında, siyaset âleminde, üniversite camiasında şakşakçıları ve yoldaşları vardı. En büyük desteği medyadan aldıklarında şüphe yok. Hatta şu ana kadar Türkiye'nin başına gelen darbelerin tamamına bakarak şu hükme rahatlıkla varabiliriz: Darbeye stratejik destek veren bir medya olmasaydı bu ülkede asla darbe yapılamazdı. '60 darbesi, '71 muhtırası, '80 darbesi, 28 Şubat postmodern darbesi, 27 Nisan e-muhtırası... Hepsinin psikolojik hazırlığı medya aracılığıyla yapılmıştı ve o destek kayboldukça bu ülkede darbe yapmak zorlaştı.
Soner Yalçın, Nedim Şener, Ahmet Şık... Bunlar darbeci miydi, derin yapılarla gizli bağlantıları var mıydı, psikolojik harbin birer parçası mıydı, bazı odakların yönlendirmesiyle kara propaganda yapmışlar mıydı, ülkede kaos oluşturacak bir atmosfere zemin hazırlamışlar mıydı? Bu soruların cevabına bir nefeste 'evet' ya da 'hayır' demek bu aşamada mümkün değil. Zanlılar hakkında somut bilgilere ulaşıldığında manzara daha da netleşecek.
Ancak bu aşamada bazı prensiplerin hatırlanmasında fayda var: Gazetelerin gazetecilik faaliyetleri nedeniyle soruşturma geçirmesine herkes (sadece gazeteciler değil) karşı çıkmalı; lakin gazetecilik faaliyeti sayılmayacak eylemler söz konusuysa gazeteciliğin bir zırh haline dönüşmesine de müsaade edilmemeli. Türkiye, uzun bir zamandan beri yoğun bir psikolojik harekâtla karşı karşıya. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Tayyip Erdoğan başta olmak üzere bazı insanlar etki ajanlarının hedef tahtasında. Şu ana kadar bu insanlar hakkında yalan, iftira, tezvirat, dedikodu nevinden onlarca kitap yazıldı, binlerce yazı yazıldı, onlarca web sitesi kuruldu. Bu amansız kara propagandanın tesadüf olmadığı, derin bir ittifakın emriyle yapıldığı pek çok hadisede açığa çıktı. Ergün Poyraz isimli kişinin bu tarz kitapları kimlerden emir alarak yaptığını ve kimlerin nerede neler ürettiğini Ergenekon soruşturması sayesinde öğrenmiş olduk. Bazı gazetecilerin cuntacı generallerle nasıl bir araya gelip darbe planlarına stratejik destek verdiğini, bu desteği manşetlere nasıl taşıdığını yine bu davalardan öğrendik.
Demem o ki bu ülkede her gazeteci, gazeteci değil; her gazeteci haber peşinde koşmuyor. Bazıları ihbarcılıkla habercilik arasındaki farkı bir kalemde çizip atıyor. O yüzden acele etmeye gerek yok. Paniğe, hiç gerek yok. Dava dosyası teşekkül edecek ve nasıl olsa şeffaf toplum olmanın gereği, her şeyi ayan beyan göreceğiz. [color:da26=red]Bugün üst perdeden atıp tutan ve duruşundan taviz vererek sağa sola savrulan kişilerin mahcup duruma düşmesi de söz konusu.[/color] Başbakan, doğru söylüyor: "Bırakın yargı işini yapsın." Nasıl olsa kısa bir zaman sonra herkes yargının elindeki belge ve bilgilerine vâkıf olacak. Ya o vukufiyet alelacele konuşanları mahcup ederse? Şu suçludur, şu suçsuzdur demek biz gazetecilerin görevi değil. Bizim bildiğimiz somut bir şey var: Cunta ve darbeciliğin bir ayağı medyadır. O ayak üzerine "hiçbir çalışma yapılmasın" demek, o çerçevede yapılan her soruşturmayı meslekî alınganlıkla göğüslemek, gerçekle yüz yüze gelmekten korkmaktır. "Bırakın..." ki, belgeler, bilgiler, bulgular konuşsun...
Gülen'e dokunan yansaydı...
Şöyle bir propaganda pompalanıyor: Fethullah Gülen ile ilgili kitap yazanlar hakkında soruşturma açılıyor, o kitapları yazanlar derdest ediliyor, hapse atılıyor. Doğru mu? Yanlış! Çünkü bir ömür boyu Gülen düşmanlığı yapıp kitap yazanlar var; onların başına hiçbir şey gelmedi, gelmiyor. Mesela Cumhuriyet yazarı Hikmet Çetinkaya. Hikmet Bey yüzlerce yazı, onlarca kitap yazdı. Gülen'in avukatları dava açtı, o kadar. Mesela Saygı Öztürk. Gülen aleyhine son kitabı daha yeni çıktı; STV'de program yaptı. Herhangi bir kitapçıya gidin, onlarca Gülen aleyhine kitap göreceksiniz.
Asıl önemli olan şu: Gülen (ya da herhangi tanınmış bir kişi) hakkında kitap yazarken örgütlerin, etki ajanlarının buyruğu doğrultusunda kara propaganda yapılıp yapılmadığı. Karanlık odalarda pazarlanan bazı kitap çalışmaları sadece yalan ve iftira bakımından suç kapsamına girmiyor; aynı zamanda emir-komuta zinciri içinde bir örgüt çalışması yapılıyor. O örgüt psikolojik harp taktikleriyle hem insanları karalıyor hem de yalan ve iftiralar eşliğinde yasal süreçler başlatmayı hedefliyor. Karanlık odakların, belli bir amaca yönelik dikte ettirdiği kitaplar tabii ki örgütlü bir suç. Çünkü içinde insan itibarını sarsmak olduğu gibi bazı insanları suçlu gösterip oluşturulan psikolojik hava içinde dava etmek, insanları kara propaganda sayesinde örgütlü suç kapsamına alarak mahkûm etmek gibi hedefler güdülüyor. Bu suç değilse, hiçbir şey suç değil. Bu suça ortak olmak gazetecilikse, yerin dibine girsin böyle gazetecilik anlayışı!
Erbakan'ın cenazesi bir mesajdır
Hayatını Milli Görüş idealine adamış Saadet Partisi lideri Necmettin Erbakan vefat etti. Onu mahşerî bir kalabalık uğurladı. Milyonu aşkın bir topluluk, Cenab-ı Hakk'ın huzuruna giderken, Erbakan'ı yalnız bırakmadı. Milyonlarca insan oradaydı. 28 Şubat döneminde kameralar karşısında Başbakan Erbakan'a hakaret edenler, zorla 28 Şubat belgelerine imza attırmak isteyenler, partisine vampirler, kan emiciler diye hezeyan dolu sözler sarf edenler, partisini kapatanlar; onlar neredeydi? Onların cenazesinde kaç kişi olur, kaç kişi tekbir sesleri eşliğinde onları son yolculuğuna uğurlar? Erbakan'ın cenazesi, bu milletin vefasına güzel bir örnektir. Umarım yasakçılara ve darbecilere de yeterince mesaj vermiştir.
7 3 2011 ZAMAN | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Ptsi Mart 07, 2011 12:46 pm | |
| Ekrem paşa, merak etme, senin önüne koyacağız Amerikanın kucağındaki Fetullah'ın emir ve direktifleriyle, müslümanlar aleyhine yayın yapmanın ne demek olduğunu, Amerika'nın , israil'in örgütsel faaliyetleri doğrultusunda, vatanlarını müdafaa eden müslümanlara saldırmanın, onları itibarsızlaştırmanın ne demek olduğunu. Senin gibi Amerika ve İsrail finoları efendilerinin akıbetine uğramayacak mı sandın sen bunu?
Asıl bu büyük resim görülmeden, sizin burda yaptıklarınız anlaşılamaz. Bu büyük resim hiç akıldan çıkmamalı, bu işbirlikçilik, bu ihanet hiç akıldan çıkmamamalı ve bunların söyledikleri o çerçevede değerlendirilmeli.
Sonr ada İngiliz Elçisi'nin dediğinin tersini yapan Ulu hakan'ın ruhuna bir Fatiha daha okumalı.... | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Ptsi Mart 07, 2011 12:49 pm | |
| Hiç bir şey bilmiyorsan, aklın hiç bir şeye çalışmıyorsa, İngiliz Elçisi'nin dediğinin tersini yap... | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Ptsi Mart 07, 2011 12:56 pm | |
| Ece Temelkuran
Metris’teki arkadaşlarım Nedim ve Ahmet için: Vakit geldi!
07 Mart 2011 Pazartesi, 06:29:52
“METRİS‘in önünde durdum / Hasretin yerlere vurdum / Ben dağlarda uçan kuştum, uçan kuştum...” Vakit geldi, gürültü yapmanın zamanıdır. Sokaklara alışmak gerekecek, artık belli oldu. Belli oldu vicdan yok, utanmak yok, şirazesi patlamış bir hınçla geliyorlar üzerimize. Son düşünce kırıntısını da yok edinceye, hepimiz boş gözlerle ve dilimiz dışarıda onların emirlerini bekler hale gelinceye kadar... Önümüze attıkları ekmek için tüm kalbimizle şükredinceye kadar... Gözlerinin içine bakmaktan korkup boynumuzu bükerek durana kadar... Onurumuz, gururumuz, haysiyetimiz, omurgamız iyice bükülene kadar. Üzerimize gelecekler. Vakit geldi, hazırlanın. “Yok artık, o kadarını da yapamazlar” dediğiniz şeyleri yapacaklar. Şakşakçılarını bile “Bu kadarı da fazla” dedirtecek şeyler olacak. Belli oldu, bundan sonra iyi haber gelmez mahkeme kapılarından. Vakit geldi. Şahlandılar. Yöneticilerin bile yönetmediği bir zamana girildi. Bir garip organizma ele geçiriyor şimdi ülkeyi. Küf gibi, pas gibi, rutubet gibi, için için... Dizginleri yöneticilerin elinde olmayan başka türlü bir şey bu. Sinsiler, küf gibi, pas gibi, rutubet gibi sessizler. Adlı adınca çıkmıyorlar ortaya, yüzlerini göstermiyorlar. Hayalet gibiler, etrafımız çoktan sarılmış. Kadrolarıyla, pusularıyla, yosun tutmuş sabırlarıyla geliyorlar. Allah’ın adını pis ağızlarında geveleyerek, gözyaşlarını geviş getirerek geliyorlar. Vakit geldi, sıkı durun. En büyük başkan Başbakan bile durduramayacak onları. Çünkü yıllardır çevrelediler iktidar koltuğunu. İktidar koltuğu hariç her yeri ele geçirdiler. Tahta kurtları gibi ağır ağır... O iktidar koltuklarında oturanlar biliyorlar: Koltukları havada duruyor, onların omuzlarında. Kıpırdasalar düşerler. Delikanlılığın, kabadayılığın, bitirimliğin sınırı da buraya kadar işte. Vakit geldi, neyiniz varsa koyun ortaya. Beklediniz değil mi bunca zaman. Birileri, bir şeyler durdurur bu gidişi diye. Öyle olmayacak. Anlamıyor musunuz, Ahmet‘i alıyorlarsa, Nedim‘i götürüyorlarsa, denizin sonuna gelindi. Kara göründü hanımlar beyler, kapkara, en kara, zifiri kara göründü. Vakit geldi, nefesinizi uzun yola göre ayarlayın. Artık şaşırmayın, dona kalmayın hayretten. Bundan sonra neler neler olacak. Şaka gibi olacak her şey her seferinde ve her seferinde çok ciddi olacak hepsi. İnsanı güldürecek kadar saçma sorular soracaklar ve güldüğünüzde suratınıza yiyeceksiniz tokadı. Tıpkı darbelerin küçük askerlerinin hep yaptığı gibi. Her faşist her kahkahayı üstüne alınır çünkü. Vakit geldi, toparlayın ağzınızı, ürkütmeyin faşist vakvakları. Vakit geldi. Eski hikâyeleri hatırlayacaksınız. Babamın 12 Mart darbesinden sonra avukatlık yaptığı davalardan biriymiş. Bir öğretmene sormuş gazeteci Fethiye’de: “Hocam turşu yapmak mı zordur, darbe yapmak mı?” Öğretmen cevap vermiş: “Turşu yapmak daha zordur. Çünkü turşu için vasıflı hıyar gerekir. Darbe için birkaç vasıfsız hıyar yeterlidir.” Öğretmen böyle bir espri yaptı diye yıllarca hapis cezasıyla yargılanmış. Komik değil mi? Bu komikliklerin hepsi işte bizim de başımıza gelecek, geliyor. İnsanın hiç de gülesi gelmiyor. Vakit geldi. Rakı bardaklarını kaldırıp içerideki arkadaşlarımız için içeceğiz. Dışarıda olduğumuz her günü suçlulukla yaşayıp, güldüğümüz her seferinde dudağımızı kırıp onları hatırlayacağız. Telefon numaralarını çevirdiğimizde buz gibi bir kadın sesi “Aradığınız numaraya şu an...” diyecek. Artık arkadaşlarımıza ulaşamayacağız. Çünkü vakit geldi. Vakit geldi. Artık bağır bağır bağırmanın zamanı. Çünkü hava kurşun gibi ağır. Yeter artık: Bağır bağır bağır!
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Ptsi Mart 07, 2011 1:16 pm | |
| Ergenekon’un Bir Bildiği Var 05.03.2011 - 07:30 Yazdır Arkadaşına gönder Aziz Nesin’in bir tipi vardır hani, öyküde adı geçmez de, biz adını öyküden alıp, ona “elbet bir bildiğimiz var adamı” diyelim. Olayı budur adamın. Ehli namus aileye kız istemeye gidip geceyi kızla geçirirken de, bir kuruş vermediği mağazadan koltuğunun altında kumaş toplarıyla çıkarken de, tramvaydan biletçinin para çantasıyla inerken de, cezaevinden kaçarken de, hep aynıdır taktiği. Bütün bu süreçlerde karşılaştığı itirazları, engelleri, “yahu bir dur bakalım, elbet bir bildiğimiz var, dur bir sen, allah allah, nene lazım, bir gör bakalım n’aapıcaz…” diyerek aşar. Sözleri kadar, tavrı da önemlidir tabii. Hiçbir telaş göstermeden, çok doğal bir şey yaparcasına, karşıdakinin en küçük bir kuşkusuna sert çıkıp hâkimiyet kurarak yürütür dümenini. Öyle ki, karşıdaki kafasında doğan kuşkudan utanır, bir merakla dolup taşar ve izin verir. “Dur bakalım neymiş bildiği, dur bakalım ne yapacak…” Kızı iğfal edilen baba, kumaşlarını kaybeden mağazacı, para çantasını kaptıran biletçi, firariye kendi elleriyle kapıları açan gardiyan, hep bu merakın kurbanıdır aslında. Geçsin bakalım n’oolacak, alsın bakalım, çıksın bakalım, tutsun bakalım n’oolacak, neymiş acaba bildiği… O, istifini hiç bozmadan, sakin adımlarla ilerlerken, kandırıldığınızı anlayana kadar merakla arkasından bakıp, n’oolacağını beklersiniz bu adamın öyküsünde. İlginçtir, adamın yöntemi dillere destan olmuştur, nasıl kandırdığı bilinir. Bilinir ya, gene de her seferinde, en tetik duran kurbanını bile bu meraka itmeyi becerir. Bazen, kimisinin, “geç bakalım n’oolacak” deyişinde, bir istihza, bir bana yutturamazsın, biliyorum ne yapacağını vurgusu da sezilir. Güvenirler kendilerine, ipler ellerindedir nasıl olsa da, biraz eğlenmek için salmışlardır, istedikleri an çekip durduracaklardır sanki. Sonuç değişmez, kanarak ya da bile bile, bekler dururlar, o istediğini elde etmiş ağır ağır uzaklaşırken… Ergenekon’da gelinen noktayı, genel AKP politikalarını, dokuz yıla yaklaşan icraatı bir arada düşününce, küçük bir farkla, bu öykü yaşanıyor “aydınlar” katında. O farkı, “durun bakalım, bir bildiği var elbet”çi bir koro yaratıyor. — Ne yapıyorsun yahu? — Canım bir durun hele, bekleyin, elbet var bir bildiği! — Ama, olmaz ki! — Allah Allaah, nene lazım, bak bakalım n’aapacak… Bunlara da suç ortakları diyelim ve üzerlerinde durmayalım. Öyküye hiçbir şey katmıyorlar, bir karakter olamıyorlar. Anlatılan dolandırıcının gölge çoğaltıcıları bunlar, o kadar. Yani bütün bir art yalayıcı güruh, bu öyküde hiçbir önem taşımıyor. Melih Altınok’muş, Gülay Göktürk’müş, Yıldıray Oğur’muş, Engin Ardıç’mış, Ahmet Altan’mış… Yok böyle birileri. Sahiplerinin eğilen bükülen, uzayan kısalan gölgeleri. Ergenekon gelip Nedim Şener ve Ahmet Şık’a da dayanınca, daha önce birkaç örnekte de olduğu gibi cılız mızırdanmalar çıkarmaları, ne zerrece hakkaniyet duyguları kalmışlığından, ne de “hah, akılları başlarına geliyor” gibi, alay amaçlı da olsa ciddiye alındıkları bir iltifatı hak ettiklerinden. Sahiplerini yankılamanın parçası bu, kişilik değil, gölge yansıması. Ne diyor AKP kurmayları, her tepki yükselişinde? “Biz ne karışırız, yargının tasarrufu!” Ne diyor gölgeleri? “Aaa, Emniyet de abartıyor bazen ama!” ABD temsilcileri de kaygılı bakın! Hepsi bu. Biliyorlar, bir süre sonra kanıksanacak, normalleşecek, üzerine kül serpilecek ve “genel operasyon” devam edecek. Ar damarından yoksunluğun, kişiliksizliğin bu kadarını tahayyül bile edemeyenler, inkârdan gelinemeyecek gerçekler karşısında utanacaklarını düşünedursunlar, sahne onlarındır. Ergenekon AKP’nin başarısı, demokrasi hamlesi, hain darbecilere karşı zafer, ama mızrak çuvala sığmadıkça, yargının hatası, Emniyet’in işbilmezliği… Kimse artık o yargı, kimse o Emniyet, kimse bunlara hükmeden… Olur böyle hatalar, kurunun yanında yaşlar, ama durun bakalım, elbet bir bildiği var… Yetmez ama evet. Bu bizi zora soktu, ama evet. Bu nakarat değişmeyecektir. Bu uşakların taklalarını bir kenara bırakırsak, son operasyonun yarattığı tepki, eğer resmin küçük bir parçasına ilişkin kalırsa, şu ya da bu tutuklama “haksız” görülürse, “işi ifrata vardırdılar” fikri hâkim olursa, dolandırıcı yine tezgâhını işletiyor, oyun sürüyor demektir. Odatv, Nedim Şener, Ahmet Şık, bir kez daha Yalçın Küçük, darbecilerle hesaplaşma, sivil demokrasi hedefine giderken ortaya çıkan bir çapak, bir zikzak değildir. Ergenekon’un özü budur. Bütün “amacından saptı” türü değerlendirmeler, bir uyanışı değil, uyanamayışı gösterir. Veli Küçük türü ipliği pazara çıkmış kontrgerilla unsurlarının içeride tutuluyor oluşlarıyla, üç-beş rütbelinin sözde yargılanışıyla yaratılan bütün “hayırhah” yaklaşımlar, bir tuzağa düşmüşlük göstergesidir. Şaşırtıcı olan, son operasyonda alınan isimler değil, bir sosyalist partinin bile, bunu “beklentilere ters” olarak tanımlayabilmesidir. Neymiş beklenti? Halka karşı suçların, darbecilerin yargılanması! Kim eliyle? AKP! Neyle? Ergenekon! Budur asıl şaşırtıcı olan. Operasyonların ilk gününden itibaren, bunun bir toplumu sindirme, muhalefeti bastırma, ABD’nin AKP ve Fethullahçı klik üzerinden Türkiye’ye çizdiği modelin önünü açma, iktidarın önündeki bütün engelleri temizleme hareketi olduğunu söyledik. Kontrgerillanın ve devletin halka karşı işlediği bütün suçları kütükten silme, birkaç kişiye yıkarak geçmişini temizleme amacını gösterdik. Mosturalık kontrgerillacıların, üniformalıların, öksedeki “çağırıcı kuş”luklarına kanmadık. Bütün bir sindirme operasyonuna her karşı duruşumuzda, bunların korkuluk gibi önümüze dikilmesinden ürkmedik. Referandumun 12 Eylül’le bir derdi olmadığını, büyük operasyonun yargı ayağını tamamlamaya yönelik olduğunu anlattık. Tabii bütün bu süreçte atılan türlü alçakça iftiraları hiç tınmadık. Süslü püslü palavralara pabuç bırakmadık, “acaba?” demedik. Haklı çıktık. Gene de, bugün gelinen noktada, gazetecilerin eylemiyle bir sisin dağılmaya başladığını, gerçeğin görüldüğünü düşünemiyorum ama. Yükselen tepkinin önemini yadsımamakla birlikte, bir “yetmez ama evet” de benden. Şu yönüyle doğru, şu işlemiyle yanlış diye değerlendirilebilecek, bir seç seç al tezgâhı değildir Ergenekon. Darbecileri alın da, şu gazetecileri bırakın telkininde bulunulacak bir yönü yoktur. Aslında demokratik, ama bazı antidemokratik şeyleri de var aymazlığının tutacağı hesaplanmış, bunun üzerine bina edilmiştir. Külliyen halka, sola, ülkeye tasalluttur. Bütünlüklü bir operasyonun parçasıdır. (Merdan Yanardağ, dünkü yazısında buna etraflıca değinmişti.) Meseleyi böyle net koyunca, size darbeci, orducu, milliyetçi çamurunu atanların kimliklerine bir bakın, hiçbir şey yapamıyorsanız. Tutar mı zavallı gölgelerin çamuru? Demokrasi, kimlik, özgürlük, sivil toplum kavramlarının yeniden üretilmiş hallerine saplanıp kalan, bu cafcafla gözü kamaşan, AKP’den lehte herhangi bir beklentiye giren, ordu ve çıplak zor sendromundan çıkıp emekçi sınıf ve sosyal devrim perspektifine geçemeyen bir sol ve aydınlar, “durun hele, bir bildiği var” kandırmacasına payanda olduklarını görmeliler artık. Evet, Ergenekon’un, AKP’nin bir “bildiği” var tabii, asıl mesele onların “sandığı”nda... Darbecilerle hesaplaşmanın, darbeleri önlemenin, kontrgerillanın, devletin suçlarını yüzlerine çarpmanın, düzenin kendini onarması hayalinden pay ummaktan kurtulup sosyalist alternatife kilitlenmekten başka yolu yoktur. Aziz Nesin’in çizdiği tipin bütün numaraları biliniyordu. Ama hep, bir “acaba?” felciyle avlıyordu kurbanlarını. Boşuna yazılmamıştı bu öykü… “Acaba”lardan, net tavırlarla çıkılır. Kafa karışıklığı, tereddütler, hazır yem olmaktır. agaksel@gmail.com | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Ptsi Mart 07, 2011 2:13 pm | |
| Nuray Mert . mertnuray@superonline.comNuray Mert yazılarını 'tan takip edebilirsiniz!Hodri meydan! 24 Şubat 2011 Geçen yıl, ‘Türkiye’de siyaset sivil otoriterliğe savruluyor’ dedim diye kıyamet koptu. Konunun tartışılması anlamında, ‘kıyamet kopsa’ idi, bundan sadece memnuniyet duyardım. Ama ciddi bir tartışmadan çok, ‘itibarsızlaştırma’ harekâtı devreye girdi. Dünün muhalif, ilkeli zannettiğim İslamcıları, 28 Şubat şakşakçıları ile kol kola girip, büyük bir saldırı başlattılar. Onlar adına utandım. Televizyon programlarında, benimle tartışma esnasında söyleyecek söz bulamayanlar bile, internet sayfalarında karalama edebiyatına başladı. Sonunda, muhafazakâr bazı kadın yazarların bana ‘sahip çıkması’ bile büyük olay oldu. Karalama kampanyasının ana teması, ‘sivil dikta’ iddiasının, darbe çağrısı olduğu veya olabileceği şeklindeki pespaye tez idi. İşi Balyoz planını ile ilişkilendirmeye kadar götürenler oldu. Bilinçli bir harekâtın parçası Son olarak, Soner Yalçın’ın gözaltına alınması ardından basına sızan bir mektup ortaya çıkmış! O mektupta, Soner Yalçın, bir televizyon kurup, hükümeti devirmeye çalışacakmış, bazı isimleri de ‘ekran yüzü’ olarak kullanacakmış, bu isimler arasında benim de adım varmış! Normal şartlar altında hiç ciddiye alınmayacak bir olay. Ancak, mevcut koşullar altında bu tür iddiaları ciddiye almakta yarar var. Çünkü artık, önemli olan gerçekler, mantık, akıl, adalet falan değil. O nedenle, bu son olayı da, bilinçli bir ‘itibarsızlaştırma’ harekâtının parçası, söyleyecek sözü olmayanların belden aşağı vurma taktiklerinden biri olarak görüyorum. Bizim gibi demokratik siyasetin bir türlü yerleşmediği yerlerde, her dönemde, muhalefet, itiraz, eleştiri, ciddiye alınıp tartışılmak yerine, en hafifi ‘itibarsızlaştırma’ olan bin bir yolla baskılanır. Geçmişte, İslamcılar, bundan az çekmediler. Her taşın altında ‘irtica’ arandı, susturma politikaları için ‘çarşaflı bir kadın fotoğrafı’ yetti, arttı. Kaygılarım ziyadesiyle arttı Mevcut iktidarın baskılama politikalarının en önde gelen icraatçıları arasında, eski 28 Şubatçıların olması tesadüf değil. Onlar bu işleri iyi bilirler. Onlar için, ‘giden ağam, gelen paşam’. ‘İrtica olmadı, faşizm verelim’ diyenler, eskiden ‘irtica’ ile susturanların safındaydı, şimdi, ‘sivil dikta diyorsan darbecisin, sus sesini çıkarma’ siyasetinin yanındalar. Hiç şaşırtıcı değil, ama çok kaygı verici. Demek ki değişen hiçbir şey olmadı, olmayacak. Bir kez daha söylüyorum, Türkiye’de siyasetin ‘sivil otoriter’ bir yere savrulmasından kaygı duyduğum için bu yönde yorumlarda bulundum. Geçen zaman zarfında, bu kaygılarım eksilmedi, ziyadesiyle arttı, dolayısıyla bu konudaki düşüncem değişmedi, pekişti. Yargının yürütmenin denetimi altına girmesi yönündeki adımlar, yeni bir anayasa vaat eden genel seçimlere yüzde on barajı ile gidilmesi konusundaki ısrar, Kürt meselesinde milliyetçi siyaset anlayışına geri dönüş, gösteri, ifade özgürlüğü, muhalefete tahammülsüzlük, ‘orduyla oynatmayız’ çıkışları, Kıbrıs meselesini stratejik çıkar gerekçesi ile savuşturmak, herhalde siyasetin daha fazla demokratikleştiğinin ifadesi ve açılımı değil. En kötüsü, demokrasi mücadelesi verdiği iddiasında olanların, tüm bunları ısrarla görmezden gelmesi, en iyi ihtimalle lafı dolandırması, ‘darbe’ tehdidi dışında hiçbir meseleyi ciddiye almaması, bu konuda dahi hesaplaşmanın çok sınırlı bir çerçevede kalmasına razı olmaları. Dahası, ‘muhayyel bir demokratik gelecek’ adına, halihazırda olanları göz ardı etme, göz yumma tavrı ile iktidarın otoriter siyasetlerinin doğrudan veya dolaylı desteklenmesi. Söylemeye devam edeceğim Unutmayalım, otoriter siyasetlerin en genel özelliği, ‘muhayyel’ bir gelecek ve ‘ortak iyi’ adına, bu gerekçe ve mazeret ile özgürlüklerin askıya alınmasıdır. Otoriter siyasetlere savrulmaya karşı tek engel, bu yönde kaygıların karalanıp örtbas edilmek yerine, dikkate alınması, daha çok seslendirilmesi, seslendirilmesine tahammül gösterilmesidir. Ben bunları söylemeye devam edeceğim. Mevcut şartlar içinde, hele seçim sonrasına ilişkin tehditler ortalığı kaplamışken, bu konuda ısrarcı olmanın, itibarsızlaştırma harekâtını kışkırtabileceğini, bana pahalıya mal olabileceğini biliyorum. Biliyorum çünkü, adaletine en çok güvendiğim arkadaşlarım bile, adımı karalama çabalarından şikâyet ettiğimde, söylenecek bir şey kalmadığından olsa gerek ‘çok öfkeli bir üslubun var, televizyonda sesin yüksek çıkıyor’ gibi yorumlar yapmaya başladılar. Tekrar ediyorum, Türkiye’de sivil bir otoriter siyasete savruluş olduğunu düşünüyorum, birilerinin ‘sivil dikta’ özeti üzerinden ne yapmaya çalıştığı, hangi mektupta kimin ne söylediği, beni hiç ilgilendirmez. Bunları söylemeye devam edeceğim. Çok cesur olduğumdan değil! Çok sıradan, çok insani bir nedenle! Doğru olduğunu düşündüğüm, vicdanımın gereği olan şeyleri söylemekten imtina edersem kendime saygımı kaybedeceğim için, bu açıdan sıkıntısız bir hayat yerine sıkıntılı bir hayatı göze almam gerektiğine inandığım için! Tek güvencem, ‘Allah sözümle utandırmasın, zor imtihanlarla sınamasın’ duası. Hodri meydan! | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Ptsi Mart 07, 2011 3:42 pm | |
| Açıklanması mümkün bulunmayan bir kısım deliller +++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++ Ali Serdar Bolat 7 Mart 2011 Orhan Bursalı, bugün Cumhuriyet gazetesindeki yazısına "Gizli Delil ve Tehdit" başlığını koymuş. Ergenekon Savcısı Öz'ün tehdit niteliğindeki açıklamasını eleştiriyor. +++++++++++++ Bursalı, Kafka'nın "Dava" adlı romanından bir bölüm veriyor: Joseph K.: "Neden tutukluyum?". Yanıt: "Nedenini söylemek bize düşmez.. Soruşturma başladı. Vakti gelince her şeyi öğreneceksiniz.." Gençliğimizde bu romanı okurken, böyle bir şeyin dünya üzerinde hiçbir yerde yaşanamayacağını düşünürdük. Ama demek ki Ergenekon Savcıları bu romanda yazılanları aynen uygulama kararı almışlar. Tuncay Özkan mahkemede soruyor: "Suçum ne söyleyin" Savcı cevap veriyor: "Siz suçunuzu bizden daha iyi bilirsiniz." ++++++++++++ Kanunlarımıza göre, tutuklama talebi ile hakim karşısına çıkan kişiye ve avukatına, suç isnadı ve elde edilen deliller açıklanır ve bunlara karşı ne diyeceği sorulur. Sanık ve avukatın vereceği cevaplara ve delil durumuna göre hakim tutuklama veya salıverme kararı alır. Savcı Öz ise, açıklamasında, "Bu aşamada açıklanması mümkün bulunmayan bir kısım deliller"den bahsetmektedir. Soruşturmanın gizliliği açısından bu deliller kamuoyuna açıklanmayabilir. Ancak sanık ve avukatına suçlamanın konusu ve deliller mutlaka açıklanmalıdır. Şimdi diyeceksiniz ki: "Hakimlerin Ahmet Şık'a ve Nedim Şener'e delilleri açıklamadığını nereden biliyorsun?" Şuradan biliyorum: Bugün birçok gazetede Hakimlerin sorduğu sorular çarşaf çarşaf yayımlandı. Savcı Öz'ün söylediği "Açıklanması mümkün olmayan deliller" ile ilgili hiçbir soru sorulmamış... Sorular şöyle: --Niye cep telefonu ile değil de sabit telefonla konuştun? (şaka değil, soru aynen böyle) --Kitabını yayınlanmadan önce filancaya niye okuttun --Filancayı nereden tanıyorsun. Vesaire. "Gizli deliller" ile ilgili tek soru yok. Demek ki Hakim de bilmiyor bu gizli delilleri. Bilseydi sorardı. Diktatörlüklerde bile böyle bir uygulama yoktur. Savcı delil buluyor, ama Hakime vermiyor. "Bu aşamada sana da veremem Hakim Bey, ama inan ki çok dehşetli deliller bunlar. Onun için rica ederim bu herifleri tutukla" diyor. Hakim de delilleri görmeden, deliller hakkında sanığın ne diyeceğini bilmeden tutuklama kararı veriyor. Post modern diktatörlük. Pardon ileri demokrasi... ++++++++++++++ Bursalı soruyor: "Peki, arkadaşlarımız, bilmedikleri, bilinmeyen delillerle mi tutuklandılar? Yoksa elinizdeki “delilleri” savunmalarını yapamasınlar diye, onlara da mı söylemediniz? Avukatları da mı bilmiyor bu “delilleri”? Daha vahimi: Mahkeme de mi, tutuklama kararı verirken bu delilleri sanığa sormadı? Yoksa mahkemeye, “Elimizde korkunç deliller var, bunları size bile söyleyemeyiz ama tutuklanmalarını istiyoruz..” mu dediniz? Hukukun en temeli, bir “sanığın” hangi gerekçelerle gözaltına alındığını ve hangi nedenlerden dolayı tutuklandığını bilmesidir... Eğer böyleyse, hangi yasa size bilinmeyen nedenlerden dolayı insan tutuklatma, mahkemeye de insan tutuklama yetkisi veriyor." ++++++++++++++++++ Kafka'nın romanındaki gibi: "Vakti gelince her şeyi öğreneceksiniz" Ama vakit ne zaman gelecek? 6 ay sonra mı, 5 yıl sonra mı... Ergenekon tutukluları 3 senedir hapisteler. Daha delilleri öğrenemediler. Doğu Perinçek mahkemeye soruyor: "Kimmiş bu Ergenekon örgütünün bir numarası ve üst düzey yöneticileri? MİT'in verdiği şemanın üzerindeki bantları kaldırın ki biz de ona göre savunmamızı yapalım" Mahkeme Başkanı cevap veriyor: "Bu kişilerin toplumsal saygınlıkları nedeniyle açıklayamayız" Ergenekon örgütünün bir numarasını Savcı ve hakimler biliyor, fakat örgüt üyeliği ile suçlanan sanıklar bilmiyor. Peki nasıl savunma yapacaklar? Terör örgütü yöneticileri toplumda saygın olan kişiler. Onlara dokunulamıyor. Ama onların kurduğu örgüte üye olanlar cezalandırılacak. Saçma ötesi. İnanmak mümkün değil. Ama gerçek. Mehmet Haberal feryat ediyor: "Bana terör örgütü ile ilgili soru sormadınız. Şuna niye telefon ettin bununla niye görüştün diye soru olur mu. Bana suçlandığım konu ile ilgili soru sorun" diyor. Mahkemenin sorduğu soruları kitap halinde bastırmış. Terörle ilgili tek soru yok. "Terör örgütü üyeliği ile suçlanıyorsun. Kendini savun" diyorlar. Nasıl savunacak? Bir delil göster, bir soru sor ki cevaplasın... +++++++++++++++++++++++ Savcı Öz, açıklamasında, basın mensuplarını şöyle tehdit ediyor: "Esasen Cumhuriyet Savcılığımızın hukuksal gereklilikler dışında herhangi amaç ve saikle hareket ettiğinin / edeceğinin kabulü ve kamuoyunun bu yönde asılsız değerlendirmelerle yönlendirilmeye çalışılması, büyük bir titizlik ve ciddiyetle yürüttüğümüz soruşturmaya zarar vereceği gibi adı geçen terör örgütünün hedef ve amaçlarına katkı sağlayacağı da açıktır. Bu istikametteki yayınlar tarafımızca özenle izlenmekte, hassasiyetle değerlendirilmektedir" Evet, işte aynen böyle. "Savcılık hukuk dışı davranıyor" diye yazmak soruşturmaya zarar verir, terör örgütünün amacına katkı sağlar. Biz de sizi "Terör örgütüne yardakçılık"tan tutuklayıveririz. İşte ileri demokratik basın özgürlüğü. ++++++++++++++++++ Savcı Öz'ün açıklamasının tamamı şöyle: "Yürütülmekte olan soruşturma, bir kısım basın mensubunun gazetecilik görevleri, yazdıkları/yazacakları yazılar, kitaplar ve ileri sürdükleri görüşleriyle ilgili olmayıp, Ergenekon Terör Örgütü soruşturması kapsamında elde edilen ve soruşturmanın gizliliği nedeniyle bu aşamada açıklanması mümkün bulunmayan bir kısım delillerin değerlendirilmesi sonucu yapılması zorunlu hale gelen hukuksal bir işlemdir" Esasen Cumhuriyet Savcılığımızın hukuksal gereklilikler dışında herhangi amaç ve saikle hareket ettiğinin / edeceğinin kabulü ve kamuoyunun bu yönde asılsız değerlendirmelerle yönlendirilmeye çalışılması, büyük bir titizlik ve ciddiyetle yürüttüğümüz soruşturmaya zarar vereceği gibi adı geçen terör örgütünün hedef ve amaçlarına katkı sağlayacağı da açıktır. Bu istikametteki yayınlar tarafımızca özenle izlenmekte, hassasiyetle değerlendirilmektedir" Yürütülen soruşturma kapsamında elde edilen bilgi ve belgelerin suç isnadı için yeterli olup olmadığı konusunda değerlendirme sorumluluğu görev ve yetkilerini kanunlardan alan savcılığımıza aittir. Soruşturmanın içeriği ve elde edilen deliller hakkında hiçbir bilgisi bulunmayan, bulunması da esasen mümkün olmayan kişilerin daha operasyonun ilk dakikalarından itibaren soruşturma makamlarını suçlayan ve tehdit eden değerlendirmeler içine girmeleri dikkat çekicidir. Bu görevi yerine getirirken hiçbir makam ve merci tarafımıza emir ve talimat veremez, yönlendirme de bulunamaz. Sorumluluk sahibi herkes bu yöndeki davranış ve değerlendirmelerden titizlikle kaçınılmalıdır. Soruşturmanın süratle sonuçlandırılması için gerekli olan çalışmalar büyük bir titizlikle yürütülmektedir."
+++++++++++++
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Ptsi Mart 07, 2011 3:57 pm | |
| HINÇLARINI YAZARLARDAN, BASILMAMIŞ KİTAPLARDAN ALIYORLAR "Hitler basılmış kitapları yok ediyordu. Bunlar basılmamışa saldırıyor."
07.03.2011 14:23
Geçtiğimiz günlerde Ergenekon kapsamında gözaltına alınarak tutuklanan Prof. Dr. Yalçın Küçük, avukatları aracılığıyla basına şu mesajı gönderdi: “Hitler basılmış kitapları yok ediyordu. Bunlar basılmamışa saldırıyor, basılmasına izin vermiyorlar. Bu kadar korkuyorlar. Savcılık aşaması iki karşıt fikirli önemli ismin karşılıklı sohbeti şeklinde geçti. Savcı Öz sakindi, güler yüzle tutukluyordu. Savcı, ne desem diyeyim tutuklayacaktı, sorularına yanıt vermedim. Mahkemeden de tahliye talep etmedim. Bu soruşturma, Samanyolu’ndaki dizilere dayanılarak yapılmaktadır. Soruşturmaların, gözaltıların dizilerdeki senaryolara göre yapılması, aydının ve Türk halkının aklına hakarettir. “Kollama” türünden diziler cezai soruşturmaların konusu olamazlar. Bu, akla tecavüzdür; savcının bunlara dayanarak hazırladığı soruları yanıt veremem mümkün değildir. Vermedim. Soruşturmada Ergenekon ile Ankara arasındaki bağlantıyı kurmakla suçlanıyorum. Daha önce savcıyı kanser etmiştim, şimdi hem şeytan hem de fikir babası sayılıyorum ve suçlanıyorum. Savcı Öz insanlarla görüşmeyi, fikir alışverişinde bulunmayı, genç yazarları yazı yazmaya teşvik etmeyi suç saymaktadır. Genç yazarlar karpuzun bostanda yatması gibi yata yata değil, yaza yaza büyür. Bu yolla genç yazar yetişmez; öldürüyorlar, önünü kesiyorlar. Yankı dergisi bir okuldu; böyle yetiştiler ve yetiştik. Bunlar, gelişmenin önüne set çekiyorlar. Hınçlarını yazarlardan, basılmamış kitaplardan alıyorlar.
Odatv.com
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Ptsi Mart 07, 2011 4:00 pm | |
| Neocon İshak Alaton 07.03.2011 Pazartesi 17:51Gündem Bu Habere 0 Yorum YapıldıBu Haber 86 Defa Okunmuştur 12P 14P 16P 18P Önceleri gelşmeleri "..bu bir cephe savaşı,seyir normal!!" diye değerlendirdik..
Sonra bir açıklama geldi…
İshak Alaton sahneye çıkıverdi!..Ve peşisıra ona embedded ekip..
* İshak Alaton (Alarko Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı) * Hakan Altınay (Açık Toplum Enstitüsü Türkiye Direktörü) * İbrahim Betil (Toplum Gönüllüleri Vakfı Başkanı) * Ayhan Bilgen (Mazlum Der eski Genel Başkanı) * Prof. Dr. Ayşe Buğra (Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi) * Prof. Dr. Üstün Ergüder (Sabancı Üniversitesi İstanbul politikalar Merkezi Direktörü) * Prof. Dr. Seyfettin Gürsel (Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi Direktörü) * Prof. Dr. Ahmet İnsel (Galatasaray Üniversitesi İktisat Bölümü Öğretim Üyesi) * Prof. Dr. Şerif Mardin (Sosyolog) * Osman Kavala (İşadamı, liberal solun etkin isimlerinden) * Müge Sökmen (Metis Yayınları kurucu ortağı, editör, çevirmen) * Sezgin Tanrıkulu (Diyarbakır eski baro başkanı, CHP Genel Başkan Yardımcısı) * Prof. Dr. Binnaz Toprak (Siyaset bilimci, CHP Parti Meclis Üyesi
Kim bunlar ?..Buluştukları kimlik “Soros “bayraktarlığı..
Sorosçular ,”operasyonu” kastedip “..ciddi bir endişeye kapılmamıza neden olmuştur.”diyorlardı..
Daha düne kadar Tayyip Erdoğan'ı yere göğe koyamayan İshak Alaton,ince ince hükümete düskur çekiyordu!..Neden?..
Ve ardından ortaya çıkan haber…
******’a “Varan 2!!” kodlu bir komplodan söz edilmez mi?!.
Şimdiii..! Sızdırılan belgelerden yola çıkarak konuşuyoruz..”Muhatabın” eli kolu bağlı,savunması nedir,üzerine atılı isnatlara cevabı nedir ortada yok..Bu durumda onu taciz etmek doğru değil ammaaa!..
Sorosçuların acul tepkisi,Y-CHP’nin sessizliği!!.****** konusunda Soros- ABD’de Yahudi Lobilerinin güdümündeki Stephan Larrabee, Rand raporu..
Ve tahliye edilen “Sarıkız” ın iştigal alanı!..Adamın zihninde zemberekleri tın tın öttürüyor!..
“Kod adı ****** Varan 2” Ne demek bu?!.
Yakın bir geçmişte kulislere bir tv muabbeti düşmüştü!.CHP yanlısı Halk TV’nin Deniz ******’a yakınlığıyla bilinen 5 iş adamından alınarak başına Soner Yalçın’ın getirilmesinin amaçlandığı iddiası ortaya atılmıştı. Oda TV operasyonundan sonra medyaya düşen –verilen bilgilerde ,Oda TV’de yapılan aramalarda ele “Halk TV’nin alınması ve ******’a yönelik dört aşamalı eylem planı” isimli belge ele geçirildiği belirtildi..Buna göre, Halk TV’yi vermek istemeyen Deniz ******’a ikinci bir komplo kurulduğu iddiası ortaya atıldı!.
Oda Tv de bulunan notlarda "Halk TV'yi satın alırsak, parasal sıkıntımız kalmaz, Kılıçdaroğlu da istekli. Her türlü desteği alırız. Ama ****** direniyor. ****** engelini aşmalıyız. İkna için Varan 2 kaseti..." ibarelerine rastlanıldığı ileri sürüldü..
Polisin iddiasına göre, telefon dinlemelerinde Oda TV’nin Ankara muhabirlerinden İklim Bayraktar’ın çevresindekilere ******’ın kendisine ilgi duyduğunu söylediği öne sürüldü. Bayraktar’ın Deniz ******’ı arayarak samimi bir şekilde konuşup, başbaşa görüşmek istediğini söylediği , Halk TV’nin Soner Yalçın’a devrinde yardımcı olmadığı öne sürülen Deniz ******’ın bu yönde bir komplo içine çekilmek istendiği ortaya atıldı..Sonrası malum,İklim Bayraktar göz altına alındı ve kendisine yaptığı telefon konuşmaları dinletildi.. Bayraktar, teknik takibe takılan görüşmelerinde, ******’la aşk temalı muhabbetini görüntülemek için Kılıçdaroğlu'ndan cihaz istedi ancak 'kendi imkanlarınla yap' cevabını aldığı öne sürüldü!!.İklim Bayraktar ,21 Ocak 2011’de Meclis’teki odasına gittiği ******’ın kendisini taciz ettiğini ileri sürerek durumu dinlemeye takılan telefon görüşmesinde Patronu Soner Yalçın’a telefonda aktarmış..Dinlemeye takılan konuşma şöyle..
“-Utanç verici bir durum. Evet elle ve ağızla. Zor attım... Bak şimdi size bir şey anlatayım mı? Bu görüşme başka bir yerde olsaydı kıyameti koparırdım. Ama Meclis’te ve odasındaydım. Güvenlikle beni dışarı attırsa rezillik. Der ki bana tacizde bulundu.
Aleni yaptı ki dondum kaldım. Ona ‘kafanız güzel mi?’ dedim. Bana, ‘Sen çok fevrisin. Hayatı bu kadar ciddiye alma. Hepsi hikaye gel seninle havuza gidelim” dedi ve ev numarasını verdi. Numaranın temiz olduğunu rahatlıkla konuşabileceğimizi söyledi.
Ertesi gün ******’ın sekreterini tekrar aradım. ‘Ben odatv’den İklim’ dedim. Hemen telefona geldi ve ‘odatv’den misin sen?’ dedi. ‘Bugün gözlerine ve güzelliğine, aurasına kapılıp gözlerimi ayıramadığım bayan gazeteci mi yani’ dedi. Adamın telefonda ilk cümlesi bu oldu, ‘evet’ dedim.”
Teknik takibe takılan İklim Bayraktar, Kılıçdaroğlu ile görüşmesini şöyle anlatı..
“-Böğüre böğüre ağlamak istiyorum. 45 dakika görüştük. Ama inancımı, umutlarımı yitirdim. O kadar açık konuştum ki. Ama yok bundan bir cacık olmaz. ‘Sana en büyük balığı getireceğim. Bana destek ver, güç ver, cihaz ver’ dedim. ‘Yok olmaz sen kendin yap getir’ dedi. Ben yaptıktan sonra youtube’a koyar yayınlarım sana ne ihtiyacım var.”
Deniz ******, İklim Bayraktar’ın savcılık tutanaklarına giren iddialarıyla ilgili olarak, “Yalan, iftira, kirli bir tezgah. İddialar ucuz karalama kampanyasının bir parçası” diyor!..
Sıralaayalım..******’ın kontrolündeki bir tv kanalı ele geçirilmek isteniyor..Projeye Kılıçdaroğlu onay veriyor..Ve “Talip olanın” elemanı ******’ın üzerine sürülüyor!..
Akla hemen “ilk komplo” geliyor..
Mesela Başbakan’ın sözleri..Erdoğan ,her seferinde “komplonun Brütüs işi”olduğunu ifade edip Y-CHP’nin Kılıçdaroğlu’dan sonra yükselen yıldızını işaret etmişti..
******’da “olağan şüpheli” kabul edilen cemaaten gözleri çekmiş,”Bu iş Okyanus ötesi ile ilgili değil” demişti..
Saymaya devam edelim..Rand Raporunu hatırlayalım..
ABD’de Yahudi Lobilerinin güdümündeki Stephan Larrabee, Rand raporunda şöyle diyordu:.
“CHP’nin üst yönetimi değişmelidir”
Bu Larrabee sıradan kişi değil, ABD Savunma Bakanlığı Pentagon ve CIA’nın en önemli strateji uzmanlarından biri olarak tanınıyor… ABD Dışişleri Bakanlığı’nın kilit adamı ve de Türk Dışişleri’nin ‘başdanışmanı’. RAND Raporu ******lı CHP konusunda ABD’nin duyduğu rahatsızlığı bariz bir şekilde açıklığa kavuşturuyordu:
“Türk siyasetinde Amerika karşıtlığı net bir şekilde görülebilir. Özellikle ana muhalefet partisi CHP’nin siyasi evrimi buna en iyi örnektir. Parti 2003 yılından bu yana (1 Mart Tezkeresi), giderek artan bir boyutta, daha millici ve Amerikan karşıtı bir duruş benimsemiştir. Bunun en büyük nedeni, ABD’nin Irak siyaseti ve Türkiye’nin PKK’ya karşı verdiği mücadeleye ABD’nin destek vermek konusundaki isteksizliğidir.” RAND Raporu, CHP’nin AB’ye karşı tutumundan rahatsızlığı da dile getiriyordu: “CHP, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliği davasına öncülük etmek yerine, AB’ye en şiddetli eleştirileri yapar hale gelmiştir ve Türk ordusu için maşa olmaktan daha öte olduğu izlenimini vermiştir.”
Ve de “yapılması gereken” şöyle dayatılıyor.. “CHP Batıcıların kalesi haline getirilmelidir..” Rapor oldukça uzun,bu kadarı “arif olana” yeter.. Ne diyor rapor?.. “ABD ve AB’ye karşı olan CHP, Türk Ordusuna payandadır..Derhal batıcıların kalesi haline getirilmeli..”
****** ,bu raporun ardından düştü..!Hemen ardından da Yahudi Lobileri Türk basınında “Edelman” imzalı görüşler yayınlattı..!Buna göre “CHP ve Kılıçdaroğlu desteklenmeliydi..” Ve asıl dikkat çekici olan ,desteklenmesi önerilen Y-CHP’nin kurmay kadrosu Sorosçu bir ekip tarafından süratle inşa edilmişti..
Bu Y-CHP seçimlere giderken bir de tv kanalı ile desteklenmeliydi ve kanal “Rand raporu” temelinde bir y_CHP’nin sesi olmalıydı..Bunun için de ******’ın kanaldaki eli de kırılmalıydı..
Kılıçdaroğlu ekibine bu konuda destek vermesi için devreye sokulan hareketin,ABD Neocon Hareketi ile kan kardeşliği biliniyor..Bu Hareketin içerisinde Edelman’ın aralarında Çetin Doğan’ın damadı Dani Rodrik’in de bulunduğu ekibinin omuzdaşlığı açık seçik ortadadır..
Sözün sonu,******’ın uçkur davasının Türkiye’ye böyle Hollywood filmi gibi maliyeti vardır!
Kaynak: haber365 / Behiç Kılıç
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Ptsi Mart 07, 2011 4:14 pm | |
| Deniz ******'ın gidiş sebebi belli, RAND Raporu icabı...
BUna göre, Soner ve Oda TV Y-CHP yanında. Zaten bu yorıumlardan da belli oluyordu. O halde operasyon niçin yapıldı? Trafalar aynı olduktan sonra? Normalde bu operasyon "saçma" gözüküyor değil mi?
Bir plan tatbik edilirken, tatbik edicilerin şahsi temayüllerini de işin içine dahil etmelerini gözardı etmemek gerek.
Fetullah faktörü...
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Ptsi Mart 07, 2011 4:22 pm | |
| Zahide Uçar Din Kumpası, Sehven Demokrasi Arkadaşıma Gönder Yazdır Yorum Ekle Yorumları Oku 07.03.2011 GOP Projesi kapsamında din kumpasıyla geldiler, ileri demokrasi diyerek “sehven” demokrasiye geçtiler. 2006’dan beri diyorum ki; “AKP bir parti değil, ABD projesidir.” AKP bizzat kendisi Türkiye için güvenlik problemidir. Geldiğimiz yere bakın; sehven belgelerle önce lağım basınında insanların onurları çiğneniyor, sonra Silivri Toplama Kampında devre dışı bırakılıyor. Bir de kahin “GAZ”tecilerimiz oldu. Ortak projeleri eyleme dökülünce heyecandan yerlerinde duramayıp, polis daha “BAS”madan, eline kürek kazma almadan “BAS”ıldı, “KAZ”ıldı diye haber yapıyor. Bu haberleri yapanlar her ne hikmetse Silivri davalarını izlemeye bile gitmiyor. Demek ki sadece reklam kısmından sorumlular… Yani 5.kol faaliyeti görevi… İlk önce 12 kişi alındı, pek de kimse umursamadı. Kemal Kerinçsiz’in dava dosyalarına bile el kondu, BARO oralı olmadı. Av. Vural Ergül’e “faşistlerin davasını mı alıyorsun” dediler. Vural Ergül onlara “birgün gelecek hepiniz Ergenekoncu olacaksınız” dedi, güldüler. Evet; Vural Bey’in dediği çıktı, yandaş olmayan herkes yavaş yavaş Ergenekon’a dahil edilirken, “bana dokunmasınlar” diye hareket edenler de Ergenekon’a dahil oluyor. Vedat Yenerer’in tutuklandığı günü hatırlıyorum. Basına bir göz gezdirdim, birkaç kişi dışında kimse yazmamıştı. Arkadaş dedikleri bile üç maymunu oynuyordu. Ben de konuyu dillendiren bir yazı yazmıştım. Gaziler alındı, teğmenler alındı, iki dizinden altını kaybeden tekerlekli sandalyeye mahkum madalyalı kahraman gazimiz kafasına sıktı. Paşalar paşa paşa seyretti. Behiç Gürcihan alındığında A. İhsan Gürcihan’ı hiçbir silah arkadaşı aramadı, geçmiş olsun demedi. Rütbe yükselmeleri zarar görmesin diye herhalde(!).. 2006’dan beri Ergenekon’la yatıp Ergenekon’la kalkıyoruz. Cemaat diyoruz. Cemaat tek gıda ile beslenen renksiz(maraz) insanlar gibidir. Işık evlerinde abla ve ağabeylerin gözetiminde mankurtlaşmış, dünyayı tek pencereden seyreden zihinsel bir tutsaktır. Cemaat bu işleri bir başına yapamaz. CİA Türkiye’ye girdi mi? İçişleri Bakanı bilmiyorum(!) diyor. ABD’li savcı Adalet Bakanlığında çalışıyor mu? Çalışıyor. Ö.K.K.’lığı millileşince gladyonun kendine başka bir resmi kurumda yer bulması gerekiyordu. Yıllardır cemaat polis teşkilatında kadrolaşıyordu. Gülen ABD’de ikamet ediyor, CİA Gülen okullarını Truva atı olarak kullanıyordu. Silahlı bir başka kurum olan emniyet cemaat sayesinde CİA’nın yeni opersyon merkezi olabilirdi. Cemaat yapıyor dediğiniz operasyonları ülkemize giren CİA ile birlikte düşünün. Ö.K.K’ğının kalbine boşuna girilmedi. Fehmi Koru, "Ergenekon operasyonunun düğmesine 5 Kasım'daki Tayyip Erdoğan-Bush görüşmesinde basıldı. ABD kendi çetelerini tasfiye ediyor" diyordu. Oysa ABD antiemperyalist, ABD çıkarları önünde durabilecek ulusalcıları tasfiye ediyordu. Soros Ordu için “en iyi ihraç malınız ordunuz” diyordu. İstediği; Türk Ordusu’nu İran’da, Afganistan’da ve açacağı diğer cephelerde kendi adına savaştırmaktı. Irak savaşına ABD adına girmeyen ordu çuval ile cezalandırıldı. Kapalı kapılar ardında Ordu’dan ne talep ediliyor, bugün bunu bilmiyoruz ama belli ki istediklerini alamıyorlar. Alamayınca Ergenekon devreye giriyor. Yeni dalgaya herkes şaşırdı. Ergenekon güzellemesi yapan kalemler de şaşırdı. Şaşıracak bir durum yok. Sehven belge üretim merkezlerini kim deşifre ederse yanacaktır. Referandum sonrası AKP ve yandaşları %42’yi Ergenekoncu ilan etmedi mi? Bunun anlamı nedir? Vitrinde AKP, gerçekte ise küresel güçlerin karşısında kim durursa Ergenekoncudur. Bunu hala anlamadınız mı? Dediniz ki; “milli bir destanın adı terör örgütü ile beraber söylenir mi?” Ben de en başından beri dedim ki:” Ergenekon adı bilerek seçildi. Türk’ü demir dağa hapsetmek, yok etmek operasyonu başlatıldı. Mesaj budur!!. Sizler bu mesajı anlamadığınız için bu günlere geldik. Bu bir savaştır. Türk’ü Anadolu’dan sürmek, yok etmek savaşıdır.” Başvekil ne buyurmuş? “Türkiye bir hukuk devletidir. Türkiye, kuvvetler ayrılığı üzerine bina edilmiş bir demokratik rejimdir. Hiç kimse, yargının tasarruflarından dolayı bize fatura kesmeye, bize çamur atmaya, bizi hedef tahtasına yerleştirmeye kalkışmasın.” Güler misin, ağlar mısın? Sanki dün yargı kararını kurşun sıkmak diye niteleyen bunlar değildi. Beğenmedikleri her yargı kararını topa tutan bunlar değildi. Şimdi yargı bağımsız oldu(!).. Gitmediği savaşta dedesini şehit yapan, misafir gibi ağırlandığı yerde işkence gördüm diyen bir başbakandan da zaten başka bir şey beklenmez. Şaka gibi… Ergenekon sis bombaları patlatılırken Güneydoğu gidiyor. Bir polis linç ediliyor. AKP Güneydoğu’yu PKK’ya terk etmiştir. PKK’nın “bir oya beş kişi ölür” diyerek köyleri tehdit etmesi bu terk etmişliğin açık delilidir. Sizler sis bombaları ile meşgul olurken Güneydoğu patlayabilir. PKK ile mücadele eden askerlerin sonu Silivri-Hasdal tutsak evi olduğuna göre, bu patlamada kim mücadele edecek? Cemaatçi polisler mi? Türkiye ciddi ve çok tehlikeli olaylara gebedir. Bu durumda hükümet edenlerden ne yapması beklenir? Ordu ve MİT’i bir araya getirip acil stratejiler geliştirmesi beklenir değil mi? Ama öyle olmuyor. Eğer dam(aptal) terminalsen, bağlı olduğun ana bilgisayar bilgi yollamadan bir şey yapma yeteneğin yoktur. Ana bilgisayarın da okyanus ötesi güçler olduğu artık herkesin malumudur. Türkiye’de can güvenliği yok. Hukuk saygınlığını kaybetti, hukuka güven yok. Herkes her an bir tertiple içeri alınabilir. Bebek katili, tecavüzcü sapık, 45 bin kişinin katili Artin Agopyan(Apo) yalnız kalmasın diye yanına arkadaş yollanıyor, odası özel kağıtla kaplanıyor. Örgütünü iyi yönetsin diye avukatlarına özel deniz taşıtı devletin cebinden karşılanarak tahsis ediliyor. Şimdi de ev hapsi gündeme geldi. Bunu teklif edenlerin vicdanı yok, utanması da yok. Ne diyor Ali Dibo olmakla suçlanan Adalet Bakanı? Kanunlar buna müsait değil(!) diyor. Olmaz diyemiyor. Seçimden sonra müsait hale getirirsiniz artık. Balbay ve Özkan’da inşaatı tamamlanmamış, teslim alınmamış ek inşaatın hücresine tıkılıyor. Üstelik “hukuka saygılı olun” diyen Başbakanın isteğiyle olduğu söyleniyor. Bu sana ne anlatıyor aziz Türk Halkı? Bütün bu yaşananlar işgal edilmiş bir ülkede yaşanır. Türkiye işgal edilmiştir. Bütün bu rezillikler vicdanını kanatmıyorsa ne kanatacak? Coni kapını tekmeleyince mi uyanacaksın? ****** ” Emperyalizm Türkleri hiç af etmeyecektir” diyerek bizleri uyarmıştı. Sahte ******çüler yüzünden bu hakikatleri öğrenemedik. Evet, emperyalizm intikamını alıyor. Hem de kaldığı yerden başlayarak. Bugün olanlara şaşıranlara 1920’den bir haberi hatırlatalım: “21 Haziran 1920 tarihli basında yer alan ‘İngiliz Emriyle İdam’ başlıklı bir haber de, zulmün boyutlarını gözler önüne seriyordu. Bu habere göre; bazı kişiler, İngilizlerin emriyle Divân-ı Harb tarafından verilen karar üzerine idam edilmişlerdir. Tamamen iddialara dayalı olarak gerçekleştirilen bu idamlar, İtilaf güçlerinin, menfaâtleri için insanların en temel hakkı olan yaşama hakkını bile ellerinden alarak, insan hayatını nasıl hiçe saydıklarını gösteren önemli birer örnek durumundadırlar.” Şu an ülkemizde 1920’lerde var olan bütün zararlı cemiyetlerin neredeyse birebir karşılığı var. Pontus Rum Cemiyeti, Hınçak-Taşnak Cemiyeti, Wilson Prensipleri Cemiyeti, İngiliz Muhibleri Cemiyeti… Gene İtilaf Devletleri, gene tarih kitaplarımızda İşgalci olduğu yazılmayan Amerika… İstanbul’u “ekümenik” dayatması ve finans merkezi kılıfıyla almak istiyorlar. Hükümet edenler ne istiyorlarsa veriyor. Amerika ve İngiltere 150 yıldır Türk topraklarında kurmak istediği Kürt Devleti planını tıkır tıkır işletiyor. Yani; “emperyalizm unutmuyor”. Küresel sermayenin zamanı yok. Fas’tan Hindistan’a bölerek dizayn etmeye çalışıyor. Bölünmesi planlanan Türkiye her gün yeni bir sis bombasıyla kör ediliyor. Ve Güneydoğu PKK+yabancı istihbaratlarca büyük bir kalkışmaya hazırlanıyor. Anadolu Osmanlı dönemindeki gibi fakirleştirilmiş. Esnaf sıkıntılı. Kefillikten başı yanmayan yok gibi. Esnaf kefalet bile 4 kefil ile kredi veriyor. Kara listeye girmemiş 4 kefil bulmak zaten zor. Canı yananlar nedeniyle kimse kefil olmak istemiyor. Esnaf banka ile çalışamazsa işini yürütemiyor. Uluslararası verilere göre, Türkiye rüşvet sıralamasında dünyada 23’üncü, Avrupa ve Balkanlar’da 2. sırada. Türkiye’de 3 kişiden biri rüşvet veriyor. Tıpkı Osmanlı’nın çöküş döneminde olduğu gibi. Kitaplarda “selam verdim, rüşvet değildir deyu almadılar” sözünü acımak-gülmek arası okurken Cumhuriyetimizle gurur duyardık. Din Tuzağı ile iktidara taşınan hükümet, ülkeyi çok büyük günahlardan olan rüşvet bataklığına saplamıştır. Türkiye’de neler oluyor diyenlere… Yeniden enerji için paylaşım savaşı yaşanıyor. Türkiye gene emperyalizmin hedefindeki ülkedir. Ve Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda itilaf devletleri ile işbirliği yapan bilumum zevatın torunları; yenilginin, ezikliğin, uşaklığın hıncını Cumhuriyetten ve Türkiye Cumhuriyetini kuranları aşağılayarak aldığını sanıyor. 1919-1920’lerde müttefik olanların torunları yeniden İtilaf Devletleri ve Amerika ile işbirliği yapıyor. TÜSİAD-MÜSİAD Galata Tefecilerinin görevini ifa ediyor. Hükümet kendilerini beslediği için ülkenin bekası onları ilgilendirmiyor. Ne de olsa küresel sermayenin Türkiye uzantısı olarak görev yapıyorlar. Kısacası; Kuvayi Milliye ile Kuva-i İnzibatiye’nin savaşıdır bu. Küresel sermayenin ****** ve Türk Ordusu ile savaşıdır bu… Masumiyetin şeytanla savaşıdır bu… Akın karayla savaşıdır bu… Kendi başbakanınız sandığınız kişi, Türk Devletini sanık sandalyesine oturtmuştur. Bu suçlamaları Türk Devleti’ni yok etmek isteyen küresel güçler bir bir önümüze koyacaktır, bundan hiç şüpheniz olmasın. Seçim mi? Basını susturulmuş, halkın haber alma özgürlüğü elinden alınmış, Ali Kemallerin köşelerde ahkam kestiği, devlet imkanlarının sonuna kadar kullanıldığı, şaibeli seçim sistemi ile sayım yapıldığı bir seçime bütün ahlaki değerleri sıfırlayarak seçim diyorsanız, ben de seçiminizi başınıza çalın diyorum. Biz cumhuriyeti sandıkta kurmadık, cephelerde kurduk. Gene kurarız, bundan hiç şüpheniz olmasın. ******* ****** ****** KILIÇDAROĞLU’NA "Abdullah GÜL'den sonra CHP Genel Başkanı Kemâl KILIÇDAROĞLU da dünya hakimiyetini hedefleyen, Arap ayaklanmalarında parmağı olan Chatham House örgütüyle bir araya geliyor(!)” haberini okuduğumda ******’a yapılan operasyonu düşündüm. ****** sistem(!) dışına çıkmıştı, kasetzede oldu. Oysa bıyıklılar meclisinde bu işler açık edilmezdi, çünkü bu işten sabıkası olan çoktu. Hatta bazıları için “bunlardan biri de yeni genel başkan oldu” dizi film bile çekilebilirdi. ****** sistem dışına çıkınca bertaraf edildi. Anlaşılan o ki, emperyalizmin sağ memesinden beslenen AKP’ye alternatif olmanın yolunu emperyalizmin sol memesinden beslenmek olarak gösteren Soroscu danışmanlar Kılıçdaroğlu’nu yönlendiriyor veya yönsüzleştiriyor. İsmet İnönü’yü hatırlatırım. Ne demişti? “Büyük devletlerle anlaşma yapmak, ayıyla yatağa girmeye benzer.” Çünkü kendisi böyle bir yanılgıya düşerek “karşı devrimin” başlamasına sebep olmuştu. Bir AKP ülkenin canına okumuşken bir de “sol AKP’ye” bu ülkenin tahammülü yoktur. Bu da böyle biline!!. Z_eucar@yahoo.com.tr | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Çarş. Mart 09, 2011 6:21 pm | |
| [quote:14ec="AZYA"]Deniz ******'ın gidiş sebebi belli, RAND Raporu icabı...
BUna göre, Soner ve Oda TV Y-CHP yanında. Zaten bu yorıumlardan da belli oluyordu. O halde operasyon niçin yapıldı? Trafalar aynı olduktan sonra? Normalde bu operasyon "saçma" gözüküyor değil mi?
Bir plan tatbik edilirken, tatbik edicilerin şahsi temayüllerini de işin içine dahil etmelerini gözardı etmemek gerek.
Fetullah faktörü...
[/quote]
Belaltı vuruşlar...
Her şey bitti, iş gene Deniz ******'ın uçkuruna bağlandı.
1960'd da Menders'in uçkuruna bağlanmıştı...
Şimdi, alt alta numunelik 2 yazı:
by Murat Haberverdi <haber...@gmail.com>
Veli Küçük alındığında size ihtiyaç yok!
Ergenekon'un medya ayağına yönelik operasyon sonrası medyadaki tepkiler ne kadar acıklı. Bir tarafta şiddetli tepki verenler, diğer tarafta "pısırık sağcılar..." Hepsi bir ağızdan operasyona yükleniyorlar. Sağ cenahtan yaranma duygusuyla hareket edenlerin zavallı hallerine bakar mısınız? Nedim Şener demokratmış, Ahmet Şık bugüne kadar Ergenekoncularla mücadele ediyormuş vesaire... Kimisi de "Bu operasyonun mantığını anlamadık, bu ne iş" diyor. Bir de Ergenekon'u ranta çeviren gazete var. Ergenekon haberlerini manşetlere çekmiş, sert yapmıştı. İğnenin ucu hafiften dostlarına dokunduğu gün makas değiştirdi. Taraf'ını sürmanşetten yeniden belirledi. Efendiler!
Veli Küçük alınırken destek vermek kolay... Sağ cenahtaki meslektaşlarım! Veli Küçük alınırken sizin desteğinize ihtiyaç yoktu. Zaten herkes destek veriyordu. Bir destek verilecekse, şimdi! Zor günde her biriniz başkasının trenine bindiniz bakıyorum da. Söylediklerinizin Ayşenur Arslan'ın söylediklerinden hiçbir farkı yok. Bu operasyonu yürüten savcıların, polislerin bu memlekete yürekten bağlı olduğuna imanınız var mı yok mu? Mesele bu... Darbeci, yolsuzluğa bulaşmış, karanlık işler çeviren askerleri içeri alınca üst düzey komutanların tepki göstermesi karşısında, silahlı kuvvetlerimizi "meslek dayanışması" hatasına düşmekle suçluyordunuz. Peki şimdi sizin yaptığınız meslek dayanışması değil de nedir?
Bu Ergenekon denen yapılanmanın medya ayağı yok mu? Oda TV bir istihbarat sitesi gibi çalışmıyor mu? Bu Oda TV'nin İsrail istihbaratının ürettiği psikolojik harp metinlerini çarşaf çarşaf yayınladığını ve medyadaki ulakları aracılığıyla bütün matbuata yaydığını görmüyor musunuz? Gazeteciler arasındaki bu meslek dayanışması nedir böyle? Hani yanlış yapanla yapmayanı ayırmalıydı silahlı kuvvetlerimiz?.. Medyada bu olmayacak mı? Ahmet Şık'ın Ergenekon aleyhine olduğu filan yok. Yazdığı Ergenekon kitabını alın şöyle bir bakın, Ergenekon Davası'na nasıl çaktığını göreceksiniz. Ya da yönettiği internet sitesine bakmanız bile yeter. Bu savcılar, polisler şerefsiz de Soner ve adamları mı şerefli? Hayatta duruşunu bozmayacaksın arkadaşım! Hele kartel medyasına yaranacağım diye... Çizgisini bozanın toplumda karşılığı olmaz.
Tıpkı son alınan, mesleğine "Gazeteci" diyen insanların olduğu gibi. Ne oldu? Taksim'de, Kızılay'da yürüdüler bütün meslek örgütleri birleşip... Kaç kişiydiler?... Çoğu İşçi Partisi bayrakları taşıyan birkaç yüz kişi? Darbelere karşı 70 milyon adım yürüyüşünü hatırlayın bir. Medyada doğru dürüst haber bile olmayan o yürüyüşü. Bir avuç genç Tünel'den Taksim'e kadar yürüyecekti. Valilik de izin vermişti. Ama o bir avuç genç yürüdükçe, "millet" katılmaya başladı. Kalabalık 10 bini aştı ve o kadar büyüdü ki, "güvenliği sağlayamayız" diye polis Galata'da kesti kalabalığı, Taksim'e sokmadı. Milletin bakış açısı bu arkadaşım. Millet Nedim'in de, Soner'in de, onların adamlarının da peşinden adım atmaz. Kendi dar gazeteci çevrenizden başınızı kaldırın. Millete bakın. Bunların karşılığı yok. Zor zamanda pısırıkça hareket edenin de karşılığı olmaz. İyi gün dostlarına ihtiyaç yok... Kaldı ki bugün kötü bir gün bile değil...
Yener DÖNMEZ
Gazeteci Yazar
Gazetecilikle suçun ayrıldığı nokta
Hep gazeteci olmak istemiştim. Ama kaderin rüzgârları ummadığım yönlerden esti.
16 yıl Cumhuriyet Savcılığı yaptım.
İstemeden de pek çok soruşturma açmak zorunda kaldım.
Çünkü benim fikrim değil, TCK, CMK ve Basın Kanunu gibi mevzuatın emrettiğiydi önemli olan.
Soruşturacağınız kişi askermiş, siyasiymiş, gazeteciymiş, itibarlı bir elitmiş, iyi çocuk olup asla suç işlemezmiş... Bunlar önemli değil demişlerdi bize.
Doğrusu bence de söz konusu adaletse gerisi teferruattı.
Kanun ve nizam, generaller ve siyasiler için de geçerliydi, suça bulaşan gazeteciler için de.
Elimizdeki yol haritası TCK, CMK ve diğer kanunlar...
Bükülmeden, özgürce 'adam gibi' savcılık yapma arzusunun bedelini ağır ödedim doğrusu. Sürgünler, tehditler, silahlı saldırılar...
Ocağımı dağıttılar.
Sistemin seçkinleri ve silahlı bürokrasi size tavır aldı mı işiniz bitiyordu.
Adalet Akademisi'ni üçüncülükle bitirmişsin, başarılı savcıymışsın...
Hepsi hikâyeydi.
Sahip çıkan da olmadı.
En yakın mesai arkadaşlarım ve kadim dostlarım bile selam vermekten korkardı. Yakın zamanda öldürüleceğimi düşünürlerdi.
Evime iki silah elimde girdiğim zamanlar çok oldu. İpek saçlarını her dem kokladığım canım kızımın ismi teröristlerin ağzında geziyordu.
Ama vade dolmadan kurşunların kâr etmediğine inanmıştım bir kere.
Evet...
Savcılık yıllarımda da hep gazeteci olmayı düşlemiştim. Özgürce yazmak, fikirlerimi pazara çıkartmak...
Önemliydi benim için.
Savcılık özgürce görev yapabilmenin hazzını verdi bana.
*Bedel ödemeyi peşinen kabul eden herkes özgürdür.*
Yargı için özgürlük şart olduğu gibi, basın faaliyeti için de özgürlük elzem. Basın faaliyetinin üzerinde haksız bir gölgeyi asla kabul edemeyiz.
Ama *adalet duygusu tüm özgürlüklerin üzerindedir.*
Suç içeren faaliyetler varsa, basın özgürlüğü bunları korumaz.
Oda TV operasyonunda fevkalade önemli bir delil olan *Ulusal Medya 2010*adlı doküman ve pek çok belge çıkmıştı.
*Ulusal Medya 2001* dokümanı ise Ergenekon birinci iddianamesinde ve eklerinde yer almıştı.
Dokümanda; Ergenekon, Balyoz ve Poyrazköy gibi davaların sulandırılması ve kamuoyu nezdinde itibarsızlaştırılması için neler yapılması gerektiği belirtiliyor.
*Bir gazeteci Ergenekon soruşturmalarına, buradaki delillere karşı olduğunu, inanmadığını yazabilir. *
*Ama bu yayıncılığı illegal bir odağın telkinleri, talimatları ve arzuları istikametinde yaparsa bu sefer illegal örgüte yardım, yataklık veya terör örgütü üyesi olma durumu gündeme gelir.*
*Zira iş gazetecilikten çıkıp terör sahası içine girmiştir.*
Şu halde savcılar işin hakikatini araştırmaya mecburlar. Ben demiyorum. CMK.160 diyor.
Peki, savcı işin hakikatini nasıl araştıracak?
Ayşenur Arslan'a, Derya Sazak'a, Kılıçdaroğlu'na, baro başkanlarına, gazetecilere veya bana sorarak mı?
Yoksa CMK'nın maddi gerçeği ortaya çıkarmak için savcıya gösterdiği tedbir ve yolları kullanarak mı?
Ayrıca CMK tedbirleri Nedim Şener, Soner Yalçın için çıkmadı ki...
Yıllardır bu mevzuat rutin şekilde uygulanmaktadır. Neden o zamanlarda değil de şimdi şikâyet ediyorsunuz?
Nokta dergisi postalların gölgesinde kapatılırken neredeydi o basın bülbülleri?
Basın özgürlüğü üzerinden illegal örgüt soruşturmalarına saldırmak şık değil.
Ergenekon gerçeğine inandığını söyleyen bir kısım gazetecilerin de *"bu sefer abarttılar"* imajı bırakması çok yaralayıcıdır.
Savcı ve hâkim, siyasal iktidarın tepkisini, toplumdaki sonuçlarını düşünmediği için güven telkin eder.
Savcı, gazetecilerin ne düşüneceklerini dikkate almaz.
Gazeteci tavrı ve inisiyatifiyle hareket etselerdi, kuşkusuz ideolojik ve siyasal bir faaliyetle karşı karşıya kalırdık.
Medyanın operasyonu, aramayı ve gözaltını anlayamaması, savcıların ve mahkemenin hata yaptığını göstermez.
Basın özgürlüğü adalet duygusunun antitezi değildir.
*Ergenekon savcısının hatası yok. Hata Ergenekon savcısının bu kez abarttığını düşünenlerindir.*
*Ne Genelkurmay Cumhuriyeti ne de Medya Cumhuriyeti.*
Gültekin AVCI
Emekli Cumhuriyet SavcısıGazeteci - Yazar
[quote]*Ne Genelkurmay Cumhuriyeti ne de Medya Cumhuriyeti.* [/quote]
İyi güzel de, niye "ne de BOP Eşbaşkanı!" demezler, diyemezler?
Aslında, "ne gk, ne medya" derken, tıpkı "kahrol amerika zalim saddam" demeleri gibi...
Başın başına, Amerika'nın burda ne işi var sualini alacaksın.
Yoksa, AKP'nin anti-emperyalist olduğunu kabul ediyorsun demektir.
Yaptığı işlerin "rıza"ya matuf olduğunu sölüyorsun demektir.
AKP'yi meşrulaştırıyorsun demektir.
Düşmanın üzerine gidemiyorsun demektir.
Düşmanın üzerine gidebilmek için, düşmanı tesbit etmek gerek zira.
Düşmanı tesbit etme noktasında şaşkınlık var demektir.
Düşmanı tesbit ettin ama kesin tavır alamıyorsun demektir.
Düşmanı tesbit ettin ama kararlı değilsin demektir.
Düşmanı tesbit ettin ama düşmana karşı koyabilecek şuur ve kadroya malik değilsin, teşkilatın yok demektir.
Daha bir sürü amalar içinden birinden biri de olabilir, bir çoğu da hepsi de...
Esas hasım ve ona karşı teslimiyet ve işbirliğini red.
Bu red, ellerini kaldırıp, "ben sana teslim oldum"a red değil, onun icraatlarını mânâlandırabilme ve karşı koyabilme, kendi politikalarını üretebilme mânâsına. Yoksa, güya mücadele ediliyormuş görüntüsü... Asıl hedef orda dururken... Dağ aşma çetinliği yerine, düz ovada dolaşmak...
Teslimiyetçilik, idraklerin iğdiş olunmuşluğunun tedrici görüntüsü. Batı'ya karşı olma arzusu ayrı, bunu yapmaya kalkarken ki komik durumlar aayrı. Teslimiyetçilikten, işbirlikçilikten izler taşıması ayrı. Tedrici bir durum. Ondaki komik hal, Batı'ya karşı Batı argümanlarıyla mücadele etmeye çalışmasında olur da sende kesin tavır alamıyor oluşunda tecelli eder. | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Çarş. Mart 09, 2011 6:27 pm | |
| Zamanı Gelen Ruh Bülent ESİNOĞLU Günlük hayatımızda, “ruh” psikolojik durumu anlatmak için başvurulan bir sözcüktür. Gerçekten, bir konuyu uzun uzadıya anlatmadan, ne demek istediğimizi kolayca anlatmaya yardımcı olur. Bir ruh haline ulaşmamızın ardında, yaşanmış bir süreç vardır. Aslında gizli bir tarih anlatımıdır. Kendimizce bir karara varmamız için bir süreci yaşamış olmamız gerekir. Yeni bir ruh haline gelmek demek, bir düşünce ve davranış biçiminden, başka bir düşünce ve davranış biçimine varmamız demektir. Yani yeni bir ruh haline varmanın ardında, bir hayat dilimi, emek, acılar ve sevinçler vardır. Zamanın ruhu geldiğinde, belli bir ülkede yaşayanlar, hızla tek bir ruh olmaya doğru ilerlerler. Zamanın ruhu kendiliğinden olmaz. Arkasında, yoğun bir emek, yığınlarla açılar vardır. Halkımız, dokuz yıllık AKP iktidarı ve onun ayrılmaz parçası ABD ile birlikte yeni bir ruh haline geldi. Zamanın ruhu ya da Zamanı Gelen Fikre ulaştı. ABD ile birlikte AKP’nin çalışanlara, aydınlara, orduya ve halkımıza yapıp ettikleri, bu yeni ruh halimizin belirlenmesinde önemli etken oldu. Şöyle bir ufuk turu yapalım. Irak işgaline ABD ile birlikte girilmeye kalkıldı. Bunun sonuçları olarak, PKK terörü artı. ABD’nin Afganistan işgali oldu. Kafkaslarda Amerika istediğini alamadı. Kuzey Afrika olayları yaşandı. Ülke içinde siyasi iktidar, ABD ile birlikte Türk Silahlı Kuvvetleri ile savaştı, savaşıyor. Kısaca hatırlattığım bu olayların halka yansımaları, kuşku ve parçalanma duygusu oldu. Halkın AKP ve ABD’ye tepkileri, “yargı çözer” safsataları ile geçiştirildi. Bir halk başarısızlığa uğradığı zaman, son teminat olarak ulusunu/milletini hatırlar ve ona koşar. Son teminat olarak ulusunu görür. İşte zamanı gelen ruh bu ruhtur. Devleti linç edilen ulusun tekrar onu yenilemesi için başvuracağı yer milletidir. Bu durumda bu ulusun önderleri, kendini Batıya adamış aydınlar ve önderler olmaz. Olamaz. Egemenliğin yeniden inşası, işte bu “zamanı gelen” ruh ile oluşturulacaktır. Topu da, tüfeği de, parayı da bu ruh bulacaktır. Sonunda, ulusun/milletin kazanacağından zerre kadar kuşkum yok. 7.3.2011, bulentesinoglu@gmail.com | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Çarş. Mart 09, 2011 6:35 pm | |
| Doğu Perinçek tekrar hücrede!
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek yeniden hücreye konuldu. Perinçek'e dün akşam saatlerinde Silivri Cezaevi B-3 Üst Hücre'ye götürüldü. Dün akşam Perinçek'e 7 Mart 2011 tarihli iki resmi yazı tebliğ edildi. Birinci yazıda Perinçek'in hücreden alınarak eski koğuşuna götürülmesi bildiriliyordu. İkinci yazıda ise Perinçek'in B-3 Üst Hücreye götürülmesi tebliğ ediliyordu. Bu durumun nedeni hakkında Adalet Bakanlığından bilgi alınmaya çalışılıyor. Ayrıca İşçi Partisi Genel Merkezi tüm örgütünü teyakkuza geçirme kararı aldı.
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Çarş. Mart 09, 2011 6:39 pm | |
| Dr. Doğu Perinçek'in avukatı kanalıyla gönderdiği açıklama, 7 Mart 2011: 1) Odatv'de ele geçirildiği söylenen not üzerine: ++++++++++++++++++++++++++++++++++++ Basında “Oda TV’de ele geçirildiği belirtilen, “Doğu Perinçek’in uyarı ve telkinlerini” içerdiği söylenen “not” bütünüyle uydurmadır ve tipik bir “F polisi” imalatıdır. Doğu Perinçek hiç kimseye, - Hanefi Avcı’nın ağzından Ergenekon’un boş bir dava olarak anlatılmasına yönelik bir telkinde bulunmamıştır. - “Nedim’in emniyet bağları önemli, Nedim ile Hanefi’nin Dink konusundaki görüş ayrılıkları gündem yapılmamalı” diye bir uyarıda bulunmamıştır. - Bunlar, Tayyip Erdoğan’ların “Gizli Karargahının” Belge İmal Merkezi’nde üretilen notlardır. Asılsız oldukları, diğer uydurma belgelerde olduğu gibi ortaya çıkacaktır. 2) Kenan Butakın’ın haberi üzerine: +++++++++++++++++++++++++++ 3 Mart 2011 Perşembe günü, Mustafa Balbay’ın bulunduğu F-3 hücrelerine saat 13:30’da nakledildim. Saat 16:30’da tekrar F-8 koğuşuna geri getirildim. Hücrelerden çıkarken kesinlikle, “Ankara’dan haber hızlı geliyor” diye bir şey söylemedim. “Cezaevi yöneticilerinin suç işlediklerini, bunun kameralarla saptandığını” belirttim. Balbay’a da “Seni buradan çıkaracağız” dedim. Uydurma haberin düzeltilmesini rica ederim. Saygılarımla. Doğu Perinçek İşçi Partisi Genel Başkanı L Tipi 1 No’lu Cezaevi Silivri - İstanbul
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Çarş. Mart 09, 2011 6:58 pm | |
| Saf vicdanın eleştirisi 08.03.2011 - 07:30 Yazdır Arkadaşına gönder Yıldırım Türker’in, Odatv baskınının ardından yayınlanan ve Soner Yalçın’ı faşist bir işadamı olmakla itham ettiği yazısı, operasyona soldan destek arayanlar için bulunmaz bir nimetti. Yıldıray Oğur, Melih Altınok, Rasim Ozan Kütahyalı gibi kullan at liberallerinin sözlerine artık pek de itibar edilmediği bir dönemde, operasyonları hala demokratikleşme sürecinin bir parçası olarak göstermek isteyenlerin imdadına, Türker’in o dillere destan vicdanı, hızır gibi yetişiverdi.
Emre Aköz, Türker’in bu çabasını takdir etmesine etti ama yine de bu takdire bir şerh düşmeyi ihmal etmedi. Aköz, kendi içerisinde gayet tutarlı bir mantık yürüterek, Türker’e şöyle diyordu: “Bir yandan Soner Yalçın'ı destekleyenlere ‘faşist bir işadamının muhalif bir basın emekçisi olarak portresini yutturamayacaksınız’ diyeceksiniz... Öte yandan... Soner Yalçın ile tıpatıp aynı siyaseti güden... Vesayetçi/darbeci psikolojik savaş ekibinin, kampus ve sokak ayağını oluşturan üniversiteli militaristleri... ‘polisten sopa yiyen muhalif öğrenciler’ diye savunacaksınız. Olmaz öyle şey! Gelirlerinin, yaşlarının, ‘görev’ alanlarının farklı olması neyi değiştirir? Birine faşist diyorsanız, ötekine de diyeceksiniz.”
Aköz’ün durduğu yerden bakıldığında dile getirdiği talep sonuna kadar haklıydı, eğer Yalçın’ın ve Odatv’nin faşist olduğunu ve yaptıkları yayınlarla Ergenekon’a hizmet ettiklerini düşünüyorsanız, aynısını yumurta eylemlerinin faili gençler için de düşünmek zorundaydınız, ne de olsa her ikisi de vesayetçi-darbeci güçlerin psikolojik savaş unsurlarından başka bir şey değillerdi.
Aynı Aköz, bu yazıdan birkaç gün sonra, alçaklığın evrensel tarihine adının altın harflerle kazınmasına yardımcı olacak bir yazı yazdı ve orada solcu kadınlara çirkin, kara kuru, pejmürde gibi terimlerle saldırdı, yediği yumurtaların intikamını böyle alacağını sanıyordu belki de.
Alçalmada Aköz’le yarışan Engin Ardıç da arkadaşına destek vermek için aynı gazetede solcu kadınlara benzer cümlelerle saldırdı. Ardıç’ın da kelime hazinesi, “bacı”, “çirkin”, “kompleksli” vs.den öteye gitmiyordu ama onun fantezi dünyası biraz daha genişti, bu yüzden de Aköz’e “sana yumurta atan kızı tutup öpseydin” diye ağabey tavsiyesinde bulunmayı ihmal etmiyordu.
Aköz ve Ardıç, omuz omuza vermiş, testosteron salgılı faşizmlerini saçıyorlardı ortalığa ve ortalık çürük yumurta kokusundan, bozuk et kokusundan, ceset kokusundan geçilmiyordu, çünkü Aköz de Ardıç da yaşayan birer ölüden başka bir şey değillerdi, çünkü çürümüşlerdi ve çürüyen her şey kaçınılmaz olarak kokardı.
Aköz ve Ardıç solcu kadınların ne kadar çirkin olduğunu ispatlamaya çalışırken, Odatv’ye yönelik operasyonun ikinci dalgası gerçekleşti. Nedim Şener, Ahmet Şık, Yalçın Küçük, Doğan Yurdakul, Müyesser Yıldız, Sait Çakır ve Coşkun Musluk, önce gözaltına alındılar, sonra da tutuklandılar.
Yıldırım Türker, ikinci dalgada gözaltına alınanlardan Ahmet Şık için henüz tutuklama kararı çıkmamışken bir yazı yazdı. Türker, bir yandan Soner Yalçın’la ilgili yazdıklarına gösterilen tepkilere yanıt vermeye çalışıyor, öte yandan da Şık’ın Ergenekoncu ilan edilmesi ile inceden dalga geçiyordu.
Diğerleri için değilse de, en azından Şık için, o meşhur vicdan yine işbaşındaydı; Türker Şık’ın ne kadar iyi bir gazeteci olduğunu, derin devletle işi olmayacağını vs.yi uzun uzun anlatıyordu. Fakat o meşhur vicdanın en büyük özelliği de yine işbaşındaydı, Türker, ne Şık’ın yazmakta olduğu “İmamın Ordusu” kitabından, ne de Şık’ın ekip arabasına bindirilirken “cemaate dokunan yanar” demesinden söz ediyordu. Çünkü Türker’in vicdanında nasıl ki yoksul bir boyacı çocuğunun yoksulluğu düzene, yani kapitalizme değil de; rejime, yani cumhuriyete bağlanıyorsa ve nasıl ki aslolan o boyacı çocuğun yoksulluğu değil de, on kasım günü bir dakikalığına hazır olma geçmesiyse, burada da aynı şey geçerliydi. Şık’ın ne yazdığı ya da ne yaptığı, yani politik konumu değil de, nasıl bir insan olduğu önemliydi Türker’in vicdanı için.
Türker’le aynı gazetede, Radikal de yazan bir başka isim, Sırrı Süreyya Önder, ikinci Odatv baskınının ertesi günü yayınlanan “Deli sevilir Densiz Sevilmez” isimli yazısında Engin Ardıç ve Emre Aköz’den “beyni ile bağırsaklarını, kalbiyle üreme organını birbirine karıştıran iki yazar” olarak söz ediyor ve tepkisini ortaya koyuyordu.
İlginç olan ise bu tepkinin Ardıç ve Aköz’ün çalıştıkları gazetenin sahibi olan Ahmet Çalık’a yönelik bir açık mektup şeklinde ifade edilmesiydi. Önder, Çalık’tan Engin Ardıç ve Emre Aköz’ü kovmasını istiyordu, çünkü Önder’e göre, Çalık, hem Sabah’ın eski sahibi Dinç Bilgin’den, hem de Cem Uzan’dan farklı biriydi, yani Çalık vicdan sahibiydi ve vicdan sahibi bir patron olarak sahibi bulunduğu gazetede Ardıç ve Aköz gibilere yer vermemeliydi. Önder, Çalık’a, “siz onlar gibi değilsiniz” demekle yetinmiyor, “henüz bu devletin gerçek sahibi değilsiniz, zenginsiniz belki ama mallarınızın sadece kullanma hakkına sahipsiniz, o mallar her an elinizden alınabilir” de diyordu.
Solcu bir aydının bir patrondan, yanında çalışan birilerini, bunlar Aköz ve Ardıç gibi kişiler olsalar bile, kovmasını istemesinin garabeti bir yana, esas olarak, Türkiye’yi hala, “devletin asil sahibi laik burjuvaziye karşı üvey evlat muhafazakâr burjuvazi” ikiliği üzerinden okuması da düşündürücüydü. O Çalık ki, şu an sahibi olduğu medya grubunu, finansal kaynakları yeterli olmamasına rağmen bir kamu bankasının kendisine sırf özel nedenlerle verdiği krediler sayesinde alabilmiş, bunun yanı sıra devletin açtığı birçok ihaleyi sahibi bulunduğu holding kazanmıştı, başbakanla olan yakınlığı ve dostluğu ise herkes tarafından bilinmekteydi.
Oysa Önder’e göre Çalık henüz devletin asli sahiplerinden değildi, o da üvey evlatlardandı ve bir vicdan sahibiydi; dolayısıyla da Ardıç ve Aköz gibilere gazetesinde yer vermemeliydi!
Tüm bunları, Ardıç ve Aköz gibilerin yaşayan birer ölü olduklarını, ölü gibi koktuklarını söyleyebilmek, ispatlayabilmek için yazmadık, bunu zaten biliyoruz.
Başka bir derdimiz var, “saf vicdan”la, akıldan arınmış vicdanla, politik bilinçten yoksun kalmış vicdanla bir derdimiz var. Derdimiz var, çünkü günümüz Türkiye’sinde aydın olmak için, muhalif olmak için, emekçilerin, ezilenlerin, yoksulların yanında yer alabilmek için saf bir vicdana sahip olmak, o minval üzere yazıp çizmek, yeterli değil, meşru değil, etik değil.
İhtiyacımız olan akılla harmanlanmış, siyasal bilinçle yoğrulmuş bir vicdan. İşkenceci polis şefinden sosyalist, derin devleti araştıran gazetecilerden derin devlet çalışanı, genç bilim insanlarından örgüt üyesi yaratan mekanizmaları ifşa eden, kendi alamadığı intikamın onlarca alındığını düşündüğü için bu mekanizmalara gözünü kapamayan, “sen de bizim gibi devlet babanın üvey çocuklarındansın” diye halkın parasıyla televizyon ve gazete sahibi olanlara mektup yazıp onlardan medet ummayan bir vicdan sözünü ettiğim. Saf olmayan, gücünü akıldan alan, bilinci olan bir vicdan.
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Çarş. Mart 09, 2011 7:01 pm | |
| Şener: Beni 2 yıl önce hedefe almışlar 08.03.2011 - 09:02 Yazdır Arkadaşına gönder Nedim Şener mektubunda, 'Anlaşılıyor ki son zamanlarda değil tam iki yıl önce sahte bir mail ile beni hedefe almışlar. Bana yöneltilen sorular 2003-2006 dönemlerine kadar iniyor' diyor
Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklanan gazeteci Nedim Şener, Metris'ten Silivri'ye nakledilmeden önce biri eşi ve çocuğuna diğeri ise Milliyet gazetesindeki arkadaşlarına olmak üzere iki mektup yazdı. Mektuplarla ilgili haber bugün Milliyet gazetesinde yayınlandı. Haber şöyle:
Şener’in eşine yazdığı üç sayfalık mektupta, eşinin sağlık durumu ile ilgili temenniler ve kızına ilettiği duygusal satırlar var. Bu bölümleri özel hayata saygı gereği yayınlamıyoruz. Ancak Şener’in eşine yazdığı mektupta dava ile ilgili ilginç bir bölüm var.
Şener o bölümde şöyle diyor: “Anlaşılıyor ki son zamanlarda değil tam iki yıl önce sahte bir mail ile beni hedefe almışlar. Bu olayın son 7-8 ay içindeki TV programlarıyla bire bir bağlantısı yok. Nasıl olsa böyle bir operasyona beni dahil edeceklermiş. Çünkü bizim gibi gazetecileri yok etmeye karar vermişler ve devamı gelecek gibi görünüyor. Bana yöneltilen sorular 2003-2006 dönemlerine kadar iniyor. Mesela Uzanlar kitabını Hanefi Avcı mı yazdı diye soruyorlar.
‘Niye görüştün? Yasin El Kadı kitabı bile konu oldu. 2007 yılında Arena’da Adil Serdar Saçan’a sorduğum bir soruyu neden sorduğumu bile sordular. Ergenekon operasyonu başlamadan çok önce yaptığım telefon görüşmelerini bile niçin şu şu kişilerle görüştün diye sordular.”
Ameliyat sorusu Şener’in gazetedeki arkadaşlarına yazdığı mektupta ise özellikle eşinin kalp ameliyatının bile sorgulanmasının kendisini nasıl üzdüğü kısmı çarpıcı. Bu bölüm aynen şöyle:
“Sorguda yadırgadığım en çarpıcı soru eşimin kalp operasyonu ile ilgili olanıydı. Savcı Öz, avukatlarımın huzurunda ‘Eşin ile telefon görüşmesinde ‘Başıma gelecekleri bilsem senin operasyonu yaptırmazdık’ diyorsun. İnsanın aklına, ‘Acaba sen hakkındaki adli operasyonu önlemek için mi eşini kalp operasyonuna soktun sorusu geliyor’ dedi.
Ben de kendisine ‘Böyle bir şey söz konusu olamaz. Kalp rahatsızlığını 14 Şubat günü Hizmet Hastanesi’nde öğrendik. Ardından Memorial Hastanesi’nden Bingür Sönmez’in tavsiyesiyle Prof. Dr. Levent Saltık’ın belirlediği tarihte operasyon gerçekleşti. Savcılık savunması ardından mahkeme savunmasında bu konuyu mahkeme tutanağına da geçirttim.”
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Çarş. Mart 09, 2011 7:07 pm | |
| Yalçın Küçük: Savcının sorularına cevap vermedim 07.03.2011 - 16:17 Yazdır Arkadaşına gönder Son operasyonda gözaltına alınarak tutuklanan Yalçın Küçük, yaptığı açıklamada "Hınçlarını yazarlardan, basılmamış kitaplardan alıyorlar" dedi.
Yalçın Küçük'ün açıklaması şöyle:
"Hitler basılmış kitapları yok ediyordu. Bunlar basılmamışa saldırıyor, basılmasına izin vermiyorlar. Bu kadar korkuyorlar.
Savcılık aşaması iki karşıt fikirli önemli ismin karşılıklı sohbeti şeklinde geçti. Savcı Öz sakindi, güler yüzle tutukluyordu. Savcı, ne desem diyeyim tutuklayacaktı, sorularına yanıt vermedim.
Bu soruşturma, Samanyolu’ndaki dizilere dayanılarak yapılmaktadır. Soruşturmaların, gözaltıların dizilerdeki senaryolara göre yapılması, aydının ve Türk halkının aklına hakarettir. “Kollama” türünden diziler cezai soruşturmaların konusu olamazlar. Bu, akla tecavüzdür; savcının bunlara dayanarak hazırladığı soruları yanıt veremem mümkün değildir. Vermedim.
Soruşturmada Ergenekon ile Ankara arasındaki bağlantıyı kurmakla suçlanıyorum. Daha önce savcıyı kanser etmiştim, şimdi hem şeytan hem de fikir babası sayılıyorum ve suçlanıyorum.
Savcı Öz insanlarla görüşmeyi, fikir alışverişinde bulunmayı suç saymaktadır. Genç yazarlar karpuzun bostanda yatması gibi yata yata değil, yaza yaza büyür. Bu yolla genç yazar yetişmez; öldürüyorlar, önünü kesiyorlar. Yankı dergisi bir okuldu; böyle yetiştiler ve yetiştik.
Bunlar, gelişmenin önüne set çekiyorlar. Hınçlarını yazarlardan, basılmamış kitaplardan alıyorlar."
(soL - Haber Merkezi)
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Çarş. Mart 09, 2011 7:11 pm | |
| Gazeteciler köşeleri karartmayı sürdürüyor 07.03.2011 - 16:29 Yazdır Arkadaşına gönder BirGün yazarları ve Nuray Mert’in ardından Nihat Sırdar, Mustafa Sönmez, Melih Pekdemir ve Demiray Oral da köşelerini boş bıraktılar.
Ergenekon operasyonu kapsamında gazetecilerin gözaltına alınması ve tutuklanmasına tepkiler sürüyor.
Cumartesi günü BirGün gazetesinde tüm köşeler siyah çıkmış, Pazar günü de Nuray Mert Milliyet gazetesindeki köşesinde sadece “Doğru bildiklerimizi özgürce yazamayacaksak, yazmanın anlamı yok!” yazmıştı.
Bugün Akşam gazetesi köşe yazarı Nihat Sırdar, köşesine “Nedim ve Ahmet onurumuzdur” yazdı.
Cumhuriyet gazetesi yazarı Mustafa Sönmez, köşesinde “Basın ve her tür ifade özgürlüğüne hâyasızca saldırıları, saldırılara karşı ‘Üç Maymun’u oynayanları, medyadaki aymazlığı, ikiyüzlülüğü protesto için bugün yazmıyorum…” yazdı.
Birgün gazetesi köşe yazarı Melih Pekdemir: “Faşizm sözün bittiği yerdir” dedi ve köşesini boş bıraktı.
Taraf gazetesi yazarı Demiray Oral ise, "Mazeret Yazısı" başlığını attığı yazısında sadece "Sabah uyandım... Ellerim Kelepçede... YAZAMADIM!" dedi.
(soL - Haber Merkezi)
| |
| | | | ODATV'YE SALDIRI | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|