AKINCILAR AKINCILAR FORUM |
|
| ODATV'YE SALDIRI | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: ODATV'YE SALDIRI Ptsi Şub. 14, 2011 3:42 pm | |
| Konunun ilk mesajı :
Odatv neden basıldı
Son yaptıkları haberde, Ergenekon denilerek Türkün kültürüne, orduculuğuna yapılan saldırının organizasyonunu bizzat ABD eliyle yapıldığını ve bu saldırıda kullanılan polislerin coniler tarafından eğitildiğini isbat eden video kayıtlarını yayınladıkları için.
Evet, emri veren Bush, eğitimi veren coni, uygulayan BOP Eşbaşkanı ve Fetullahi örgütün polis içindeki uzantıları.
İşte, ODATV'nin basılmasına sebep haber:
İŞTE AMERİKALILAR’IN ERGENEKON POLİSLERİNE VERDİĞİ EĞİTİMİN BELGESİ
İngilizce kursuna zaman ayıramıyor musunuz? Tıklayın!
Bu görüntüler Ergenekon Davası’nın kaderini değiştirecek
14.02.2011 01:31
Karakter boyutu :
--------------------------------------------------------------------------------
Yarbay Mustafa Dönmez, Zir Vadisi’nde bulunan askeri mühimmatın sorumlusu olarak 2 yıldan beri tutuklu. Ergenekon üyesi olmakla suçlanıyor. Dönmez bugün savunma yapmaya başlayacak.
Aşağıda Dönmez’in yargılandığı davayla ilgili olarak sizi şok edecek 3 video bulacaksınız.
Ancak videolardan önce bugün davada savunmaya başlayacak yarbay ile ilgili önemli bilgiler verelim…
SAKINCALI PİYADE
Yarbay Mustafa Dönmez, TSK’nın içindeki “sakıncalı piyade”lerden. 68 kuşağından gelen bir babanın çocuğu olan Dönmez, 1980’de ODTÜ’de öğrenciydi. Üniversitede sol görüşe yakın olan Dönmez, bir eylemde yaralandı. Bundan sonra okulu bıraktı. Ailesinin desteği ile Kara Harp Okulu sınavlarına girdi. Sınavda 6. oldu. Harp Okulu’na girdi ve 1985 yılında mezun oldu.
Mustafa Dönmez, muharip değildi. Karargahta görev yapıyordu. Tutuklandığında “ikmal subayı” olan Dönmez, bugüne kadar milyonlarca liralık satın alma gerçekleştirdi ve bilinen usulsüzlüğü olmadı. Aziz Nesin’den Attila İlhan’a kadar pek çok isimle tanışıklığı olan Dönmez’in kendisinin de pek çok dergi de yazısı çıktı. Dönmez’in son yazısının başlığı “Mustafa Kemal ve Tam Bağımsız Türkiye”. Dönmez’in yazdığı dergi, tutuklanmasının ardından kapatıldı.
Peki Dönmez’in başına bunların gelmesini sağlayan başka bir özelliği var mı?
TSK’DAKİ CEMAATE KARŞI
Mustafa Dönmez, orduda cemaate karşı kişiliği ile biliniyor. Cemaate mensup pek çok subayı deşifre eden Dönmez, TSK içinde mevcut yapılanmanın ev toplantıları ile örgütlendiğini ortaya çıkardı. Cemaate alternatif olarak TSK’da kültür çalışmaları yapan Dönmez’in hayatı 2009 yılının Ocak ayında önce Sapanca’daki yazlık evinde, ardından da orada bulunan bir kroki aracılığıyla Zir Vadisi’nde askeri mühimmat bulunduğu iddiasıyla değişti. Dönmez bu nedenle tutuklandı.
Şimdi size Dönmez’in adının gündeme gelmesine neden olan Zir Vadisi kazılarıyla ilgili üç görüntü izletelim…
AMERİKALILAR KURS VERDİ
İlki Zir Vadisi’nde bulunan bir mühimmat ile ilgili. Bombanın adı “datasheet” okunuşu “detaşit”. Zir Vadisi’nde bulunan malzemenin içinde çıkan bu bomba türünü Türk polisi tanımaz diyebilirsiniz. Gerçekten de polisin bu bombayı aldığı eğitimle tanıması mümkün değil. Ancak aşağıda izleyeceğiniz görüntülerde bu bombayı tanıma konusunda polisin Zir Vadisi kazısından sadece 2 gün önce Amerikalı uzmanlardan eğitim aldığını bizzat polislerin ifadesi ile izleyeceksiniz.
İzlemek için görseli tıklayın
İnsan sormadan edemiyor. Polis iki gün önce ABD’lilerin aldığı eğitim sayesinde tanıdığı bombayı iki gün sonraki kazıda nasıl buluyor? Bu ne tesadüf. Mustafa Dönmez de kazının olduğu gün Zir Vadisi yakınlarındaki 5 ABD’li istihbaratçının ne işi olduğunu soruyor haklı olarak?
Bu kadar değil…
YOUTUBE’A BİZDEN ÖNCE KOYMA
Aşağıda izleyeceğiniz görüntülerde ise polis, Amerikalı eğitmenlerine “Abi” diye hitap ediyor. Ve içlerinden biri cep telefonuyla mühimmatın görüntülerini çekiyor. Bir diğer polis çeken polisi uyarıyor: “Youtube’a bizden önce atmayın!” (Mühimmatlarla ilgili bir başka polis videosu haberimiz için tıklayın )
İzlemek için görseli tıklayın
Mühimmat ile ilgili olarak ilginç bir ayrıntı verelim. Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin başına gelenlerin bir benzeri Yarbay Mustafa Dönmez’in de başına geliyor. Polisin gönderdiği belgelerde Dönmez’de bulunduğu hakkında rapor verilen 472 adet merminin, gerçekte Dönmez’de bulunmadığını Emniyet mahkemeye yazdığı yazıyla kabul ediyor. Kısacası 473 mermi “sehven” Mustafa Dönmez’de bulunuyor.
MALZEME “SIFIR”
Son görüntülerimiz ise Zir Vadisi’nde bizzat kazıların yapıldığı noktadan. Kazıya tanık olan bir binbaşı ile bir başçavuşun konuşması. İkili arasında geçen konuşmadan hem bulunan malzemenin hem de kutularının “sıfır” olduğu anlaşılıyor. 7 Ocak 2009 günü yapılan konuşmada yapılan tespit, bulunan mühimmatın henüz kar görmediği hatta hiç ıslanmadığı. Sadece bir hafta önce Ankara’da okulların kar nedeniyle tatil edildiği hatırlanırsa bu biraz garip bir durum. Buradan hareketle iki asker malzemelerin “en fazla iki günlük” olduğu sonucuna varıyor. Malzemenin üzerindeki gazetelere bakıldığında ise gazetelerin de yeni olduğu görülüyor. Binbaşı kazıyı inandırıcı bulmadığını “eski kitaplar bunlar” sözleriyle gösteriyor.
İzlemek için görseli tıklayın
KAZILAR NEDEN GECE YAPILIYOR
Son olarak şunu söyleyelim. CMK’nın 118. Maddesi yapılan aramalar için şu kısıtı koyuyor: “(1) Konutta, işyerinde veya diğer kapalı yerlerde gece vaktinde arama yapılamaz. (2) Suçüstü veya gecikmesinde sakınca bulunan hâller ile yakalanmış veya gözaltına alınmış olup da firar eden kişi veya tutuklu veya hükümlünün tekrar yakalanması amacıyla yapılan aramalarda, birinci fıkra hükmü uygulanmaz. (CMK 118. Madde)” Bu kazılarda 2. Fıkraya dair hallerin olmadığı açıkça ortada olmasına rağmen, polis bu aramaların tamamını gece yapmayı tercih ediyor. Aramaların gündüz gözüyle yapılmasını nedense uygun bulmuyor.
Bugün savunmasını yapmaya başlayacak “sakıncalı piyade” Mustafa Dönmez, ne zaman ağzını açsa kendisine bir “polis komplosu” yapıldığını anlatıyor, TSK ve emniyette cemaat örgütlenmesine vurgu yapıyor.
Görüntülere bakınca Mustafa Dönmez’e “haksızsın” demek mümkün mü?
Barış Terkoğlu
Odatv.com
| |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Ptsi Mart 21, 2011 2:08 am | |
| ÖZEL YETKİLİ POLİS YAZARI: EMRULLAH USLU
İngilizce konuşmak için kursa gitmek şart değil? Tıklayın!
Emrullah Uslu’nun kuyruk acısı bellidir. Odatv onun Utah’ta çevirdiği işleri belgelemiş, Türkiye’ye zorunlu olarak gelmesini sağlamıştır. Ama suç onda değil. Suç ona köşe verende, ekrana çıkaranda...
21.03.2011 00:23
Karakter boyutu :
--------------------------------------------------------------------------------
Taraf’ın polis yazarı Emrullah Uslu ki kendisini Emre Uslu diye tanıtıyor. Yine baştan sona yalan bir “habere” imza atmış. Neresinden tutarsanız elinizde kalacak satırlarla dolu bu yazıya ne yanıt vermeli? “Haberin” spotunu okuyalım! “Uzmanlara göre tutuklu Hanefi Avcı’nın kitabıyla ilgili birçok verinin de ele geçirildiği Oda TV, Ergenekon medyasının terminalı olarak konumlandırıldı.” Şimdi Uslu’nun komployu açığa vuran satırlarından bölümler okuyalım: “Avcı’nın Oda TV operasyonu kapsamında sorgulanmasına Avcı’nın yazdığı kitabın ilk formatının Oda TV’ de çıkması neden oldu. Diğer kritik Ergenekon belgeleri gibi silinmiş veriler arasında bulunan kitabın Oda TV’ye nasıl geldiği araştırılıyor.” Şimdi... Buradaki “silinmiş” kelimesi çok önemli. Çünkü daha ilk günden itibaren Odatv’nin teknik ekibi kanıtladı: Bu düzmece belgeler uzaktan virüs(trojan) yoluyla Odatv bilgisayarlarına gönderilmiş ve Odatv’nin bu komplodan haberi yoktu. Taki operasyona kadar... Odatv’ye bu komployu kuranlar, bunu ortaya çıkarmamızla birlikte, “silinmiş” kelimesini kullanmak zorunda kaldılar. Devam edelim... Aynı “haberde” Emrullah Uslu bakın neler yazıyor: “Uzmanların değerlendiremesine göre Oda TV, Ergenekon’un medya ayağında bir “terminal” olarak konumlandırıldı. Ergenekon kapsamında çıkacak yayınlar burada yapılan 15 günlük toplantılarda kararlaştırılıpdeğerlendiriliyordu ve bu toplantıların sonucuna göre bazen aracı kullanıp manipülasyon yapılarak, bazende doğrudan ilgili yazarlara ulaşılarakkitaplar yazdırılıyordu. Söz konusu Ergenekon belgelerinin de o toplantıların yapıldığı salonda bulunan bir bilgisayardan çıktığı belirtiliyor.” Şimdi... “Uzmanların değerlendirmesine göre” diyor Uslu. Kim bu uzmanlar? Tahmin etmek zor değil; malum polisler. Ayrıca “15 günlük toplantılarda çıkacak yayınlar kararlaştırılıyormuş.” Ey Taraf’ın polisi! Odatv’nin her çalışanının telefonu yıllarca dinlenmiş.Bunu artık herkes biliyor. Savcılık sorgusunda ortaya çıktı. Yetmemiş... Ortam dinlemesi yapılmış, bu da savcılık sorgusunda ortaya çıktı. Peki bu gerçekler ortadayken, “Oda TV salonunda 15 günde bir yapıldığını” söylediğin bu toplantılar nasıl oluyor da teknik takibe takılmamış? Nasıl oluyor da bunla ilgili bir telefon görüşmesi dahi ortaya konmadı? Hayır! Sakın gizlilik vs. Gibi kılıflar uydurma. Sen ve senin gibi özel yetkili köşe yazarları böyle bir olay olsa kaçırır mıydı! Kimseyi kandıramazsınız... Uslu yalanlarına bakın nasıl devam ediyor: “Bu bilgilerin silinmiş olmasını ve veri kurtarma programıyla kurtarılması ise şöyle değerlendiriliyor: “ Ergenekon toplantılarında bu değerlendirmeleri yaptıktan sonra bilgileri bilgisayardan yok etmek istemiş.” Ancak veri kurtarma programlarıyla kurtarılan verilen savcılığın soruşturmasının en güçlü delili olmuş durumda.” İşte yine yalan dolu satırlar. Yazdık, yine yazalım: Onlarca bilgisayardan milyonlarca veri, kaset, CD, içinden 48 saat içinde o yalan deliller nasıl bulundu. Dedik ya; insan ancak kendi koysa bu kadar çabuk bulur! Odatv Ergenekon davasıyla ilgili yaptığı onlarca haberde yazmadı mı; bir veriyi bilgisayardan silmek o verinin kaybolduğu anlamına gelmez diye... Bunu yazan bir internet sitesini yöneten bizler mi bilmiyoruz, böyle bir şeyin mümkün olmadığını... Çok kötü yakalandınız, çok. Odatv tüm bu düzmece belgelerin, virüs yoluyla gönderildiğini, bu yolla komplo için “delil” yaratılmak istendiğini yazdı. İşte onun için, geçtiğimiz hafta tekrar polisler gelip bilgisayarımıza el koydu. Emrullah Uslu’nun kuyruk acısı bellidir. Odatv onun Utah’ta çevirdiği işleri belgelemiş, Türkiye’ye zorunlu olarak gelmesini sağlamıştır. Ama suç onda değil. Suç ona köşe verende, ekrana çıkaranda...
Odatv.com
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Ptsi Mart 21, 2011 2:19 am | |
| AVNİ ÖZGÜREL NE DEDİĞİNİ BİLİYOR MU
İngilizce konuşmak için kursa gitmek şart değil? Tıklayın!
21.03.2011 00:01
Karakter boyutu :
--------------------------------------------------------------------------------
Avni Özgürel 16 Mart’ta CNN Türk’te Medya Mahallesi programına çıktı. Tutuklu gazeteciler hakkında konuşuyordu. Konuşmasının bir yerinde şöyle dedi: “Mustafa Balbay’ın gazetecilik sınırlarını aşan bazı faaliyetleri olsa da…” Özgürel kararını vermişti. Ona göre Balbay gazetecilik sınırlarını aşmış. Bu iddiasının dayanağı ise balbay hakkındaki iddianamenin bazı bölümleri. Diyor ki Özgürel; “Darbe yapmayı kafasına koymuş bazı generallerle görüşmesi, hatta onların ‘bizim aramızda Başbakan olacak kimse yok, seni Başbakan yapalım’ gibi konuşmaları…”
Bunlar Balbay’ın günlüklerinde yazıyormuş. Ayşenur Arslan Özgürel’e birçok sayfanın sadece bir dakika içerisinde yazıldığını söylüyor ama nafile… anlaşılıyor ki, Avni Özgürel, üzerinden yıllar geçen iddiaları tekrar ediyordu. Ne ortaya çıkan gerçeklerden haberi var, ne de Mustafa Balbay’ın verdiği cevaplardan. Hiç bir şey okumamış. Buna rağmen televizyonlarda konuşuyor, tek taraflı fikir beyan ediyor ve kamuoyunu etkiliyor.
Oysa bir gazeteci araştırır, okur ve her iki tarafın iddialarını ortaya koyar. Yeni tutuklanan gazetecilerle ilgili olarak “haklarında bazı iddialar var” demesi belki bir noktaya kadar anlaşılabilir. Ama Balbay yıllardır içerde, insan hiç mi bir şey okumaz? Hiç mi duruşmalara gelip “burada ne oluyor, Balbay ne cevaplar veriyor” diye bakmaz. Bilirkişi raporlarını, TÜBİTAK raporlarını bilmez. Açıp telefonu Balbay’ın avukatına bile sormaz mı insan?
Televizyona çıkıp sadece gazete spotlarını ve ispatlanamayan iddialara, polisin sızdırdığı itibarsızlaştırıcı bilgilere dayanarak insanların kaderleri üzerinde böyle pervasızca konuşulur mu? Avni Özgürel gazeteci, Mustafa Balbay değil öyle mi? Rahmetli Erbakan’ın deyişiyle: “Hadi oradan… Hadi oradan… Hadi oradan”
Odatv.com
[color:85c9=red]Mustafa Balbay, Amerikan elçiliğinin verdiği Amerika'nın verdiği Kurtuluş Günü resepsiyonunda...
Elçi yanına geliyor ve ellerini uzatıp, "Her tarafımız mosmor!" diyor.
Kastı anlamayan Balbay, "nasıl?" diyor. Elçi:
"Attığınız dayaklardan, her tarafımız mosmor!" diyerek, Cumhuriyet'in o günkü yayınından ve Balbaydan duyduğu rahatsızlığı, Balbay'a böyle ifade ediyor.
Sonra?
Günü gününe neredeyse tam 1 yıl sonra, Balbay gözaltına alındı ve akabinde tutuklandı. Amerikancı AKP hükümetini yıkmak için örgütlenen anti-Amerikancı, ulusalcı, Avrasyacı Ergenekon terör örgütü üyesi olmaktan.[/color] | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Salı Mart 22, 2011 1:10 pm | |
| 21 Mart 2011 [b]Çürüme ve Devrim[/b] Mehmet Bedri Gültekin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu ve Deniz ******’ı hedef alan son komplo girişimi neyi göstermektedir? Kim olduğu, neyin peşinde olduğu ve kimler tarafından kullanıldığını anlamak için çok fazla zeka gerektirmeyen bir bayanın, herhangi bir kanıta dayanmayan iddiaları, soruşturma safhasını gizli tutmakla sorumlu olan “savcı” tarafından yandaş basına sızdırıldı. Yandaş basın, kendisine verilen görev gereği, bu iddiaları doğruluğu kesin olarak kanıtlanmış haber gibi propaganda etmeye başladı. Ve Recep Tayip Erdoğan kameraların karşısına geçti. “Ana Muhalefet Partisi” yöneticileri ile ilgili olarak ortaya çıkan “gerçekler” üzerine konuştu. Bizde “aile kavramının ne kadar kutsal olduğu” üzerine bir söylev verdi. İşte geldiğimiz noktada sistemin, siyasal mücadeleden anladığı budur. [b]ÖNE ÇIKANLAR, GERİ DÜŞENLER[/b] Siyasal ömrünün sonuna yaklaşan her sistemde, normal zamanlarda ciddiye alınmayacak kişiler öne fırlar, sorumlu makamlar bunlar tarafından doldurulur. Yetenek, birikim, insani değerler vb. açısından seçkin insanlar ise böyle dönemlerde elenir, kenarlara itilirler. Kural şudur: Sistemlerin normal işlediği, toplumların ileriye doğru gitmelerine hizmet ettiği dönemlerde kişiler, birikim ve yeteneklerine uygun olarak devlet ve toplum hayatında öne çıkarlar. Çöküş dönemlerinde ise tam tersi bir kural işler. Öne fırlayanlar ahlaki bakımdan çürümüş, yetenek ve birikim bakımından son derece geri ama üçkâğıtçılık, hile vb. özellikleri bakımından öne çıkan kişilerdir. Artık her yerde onları görürsünüz. [b] [/b] [b]MÜCADELE ARAÇ VE YÖNTEMLERİ[/b] Yine böyle dönemlerde siyaset, en kirli araç ve yöntemlerle yürütülen bir uğraş haline dönüşür. Çünkü ömrünün sonuna gelmiş olan sistemi, normal araçlarla devam ettirmek mümkün değildir. Böyle dönemlerde siyasi mücadele, artık yatak odası görüntüleri ve bel altı hikâyeleri ile yürütülmektedir. Oysa Cumhuriyetin, arkamızda kalan 90 yıllık döneminde, özellikle ilk yarım yüzyıllık bölümünde böyle bir mücadele kimsenin aklına bile gelemezdi. Nitekim Yassıada yargılamaları sırasında Adnan Menderes ile ilgili olarak gündeme getirilen bazı iddialar, toplum tarafından tasvip edilmemiş, olayda adı geçen sanatçının mahkemede aşkına sahip çıkan tutumu halk tarafından büyük bir saygı ile karşılanmıştı. [b]“OSMANIM”[/b] Birinci Ergenekon davasında kullanılan bir “yalancı tanık”ın durumu, aslında sistemin ne kadar çürüdüğünün ve çürüyen sistemde ne türden kişilerin sahne almaya başladığının canlı bir örneğidir. Danıştay cinayetinin faillerinden Osman Yıldırım; Savcıların “Osmanım”ı, mahkeme üyelerinden bazılarının “Osman Beyidir”. “Osmanım” ya da “Osman Bey”in işlemediği suç yoktur. Adam öldürmüştür. Öz yeğenine fuhuş yaptırmaktan yargılanmaktadır. Ankara’da yapılan yargılamasında ******’e “İngiliz p.i” diyerek saldırmıştır. İşte, ülkenin yüz akı yurtseverlerine saldırmak için sistem, bu adamı müebbet hapse mahkum olduğu cezaevinde bulmuş, onu yalancı tanık haline getirmiştir. Silivri’deki mahkemede ayaküstü kırk yalan söylediği açığa çıkmasına rağmen ısrarla tiyatrodaki rolüne devam etmesi sağlanmıştır. Çürümüş olan sistem, tam da kendi durumuna uygun insanları bulmakta, onlara sarılmaktadır. [b]DEVRİM[/b] Yunus Emre bundan tam 800 yıl önce tam da bu durumlar için söylemiş en özlü sözü: “Bir bağ ki viran ola/ İçi dikenle dola/ ayıklamak neylesin/ ateşle yakmayınca.” Çürümüş sistemler, Devrimi bir zorunluluk olarak getirir ve toplumun önüne koyar. İktidarını sürdürmek için her yolu mubah gören anlayış sahipleri, toplumu kaçınılmaz olarak Devrimin o büyük temizleyici gücüne başvurmak durumunda bırakırlar. [email=mbgultekin@ip.org.tr][color:204a=#0000ff] mbgultekin@ip.org.tr[/color][/email] | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Çarş. Mart 23, 2011 11:08 am | |
| <h1 class="title">Hukukçulardan AKP iktidarı uygulamalarına tepki</h1> <div id="content-content" class="content-content"> <div id="node-40596" class="node odd full-node node-type-haber"> <div class="meta"><span class="submitted">22.03.2011 - 21:23</span> <div class="baglantilar"><br> </div></div> <div class="makale-govde"> <div class="makale-resim"><img class="imagecache imagecache-makale_genel imagecache-default imagecache-makale_genel_default" title="" alt="" src="http://haber.sol.org.tr/sites/default/files/imagecache/makale_genel/images/baro-yuruyus.jpg" width="220" height="147"> <span class="makale-resim-alti"></span></div> <p><br></p><p><br></p><p>İstanbul Barosu avukatları ve hukukçu akademisyenler, siyasi iktidarın basın özgürlüğünü ortadan kaldırma ve siyasi muhalefeti sindirme girişimlerine, özel yetkili mahkemelerin adil yargılama hakkını ihlal eden hukuk dışı uygulamalarına, savunma hakkı ihlallerine ve polis devletine karşı tepkilerini göstermek ve bu konulardaki kaygıları kamuoyu ile paylaşmak için yürüyüş yaptı.</p> <p>Yürüyüş saat 13.00’da İstanbul Barosu Merkez binasının önünden başladı. Yürüyüşe İstanbul Barosu Başkanı ve Yönetim Kurulu Üyeleri, önceki baro başkanları, TBB Denetleme ve Disiplin Kurulu Üyeleri, hukukçu akademisyenler, grup başkanları, İstanbul Barosu Üyesi avukatlar, Çağdaş Avukatlar Grubu (ÇAG) ve Katılımcı Avukatlar Grubu (KAV) üyesi avukatlar katıldı.</p> <p>“Demokrasi, Hukuk Devleti ve Özgürlükler İçin Artık Yeter!” sloganını içeren pankartı arkasında yürüyen hukukçular, ayrıca, “Özgür Basın Susturulamaz”, “Polis Devleti Değil Hukuk Devleti”, “Bağımsız Yargı”, “Adil Yargılanma Hakkı”, “Arabuluculuk Yasasına Hayır!”, “Hukuka Aykırı Telefon Dinlemelerine Hayır!”, “Gözdağına Dönüşen Gözaltına Hayır!”, “Savunma Hakkı Kısıtlanamaz”, “Dokunan Yansa da Dokunacağız” pankartları da taşıdılar.</p> <p>Yürüyüş Taksim Meydanı'nda sona ererken, burada bir basın açıklaması yapan İstanbul Barosu Başkanı Av. Doç. Dr. Ümit Kocasakal, “Hukuk devleti, demokrasi ve özgürlükler tehdit altındayken kimse bizi susturamaz” dedi. </p> <p>İfade ve basın özgürlüğü üzerindeki her türlü yasağa ve baskıya derhal son verilmesini isteyen Kocasakal, siyasi iktidarların baskı aracı haline getirilmiş olan, savunmanın hiçe sayıldığı Özel Yetkili Mahkemeler ve özel yargılama usullerinin derhal kaldırılması gerektiğini bildirdi.</p> <p>Kocasakal "Bugün ülkemizde başta basın özgürlüğü olmak üzere, en temel hak ve özgürlükler siyasi iktidarın ve iktidar odağı çevrelerin ağır saldırısı altındadır. Kimsenin özel hayatının gizliliği, konut dokunulmazlığı, kişi güvenliği, kısacası hukuk güvenliği kalmamıştır. Hukuk güvenliğinin kalmadığı bir yerde hukuk devletinden bahsedilemez. En tehlikelisi ise hukuksuzluğun ve baskının görünürde, şekli bir hukuk eliyle, meşrulaştırılmaya çalışılmasıdır. Bilinmelidir ki, hukuk devleti, demokrasi ve özgürlükler tehdit altındayken sessiz kalamayız" dedi.</p> <p>Basın açıklamasından sonra Başkan Kocasakal, katılımcılar adına ****** Anıtına çelenk bıraktı. </p> <p><strong>Genç Siviller Baroyu yine protesto etti</strong><br>Genç Siviller hukukçuların eylemini, geçen yıl olduğu gibi açtıkları bir pankartla protesto etti. Genç Siviller, geçen yıl ki eyleme gönderme yaptıkları "Anlarsın ya baro!" yazılı bir pankart açtı.</p> <p>Genç Siviller, geçen yıl Taksim Meydanı'na bakan Square Hotel'in beşinci katından aşağı "Darbeci baro Taksim'e hoş geldin" yazılı pankart açmışlardı.<br>(soL-Haber Merkezi)</p> <div class="galleryformatter galleryview galleryformatter-view-full galleryformatter-greenarrows gallery-processed"> <div style="width: 400px; height: 312px;" class="gallery-slides"> <div class="gallery-frame"> <ul><li style="display: block;" id="slide-0-field_galeri-40596" class="gallery-slide"><a class="lightbox-processed" title="Hukukçulardan AKP iktidarı uygulamalarına tepki image 1" href="http://haber.sol.org.tr/sites/default/files/haberfotograflari/40596/baro-yuruyus-3.jpg" rel="lightbox[field_galeri-40596]"><span class="galleryformatter-view-full" title="View the full image"><br></span></a></li></ul></div></div></div></div></div></div> | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Çarş. Mart 23, 2011 9:42 pm | |
| FLAş! Şık'ın Kitabını Çıkaracak Yayınevine Baskın 23.03.2011 Çarşamba 23:36Gündem Bu Habere 0 Yorum YapıldıBu Haber 62 Defa Okunmuştur 12P 14P 16P 18P Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan gazeteci Ahmet Şık'ın yayımlanacak kitabıyla ilgili olarak İthaki Yayınevi'nin İstanbul Kadıköy'deki merkezinde polis ekiplerince arama yapılıyor
Soruşturma kapsamında tutuklanan gazeteci Ahmet Şık'ın basılacağı söylenen "İmamın Ordusu" adlı kitabının İthaki Yayınları'nca çıkacağı iddia ediliyordu.
Yayınevinin Kadıköy'deki merkezine gelen polis ekipleri, söz konusu kitabı aradıkları belirtiliyor.
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Çarş. Mart 23, 2011 10:30 pm | |
| 22.03.2011
(Açık İstihbarat: Oktay Yıldırım'ın davanın 173. celsesinde yaptığı savunmanın metnidir.)
Bugün 173. celseyi de tamamladık.
Tam 173 celse boyunca burada İddianamedeki saçma sapan iddialara cevaplar verdik.
İnsan sabrının sınırlarını zorlayan, akıl sağlığı şaibeli bir kişinin tanık olarak konuşmalarını dinledik. Bu adamların veya kadınların bu ülkede oy kullanacaklarını düşünerek dehşete kapıldım. Bu kürsü bazen bir akıl hastanesine dönüştü. O kadar ki, kendi akıl sağlığımdan korktum. Bütün bunlara rağmen buradaki sanıklar konuşurken bu kürsü adeta bir üniversitenin tarih, siyaset bilimi ve hukuk kürsüsüne dönüşmüş.
Birçok sanık mevcut anayasal düzeni, cumhuriyeti, devletin milleti ile bölünmez bütünlüğünü, milleti bir arada tutan değerleri savunmuş.Ancak bunlar diğer akıl dışı iddialar kadar aksi seda bulamadığı için tarihe bir belge olarak kalmasından başka işlevi ne yazık ki olamamış.
Çünkü bu salonda adaletin zerresi kalmamış. Dava dosyasındaki sözde deliller ve asılsız iddialar hakkında o kadar çok şey söylendi ki; onları söylemek, defalarca olduğu gibi hem tekrara düşmek olur, hem de konuşma süremiz yetmez. Burada savcılığın dört elle sarıldığı ve en sağlam kabul ettiği kanıtlar bile üzerinde kocaman ve karanlık şüphe bulutlarıyla duruyor. Savcılığın o bulutları dağıtmak için sergilediği hukuk dışı çabaları da aralıksız sürüyor.
Ama onlar çabaladıkça kendi üzerlerindeki şüphe bulutları daha da kararmaya ve büyümeye devam ediyor. O karanlıkla o kadar hemhal olmuşlar ki, onları o şüphe bulutlarından ayırmak imkansız hale gelmiştir.
O kadar ki, bu mahkemede şüpheden savcılar yararlanmaktadır. Sözde kanıtları ve iddiaları üzerindeki her şüphe, bu mahkemenin ve işkenceye dönüşmüş tutsaklığın sürdürülmesi için karine olarak kullanılmaktadır. Bu dava böyle bir davadır işte. Savcılık mahkemeye yalan söyler mi?
Mahkeme bu yalana alet olur mu?
Olmayan dosyaları varmış gibi göstererek ve bu dosyalara dayanarak mahkeme kararı verilir mi?
Bu skandala savcılık , "yanlışlık olmuş" , "matbu hata olmuş" diye yanıt verir de bunu hangi vicdan kabul edebilir?
Daha iki gün önce savcılık; tanık Fikri C... dinlenirken,
"Bazı tanıklar ``Darbe olacak zaten, iki üç yıl yatar çıkarım´´ dedi"
diye beyanda bulunuyor.
Kim dedi, hangi tanık dedi?
Savcı şöyle diyor:
"Davamız sanığı Levent Temiz".
Bu davanın Levent Temiz diye bir sanığı var mı? Bir savcı duruşma salonunda bile kaş-göz arasında yalan söyler mi? Burada hepsini yaşadık. Polis düzmece tutanak düzenler mi?
Burada verdiği bir ifadeyi reddeden sanığa bile
"Okumadın mı imzalarken? Bir de avukat olacaksın " diyen mahkemeniz sesli, görüntülü kayıt altına alınan bir tutanak düzenleme tiyatrosuna nasıl sessiz kalabilir?
Bu tutanakları düzenleyenlerden biri, o tutanağın üzerinde yazılı olan gün ve saatte izinli görülmektedir. Bunların hiçbiri sizde bir şüphe uyandırmamakta mıdır? Polis, soruşturmanın ERGENEKON olacağını 8 ay öncesinden, daha ben bile gözaltına alınmadan nasıl bilebilir?
Bu durum bile mahkemenizde hiç mi şüphe uyandırmaz?
Hiç mi düşünmezsiniz "Bu işte bir yanlışlık var" diye?
Polis ,
"Soruşturma Ergenekon olduğu zaman , s...... hakimini de savcısını da..."
dediğinde bu sizi hiç mi yaralamaz?
Savcı bu galiz küfür için önce "Biz duymadık." deyip sonra "Bunu Oktay Yıldırım eklemiş olabilir ." dediğinde bu sizde hiç mi etki uyandırmaz? Savcılık makamı, mahkemeden ve sanıklardan delil saklar mı?
Onu da görmedik mi bu mahkemede?
Hâkim canının çektiği gibi karar verebilir mi?
Hakim, ama gerçekten hakim olan; kanunda iletişim tespit bilgilerinin yazıldığı kağıtlarla ilgili bir maddeye dayanarak, kendisinin bile görmediği kanıtları imha kararı verebilir mi?
Bu sizi hiç mi rahatsız etmez?
Adam kâğıt yakma maddesine dayanarak bomba imha ediyor. Jandarmanın haberi yok, bir satır yazı yok.
Hâkim karar verirken onu bağlayan bir kanun olmaz mı?
Kadılar bile yazılı kanunlara dayanarak karar veriyorlardı.
Ben şimdi size bu zamana kadar ortaya koyduğum kanıtların veya hukuk katliamlarının hangi birini anlatayım?
Diğerlerine girmiyorum bile. Bunu ifade edecek cümleyi Uğur Mumcu şöyle yazmıştı :
"Vicdan sustu, hukuk sustu, insanlık sustu."
Hepsini bir tarafa koyalım. Siz burada bir örgüt bulabildiniz mi?
Bu davaya bir tertiple birleştirilen ve daha büyük bir tertibi örtmekten başka amacı olmayan Danıştay davasının buradaki sanıklarla irtibatını bulabildiniz mi?
Dinlemediğiniz tanık, toplanmamış delil, burada gösteri yapmayan bir tek meczup, deli kaldı mı?
Burada en akıl dışı iddiaları bile dinledik.
Allah'tan vahiy aldığını; döngel namazını Allahtan öğrendiğini; 1988 yılında yapılan bir törene ******'ün katıldığını (hem de yeminlerle iddia ederek) ; zamanın kutbu olduğunu iddia edenleri, cin çıkarttığını, içine cin girdiğini anlatanları dinledik.
Dava, dava olmaktan çıkalı o kadar çok zaman geçti ki... Danıştay davasında cinayeti işleyen belli. Onun bu cinayeti, dini inançları doğrultusunda işlediği, savcıların bütün aksini ispat etme çabalarına rağmen, defalarca ortaya çıktı. Bu dava sanıkları ile hiçbir irtibatımın, görüşmemin, tanışıklığımın olmadığı belli.
Burada bir yıldır defalarca kanıtladık. Toplanmamış delil, dinlenmemiş tanık kalmadı, ama her nedense bu dava hala ayrılmadı ve ben hala tutukluyum.
Hala bir kuvvetli şüphe var. Hangi kanıtı değiştirebiliriz hangi tanığı? Hepsi dinlendi. Bir tek Danıştay binasının çatısındaki kargalar kaldı.
Karga deyip geçmeyin. 150 yıl yaşar, çok zekidir, unutmaz. Akıl hastalarını bile tanık diye buraya getirip dinlediğinize göre kargalar da gelebilir. Bir tercüman bulunur, bir gak evet, iki gak hayır... gibi. Çünkü başka bir şey kalmadı artık.
Savcılar çok uğraştı, geceleri cezaevine girip polisle beraber. Ama olmadı, geriye kargalar kaldı. En baştan beri bu dava adaletin tecellisine veya maddi gerçeğin bulunmasına veya hukuka hizmet etmiyor.
Öyle bir noktaya geldik ki, buradaki hukuk katliamını açıklamak için artık "Yanlışlık oldu", "sehven yapıldı" gibi bahaneler yeterli olmaya başladı.
Bu davada tertibin adı "sehven" oldu. Tertip,"sehven" diye açıklanıyor. En sonTeğmen Mehmet Ali Çelebinin telefonuna yapılan tertip de "sehven yapıldı" diye açıklanınca TV kanallarında sıkça yer buldu.
Oysa bu davada "sehven" tarihçesi bir hayli eski ve zengin. Sadece birkaç örnek vermek istiyorum: Sehven - 1: 12 Haziran 2007 tarihinde Ümraniye savcılığı, nöb. Sulh Ceza mahkemesine başvurarak Mehmet Demirtaş ve gecekondu hakkında arama talep eder. Talepte şöyle yazmaktadır:
"Silahla müessir fiil ve tehdit suçları ile ilgili olarak ekte bir dosya vardır."
Bunun üstüne bir de patlayıcı madde bulundurmak suçu eklenmiştir. Adres bölümünde ihbarcının kullanımında olan gecekondunun adresi yazmaktadır. Polisin elinde M.Demirtaşın ikametgâh senedi de vardır.
Ama adres olarak gecekondu yazılarak orada oturuyormuş gibi gösterilir. Bu mahkeme kararında ne yazdığını sanıklar gizlilik nedeniyle ancak 16 ay sonra öğrenir.
Derhal mahkemeye sorulur,
"şu müessir fiil ve tehdit dosyasını gönderin de biz de öğrenelim."
denilir.
İlk cevap buradaki savcılardan gelir:
"Yanlışlıkla yazılmış"
Oysa buradaki savcıların Ümraniyedeki bir yanlışlığı bilme ihtimali yoktur. Oradan gelen cevap da aynı olur: "Sehven yazıldı." .
Hâkim kararında şöyle yazmaktadır: "Evrak üzerinde yapılan inceleme neticesinde.."
Oysa ortada evrak filan yoktur. Sonuç: Organize sehven. Sehven - 2: Savcı Zekeriya Öz 15 Haziran 2007 de İst. 10. Ağ. Ceza Mahkemesine başvurmuş ve mealen şöyle demiş:
"Benim elimde silahların saklandığı yerleri gösteren belgeler ve örgüt üyelerinin telefon dinlemeleri var. Bu nedenle kısıtlılık, yani gizlilik kararı talep ediyorum."
Mahkeme aynı gerekçeyi kelimesi kelimesine yazarak kararı vermiş.
Biz 16-17 ay sonra bu belgeleri görmüşüz ve sormuşuz mahkemeye :
"Nedir bu dosyalar? Gönderin de biz de öğrenelim şu silahların saklandığı yerleri."
Aylar süren çabalar sonucunda savcılık bize 3 kez kararın fotokopisini göndermiş, ısrarlarımız sonunda beklenen cevap gelmiştir. Savcılık şöyle demektedir:
"Elimizde öyle belgeler yoktur, o yazı matbu olarak bilgisayarda kalmıştır."
Yani sehven oldu demektedir, ama özür kabahatten büyüktür.
Çünkü kaldıysa savcının bilgisayarında kaldı. Hâkimin kararında aynıyla ne arıyor? Savcı sehven yazmış, hâkim de sehven getirin şu dosyaları dememiş. Aynı gerekçeyi yazarak sehven karar vermiş.
O karar yüzünden belgeleri göremedik, ama yandaş basın günü gününe yazdı.
Sonuç: Organize sehven. Sehven - 3: İddianamede şöyle bir beyan var:
"Sanık Ali Yiğitin beyanında; bunlar Danıştaydan kalan bombalar, derin devletin bombaları "
dediği yazmaktadır. Oysa sanığın hiçbir ifadesinde böyle bir beyanı yoktur.
Savcılığın iddianamede yüzlerce kez kullandığı bu beyan hiç söylenmemiştir.
Sonuç: Organize sehven. Sehven - 4: İddianamenin bazı sayfalarında şöyle yazıyor :
" Şubemizce yürütülen çalışma neticesinde... "
...Yani iddianameyi polis yazmış. Savcılığa burada defalarca soruldu , " Nedir bu? " diye.
Cevap, sehven...
Yani polis sehven yazmaması gereken iddianameyi yazmış. Yazarken "şubemizce" ifadesini sehven değiştirmemiş.
Savcılık da sehven aynı şeyi yapmış.
Sonuç: Organize sehven. Sehven - 5 : Doğu Perinçek'e atfedilen .....CD' den 4 tanesi aramalarda bulunmamıştı ve o dört CD suçlama konusu yapılıyordu.
O dört CD'nin yanında isimsiz ve imzasız bir tutanak vardı. Burada defalarca o CD'lerin yanındaki tutanağın kimin tarafından yazıldığının bulunması istendi. Savcı aylarca sustu. Sonunda bir gün Doğu Perinçek'in avukatları tutanak üzerinde kaligrafik inceleme istedi.
Bu talebin yapıldığı an savcı mikrofonunu açtı ve şöyle dedi :
" O yazı bana aittir, sehven yazılmıştır."
Yani o isimsiz tutanağı savcı sehven yazmıştı, aylarca da sehven susmuştu. O CD'ler de o çuvala zaten sehven girmişti.
Sonuç: Organize sehven. Sehven - 6: Polisin bomba bulduk diye düzenlediği tutanaklardaki numaralar birbirinden farklı. Oysa her tutanakta aynı bombalardan bahsediliyor olması gerekiyor.
Sorduk polise :
"Bu tutanaklardaki farklılıklar nedir? "
diye. Artık verilecek cevabı biliyorum. Sehven oldu diyecekler. Üstelik her tutanakta sehven olacak bu...
Sonuç: Organize sehven. Şimdi sizlere soruyorum:
Bunları sineye çeken vicdan nasıl bir vicdandır? Nasıl bir hukuk ve nasıl bir insanlıktır ?
Savcı, sözde evi göstereceğini taahhüt eden sanığa, evi bulamayınca kılavuzluk yapmaya yeltenir mi?
4-5 yıl yatmakla tehdit edilerek gizli tanık devşirilir mi? Daha dün burada Danıştay davasının en önemli tanığı dediğiniz bir zavallı kadını dinledik.
İlk cümlesi ,
" Ben tanıklık edecek bir şey görmedim."
oldu.
Hep beraber gördük burada, akıl hastası olduğu mahkeme huzurunda doktorlarca saptanmış. Kocasıyla arasını Ergenekon ve Jitem'in bozduğuna inanıyor. Annesinin mezarının Jitem tarafından tahrip edildiğine inanıyor.
Savcılığın o zavallı kadının ağzından çıkacak birkaç kelime için nasıl da çırpındığını gördük burada.
Savcı Taşkın kadına diyor ki :
"Gördüğünüz bir şeyi hatırlamadığınızı söylemeniz yalan sayılır." ...
Tehdide bakınız...
Burada şeyh Salih, Süleyman Esen veya küçük Salih hoca adlı kişiler birçok şeyi hatırlamadığını söyledi ama savcının böyle bir çabasına tanık olamadık.
Mesela Alpaslan Aslan, Cumhuriyet gazetesine bomba attıktan birkaç dakika sonra, yani kaçarken Küçük Salih'i aramış.
O da Süleyman Esen’i...
O dakikalarda birer dakika aralıklarla bu üç kişi arasında onlarca telefon konuşması yapılmış.
Soruyoruz Küçük Salih'e :
" Ne konuştunuz bu kadar sık ve yoğun aramalarda? " ...
Cevap veriyor :
" Hal hatır sorduk "...
" On defa mı hal hatır sordunuz, hem de birer dakika arayla? " ...
Hatırlamıyorum deyip kapatıyor konuyu. Savcı onlara hiç
"Hatırlamamak suçtur."
demedi. Ben bu kürsüde birçok celsede dedim ki ,
" Soruşturma makamları tertibin eksik kalan veya ifşa edilen yerlerini yeni soruşturmalarda ikame ediyorlar. Ne eksikse o bulunuyor."
Bakın geldiğimiz noktaya, bu tertip kapsamında yürütülen tüm dosyalarda bunu göreceksiniz.
Çünkü Türk hukuk tarihinde ilk kez dava devam ederken bir yandan da soruşturma sürüyor. Biz böyle yargılanıyoruz.
Bu bazen bir kazı ile bazen bir isimsiz ihbar mektubu ile yapılıyor.
CD mi eksik, derhal yeni bir tertiple bir CD bulunuyor.
Canlı yayınlarda Türk ordusunun mühimmat kamyonları takip ediliyor. Üzerine kamyon lastiği konmuş yerlerden cephane çıkarılıyor. Belge mi eksik, hemen gereken belgeler bulunuyor. Bunlar da derhal yandaş TV kanallarında mahkûmiyete dönüştürülmektedir.
Özellikle Samanyolu televizyonu her akşam haberlerin en az yarım saatini bu davaya ayırıyor.
O haberleri sunan adamın Fethullah Gülenin akrabası olduğu söyleniyor. Bu dava ile ve buradaki kişilerle ilgili asılsız haberleri verirken yüzündeki şehveti görüyorum.
Evet, Şehvet... O yüz ifadesinin başka bir tasviri yok. Adam bulduğu her fırsatta şehvetle sıralıyor iftiraları haber diye.
Ya da alçağın biri çıkar, baştan sona yalanlarla dolu bir kitap yazar ve biz mahkûm ediliriz gazete köşelerinde.
Kimse bizim hakkımızı aramaz, hatta kendimiz bile arayamayız. Çünkü o kadar paramız yoktur. Ben parti başkanı veya ünlü bir gazeteci ya da çok ünlü bir cerrah değilim ki benim hakkımı da savunan birileri olsun. Ünlü bir şiir vardır, son mısrası şöyle der:
Bir kemiğin ardında saatlerce Yol giden itler bile Gülecek kimsesizliğimize. Yaşlı bir babam var, 80 yaşında.
Bu zamana kadar babama diyordum ki :
"Baba, göreve gitmişim gibi düşün." ...
Babam yatağa düşmüş, geçen gün bana soruyor telefonda ,
" Oğlum Hizbullahçılar bile çıktı, hala bir gelişme yok mu? "
... Artık " Varsayalım görevdeyim" demek yetmiyor.
Dedim ki:
"Ben Hizbullahçı, katil, tecavüzcü veya pkk’lı değilim ki, beni niye bıraksınlar baba" ... Bu dava hukuka hizmet etmiyor.
Burada sanıklara arabasını kaça aldığı bile soruldu. Sana ne kime ne?
Aslında burada sorulan bu tip sorularla ustaca uzatılması sağlanan bu dava, halkımızın gözüne çekilen bir perde, damarına zerk edilen bir uyuşturucu görevi yapmaktadır.
Halk bir korku sarmalı içinde ağzını açmaya korkar hale getirilmiştir. Millet açtır, ama açım diyememektedir.
Aydınlar korkmaktadır ve gördüğü doğruyu bile açıklayamamaktadır.
Türk aydını, Türk milletine sövenler kadar bile cesaretli değildir. Bu dava bu işe yaramıştır. Stalin, Homosovyeticus insanını şekillendirmeye çalıştı.
Vahşi Kapitalizm, Homoeconomicusu şekillendirmeye çalıştı. Hiçbiri başaramadı.
Eşbaşkanın ileri demokrasisi ise, Türkiyede Homofobicusu, yani korku insanını şekillendirmeye çalışıyor.
İstiyorlar ki sövenler cüretkâr, sövülen Türk milleti ise korkak olsun.
Bakın bir örnek vereyim: Sevan Nişanyan Taraf gazetesinde yayınlanan bir yazısında şöyle diyor:
" Peki, İstanbulun her yerine iki - üç seneden beri eşek çükü gibi diktikleri o bayraklar beni neden rahatsız ediyor öyleyse? Şundan rahatsız ediyor: O bayraklar ulusun bayrağı değildir. Bir hizbin, bir siyasi görüşün bayrağıdır. Siyasi bir meydan okumadır." ... İşte bu cüret artık sınırsızdır.
Peki, kendine vatansever diyen namuslu Türk aydını, bir avuç istisna dışında benzer cesarete sahip midir?
Bu adamlara bir cevap veren çıkmış mıdır?
Bu davadaki hukuksuzlukları bile bir avuç istisna dışında kaç kişi anlatabilmektedir?
Bazıları da şöyle demektedir:
"Kuruların yanında yaşlar da yanmasın." ...
Hem siyasi iktidara ters düşmüyor, hem de aklınca haksızlığa karşı durmuş oluyor. Aydın, karşı karşıya olduğu tehdidin veya korkunun, aydın namusuna galebe çalmasına izin veremez. Veriyorsa aydın değildir. İşte bu dava Türk aydınını sinek vızıltısından ürker hale getirmeye yaramaktadır.
Sadece bayrak değildir sövgüye maruz kalan. Burada sanık olanlar anayasayı, vatanın bölünmez bütünlüğünü savunurken, bakın iktidarın en sevdiği hukukçu ne diyor :
"Başkentin Ankara olmasını bize kim sordu? Babalarımız, dedelerimiz karar vermedi bildiğimiz kadarıyla. Ankaradaki efendiler öyle geri zekâlı ki; anayasaya, hiçbir okulda Türkçeden başka dil öğretilemez diye madde koyarlar. Bunu kime sordular? "...
Cürete bakar mısınız? Artık hedef doğrudan doğruya ülke, bayrak, dilimiz, sınırlarımız.
Ona bu sorularının cevaplarını kimse verdi mi?
Kaç aydınımız şunu söyleyebildi:
" Benim dedelerim; Ankaranın Başkent, dilinin Türkçe olmasına karşı olanları, Sakarya ovasında öldürerek, yani silah ve kurşunla karar verdi. Müzakere ederek değil, kanla imzalandı karar. " Herkes Silivriye atılmaktan korkuyor. Bu dava bu işe yaradı işte...
Sayın yargıçlar da bundan istisna değil. Artık onlar da davaları AKP'nin istediği gibi sonuçlandırmadıkça tehdit altında.
Bu davaların herhangi bir aşamasında iktidarın beğenmediği kararları veren hâkimlerin başlarına gelenleri en iyi sizler biliyorsunuz. Hepsi yerlerinden alındı, sürüldü, ellerinde ****** resimleriyle...
Onların yerine yeni bir yargı kadrosu oluşturuluyor. Artık bağımsız yargıdan daha sık bahsedeceğiz. Bağımsız yargı...
Hukuktan bağımsız, vicdandan bağımsız, hatta insanlık değerlerinden bile bağımsız...
Zaten yargı dediğin bunlardan bağımsız olmalı, değil mi?
Hizbullahçıyı serbest bırakırken, beni burada yıllarca tutmalı ve onu rahatsız eden bir vicdan, zorlayan bir hukuk olmamalı.
Yargı ancak böyle ileri demokrasiye uyum sağlayabilir. Darbe yapacak koca bir örgütten sadece 8 - 10 kişi burada yıllarca tutuklu kalmalı ama kimsenin vicdanını rahatsız etmemeli.
Böyle olmalı yeni devletin adaleti... Vicdandan, hukuktan ve insanlıktan bağımsız... "Hukuk çözer " safsatasının bizi getirdiği noktadır bu.
İşte hukukun çözdüğü bu kadardır. Çünkü bu hukuk, engizisyon hukukudur, o hale getirilmiştir. Kadızadeliler hukuku yavaş yavaş bütün ülkeyi ele geçirmektedir. Aydınlar korkak, halk sinmiş, hukukçular gerici olmalıdır ki, ileri demokrasi gelebilsin.
Türkiye'yi yıkanlar, Türkiye’ye sövenlere cevap veremeyen Türk aydını, ancak kuru-yaş edebiyatı yapacak kadar cesurdur. Ülke bizzat onu yönetenlerce yıkılmaya, dönüştürülmeye çalışılmakta, bu homofobicus toplumu da korku içinde titreyerek bunu izlemektedir.
İşte bu davanın yarattığı sonuç budur. Tahliye talep etmiyorum.
Bu ülkenin namuslu aydınlarından, en azından Hizbullahçılar, katiller, banka hortumcuları kadar cesur olmalarını talep ediyorum. Sizden de vicdan, hukuk ve insanlık talep ediyorum. Teşekkür ederim. Silivri Esiri Em. Astsb. Oktay YILDIRIM
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Perş. Mart 24, 2011 1:39 pm | |
| Radikal gazetesine Ergenekon araması 24 Mart 2011 15:27Güncel 0 yorum758 okunmaA A A A A A Bu haberi yazdır Favorilerine Ekle Odatv soruşturması kapsamında tutuklanan yazar Ahmet Şık'ın yayımlanmamış 'İmamın Ordusu' adlı kitabın taslağı için polis Radikal gazetesine gitti.
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Perş. Mart 24, 2011 6:30 pm | |
| DÜNDAR'DAN GÜLEN CEMAATİNE ’’DEKLARASYON’’ ÇAĞRISI!
Milliyet yazarı Can Dündar, Ahmet Şık'ın yazdığı İmamın Ordusu kitabına yönelik toplatma kararını çok sert dille eleştirdi ve cemaate çağrı yaptı. Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan gazeteci Ahmet Şık’ın yazdığı ve yakında basılması planlanan İmamın Ordusu isimli kitabıyla ilgili olarak İthaki Yayınevi’nin İstanbul Kadıköy’deki merkezine düzenlenen polis baskını tepki çekmeye devam ediyor. Can Dündar bu operasyonun bir kırılma noktası olduğunu ileri sürdü ve Gülen Cemaati’ne yönelik bir çağrıda bulundu.
KAMYON İLE GELİP TEK KOPYAYI MÜSADERE ETTİLER
Dün gece geç saatte İthaki Yayınevi’nin Kadıköy’deki merkezine bir kamyon ile gelen polis ekipleri, söz konusu kitabın tek kopyasına el koymuş, kitabın bilgisayardaki dijital kopyasını da silmişlerdi.
AHMET ŞIK "DOKUNAN YANAR" DEMİŞTİ
Daha önce Ergenekon davası ile ilgili Ergenekon’u ve Kontrgerilla’yı Anlama Klavuzu isimli iki ciltlik bir kitap kaleme alan Ahmet Şık, gözaltına alındığı sırada gazetecilere "Dokunan yanar arkadaşlar" diye seslenmişti.
CAN DÜNDAR’DAN SERT ÇIKIŞ
Bugün CNN Türk’te Ayşenur Arslan’ın hazırlayıp sunduğu Medya Mahallesi programına konuk olan Can Dündar, yayınevi baskınının bir kırılma noktası olduğunu ileri sürdü ve şöyle dedi:
"Ben bütün namuslu yayınevlerinin bu kitabı yayınlamak için girişimde bulunması gerektiğini düşünüyorum. Eğer kitabın bütün kopyaları silinmediyse cesaret sahibi Yayınevleri bu kitabı yayınlamalılar. 5 yayınevi olsa yeter. Eğer kitap tamamen silindiyse çok daha önemli. O kitabın içinde devleti harekete geçiren çok önemli bir şey var demek ki. Onun ne olduğunu biz gazeteciler bulmalıyız. Neyse o onu bulmamız lazım. Ve bunu yeniden kitaplaştırmak gerekiyor."
GÜLEN CEMAATİNE ÇAĞRI
Can Dündar progamda bir de ilginç çağrı yaptı. Sözü edilen kitabın Gülen Cemaati ile ilgili bir çalışma olduğunu hatırlatan Dündar, "burada herşey bir cemaat adına yapılıyor" dedi ve şöyle devam etti:
"Cemaatin de çıkıp konuşması lazım. Bu operasyonların ne kadarı onlar adına yapılıyor. Ne kadarı onlara rağmen yapılıyor. Ben oradan da bir tavır, bir deklerasyon bekliyorum. Diyalog, ılımlılık mesajları verildiği bir ortamda onlar da rahatsız oluyordur belki. Yaşananların ne olduğu belli. Kitabın muhatabı belli. Onlar da bir şey söylemek zorunda."
24.03.2011 15:51:00 | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Perş. Mart 24, 2011 6:35 pm | |
| [color:2a2e=red]"Cemaat"i ilgilendiren bir kitap, eski adı "Devlet Güvenlik Mehkemesi" olan bir kurum tarafından, veya o kurumda görev yapan bir savcı tarafından, daha piyasaya çıkmadan, içinde ne yazdığı bilinmeden, toplatılıyor, yasaklanıyor...
DGM, bir cemaati korumaya almış oluyor.
Ve bu kitabın toplatılma gerekçesi de ilginç, "Ergenekon'un propagandası"...
Yani, Ergenekon Cemaat'e karşı propaganda yaparken, DGM buna karşı tavır almayı, bunu önlemeyi kendisine görev addediyor. Cemaatin devletleştiği, devletin kurumlarını ele geçirdiğine bundan daha güzel misal olabilir mi?[/color] | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Perş. Mart 24, 2011 6:43 pm | |
| Ergenekon psikolojik operasyonu nedir?
Prof.Dr. Ümit Özdağ'ın düşündürücü analizi... Ümraniye soruşturması ve yargılamalarını politik ve psikolojik bir savaşa dönüştüren ve bu amaçla kullanan sürecin amacı nedir? Bunu anlamanın yolu Ergenekon psikolojik operasyonunun arka planını incelemektir. 2000 Yaz’ında Amerikan Kara Kuvvetlerinin dergisi olan Parameters dergisinde Dr. M. Robert Hickok’un “Yükselen Hegemon” adlı çok önemli bir makalesi yayınlanmıştır. CIA ve Amerikan Hava Kuvvetleri istihbaratında da çalışan Türk ordusu konusunda uzman Hickok Türk Ordusunu şiddetle eleştirdiği makalesinde şöyle demektedir: “Modern silahlara ve gelişmiş kabiliyete sahip olan Türk Ordusu, ülke içinde kültürel ve anayasal gücünde önemli değişiklikler yapılmadıkça, ne kısa vade de komşularına ne de uzun vade de Türkiye halkına rahat yüzü gösterecektir.” Demek ki, Türk Ordusu’nun kontrol dışına çıkması ABD’deki bazı çevreleri rahatsız etmiştir. Kasım 2007’de Başbakan Erdoğan ve Başkan Bush arasında yapılan toplantıda “Ergenekon operasyonuna başlanması” kararı çıktığını Hükümete yakın gazeteci Fehmi Koru yazmıştır. Yine AKP Hükümetine çok yakın olan ve operasyonu şiddetle destekleyen Mehmet Altan, İhsan Dağı, Ergun Babahan, Yasemin Çongar gibi isimler yazılarında “Ergenekon Operasyonu Nedir?” sorusuna “Dünya sistemi, ABD, NATO, birlikte Ergenekon’u tasfiye ederek Türkiye’yi tedavi ediyor” cevabını vermişlerdir. Peki Ergenekon Operasyonunun Hedefi Nedir? Aslında Dr. Hickok’un makalesinden çıkan cevap, Ergenekon operasyonunun amacının TSK’nın kültürel ve anayasal gücünün tekrar tanımlanması ve NATO dışında bağımsız hareket etme yeteneğinin ortadan kaldırılmasıdır. Ancak amaç sadece bu da değildir. Cüneyt Ülsever, Ergenekon Operasyonunun amacının “kurucu unsurlarının Türkler olmadığı yeni bir Türkiye’nin formatlanması” olarak ortaya koymaktadır. Benim bundan anladığım Anayasanın ilk dört maddesinin değiştirilerek, Türkiye’nin federal bir devlete dönüştürülmesi sürecidir. Anayasa seçimlerden sonra değiştirilecektir.
Ülsever, ayrıca Ergenekon Operasyonu sürecinde dört temel operasyon hedefinden bahsetmektedir.
Bunlar, Ülsever’e göre a) Türkiye’nin muhafazakar değerlerle demokrasiyi mecz eden bir Ortadoğu ülkesi olması; b) Batı ile Doğu arasında köprü olması, c) Kemalizmin tasfiyesi ancak İslam’ın her alanda yaşandığı modern Türkiye olması, d) Türk Ordusu’nun enerjisini dışarıda harcamasıdır.
Peki kim Ergenekoncudur? Ergenekoncu olmak için ne yapmak gerekmektedir. Ethem Mahcupyan, Taraf gazetesinde 22 Nisan 2009’da bunun cevabını şöyle vermektedir: “Türkan Saylan evinin aranmasından iki gün önce şöyle demekteydi: ‘Ülkemizi sattırmayız, böldürmeyiz. (...) Bu bir itiraf. Saylan ideolojik açıdan Ergenekon’un parçası olduğunu bundan daha iyi söyleyemezdi.” Mahcupyan’a göre Ülkemizi sattırmayız, böldürmeyiz demek Ergenekoncu olmak anlamına gelmektedir. Çengiz Çandar ise "Ergenekon operasyonu olmasaydı, AKP Hükümetinin Kürt Açılımını yapması mümkün olmazdı" demektedir. Özetle, Ümraniye davasının hukuki boyutu bir yana, bu davayı politik zeminde Ergenekon psikolojik operasyonu alanına taşıyanlar, İstiklal Savaşı felsefesi üzerine kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin tasfiye edilerek yerine Büyük Ortadoğu Projesinin ürünü olan “Yeni Türkiye” yi kurmayı hedeflemektedirler.
1944 Türkçülük-Turancılık yargılamalarının amacı Türkiye Cumhuriyetinin ideolojik dönüşümünü sağlamaktı. 1923’den 1944’e kadar Türk milliyetçisi olmak her Türk vatandaşı için bir görevdi. Türkçülerin tutuklanmasından sonra 19 Mayıs 1944’de törenler vesilesi ile bir konuşma yapan İnönü, artık Türk milliyetçiliğinin Türk vatandaşları için bir görev değil, bir hak olduğunun altını çizmiştir.
Bunu takip eden aylarda tek parti CHP’nin yandaş basınında Türkçülük-Turancılık aleyhtarı büyük bir kampanya başlamıştır. Öte yandan ırkçılık-Turancılık davasından yargılananların tamamı yargılamalardan beraat etmiştir. Ancak ideolojik dönüşüm tamamlanmıştır. Bugün ise sadece ideolojik dönüşüm değil, aynı zamanda yeniden devletin kurulması gerçekleşmektedir. Dün TÜSİAD’ın yayınladığı yeni Anayasa önerisi bunun somut örneklerinden sadece birisidir.
haberiniz.com 24.03.2011 09:46:00 | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Perş. Mart 24, 2011 8:33 pm | |
| İmamın ordusu iş başında!
Haberler 24 Mart 2011 Ergenekon davası kapsamında 67 gazeteci tutuklandı bugüne kadar. Hepimizin vicdanlarını yok eden, insanlığın nerelere geldiğini gösteren bir durumla tekrar tekrar karşı karşıyayız. Suçunu hala bilmeyen, ne ile suçlandığı meçhul, suçlandıkları konuları da çürüten 67 yürekli adam..
Son olarak Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın içeri alınması ise bardağı taşıran son damlaydı. Bilindiği üzere bu iki gazeteci de, Ergenekon yani derin devlet gibi bir kavramın olabileceğini, içeri alınanların suçsuz ama gerçek darbecilerin var olduğunu ve dışarıda gezebildiğine dair yorumlar yapıyordu. Sadece davadaki hukuksuzlukları eleştiriyor, yargı sürecinin hızlanması gerektiğine inanıyordu.
Nedim Şener’in, cemaat ve polis ilişkisi, Hrant Dink suikastı gibi konularda yazdığı muhteşem kitapları vardı. Yurt içi ve yurt dışında da sayısız ödül alan Şener’in, Ergenekon’dan içeri alınması en büyük mantıksızlık ve saçmalıktı. Aynı şekilde Ahmet Şık’ta ” İmamın Ordusu ” adlı kitabı çıkartmak üzereyken içeri alınması akıllara şu soruyu getirdi;
” Bu iki insan, yazdıkları kitaplar ve yaptıkları gazetecilik mesleğinden dolayı mı içeri alındı? ”
Aslında herşey ortada. Bu iki güzel insanın niye içeri alındığı açık ve net. Ama kendini Ergenekon savcısı ilan eden Tayyip Erdoğan geçtiğimiz günlerde şu sözü söyledi:
” Ahmet Şık ve Nedim Şener yazdığı kitaplar ve gazeteciliklerinden dolayı içeri alınmadı. ”
Ardından Bülent Arınç konuştu:
‘‘ Türkiye’de hiç kimse yazı yazdığı için, kitap çıkardığı için bugüne kadar yargılanmadı, mahkum olmadı.”
Peki dün gece yarısı ne oldu?
İmamın Ordusu adlı kitabın toplatılması ve bütün nüshalarının alınması için, İthaki Yayınevi’ne polis baskını düzenlendi. Kitabın toplatılması için verilen tebligat, bu sabah internet ortamına da düştü. Ah ah nasıl korkuyorsunuz değil mi? Polis-cemaat ilişkilerinin, belgelerle ortaya çıkmasından.. Gerçekleri bütün Türkiye’nin öğrenmesinden.. Ne zaman ilginç bir baskın, tutuklama olsa Zekeriya Öz şunu söylüyor ” Terör örgütüne üyelik, yardım ve yataklık. ” Arkadaş ne örgütmüş yahu.. Ne örgütmüş ki hiç bir icraata geçmemiş ama milyonlarca, milyarlarca, trilyonlarca yazı yazmış, kitap yazmış.. Muhalif olan, gerçek gazetecilik yapan, namusu ve şerefinden ödün vermeyen kim varsa içerde ya da içeri alınması an meselesi, açıkları aranıyor.
Peki Recep Bey ve Bülent Bey ne diyecek bu duruma? 3-5 gün önce çıkıp söylediklerinin yalan olduğu, dün gece tescillendi. Bu ülkede bir gazeteci, yazdığı ama henüz basılmayan bir kitap yüzünden içeriye alındı. Biz o kitaba ulaşamayacağız.. Ama emin olun ulaşıp okusak, bu etkiyi yaratamazdınız. Artık biliyoruz içinde neler olduğunu.. Artık tahmin edebiliyoruz ne pisliklerinizin ortaya döküldüğünü.. Artık biliyoruz ki mertsen, şerefliysen, onurluysan, vatanını seviyorsan elbet bir ara yolun Silivri’den geçer!
KUTAY HAKVERDİGİL
İLKKURŞUN | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Cuma Mart 25, 2011 9:05 am | |
| Ali Bayramoğlu alibayramoglu@tnn.net25 Mart 2011 CumaŞık'ın basılmamış kitabıyla işlediği suç! Toplumsal ve siyasal konulara değen, anlamayı, kavramayı hedefleyen çalışmalar, sadece bilgiyi üretmezler, aynı zamanda bir bakış açısına, bir tavra sahip olurlar. Bu, doğal bir düşünce ve siyaset eylemidir... Benim askerle ilgili yaptığım çalışmalar örneğin, bunların hepsi, askerin siyasi işlevini sorun olarak tanımlar, aynı zamanda bunun geriletilmesini hedefler. Bugün her tür kaynağı kullanan bu çalışmalar orduyu yıpratmaya çalışan örgütsel bir faaliyetin aracı ve delili kabul edilse, toplatılsa, ben tutuklansam, buna ne ad vermek gerekir? Yanıtı tersten verelim ve bir söylediğimizi tekrar edelim: Demokratik ülkelerde siyasi ya da dini bir örgütlenmeyi veya hükümeti meşru araçlarla yayın yoluyla, konuşarak, ilişkiler kurarak, kitap yazarak ya da kollektif yolla etkisizleştirmek temel olarak "siyaset yapma" eyleminin içine girer. Bu tür faaliyetleri niyetten ve siyasi pozisyondan yola çıkarak, "gayri meşru yıpratma" olarak tanımlamak, "gizli örgüt üyeliği" içinde ele almak otoriter bir işlemdir. Gazeteci Ahmet Şık bir önceki Ergenekon operasyonu dalgasında tam da bu çerçevede tutuklanmıştı. Kendisine sorulan sorular, hakkındaki iddialar kitap yazarak suç işlediği, talimat alarak kitap yazdığı yönündeydi. Bu durum dün açıkça ve tümüyle teyit edildi... Polis mahkeme kararıyla Ahmet Şık'ın evine geldi ve yazdığı, ama henüz basılmamış kitabın kopyasını istedi. Radikal Gazetesi'ne gitti oradaki kopyaya el koydu. Mahkeme kararından bir bölüm şöyle: "Kitap taslağının önceden hazırlanıp daha sonra örgütte etkin konumda bulunan Soner Yalçın'a gönderildiği, kitap üzerinde yazdığı notların talimata dönüştürülerek Ahmet Şık'tan elde edilen kitap taslağında uygulandığı, Ergenekon Silahlı Terör Örgütü talimatlarıyla bu kitabın yazdırılmaya çalışıldığı, kitap içeriğinde açıkça terör örgütünün ve amacının propagandasının yapıldığı, suçu ve suçluyu övme, adil yargılamayı etkilemeyi teşebbüs suçlarının da örgüt talimatları çerçevesinde kitaba konu edildiği ve örgüt talimatlarıyla kitabın bastırılarak sansasyon ve dezenformasyon yapılmasının planlandığı, yargılanan örgüt üyelerine de bu suretle moral ve motivasyon verilmeye çalışıldığı... Savcının talimatından bir bölüm ise şöyle: "İmamın Ordusu isimli doküman ve tüm nüshalarına veya kitap taslağına, 3. kişilerde bulunan nüshalarına, kitap haline dönüştürülmüşse suretlerine içerik olarak aynı mahiyetteki evrak ve tüm nüshalarına el konulmasına ve muhafaza altına alınmasına şüphelinin avukatına da bir nüshasını verdiğini beyan ettiğinden avukatındaki nüshalara da el konulmasına mahkeme kararına rağmen vermeyen veya vermek istemeyenlerin ellerinde bulunan nüshaların temini için gerektiğinde arama ve el koyma kararı talep edilmesi bulunması muhtemel diğer adreslerin tespit edilerek bu adresler için de arama kararı talep edilmesi aksine davranışın hem CMK 124 hem de örgüte yardım suçunun oluşturacağının bildirilmesine..." İnanmak zor... Söz konusu olan suç aleti bir kitap... Üstelik henüz yayınlanmamış bir kitap... İnanmak gerçekten zor... Bir kitap taslağı suçlu olduğuna dair şüpheler olan bir başkası tarafından edinilmiş diye bu kitabı onunla bağlantı içinde yazılmış kabul edeceksiniz... Kitap Ergenekon davası ve soruşturmacılarını eleştiriyor diye yazarını ve kaynaklarını Ergenekoncu terör örgütü üyesi sayacaksınız... Kitap taslağı üzerine alınmış, "şunu ekle, bunu çıkar, sor, vs" gibi son okuma notlarını, bir örgüt talimatı olarak değerlendireceksiniz... Ve basılmamış kitabınızın nüshaları toplatılacak, nüshaları bulundurmak örgüt üyeliğine girecek... Demokrasiden, hukuk devletin söz ediyorsak, bu gerçekten fazla, çok fazla... Ergenekon hukuki ray üzerine otursun diyoruz, ama makas giderek açılıyor... Kimileri için Metropoll'ün yaptığı son siyasal durum araştırmasında ortaya çıkan şu bulgunun altını özellikle çizmek gerekiyor: "Bu davaların hakkaniyetle yürüdüğüne inananların oranı (%32), inanmayanların oranından (%46) daha düşüktür. AK Partili seçmenlerin de %27'si bu davaların hakkaniyetle yürümediği şeklinde bir inanca sahiptir..." | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Cuma Mart 25, 2011 9:13 am | |
| Zulmedenin sonu yakındır!
Akıbeti hiç de hayr değil.
Kumandan'a yaptıkları telegram işkencesi devam etmekte. Bu bile onların melanetini anlatmaya yeter aslında.
Şimdi, bütün mahlukatın kendilerine şakşakçılık etmesini istiyorlar, aleyhte konuşana ise, "söyletmen vurun" siyorlar. Yayınlanmamış bir kitabın toplatılmasının başka bir manası yok. Söyletmen vurun. Tarih bu çığlığa bir çok kez şahit oldu ve her defasında da sahibinin ibretlik sonunu da kaydetti.
Sokrat'ı yok edenler, baldıran zehiriyle katledenler, hiç değilse konuşmasına müsaade etmişlerdi.
Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar, bu Ergenekon davası mazlumları, fiikirlerindeki büyüklükten dolayı değil de düşmanlarının aşağılara inmedeki, seviyesizliklerindeki, hakikatin ırzına geçmedeki sınır tanımaz cüretlerinden dolayı tarihe geçecekler belki. Öyle ya, Allah Firavununlara bir sivrisineği musallat eder mi, eder! | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Cuma Mart 25, 2011 10:19 am | |
| Hani sorulmuştu ya, ODATV'ye niye bu kadar sahip çıkıyorsun diye...
İşte, mesele ortaya çıkıyor.
Ne demiştik, mesele ODATV'ye sahip çıkma meselesi değil, mesele düşmanın saldırısını en uzak noktada kesebilme, önleyici tedbir meselesi.
Saldırı nerden gelirse, gardını ordan kaldırırsın. Yok, ben iillla bu gaardı kaldırırım, gard kaldırmak için de yumrukların burdan gelmesiini beklerim dersen, hapı yuttun. "Seyirci" ederler adamı, sonra sıra sana geldiğinde, geçmiş ola.
Adamın kiitabını toplatma gerekçesini görebilityor msunuz?
Toplatma gerekçesindeki saikleri?
Buna iistinaden, herkesin kitabı toplanabilir, bu tam bir keyfilik.
BUna dayanarak, K'nın yazmaya çalıştıkları, yazdıkları da toplanabilir. Adım adım gelen bir şey. BU çok tehlikeli bir süreç, bu süreç, bu anlayış bir kez yerleşirse, zararının en çok hakikati dilllendirmeye çalışanlara olacağı, o hakikati de kimin temsil ettiği malum.
Yani?
Yani aslolan iman, iifadesinde mündemiç mücadele stratejisi çerçevesinde, ODATV'ye müdafaa eder gibi görünürken, aslında esas hasma karşı duruyor vee haliyle K'yı müdafaa etmiş oluyoruz. Onun söz söylem hakkı elinden alındıktan sonra verilecek mücadelenin pek bir faydası olmayacağının şuuruyla.
İşte, siyasetyin ilim ve sanat cephesinde ele alınması gerektiğini söylerken, böylesi bir yüksekten kuşbakışı bakabilecek şuur seviyesine de işaret etmekteydik.
İş olup bittikten sonra karşı durmaya çalışsan ne ki?
İşte görüyoruz, iş işten geçtikten sonra, "vay be, hayal kırıklığına uğradık, telin ediyoruz" ifadeleri gırla...
Devrimci, ihtmaller aleminin mihrak noktasını yakalayan ve tedbirini, anlaşılmasa da peşinen alandır. Liderlik de bu değil mi?
Bu dava binlerce kahramana ihtiyaç duyuorsa, ve bu kahramanlık da işin işe, işin de adama, adamın da adama bağlılığı çerçevesinde, örgütsel bir planda tahakkuk edecekse. Ki, işte Metris misali ortada.
Şimdi burda nerye geldik?
Hani Mirzabeyoğlu'na özgürlük sitesiyle ilgili olarak, vertes'e anlatmaya çalıştığım, mücadelede aksiyon teşebbüsleri, sistem içerisinde ifade ettiği yere göre, birbirine nisbetle kıymet ifade ederler. Mesele, o yeri ve değerini tesbit, "güzel"in ne kadar güzel olduğunu bu gösterir. Bu çerçevede bir değerlendirme olmazsa, herkesin kendi yaptığı faaliyeti merkezi faaliyet olarak görmesi kaçınılmaz olur. cepheler halinde mücadele ederken, herkes kendi faaliyetinin yerive değerini kendisi takdir etmekle, aynı zamanda bu varoluşa, ben kimim sualinin şahıslarımızda cevaplandırılmasına dair bir hamle belirtirken, diğer yandan da bu birbirine göre farklı fonksiyon ve değer ifade eden faaliyetler otomatik olarak bir hiyerarşik bünye oluşturacaklar. Alakasız gibi görüse de bütünlük şuuruylla hareket edecekler. Daha önceki bir misalimde, cephe esprsini, atom altı parçacıkalra benzetmiştm. Aynı misal üzerinden gidecek olursak, atomaltı ipliksi parçacıklar belli bir karakter belirmese de bu karasız yapıdan nasıl kararlı bir bünyenin teşekkül ettiği ilgilisinin hayretini şayandır. Organizma, ipliksi parçacıklardan daha üst yapılara doğru yükseldikçe, karar kendini gösterir. Yani, varlığın tezahür ettiği seviyelere göre, karar da gerekmektedir. Bütünlük şuurundan pay almış ipliksi parçacıkların tessbiti ve teşhisi süreci neticesinde, kararlı bir organizmaya geçişin muhakkak olduğu bedahet. Ki, K'nın, "tecrübe edilmiş" ifadesi de buna dair. "Tecrübe" edilmek ne demektir, mücadelede tecrübe'nin karar almadaki yeri ve fonksiyonu nedir? Tecrübe sahibi iile tecrübe sahibi olmayan veya farklı ilgi alanlarında olanalrın farklı tecrübelerinin ifade ettiği manalar nelerdir? | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Cuma Mart 25, 2011 8:06 pm | |
| [color:aae2=#000000][font:aae2='Times New Roman'][color:aae2=#666666]25 Mart 2011 Cuma - [/color] [color:aae2=#545454]Akşam | GÜNCEL[/color] [img(420px,280px)] http://www.aksam.com.tr/images/news/33727.jpg[/img][b]'Öldürmedim, öldürttüler!'[/b] Özel Harekatçı Ayhan Çarkın, "Vatan için yaptığımı düşünüyordum, yanılmışım..."[font:aae2=Verdana] Çok sayıda faili meçhul olaya karıştığını anlatan eski Özel Harekatçı Ayhan Çarkın, ''Vatan için yaptığımı düşünüyordum, yanılmışım. Asıl ölen benim. Öldürmedim, öldürttüler'' dedi. Emirle faili meçhul cinayet işlediklerini, savcıya emri veren kişiler ve cinayetler hakkında bilgi vereceğini açıklayan eski Özel Harekatçı Ayhan Çarkın, STAR'a Türkiye'nin faili meçhullerle dolu karanlık dönemlerine ilişkin çarpıcı açıklamalar yaptı. “Öldürülen aslında benim. Sorumlu olduğum olaylarda ölen insanların yakınlarıyla göz göze gelmek istiyorum. Öldürmedim ben, öldürttüler” diyen Çarkın, girdiği her çatışmanın ardından Çatladıkapı'da bir fidan diktiğini, oradaki fgidan sayısının 400 olduğunu söyledi. Susurluk hükümlüsü Ayhan Çarkın, üç saate yakın süren görüşmemizde çarpıcı bilgilerin yanı sıra çok sayıda isim telaffuz etti, olay anlattı. İddia düzeyindeki bu açıklamalarla kimseyi zan altında bırakmamak için bazı isim ve olaylara yer vermedik. İşte Çarkın'ın çarpıcı açıklamaları: [b]Sanki sadece Topal öldürüldü?[/b] Öldürülen aslında benim. Sorumlu olduğum olaylarda ölen insanların yakınlarıyla göz göze gelmek istiyorum. Öldürmedim ben, öldürttüler. Alıp başlarına götüreceğim. İşkencede öldürülüp gömülenler var. Sorumlu olduğum olaylarda insanlarla karşılaşmak zorundayım. ‘Affedin' demeyeceğim. ‘Oldu ama neden oldu' diye anlatacağım. Katil ayrı, olayın neden olduğu ayrı. Nedenini açıklayacağım. O ölümleri madalya gibi göğsümde taşıdım. Namus abidesi gibi gezmedim. Ömer Lütfi Topal olayını en son sormalı bana adalet. Bu kamuoyu sanki hiç kimse ölmemiş de sadece Topal ölmüş gibi davrandı. Her şey bitmiş sanki bir tek Topal var. [b]5 polisi öldürteceklerdi[/b] Bir gün bana üç kişinin fotoğrafını gösterdiler. “Ayhan bunlar DEV-SOL'cu. Seni öldürecekler” dediler. Yıl 2005-2006'ydı. Üç-beş gün sonra resimde gördüklerim Çatladıkapı'ya geldi. Beni öldürmeye geldiklerini düşündüm. Tam elimi belime attım “Yapma Ayhan biz polisiz” dediler. Bana tuzak kuruldu. Bana 5 polisi öldürteceklerdi, beni polis katili yapacaklardı. [b]Ekip otolarını kim taradı?[/b] Bizim dönemimizde siyasi şubede çalışanların hepsi derhal tutuklanmalı ve mal varlıklarına el konulmalı. Panzer Şakir, Sarı Celal denilen ve örgüt masalarından sorumlu olanlar vardı. Ellerinde viski şişesiyle şubede dolanırlardı. Onların hepsinin sorgulanması lazım. Ben içinde olduklarımı anlatacağım. DEV- SOL masasından sorumlu olanlar da gelecek. İstanbul'da örgüt elemanından daha fazla polis öldü. Neden diye sorulsun. Ekip otolarını kim taramış araştırılsın. MİT'çilerin alınması lazım. 1989-93 arası görev yapan İstanbul'daki MİT'çiler, Marmara Bölge Sorumlusu ve örgütlerden sorumlu olan MİT'çiler alınmalı, sorgulanmalı. Canımı almadan adaleti göreyim. Bunu temizlemem lazım. Bilip de söylememek, görüp de anlatmamak kötülüklerin en büyüğü. Gidenlerin de sesiyim aynı zamanda. Yaşadığım süreç beni bu hale getirdi. Herkesemeklioldu, paralarını aldı, çekildi. Ben paranın da peşinde değilim. Ama bu vurdumduymazlıklar, hiçbir şey olmamış gibi davranmalar olmuyor. Ben herşeyi göze aldım. Ne olacaksa olsun. Artık yeter. Artık hiçbir şeyden korkmuyorum. Dediklerime yalan desinler de görelim. Ispatlayacağım. Başında durarak göstereceğim. Konuştuğumda çok zarar göreceğim. Hiçkimseyle hesabım yok. En ağır ceza verilecekse bana verilecek. [b]Kulak koleksiyonu yapan var[/b] Adli Tıp raporlarını açsınlar. Benim girdiğim çatışmalarda adama iki mermi isabet etmiştir. Bu adama 70 mermi nereden isabet etti? Ölüye işenir mi, tekme atılır mı? Şu anda emekli olan ve evlerinde kulak koleksiyonu bulunanlar var. [b]Devleti sevdim, kullanıldım[/b] Devletimi seviyordum, devletim için mücadele ettim. Ancak kullanıldım. Devlet gerçekte yokmuş. Birileri adını devlet koymuşlar, gerisi yalan. Kendi kurdukları kan devleti, kan koridoru. Köşebaşlarını, makamlarını işgal etmişler. Biz devleti korumak için bunları yaptık. Yanlış olduğunu anladığımızda artık çok geç olmuştu. Bu taşınacak bir yük değildi. Adaletin önünde her şey ortaya çıkacak. [b]Çatladıkapı'daki 400 fidan 400 çatışmanın anısıdır[/b] Yıllardır Çatladıkapı'da yaşıyorum. 19 yıl oldu. Her çatışma sonrası gider bir fidan dikerdim. Sahil boyuna 400 fidan diktirdim. Şimdi orası benim ekmek kapım oldu. Çay, kahve sattırıyorum. Ama rant olarak da çok yüksek bir yerdir. Hep orada oturdum, orada yaşadım. [b]Ben ona hatırlatırım[/b] İbrahİm Şahin (Ergenekon sanığı-Eski Özel Harekat Daire Başkanvekili) mevsimleri, günleri hatırlamıyormuş! Ben hiçbir anı unutmadım. Onu göreyim hatırlatırım. Delillerle her şeyi savcıya anlatacağım. Faili meçhul kalmış şeyleri. Ben onlar gibi değilim. Yaptıklarının arkasında dursunlar. Hangi tarihlerde nerelerde olduğumu, kimlerle olduğumu anlatacağım. Benden sonra kimler nereleri gezdi anlatacağım. Adalet bu işi göğüslerse gerçekler ortaya çıkar. [b]Göz göre göre oldu[/b] BeN Oğuz'la (Yorulmaz)AnkaraNecatibey Caddesi'nde iki adam yakaladım. Devleti sahipleniyorum ya o zaman. Onları hemen aldım. Makine Kimya Endüstrisi'nin imha planı çıktı üzerlerinden. İbrahim Şahin'e bildirdim, ‘Biz hallederiz' dedi. Sonra Makine Kimya havaya uçtu. Ne diyeceksin? Adamı veriyorsun, bir şey yapılmıyor. O adamlar salavatla odalarına girdiğimiz, şehit olsak da tabutumuzu taşısınlar dediğimiz adamlar. Hiçbir şey yapamıyorsun. [b]Sırtımız sıvazlandı[/b] Adlİ Tıp'ın bir dönemi sorgulanmalı. İşkence görenlere sağlam raporu verdiler. Sebep olduklarım var. Kader beni bırakmadı. Normal şartlarda polislikten bin defa ihraç olmam lazım. Oraya ait değildim. Beni bırakmadılar. ‘Dur' ihtarına uymadı diye çatır çatır insan öldürüyorsun mahkemelerde sırtın sıvazlanıyor. ‘Türkiye seninle gurur duyuyor' deniliyor. Avukat yazıyor, sen imzalıyorsun. ‘Demek ki devletimiz doğru, biz doğru yapıyoruz' diye düşünüyorsun.[/font] [/font][/color] | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Cuma Mart 25, 2011 8:15 pm | |
| İlk nerde gördüm Çarkın'ı?
İ. Kapucu'nun mahkemesinde, müşteki idi.
Sonra Metris'e getirdiler.
Şimdi yine ekranlarda, gazetelerde.
O, kendi dönemini anlatacak, vicdan azabından kurtulacak belki ama bu gün de işler o günden farklı işlemiyorki polis teşkilatında. Fark şu, o zaman yargısız infaz kurşunla yapılıyordu, şimdi ise medya ile itibarlar, şerefler, hedef alınıyor, yargısız infaz ediliyor.
Eğer bir hukuk mücadelsinden bahsedilecekse, önce hukukun hukuk olması lazıım değil mi? Yoksa, siyasi bir hesaplaşmadan öteye geçmez ve siyasi hesaplaşmalarda da kimin kime hesap sorduğuna bakmak gerekir. Yani Çarkın dün de yanlış taraftaydı bu gün de yanlış tarafta. Dün kendini kullandıttırmıştı bu gün de kullandıttıracak. Dün bunu vatan-millet devlet adına yapmıştı, bu gün de vicdanını rahatlatmak adına yapacak. Meseleleri sistem çapında bir fikir kadrajından değerlendiremezseniz olacağı budur. | |
| | | vertes AKINCI MOD
Mesaj Sayısı : 323 Reputation : 14 Kayıt tarihi : 14/06/09
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Cuma Mart 25, 2011 9:39 pm | |
| Hukuk sistemini daha İslami bir yapıya kavuşturma yolunda atılan adımların son göstergesi, 6119 sayılı “Özel Sektörün Geliştirilmesi İslami Kurumu Kurucu Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunmasına Dair Kanun”un, 22.02.2011 günü TBMM tarafından kabul edilmesi olmuştur. Yasa, 10 Mart 2011 günlü Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Anlaşmanın, bu yasaya dayanılarak Bakanlar Kurulu’nca onaylanıp yürürlüğe girmesiyle, Türkiye’de şeriata göre çalışacak özel sektör yasal statüye kavuşmuş olacaktır. Tüm toplumun bölündüğü gibi, “Anadolu Sermayesi-İstanbul Sermayesi” ya da “Laik sermeye- yeşil sermaye” biçiminde fiilen bölünmüş olan özel sektörün ayrışması da tamamlanmış olmaktadır.
Anlaşmanın kabulüyle, merkezi Suudi Arabistan’da bulunan ve İslami Kalkınma Bankası’nca kurulan “İslami Ticaret Kurumu”nun Türk özel sektörü hakkında karar vermesi de onaylanmış olmaktadır.
Anlaşmaya göre, bir “İslam Hukuku Komitesi” bulunmakta, bu Komite 3 din adamından oluşmakta ve kredi verilecek işletmelerin şeriat esasına göre çalışıp çalışmadığına bu Komite karar vermektedir. İslami Kalkınma Bankası’ndan kredi kullanacak işletmelerin şeriat esasına göre çalışması koşuldur. Esasen sözleşme de, İslami kurallara göre çalışan işletmelerin desteklenmesi amacını taşımaktadır.
Anlaşma’da, “İslami üretim” prosedürünü tamamlayan şirketlere İslam Kalkınma Bankası tarafından kaynak aktarılması öngörülmektedir. Buna karşılık laik esaslara göre çalışan şirketler bu olanaktan yararlandırılamayacak; böylece şirketler İslami esaslara göre çalışma yolunda özendirilmiş olacaktır.
İşte, laik Cumhuriyet’ten İslami yanı ağır basan bir düzene geçileceğini kanıtlayan bundan daha çarpıcı bir gösterge olamaz. Kuşkusuz bu sözleşme Anayasa’nın laiklik ilkesine tümüyle aykırıdır. Bunun içindir ki, siyasal iktidar 2004 yılında da sözleşmeyi TBMM’ne getirmiş, ancak siyasal iklim ve “ortam” uygun olmadığı için, tepkiler üzerine ısrarlı olamamıştır. O dönemde, anlaşmanın laik düzene aykırı olduğu yönündeki ana muhalefetin çabaları kuşkusuz yasanın çıkarılmasına engel oluşturmuştur. Ancak belirtilmelidir ki, 10. Cumhurbaşkanı’nın laik Cumhuriyet’ten yana tutumu, ordu, yargı, medya ve üniversitelerin henüz tam olarak susturulup sindirilmemiş ve ele geçirilememiş olması da, anlaşmanın onaylanmasını 7 yıl geciktiren etmenler olmuştur. Artık tüm bu etmenlerin lehe dönüştürüldüğü düşünülüp, sözleşmenin onaylanması için zamanın geldiği sonucuna varılmış olmalıdır ki, hiç çekinilmeden bu yola gidilmiştir.
Yine her zaman olduğu gibi, göstermelik bir gerekçeyle, onaylamanın laiklik ilkesine aykırı olmadığı, bunun için anlaşmaya bir çekince konulduğu söylenmektedir. Çekincede, "Anayasamız, kanunlarımız ve bağlı olduğumuz anlaşmalar hükümlerinin saklı olduğu" denilmektedir. Bu çekincenin uluslar arası hukuk yönünden geçerliliği yoktur. Çünkü, Viyana Sözleşmeler Hukuku’na göre, bir çekincenin geçerli olabilmesi için anlaşmanın özüne ilişkin olmaması gerekmektedir. Bunun yanında konulan çekincenin eylemli olarak uygulama olanağı da yoktur. Sözleşmenin özü, şeriat esaslarına uygun çalışan işletmelerin krediyle desteklenmesi olduğuna göre, hiçbir çekince bu sözleşmeyi laiklik ilkesine uygun duruma getiremez. Çünkü konulan çekince, anlaşmayı tümüyle uygulanmaz kılacak niteliktedir. Ya kredi için baş vurulmayacak, (ki o zaman sözleşmenin onaylanmasına gerek yoktur); ya da kredi için başvurulduğunda, Türk şirketinin “şeriata göre çalışılıp çalışılmadığı”na karar verilecektir.
ANAYASA’YA AYKIRILIK
Ana muhalefet partisi, anlaşmanın Anayasa’daki laiklik ilkesine aykırı olması nedeniyle, onaylamayı uygun bulan yasayı Anayasa Mahkemesi’ne götüreceğini açıklamıştır. Kuşkusuz yukarıda da belirtildiği gibi bu anlaşma Anayasa’ya aykırıdır. Ancak, iki nedenle bu girişim sonuçsuz kalacaktır.
Birincisi, Anayasa’nın 90. maddesinde, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulamaz” denilmektedir. Yani yöntemine uygun biçimde yürürlüğe konulan antlaşmalar anayasal denetimden uzak tutulmuşlardır. Aslında, Anayasa’nın 148. maddesine göre istisnasız tüm yasalar Anayasa Mahkemesi’nin denetimine bağlı olduğuna; uluslararası antlaşmaların onaylanması da bir yasayla uygun bulunduğuna göre, antlaşmaların onaylanmasını uygun bulan yasanın anayasal denetim kapsamında incelenmesi gerekir. Çünkü, Anayasa’nın 90. maddesinde anayasal denetimden ayrık tutulan hukuksal metinler, onaylamayı uygun bulan yasalar değil, antlaşmalardır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi’nin, dava açılması durumunda yasayı denetlemesi gerekir. Kuşkusuz bu denetim, yasaya içerik kazandırmak için antlaşmanın da incelenmesini zorunlu kılar. Eğer antlaşma Anayasa’ya aykırı ise, kuşkusuz antlaşma değil, onun onaylanmasını uygun bulan yasa iptal edilecektir.
Ne var ki, geçmiş uygulamalarda Anayasa Mahkemesi bu görüşe katılmamıştır. Anayasa Mahkemesi, yasayı anlamlandırmak için antlaşmanın incelenmesine yanaşmamakta, eğer yasada antlaşmanın herhangi bir kuralı için “çekince” konulmuşsa, antlaşmayı yalnızca çekince yönünden incelemektedir. Bu antlaşmada da, bir anlam ifade etmeyen çekincenin, laiklik ilkesi yönünden incelenecek bir yönünün olmadığı ortadadır.
İkinci olarak, Anayasa değişikliğinden sonra oluşturulan yeni Anayasa Mahkemesi, yapılan atamalarla, artık “iktidarın her yaptığı doğrudur” çizgisine gelmiştir. Bu nedenle de, aynı dünya görüşünü paylaştığı siyasal iktidar tarafından onaylanması uygun bulunan bir antlaşmaya ilişkin yasayı iptal etmeyecektir. Daha olumlu bir yaklaşımla laikliğe açıkça aykırı bir düzeni öngören bu antlaşma, Anayasa Mahkemesi için bir “test” niteliği taşıyacaktır.
DİĞER İSLAMİ PROJELER
Şunu da belirtmek gerekir ki, Türkiye’de ekonomik ve toplumsal yönden İslami kuralların egemen olması bu antlaşmadan önce de birçok düzenleme ile ortaya konulmuştur.
Türkiye, Bankalar Yasası’yla, sözüm ona faizsiz bankacılık olan “Katılım Bankacılığı”nın kurulmasına izin vererek, “Arabuluculuk Kurumu” kurulması için çalışmalar yaparak, “İslami bono” diye nitelendirilebilecek “Sukuk-u icara” uygulamasına geçilerek, “Aile imamlığı” projesini uygulamaya koyarak, “helal gıda standardı” geliştirerek, 24 yaşına kadar alkollü içki satışını yasaklayarak, alkollü içkilerin açıkta satışına izin vermeyerek, kamu kurum ve kuruluşlarının lokallerinden alkollü içki servisini kaldırarak, alkollü içkilere reklam yasağı getirerek ve “alkol zabıtası” uygulamalarını başlatarak zaten İslami esasa uygun yapılanmada epeyce yol almıştır.
Bunların içinde, “Arabuluculuk Kurumu” çalışmalarının, “İslami bono” ve “aile imamlığı” uygulamalarına geçilmiş olmasının İslami yapılanma yolunda önemli adımlar olduğunu belirtmek gerekir.
Siyasal iktidarın totaliter (bütüncül) yanını ortaya koyan bu örnekler, toplumun tüm kesimlerini İslami ağırlıklı olmak üzere yeniden düzenlemek ve İslami hukuka geçişin yolunu açmak için gösterilen çabalardır. Toplumun her kesimi üzerinde, belli bir dünya görüşünün kabulü için baskı kurulmaktadır. Hani başlangıçta “Türban sorunu kurumsal ve toplumsal mutabakatla çözülür” denilmişti ya, o söz aslında tüm siyasal yapının değişimi yönünde söylenmişti de biz görmemiştik. Çünkü onun öncesinde, “Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor, diye! Yahu bu millet istedikten sonra laiklik tabii elden gidecek” söylemini ihmal etmiştik. İşte tüm kurumlar ele geçirilip “kurumsal mutabakat” sağlandıktan sonra, sıra toplumsal yapının daha İslami bir niteliğe kavuşturulmasına gelmiştir.
“Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanun Tasarısı”yla, özel hukuk ilişkilerinde yargı ve hukuk devreden çıkarılmakta, bu ilişkiler “halk konseyleri”ne bırakılmaktadır. Yargıçsız ve avukatsız, tümüyle siyasal iktidarın denetiminde “özel bir yargı” düzeni oluşturulmaya çalışılmaktadır. Amaç, uyuşmazlıkların çözümünü, İslami kuralları uygulayacak tarikat ve cemaatlere bırakmaktır. Oysa, AİHM’nce de belirtildiği gibi, (RP davası) ikili hukuk düzeni ve şeriat hukuku demokrasiyle bağdaşmamaktadır. Ama kuşkusuz bu durum, yönleri İslami yapıya dönük, ama ağızlarında “ileri demokrasi” olanları hiç mi hiç ilgilendirmemektedir.
İslami yapılanma konusunda atılan bir başka örnek, “Sukuk-u icara” uygulamasının başlatılmasıdır. Bu bir “İslami piyasa” araçıdır. Hükümetin (Sermaye Piyasası Kurulu) İslami araçlara izin vermesiyle Kuveyt Türk Ağustos 2010’da, 100 milyon dolarlık ilk “sukuk” ihracını yapmıştır. Görülen ilgi üzerine ikinci parti sukuk ihracının 500 milyon dolarlık olacağı açıklanmıştır. Sukuk Arapça’da “sertifika” anlamına gelmekte, kısaca “faizsiz bono” olarak tanımlanmaktadır. Bono benzeri bu araç, faizi yasaklayan İslam hukuku ilkelerine uyan menkul kıymet olarak bilinmektedir. (Cumhuriyet, 10.03.2011)
AKP Hükümeti, “İslami Esaslara Uygun Bono” çalışmalarını 2003 yılının başlarında başlatmıştır. Faiz yerine “kar payını” esas alan İslami bono çalışmalarına Kuveyt Türk ve Albaraka uzmanları da katılmıştır. Kuveyt Türk daha o tarihte 500 milyon dolarlık alım için taahhütte bulunmuştur. (Milliyet, 25.04.2003, Nedim Şener)
“Aile imamlığı” uygulaması ise, amacı tam olarak ortaya koyan, İslami yapılanmanın başka bir temel taşı, toplumsal mühendislik projesidir. Uygulama, önce pilot illerde başlatılmıştır. Şimdi ülke düzeyine yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır. Bu projenin toplumsal, bilimsel ve hukuksal hedefleri bulunmaktadır. İmamlar, görev ve yetkilerini aşarak, aileleri tek tek ziyaret edecek, aile bireylerini manevi baskı altına alarak, yaşam biçimlerini daha İslami bir yönde değiştirmeye çalışacaktır. Bu projenin toplumsal yönüdür.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “daha İslami bir yapıya katkı” projesi bundan ibaret değildir. “Aile İrşat ve Rehberlik Büroları Çalışma Yönergesi” 19.03.2010 gününde yürürlüğe konulmuştur. Aile imamlığının gündeme gelmesi de bu yönerge ile olmuştur. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görevi, kuruluş yasasında “din, ahlak ve ibadet” konularında toplumu aydınlatmak olarak belirlenmiştir. Oysa bürolara, yönergeyle, bilim alanlarına giren psikoloji, sosyal hizmet uzmanlığı, avukatlık gibi konularda da bireyleri yönlendirme görevi verilmektedir. Bununla da yetinilmemekte, bürolara, görüşülen kişilerin bilgilerinin kartekslere fişlenip saklanması görevi de verilmektedir. Yani yeni bir fişleme uygulaması daha yaratılmaktadır. Bu fişlerde kişinin hangi dine ya da mezhebe bağlı olduğu, ibadetini yapıp yapmadığı, Cuma namazını kılıp kılmadığı, kadınların tesettüre uygun giyinip giyinmediği gibi bilgilerin yer almasını kim engelleyebilecektir? Belki de ulaşılmak istenen hedef budur. Ayrıca bu fişleme bilgilerinin siyasal iktidarca kullanılmayacağını kim söyleyebilir? (Prof. Dr. Şahin Filiz, Aydınlık, 16, 17, 18 ve 21.03.2011)
Kısaca, “kanaat önderi öğretmenler” yerine “kanaat önderi imamlar” dönemi başlatılmıştır.
Yapılan çalışma, birey yaşamının bilimle düzenlenmesi gereken yönlerini hedef aldığından bilimsel gerçeklikle de bağdaşmamaktadır. Çünkü, bilim alanları, yalnızca din eğitimi alan imamların tekeline bırakılmış olmaktadır. Laik hukuk düzeni de, bu çabanın sonucu yerini giderek, özellikle bireysel alanda İslami hukuk düzenine bırakacaktır. Kuşkusuz tüm bu yönler, Anayasa’nın laiklik, demokratiklik ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmamaktadır.
ODA TV Bülent SERİM
ulusalcı dinsizlerin merkezi olan oda tv çalışanı yazanı ile birlikte tasfiye-imha içerde çürütme yapılmazsa bunların amacı cunta ile başa gelip her türlü pisliklerini gerçeşleştirmek üzerine kurguludur.
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Cuma Mart 25, 2011 10:03 pm | |
| Gecenin bu saatinden sonra senle uğraşamayacağım. Kışkırtıyorsun ama bu gün çok yoğun geçti, acayip uykum var. Hadi forum milletine hayırlı geceler. Vertes'in karşısına dimdik çıkmalı. | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI C.tesi Mart 26, 2011 8:42 am | |
| Kitap internette yayınlanacak Selçuk YAŞAR / İSTANBUL - 26 Mart 2011 Ahmet Şık’ın yazdığı İmamın Ordusu isimli basılmamış kitabın kopyalarının mahkeme kararıyla silinmesine karar verilirken, önceki gün uluslararası internet alan adı (domain) satışı yapan firmadan kimliği belirsiz kişi ya da kişilerce www.imaminordusu.com isimli internet sitesi satın alındı. Aynı saatlerde aynı adla Twitter hesabı açıldı. “Türkiye’de yer yerinden oynayacak”, “Kitabı yayımlamamıza çok az zaman kaldı”, “11 Nisan 2011’i bekleyin” yazılarının bulunduğu Twitter hesabının yanı sıra internet sitesine de “Gazeteci Ahmet Şık’ın yazdığı ancak henüz basılmayan emniyet içindeki cemaat ilişkilerini konu alan İmam’ın Ordusu adlı kitabın her yerde aranan taslağına ulaştık ve çok yakında sayfamızda yayınlayacağız” diye yazıldı. Kitabın Facebook hayran sayfası da açıldı. Hesap sahipleri, “Hazırlıyoruz, biraz daha sabır, yurt dışındayız, kopyamız güvende 11.04.2011’i bekleyin!” diye yazdı. Tescil eden: Cemaat Adres: Pennsylvania ABD’deki godaddy sitesinden satın alınan www.imaminordusu.com sitesinin bilgi sorgulamasında tescil eden bölümünde “cemaat”, yönetici iletişimi bölümünde “Fethullah Gülen”, adres olarak Gülen’in yaşadığı ABD’nin Pennsylvania | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI C.tesi Mart 26, 2011 11:51 am | |
| [b]Şık ve Şener'in koğuşları arandı[/b] 26.03.2011 - 08:08 [img(220,165)] http://haber.sol.org.tr/sites/default/files/imagecache/makale_genel/images/images_106.jpeg[/img] [b]Gazeteci Ahmet Şık ve Nedim Şener'in kaldığı Silivri Cezaevi'ndeki koğuşları gardiyanlarca Şık'ın kitap taslağı arandı. Ancak bir şey bulunamadı. Şık ve Şener bu duruma tepkili. Şık, Emre Uslu'ya da yanıt verdi.[/b] Bianet'in haberine göre, hazırladığı kitap taslağı nedeniyle evi, ilişkide olduğu yayınevi, meslektaşının ve avukatının bürosu aranan gazeteci Ahmet Şık'ın Silivri Cezaevi'nde kaldığı koğuşu da gardiyan aramasından geçirildi. Savcılık tebligatının cezaevine de ulaşması üzerine bugün (25 Mart) sabah saat 10 sularında cezaevi müdürleri ve gardiyanlar Nedim Şener ve Şık'ın kaldıkları koğuşta arama yaptılar. Uygulamayla ilgili bianet'in avukatlardan edindiği bilgiye göre, kitabın nüshalarını aramak için üç hücre ve ortak alanı arayan cezaevi görevlileri, koğuştan elleri boş ayrıldılar. Şık, avukatlarına, meslektaşlarının destek için çektikleri fotoğrafların kendisine idarece verilmeyebileceğini ifade etti; "Siyasi nitelikli fotoğrafların verilemeyeceğini söylediler" dedi. Ergenekon Soruşturması çerçevesinde Şık ile birlikte 6 Mart'ta tutuklanan gazeteci Şener, muameleyi şöyle aktarıyor: "Sabah 10 gibi gelip tüm koğuşu didik didik aradılar. Savunma hakkımız, özgürlüğümüz bu kadar kısıtlanmışken bir de aramaya maruz kaldık. Zaten tam bir kısıtlılık halimiz var. Ahmet in kitap nüshalarını aradılar ama olmadığı için bulamadılar. Bence Ahmet in kitabının bir nüshası elinde olabilmeli. Kitap nüshası elinde olmadan savunmasını nasıl hazırlayacak?" Taraf gazetesi yazarı Emre Uslu'nun dünkü yazısında kaleme aldıklarına yanıt veren Ahmet Şık, "Kitabı evimdeki ve işyerimdeki bilgisayarlarımda yazdım. Tüm kitabı ben yazdım. Kitaptaki notlar bana ait. İnceleme yapılırsa bu durum zaten ortaya çıkacak" dedi. Şık'ın bir sorusu da var: "Basında çıkan haberlerden kitabın hangi tarihte Oda Tv ye gönderildiğini anlayabiliyorum. Emre Uslu başta olmak üzere bizzat savcılık ya da polis eliyle Ahmet Şık'ın Ergenekoncu olduğunu kanıtlama gayretindeki medyatörlere verilen kopyalar da savcı tarafından istendi mi?" "Sürekli demokrasiden ve basın özgürlüğünden dem vuran" Sabah, Zaman, Star ve Yeni Şafak gazetelerini eleştiren Şık, Ali Bayramoğlu dışında hiçbir yazarın kitabın taslaklarının toplatılmasına değinmemesini eleştiriyor; "Demek ki onlara göre bu Ülkede ileri demokrasi var" diyor. "Soruşturmayı yürüten polis ve savcıların, Ahmet Şık ve Nedim Şener'in Ergenekoncu olduğunu kanıtlamaya çalışanların, Ergenekon'u sulandırma hücresi olduğunu düşünüyorum. Çok gurur duyarak söylüyorum, ben Ergenekoncu değilim Sosyalistim, cemaat mensubu olanlar da gurur duyuyorlarsa çıkıp açıklasınlar." Şık, tutuklandığında taslak halinde bıraktığı kitabının ilk bölümü "Kimdir bu Gülen ve Cemaati?" olacaktı. Bu bölümde çıkan haberler üzerinden genel değerlendirmeler var. Finansal ve medya gücü vb inceleniyor. Bu ilk bölümde, Gülen'i bu hale Ordu'nun kendisinin getirdiği, Gülen'in hiçbir zaman ordu karşıtı olmadığı, örneğin 1980 ve 28 Şubat'ı alkışladığı işleniyor. İkinci bölümde, bu cemaatin TSK içinde istedikleri gibi örgütlenemeyince Emniyete yöneldikleri anlatılıyor; cemaatin emniyetteki yatay ve dikey örgütlenmesi anlatılıyor. Üçüncü bölümün başlığı "Dokunan Yanar". Kendilerine kadro açmak için cemaat komploları ile görevlerinden olduklarını iddia eden savcı ve emniyet mensuplarının hikayeleri yer alıacaktı. Son bölümde "Devrimci Karargah" ve Hanefi Avcı. Böyle bir örgütün bulunduğu ancak Ergenekon güdümünde olduğuna inanmamız istenen ancak devlet güdümündeki bir örgüt olduğu aktarılacaktı. Şık, bu bilgileri verirken Devrimci Karargah örgütü davasından yargılanan ve hiçbir şekilde örgüt üyesi olmadıklarına inandığı insanlar bulunduğunu kaydetti; "onları" ve "bu örgütün devletle kurduğu ilişkiyi bilmeden bu yapının içinde olanları" da tenzih ettiğini açıkladı. (soL-Haber Merkezi) | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI C.tesi Mart 26, 2011 12:00 pm | |
| [b]Zaman’dan olmayacak “kitap toplama” çarpıtması[/b] 25.03.2011 - 11:18 [img(220,137)] http://haber.sol.org.tr/sites/default/files/imagecache/makale_genel/images/12704.jpg[/img] [b]Zaman gazetesi, Ahmet Şık’ın kitabı hakkında alınan toplama kararını savunan haberinde, Avukat Doç. Dr. Yılmaz Yazıcıoğlu’nun tek bir cümlesini cımbızlayıp, Yazıcıoğlu’nu kararı olumluyormuş gibi gösterdi.[/b] Ahmet Şık’ın henüz yayınlanmamış olan ve emniyet içerisindeki Fethullahçı örgütlenmeyi anlattığı “İmamın Ordusu” kitabı hakkında alınan toplama kararı Türkiye’nin gündemine oturdu. Tarih boyunca eşi benzeri görülmemiş olan bu “basılmamış kitaba baskın” kararı, dün gece NTV’de Mirgün Cabas’la Her Şey programının da konusuydu. Programın katılımcılarından biri de Avukat Doç Dr. Yılmaz Yazıcıoğlu’ydu. Programda konuya ceza hukuku çerçevesinden baktığını dile getiren Yazıcıoğlu, toplama kararını eleştirdi. Mirgün Cabas’ın programda okuduğu kararı anlayamadığını dile getiren Yazıcıoğlu, böyle bir tutanakla böyle bir işin yapılmış olamayacağını savunarak, tutanağın eksik getirildiğini düşündüğünü söyledi. Yazıcıoğlu, “Elinizdeki evraklar eksik olmalı, muhakkak başka kararlar ve imzalar vardır. Ben Türkiye’de bir mahkemenin ve savcılığın böyle bir kararla böyle bir iş yapacağına inanmam” dedi. Yazıcıoğlu, kararın sonunda yer alan ve kitabın kopyasını bulunduran herkesi “terör örgütüne yardım ve yataklık etmekle” itham eden cümlenin ise alenen suç olduğunu söyledi. Kişi suçluysa gidip tutuklamak gerektiğini, değilse bir şey söylenemeyeceğini belirten Yazıcıoğlu, bu tutanağı hazırlayan savcılığın bu cümleyle tehdit suçu işlediğini ifade etti. Zaman gazetesi ise, “Mahkemenin ‘örgütsel döküman’ dediği kitap taslağı toplatıldı” başlıklı haberinde şu ifadelere yer verdi: Bu arada Avukat Doç. Dr. Yılmaz Yazıcıoğlu, son günlerde sıkça dile getirilen "Ahmet Şık, kitap yazdığı için tutuklandı" yorumlarına karşı çıktı. NTV'ye konuşan Yazıcıoğlu, bir esere kitap denmesi için basılmış ve yayınlanmış olması gerektiğine dikkat çekti. Zaman’ın aynı haberde, baskına uğrayan İthaki Yayınevi’nin daha önce Yalçın Küçük’ün de bazı kitaplarını basmış olmasını yazarak, bunu suçmuş gibi göstermesi de bir diğer kitap düşmanlığı olarak dikkat çekti. (soL - Haber Merkezi) | |
| | | vertes AKINCI MOD
Mesaj Sayısı : 323 Reputation : 14 Kayıt tarihi : 14/06/09
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI C.tesi Mart 26, 2011 1:49 pm | |
| islamiyet köle toplumların dinidir... bir toplumu sömürmek istiyorsanız şeriat size çok uygun bir ortam sunar... demem odur ki Türkiye bir köle toplumu olma yolunda... zaten arap delikanlıları da Türk kızları için uzunca süredir can atıyordu... çok yakında emellerine ulaşırlar... sağolasın AKP... seninle herşey mümkün... sağolasın TSK... iyiki milletimiz namusunu sana emanet etti... oda tv bu alıntı oda tv adlı ulusalcı dinsizlerin kısa bir yazısı
geldiğimiz nokta Ahmet Nesin’nin de dediği gibi dini temel alan bir baskı rejimidir. Her baskıcı rejim ortaya çıktığında ya saf olduklarından ya da menfaatleri icabı o rejimi destekleyen bol miktarda yağcı çıkmıştır. Bugün yerleşmekte olan dinci diktaya karşı çıkmanın bedelinin ne kadar ağır olduğu örnekleriyle ortada. Yaşadığımız çağda dini kullanarak bir topluma neler yapılabileceği İran örneğiyle ortada. Hatırlarım islami rejimin İran’da yerleşmeye başladığı ilk yıllarda aynı bizde olduğu gibi mollalar arasında sanki fark varmış gibi gösterilirdi. Yapılanların savunulacak yanı olmadığında bir molla çıkıp sanki yapılanları o da destektemiyormuş gibi, yani aynı Arınç, Günay ve diğer taraftarları gibi, 'şık olmamış', 'olanlar beni üzüyor' lafları ederlerdi. Bunun adına türkçe danışıklı döğüş derler. Amaç o an ortaya çıkan büyük tepkileri geçiştirmek, hedeflerine ulaşmakta önemli gördükleri kendilerini destekleyen saf aydınları uyutmaya devam etmek.
oda tv
bu şekilde yüzlerce yazı döküman var adam zannedilen oda tv dinazorlarının biri ikisini değil allahın izniyle hepsi içeri alınıp fare terbiyecelerince güzelce terbiye edileceği güzel günler yakındır...
azya gönüldaş oda tv bu yazılarıyla emperyalizm karşıtımı yoksa amerikanın koynuna girmek için herşeyi satmaya razı görüntümü çiziyor ben anlamadım..
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI C.tesi Mart 26, 2011 1:56 pm | |
| [quote:a4eb="vertes"]
ulusalcı dinsizlerin merkezi olan oda tv çalışanı yazanı ile birlikte tasfiye-imha içerde çürütme yapılmazsa bunların amacı cunta ile başa gelip her türlü pisliklerini gerçeşleştirmek üzerine kurguludur.
[/quote]
Sen kendine bu adamı muhatap almaycaksın, leşliği değil, dişleri muhatap alacaksın. Yoksa, iş olmaz. Yoksa, karşıdaki adamın, "Fetullah da müslüman olduğu için mslümanlar işbirlikçi, hain!" şeklinde bir genellemesi karşısında söyleyecek bir şeyin kalmaz.
Süreç içerisinde, doğru dili kullanmayı öğrenen öğrenir. Öğrenmezse, kimseye yapabilecek bir şey yok, baştan beri dedik, kimseyi müslüman yapma derdinde değiliz.
Cunta-munta, bırak onları, onlar çok geride kaldı. Korkacak bir şey yok. Bundan sonra cunta biziz. Kendinden emin değilsen, sana da diyecek bir şey yok, mücadele tarihinde yaşananlaarın ne manaya geldiğini anlamak lazım.
Böyle sahte kutuplaşmalara karşılıklı olarak düşmek, düşecek şekilde tavır almak yanlış olur. Biz, kendi tavrımızla buna müsaade etmeyelim en azından. Onlardan bir şey olur veya olmaz. Daha o noktaya gelinmedi. Biraz daha sabır. Biz bu politikayı uygulama kararı alırken, hep hesap ettiğimiz, beklediğimiz tepkilerdi bunlar. Soğukkanlı olmak lazım. bak Suriye karıştı, iş israil'le savaşaa doğru gidiyor. Ki o süreçte asıl renkler, kimlikler belli olacak. | |
| | | vertes AKINCI MOD
Mesaj Sayısı : 323 Reputation : 14 Kayıt tarihi : 14/06/09
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI C.tesi Mart 26, 2011 6:42 pm | |
| yazıp silmekten yazıp silmekten vazgeçtim sen oda tv yazar kadrosunu masum oda tv yazar kadrosu vatansever diye inan bende onları hain -çeteci-cuntacı-islam düşmanı türk düşmanı sex manyağı azgın güruh diye inanayım demekten başka bir şey yazmamaya kararverdim.. soner yalçın masum yalçın küçük masum baytok ******la porno fil çevirmedi oda tv avukatı K-danın esir edilmesi kararını vermedi artık sustum söz tamamen sende artık ben sustumm.. | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI C.tesi Mart 26, 2011 7:06 pm | |
| Ya mesele masum olmakla filan alakası yok, ne kadar vatansever olup olmadıkları da ayrı mesele.
Bu gün nasıl emperyalizm saldırısna karşı Libya'nn yanındaysam, emperyalizm saldırısına karşı durmak adına odatv'nin yanındayım.
Ha, Odatv vehmettirdiği olmayabilir, mesele değil, mesele Odatv'yi geçerlerse sırada sen ben varız.
Kumandanın esir edilmesi kararını veren verdi, sen asıl şimdiye bak, şimdi Kumandana işkence yapanlar saldırıyor ya odatv'ye...
Adam seni dövüyor, sen dün dövüştüğün adama yumruk atarak sana dayak atmaya devam edeni dövebileceğini miz annediyorssun?
Sen önce halihazırda sana dayak atana, Kumandan'a işkence yapana hesap sor önce de sıra odatv'ye gelecekse, ondan sonra gelir.
Kaldı ki odatv şu an halihazırda kumandana dayak atanlara karşı, hangi sebepten olursa olsun. Kumandan'a da karşılar belki ama, mevcut durumda odatv kumandana karşı olan, AKP ise dayak atmaya devam eden. Tamam, bırakalım AKP'yi, sövelim anasını satayım odatv'ye de diğerlerine de, o zaman kurtulur kumandan. | |
| | | | ODATV'YE SALDIRI | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|