AKINCILAR AKINCILAR FORUM |
|
| ODATV'YE SALDIRI | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: ODATV'YE SALDIRI Ptsi Şub. 14, 2011 3:42 pm | |
| Konunun ilk mesajı :
Odatv neden basıldı
Son yaptıkları haberde, Ergenekon denilerek Türkün kültürüne, orduculuğuna yapılan saldırının organizasyonunu bizzat ABD eliyle yapıldığını ve bu saldırıda kullanılan polislerin coniler tarafından eğitildiğini isbat eden video kayıtlarını yayınladıkları için.
Evet, emri veren Bush, eğitimi veren coni, uygulayan BOP Eşbaşkanı ve Fetullahi örgütün polis içindeki uzantıları.
İşte, ODATV'nin basılmasına sebep haber:
İŞTE AMERİKALILAR’IN ERGENEKON POLİSLERİNE VERDİĞİ EĞİTİMİN BELGESİ
İngilizce kursuna zaman ayıramıyor musunuz? Tıklayın!
Bu görüntüler Ergenekon Davası’nın kaderini değiştirecek
14.02.2011 01:31
Karakter boyutu :
--------------------------------------------------------------------------------
Yarbay Mustafa Dönmez, Zir Vadisi’nde bulunan askeri mühimmatın sorumlusu olarak 2 yıldan beri tutuklu. Ergenekon üyesi olmakla suçlanıyor. Dönmez bugün savunma yapmaya başlayacak.
Aşağıda Dönmez’in yargılandığı davayla ilgili olarak sizi şok edecek 3 video bulacaksınız.
Ancak videolardan önce bugün davada savunmaya başlayacak yarbay ile ilgili önemli bilgiler verelim…
SAKINCALI PİYADE
Yarbay Mustafa Dönmez, TSK’nın içindeki “sakıncalı piyade”lerden. 68 kuşağından gelen bir babanın çocuğu olan Dönmez, 1980’de ODTÜ’de öğrenciydi. Üniversitede sol görüşe yakın olan Dönmez, bir eylemde yaralandı. Bundan sonra okulu bıraktı. Ailesinin desteği ile Kara Harp Okulu sınavlarına girdi. Sınavda 6. oldu. Harp Okulu’na girdi ve 1985 yılında mezun oldu.
Mustafa Dönmez, muharip değildi. Karargahta görev yapıyordu. Tutuklandığında “ikmal subayı” olan Dönmez, bugüne kadar milyonlarca liralık satın alma gerçekleştirdi ve bilinen usulsüzlüğü olmadı. Aziz Nesin’den Attila İlhan’a kadar pek çok isimle tanışıklığı olan Dönmez’in kendisinin de pek çok dergi de yazısı çıktı. Dönmez’in son yazısının başlığı “Mustafa Kemal ve Tam Bağımsız Türkiye”. Dönmez’in yazdığı dergi, tutuklanmasının ardından kapatıldı.
Peki Dönmez’in başına bunların gelmesini sağlayan başka bir özelliği var mı?
TSK’DAKİ CEMAATE KARŞI
Mustafa Dönmez, orduda cemaate karşı kişiliği ile biliniyor. Cemaate mensup pek çok subayı deşifre eden Dönmez, TSK içinde mevcut yapılanmanın ev toplantıları ile örgütlendiğini ortaya çıkardı. Cemaate alternatif olarak TSK’da kültür çalışmaları yapan Dönmez’in hayatı 2009 yılının Ocak ayında önce Sapanca’daki yazlık evinde, ardından da orada bulunan bir kroki aracılığıyla Zir Vadisi’nde askeri mühimmat bulunduğu iddiasıyla değişti. Dönmez bu nedenle tutuklandı.
Şimdi size Dönmez’in adının gündeme gelmesine neden olan Zir Vadisi kazılarıyla ilgili üç görüntü izletelim…
AMERİKALILAR KURS VERDİ
İlki Zir Vadisi’nde bulunan bir mühimmat ile ilgili. Bombanın adı “datasheet” okunuşu “detaşit”. Zir Vadisi’nde bulunan malzemenin içinde çıkan bu bomba türünü Türk polisi tanımaz diyebilirsiniz. Gerçekten de polisin bu bombayı aldığı eğitimle tanıması mümkün değil. Ancak aşağıda izleyeceğiniz görüntülerde bu bombayı tanıma konusunda polisin Zir Vadisi kazısından sadece 2 gün önce Amerikalı uzmanlardan eğitim aldığını bizzat polislerin ifadesi ile izleyeceksiniz.
İzlemek için görseli tıklayın
İnsan sormadan edemiyor. Polis iki gün önce ABD’lilerin aldığı eğitim sayesinde tanıdığı bombayı iki gün sonraki kazıda nasıl buluyor? Bu ne tesadüf. Mustafa Dönmez de kazının olduğu gün Zir Vadisi yakınlarındaki 5 ABD’li istihbaratçının ne işi olduğunu soruyor haklı olarak?
Bu kadar değil…
YOUTUBE’A BİZDEN ÖNCE KOYMA
Aşağıda izleyeceğiniz görüntülerde ise polis, Amerikalı eğitmenlerine “Abi” diye hitap ediyor. Ve içlerinden biri cep telefonuyla mühimmatın görüntülerini çekiyor. Bir diğer polis çeken polisi uyarıyor: “Youtube’a bizden önce atmayın!” (Mühimmatlarla ilgili bir başka polis videosu haberimiz için tıklayın )
İzlemek için görseli tıklayın
Mühimmat ile ilgili olarak ilginç bir ayrıntı verelim. Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin başına gelenlerin bir benzeri Yarbay Mustafa Dönmez’in de başına geliyor. Polisin gönderdiği belgelerde Dönmez’de bulunduğu hakkında rapor verilen 472 adet merminin, gerçekte Dönmez’de bulunmadığını Emniyet mahkemeye yazdığı yazıyla kabul ediyor. Kısacası 473 mermi “sehven” Mustafa Dönmez’de bulunuyor.
MALZEME “SIFIR”
Son görüntülerimiz ise Zir Vadisi’nde bizzat kazıların yapıldığı noktadan. Kazıya tanık olan bir binbaşı ile bir başçavuşun konuşması. İkili arasında geçen konuşmadan hem bulunan malzemenin hem de kutularının “sıfır” olduğu anlaşılıyor. 7 Ocak 2009 günü yapılan konuşmada yapılan tespit, bulunan mühimmatın henüz kar görmediği hatta hiç ıslanmadığı. Sadece bir hafta önce Ankara’da okulların kar nedeniyle tatil edildiği hatırlanırsa bu biraz garip bir durum. Buradan hareketle iki asker malzemelerin “en fazla iki günlük” olduğu sonucuna varıyor. Malzemenin üzerindeki gazetelere bakıldığında ise gazetelerin de yeni olduğu görülüyor. Binbaşı kazıyı inandırıcı bulmadığını “eski kitaplar bunlar” sözleriyle gösteriyor.
İzlemek için görseli tıklayın
KAZILAR NEDEN GECE YAPILIYOR
Son olarak şunu söyleyelim. CMK’nın 118. Maddesi yapılan aramalar için şu kısıtı koyuyor: “(1) Konutta, işyerinde veya diğer kapalı yerlerde gece vaktinde arama yapılamaz. (2) Suçüstü veya gecikmesinde sakınca bulunan hâller ile yakalanmış veya gözaltına alınmış olup da firar eden kişi veya tutuklu veya hükümlünün tekrar yakalanması amacıyla yapılan aramalarda, birinci fıkra hükmü uygulanmaz. (CMK 118. Madde)” Bu kazılarda 2. Fıkraya dair hallerin olmadığı açıkça ortada olmasına rağmen, polis bu aramaların tamamını gece yapmayı tercih ediyor. Aramaların gündüz gözüyle yapılmasını nedense uygun bulmuyor.
Bugün savunmasını yapmaya başlayacak “sakıncalı piyade” Mustafa Dönmez, ne zaman ağzını açsa kendisine bir “polis komplosu” yapıldığını anlatıyor, TSK ve emniyette cemaat örgütlenmesine vurgu yapıyor.
Görüntülere bakınca Mustafa Dönmez’e “haksızsın” demek mümkün mü?
Barış Terkoğlu
Odatv.com
| |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI C.tesi Şub. 19, 2011 2:01 pm | |
| Kumandan'a Telegramla işkence yapmaya devam eden AKp, Feto vs işbirlikçi, teslimiyetçi hainlere karşı, onunla yan yana koğuşlardaymışçasına, cezaevi müdiiriyeti de AKP'de ya... Cezaevinde herhangi bir koğuştan gelen kapı dövülmesi üzerine, refleks halinde, biz de kapıları dövmekteysek, bu, cezaevini unutmamışlığımızdan.
Ya Allah, bismillah Allahuekber Dini içten yıkan köpekler Vatan sizden ne bekler | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI C.tesi Şub. 19, 2011 3:19 pm | |
| MERTLİĞİ NE UĞRUNA SATTINIZ?
SERDAR AKİNAN
Siz de diğerleri gibi İngilizce konuşabilirsiniz. Nasıl mı ? Tıklayın !
19.02.2011 10:08
Karakter boyutu :
--------------------------------------------------------------------------------
(...) Araf Suresi 171-172. ayete bakarsanız çok iyi olur. Şöyle nazil olmuştur: ''Ben sizin Rabbiniz değil miyim?'' İslam anlayışına göre Allah Kadir-i mutlak'tır. Dileseydi ben sizin Rabb'inizim, der biterdi. 'Rabbiniz değil miyim?'' derken eveti ve hayırı, yaratmış olduğu kula bıraktığına göre bizim medeniyetimizde hürriyet ilahidir. Bu kısıtlanamaz ve herhangi biri tarafından sekteye uğratılamaz. (...) (Anadolu'yu Mayalayanlar, S. 171) Bu cümlenin altını çizdiğim saatlerde Soner Yalçın ve arkadaşları tutuklandı. Tutuklanmaları için sunulacak kanıtı merak ediyordum. Dehşet saçıcı bir yol bulmakta nasıl mahir olacaklarını gösterdiler. Bu ülkede e-posta adresi olan milyonlarca insan artık susmalı... Şu anda hepsi potansiyel birer Ergenekon üyesidir. Şüpheniz olmasın. Marifet böyle bir e-postayla kirletilmek değildir. Marifet, bunu araştıran birinin, binlerce spam arasında (hem de 72 saat içinde) önce o e-postayı ve ardından da ekinde bu kirli belgeyi bulmasıdır... Bu bile başlı başına tüm süreci ilga eder ama artık detay elbette... Zira şaşırtıcı değil. Bu ülkede delil üretmek artık sıradan bir olay. Soner Yalçın ne yaptı? Gazetecilik... Tutuklanma gerekçesi ne? Terör örgütü üyesi olmak... Sorulan soru ne? 'Neden sana 'yapma' denilen haberi yaptın?'' Kanıt ne? Sanal ortamda, bilgisayarına yollanan ve kontrolü imkansız binlerce çöp (spam) arasından cımbızlanan bir e-postadan çıkan bir kirli doküman... Soru şu: Bu çocuklar hangi dağın suyunu içti de mayamız bozuldu? Biliyorum sizi... Tanıyorum... Şahsen tanımasam da tanıyorum... Haklı olduğunuz yerler elbette var... Bu ülkenin kurucu ideolojisi gerçekten büyük zulümler yaptı... Tarihi okudukça daha çok anlıyor ve hak veriyorum. Ama bu hesaplaşmayı aramızda yapmalıydık. Siz, bu hesabı görmek için Allah'a, mertliğe, özgürlüğe sığınacağınıza gidip bir başka güce sığındınız. Hem de açıkça bu toprağın düşmanlarını arkanıza aldınız. Bizim mayamız biraz da Horasan Erenleri değil midir? Hiç mi anlatmadılar? Mevlana'yı, Yunus'u, Hacı Bektaş'ı, Ahi Evren'i, Hacı Bayram'ı, Emir Sultan'ı, Karacaoğlan'ı okutmadılar mı? Okudunuz da mı anlamadınız? Mertliği ne uğruna sattınız? Aklım, vicdanım, kalbim almıyor, anlamıyor, sindiremiyor... İnanın. Riyazet-i Ruhiye diye size ne öğretti bu mürşitler? İmanın yerini size yanlış göstermişler. Onun yeri kalptir beyin değil...
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI C.tesi Şub. 19, 2011 3:28 pm | |
| Sayın Serdar Akinan'ın "tanıyorum siizi" dediği bu adamların, gerçek manada kurucu ideolojiyle bir sürtüşmeleri olmadı. Meselenin bam teli de burada zaten. Hep kaçak güreştiler, hep bu mücadeleyi verenlerin rantını yediler, işte ondan dolayıdır ki şimdii de düşmanla işbirliği içine girmekten imtina etmiyorlar.
Yani, Sayın Akinan gerçek manada tanıyor sayılmaz bu adamları.
Bu adamları gerçek manada biz tanırız oysa... Bunlar Büyük Doğu'nun düşük çocukları, Büyük Doğu teknesine karşı kin ve nefret güden ama bunu dahi açıkça dile getiremeyen veledi zinalar. Büyük Doğu Mimarı, bayrağı Kumandan'a devretti diye hasetlerinden çatlayanlar. O'nun yolunu kesmek üzere, yıllar öncesinden bu göreve hazırlananlar. hani, o sarı saçlı mavi gözlü adamın, fosforlu kalemle çizdiği dergideki satırları göstererek yaptığı ikazı hatırlayın: Bir İslam ihtilali geliyor ve siz seyrediyorsunuz. Emperyalizm seyretmedi ve bu gelenin önünü kurucu ideolojiyle kesemeyeceğini ve hatta o ideolojiyle yetişmiş olanlar içinden çıkan ve kendisine düşman olanların bir hayli yer tutmaya başlaması karşısında, bir taşla iki kuş vurmak üzere AKP iktidarının yolu açılmadı mı? RTE vekil olsun diye, zamanın ABD elçisi YSKyı "ziyaret" etmedi mi? Şimdi diyetini ödüyorlar gayet tabi olarak. | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI C.tesi Şub. 19, 2011 3:32 pm | |
| BU “CEMAAT TESANÜDÜ” MİDEMİ BULANDIRIYOR
ERTUĞRUL ÖZKÖK
Siz de diğerleri gibi İngilizce konuşabilirsiniz. Nasıl mı ? Tıklayın !
19.02.2011 10:04
Karakter boyutu :
--------------------------------------------------------------------------------
Sırrı Süreyya Önder, 12 Eylül’ün gerçek acısını çekmiş Güneydoğu’lu aydınlardan biri. Birçok yakınının, tanıdığının işkenceden hayatını kaybettiğine tanık olmuş. Darbe acısı nedir en iyi bilenlerimizden biri. Bunun filmini de yaptı. Ama somurtarak değil, hepimizi güldürerek yaptı. Dünkü Radikal’deki yazısını okurken kendimi çok derin iç hesaplaşmalar içinde buldum. Hiç “ama” falan demeden, hiç bahane yaratmadan Odatv’ye, Soner Yalçın’a ve arkadaşlarına destek veriyordu. Yazıyı okudum ve hemen kendisine bir e-mail attım. E-mail kutusu dolu olduğu için mesajı geri geldi. O mesajı aynen buradan iletiyorum. * * * “Sayın Süreyya Önder; Bugünkü yazınız bana çok samimi olarak şu duyguları verdi. Bir: Zamanında Diyarbakır Cezaevi’nde olup bitene yeterince ilgi göstermediğim için bugün utanıyorum. İki: Geçmişte faşizan uygulamalardan ıstırap çekmiş insanlar, bugünün acılarına ilgisizkalamıyormuş onu öğrendim... Bu da bana iyi geldi. Üç: Benim hakkımda yazdığınız eleştirel yazıların samimiyetine bugün çok daha fazlainanıyorum.” Evet, yazdığım mesaj buydu ama ne yazık ki, onun e-mail kutusu dolu olduğu için mesajım geri döndü. E-mail kutusu niye doluydu, onu da tahmin ediyorum. Bir bölümü “Allah belanı versin”, öteki ise “Helal olsun” diyen mesajlardandır. * * * Çok gençleri anlıyorum. Onlar hayatlarında hiç askeri darbe yönetimi yaşamadılar. 12 Mart, 12 Eylül nedir bilmiyorlar. Askeri vesayeti bilemedikleri için, sivil vesayetin daha beter olduğunu hiç bilmiyorlar. Ama ya ağabeyleri? Onları affedemiyorum. Soner Yalçın olayını eleştirirken bile “ama” diye başlamaları, bahane aramaları yok mu beni çıldırtıyor. O her “ama”nın arkasında bir “Amalı haç” sembolü görüyorum. Nedir bu olup biten haksızlıklar, gaddarlıklar karşısındaki “Kayıtsız modern” tavrı. Anlamıyorum, inanın anlamıyorum. Bu “cemaat korkusu”, bu “cemaat tesanüdü” artık midemi bulandırıyor. Üstelik çoğu eski solcu. Eski devrimci. * * * Bugünlerde hepinize “Bir Dönem İki Kadın” kitabını okumanızı tavsiye ediyorum. Eski solcuların bugünkü sefaletini anlamanıza yardımcı olacak bir kitap bu. Bakın Oya Baydar ne anlatıyor: “Biz solcular, sosyalistler, komünistler işkenceyi, zindanı, hatta ölümü göze alacak kadar cesurduk ama kendi örgütlerimizin, kendi yapılarımızın yanlışlarını görmekte, sorgulamakta, eleştirmekte hiç o kadar cesur olamadık. Bunun insani bir yanı var; siyasal insanın trajedisi bu bence. Kimliğini inançla ve o inancın taşıyıcısı olduğuna inandığı cemaatle, örgütle tanımlıyorsun; aklını vicdanını ipotek ediyorsun. Böyle olunca da sorgulamaktan kaçınıyorsun. Sorgulayıp da reddedecek aşamaya geldin mi, davanın selameti için, kol kırılır yen içinde kalır tavrına sığınıyorsun.” * * * Ey siz “Amalı haç” taşıyan eski solcular, eski devrimciler. Bugün hepiniz “Kol kırılır yen içinde kalır”, “Kurunun yanında yaş da yanar”, “Geçmişte bize de yapıldı” bahanesinin mide bulandırıcı aktörleri haline geldiniz. Ya bunları yazan Oya Baydar? Onun adını dün, Başbakan’ın Kıbrıs’ın muhalif insanlarına çektiği fırçaya karşı çıkan aydınların imzaladığı bildiride gördüm. Ve bir kere daha anladım. Kadın ruhu cemaate sığmaz...
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI C.tesi Şub. 19, 2011 3:33 pm | |
| "BU GELİŞME DİJİTAL TERÖRDÜR"
Siz de diğerleri gibi İngilizce konuşabilirsiniz. Nasıl mı ? Tıklayın !
'Bilirkişi incelemesi yaptıracağız'
19.02.2011 00:37
Karakter boyutu :
--------------------------------------------------------------------------------
Hafta başında Odatv’ye yapılanan baskının ardından tutuklanan Odatv yöneticilerinin avukatları açıklamada bulundular.
Barış Terkoğlu'nun avukatı Hüseyin Ersöz, Beşiktaş'ta bulunan İstanbul Adliyesi'nin önünde yaptığı açıklamada: “Odatv'nin bir bilgisayarına kötü niyetli kişiler tarafından virüslü e-posta gönderildi”dedi.
HERHANGİ BİR KİŞİ BU TİP BİR SORUŞTURMAYA MARUZ KALABİLİR
Bu gelişmenin dijital bir terör olduğuna dikkat çeken Ersöz, e-postası kullanan herhangi bir kişinin bu tip bir soruşturmaya maruz kalabileceğinin altını çizdi.
Hüseyin Ersöz, sözlerine şöyle devam etti: “E-posta kullanan herhangi bir kişi, bu spam e-postası ekindeki bilgiler ve belgelerden kaynaklanacak bir soruşturmaya kolaylıkla maruz bırakılabilir. Odatv'deki bilgisayarlardan bir tanesine gönderilmiş olan bir spam virüs e-postası o bilgisayarda birtakım dosyalar bırakmıştır.Bunları teknik inceleme ile biz ortaya çıkardık. Bununla ilgili bilirkişi incelemesi yaptıracağız. Teknik incelemelerde, e-postayı müvekkilimize suç isnadında bulunmak isteyen kişiler tarafından gönderildiğini tespit etmiş bulunmaktayız"
SUNDUĞUMUZ DELİLLER DİKKATE ALINMADI
Soner Yaçın’ın avukatı Feza Yalçın ise CNN Türk’ e yaptığı açıklamada, sundukları delillerin dikkate alınmağını ifade etti. Odatv’de bulunduğu iddia edilen belgelerle ilgili olarak 4 saatlik açıklama yapan Feza Yalçın, açıklamasına şu şekilde devam etti: “Biz bunu mahkemeye bildirdiğimiz halde deliller hiçbri şekilde dikkate alınmadığı gibi, bu delilller üzerine müvekkillerimize farklı belgelerle ilgili sorular sorulmuştur."
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI C.tesi Şub. 19, 2011 3:35 pm | |
| GERÇEKLER TUTUKLANDI GERİYE GÖLGELER KALDI
Siz de diğerleri gibi İngilizce konuşabilirsiniz. Nasıl mı ? Tıklayın !
18.02.2011 15:57
Karakter boyutu :
--------------------------------------------------------------------------------
Soner Yalçın ve ODA TV hakkında dün akşam TV’lerde yaygaralaştırılan iftiraları izledikçe, geçmiş olsun Türkiye’ye….
Hani ‘büyük resim’ deriz ya.. O’nun ölümü..
Tarihçi, tarihi nasıl anlamamız metodunu da bilmek zorundadır, hani ‘ayrıntılara boğulursa..’ deriz ya..
Diyelim Kanuni sefere çıkarken atı tökezlemiş ya da nezle olmuş.. Atı’nın sakatlanması ya da nezle olması hikayeyi anlatırken zenginlik katar, o kadar.. Ancak atının sakatlanmasını yüzlerce sayfa anlatırsanız, Kanuni’nin niçin sefere çıktığını, nereye sefer yaptığını yani ‘tarihin nasıl olduğunu’ gözden kaçırırsınız. Ki, Kanuni’den önce ve sonra da Osmanlı ‘batıya seferler’ düzenlemiştir ve bu büyük gerçek unutturulmuş olur..
Bizler yaşadığımız topraklarda hangi yazarın yazısı ve konuşmasını beğenmediysek bunları canlı canlı onlar karşımızdayken harbiden yüzlerine karşı söyledik, dostluklarımız arkadaşlarımız pahasına en sevdiklerimizin yüzüne karşı yanlış bulduğumuz her şey, işte kitaplarımızdadır.
Ama bir şeyi gözden kaçırmadık, diyelim Türkan Saylan’ın evi basılırken de bir takım iddialar vardı, PKK’yla bağlantılarmış.. Hanefi Avcı da başka ayrıntılar ortaya koyuldu. Doğu Perinçek te başka.. İlhan Selçuk ta başka.. Erol Manisalı da başka.. Kanadoğlu’nun evi basılırken başka, Ulusal Kanal basılırken başka, Avrasya TV basılırken başka ‘ayrıntılar’ başka ‘hikayeler’ uydurulup önümüze koyuldu..
Herkese ve her şeye ‘bahaneler’ uydurmak şimdi çok kolay..
Ülkemizde (artık ülkemiz diyebilir miyiz?) ‘yandaş medya’ ülkemizin kayıtsız şartsız işgalini perdelemek için elli ayrı TV kanalında ‘insanlık suçu’na ortak oluyor..
Büyük resme bakalım. Bu isimler niye alındı?
Irak İşgali sırasında ‘büyük mitingler’ yapıldı ve Amerika karşıtlığı ‘başlangıç’ milad oldu.
Oysa ‘Savaş’ insanlık suçudur, yandaş medya bu İnsanlık Suçu’na topyekün ortak oldu. Öyle ki hem Amerikan ordusunu öven yüzlerce yazı hem de Türk Ordusu’na niçin Irak’a Amerika’yla kol kola savaşa girmiyorsun diye hakaret yazıları..
Ve sonuç, Irak’ta milyonarca insan öldürüldü..
Amerika’yla ‘at pazarlığı’ yapanlar tarihte eşi benzeri görülmedik ‘savaş pazarlığını’ dünyanın gözleri önünde yaptı, yani bize şu kadar dolar verin biz de savaşa girelim, diye..
Saddam’ın Türkiye elçisi, ki, birkaç gün sonra Irak işgal edilip makamı terk edip kayboldu, at pazarlığı yapıldığı gün, yaşadığımız toprakların tarihinde en ağır hakareti ülkemizle alay ederek yaptı, basın mensuplarına şunları söyledi gülerek ve eğlenerek: ‘AKP’ye Amerika’nın verdiğinden çok parayı biz verelim, savaşa girmesin..’
Savaş insanlık suçu’dur ve savaşa destek verenlerin hepsi bu insanlık suçu’na ortaktır.
Ancak AKP’nin medyası ve elindeki ‘dekor’ yazarlarıyla bu insanlık suçu ört bas edilmeye çalışılıyor, üstelik Türkiye’deki Arap medyası da şimdi baş tacı ettikleri Tayyip Erdoğan’ın Irak’ta milyonlarca insanın öldürülmeye başlandığı günlerde Amerika’yla neler konuştuğunu Orta-Doğu’ya göstermiyor..
Milyonlarca Arab’ın öldürülmesine ön ayak olanlar bugün Orta-Doğu’ya ‘ileri demokrasi modeli’ diye takdim ediliyor.. Kim ediyor, yandaş medyanın dekorları..
Dekor nedir? Dış görünüşü süslemektir, nakıştır grafiktir tabeladır örtmektir tanıtımdır…
Bu büyük ‘insanlık suçu’nu örtmek için yandaş medyanın yazarları elli ayrı TV’de dekor olarak kullanılıyor..Makamında derdest edilen İlhan Cihaner’den ağrına gidip şakağına kurşun sıkıp intihar edenlere kadar herkese her şeye bir ‘bahane’ uydurdular..
Oysa gerçek bambaşka..
Haiti Adaları reisi İngilizler için söylemişti: ‘İngilizler toprağımızın özünü aldılar, bize gölgeleri kaldı..’
Barışlar, ODA TV, Sonerler, Türkan Saylanlar, hepsi toprağımızın özü, bu toprakların hakiki servetleriydi, şimdi ey Türkiye elinizde yalnız ‘gölgeler’ kaldı..
Fiji Adaları’nda eskiden yerliler krallarının ‘tanrı’ olduğuna inanıyordu, yemeleri içmeleri evleri her şeyleri ‘tanrıları’ içindi, yetmedi..
Sabah kalktıklarında ‘krallarının’ dünyayı yaratmalarını bekleyip kralları dünyayı yaratır sokağa öyle çıkarlardı..
Artık sokağa çıkmak için, TV’yi açmak için, yazı yazmaya başlamak için, ‘kralınızın’ dünyayı yaratmasını bekleyeceksiniz..
Sanat Tarihi’ne pek meraklıyımdır, Dost Kitabevi’nden çıkan Gölgeler’in Tarihi’nde anlatılır, eskiden Azizler sokaktan geçerken duvar diplerinde bekleyen sakatlar kamburlar körler topallar Aziz’in gölgesinin üstlerine vurmasını beklermiş, ki, ‘şifaymış gölge’.. Aziz’in gölgesi kimin üstüne düşerse iyileşir mesela körlerin gözü açılırmış..
Tayyip Erdoğan iktidarının kanatları hepinizin üstüne gölgesini düşürdü, açıldı dilleriniz, açıldı gözleriniz…
Unutmayın, gölgesinde yaşamak yalnız şifa getirmez, bir de gölgelerin dölleyici tohumlayıcı gücü vardır, olmayan bir şey nasıl tohumlar, şöyle, (açın İncil’i okuyun, Meryem’e gelip Cebrail söyler..) yüce kudretin gölgesi üstüne vuracak ve Tanrı’nın oğlunu dölleyecek..
Ey dekordan ey gölgeden yazarlar, sayenizde topraklarımızda döllendi mi Tanrı’nın Oğlu..
Nihat Genç Odatv.com
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI C.tesi Şub. 19, 2011 3:38 pm | |
| Mahkemelerde kurulan cumhuriyet SIRRI SÜREYYA ÖNDER 18/02/2011 RADİKAL
Kamuya açıklanan gerekçelerle gazetecilerin ya da muhaliflerin gözaltına alınmasına tüm kalbimle itiraz ediyorum.
Haftada 3 gün yazınca, bu günler de cuma, pazar, pazartesi olunca, güncel gelişmelerle ilgili düşünceler eskimiş oluyor. Soner Yalçın ve arkadaşlarının gözaltına alınması da böyle oldu. Evvela kendi düşüncelerimi eyyam yapmadan söyleyeyim. Operasyon için kamuya açıklanan gerekçelerle gazetecilerin ya da muhaliflerin gözaltına alınmasına tüm kalbimle itiraz ediyorum. Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay’ın tutukluluk hallerinin cezaya dönüştürülmesini de bu bağlamda sayıyorum. Bu tutuklamaya “Oh olsun” kabilinden yazılar döktürenler, tüm yaşantıları boyunca bir bardak çaylarından bile vazgeçme cesareti gösterememiş olanlardır. Üslupları mide bulandıracak kadar iğrençtir, insanlıktan yoksundur.
Muhataba göre Bunlarla aynı sınıfa giren bir başka kesim daha vardır. Bunlar da bu ülkede KCK davası, SDP tutuklamaları, eylemci öğrencilere operasyon yapılırken sesini çıkarmayıp “Oh olsun!” diyenlerdir. Zulmün muhatabı Kürt olduğunda, Ermeni olduğunda, solcu olduğunda sırtını dönüp, şimdi itiraz etmek demokrasi aşkı değil riyakârlıktır. İki kesim de birbirinin aynasıdır. Kıymetsizdirler. Demokrat olabilmek, demokrat kalabilmek, ancak tutarlı olmakla mümkündür. Hukuksuzluk, kime karşı yapılırsa yapılsın hukuksuzluktur. Bir de üçüncü kesim var ki sadece zavallı olarak nitelemek mümkün. Bunlar da bir kez olsun itiraz edebilmek için kırk dereden su nakliyesi yapanlardır. Yok aslında fikirlerine katılmazlarmış da yok vaktiyle kendilerine epeyi iftira atmışlar da... ama yine de hoş olmamış da... böyle uzayıp giden eyyamcılıklar. Yahu bir kez olsun hayatınızda net bir cümle kurun. Bu adamlar da düne kadar dışardaydılar, ne diyeceğiniz vardıysa deseydiniz. Madem demediniz, bu şerhleri şimdi koymak acizliktir. Beklersiniz, ancak eşit koşullara geldiğinizde, varsa sözünüz söylersiniz. Öte yandan bu cılız, köksüz ve fikirden yoksun değerlendirmelerin birçoğu süreci doğru okuyamamaktan kaynaklanmaktadır. Peki olan biten nedir? Nasıl okumak gerekir?
‘Ne yapmalı?’ Bu cumhuriyet, sandığınız ya da inanmak istediğiniz gibi Meclis’te değil, mahkemelerde kurulmuştur. Mahkemeler eliyle de tahkim edilmiştir. Şimdi de mahkemelerde dönüştürülmektedir, olan biten bundan ibarettir. “O halde ne yapmalı” sorusunun cevabı, sınıfsal olarak nereden baktığınızla alakalıdır. Madem itirazımızı yaptık, analiz kısmına geçebiliriz. İki gün önce, bu ülkenin yüz akı, bilim insanı İsmail Beşikçi’yle hasbihal ettim. Özgür ve bilimsel düşünebilmek, cesur düşünebilmek anlamındadır. Bilimsel düşünenlerle politik eyleyiş içinde olanların düşünceleri her zaman örtüşmeyebilir. Bilim sadece doğruluğu düşünürken politika konjonktürel bakabilir. Gelgelelim hayat yalnızca bilimin temellendirdiği analizlerle açıklanabilir. Bu sohbeti ve olup biteni, bir sonraki yazıda anlatmak üzere bu konudaki son sözümü şimdiden söyleyeyim: Aslolan içeride veya dışarıda olmanız değil, içeride veya dışarıda ne yaptığınızdır, nasıl yaptığınızdır.
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Ptsi Şub. 21, 2011 7:27 pm | |
| ABD BÜYÜKELÇİSİ UZMANLARINI GİZLEDİ ABD BÜYÜKELÇİSİ UZMANLARINI GİZLEDİ
Siz de diğerleri gibi İngilizce konuşabilirsiniz. Nasıl mı ? Tıklayın !
21.02.2011 14:08 Karakter boyutu :
"İyi polis/kötü polis" oyununun toplumsal ve "küresel" ölçekte olan en etkilisi "Odatv baskını"yla Türkiye'de oynandı. Bu basit oyunu, bu ülkenin solcuları bilir daha çok; çünkü hemen hemen hepsi bir kez de olsa polis sorgusuna tanık olmuşladır! Polislerden biri işkence yapar, her türlü kaba "muamele"yi "çeker!" Islak betonda, geceyarıları yapayalnız bedeni ve ruhu yaralı "şüpheli"nin imdadına bir yerlerden çıkıp ona sigara uzatan, tatlı dille hitap eden, çay ısmarlayan, sanki onun tarafındaymış, "muamele" yapanlar çok kötüymüş gibi davranan "iyi polis" belirir! Sorularını açıkça sormaz ama istediğini bu yöntemle alır! Ve en utandığım insanlık durumlarından biridir böyle insanların varlığı! * Barış Zeren de değindi: Odatv ve tüm AKP muhaliflerine Haziran 2011 seçimlerinden sonra "operasyon" yapılacağını ama bunun muhtemelen "Endonezya tipi!" olmayacağını düşünüyorduk. Yani önceden planlanmış tek bir operasyonla bir gecede tüm muhaliflerin ev ve işyerlerinde "tepelerine binmek" biçiminde değil de mehter takımı yürüyüşüyle bir ileri iki geri ama her ileri adımda büyük bir baklava dilimini götüren ve diğer adım için konumunu muhkemleştiren İran'daki gibi bir yöntemle! (Bunun ülkemizde olabileceğini aklımıza bile getirmek istemiyoruz ve inanmıyoruz. Ama yeri gelmişken tarihi anımsatalım: Endonezya'da 300 bin komünist ve muhalif "zanlı" katledilmişti! Suharto, 1965 yılında 5 generalin "suikaste!" kurban gitmesiyle "boşluktan!" yararlanarak iktidara geldi. Golkar Partisi'yle "devlet mekanizmasını" -halka rağmen- sonuna kadar kullandı. Bu hedefe ulaşmak için önce eski komünist yönetimin ileri gelenlerini ve üyesi sandıklarını bir gecede "halletti", sonra ise "dahice" planlarıyla tüm muhalifleri! General Suharto "Golkar partisi" aracılığıyla “ben bilirim”ci, faşizan ve diktatoryal bir korku ağı ile “Endonezyalı kullar” yarattı ve iktidarı tam 32 yıl sürdü!) * AKP iktidarının bütün canlılığıyla10 yılını sürdürüyor olmasında ABD'nin rolünün olmadığına bu ülkede inanan tek bir aklı başında insan var mıdır? Ya da AKP iktidarının tüm yaşamsal varlığını bağladığı (ki Başbakanımızın son konuşmasında çoktan suçları da tasnif edip davayı bitirdiği ortaya çıkıyor!) "Ergenekon" diye adlandırılan davada ABD'nin "oluru"nun olmadığını söyleyebilecek bir Allahın kulu var mıdır? "Sivil Örümcek" ağlarının alkışlarına bakın bunu anlarsınız. O halde Ricardione'nin söylediklerinin bir tutarlılığı yoktur. * Arkadaşlarımıza yapılan "operasyonun "Haziran"dan önceye alınmasının nedeni, Barış Terkoğlu'nun "İŞTE AMERİKALILAR’IN ERGENEKON POLİSLERİNE VERDİĞİ EĞİTİMİN BELGESİ" adlı gazetecilik çalışmasıdır. Bu son yılların en büyük, en önemli ve mükemmel gazetecilik çalışmasında sergilenen ABD-AKP işbirliğidir! Bu belgelerde açıkça sergilenen "Ergenekon" operasyonlarında ABD'li uzmanların varlığını Ricardione "iyi polis" rolüyle gizlemeyi başarmıştır. ABD Büyükelçisi ABD'li “uzmanlar”ın kanıtlanmış varlığı hakkında hiç konuşmazken, bu ülkede öldürülen onlarca gazeteci için tek sözcük etmemiş ABD'li birden basın özgürlüğü şampiyonu kesilmiştir! AKP de güya ABD'ye koro halinde atıp tutarak bir taşla iki kuş vurma yoluna gitmiştir. Böylece "Zir Vadisi"nde ABD'li uzmanların varlığını buharlaştırmayı başarmışlardır. Ama kimse ABD-AKP işbirliğinin üstünü kapatamayacaktır. Çünkü Odatv'ye yapılan bu operasyon AKP hükümetini aşan bir operasyondur. Bunu aşağıda açıklayacağım. * Nitekim, bu ortaklığın (ABD-AKP evliliği) mimarlarından (12 Eylül'ün de mimarlarındandır hazret!) İlter Türkmen'in -Can Dündar'ın programında- Ricardione'nin hükümete eleştirilerini ciddiye almadığını söylemesi -ve bunu söylerken hayatımda görmediğim türden, beni ürküten ve tiksindiren sululukta gülüşüp durması!- bu ortaklığın derinliğini ve daha da süreceğini sergilemiştir. Arkadaşlarımızı kimlerin, hangi güçlerin niçin karanlık hücrelere tıktığını biliyoruz. "İyi polis-kötü polis" oyununu artık yutmayacak yaştayız!
Ahmet Yıldız Odatv.com | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Ptsi Şub. 21, 2011 7:29 pm | |
| VİCDANCI GELDİ HANIMMM, VİCDAN BOHÇALARIM VAR… VİCDANCI GELDİ HANIMMM, VİCDAN BOHÇALARIM VAR…
Siz de diğerleri gibi İngilizce konuşabilirsiniz. Nasıl mı ? Tıklayın !
21.02.2011 12:56 Karakter boyutu :
Vahşi yazar kimdir, artık iyice öğreniyoruz, bir telefon kaydında adı geçti diye sanatçı Nurseli İdiz’in iç çamaşırları dahi Ergenekon Davası’nda manşetlere taşındığı o günlerde yazar Perihan Mağden ‘oh olsun’ çığlıkları atmıştı, değişen bir şey yok, şimdi aynı gazetenin Yıldırım Türker’i durmak yok yola devam diyor... Oysa yazısının yayınlandığı 21 Şubat (bugün) gazetesinin manşetine baksa, Oda TV’nin gizli çekimler yayımlamayacağını sitesinde defalarca açıklamalarla duyurduğu halde manşetin nasıl bir ‘tezgahla’ düzenlendiğini görürdü..
Cemaat gazetelerinin ‘mazgal deliklerinden’ kalabalıklara ateş açan bu fırsatçı vicdancılarla çok işimiz var, çok..
Aslında ‘yazarlarımızı’ zayıflatan ‘sürü adamı’ olmaktan kurtulamayışları. Şu üç günlük dünyada bir kez olsun, meyhane arkadaşlarını, ideolojik ortaklarını karşılarına alamamış zavallılar sürüsü. Ne arkadaş otoritesine, ne Amerika otoritesine, ne Avrupa otoritesine ne PKK otoritesine ne cemaat otoritesine ne de kendilerini o sütunlara yerleştiren otoritelere bir kez olsun ‘meydan okuyamamış, geçtik, bu otoriteleri imalı olsa dahi eleştirememiş ama niyeyse ciyaklayan kurbağadan vicdanlar gibi döktürmekten yorulmayan kalemler.. Bu kadar geniş alana yayılmış ‘suskunluğu olan’ insanlar her daim her sabah her gün köşelerinde nasıl ‘vicdan’dan söz edebiliyor, zavallı ülkenizin sorunu.. Bankalardan yüz milyarlarca dolarlar patron katlarında soyulurken Yıldırım Türker’inden Murat Belgelerine Cengiz Çandarlar’ına çıt çıkmadı, neden, bilmem işte, Amerika Orduları Irak’a saldırırken sırf Barzani’ye ayıp olmasın diye tek satır sesleri çıkmadı, neden, bilmem işte. Güneydoğuda öldürülen onbinlerce öğretmen, işçi, er, köylü çocuklarından tek bir tanesinin adları sütunlarında tek bir cümlecik hiç çıkmadı, neden, bilmem işte, nerde susacaklarını iyi bilen örgütlü istikrarlı bir yazarlar çetesi. Suskunlukları büyüdükçe vicdanları ciğerleşen (!) tuhaf yaratıklar.. Unutmayın, fazla susmuş insanların vicdanı denetimden çıkar..
Kalkmış Soner Yalçın’ı ‘karanlık’ kelimesinin şaibesiyle mahkum etmeye çalışıyor, şu onlarcasından sadece biri Cengiz Çandar’ın siyasi ilişkilerinin tarihine bir baksın, güzel bir Saklanmış Amerika Dış Politikası romanı okumuş olur ve bu da bin ciltlik romanın sadece ilk cildi ancak olur..
Biz de yazarız güya, kapı kapı kovulan her yerde midesi kalkmış dayanamış terketmiş biz çirkin ördek yavruları, bu istikrar abidesi sırtlan dayanışmalarını gördükçe, üzülmüyorum. Sonunda tarihi sırtlanlar değil çirkin ördek yavruları yazacak, çünkü içimizde artık sadece en çok çirkin ördek yavrularının gözleri görüyor, kulakları duyuyor. Çünkü biz çirkin ördek yavruları o gazetelere TV’lere ‘besin almaya’ gelmedik, bir entelektüel arkadaşlığımız bir ‘aydın tavrımız’ olsun diye yıllarca didindik, boşunaymış.( karnını doyuran paralarını alan da bir zahmet kenara çekilsin de kendileri gibi Radikal 2’lerde yetişmiş yeni yetmelere sıra açsınlar, vicdanı da tek başlarına yemek hangi kurt sırtlan tarihinde yazıyor..) Yıllarca hala yazarlığa inanarak ‘sunacak bir şeyleri yoksa bir gün gelir susarlar’ diye boşuna bekledik. Bin misalden bir misal vereyim, mesela, çalıştığım dergilerde Pınar Selek’in suçsuzluğuna inanıp yazdım, Ceylanlar’ı canımız yanarak kapaklar yaptık, misal olsun diyorum sadece, Pınar Selek’in mahkeme davası Ergenekoncu denilen sanıkların üstünde olsaydı, Ergenekon davasının bohçasını üç günde bağlayıp hepsi çoktan idam edilmişlerdi, kişisel vicdanıyla düşüp kalkanlar libidolarına hizmet eder, kamuya insanlığa değil..
Bu çete yazarların fani hayatlarında insan evladının vicdanının izlerini kokusunu bulabilme ihtimallerine artık kimse inanmıyor, bu topraklarda Cemal Paşa’yla Lawrence’in savaşından bugüne hiçbir şey değişmedi, her ikisi de bedevilerin önüne altın saçtı, (Araplar değil bedeviler) önlerine kim çok altın saçtıysa onun silahını tuttular..
Olan kime mi oluyor, on yıllık en kısa geçmişin tarihinden dahi haberi olmayan internet sütunlarında karalayan 18-20 yaşlarındaki genç çocuklara oluyor, gerçekten hakiki bir vicdan arıyorlar, hakiki bir erdem.. Ancak bu çocukların en zayıf tarafları, ‘insanlık’ başlığı altında laf açanlara peşinen tertemiz bir samimiyetle inanıyorlar, işte yıkım burada başlıyor, birisi köşesinde, bir maskeyle şüphesiz vicdan cilalarıyla, ve elle tutulur yanı olmayan güya duygusal eşelemelerle, PKK’yı dahi bir Peri Masalı’na çeviren yazılarını okuyor..
Yazı deyip küçümsemeyelim, bir heykel gibi köşe yazıları, heykelleşmiş vicdanı şovlarla, hangi heykelin beton kabuğu sıyrılsa dökülse altından PKK, Amerika, Avrupa iskeleti çıkıyor..
PKK, Amerika ve Avrupa iskeletinden ne çok vicdan çeşitlemeleri döktürdünüz, o vahşi iskeletin yerine ne zaman bu genç idealist ütopik gençlerin arzu ettiği ‘eflatuni’ ve harbiden eyvallahsız insana dair gerçek ‘duygular’ girecek, olan yine ‘genç ütopistlere’ oluyor ve sadece ‘göçen ya da göçmek rüyalarıyla büyüyen’ genç nüfusumuz büyüyor..
Vicdancı geldi hanım, Pınar Selek bohçalarım var, Ceylan bohçalarım var, diye diye bağıra bağıra yaptıkları Amerika yalanları ve cemaat tezgahlarını entelektüel yani yenilir yutulur bir zemine yerleştirmek. Bilmem asit kuyularından köpek kemikleri çıktığını duydunuz mu, bu köpekler hangi köpekler, bu köpekler iftirayla kalleşlikle bohçayla vicdan satanların kemikleri olmasın..
Faşist, iftiracı, gestapo köpeklerle aynı sofradan yiyenler! Eskiden Orta Afrika’da kral-reislerin de yırtıcı savaşçı köpekleri varmış, sınır boylarına koyar ve her törene mutlaka bir ‘yabancı’ bedeni bulup kabilesine çiğ çiğ yedirirmiş, antropolojinin yamyam dediği hikaye..
Kaç zamandır ülkemizde yamyamlar, Kuddusi Okkır’dan şakağına onur kurşunu sıkanlara, Engin Aydınlar Türkan Saylanlar.. sayısını hatırlayan var mı, kaç kişinin bedenini, iç çamaşırlarını medyaya atıp didik didik sinirlerine varıncaya kadar kopartarak günlerce manşetlerde soyarak çiğ çiğ yedirtti.. Doymadılar, şimdi bizim çiğ çiğ ‘etimize’ sulanıyorlar, şimdi bizim telefon kayıtlarımız Internet sitemizin postaları lime lime edilip törenle yemeleri için yalaka köpeklerin önlerine atılıyor..
Bu kadar yamyamın bu toprakta yaşadığını hiç birimiz tahmin etmiyorduk ve şimdi hepimiz ‘insan’ denen varlığı sil baştan yeni baştan tanımaya bir daha çalışmalıyız.
Bakın, tarihin en acı ve en sert etkisi olan günlerinden biri İsa’nın Çarmıha Gerilmesi’dir, ancak o gün dahi Roma’nın sert diktatörlüğe rağmen İsa’nın çarmıhtaki bedeni kokmadan, çürümeden o çivilenmiş bedeni oradan indirecek insanlar vardı, çıktı ve Roma’ya karşı merhametin tarihini yazdılar, o günün şartlarında ‘uygarlık’ işte bu merhametle bir adımcık olsun yol açtı..
Bırakın başkalarına karşı konjonktürel susuşunu, en yakın arkadaşınız Hrant öldüğünde kalemlerinizle kimlere saldırdınız? Ve o gün bizlerin kalemleri bugün Nedim Şener gibi konuştu, bugün Hrant’ın katilleri yavaş yavaş açığa çıktıkça siz hala ölümünden parsasını yediğiniz en yakın arkadaşınız hakkında susuyor cemaat gazetesinde cemaat sözcülüğünde ve utanmaksızın hala vicdancılık oynuyorsunuz, pes…
Sayın Apo gibi sayın Yıldırım Türker, tarihte iki tür yazar vardır, bir, köpeklerin peşinden koşanlar, iki, köpeklerin önünden koşanlar. 12 Eylül, 28 Şubat, Susurluklar’da köpekler hep peşimizden kovaladı bizi, ama birileri var hiç değişmiyor hep köpekleri peşimize salmak için Amerikan askerlerinin Cemaatin gestapoların köpeklerini üstümüze salıyor..
Ey vahşiliğe arzu duyan kalemler, köpekler’i tanıyabilmemiz için hiç değilse şu son on yılın ruhsal arkeolojik kazılarını hafızasını deşebilmeliyiz, PKK’nın her yaz savaşıp her kışa girişte ilan edip sürüsüne kattığı ‘barışçıl kalemler’.. ‘Kış aylarında’ konjoktürel susması gereken kalemlerin, konjoktürel vicdanlarıyla bir ülkede ‘insanlık duygusu’ ‘insanlık kültürü’nün yamyamlaşması çok garibinize gitmesin.. Size sesleniyorum, koloni rahiplerinin boncukla kandırdığı Afrikalı yerliler gibi, Avrupa’da Hıristiyan demokratlara çoktan yenilmiş ama gençlik romantizmlerini Türkiye’nin doğusunda gidermeye çalışan süs salon sosyalistlerinin ‘özgürlük boncukları’, sizler kadar uzun süreli Afrikalı yerlileri dahi kandıramadı..
İnsan evladının incitilmesi, tecavüzü, cinsel saldırısı gibi en trajik yaraları üzerine ‘vicdan’ boyalarıyla tuvaller döşemelerinin sebebi, vicdanı önce ‘kişisel servetleri’ haline getirip sonra örgütten meyhaneden dağdan arkadaşlarıyla nemasını bonusunu ömür boyu yemek, internet sofralarında gözü insanlığa henüz açılmamış aç ve özentili çocuklara vicdan ziyafetleri çekmek..
Bu yazarları okudukça hep bir ‘kısmi felç’ geçiriyorlar, derdim, değilmiş, savaş gibi ülkemizin soyulması gibi en devasa insanlık suçlarında susmalarını, hep, düşüncel bir kuluçka içindeler deyip sabırla bekledim, yanılmışım, bekleyişleri ‘pusuymuş..’..
Hani Soner’i hukuksuzca alıp derdest ettiler ve şimdi önünüze en gizli sinir parçalarını çıkarıp yem olsun diye atıyorlar, afiyet olsun diyelim, ama henüz ben derdest edilmedim, birazcık vicdanınız varsa, ben buradayken, elim kalem tutuyorken, konuşmanızı, yazmanızı, bekliyorum, vicdan bohçacıları…
Nihat Genç Odatv.com | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Ptsi Şub. 21, 2011 7:34 pm | |
| O MEKTUBU ŞAMİL TAYYAR’A KİM VERDİ? O MEKTUBU ŞAMİL TAYYAR’A KİM VERDİ?
Siz de diğerleri gibi İngilizce konuşabilirsiniz. Nasıl mı ? Tıklayın !
Gizliliği ihlalden mahkûm olmuştu
21.02.2011 09:49 Karakter boyutu :
Hürriyet yazarı Mehmet Y. Yılmaz, Soner Yalçın’ın CHP İletişim Koordinatörü Baki Özilhan’a yazdığı mektubu Şamil Tayyar’a kimin verdiğini irdeledi. Tayyar’ın daha önce de aynı dava ile ilgili olarak hazırlık soruşturmasının gizliliğini ihlal etmekten mahkûm olduğunu hatırlattı. Yılmaz’ın yazısı şöyle: Ergenekon üyesi olduğu iddiasıyla tutuklanan Soner Yalçın, Halk TV’nin yönetimine de talip olmuş. Bu girişiminin “başına çorap örülmesiyle sonuçlanacağından” da kuşkulanıyormuş. Bu amaçla CHP İletişim Koordinatörü Baki Özilhan’a bir de mektup yazmış. Bu bilgileri Hürriyet’te, Toygun Atilla’nın haberinden öğrendim. Star gazetesi yazarı Şamil Tayyar, bu mektubu katıldığı bir televizyon programında okumuş. Mektup 27 Eylül 2010 tarihini taşıyor. Toparlayalım: Mektubu yazan Soner Yalçın. Mektup Baki Özilhan’a yazılmış. Yalçın, Özilhan’dan bazı hususları Kemal Kılıçdaroğlu’na açıklamasını istiyor! Bu mektup, nasıl oldu da Şamil Tayyar’ın eline geçti diye merak ettim. İki olasılık var: Ya posta idaresinde bir çete var, bazı mektupları açıp kopyalıyor ve bunları kullanabilecek olanlara servis ediyor. Ki bu çok ağır bir suç! İkinci olasılık ise mektubun bir kopyasının, polis tarafından yapılan arama sırasında Soner Yalçın’ın evrakları arasından çıkmış olması. Bu durumda da “hazırlık soruşturmasının gizliliği”, “özel hayatın gizliliği”, “haberleşmeözgürlüğü” gibi konular ile ilgili olarak suç işlenmiş demektir. Bu suçu kim işlemiş olabilir? Ya aramayı yapan polis ekipleri, kendilerince “ilginç” buldukları bazı belge ve evrakların kopyasını çekmiş, gazetecilere servis için bir kenara ayırmıştır. Ya da soruşturmayı yürüten savcı, delil olarak bir işine yaramayacak ancak kamuoyunda kolayca sanıklar aleyhine çarpıtılabilecek belgeleri gazetecilere servis etmek için birkenara ayırmıştır! Her iki durum da yasaların açıkça ihlalidir. Hem de görmezden gelinmeyecek, aynı anda birkaç suçun birden işlenmesi anlamına gelen ağır bir ihlal! Ve bunu yapanlar yasaları uygulamak ile yükümlü olan kişiler, polis ya da savcı sıfatını taşıyorlar, maaşlarını bizler vergilerimizle ödüyoruz ki memlekete kanun, nizam hâkimolsun! Şamil Tayyar, hatırlayacaksınız yine aynı dava ile ilgili olarak hazırlık soruşturmasının gizliliğini ihlal ettiği için mahkûm olmuştu. Ama ona o belgeleri veren polis ya da savcılar için bırakın davayı, soruşturma bile açılmamıştı. Muhtemelen yine aynı şey olacak. Tayyar bu nedenle yargılanacak, belki mahkûm olacak, Başbakan buna yine çok üzülecek ama asıl failler ile ilgili hiçbir işlem yapılmayacak. Ve sonra bizlerden, bu soruşturmanın sağlıklı ve düzgün yürütüldüğüne inanmamız beklenecek! Hadi canım sen de!
Odatv.com | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Ptsi Şub. 21, 2011 7:47 pm | |
| ABD BÜYÜKELÇİSİ GAZETECİLERE NE SORDU? ABD BÜYÜKELÇİSİ GAZETECİLERE NE SORDU?
Siz de diğerleri gibi İngilizce konuşabilirsiniz. Nasıl mı ? Tıklayın !
20.02.2011 14:58 Karakter boyutu :
Hürriyet yazarı Cüneyt Ülsever, ABD Büyükelçisi Ricciardone’nin 6 gazeteci ile bir toplantı yaparak “Soner Yalçın ve arkadaşları” hakkında iki gündür sarf ettiği sözleri nasıl yorumladıklarını sorduğunu yazdı. Katılımcılardan Cengiz Çandar’ın Büyükelçi’ye “haddini bildiren” tavrından dolayı dehşete düştüğünü söyledi. Ülsever o toplantıyı ve katılanların tavrını şöyle anlattı:
18 Şubat Cuma günü ABD İstanbul Konsolosluğu’ndan 10 gün önce yapılmış bir davet üzerine ABD Büyükelçisi Francis Joseph Ricciardone’nin davetlisi olarak 6 gazeteci bir toplantıya katıldık. 1) Bay Ricciardone toplantıda söylediklerinin “off the record” kalmasını istediği için buyazıda onun sözlerine doğrudan yer vermeyeceğim. 2) Ancak, açıkça sordum ve açık cevap aldım. Toplantının kendisi gizli değildi. (Zaten olamazdı.) 3) Ayrıca toplantıya katılan gazetecilerin hiçbirisi sarf ettikleri sözler için “of the record” demedi. Bu yazı bu üç saptama çerçevesinde yazılmıştır. * * * Toplantıya katılan gazeteciler: Abdülhamit Bilici (Zaman), Amberin Zaman (Haber Türk),Sami Kohen (Milliyet), Cengiz Çandar (Radikal), Mehmet Barlas (Sabah) ve ben idik. ABD’li ev sahipleri ise, hali ile, Büyükelçi Ricciardone, İstanbul Başkonsolosu Scott Frederic Kilner ve birkaç diğer ABD’li yetkiliden oluşuyordu. Hatırlatayım, davet “Odatv baskını” olmadan önce çıkarılmıştı. Ancak, Büyükelçi “Soner Yalçın ve arkadaşları” hakkında iki gündür sarf ettiği sözleri nasıl yorumladığımızı sorarak toplantıyı açtı. Aramızda Hükümet’i açıktan destekleyen 3 arkadaştan bizim grupta olanı anında topa girdi ve çok uzun bir tiradla Büyükelçi’nin “Odatv baskını” konusunda konuşarak büyük hata yaptığını söyledi. Büyükelçi içişlerimize karışmıştı. Ayrıca zamanlaması da yanlıştı. Kişisel duygularını konuşmasının en başında “I am appalled” (appal(ed)=sukutuhayale uğratılmak, yese/dehşete düşürülmek) cümlesini kurarak beyan etti. Ben de arkadaşın Büyükelçi’ye “haddini bildiren” tavrından dolayı dehşete düştüm. Herhalde, bir Hükümet temsilcisi toplantıda olsa idi, çok daha dikkatli olurdu. Bu arkadaşa göre Soner Yalçın’ın tutuklanması gazeteci olduğu için değil, gizli örgüt üyesi olduğu için gerçekleşmişti. Konunun “basın özgürlüğü” ile alakası yoktu. Baskın sırasındaki “hukuki yanlışlar” gereksiz genellemeler idi. * * * Hükümet yanlısı gazetede çalışan genç arkadaş benzer görüşlerini çok daha dikkatli ve nazik sözler ile ifade etti. Diğer Hükümet yanlısı “tecrübeli ağabeyimiz” ise hiç ağzını açmayarak “Ne şiş yansın, ne kebap!” politikası güttü. Diğer üç kişi ise “baskının” hukuken vahim hatalar ile dolu olduğunu, hatta Türkkanunlarına ters düşen bir sürü nitelik taşıdığını, tüm yaşananların basın özgürlüğüne açık darbe olduğunu, evrensel özgürlüklerin ihlali konusunda yapılacak uyarıların içişlerine karışmak olmadığını vurguladı. Toplantı sırasında ortaya çıktı ki Hükümet’in iki ilgili üyesi de “Odatv baskınının” somut nedenini anlamamıştı. * * * Büyükelçi’nin tavrı ise, bana göre, zaten bilinen tavır olarak bir kez daha zuhur etti. ABD özgürlükler konusunda her zamanki gibi çok duyarlı idi. Bunun davalara karışmak veya Hükümet’i eleştirmek ile alakası yoktu. Ortada evrensel bir prensip vardı. ABD Dışişleri de, hatta Başkan Obama da aynı fikrideydi. Galiba bu tip konularda artık geri adım atılmayacak. Dost acı söyler! * * * Bay Ricciardone’yi hayatımda ilk kez gördüm. Karşımda Ortadoğu konusunda muazzam bilgili, Şark kurnazlığını anında tanıyan, Kongre’deki “atandığı ülkelerin hükümetlerinden yana tavır alan” imajını silmeye azimli tecrübe küpü bir diplomat vardı. Kendisinden çok keyif aldım. Obama’nın Kongre’ye rağmen neden Ricciardone’yi atama konusunda ısrarcı olduğunu da galiba anladım. Büyükelçi’ye “acemi” diyen Başbakan’ın bilgi dağarcığını bir kez daha zorladığını da ister istemez düşündüm.
Odatv.com | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Ptsi Şub. 21, 2011 7:50 pm | |
| Ülsev er, elçi iç işlerimize karışmaya devam edecek diyor. Meşrebi gereği bunda bir sakınca da görmüyor. Amerika Dışileri Bakanlığı, elçinin söylediklerine sahip çıktı, yani mesele "acewmi" diye geçiştirilemeyecek kadar mühim bir dava. Bu elçi ieride daha çok işler çıkartacak anlaşılan.
AKP cenahında ise her zamanki gibi yediklerini muza veya salatalığa tevil etme temayülleri... | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Ptsi Şub. 21, 2011 8:36 pm | |
| İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Bülent Esinoğlu:
Sahte Belge Üretim Merkezi,
“Ulusal Medya 2010 Strateji Belgesi”
Adı Altında Yeni Bir Sahte Belgeyi Dolaşıma Soktu!
Yandaş medyada, gazeteci Soner Yalçın’ın sahibi bulunduğu Oda TV’de “Ulusal Medya 2010 Strateji Belgesi diye bir belgenin ele geçirildiği, Ergenekon’un yeni hedefinin ulusal medya olduğu, TSK destekli medyayı şekillendirme operasyonlarının bitme noktasına geldiği” yalan haberlerine yer verilmektedir.
Soner Yalçın tutuklanalı henüz birkaç gün olmuştur. Soruşturmanın gizliliği açısından ele geçirildiği belirtilen “belgelerin” yalnızca savcılığın bilgisi dahilinde olması gerekirken, yandaş medyaya servis edilmiş ve bu medya grupları tarafından halkı kandırmak için dolaşıma sokulmuştur.
Sahte Belge Üretim Merkezi tarafından oluşturulup piyasaya sürülen bu belge, AKP’ye muhalefet eden kim varsa susturmak için, Ergenekon Operasyonu olarak bilinen soruşturmada Fethullahçı Emniyet görevlileri ve Fethullah medyası ile işbirliği halinde suç ve suçlu imal etme girişiminden başka bir şey değildir.
Tertip merkezinin belge üretme faaliyetleri yeni değildir. Ergenekon soruşturmasının başından beri uyguladıkları bir yöntemdir. Hatta tek yöntemdir. “Delil” diye sunulan malzemelerin tamamı tertip merkezinde üretilmiştir. Üretilen belgelerin sahteliği, mahkemede birer birer ortaya çıkarılmıştır. Sahtecilikleri, mahkeme kayıtlarına geçmiştir.
Ancak, tertipçiler, çaresizlik içerisindedirler. AKP iktidarına karşı halkın büyüyen tepkisinin önüne geçebilmek için yeni tertipler ve sahte kanıtlar üretmekten başka çıkar yol bulamamaktadırlar. Yaptıkları çöplükten sözde “delil” toplamaktır. Günün gelişen olaylarına karşı, güncellenmiş sahte kanıtları o çöplükleri eşeleyerek servis etmektir. Ancak, nafile bir çaba içindedirler.
Tertip merkezi tarafından üretilen bu sahte belge de, öncekiler gibi çürütülerek, tarihin çöplüğüne atılacaktır.
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Çarş. Şub. 23, 2011 7:54 am | |
| BOZUN ŞU ALÇAKÇA TERTİBİ BU ÜLKE BUNA LAYIK DEĞİLDİR Soner yalçın’dan mektup var: 22.02.2011 15:51
Hafta sonundan (19 Şubat) itibaren başımıza gelenlerle ilgili yazılanları, TV’lerde yapılan yorumları takip etmeye başladım. Ancak kendime şaşırdım. Çünkü, sanki gündemdeki Soner Yalçın ben değildim. Gelişmeleri sanki dışarıdan biriymiş gibi seyrediyorum. Ayrıca: Sanki başka bir zaman diliminde yaşıyorum. Yıl 1993. Türkiye’nin neredeyse bir iç savaş yaşadığı dönemde habercilik yapmak gerçekten zordu. O güne kadar kamuoyunda korkutucu bir“kontrgerilla” kavramı vardı. Yani bugünün bilinen adıyla “Derin devlet!”
Türkiye’deki faili meçhul cinayetleri kontrgerillanın işlediği, kamuoyunda yaygın bir kanıydı. Fakat o tarihlere kadar bu sadece bir savdı. Bu iddianın gerçekliğini bir kişi yaşadıklarını anlatarak ispat etti; Binbaşı Ahmet Cem Ersever.
Öyle bilgiler verdi ki bana “kontrgerilla”, “derin devlet” olgusunun ne olduğunu eylemler temelinde öğrendim. JİTEM’i, Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ı, Musa Anter, Vedat Aydın, Halit Güngen gibi o güne kadar faili meçhul kalmış cinayetleri…
Ayrıntıya girmeyeyim. Bunları “Binbaşı Ersever’in İtirafları” kitabında anlattım. Ersever öldürülünce, bana anlattıklarının hepsini bu kitabımda yazdım. “Kontrgerilla”, “derin devlet” olgusunu bütünüyle ortaya çıkarmıştım. Deyim yerindeyse “bombayı patlatmıştım.”
Kitap yayınlandı.
Ne oldu biliyor musunuz?
Hiçbir yayın organında yer bulmadı. Ayrıca dönemin Kürt sorunu hakkında yoğun haberler yapan “Özgür Gündem” gazetesi ve bazı Kürt milletvekilleri beni gündemi değiştirmekle itham ettiler.
O günlerde gündem neydi şimdi anımsamıyorum bile. Yedi yıllık gazeteciydim, bu tepkilere şaşırmıştım. “nasıl yani, bunlar kitabı okumadılar mı?” diyordum. İşte ilk bu olayla anladım.
Siz aslında o güne değil, tarihe yazıyorsunuz. İnsanların gerçekleri görmesi, anlaması için zamana ihtiyaçları oluyor.
Silivri 4 Nolu L tipi Cezaevi F-2 koğuşundan yazıyorum bu satırları.
Hep istedim ama hayatım boyunca romantik olamadım. Gazetecilik mesleği nedeniyle belki de hep gerçekçi kaldım. Hep olgular peşinde koştum. Haberler beni nereye götürdüyse oraya gittim. Bildiğimi, gördüğümü yazdım. Kalemimi hiç eğmedim. Kuşkusuz bedeller ödedim ama takdir de gördüm.
Ve fakat bu konuda yanıldım; devletin bir tertip düzenleyeceğini öngöremedim. Herkes söylüyordu, “Gazetecilikte ısrar edersen seni cezaevine atarlar”
Kalemimi kırmamı teklif ediyordu aslında yakın çevrem. Nasıl yapabilirdim bunu?
Yapmadım. Zaten yapamazdım; Gerçeğe aşıktım. Doğrunun peşinden koşmayı sürdürdüm.
Sonuç?
Silivri cezaevindeyim. Ama biliyorum ki Silivri Cezaevinde yatan “terörist” ben değilim. Ellerine kelepçe vurulan “terörist” ben değilim.
Silivri cezaevinde Türk basını yatıyor. Bu mesele benim kişisel bir meselem değil. Öldürülen, Abdi İpekçi, Uğur Mumcu muydu? Hayır, biz gazetecilerdik öldürülen, cezaevine atılan, kapı önüne konulan. Niçin? Haber yaptığımız için.
Mesele bu kadar nettir. Bu cinayetleri kişiselleştirebilir miyiz?
Evet. Türk basını büyük bir imtihan verecek. Ya her bedeli ödeyerek özgürlüğüne sahip çıkacak, ya da yok olacak…
Bakınız…
Farklı siyasal görüşlerde olabiliriz. Birbirimizi yazılarımızla kırmış da olabiliriz. Ama mesele bunlar değil. Biz gazeteciler bunu kendi içimizde hallederiz. Şimdi mesele nasıl bir ülkede yaşadığımız gerçeğidir.
Ya insan kalmayı sürdüreceğiz ya da korkak bir akrep gibi yaşayacağız. Karar aslında sizin. Ben insan olmayı seçtim ve bundan geri adım atmayı hiç düşünmüyorum.
Beni-bizi kimse merak etmesin, bizim için endişelenmesin. Biz bu soğuk dört duvara dayanırız.
İçeri atılan Soner Yalçın değildir. Hepinizin onurudur, vicdanıdır, özgürlüğüdür.
O halde…
Bozun şu alçakça tertibi. Bu ülke buna layık değildir.
Soner Yalçın
Odatv.com
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Çarş. Şub. 23, 2011 7:00 pm | |
| Zekeriya Öz'den Soner Yalçın'a şaka gibi sorgu 23.02.2011 - 10:01 Yazdır Arkadaşına gönder "Ergenekon" operasyonu kapsamında tutuklanan Oda TV'nin sahibi gazeteci Soner Yalçın'ın Savcı Zekeriya Öz tarafından yapılan sorgusunun detayları Akşam gazetesinde yayımlandı.
Gazeteci Soner Yalçın'ın, sahibi olduğu Oda TV'den üç gazeteci arkadaşıyla göz altına alınıp tutuklanmasıyla ortaya saçılan, sızdırılan bilgi ve belgelere bir yenisi daha eklendi. Yalçın'ın, Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz tarafından yapılan sorgusuna ilişkin detaylar bu kez bugünkü Akşam gazetesinde, Devrim Tosunoğlu imzasıyla yayımlandı.
Yine Tuncay Güney... Ergenekon Davası iddianamesinin büyük oranda iddialarına dayandırıldığı Tuncay Güney'in, Soner Yalçın sorgusunda da gündemden düşmediği görüldü. Tuncay Güney'in, 2001 tarihli bir mülakatta, "Soner Yalçın'ın, Veli Küçük'ün talimatıyla hareket ederek Aydınlık Dergisi'ne girdiği ve bir takım bilgilerin Küçük tarafından Yalçın'a iletilmekte olduğunu tahmin ettiği" yönündeki ifadesini soran Öz'e Yalçın'ın yanıtının, "Küçük'ü, Güney'i tanımam. Veli Küçük'le hiçbir zaman bir araya gelmedim ancak aleyhinde birçok haber yapmıştım" dediği belirtildi.
Savcı Öz Yalçın'a ayrıca, Ergenekon Davası'ndan yargılanmakta olan ve aralarında Doğu Perinçek, Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Mehmet Haberal'ın da olduğu isimlerle yaptığı telefon görüşmelerinin kaydedildiğini belirterek, bu kişileri nereden tanıdığını sorarken, aralarındaki ilişkinin tanımını yapmasını da istedi. Yalçın'ın, Doğu Perinçek ile 2000'e Doğru Dergisi'nde 1987-1994 yılları arasında birlikte çalıştığını, o tarihten bu yana bir daha görüşmediğini, Mustafa Balbay'la en son yaklaşık 20 yıl, Tuncay Özkan'la da 15 yıl önce görüştüğünü, ismi geçen diğer sanıklarla ise hiçbir bağının olmadığını söyledi.
"Ergenekon" soruşturmacıları, "Ergenekon" haberi yapılsın istemiyor Savcı Zekeriya Öz, Ergenekon soruşturması sürecinde Oda TV'de yayımlanan haberleri takip ettiklerini belirterek, soruşturmaya ilişkin haberlerin hangi maksatla yapıldığını sordu.
Öz'ün bahsi geçen haberlere verdiği, "Ergenekon davasında ABD karşıtı subaylar tasfiye ediliyor", "Bankaları da Ergenekon batırmış", "Meğer Üzeyir Garih'i de Ergenekon öldürmüş", "Galeri baskını da Ergenekon'a yıkıldı" gibi örneklerin yanı sıra, "Ergenekon soruşturmasının aşure çorbası ile ne ilgisi var", "Ergenekon iddianamesi ile Paris Hilton'un ne ilgisi var", "Ergenekon'un ayda gizli üssü var", "Hanımın Çiftliği dizisiyle Ergenekon ne ilgisi var", "Pavlov'un köpekleri Ergenekon'a ne tepki verirdi" türünde başlıklara sahip olanlarına da fazlasıyla önem biçtiği görüldü.
Yalçın, Öz'ün bu başlıktaki sorusuna, "Oda TV'nin sahibiyim, her haberi okumuyorum ama Ergenekon, Türkiye'nin en çok konuşulan, merak edilen haberi. Genç arkadaşlar da haberlerinin okunması için, bu internet habercilikte bir tarzdır, renkli başlık atmışlar. Gerçekten haber içeriğini bilmiyorum' dedi.
Olağan gazetecilik çalışmaları, Zekeriya Öz'e göre "fişleme" Soner Yalçın'ın evinde yapılan aramalarda el konulan dokümanlarının içeriği, baskın ve gözaltıların ardından tutuklanmaya varmasına neden olabilecek neleri içerdiği merak edilirken, Öz'ün sorguda Soner Yalçın'a sorduğu bir soru, bu kez de, olağan şeylerin nasıl birer suç unsuruna dönüştürülmeye çalışıldığına işaret etti.
Öz, "dokümanların yapılan incelemesinde Eşfak Aykaç, Mustafa Denizli, Alp Yalman, Kemal Ilıcak, Nazlı Ilıcak, Yavuz Donat, Uluç Gürkan, Zafer Mutlu, Mesut Yılmaz, Yeniay Köseoğlu, Ayten Gürger, Nafiz Kurt, Sönmez Köksal, Güner Özmen, Ertuğrul Otan, Halil Tuğ, Mehmet Ağar, Hüseyin Özalp, Hasan Kocadağ, Kerem Durmuş, Orhan Uzeller, Cemil Erhan (Erkan), Ahmet Hatipoğlu, isimli şahısların özel hayatları hakkında bazı notların tutulduğu ve fişleme mahiyetinde bilgiler olduğu görülmüştür. Söz konusu bilgileri ne şekilde elde ettiniz. Bu notları hangi maksatla kaydetmektesiniz ve neden saklamaktasınız" diye sordu.
Gazetecilik ve gazetecilerle ilişki de yasak Yalçın'ın bu soruya cevabının, "2000'e Doğru Dergisi'ndeyken parlamento muhabirliği yapıyordum. Yaptığım röportajlara yararlı olur diye aldığım notlardır" şeklinde olduğu belirtildi.
Zekeriya Öz, Yalçın'a Akşam yazarı Oray Eğin ile yaptığı telefon görüşmelerini de sordu. Öz'ün, çeşitli tarihlerde Eğin'le yaptıkları konuşmalarda yer alan ifadeleri hatırlatarak, 'Oray Eğin'e niye bilgi veriyorsunuz, yazılarında yönlendirme yapmaya mı çalışıyorsunuz?' sorularına Soner Yalçın "kendisi arkadaşımdır, genç bir gazeteci, o çerçevede bilgi veriyordum" şeklinde cevap verdi.
İki gazetecinin sıradan konuşmasında, "milletvekili yapma planı" gördüler Soner Yalçın'ın bir diğer gazeteci arkadaşı ile yaptığı olağan ve sıradan bir görüşmenin de "dinlemeye takıldığı" anlaşıldı. Öz, Yalçın'a gazeteci Aslı Aydıntaşbaş'la yaptığı şu görüşmeyi de sordu:
"A.A: Şeyle görüştüm İlhan Cihaner'le onu yazacağım şimdi.
S.Y: Ayrılıyor mu adam mesleğinden?
A.A: Yok aslında tamamen yani kimseyi inandırması mümkün değil de o kurultaya falan gitmesi tamamen tesadüf olmuş çünkü. Kılıçdaroğlu gibi çok heyecanlı böyle. Karizmatik falan değil ama çok derin bir adam, klasik solcu yani.
S.Y: Milletvekili yapalım mı?"
Yalçın bu görüşmeyle ilgili olarak "Aslı yazardır, arkadaşımdır. İlhan Cihaner'i tanımam" dedi.
Mısır, korkutmuş...
Öz'ün, Oda TV'de yayımlanan 'Öcalan, Diyarbakır'daki Kürtlere Mısır'daki gibi sokağa çıkın dedi' haberiyle ilişkili olarak, "terör örgütü elebaşının vatandaşlarımızın sokağa dökülmesi yönündeki açıklamalarını, bu şekilde vurgulayarak haber yapmanızın sebebi nedir" sorusuna ise Yalçın, "bu yazı her tarafta çıkmıştır. Fıratnews'ten alıp diğer medya gibi yayınladık" cevabı verdi. dedi.
Kılıçdaroğlu da dinleme tutanaklarında Soner Yalçın'ın, 2 Şubat 2011 tarihinde Kemal Kılıçdaroğlu ile yaptığı bir telefon görüşmesinde, Kılıçdaroğlu'nun, partisinden bir milletvekili ile görüşmesi için vakti olup olmadığı yönündeki sorusuna olumlu yanıt vermesi bile sorgulamada yer aldı.
Savcı Öz'ün, "bir televizyon kanalı satın almak için girişimlerde bulunduğunuz, önce Halk TV isimli kanalın satın alınması için görüşmeler yaptığınız, daha sonraki süreçte ise başka kanallar için girişimlerde bulunduğunuz tespit edilmiştir. Halk TV kime aittir? Bu televizyon kanalını satın almak için kim ya da kimlerle görüştünüz ve neler yaptınız" sorusuna Soner Yalçın, Deniz ******, Hurşit Güneş, Kılıçdaroğlu ve Gürsel Tekin ile görüştüğü cevabını verdi.
Gazeteci Hakan Aygün ile 22 Ocak 2011 tarihinde yaptığı görüşmede geçen "CHP'den para aldık" ifadesinin sorulması üzerine ise, "Halk TV, CHP'nin seçim hazırlıkları için sözleşme yapmış. Sözleşmenin CHP ile Halk TV arasında devam edip etmeyeceğini söylüyoruz. Paramız yok, sözleşme devam ederse ancak alabiliriz diye düşünüyoruz" dedi.
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Cuma Şub. 25, 2011 8:35 pm | |
| Soner Yalçın faşist olduğu için mi tutuklandı? 25 Şubat 2011
Haberi Paylaş | .
Süngüsü düşenler, bıçaklarını bileyenler
Bundan birkaç ay önce Hanefi Avcı’nın “Devrimci Karargah” örgütünün üyesi ya da yatakçısı olduğu iddiasıyla tutuklanması üzerine, hemen herkes sözkonusu operasyonun, Avcı’nın yazdığı kitapla Cemaatin tekerine çomak sokması sebebiyle gerçekleştiğini düşünüyordu. Aksi, ülkücü gelenekten gelmiş, bir dönem Fethullahçı cemaatin gözdeleri arasında yer almış işkenceci eskisinin 50’sinden sonra sosyalist davaya gönül verdiğini düşünmek anlamına gelirdi ki, herhalde buna en çok gülecek olanlar operasyonu yapan Cemaat mensupları olurdu.
Geçen hafta Soner Yalçın’ın tutuklanmasının gerisinde “Ergenekon üyesi olduğu” iddiası da AKP yandaşları dışında gayet kuşkuyla karşılandı. Yaygın kanaat, bu operasyonun gerisinde de esasen Odatv’de hükümeti hedef alan yayınların yapılmış olmasıydı. Soner Yalçın’dan ve temsil ettiği siyasetten hazzetmeyenlerin de son iki yıldır yaşanagelen komploların tecrübesiyle işaret ettikleri nokta buydu: Muhaliflerin adım adım tasfiyesi.
* * *
Hanefi Avcı’ya yönelik operasyondan sonra “Hanefi Avcı işkenceci bir polis şefidir”... ya da Soner Yalçın’ın tutuklanmasının ardından “Soner Yalçın faşist bir işadamıdır” demek, bugünün Türkiyesi’nde aslında hiçbir şey dememektir.
Bu iki olayda odaklanılması gereken nokta bu mu? Hanefi Avcı, işkenceci olduğu için mi tutuklandı? Öyleyse, şimdi burada isimlerini tek tek saymaya gerek duymadığım ama zaten herkesin bildiği meşhur işkenceciler nasıl ellerini kollarını sallayarak dolaşıyor ve kimisi hâlâ itibarlı makamlarda? Ya da Soner Yalçın “faşist” olduğu için mi tutuklandı? Odatv, ırkçılık sınırlarında gezen, insanları, kurumları hedef gösteren yayınlar yaparken iktidarın polisi ve savcısı neden rahatsızlık duymadı?
Ortada bir gerçek var. Cemaati ve hükümeti karşısına alanlar iflah olmuyor. İktidar, muhalefetsiz bir ülke yaratmakta kararlı ve durmayacak. Meselenin asıl görülmesi gereken yanı bu. Tersine, bütün bu olup bitene tutuklananların vicdanımızdaki yerleri üzerinden bakarsak, iktidarın operasyonlarına meşruiyet kazandıran, en hafif deyimiyle “apolitik” bir yerden konuşuyor oluruz. Sadece iktidarı sevindirir, Cemaati güldürürüz.
Kimse vicdanımızın sesine kulaklarımızı tıkayalım demiyor. Vicdanın akılla birleştiği yerden konuşalım. Derdimizin ne Hanefi Avcı’ya ne Soner Yalçın’a arka çıkmak olmadığı aşikar. Ama bugün iktidara karşı duran, sesini yükselten, bağnaz bir diktaya giden yolun taşları döşenirken çevrilen dolapları dile getirenler teslim alınmaya çalışılıyor ve bunun için her türlü sahtekarca yöntem mubah görülüyorsa, dilimizi sivrilteceğimiz yer burası olmalı.
* * *
Lafı uzatmayalım. Tablo net. Bir tarafta süngüsü düşenler, diğer yanda bıçaklarını bileyenler!
Hazır fırsat çıkmışken süngüsü düşen darbecileri, işkencecileri, ihbarcıları tekmelemek için sıraya girenlere diyecek fazla bir şeyim yok. Haklı oldukları yanlar da vardır; sonuçta kendileri bilir. Fakat dikkat etmekte fayda var. Birilerini tekmelemek için girdiğimiz sıra, bilenen bıçağın altına boynumuzu yatırmak için bekleştiğimiz salhane kapısı olabilir.
ADNAN BOSTANCIOĞLU
BİRGÜN | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI C.tesi Şub. 26, 2011 3:30 pm | |
| ODA TV NE İLE SUÇLANIYOR? Barış Terkoğlu’dan mektup var
26.02.2011 11:46
Odatv’nin üç üyesi olarak geçtiğimiz hafta tutuklanarak Silivri Cezaevi’ne götürüldük. Peki, 14 Şubat’ta konutlarımızın ve işyerimizin basılmasıyla başlayan bu süreçte bize yapılan suçlamalar neydi?
Ne ile suçlandık 17 Şubat günü savcılıkta bize üç suçlama yöneltildi: a) Ergenekon üyesi olmak b) Halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek c) Devletin gizli belgelerini ele geçirmek. Peki, bu suçlamalara ilişkin sunulan kanıtlar neydi?
Kanıtlar a) Bir örgüte üyelik ile suçlanabilmek için söz konusu örgüt ile ilişkinizi gösteren somut kanıtlar olmak durumunda. Odatv’ye iddia edilen örgüt üyesi olmak ile ilgili olarak tek delil sunuldu: “Yalçın Küçük ile yapılan bu telefon konuşmalarını içeriğine değinmeksizin şu şekilde özetlemek mümkün: ” Savcılık sayısı 5’i geçmeyen bu konuşmalar ile Odatv’yi Ergenekon üyesi olduğunu iddia ettiği Yalçın Küçük ile ilişkili olmakla suçladı. Konuşmaların tamamı Küçük ile yapılan röportajlar öncesine denk gelmekteydi. Yani haber amaçlıydı. Üstelik Küçük, “kuvvetli suç şüphesi olmadığı” gerekçesiyle mahkeme tarafından serbest bırakılmıştı. b) Halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek iddiasına kanıt olarak ise Odatv haberleri gösterildi. Mısır olaylarına, torba yasaya karşı işçi eylemlerine, öğrenci hareketine, Abdullah Öcalan’ın açıklamalarına, Ergenekon ve Balyoz Davası’na ilişkin haberler savcılık tarafından bu kapsamda değerlendirildi. c) Savcılığın iddialarına gazetecilik çerçevesinde cevap verdiğimizde bu sefer karşımıza Odatv’nin bir bilgisayarında bulunduğu iddia edilen devlet belgeleri geliyordu. Bu belgeleri hayatımızda hiç görmediğimizi söylememize rağmen bunu ispat yoluna da gittik. Sorgu sırasında avukatlarımız Odatv bilgisayarlarında bilişim uzmanları ile söz konusu belgeleri aradı. Belgeler Odatv’ye geçtiğimiz Eylül ayından gönderilmiş ve kendini aynı saniyede silmişti. Kısacası birisi Odatv bilgisayarlarına söz konusu belgeleri spam e-postası ile güvenlik duvarını deldikten sonra göndermişti. Odatv’den hiç kimse aynı saniyede kaybolan bu belgeleri okuyamamıştı bile.
SORUŞTURMADAKİ GARİPLİKLER Tutuklamalar gerçekleştikten sonra Metris Cezaevi’ne doğru yol alırken ifade alma sırasındaki garipliklere ilişkin bir değerlendirme yaptık kendi aramızda: a) Soruşturmayı esas olarak yürüten İstanbul Emniyeti. Savcının soracağı soruların da polisler tarafından hazırlanmış olabileceğini düşünmemek elde değil. Soru biçimi ve yazım şekli bunun izlerini taşıyordu çünkü. b) Soruşturmayı kolluk görevi yapan polislerin dışında bir emniyet amiri de izledi. Savcının yürüttüğü sorgunun gelişimine göre iki kez emniyetten dosya geldi. Odatv haberleri üzerinden yürüyen sorgu emniyetten gelen mavi renkte bir klasör ile yön değiştirdi. c) Savcılık sorgusu sırasında bir ara verilerek savcı ile Adalet Bakanlığı müfettişi arasında ifadeye katılan avukatlarımızın şahitliğinde görüşme gerçekleşti. d) Sorgu sırasında savcı defalarca İstanbul Emniyeti ile görüştüğü gibi, nöbetçi hâkim ile de en az bir kez telefon görüşmesi yaptı. e) Avukatlarımızın yapmış olduğu savunmaya karşın, hiçbir somut gerekçe olmamasına rağmen hâkim herkesi şaşırtacak biçimde tutuklama kararı verdi.
Bu Bir Medya Operasyonu Odatv’nin önüne konan sorular, belgeler, iddialar tek bir sonuca işaret etti. Medyada muhalif seslere yönelen operasyonun ilk halkası Odatv ile başladı. Nitekim Soner Yalçın’ın bir televizyon kanalı kuracağı hafta gerçekleşen operasyon, kendisinin de ifade ettiği gibi soruşturmanın siyasallığı konusunda ciddi kuşkulara neden oldu.
Barış Terkoğlu Odatv.com
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI C.tesi Şub. 26, 2011 7:39 pm | |
| HAYAT BİTERKEN...
Nihat GENÇ - 21 Şubat 2011
Barış Terkoğlu, güzel ve çok çalışkan kardeşim, bu yazım sana ithaf olsun, saygıyla..
Bir, Ulusal kanal, Avrasya TV, Türkan Saylan’ın evi, İlhan Selçuk’un aranması vs. ve ODA TV’nin basılması… Hepsini tek tek ve günlerce izlediniz, hepsinde ‘insanların birbirleriyle yaptığı günlük sıradan konuşmaların’ afişe edildiğini gördünüz..
Yetmedi, bir insanın en yakınıyla yaptığı konuşmaları dahi ‘suç’ gibi gösterdiniz, işte bugünün gazeteleri, göstermeye devam ediyorsunuz.
Kısaca, bir insanın yakınıyla konuşması suç.. Bir insanın bir gazeteciyle, bir gazetecinin bir başka insanla, bir gazetecinin arkadaşıyla, bir gazetecinin parti yöneticisiyle, bir gazetecinin bir dernek mensubuyla yaptığı konuşmaların hepsi ‘suç’ gibi ‘suç delilleri’ gibi manşetlerde yer aldı..
Diyelim, bir yazar olarak benim çalıştığım TV’nin editörüyle, ya da yazdığım derginin yöneticisiyle ya da karımla arkadaşımla ya da herhangi bir insanla yaptığım telefon konuşmalarının hepsini ‘suç’ olarak gösteriyorsunuz.
Bu ne demektir? YAŞAM BİTTİ, demektir.
Bugünlerde zavallı mercimek zekasıyla ‘nefret suçu’ndan bahsedenlere buradan sesleniyorum, nefret suçu bir insanlık suçudur.. Şimdi hepiniz bugün herkesin gözleri önünde ‘nefret suçu’ ‘insanlı suçu’ işliyorsunuz.
Bir insanın bir başkasıyla yaptığı sıradan telefon konuşmaları hangi anlayış hangi yasa gereği ‘suç’ sayılıyor..
Kendinize gelin, siyasi bir iktidarı desteklemek uğruna tarihte eşi benzeri görülmemiş bir ‘nefret suçu’na ‘insanlık suçu’na ortak oluyorsunuz, yüzlerceniz oldu bile..
Geçen programda ekranda söyledim, Kartaca komutanına bir askerin karısı gelir ve aylardır açız der, komutan sinirlenir ve kılıcıyla kadının midesini deşer, ‘bomboş’ olduğunu görünce, ‘evet haklıymış açmış’ der, bu insanların da ‘haklı olduğunu’ anlamanız için her birinin onar onbeşer yıl içerde yatması mı gerekiyor..
İki, artık bir lafa giriş cümlesi olarak, kimse mahkeme kararı olmadan ‘suçlu’ gösterilemez diye konuşuyorsunuz, ama, ikinci cümlede hepiniz ‘Ergenekon iftiraları’nı gerçekmiş gibi karara bağlayıp infaz ediyorsunuz..
Ergenekon sürecinde henüz ‘suçu’ sabit, suçuna karar verilmiş bir tutuklu yok..
Şu anda güya yazarız, ‘esir kamplarında’ esirlerin bile daha fazla hakları vardı..
Siz, biz, o, hepimizin insanlık görevi, altta kalanların yanında olmak, hakkı yenenlerin yanında olmak, iftiralara karşı çıkmak, yargısız infazların karşısında durmak değil mi?
Gazetecilik ve yazarlık önce bu işe yarar..
Bizleri, mesela beni, peşin peşin ‘ergenekoncu’ ‘darbeci’ sıfatlarıyla mahkûm etmeye çalışıyorsunuz, kırk bin defa dedik ve artık savunma yaptığımız için dahi bugün kendimi suçluyorum, ortada adı sanı kim olursa olsun ‘bir delil’ ‘bir kanıtlanmış suç’ gösterin, bakalım o zaman tavrımız ne olacak, önce ben kendimi ikna etmeliyim..
Otuz beş yılın üstü düzenli günlük gazete okuyorum, 24-25 yaşına kadar sağ siyasetin ve son otuz yıldır sol siyasetin öne çıkmış dernek grup yapı kişi’lerini yakından tanırım, ayrıca uzun yıllar arkadaşlığını yaptığım için İslamcı denilen çevrelerdeki editörleri, yazarları, otuz yıl öncesinden beri günbegün tanırım, yani bir ‘birikimim’ var, bir ‘insan tecrübesi’..
Yüzlerce hatırat okuduk, şimdi içerde ve dışarıda yüzlerce insanla yüz yüze görüşmüşlüğümüz var, fikirleri ilişkileri siyasetlerini birebir tanıma şansına sahip oldum..
Yani, ‘benim ikna’ olmam için otuz kırk yılına şahit olduğum insanlar hakkında fikirlerimi değiştirecek ‘delil’ beklerim..
Bu toprağın TV programları en çok izlenen ve kitapları en çok okunan bir yazarı olarak, bu süreçte gördüğüm tam anlamıyla yargısız infaz ve ortadan kaldırma, yok etmedir..
Bir yazar olarak son otuz yılına profesyonel bir sorumlulukla şahit olduğum büyük siyasi hadiselerde 12 eylül’den 28 Şubat’a ve bugünlere hep ‘altta kalanların’ ‘dayak yiyenlerin’ yanında yazılar yazdım, hiç yanılmadım..
Okuma yazmaya başladığım ilk günlerde Kıvılcımlı ve Aybar’ın ‘yerli’ fikirleri beni çok etkiledi, çok sonra mesela Cemil Meriç gibi Nureddin Topçu gibi Attila İlhan gibi ‘yerli’ fikri savunan ne çok yazarı baş tacı ettim..Ve Anadolu toprağının 11, 12, 13. Asırlardaki büyük şairleri ve tasavvuf hayatı ve ahilik gibi büyük sosyal yapıları, beni çok etkiledi ve hem kardeş hem bölüşümcü bir siyaseti becerebildiğim kadar yirmi beşe yaklaşan kitaplarımın ruhuna sızdırmaya çalıştım.
Bir başka ayrıntı, mesela ulusalcı gibi milliyetçi gibi ‘kavramları’ hayatımın hiçbir döneminde benimsemediğim gibi batıdan alınmış kavramlar olduğu için kıyasıya eleştirdiğim çok yazım oldu ve ‘vatanseverlik’ gibi daha geniş bir ‘kavram’ kullanmayı tercih ettim ve şüphesiz hem ulusalcı hem de milliyetçiyim diyenlerin sadece ‘bağımsızlık’ ve anti-emperyalist fikirlerine ortak oldum ve Türkiye halkı sağcı solcu muhafazakar bu yazarı tarihte görülmemiş bir sevgiyle baş tacı etti..
Sadece ‘yerli’ yazarlarını değil derelerini dağlarını ormanlarını otunu böceğini aklınıza gelen her şeyi ‘tutuklamayı’ sürdürüyorlar..
Başımızda alikıran baş kesen bir ‘iktidar’ var, gözlerimizin önünde Anadolu’nun samanını yele, tanesini ele, kalanını sele verdiler ve artık bu insanların insan değil ‘bir makine’ gibi yargısız baltalarla çalıştığını görüyorum.
1930’lı yılların sonunda çok anlatılan bir hikayedir, ünlü bir Fransız yazarı André Malraux’dan okuduğumu sanıyorum, çok kez çok yazar yazmıştır bunu, bir gün Naziler bir köyde direnişçileri çevirir ve ormanı ateşe verdikten sonra direnişçileri yakalayan Nazi komutanı bir direnişçiyi karşısına alarak onunla biraz eğlenmek ister, Nazi komutanın bir gözü ‘takma çıkarma’dır.. Direnişçiye, ‘söyle bakalım, benim gözlerimden biri takmadır, takma olan hangi gözüm bilirsen seni affedeceğim..’ der..
Direnişçi ‘takma olan’ gözünü işaret ederek, ‘o gözün senin hakiki gözün’ der..
Nazi komutanı şaşırır ve ‘neden takma gözümü’ işaret ettin, der, direnişçi: ‘o daha insani bakıyordu…’
Bugün haksızca tutuklanan insanlara karşı nefret ve insanlık suçu işleyen ne çok yazar tanıyoruz, Nagehan Alçı’dan Şamil Tayyar ve Eser Karakaşlara kadar yüzlerce yazara bakıyorum, takma gözleri daha insani..
Üstelik bu ‘yargısız infazlarla’ hedefledikleri bizleri sindirmek ve yıldırmak, buradan yazarlığım adına namus sözü veriyorum, küçük bir çocukken köye çıkmıştım, yaşlı nineler tütün diziyordu, ben de heveslenip iğneyle tütün dizmeye başladım ama tütünler parçalanıyordu, bir yaşlı teyze yanıma geldi ve ‘evladım öyle değil, iğneyi damarından damarından geçireceksin..’ dedi..
O gün bugündür damarına damarına yazarım ve cemaatlerin şeyhlerin yandaşların insanlık suçu işleyenlerin damarına damarına yazmak ölünceye kadar boynumun borcu olsun, ben Trabzon’da doğdum ama biliyorum ölürsem cenazem 80 şehirden kalkacak, sizin cenazeleriniz ise sanırım Edelman ve ABD elçilikleri ve Pensilvanya çelenkleri süsleyecek..
Şehirli cici kıyafetlerle yine yaz tatilinde köydeyim ve güya köylü akrabalarıma yardım etme hevesindeyim, tarla taşlarla dolu ve taşları bir bir tarladan ayıklamaya taşımaya başladım, bir nine geldi yanıma, ‘tamam oğlum yeter, bütün taşları kaldırma, hepsini alma..’, ‘neden nine?’, ninem: ‘tilki gelir kurt gelir çakal gelir taşlayacak kadar birkaç taşımız kalsın..’ dedi...
Bu tarlada unu buğdayı pancarı pamuğu otu sığırı yazarı gazeteyi her şeyi yargısız infazlarla yaka paça hukuksuz yok etmeye başladınız, ama, birkaç taş kaldı, başınıza düşecek, bu toprağın tarlasına dağına özüne çiçeğine her yaklaştığınızda başınıza bir taş indiğinde iyi bakın o taşa, büyük granit bir bağımsızlık kayasından yuvarlanmış adı Nihat Genç..
Böyle sert bitmesin yazımız, finali neşeli olsun, hoca, eşeğini uçurumun yanından geçire geçire talim ettiriyormuş uçurumu iyice bellesin diye, sonunda eşeği uçuruma düşer ve aşağıda eşeğin leşi bin parça.. Hoca, uçmayı belledi ancak konmayı bilemedi.. der.
Maşallah uçmayı iyi becerdiniz, bakalım konabilecek misiniz?
Odatv.com
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI C.tesi Şub. 26, 2011 9:44 pm | |
| TUTUKLAMALAR AİHS’YE VE ANAYASAYA AYKIRI Siz de diğerleri gibi İngilizce konuşabilirsiniz. Nasıl mı ? Tıklayın ! 25.02.2011 23:09 Karakter boyutu : -------------------------------------------------------------------------------- Avukat Feza Yalçın, Silivri de bulunan arkadaşlarımız Soner Yalçın, Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu hakkındaki tutuklama kararlarına itiraz etti. 12. Ağır Ceza mahkemesine verilen itiraz dilekçesinde, bu tutuklamaların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ve T.C. Anayasasına aykırı olduğuna, odatv bilgisayarlarına virüs yoluyla gönderilen korsan dosyaların delil sayılamayacağına ve arkadaşlarımızın lehine olduğu halde tutuklama kararında göz önüne alınmayan delillere yer verildi. Odatv.com İşte itiraz dilekçesinin tam metni İSTANBUL 12. AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA (CMK m.250 ile Görevli) 25.02.2011 SORUŞTUMA NO : 2010/857 SORGU NO : 2011/21-22 TUTUKLAMA KARARINA İTİRAZ EDEN – SÜPHELİLER : 1. Hüseyin Soner Yalçın (Odatv İmtiyaz Sahibi) 2. Barış Pehlivan (Odatv Genel Yayın Yönetmeni) 3. Barış Terkoğlu (Odatv Haber Müdürü) MÜDAFİLERİ : KONUSU : İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi yedek hâkimliğinin 18.02.2011 tarih ve 2011/21-22 Sorgu No’lu tutuklama kararına itirazın sunulmasıdır. I. AÇIKLAMALAR : Ergenekon Terör örgütü üyesi oldukları ve Halkı Kin ve Düşmanlığa Sevk ve Tahrik iddiası ile müvekkiller, 14.02.2011 tarihinde evlerinden alınarak 3 gün boyunca gözaltında tutulduktan sonra, 17.02.2011 günü başlayan Savcılık ifadelerinin ardından, tutuklama istemi ile Mahkemeniz yedek hâkimliğine sevk edilmişlerdir. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi yedek Hâkimliği tarafından verilen 18.02.2011 tarih ve 2011/21-22 Sorgu No’ lu kararlarda her üç müvekkil için; “Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma ve Devletin Güvenliğine İlişkin Belgeleri Tahrip Etme Amacı Dışında Kullanma Hile ile Alma Çalma suçunu işlediklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunduğu, suçun vasıf ve mahiyeti, şüphelilerin üzerine atılı eylemin CMK’nın 100/3 ve devamı maddeleri sayılan suçlardan olduğu dikkate alınarak, 100 ve devamı maddeleri uyarınca TUTUKLANMALARINA,” karar verilmiştir. Hiçbir somut delile dayanmaksızın, müvekkillerin www.odatv.com adlı internet sitesinde kamuoyuna sunmuş oldukları ve tamamen gazetecilik faaliyeti içerisinde hazırlamış oldukları haberler ve Odatv merkezindeki bir bilgisayardan aylar önce aynı dakika içerisinde oluşturulup-silinmiş “word ve pdf” dokümanları nedeniyle verilmiş olan tutuklama kararı, haksız ve hukuka aykırı olup, kaldırılması gerekmektedir. Şöyle ki; II. TUTUKLAMAYA İTİRAZ NEDENLERİ : 1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin m.5’de yer alan “özgürlük ve güvenlik hakkı” Anayasamızın 19’uncu maddesiyle de ayrıca güvence altına alınmış, “…ancak yetkili adli makamın yasaya ve usule uygun bir kararıyla bireyin özgürlüğünün kısıtlanabileceği” belirtilmiştir. Bilindiği üzere, tutuklama şartları oluşsa dahi Ceza Muhakemesi Hukukumuzda TUTUKLAMA MECBURİYETİ MEVCUT DEĞİLDİR. CMK m. 100/1’de, "tutuklanabilir" denilmek suretiyle bu husus açıklanmıştır. Hâkim, gerçekten ihtiyaç bulunduğunda, başta oranlılık olmak üzere, ceza muhakemesine hâkim ilkeleri göz önünde tutarak, tutuklama kararı vermelidir. Bir başka ifadeyle, CMK, TUTUKLAMAYI İSTİSNAİ BİR YOL OLARAK öngörmüştür. Buna göre, TUTUKSUZ YARGILANMA sanığın en temel haklarından biridir. Bu nedenle TUTUKSUZ YARGILAMA kural; TUTUKLAMA istisnadır. Bu ilkeyi, CMK’nın tutuklamaya ilişkin düzenlemelerinde açıkça görmek mümkündür. 2. CMK m.100’de,“Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması... halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir” denilmek suretiyle, tutuklama kararı verilebilmesinde 1412 sayılı CMUK’daki düzenlemeye göre daha somut bir düzenleme getirilmiştir. KUVVETLİ SUÇ ŞÜPHESİNİN VARLIĞINI GÖSTEREN OLGULARIN arandığı bir yerde BELİRTİ ile yetinilemez. Bu bakımdan olaylara, somut delillere dayanmayan bir değerlendirme tutuklamaya mesnet teşkil edemez. Tutuklama için aranan suç şüphesi, iddianame düzenlemek için aranandan çok daha kuvvetlidir. Gerçekten, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, eldeki delillere nazaran, yapılacak bir duruşmada SANIĞIN MAHKÛM OLMASI KUVVETLE MUHTEMEL İSE, kuvvetli şüphe var demektir. (Öztürk Bahri - Erdem Mustafa Ruhan, Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 10.baskı, Ankara 2006, s. 522 vd.; Kunter/Yenisey/Nuhoğlu, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, 14. bası, Ankara 2006, s.782; Centel Nur-Zafer Hamide, Ceza Muhakemesi Hukuku, 6.bası, İstanbul 2008, s.327; İnci Z.Özen, Bir Koruma Tedbiri Olarak Türk Ceza Muhakemesi Hukukunda Tutuklama, Ankara 2008, s.77). AİHS m.5’e göre ise, sanığın suçu işlediği yönünde yeterli şüphenin varlığı aranmıştır. AİHS m.5/1-c’deki “yeterli şüphe” kavramının, CMK m.100’de yer alan “kuvvetli şüpheye” göre, sanığın daha az lehinde olduğu söylenebilir. Nitekim, AİHM, Erdagöz/Türkiye kararında; “AİHS m.5 anlamında yeterli şüpheden bahsedilebilmesi için, kişinin suç işlemiş olabileceğine dair tarafsız bir şahsı tatmin edecek olay veya bilgilerin bulunması gerektiği” sonucuna varmıştır(İnci, 79). Hukuki düzenleme, doktrindeki görüşler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararında açıkça belirtildiği üzere; kuvvetli suç şüphesinin varlığı için SOMUT ve TARAFSIZ BİR KİMSEYİ TATMİN EDECEK DELİLLERE ihtiyaç duyulmasına karşın, müvekkillerin salt özel haber yapan bir internet sitesinde yayınladıkları haberler ve kendileri tarafından oluşturulmamış hiçbir delil vasfı bulunmayan dijital verilerden dolayı “Kuvvetli Suç Şüphesinin” varlığı iddiası haksız ve açıkça hukuka aykırıdır. 3. Müvekkillerin iddia edilen Ergenekon Terör Örgütü ile hiçbir bağlantıları bulunmadığı gibi, Savcılık Makamı tarafından bu tür bir hiyerarşik ilişki de ortaya konulmamıştır: İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nda (CMK md. 250 ile Görevli) gerçekleşen müvekkillerin ifade aşamasında müvekkiller, halen İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılaması devam eden 2009/191 Esas sayılı dosyada sanık olarak yer alan Prof. Dr. Yalçın Küçük’le bağlantılı oldukları, Prof. Dr. Yalçın Küçük’ten talimat alarak haber yaptıkları ileri sürülmüştür. Öncelikle ve önemle belirtmeliyiz ki; müvekkillerin talimat aldığı ve bu nedenle iddia edilen Ergenekon Terör Örgütüne üye oldukları bahsedilen Prof. Dr. Yalçın Küçük, aynı soruşturma kapsamında 11.01.2009 tarihinde tutuklanmış ancak itiraz üzerine İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 22.01.2009 günü “mevcut delil durumu, ele geçen belge, doküman ve verilerin içerikleri, iletişim tespit tutanaklarının içerikleri ve tüm soruşturma evrakı bir bütün halinde değerlendirildiğinde tutuklama kararı verilmesinin gerekli görülmemesi” gerekçesi ile tahliye edilmiştir. Bir başka ifadeyle, müvekkillerin bağlantılı olduğu, hiyerarşik yapıda ast-üst ilişkisinin bulunduğu iddia edilen Prof. Dr. Yalçın Küçük aynı soruşturma kapsamında, 11 gün tutuklu kaldıktan sonra kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunmaması gerekçesi ile tahliye olmuşken, müvekkiller gerçeğe tamamen aykırı olarak Prof. Dr. Yalçın Küçük’le bağlantılı olduğu iddiası ile kuvvetli suç şüphesinin varlığı belirtilerek haksız bir şekilde tutuklanmışlardır. Bilindiği üzere, doktrinde ve Yüksek Mahkeme’nin müstakar içtihatlarında suç işlemek amacı ile örgüt kurma suçunun unsurları açıkça belirtilmiştir. Buna göre; “Üye sayısının en az üç kişi olması, üyeler arasında soyut birleşme değil gevşek de olsa hiyerarşik bir ilişkinin bulunması, suç işlenmese bile suç işlemek amacı etrafında fiili bir birleşmenin olması, niteliği itibariyle devamlılık göstermesi gereklidir. Örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından, amaçlanan suçları işlemeye elverişli olması da aranmalıdır.”[1] Bu tür suç örgütlerinin hiyerarşik yapıda olmaları, şematize edilebilmeleri ve örgüt mensuplarının işbirliği yaparak hareket etmeleri ve örgüt şeması içerisinde üstün alta hâkimiyet tesis edebilmesi aranmaktadır. Nitekim bu hususlar, TCK’nın 220. maddesinin gerekçesinde de aynen izah edilmiştir; “Bu hiyerarşik ilişki, bazı örgüt yapılanmalarında gevşek nitelik taşıyabilir. Bu ilişki dolayısıyla örgüt, mensupları üzerinde hâkimiyet tesis eden bir kaynağı niteliğini kazanmaktadır.”[2] Lakin Savcılık Makamı, gerek Yüksek Mahkeme Kararları, gerekse de kanunun özüne aykırı olarak müvekkiller ile iddia edilen örgütte yer aldığı belirtilen örgüt üyeleri arasında birlikte hareket etme veya hiyerarşik bir ilişkinin varlığını ortaya koyamamıştır. Dolayısıyla, müvekkillerin ne Prof. Dr. Yalçın Küçük, ne de başka herhangi bir kimseden talimat aldığı iddiası tamamıyla gerçeğe aykırıdır. Ayrıca dosyadaki telefon görüşmelerine ve müvekkillerin ifadelerine bakıldığı takdirde, müvekkiller ile Prof. Dr. Yalçın Küçük arasında birçok zaman fikir ayrılığı yaşandığı da görülecektir. Bu bağlamda, müvekkillerin Prof. Dr. Yalçın Küçük talimatıyla ve ona bağlı olarak örgüt üyeliği iddiası tamamıyla gerçek dışı olduğu ortaya çıkmaktadır. 4. Müvekkillere Savcılık Makamı ve Mahkemenizin yedek hakimliği önünde soruların büyük bir çoğunluğu, basın faaliyeti çerçevesinde yapmış oldukları haberlere dayandırılmaktadır: Sayın Mahkemeniz tarafından da, itiraza konu dosya incelendiğinde görüleceği üzere, her üç müvekkille karşı yöneltilmiş soruların büyük çoğunluğu www.odatv.com’da yer alan HABERLERE dayandırılmaktadır. Anayasanın Basın Hürriyeti ile ilgili hükümlerine bakıldığında ise; “A. Basın hürriyeti MADDE 28- Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz. (Mülga: 3/10/2001-4709/10 md.) Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.” şeklinde, ayrıca Basın Kanunun 3. Maddesinde de basın özgürlüğü; “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” şeklinde ifade edilmiştir. Lakin, müvekkillere yapılan suçlama çerçevesinde yöneltilen soruların büyük bir çoğunluğu tüm bu hükümlere aykırı olarak yöneltilerek; Basın Özgürlüğü ve Haber Verme Özgürlüğü bir anlamda hiçe sayılmıştır. Buradaki temel amacın, ülkemizde yaşanan haksızlıkların, hukuksuzlukların ve olumsuzlukların haberleştirilmesinin; kamuoyunda yer almasının engellenmesi olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Bir başka deyişle, basın özgürlüğü tüm bu engellenmelerle baskı altına alınmaya çalışılmaktadır. Diğer yandan, her üç müvekkille de sorulan haberler dikkate alındığında, haberlerin kamuoyunu ilgilendiren nitelikte haberler olduğu, aynı ve benzer haberlere diğer basın yayın organlarında da yer verildiği anlaşılmaktadır. Esasen huzurdaki itirazda dahi söz konusu haberlerin basın özgürlüğü çerçevesinde yapıldığının dile getirilmesi, hukuku Orta Çağ karanlığına götürülmesine neden olmaktadır. Diğer bir ifadeyle, müvekkillerin tamamen hukuka uygun yaptıkları haberler nedeniyle huzurunuzda olması, hukukun hiçbir yerinde yer almamaktadır. Pozitif hukukta her bakımdan korunan basın özgürlüğü ve bu çerçevede yapılan haberler, hiçbir şekilde örgüt faaliyeti kapsamında değerlendirilemez. Kaldı ki, müvekkillere yöneltilen sorulardaki haberler de, bu soruşturma öncesinde hiçbir şekilde yargıya taşınmamış ve gerçeğe aykırı olduğu, hakaret ve benzeri ifadeleri içerdiği iddia edilmemiştir. Bu nedenle, hiçbir şekilde soruşturma öncesinde, hukuka aykırı olduğu ileri sürülmemiş haberler nedeniyle, iddia edilen örgüte üyelik suçlamasının kabulü mümkün bulunmamaktadır. (İddia konusu ve Savcılık ifade aşamasındaki tüm haberleri dilekçemiz ekinde ayrıca Sayın Mahkemenize sunuyoruz.) 5. Odatv internet sitesi merkezinde ve tüm habercilerin ortak olarak kullandığı bilgisayardan, daha önce silindiği sabit olan dokümanlarla müvekkillerin hiçbir ilgisi bulunmamaktadır: Müvekkillerin Savcılık ifadesi sırasında, kolluk kuvvetleri tarafından önce bir klasör daha sonra da bir dosya, Savcılığa teslim edilmiştir. Esasen, ifadeler öncesinde hazır olan sorular dışında, kolluk kuvvetlerince getirilen imzasız dijital veriler Savcılığa teslim edildikten sonra, Savcılık Makamı tarafından müvekkillere bu dijital verilere ilişkin ek sorular sorulmuştur. Öncelikle belirtelim, bu dijital veriler müvekkillerin hiçbirine ait olmayıp, odatv internet sitesi merkezinde herkesin kullanımında olduğu bir bilgisayardan çıkmıştır. Kolluk kuvvetleri tarafından Savcılığa bu verilerin teslim edilmesinden sonra, tarafımızca da bahse konu bilgisayarda uzmanlar aracılığı ile inceleme yaptırılmış ve neticede bahsi geçen “word ve pdf” dokümanlarının belirli tarihlerde yaratıldığı ve aynı dakika içerisinde bilgisayardan silindiği tespit edilmiş ve bu hususun virüs yoluyla olduğu anlaşılmıştır. Nitekim, bu husus hem Savcılık Makamında, hem de Mahkemenizin yedek hakimliği önünde dile getirilmesine karşın, bu hususun teknik bir incelemeye muhtaç olduğu, bu nedenle bu aşamada dikkate alınmayacağı bildirilmiştir. Bunun dışında tutuklamalar sonrasında yaptırmış olduğumuz inceleme neticesinde söz konusu bilgisayara gerçekten virüs yüklenerek, bilgisayara dışarıdan müdahale olanaklı hale getirildiği anlaşılmıştır. Öyle ki, belirtilen bilgisayarda kullanılan barisp@odatv.com.tr ve barist@odatv.com.tr isimli e-posta adreslerinde 21.01.2011 günü saat 16:13’te “Türkiye gençlik birliği” tgbbasin@hotmail.com adlı sahte e-posta adresinden virüs içeren e-posta gönderilmiştir. İtiraz dilekçemiz ekinde sunmuş olduğumuz e-posta okunduğunda da görüleceği üzere, e-posta’nın içeriği tamamen müvekkillerin icra etmiş oldukları habercilikle doğrudan alakalı ve kendilerinin ilgilerini çekilebilmek amacıyla hazırlanmış ve böylece e-posta eklentisi müvekkiller tarafından açılmış ve neticede virüs bilgisayara yüklenmiştir. Bu virüs, bilgisayara müdahaleyi internet yoluyla mümkün kılmaktadır. Öte yandan, bahsi geçen dijital veriler de aynı gün-aynı dakikada yüklenip, yine aynı dakikada silinmesi ile bu verilerin dışarıdan birileri tarafından bilgisayara, sırf müvekkilleri suçlamak maksadıyla yüklediğini ortaya koymaktadır. Bunun dışında yine belirtmek gerekir ki; dijital verilerin delil vasfı konusunda da gerek doktrinde, gerekse Yüksek Mahkeme kararlarında tek bir görüş hakimdir, o da; dijital veriler tek başına delil sıfatını haiz değildir, içeriği diğer olgularla desteklenmeyen verilere itibar edilmesi mümkün değildir ve e-imza ile aidiyeti sabit olmayan veriler kesinlikle delil olarak nitelendirilemez. Nitekim bu hususa ilişkin olarak doktrinde yalın ancak bir o kadar bu durumu açıklığa kavuşturan ifadelere yer verilmektedir; “1. Dijital dünyada her şey mümkündür, hiçbir şey olamaz değildir. Bilişimde “olamaz” dediğimiz şeyler, sadece “mevcut durumda olamayacağını düşündüğümü” şeylerdir. … 2. Hiçbir elektronik delil, diğer delillerle desteklenmediği sürece doğrudan kişilerle irtibatlandırılamaz. Diğer bir ifadeyle, elektronik deliller, DNA, parmak izi ve biyojik delillerde olduğu gibi bizi doğrudan bireye götüremez. 3. Her yazılım ve donanım planlandığı şeklin dışında çalışabilir/çalıştırılabilir. Örnek: A işlemini yapmak üzere dizayn edilmiş bir araç, çeşitli nedenlerden (kodlama hatası, donanım hatası, açıklar, virüs ve diğer bilinmeyen nedenler) dolayı A işlemini yapmayabilir, bununla da kalmayıp A yerine başka bir işlem de yapabilir.”[3] Görüleceği üzere, doktrinde vurgulandığı ve huzurdaki itiraz konusu olayda da yaşandığı gibi, virüs nedeni ile söz konusu bilgisayar başka bir bilgisayarın kontrolü altına girmiş ve birileri tarafından sırf müvekkillere suç yükletilmesi için, bahsi geçen dokümanlar yaratılmış ve silinmiştir. Diğer yandan, bu tür dijital verilerin doğrudan müvekkillerle irtibatlandırılamayacağı tartışılmaz bir gerçektir. Öyle ki, iddia edilen word dokümanlarında geçen ifadelerin hiçbiri, müvekkiller gerek iletişimin dinlenmesi, gerekse teknik araçlarla izleme altında olmalarına rağmen gündeme gelmemiştir. Aynı zamanda doküman olarak nitelendirilen word belgelerinde belirtilen eylemler içerisinde müvekkiller hiçbir zaman yer almamışlardır. Bununla birlikte, “Devletin Güvenliğine İlişkin Belgeleri Tahrip Etme Amacı Dışında Kullanma Hile ile Alma Çalma” suçlamasına dayanak “pdf ve jpg” formatındaki dijital veriler de, yukarıda izah ettiğimiz çerçevede değerlendirilmeli ve bunların da Ek’te sunduğumuz çıktılara bakıldığında, bilirleri tarafından ortak kullanımdaki bilgisayara dışarıdan yüklenilerek ve sonrasında silindiği göz önüne alınmalıdır. Ayrıca, bu belgelerin henüz doğruluğu teyit edilmiş ve gizli oldukları yetkili mercilerden sorulmuş da değildir, bu bakımdan bu aşamada “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Netice itibariyle, müvekkillerin kolluk kuvvetlerince tespit edildiği belirtilen dijital veriler nedeniyle huzurunuzda tutuklamaya sebep olarak gösterilmeleri mümkün değildir. 5.1. Barış Terkoğlu ile ilgili olarak; Sayın Mahkemeniz tarafından da görüleceği üzere, müvekkillerden Barış Terkoğlu’na Savcılık aşamasında genel sorular dışında, özel hiçbir soru sorulmamış, iddia edilen örgüt ile ilgili bir suçlama doğrudan yöneltilmemiştir. Kendisi odatv’nin nasıl bir haber sitesi olduğunu samimi olarak açıkladıktan sonra Savcılık Makamı sadece, odatv merkezinin müvekkile tasvir ettirmiştir. Ayrıca bu aşamada önemle belirtmeliyiz ki; müvekkil Barış Terkoğlu, haber müdürü olarak görev yaptığı internet sitesine sadece dışarıdan yazı yollayan, odatv merkezine ancak nadiren giden bir kimsedir. Yazılarını kendi diz üstü bilgisayarında yazdıktan sonra, yayınlanması için odatv’de görev yapan ilgili arkadaşlara yazılarını yollamaktaydı. Müvekkil Barış Terkoğlu ile ilgili olarak tutukluluğun incelenmesi sırasında bu durumun da dikkate alınmasını talep ediyoruz. 6. Müvekkiller bakımından, CMK m.100/2’de gösterilen tutuklama nedenlerinden hiçbiri bulunmamaktadır: TUTUKLAMA KARARI verebilmek için KUVVETLİ ŞÜPHENİN BULUNMASI yetmemekte; CMK m.100/2’de gösterilen TUTUKLAMA NEDENLERİNDEN birisinin de gerçekleşmesi gerekmektedir. Buna göre, aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: “1. Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa, 2. Şüpheli veya sanığın davranışları; a. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, b. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.” Müvekkiller bakımından CMK m.100/2’de gösterilen TUTUKLAMA NEDENLERİNDEN hiçbirisi söz konusu değildir. Müvekkiller, her zaman toplum önünde bulunan, yazdıkları kitap ve makalelerle görüşlerini topluma sunan bir Türk aydınlarıdır. Maddede yer alan diğer sebeplerin müvekkiller bakımından öne sürülemeyeceği izahtan varestedir. Ek olarak sunduğumuz yazılar, kanaat önderi diyebileceğimiz önemli yazarların da aynı görüşleri paylaştıklarını ortaya koymaktadır. 7. Tutuklama kararı oranlılık, ölçülülük ilkesine aykırıdır: Tutuklama kararı verebilmek için, sanığın HUZURDA olması; kuvvetli suç şüphesi bulunması; tutuklama sebeplerinden birinin mevcut olması YETMEZ. Bu tedbirin, somut olayda ORANLI, ÖLÇÜLÜ olması da lazımdır. Bu koşul CMUK’ya 3842 sayılı Kanunla girmişti. Gerçekten, 3842 sayılı Kanunla CMK m. 104’e ilave edilen son fıkraya göre, soruşturma konusu FİİLİN ÖNEMİ veya uygulanabilecek CEZA veya EMNİYET TEDBİRİ dikkate alındığında TUTUKLAMA HAKSIZLIĞA SEBEP OLABİLECEKSE veya tutuklama yerine bir başka yargılama önlemi ile amaca ulaşılabilecek ise tutuklamaya karar verilemez. CMK, bu ilkeyi, önemi sebebiyle 100’ncü maddenin son fıkrasında değil, ilk fıkrasında düzenlemiştir. Buna göre: “İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez”. Görüldüğü gibi, norm EMREDİCİDİR(Öztürk-Erdem, 528; Centel-Zafer, 331). Müvekkillere yönelik isnatların hiçbir yasal temeli olmadığında, CMK m.109’da belirtilen adli kontrol tedbirleri uygulanabilecek iken tutuklama kararı verilmesi, oranlılık ilkesine aykırıdır. 8. Müvekkiller hakkındaki Tutuklama Kararı hiçbir gerekçe içermemektedir: CMK, tutuklama kararları dahil tüm hakim ve mahkeme kararlarının gerekçeli olmasını hüküm altına almıştır. Aslında bu aynı zamanda anayasal bir zorunluluktur (Anayasa m. 141/3). Gerçekten de, CMK m. 34’e göre, “Hâkim ve mahkemelerin her türlü kararı, karşı oy dahil, gerekçeli olarak yazılır”. Gerekçenin yazımında CMK m.230 göz önünde bulundurulur. CMK m. 230’a göre de: Tutuklama kararı gerekçesinde aşağıdaki hususlar gösterilir(Öztürk-Erdem, 526; Centel-Zafer, 334): a. İddia ve savunmada ileri sürülen görüşler. b. Delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, karara esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi. c. Ulaşılan kanaat. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi yedek hakimliği 18.02.2011 tarih ve 20011/21-22 Sorgu No’lu kararlarında; “Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma ve Devletin Düvenliğine İlişkin Belgeleri Tahrip Etme Amacı Dışında Kullanma Hile ile Alma Çalma suçunu işlediklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunduğu, suçun vasıf ve mahiyeti, şüphelilerin üzerine atılı eylemin CMK’nın 100/3 ve devamı maddeleri sayılan suçlardan olduğu dikkate alınarak, 100 ve devamı maddeleri uyarınca TUTUKLANMALARINA,” denilmek suretiyle, CMK m.34 ve 230’a aykırı surette, GEREKÇESİZ karar verilmiştir. III. SONUÇ ve İSTEM : Yukarıda açıklanan ve re’sen dikkate alınacak nedenlerle, tutuklama koşulları ve nedenleri gerçekleşmeyen müvekkiller; Hüseyin Soner Yalçın, Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu aleyhinde İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi yedek hâkimliğince verilen 18.02.2011 tarih ve 2011/21-22 sorgu nolu tutuklama kararı, CMK hükümleri başta olmak üzere, AİHS m.5 hükmüne aykırıdır. Tutuklama, bir koruma tedbiri olarak, gecikmenin tehlikelerinden korunmak zorunluluğunun ifadesi olduğu gerçeği karşısında (Kunter/Yenisey/Nuhoğlu, 779), müvekkillerin, www.odatv.com’da yaptıkları ve tamamen hukuka uygun olarak yapılan haberlere karşın, silahlı terör örgütüne üye olduklarına dair KUVVETLİ SUÇ ŞÜPHESİNİN VARLIĞINI GÖSTEREN OLGULARIN neler olduğu belirtilmeksizin “tutuklanmalarına” karar verilmesi ve buna ilişkin gerekçelerin gösterilmemesi nedenleriyle, söz konusu tutuklama kararlarının kaldırılmasını bu talebimiz kabul edilmediği takdirde; dosya kapsamında tek bir somut kanıtın bulunmaması, müvekkillerin toplum önündeki konumları dikkate alınarak CMK m.109’da belirtilen adli kontrol tedbirlerine karar verilmesini saygıyla arz ve talep ederim. İtiraz Eden Şüpheliler Hüseyin Soner Yalçın – Barış Pehlivan – Barış Terkoğlu Müdafii Av. Feza Yalçın EKLER : 1. Odatv merkezinde yer alan bilgisayardan çıktığı iddia edilen belgelerin, e-posta yolu ile virüs bulaştırılması neticesinde, dışarıdan müdahale ile yaratıldığını gösteren bilgisayar çıktıları, 2. Kamuoyunca saygınlıkları tartışılmayan yazarların, müvekkiller hakkında yazmış oldukları köşe yazıları, 3. Müvekkillere karşı yöneltilen suçlamalara konu, www.odatv.com’da yer alan haberler. [1] Yargıtay 10. C.D.’nin, 13.02.2008 Tarih ve 9487/2334 sayılı kararı. [2] Türk Ceza Kanunun 220. Madde gerekçesi [3] Ses Görüntü ve Data İncelemeleri, Levent Bayram, Ankara 2008, syf. 234-235. | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI C.tesi Şub. 26, 2011 9:53 pm | |
| KOMPLODA BU AYRINTI GÖZDEN KAÇMASIN
Siz de diğerleri gibi İngilizce konuşabilirsiniz. Nasıl mı ? Tıklayın !
23.02.2011 18:03
Karakter boyutu :
--------------------------------------------------------------------------------
Soner Yalçın, Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu şu an Silivri Cezaevinde tutuklular. Neyle suçlanıyorlar? Herbiri gündem yaratan haberleriyle. Ve… Odatv’nin bilgisayarına virüs yoluyla uzaktan yüklenen word dokümanlarıyla… Peki… Çok kritik bir nokta gözlerden kaçıyor. Virüs yoluyla Odatv bilgisayarına gönderilen bu yazılar ne zaman ortaya çıktı? Arkadaşlarımızın savcılıktaki sorgulamasının bitiminde. Yani, Perşembe gecesi… Haberlerimizle ilgili soruların hepsine yanıt veren arkadaşlarımızın, önlerine son anda bu dokümanlar kondu. Arkadaşlarımız bu yazıları ilk kez gördüklerini ve içeriklerinin komik olduğunu belirttiler. Şimdi soru şu: 15 ayrı bilgisayara ait hard disk, 900 CD, 3600 televizyon kaseti içindeki milyonlarca veriden, bu dokümanlar hemen nasıl ortaya çıkarıldı? Bakınız…. Gözaltı ne zaman oldu? 14 Şubat Pazartesi Evlerden ve ofisten toplanan, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde ne zaman açılmaya başlandı? 15 Şubat Salı gecesi. Tekrar hatırlatalım; o yazılar ne zaman arkadaşlarımızın önüne geldi? 17 Şubat Perşembe gecesi…. Yani….. Milyonlarca veri, onbinlerce saatlik görüntü içinden, bu yazılar yani “suç delilleri”, 48 saat içinde ortaya çıkmıştı! O yazılar ki, iki ayrı tarihte casus programlar aracılığıyla Odatv bilgisayarlarında uzaktan yaratılmış ve aynı anda silinmiş. O yazılar ki, imzasız ve isimsiz Ne diyelim, bravo! İnsan ancak kendi koysa bu kadar çabuk bulur!
Odatv.com
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI C.tesi Şub. 26, 2011 10:01 pm | |
| O KİTABI ODATV BİLGİSAYARINA CEMAATÇİ POLİSLER Mİ YÜKLEDİ
Siz de diğerleri gibi İngilizce konuşabilirsiniz. Nasıl mı ? Tıklayın !
Konu: Ahmet Şık’ın yayınlanmamış kitabı
24.02.2011 14:33
Karakter boyutu :
--------------------------------------------------------------------------------
Gazeteci Ahmet Şık’ın henüz yayınlanmamış ve Sabri Uzun, Hanefi Avcı, Emin Aslan'ı da içeren kitabı odatv bilgisayarına nasıl girdi? Şık, Nazlı Ilıcak’ı arayarak “avukatların iddiası doğruysa, üzerinde çalıştığım kitaptan haberdar olanlar (Cemaatçi polisler) çalışmamı bir şekilde ele geçirip, o bilgi notuyla Oda TV'nin bilgisayarlarına yüklemişlerdir" dedi. Nazlı Ilıcak’ın bugünkü yazısının ilgili bölümü şöyle: …"Sabri Uzun" adlı Word belgesinde ise, Emniyet İstihbarat eski Daire Başkanı, Hanefi Avcı'nın yakın mesai arkadaşı Sabri Uzun'un kitabıyla ilgili ilginç bilgiler bulunuyordu. "Şık- Sabri Kitap" başlıklı belgede, "Sabri'nin kitap konusunda çekincesi var; ikna etmeye çalışalım. Kitap seçimden önce yetişmeli. Nedim, Ahmet Şık konusunda görüşsün. Kitaba çalışırken cesur olun. Nedim'i kutlarım, Ahmet'i çalıştırsın" deniliyordu. Ayrıca, "Oookitap"dosyasında, Ahmet Şık'ın "poliste Fethullahçı yapılanmayı" konu alan kitabı tümüyle yer alıyordu. Bu kitap yayınlanmadığına göre, nasıl Oda TV'nin belgeleri arasına girmişti?
O arada Ahmet Şık beni aramaz mı! O da, kitabının Oda TV'ye nasıl gittiğini bilmiyordu. "Kitabı okumak için birisine verdiniz mi?" diye sordum. Sadece, arkadaşı avukat Fikret İlkiz'e, "Hukuki açıdan bir sorun olur mu?" diye göndermişti. Bir nüshası, Bilgi Üniversitesi'ndeki ofisinde, bir diğeri de evindeki bilgisayarındaydı.
Ahmet Şık, "Kitabım çıkmadan beni itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar" dedi. Meselâ, Medyasavar isimli internet sitesi "Vay Ahmet vay, bu hiç şık olmadı" diye manşet atmış. Ahmet Şık'tan "provokatör-gazeteci" olarak söz etmiş. Bu sitede, Şık'ın, Basın Yayın'da okurken, Cumhuriyet'te polis muhabirliği yaptığı, THKPC'li olduğu da yazıyor. Şimdi de sözü Ahmet Şık'a bırakalım: "Nedim, arkadaşım, aynı zamanda meslektaşım. Ne o beni çalıştırır, ne de ben onu. Adı geçen polis müdürlerini, Sabri Uzun'u, Hanefi Avcı'yı, Emin Aslan'ı tanırım. Üçü de yakın zamanda piyasaya çıkacak kitabımda yer alan isimler. Emniyet'teki cemaat örgütlenmesini anlatan kitabımda, komplolarla ayağı kaydırılan polis müdürlerinin başlarına neler geldiğini yazdım. Bitmemiş kitabımın kopyasının Oda TV'de işi ne? Ben de bilmiyorum. İki şık mevcut: Ergenekon güdümünde olduğu ileri sürülen Soner Yalçın'la ortak hareket ediyor olmam. Beni birazcık tanıyan, bu ihtimalin gerçek olmayacağını anlar. Soner Yalçın'ın kendisi mi böyle bir bilgi notu yazdı, onu da bilemem. Ama sorgusunda, bu dosyalardan haberi olmadığını söylüyor. Virüslü elektronik posta ihtimali daha aklıma yatıyor. Eğer avukatların iddiası doğruysa, üzerinde çalıştığım kitaptan haberdar olanlar (Cemaatçi polisler) çalışmamı bir şekilde ele geçirip, o bilgi notuyla Oda TV'nin bilgisayarlarına yüklemişlerdir." İşte iddialar ve verilen cevaplar. Peki gerçek ne? Bunun için biraz daha beklemek gerekecek.
Odatv.com
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI C.tesi Şub. 26, 2011 10:17 pm | |
| ÖZEL YANDAŞ TV’LERDE BÖĞÜREREK PROGRAM YAPIYORLAR
CÜNEYT ÜLSEVER
Siz de diğerleri gibi İngilizce konuşabilirsiniz. Nasıl mı ? Tıklayın !
Ben yandaş diyorum siz yalaka anlayın
23.02.2011 11:31
Karakter boyutu :
--------------------------------------------------------------------------------
BİRİLERİ bir yandaş gazetecinin eline Soner Yalçın’ın CHP’ye yazdığı mektubu tutuşturunca iktidar yandaşları (ben “yalaka” demeyi daha doğru buluyorum, nezaket gereği “iktidar yandaşı” diye yazacağım ama siz “yalaka” diye okuyun) mal bulmuş Mağribi gibi mektubun üzerine atladılar. CHP de kendisine yandaş TV tezgâhlıyormuş, CHP’nin de yandaşları varmış! İktidar yandaşları “Ne var yani, muhalefetin yandaşı oluyor da iktidarın neden olmasın!”,demeye getiriyorlar. Yandaş yandaşı muhalifhanede yakalamanın sevinci içinde! Hadi kabul edelim, tıpkı iktidar gibi, CHP’nin de yandaş TV’si, gazetesi, gazetecisi var! Ama aradaki nicelik farklarını ne edeceğiz!
1a) Başbakan’ın bir emri ile Türkiye rekoru kırılarak bir holdinge 2 kamu bankası toplam 750 milyon dolar kredi açıyor, karşılığında doğru dürüst ipotek alınmıyor, (alınsa idi,karşılık olarak 1.5-2 milyar dolar değerinde 1. derece, 1. sıradan gayrimenkul göstermek gerekecekti). Bu kredi ile Türkiye’nin en etkin TV ve gazetelerinden birisi satın alınıyor. İktidarın emrine veriliyor. Kredi, TV ve Gazete’nin gelecekteki gelirine karşılık verildi. Bankacılık Kanunu’nda genellikle kabul görmeyen gelecekteki gelirlerin rehin alınması karşılığı verilen kredi ile Fırat’taki sağır çoban da bugün o TV ve Gazete’nin sahibi olabilirdi. Ama, çoban kara bahtına küssün. Şans ona gülmedi. 1b) CHP’nin Halk TV’si ise maddeten yerlerde sürünüyor, Fırat’taki sağır çobanın haftalığına muhtaç.
2a) İktidarın yandaşları TMSF’den, daha doğrusu milletin cebinden (“Fonun malları devlet malı hükmündedir”- tmsf.org.tr) bol sıfırlı transfer paralarını utanmadan ve sıkılmadan kendi ceplerine indiriyorlar. İkinci sınıf iktidar yandaşları da TMSF’nin TV’si Cine-5’e hiç seyredilmeyen programlar yapıp, haftalık harçlıklarını çıkarıyorlar. Birinci sınıf yandaşlar ise babalı-oğullu yine hiç seyredilmeden programları ile TRT’den besleniyorlar. Özel yandaş TV’lerde böğürerek, ağzından tükürükler saçarak program yapanlar ise ayrı bir kategori. 2b) CHP yandaşlığına soyunanları ise uyarıyorum. Ay başlarında maaş almakta zorlanabilirsiniz.
3a) İktidar yandaşları Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın özel uçağına binip dünyayı gezince piyasaları artıyor, işadamları onlara ayrı bir ihtimam gösteriyor. 3b) CHP’nin seçim otobüsüne binen CHP yandaşları Anadolu’da dolaşırken iş adamlarının “aman uzak durayım, ne olur ne olmaz!” dedikleri gazeteciler haline geliyorlar.
4a) İktidar yandaşları tam bir basın özgürlüğünü ciğerlerine çekiyorlar. İstedikleri belgeyiyayınlasınlar, “Bu belgeyi nereden buldun?” sorusu ile karşılaşmayacaklarını biliyorlar. İstedikleri küfrü etsinler “kişisel kanaatlerini belirtmiş” olacaklar. 4b) CHP yandaşları her an “CHP=Ergenekon” denklemi çerçevesinde Silivri’yiboylayabileceklerini hiç akıllarından çıkarmasınlar. İkametgah senedi dahil evlerinde, işyerlerinde, çantalarında hiçbir belge taşımasınlar.
5a) İktidar yandaşları sabah akşam sövseler de “CHP yandaşı” Hürriyet’te çalışmak içincan atıyorlar. Boyun büküp, gerdan kıvırıyorlar. “Onu at, beni al!, güftelerinin terennüm edildiği fasıllar tertipliyorlar. 5b) CHP yandaşları, her ne hikmetse, “iktidar yandaşı” gazeteler ve TV’lerde çalışmak için hiç gayret göstermiyorlar.
6a) İktidar yandaşı gazetecilerin kafası çok çalışıyor, çok akıllılar, çok uyanıklar. 6b) Kusura bakmasınlar ama CHP yandaşı gazetecilerin kafası hiç çalışmıyor. Hiç akıllı değiller, hele hele uyanık olmak boylarını aşıyor!
Ne diyelim; yandaş var, yandaş var!
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI C.tesi Şub. 26, 2011 10:24 pm | |
| BRAVO BİRGÜN!
Siz de diğerleri gibi İngilizce konuşabilirsiniz. Nasıl mı ? Tıklayın !
22.02.2011 19:54
Karakter boyutu :
--------------------------------------------------------------------------------
Birgün gazetesi yazarları Melih Pekdemir ve L. Doğan Tılıç iyi tanıdıkları Soner Yalçın’ın şahsında basın özgürlüğünü savundular. Birgün’e teşekkür ediyor, her iki yazıyı okurlarımıza sunuyoruz.
MELİH PEKDEMİR: SEHVEN DEMOKRASİ YA DA HAKİKATEN SONER Lamı cimi yok. Soner Yalçın tek kelimeyle, gazetecidir. Üstelik iyi bir gazetecidir. Nokta.
Soner ve arkadaşlarının tutuklanmasının üzerinden üç gün geçti. Herkes eteğindeki taşları döktü. Tayyipçiler “Oh olsun, hak etmişti” dediler, eyyamcılar itiraz ederken “ama” diye başlayan cümleler kurdular. Ve bir de gazeteciler vardı, asıl tasası basın özgürlüğü olan gazeteciler, basının özgür olmadığı bir yerde hiçbir özgürlüğün esamisinin okunamayacağının farkında olan gazeteciler. İşte onlar şiddetle itiraz ettiler.
Ve sordular: Sıra kimde? Ve cevapladılar: Hepimizde!
Bu ülkede kendilerini “gazeteci” sayan Cengiz Çandar, Gülay Göktürk gibileri de var. Ne bileyim, Irak savaşında ABD safında üstlendikleri militarist misyondan başlayıp AKP’nin her eylediğini anti militarist havalarda temize çıkarmaya çalışan birer dezenformasyon görevlisi olarak şöhret ve para kazandılar. Kalemlerini şu ülkenin muhaliflerini nefret söylemi ile katletmek için kullandılar. Çünkü bunlar ve benzerleri gazeteciliği filan değil muktedir gübresi olmayı tercih ettiler. Nokta.
Size bir şey daha diyeyim. Aslında Tayyip Beyin ideal gazetecisi Çandarlar ya da Göktürkler değil, Ahmet Kabaklı gibilerdir... Soner’in tutuklandığı günlerde Başbakan sağ cenahın “Şeyhülmuharrirîn” dediği Ahmet Kabaklı'nın ölümünün 10. yıldönümü anma programları çerçevesindeki törenlere katılmıştı. Kabaklı ile yakından tanıştığını aktaran Tayyip Bey, “Özellikle gençlik dönemimde kendisinden istifade etmiş, kendisiyle de yakından tanışma şerefine erişmiş biri olarak bugün burada kendisi için şahadet ediyor 'İyi bilirdik' diyorum” demişti.
Peki Ahmet Kabaklı kimdi? 32 yıl önceki Maraş katliamını “Binicisini beğenmeyen asil bir kısrağın şahlanışı” diye alkışlayan ve Tayyip Beyin hâlâ “büyük bir üstat, mütefekkir, gönül insanı” olarak andığı bir “gasteci”. Nokta.
Demek ki sürecin gidişatı Tayyip Beyin Ahmet Kabaklı’da tazelediği imanda görülmeli, şakşakçıların tezviratında değil... Böyle bir gidişatta Soner Yalçın’ın şu sözleri ise sanırım hepimizin ortak görüşü: “Sürecin ne olduğu belli, ya kalemini kıracaksın ya da gazetecilik yapacaksın. Gazetecilik ve habercilikte ısrar edeceksin. Aklınla ve vicdanınla hesaplaşacaksın. Bu meslekte canından olanlar var.”
Bu sürecin despotları, zalimleri gözünde asıl korkutucu olanlar birey olarak tek tek muhalifler, solcular, devrimciler değil ki... Korkutucu olan muhalefet fikri, solculuk fikri, devrim fikri... Öncelikle bu fikri itibarsızlaştıracaklar, terörize edecekler ve zaten öyle yapıyorlar. İşte bu yüzden direneceksek, şu ya da bu kişinin özgürlüğü ötesinde, bu fikirlerin, muhalif duruşların yok edilmesine karşı direneceğiz.
Sahi, “Özgürlük” deyince sadece türbana filan özgürlüğü anlayanlar, bir de basın özgürlüğü vardı, değil mi?
Mesela? Mısır’da da basın özgürlüğü yoktu! Üstelik Mısır’da şu günlerde sivil vesayetten askeri vesayete geçilmekteymiş, tarihin bir ironisi olarak... İyi de, mesela seçim yapmak demokrasi için yeterliyse, Mübarek Mısır’ında seçim yapılmıyor muydu? Mübarek’in rejimi ile Tayyip Beyin rejimi (ki kuşkusuz o da “mübarek” bir demokrasi!) çok mu farklı? Diyeceksiniz ki “oradaki seçimlere hile karıştırılıyordu”. Şimdi, basın özgürlüğü bile olmayan ve muhaliflerin derhal kodese tıkıldığı bir seçim ortamı şaibeli ve hileli bir seçim ortamı sayılmayacak mı?
Polis gücü, yargıda, üniversitede, medyada tahakküm bakımından Mübarek rejimi ile Tayyip Bey’in rejimi arasında bir fark söyleyin, dişimi kırayım. Birisinin adı alenen diktatörlük, diğerinin adı da, şey, sehven demokrasi! Nokta.
Soru: Peki bizim ahali Tahrir Meydanına koşmayacak denli anestezi altındaysa, yani objektif koşullar var olduğu halde sübjektif koşullar yoksa, halimiz nicedir?
Cevap: Üç nokta...
L. DOĞAN TILIÇ : 'ÇORUMLU' SONER YALÇIN 'ALEVİ-SÜNNİ ÇATIŞMASI' MI KIŞKIRTACAK? Güvenilmez gazeteciyim!
Arap dünyasında, hadi buna İran’ı da katıp büyük Ortadoğu’da diyelim, pandoranın kutusu açıldı. İçinden ne çıkacağı henüz kesin olmasa da, halkların yolsuzluk ve baskıya isyan etmelerini, dürüst yönetim ve özgürlük isteyerek sokaklara, meydanlara dökülmelerini tereddütsüz selamlamak gerek.
Libya’da Kaddafi yönetiminin eteklerini tutuşturan yangın nasıl da hızlı yayılıyor. Tunus, Mısır, Yemen, Bahreyn, Libya ve diğerleri… Onlarca yıldır baskıyla yönetilenler “Yeter artık” diyorlar.
Arap dünyasında şimdilerde baş döndürücü bir şekilde yaşanan gelişmelerin izleri neredeyse 10 yıldır görülmekteydi. Şu geçen 10 yıl içinde, daha çok gazetecilik üzerine sohbetler ettiğimiz Arap meslektaşlarımdan içten içe yaşanan bu kaynamanın işaretlerini almaktaydım.
İtiraf edeyim; Arap meslektaşlarla yaptığım tartışmalarda, onların olağanüstü heyecanla anlattıkları olaylar ve kişiler içerisinden temel toplumsal eğilim ve dinamikleri süzmekte zorlanırdım.
Şimdi, bir uzman edasıyla konuşmayayım ve yapacağım genellemelerin benim yolumun kesiştiği Arap gazetecilerin söylediklerine dayandığı konusunda sizi de uyarayım.
Arap gazeteciliğinin çok fazla “kişi”, “belge” ve “komplo teorisi” etkisi altında olduğunu söyleyebilirim. “Komplo teorilerin yoksa Ortadoğu’da hiçbir şeyi açıklayamazsın” denilmesi boşuna değildir. Bunu beceremediğim için hiçbir zaman “iyi gazeteci” olamayacağım.
Son zamanlarda, bizim memleketin gazeteciliği de çok fazla Arap gazeteciliğine benzemeye başladı. İnsanların kaynakları var. Gazetecilerin kaynağı olur, ne kadar çok ve çeşitli kaynağı varsa o kadar iyi gazeteci olur insan. Ancak, bizde kaynaklar gazeteciyi seçiyor daha çok. Seçilen gazeteci de kaynağına güveniyor. Hem de nasıl!
“Güvenilir kaynak” gazeteciyi belgeyle, bilgiyle besliyor. “Güvenilir kaynak”tan gelen “belge”, zaten inanılan “teori”yi de destekleyince kesin bir “doğru”ya ulaşıyor gazeteci! Ne “kaynak”tan, ne “belge”den, ne de “teori”den kuşku duyuluyor.
Ben bu yüzden “iyi” gazeteci olamıyorum. Her kaynaktan, her belgeden, her teoriden kuşku duyan bir halim var. Tutturdum “eleştirel akıl” diye bir şey, karşıma çıkan ne varsa o eleştirel aklın süzgecinden geçirmeye çalışıyorum önce. O zaman ne güvenilir kaynağı oluyor insanın, ne de herhangi bir “kaynak” güveniyor sana. Öyle belge melge de gelmiyor; ne bavulla ne de çantacıkla!
Televizyonda bir gazeteci karşıma çıkıp “güvenilir bir kaynağımdan duydum”, “eminim” diyerek Soner Yalçın’ın “Alevi-Sünni çatışması” yaratmaya çalıştığını söylediğinde kanım donuyor benim. Bu meslek adına kanım donuyor.
Daha Soner Yalçın yeni tutuklanmış ve hazırlık soruşturması en başındayken “hazırlık soruşturmasının gizliliğini” falan da boş verip bilgi aktaran kaynaklara sahip olabilme karşısında şapka çıkarıyorum. Hangi gazeteci böyle kaynakları olsun istemez? Ancak bu denli dehşet verici bir “iddia”yı, “eminim” diyerek ortaya koymayı anlamıyorum. Hem de ODATV’yi böyle yayıncılık yapıyor diye eleştirirken.
Dün Mehmet Y. Yılmaz, S. Yalçın’ın CHP İletişim Koordinatörü Baki Özilhan’a yazdığı mektubun nasıl Şamil Tayyar’ın eline geçtiğini sorguluyordu: “Ya posta idaresinde bir çete mektupları açıp kopyalayarak kullanabilecek olanlara servis ediyor. Ya da mektubun bir kopyası polis araması sırasında Soner Yalçın’ın evrakları arasından çıktı” ve yine polis tarafından kullanacak birine iletildi diyerek.
Dünkü gazetelerde ODATV’de çıkan lokantada gizli çekim videolar çıktığı haberi vardı. Belli ki, bazı kaynaklar o “belgeleri” ODATV’ye aktarmışlar. Avukatları bunların geldiğini, ama bu tür belgeleri kullanmadıklarını söylüyor.
Benim “eleştirel aklım” hangi “belge”yi görürsem göreyim “Çorumlu” Soner Yalçın’ın “Alevi-Sünni çatışması” kışkırtacağını kabul etmez.
Türkiye ne zamandır bir iktidar çatışması yaşıyor. Eski statüko yok olurken, yeni bir statüko doğuyor. Bu çatışmanın bir tarafında yer alan gazetecilerin güvenilir kaynakları, o kaynakların güvenilir gazetecileri oldu.
Ben “güvenilmez” olmayı yeğliyorum!
Odatv.com
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Ptsi Şub. 28, 2011 6:45 pm | |
| POLİSLER-SAVCILAR BU TELEFONLARI DA AÇIKLASIN
Siz de diğerleri gibi İngilizce konuşabilirsiniz. Nasıl mı ? Tıklayın !
27.02.2011 11:30
Karakter boyutu :
--------------------------------------------------------------------------------
Soner Yalçın’ın savcılık sorgusu basına yansıdı. Sorguda Yalçın'a yaptığı telefon görüşmeleri soruldu. Resmi yazıda Soner Yalçın’ın 8 aydır dinlendiği yazsa da, sorulan sorulardan yaklaşık 3 yıldır dinlendiği anlaşılıyor. Soner Yalçın bu 3 yıl içinde Yalçın Küçük’le iki kez görüşüyor. Ergenekon iddianamesinde adı geçen şahıslardan çoğunu tanımıyor, bazılarıyla da 20 yıldır görüşmüyor. Telefon kayıtları bunu ortaya çıkarıyor. Fakat… Basına telefon kayıtlarını servis edip, özel hayatların bile yazılmasını isteyenler, telefon kayıtlarında “seçici” davranıyorlar. Soner Yalçın sanki sadece CHP’lilerle görüşüyor havası veriliyor. O halde… Odatv olarak diyoruz ki! Soner Yalçın’ın bu süreç içinde görüştüğü AKP’li bakanlara ilgili tape’leri de açıklayın. - Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül - Devlet Bakanı Faruk Çelik - Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu… Madem soruşturma tüm yönleriyle yapılacak, basına telefon kayıtlarını “servis” edenler bu telefon görüşmelerini de ortaya dökmelidir. Tabii ki… Bu “karanlık odaklar” bu telefonları açıklamayacak. Ama Odatv olarak biz yazalım. Bu telefon görüşmeleri sadece gazetecilik için yapılmıştır. Soner Yalçın Türkiye’de tanınmış, gazeteciliği ile övgü almış bir isimdir. Soner Yalçın’ın telefon tapeleri gazetecilere bir gözdağı için basına servis edilmektedir. Alında denilen şudur: “Artık gazetecilik yapmayın!” Odatv.com
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Salı Mart 01, 2011 12:29 pm | |
| 21 Şubat 2011 Olmak ya da Olmamak Mehmet Bedri Gültekin Saldırının nedeni 163 subayın tutuklanması ve Oda tv baskınından sonra şimdi yaygın olarak dillendirilen görüş şudur: Saldıranlar gemi azıya aldı, sıra kimde? Bütün muhalif gazeteciler, artık hedefte olduklarını söylemektedirler. Bırakın Türkiye’yi, Dünyanın En Büyük Baro’sunun Başkanı, “kendileri için hiçbir hukuk güvencesinin olmadığını” haykırmaktadır. Ama Muhalefet Partisi’nin Başkanı, sıranın kendilerine gelmekte olduğunu açıklamaktadır. Bu algı gerçektir. Ama gerçeğin tamamı değildir. Hatta esası da değildir. Gerçeğin esası tertip merkezinin ve maşalarının çok zor durumda olduğudur. Başta Amerika ve kaderlerini onunla birleştirenler, büyük bir hızla yolun sonuna yaklaşmaktadırlar. Bu gerçeği bilmenin, hissetmenin çılgınlığı içindedirler. AMERİKA’NIN ÇARESİZLİĞİ Türkiye’yi ve Türk milletini hedef alan tertibin arkasındaki esas güç olan Amerika, çaresizleri oynamaktadır. Bütün Arap dünyasını saran ayaklanmalar, Amerika’nın kurduğu sisteme halkların isyanıdır. Bu ayaklanmaları Sorosgillerin “renkli devrimleri” ile karıştırmak, sapla samanı karıştırmaktır. Amerika’nın “on parmağının altında on pire” vardır. Kıpırdayamaz duruma gelmiştir. Tunus, Mısır, Bahreyn, Irak, Yemen, Fas; bütün bu ülkeler Amerika başta olmak üzere Batı ile yakın ilişkilere sahiptiler. Ve şimdi halkların isyanı ile sarsılıyorlar. Tunus ve Mısır’ın egemenleri yıkıldılar. Diğer ülkelerdeki zorbaların durumu hiç iç açıcı değil. Bu ülkelerde esas kaybeden ise Amerika’dır. Irak, Afganistan, Lübnan ve Gürcistan’da yaşanan askeri yenilgilerden sonra meydana gelen bu gelişmeler, Amerika açısından kaçınılmaz sonu yaklaştırmaktan başka bir anlam taşımıyor. Ayaklanmalar başladıktan sonra ABD’nin, 32 yıl önce İran’da içine düştüğü duruma düşmemek için ayaklanan halkın içine sızma girişimlerinde bulunması, bu emperyalistin kaybetmekte olduğu gerçeğini değiştirmez. İşte bu durumdaki ABD’nin Türkiye gibi bir ülkede yürütmekte olduğu saldırı, gücünden değil, çaresizliğinden kaynaklanmaktadır. Deyim yerindeyse ABD Türkiye’de kumar oynamaktadır. Halkımızın meşhur deyimiyle “cami duvarına işemektedir.” Amerika bu “eyleme” mecburdur. F Tipi Çeteyi ise ABD’den ayrı olarak düşünmemek gerekir. Bu Çete, ABD ile birlikte vardır. Daha doğrusu F Tipi Çete, Amerikan Derin Devleti’nin Türkiye’deki uzantısıdır. ABD açısından yenilgi anlamına gelen bütün gelişmeler, F Tipi Çete açısından da aynı anlamı taşımaktadır. Onun için F Tipi Çete, her türlü çılgınlığa başvurmaktadır. AKP SÜRÜKLENİYOR Öncelikle bir gerçeği saptamak gerekiyor: Amerika ve bu emperyalistin uzantısı olan F Tipi Çete, tertipler tezgâhlamakta ve kanun dışı saldırıları gerçekleştirmektedir. AKP ise, iktidarını bu Tertip Merkezine borçlu olduğu için önüne konan oldubittileri çaresizce kabul etme konumundadır. Ama Tayip Erdoğan yüksekten atıp tutuyor. Bütün gelişmelere hakimmiş gibi bir görüntü vermeye özen gösteriyor. Gerçek böyle değildir. Tayip Erdoğan’ın herhangi bir yere gelirken ve ayrılırken kameraların kaydettiği görüntülere dikkat ettiniz mi? Kendisi zırhlı aracın içindeyken arabanın etrafında en az 20 - 30 tane koruma koşmaktadır. Sayıları 200’e yaklaşan bir koruma ordusu tarafından korunma ihtiyacı duymaktadır. Bizzat AKP tarafından düzenlenmemiş olan hemen her toplantıda ıslıklanmakta, protesto edilmektedir. 22 Şubat günü Mersin üniversitesine gitmek isteyen Abdullah Gül, öğrencilerin protestosundan dolayı bu ziyaretini gerçekleştiremedi. AKP’liler halk içine çıkamamaktadırlar. Günümüzün büyük gerçeği budur. Dolaysıyla 163 subayın tutuklanması ile yaşanan gelişmeleri, kendinden emin ve süreci kontrol eden bir gücün hedefine doğru kararlı adımlarla yürümesi olarak değerlendirmek en büyük yanlıştır. Doğrusu, AKP de, sırtını dayadığı ABD gibi kaybetmektedir. Saldırganlığı bu nesnel durumdan kaynaklanmaktadır. mbgultekin@ip.org.tr | |
| | | | ODATV'YE SALDIRI | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|