AKINCILAR AKINCILAR FORUM |
|
| ODATV'YE SALDIRI | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: ODATV'YE SALDIRI Ptsi Şub. 14, 2011 3:42 pm | |
| Konunun ilk mesajı :
Odatv neden basıldı
Son yaptıkları haberde, Ergenekon denilerek Türkün kültürüne, orduculuğuna yapılan saldırının organizasyonunu bizzat ABD eliyle yapıldığını ve bu saldırıda kullanılan polislerin coniler tarafından eğitildiğini isbat eden video kayıtlarını yayınladıkları için.
Evet, emri veren Bush, eğitimi veren coni, uygulayan BOP Eşbaşkanı ve Fetullahi örgütün polis içindeki uzantıları.
İşte, ODATV'nin basılmasına sebep haber:
İŞTE AMERİKALILAR’IN ERGENEKON POLİSLERİNE VERDİĞİ EĞİTİMİN BELGESİ
İngilizce kursuna zaman ayıramıyor musunuz? Tıklayın!
Bu görüntüler Ergenekon Davası’nın kaderini değiştirecek
14.02.2011 01:31
Karakter boyutu :
--------------------------------------------------------------------------------
Yarbay Mustafa Dönmez, Zir Vadisi’nde bulunan askeri mühimmatın sorumlusu olarak 2 yıldan beri tutuklu. Ergenekon üyesi olmakla suçlanıyor. Dönmez bugün savunma yapmaya başlayacak.
Aşağıda Dönmez’in yargılandığı davayla ilgili olarak sizi şok edecek 3 video bulacaksınız.
Ancak videolardan önce bugün davada savunmaya başlayacak yarbay ile ilgili önemli bilgiler verelim…
SAKINCALI PİYADE
Yarbay Mustafa Dönmez, TSK’nın içindeki “sakıncalı piyade”lerden. 68 kuşağından gelen bir babanın çocuğu olan Dönmez, 1980’de ODTÜ’de öğrenciydi. Üniversitede sol görüşe yakın olan Dönmez, bir eylemde yaralandı. Bundan sonra okulu bıraktı. Ailesinin desteği ile Kara Harp Okulu sınavlarına girdi. Sınavda 6. oldu. Harp Okulu’na girdi ve 1985 yılında mezun oldu.
Mustafa Dönmez, muharip değildi. Karargahta görev yapıyordu. Tutuklandığında “ikmal subayı” olan Dönmez, bugüne kadar milyonlarca liralık satın alma gerçekleştirdi ve bilinen usulsüzlüğü olmadı. Aziz Nesin’den Attila İlhan’a kadar pek çok isimle tanışıklığı olan Dönmez’in kendisinin de pek çok dergi de yazısı çıktı. Dönmez’in son yazısının başlığı “Mustafa Kemal ve Tam Bağımsız Türkiye”. Dönmez’in yazdığı dergi, tutuklanmasının ardından kapatıldı.
Peki Dönmez’in başına bunların gelmesini sağlayan başka bir özelliği var mı?
TSK’DAKİ CEMAATE KARŞI
Mustafa Dönmez, orduda cemaate karşı kişiliği ile biliniyor. Cemaate mensup pek çok subayı deşifre eden Dönmez, TSK içinde mevcut yapılanmanın ev toplantıları ile örgütlendiğini ortaya çıkardı. Cemaate alternatif olarak TSK’da kültür çalışmaları yapan Dönmez’in hayatı 2009 yılının Ocak ayında önce Sapanca’daki yazlık evinde, ardından da orada bulunan bir kroki aracılığıyla Zir Vadisi’nde askeri mühimmat bulunduğu iddiasıyla değişti. Dönmez bu nedenle tutuklandı.
Şimdi size Dönmez’in adının gündeme gelmesine neden olan Zir Vadisi kazılarıyla ilgili üç görüntü izletelim…
AMERİKALILAR KURS VERDİ
İlki Zir Vadisi’nde bulunan bir mühimmat ile ilgili. Bombanın adı “datasheet” okunuşu “detaşit”. Zir Vadisi’nde bulunan malzemenin içinde çıkan bu bomba türünü Türk polisi tanımaz diyebilirsiniz. Gerçekten de polisin bu bombayı aldığı eğitimle tanıması mümkün değil. Ancak aşağıda izleyeceğiniz görüntülerde bu bombayı tanıma konusunda polisin Zir Vadisi kazısından sadece 2 gün önce Amerikalı uzmanlardan eğitim aldığını bizzat polislerin ifadesi ile izleyeceksiniz.
İzlemek için görseli tıklayın
İnsan sormadan edemiyor. Polis iki gün önce ABD’lilerin aldığı eğitim sayesinde tanıdığı bombayı iki gün sonraki kazıda nasıl buluyor? Bu ne tesadüf. Mustafa Dönmez de kazının olduğu gün Zir Vadisi yakınlarındaki 5 ABD’li istihbaratçının ne işi olduğunu soruyor haklı olarak?
Bu kadar değil…
YOUTUBE’A BİZDEN ÖNCE KOYMA
Aşağıda izleyeceğiniz görüntülerde ise polis, Amerikalı eğitmenlerine “Abi” diye hitap ediyor. Ve içlerinden biri cep telefonuyla mühimmatın görüntülerini çekiyor. Bir diğer polis çeken polisi uyarıyor: “Youtube’a bizden önce atmayın!” (Mühimmatlarla ilgili bir başka polis videosu haberimiz için tıklayın )
İzlemek için görseli tıklayın
Mühimmat ile ilgili olarak ilginç bir ayrıntı verelim. Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin başına gelenlerin bir benzeri Yarbay Mustafa Dönmez’in de başına geliyor. Polisin gönderdiği belgelerde Dönmez’de bulunduğu hakkında rapor verilen 472 adet merminin, gerçekte Dönmez’de bulunmadığını Emniyet mahkemeye yazdığı yazıyla kabul ediyor. Kısacası 473 mermi “sehven” Mustafa Dönmez’de bulunuyor.
MALZEME “SIFIR”
Son görüntülerimiz ise Zir Vadisi’nde bizzat kazıların yapıldığı noktadan. Kazıya tanık olan bir binbaşı ile bir başçavuşun konuşması. İkili arasında geçen konuşmadan hem bulunan malzemenin hem de kutularının “sıfır” olduğu anlaşılıyor. 7 Ocak 2009 günü yapılan konuşmada yapılan tespit, bulunan mühimmatın henüz kar görmediği hatta hiç ıslanmadığı. Sadece bir hafta önce Ankara’da okulların kar nedeniyle tatil edildiği hatırlanırsa bu biraz garip bir durum. Buradan hareketle iki asker malzemelerin “en fazla iki günlük” olduğu sonucuna varıyor. Malzemenin üzerindeki gazetelere bakıldığında ise gazetelerin de yeni olduğu görülüyor. Binbaşı kazıyı inandırıcı bulmadığını “eski kitaplar bunlar” sözleriyle gösteriyor.
İzlemek için görseli tıklayın
KAZILAR NEDEN GECE YAPILIYOR
Son olarak şunu söyleyelim. CMK’nın 118. Maddesi yapılan aramalar için şu kısıtı koyuyor: “(1) Konutta, işyerinde veya diğer kapalı yerlerde gece vaktinde arama yapılamaz. (2) Suçüstü veya gecikmesinde sakınca bulunan hâller ile yakalanmış veya gözaltına alınmış olup da firar eden kişi veya tutuklu veya hükümlünün tekrar yakalanması amacıyla yapılan aramalarda, birinci fıkra hükmü uygulanmaz. (CMK 118. Madde)” Bu kazılarda 2. Fıkraya dair hallerin olmadığı açıkça ortada olmasına rağmen, polis bu aramaların tamamını gece yapmayı tercih ediyor. Aramaların gündüz gözüyle yapılmasını nedense uygun bulmuyor.
Bugün savunmasını yapmaya başlayacak “sakıncalı piyade” Mustafa Dönmez, ne zaman ağzını açsa kendisine bir “polis komplosu” yapıldığını anlatıyor, TSK ve emniyette cemaat örgütlenmesine vurgu yapıyor.
Görüntülere bakınca Mustafa Dönmez’e “haksızsın” demek mümkün mü?
Barış Terkoğlu
Odatv.com
| |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Cuma Mart 11, 2011 8:10 pm | |
| Peki... Kumandan'a idam veren hâkim belli de, idam isteyen savcı nerde?
Ergenekon saldırılarındaki rolü ne? | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Cuma Mart 11, 2011 8:19 pm | |
| Tehlikeli adamlar Şamil TAYYAR stayyar@stargazete.com Bir süredir İçişleri Bakanlığı’nda sessiz sedasız değişiklikler yapılıyor. Önce İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek alındı görevden. Ardından Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi Başkanı Ahmet Pek... Giderayak son operasyon istihbarattan sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer üzerinden yapıldı, kızak göreve çekildi. İstihbarat ve organize suçlarla mücadele şubeleri, son yıllara damgasını vuran Balyoz ve Ergenekon gibi darbe davalarının en önemli lojistik üsleridir. Kimse alınmasın, incinmesin bu değişiklikleri pek hayra yormadım. Daha önce görevden alınan bazı üst düzey emniyet görevlileriyle Hanefi Avcı’ya kadar uzanan hattın yeniden canlandığı ve sonuç almaya başladığını görüyoruz. Sonuç alabildiklerine göre, bir vesileyle ilgili siyasi otoriteyi ikna edebildikleri anlaşılıyor. Bu çarpık yapılaşmanın, Ergenekon ve Balyoz sürecine zarar verme ihtimali üzerinde durulmalı, gelişmeler kaygıyla izlenmelidir. Sözüm meclisten dışarı; derin yapının Susurluk’la milliyetçi, Ergenekon’la solcu yüzü deşifre olurken, muhafazakar hüviyeti hala canlılığını koruyor. Muhafazakar kesime serpiştirilmiş derin görevliler, bahar dönemini yaşıyorlar. Bunlar namaz kılarlar, oruç tutarlar, fakat her türlü pisliğin de içinde olurlar. Günde beş defa alınları secdeye varan insanların Allah korkusundan çekineceğini düşünürsünüz, öyle fütursuzdurlar ki mütedeyyinleri kandırmayı başarırlar. Misal; bugün Odatv veya Sözcü Gazetesi’ne en büyük servis bu hat üzerinden işletilir. 59 yıldır gündemde Laf lafı açıyor, dün gazete manşetlerine yansıyan Hüseyin Üzmez haberlerine bakın, her yerinden iğrençlik akıyor. Efendim, gerçek gazeteciler içeriye atılırken, Hüseyin Üzmez serbest bırakılıyormuş, kamuoyu tepkisi yanlış anlaşılmış! Dalgayla karışık bu haber ve yorumlara kaynak oluşturan zatın geçmişine baktığınızda ise bohça hayli kabarık, insanın içinden “Özel Harp elemanı gibi” diyesi geliyor. Biliyorsunuz, 1952 yılında henüz lise öğrencisiyken Gazeteci Ahmet Emin Yalman’a suikast girişiminde bulunmuştu. Bu eylem, yakın tarihimize “ilk sağ (veya İslamcı) eylem” olarak geçti. Eylem tarihi, dikkat çekicidir; birincisi Türkiye’nin NATO’ya girdiği, ikincisi DP iktidarına karşı “sivil dikta” ve “irtica hortluyor” yayınları üzerinden darbe senaryolarının pişirilmeye başlandığı tarihtir. Üzmez’in savunması özetle şöyle: “Yalman’ı dini akidelerimi zedeleyen yazılar yazdığı için öldürmek istedim.” Bu ifadeyi bir yerden hatırlıyor musunuz? Mehmet Ali Ağca, Alparslan Arslan ve Ogün Samast’ın cinayet sonrası açıklamalarına bakın, aradaki 5 benzer noktayı bulun. -Öldürülen üç isim de partizan değil akılcıydı. -Vuran üç isim de basından etkilenerek öldürdüklerini söylediler. -Organize değil tek başlarına hareket ettiklerini anlattılar. -Milliyetçi-muhafazakar değerlerini cinayet referansı olarak gösterdiler. -Toplumun en alt katmanındaki aileleri mensuptular. Dönelim mi tekrar Hüseyin Üzmez’e? Kendini etkileyen kişinin Büyük Doğu Gazetesi Yazarı Üstad Necip Fazıl Kısakürek olduğunu söyledi. Ardından Büyük Doğu kapatıldı. Kısakürek, 1 yılını cezaevinde geçirdi. Hücre arkadaşları ise Osman Zeki Serdengeçti ve Cevat Rıfat Atilhan... Üstada bundan daha büyük ceza olabilir mi? Hiç olmazsa Mustafa Balbay’ın hücre arkadaşı Tuncay Özkan’dı. Üzmez’in “Büyük Doğu okuru” olması o tarihte “suç delili” sayılırken Kısakürek’in şu savunması hala hafızalardadır: “Kıskançlık krizi geçiren bir adamın cebinde bu temayı işleyen Othello bulunsa, Shakspear’i mezarından kaldırıp asacak mısınız?” Bu ağıda yıllarca sağır kalıp saltanat kayığında keyif çatan Ergenekoncu taifenin kulakları çınlasın. Gel gör, 59 yıl sonra “Üzmez” hala prim yapıyor. 11 3 2011 STAR | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Cuma Mart 11, 2011 8:23 pm | |
| [quote]Bunlar namaz kılarlar, oruç tutarlar, fakat her türlü pisliğin de içinde olurlar. Günde beş defa alınları secdeye varan insanların Allah korkusundan çekineceğini düşünürsünüz, öyle fütursuzdurlar ki mütedeyyinleri kandırmayı başarırlar. [/quote]
Kendini tarif etmiş olsa gerek...
İşbirlikçilik, teslimiyet...
En büyük günah, fiili olmaktan öte kalbi, cihad ve gazada gösterilen gevşeklik.
Amerikancı Ilımlı Allahsız İslamcılık da bu, imansız islamcılık.
Amerika'ya teslim olan ve Amerika'ya karşı istiklal mücadelesi vermeyi kerih gören bu yolda cihad etmeyi en aşağılık Amerikancı cümlelerle aşağılayan, cihada karşı Amerikancı cihad açan.
Mücahidlere terörist diyen...
AKP'si, Fetullah'ı, RTE'si...
MÜRTED! MÜRTED! MÜRTED! | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Cuma Mart 11, 2011 8:29 pm | |
| Amerika'ya karşı İstiklâl mücadelsi deyince, hâliyle AKP ve Fetullah'ı hedef tahtasına oturtacak, düşmanlığını göstereceksin.
Haliyle, bu işbirlikçilerin iç ve dış politik adımlarının, emperyalizmi tahkim gayesi güttüğünü, İBDA'nın önünü kesmek için her türlü kalpazanlığı yaptıklarını yüksek sesle haykıracaksın.
Hani diyordu ya Usame, mücahidler hitaben: "Siz Amerika ile savaşmak istiyordunuz, işte Allah Amerika'yı ayağınıza getirdi!"
Amerika ile savaşma isteğinde samimi miisn?
İşte, senle Amerika arasındaki tampon, Türkiye'nin Amerika ile karşı karşıya gelmesine mani olmak için iktidara getirilmiş olan Allhyolunu Kesen Parti... Hadi, madem Eemperyalizme, Amerika'ya karşı kim varsa onu destekleriz diyorsun, tavrını netleştir. | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Cuma Mart 11, 2011 8:36 pm | |
| Bu gün, senle Amerika arasındaki hesaplaşmayı engelleyen, Ergenekon saldırısına maruz kalanlar mıdır yoksa AKP midir?
Kaldı ki, daha önce de ifade ettik, tekrarlayalım ki bu insanlar, komik de olsa, Amerika'ya karşı olma iradeleri "tasdik" edilmiş insanlar. Değil mi, karşı olmak istemiyorlar demiyor, bunu yaparkenki halleri eleştirliyor... O'nın yaptığu bu analiz üzerinden kendine aksiyon imkanı arayacağına, papağanvari tekrarlamayı maharet bilenlerden olma! Hadi liderelik yap da Amerika'ya nasıl karşı olunurmuş göster. AKP'ye nasıl karşı olunurmuş göster. Nasıl Amerika ile mücadele eden kim olursa olsun desteklenmesi gerekirmiş, göster. | |
| | | vertes AKINCI MOD
Mesaj Sayısı : 323 Reputation : 14 Kayıt tarihi : 14/06/09
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Cuma Mart 11, 2011 10:45 pm | |
| mütefekkire idam cezası veren hakim ergenekon çetesinin avukatı değilmi ?? dünün hakimi bugünün ergenekon savunucusu avukat metin çetinbaş değilmi ?? oda tv adlı site kaç defa K-dana yapılan işkenceler üzerinde durdu ?? dün hakim olarak mütefekkire idam verirken hainlikte önde giden çetecilerin avukatını bugün savunmak ve onunla yan yana durmak kendi kendimizi inkar değilmidir ??
bu çeteclerin savunucusu müteekkirin idamını onayan dünün hakimi bugünün çeteci-cuntacı avukatın savunduğunun yanında olmak idam verdin seni alkışlıyorum demekle eşdeğer olmazmı ?? oda tv baskını niye bu kadar savunuluyor ?? ben gerçekten anlamıyorum ister cahil ister algı eksikliği istersen embesil diye söyle fark etmez bu dinsizler bu ülkenin vazgeçilmezimi ki ölümüne savunuluyor anlamıyorum..
oda tv savunmak bize ne ne fayda sağlıyor ?? soner yalçın -yalçın küçük -doğu perinçek - gibileri savunmak ne adına ve hangi saikle yapılma mecburiyetinden doğuyor ?? bu noktada benim bilmediğim K-danın bir görüşü var ve biliniyorsa evet denilmesi halinde amenna deyip yanılıuyrum ben hatalı düşünüyorum demekten mutlu olayım.
soner yalçın ve eski cuntacı takımı yarın serbest kalsınlar ilk yapacakları iş yeni bir cunta ile ülkeyi ele geçirerek babaları sağır ismet gibi ilk işleri camileri ahır kurana yasak birde üstüne yahudi haricinde her insandan aldıkları varlık vergisini yeniden uygulamak olacaktır..
savcı konusunda ise yukarda sormuşsun ki inanıyorum ki bu konuda sen daha iyi bilgi aktarabilirsin..
soner yalçın efendi ( Menderes’in kasasından kadın külotu çıkmasını" haber yapanlara muhalif olanlar, şimdi aynı tezgahın piyonu rolündedirler. Yazık. ******dan ve nazlı ılıcaktan özür dilediği yazısından alıntı ) buyurmuş !!!
imdi düne kadar menderese ağza alınmayacak hakaretler ederek egolarını tatmin eden bu azgın ve dinsiz cuntacı kesimi şimdide sureti haktan görünerek aldatacaklarını zannediyorlarsa büyük bir yanılgı içindedirler muhasebe kayıtlarında olan menderesin hesabı mutlaka ve mutlaka görülecektir.. soner efendi benden sana tüyo koçum sen menderesin kan bedeli olamazsın rahat ol menderesin bedeli görev başındaki iki nnumaralı yıldızlının kelepçelenerek imralıya gönderilmesi ile olacak diye inanıyorum... soner yalçın efendi birde buyurmuş kendilerine muhalif olanlar piyonmuş türkiyede yaşayan bir kısım insan her yerin piyonu olmaya razı amma sizin -laik oligarşinizin piyonu olmayacak .size bu ülkede nefes aldırmak bile bu ülkede yaşayan namuslu insanlar adına zuldür..
soner yalçın efendi ve avanesine dokunuldu ya sahip çıkmayanlar piyon kendisi ve cuntacı çetesi vatansever oh ne hoş iş bir tasda hoşaf verelim iç başka emrin soner efendi.. sana türkiyede hapishane bile çoktur seni fizanda domuzların bulunduğu bir hücrede yatırmak lazım ya neyse..
velhasılı kelam akşam akşam azya gönüldaşı kızdıracak türde basit karalama olsa da sorularımla öğrenme adına kısa notlarlada şahsi fikrimi yazmış bulundum vesselam..
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI C.tesi Mart 12, 2011 8:51 am | |
| İKLİM BAYRAKTAR’IN ODATV İLE İLGİSİ NEDİR 11.03.2011 20:25
Tırnaklarımızı kanatarak inşa edip yarattığımız haber sitesi Odatv, bugün itibarsızlaştırma operasyonuna kurban edilmektedir.
Ne yazık ki tüm TV ve gazeteler pornografi yayıncılığı yapmaktadır. Bu yayınların merkezinde Ayfer İklim Bayraktar vardır. Kendisini hiç görmedim. “Nasıl olabilir?” diyeceksiniz; İnternet haberciliği böyle bir şeydir. Ankara’da Odatv’nin bir Temsilcisi vardır: Mümtaz İdil
Mümtaz İdil yılların gazetecisidir. Edebiyatçıdır. 10’u aşkın eseri, çevirileri vardır. Tanınmış bir aydındır. Ayfer İklim Bayraktar’ın Odatv’ye yazmasında Mümtaz İdil aracılık etmiştir. Yani bizim için referansı güçlüdür.
Mümtaz İdil sadece İklim Bayraktar’a yazı yazdırmamıştır. Hukukçular Ali Rıza Aydın, Bülent Serim; milletvekili Oğuz Oyan, müzik adamı Gürer Aykal, araştırmacı Ahmet Müfit, sinema yazarı Öykü Yılmaz, gibi birçok ismi Odatv’ye kazandırmıştır.
Kimler yoktur ki Ankara’da Odatv’ye yazan; Nihat Genç, Gürbüz Evren, Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu, Doç. Dr. Nuran Yıldız, Doruk Cengiz, Ahmet Yıldız, Murtaza Demir, Yaşar Seyman ve nice nitelikli aydın insanımız…
Ayfer İklim Bayraktar nasıl İhlas yayın grubunun dergisine yazıyorsa –ki bunu yeni öğrendim- bize de dışarıdan 6 aydır yazı göndermektedir. Yazdıkları Mümtaz İdil’in editörlüğünden geçip siteye girmektedir. Odatv’ye yazdığı röportaj sayısı 20’yi geçmez.
İklim Bayraktar Odatv’nin resmi bir muhabiri değildir. Odatv’nin kimliğini ve kartını taşımamaktadır. Hiç para ödemesi yapılmamıştır. Zaten Odatv’nin çalışanları künyede açıkça yazmaktadır. Odatv’nin yazar kadrosunda adı da yoktur.
İklim Bayraktar’ın, ****** iddialarıyla ilgili bildiklerimi, yaşadıklarımı yazmak, ne yazık ki pornografik gündem nedeniyle yazmak elzem olmuştur.
İklim Bayraktar, gününü anımsamadığım Ocak ayında beni arayıp ******’la röportaj yapacağını söyledi. Çok sevinçliydi. Bir-iki gün sonra beni üst üste cep telefonumdan aradı. İşlerim yoğundu, dönemedim. Sonra telefonla arayıp röportajı sordum. Röportajı yapamadığını anlattı. Niye yapamadığını sordum.
“Bana Nesrin Baytok muamelesi yaptı” dedi. Şoke oldum. Ardından bana CHP genel merkezinden mail attı. Bir anne olarak bu olayın duyulmasını istemediğini, sadece CHP’li yöneticilere anlatacağını ama kesinlikle aramızda kalması gerektiğini yazdı. Şaşırdım…
Hemen Soner Yalçın’ı aradım, çünkü bu inanılmaz vahim bir iddiaydı. Sonra Bayraktar’ın mail’ini Soner Yalçın’a gönderdim. “Morali çok bozuk, bi arar mısınız” dedim.
Yani Bayraktar’ın iddia ettiği gibi, Gürsel Tekin Soner Yalçın’ı arayıp bilgi vermedi, ben aradım. Soner Yalçın böyle haberdar oldu. Benden İklim Bayraktar’ın telefonunu istedi, gönderdim. İşte bu sırada gerçekleşen Soner Yalçın- İklim Bayraktar görüşmesi dinlemeye takılmış…
Yani bu ağır iddianın ortalığa saçılmasına, bu telefon görüşmesini medyaya servis edenler sebep olmuştur. Bu, nedense hep gözden kaçırılıyor.
Günler geçti, İklim Bayraktar’ın iddialarını unutmuştuk. Aslında üzerinde pek durmamıştık. İklim Bayraktar, heyecanlı, tez yürekli, çok hırslı bir kişi izlenimi veriyordu bana.
Şimdi Silivri zindanında gazetelerde yazılanlara, TV’deki konuşmalara bakıyorum, kafam karışıyor. Evet, İklim Bayraktar Ankara’da bize yazı gönderen 30’a yakın isimden biriydi. Ama görüyorum ki, Odatv adını kullanarak her kapıdan içeri süzülüyormuş.
Hele hele biz tutuklandıktan sonra Kılıçdaroğlu’na gidip bir “büyük balık”tan bahsetmesini hiç anlayamadım. Saygın bir hukukçu olan Ömer Faruk Eminağaoğlu’yla yaptığı telefon görüşmesinin içeriği beni çok rahatsız etti. Böyle bir habercilik Türkiye’nin en saygın gazeteci ve yazarlarının bulunduğu Odatv’ye hiç yakışır mı?
Biz defalarca kimsenin özel hayatını, gizli telefon, video kayıtlarını yayınlamayacağımızı hep yazıp durduk.
İklim Bayraktar bunu bilmez mi? Bir kez olsun bize böyle bir haber göndermedi. Yayınlamayacağımızı çok iyi biliyordu.
Peki nedir bu “büyük balık” meselesi? Kim bu AKP’li?
Bize ne?
Ne demek Kılıçdaroğlu’ndan teyp falan istemek.
Kim bu İklim Bayraktar? Böyle gazetecilik olur mu? Odatv’yi nasıl lekeler?
Biz Silivri zindanında namuslu gazeteciliğimizin faturasını öderken şimdi bu aşağılık itibarsızlaştırma tezgahına maruz bırakılıyoruz.
12 Haziran seçimi öncesi oylarını giderek artıran CHP’ye karşı karanlık odaklar tarafından planlanan bu oyun mutlaka bozulacaktır.
Odatv adına okurlarımızdan özür dileriz; böylesine pis bir tezgahla gündeme gelmek içimizi yakıyor.
Ama, bugünler geçer, ayakta kalan sadece gerçekler olur.
Odatv’yi kimse yıkamayacaktır. İnandığımızı, gerçekleri yazmayı sürdüreceğiz. Bunu sizden aldığımız güçle yapacağız.
Bu oyunları bozacağız.
Söz…
Barış Pehlivan
Odatv.com Genel Yayın Yönetmeni
Odatv.com
| |
| | | vertes AKINCI MOD
Mesaj Sayısı : 323 Reputation : 14 Kayıt tarihi : 14/06/09
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI C.tesi Mart 12, 2011 9:25 am | |
| 12 Haziran seçimi öncesi oylarını giderek artıran CHP’ye karşı karanlık odaklar tarafından planlanan bu oyun mutlaka bozulacaktır.ODA TV GEMEL YAYIN YÖNETMENİNİN AÇIKLAMASI
konunun özü neymiş ??
küresl sionist-yahudi ikonunun partisini, sağır ismetin partisini partisini iktidara getirmekmiş ki chp genlerinden gelen cuntacılık-kadın pazarlamacılığı-islam düşmanlığı -başbakan asmak-işkence vs.vs gibi tüm insanlık dışı unsurları kullanarak halka rağmen halkçılık yaparak pol pot tarzı bir yönetim inşa etmek için inandıkları ve iman ettikleri chp başa getirmek içinmiş tüm bu numaraları..
chp -oda tv-askeriyeden ittihat terakki geleneğinden gelen cuntacı azınlık ( bektaşi ekolü ) el ele vererek her türlü dalavereyi sergileyerek sandıkla gelemedikleri iktidara ayak oyunlarıyla gelmek olduğunu kendi ağızlarıyla itiraf ediyorlar..
bunlar masum olduğunu zannederek serbest bırakmak demek merhameti yeryüzünden kaldırmakla eşdeğerdir..
azya gönüldaş basit bir soru oda tv için bu kadar alıntı yapıyorsun yazılarını ekliyorsun eyvallah peki onlar kaç tane K-danın işkence haberini yayınladılar ???
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI C.tesi Mart 12, 2011 11:24 am | |
| [quote]velhasılı kelam akşam akşam azya gönüldaşı kızdıracak türde basit karalama olsa da sorularımla öğrenme adına kısa notlarlada şahsi fikrimi yazmış bulundum vesselam..[/quote]
Vallahi önceden kızıyordum, gerçekten. Ama artık değil. Kumandan'ın Erbakan için yayınlanmasını istediği taziye emsajını gördükten sonra değil.
Sevgili kardeşim, senin samimi hislerin anlıyorum. Evet. Bu konudaki direnme mazeretini takdir ediyorum. Ki, bir mesele üzerinde şu kadar şey söyledikten sonra, murat ve maksat anlaşılmıyorsa, kimseye zorla bir şey anlatacak ve ikna edecek değilim.
Yalnız, otur şunu sor kendi kendine: Efendi Hazretleri, Ulu Hakan'ı düşürenlere ve istikbalde ne olacağı kendince malum olanlara niçin destek verdi? Teslimiyet ve işbirlikçiliği red ne demek? Sırf bu teslimiyet ve işbirlikçiliğini reddetmek adına neler yapılmış? İleriki nesillere, İBDA'ya bu tavrı miras bırakmak adına neler yapılmış? Nelere katlanılmış? Kaza nedir, rıza nedir?
İBDA tarihi, 1919'da Efendi Hazretleri'nin Milli Mücadeleye verdiği destekle başlar ya, bu ne demektir?
Niye daha sonra veya daha önceki bir tarih değil de bu tarih?
"Efendi Hazretleri bırakmadı ki M Kemal ve yanındakiler tepelenseydi!" denebilir mi?
Nihayetinde işgal ordularının bile yapamayacağı bir tarumara maruz kalınacağı biline biline, işgalciler değil de tercih niye burdan yana kullanıldı?
O halde mesele, filancayı desteklemek şeklinde mi ele alınmalı yoksa işgalciye karşı olmak temelinde mi?
İşgalciye karşı olursak, bundan filancalar da faydalanır diye, karşı olmaktan vaz mı geçmeli? Seyirci mi olmalı?
İşbirlikçilik ve teslimiyeti red tavrı ve bu iradenin gelecek nesillere beyanı...
Ve son bir not daha, K'nın bu konuda ne dediğini bilenler biliyor. Mesele o değil. Mesele, K söyledi diye değil, biz anlıyoruz diye, anladığımızı ortaya koyma noktasında. Yoksa her konuda K'nın ne dediğine bakılacak olursa, ne iş yürür, ne de işin ehilleri ortaya çıkar. Bu süreç, aynı zamanda yarınki cephe sonrası oluşumun teşekkülü için de bir belirginleşme süreci... Herkesin istidadı ile kendini iyice ortaya koyması bakımından. K söyledi diye yapmak işin kolayı. Düşünmeden, taşınmadan, emek vermeden, çilesini çekmeden, kaygı duymadan, mesuliyet hiissetmeden, karar almak, uygulamak; burdan kadro adaylığı çıkmaz. Sen yapacaksın ve yaptığının arkasında duracaksın; bakalım, görelim ki neyin nesisin, kimin fesisin?
Bu yazdıklarımız, gelecek nesiller için, ihitlalin nasıl yapıldığına dair tarihe düşülmüş notlar keyfiyetinde. Özellikle bu kadar yazmamızın sebebi burda. Başta da dediğim gibi, önceden kızarak yazarken, artık kızmadan yazıyorum, fark o... BU süreç, baştan beri bütün bir politika olarak devam ettirilebilseydi, çok farklı olabilirdi. Ama yapılan bel altı vuruşlarla iş yapamaz noktaya gelme durumu hasıl oldu ama diğer yandan da "bünye" olarak kuvvetlendik. Önümüzdekii günlere daha farklı bakıyoruz artık. Herkes, üzerinde bulunduğu işin zamanı içerisinde. Konjonktürel zaman da bu zamani hakikatleri nasıl olsa ortaya çıkartıyor.
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Paz Mart 13, 2011 11:46 am | |
| Gazeteciler bugün de eylemde 13.03.2011 - 08:00 Yazdır Arkadaşına gönder Gazeteciler Ergenekon operasyonu kapsamında son iki dalgada tutuklanan meslektaşları için bugün yine eylem düzenleyecekler. Bugünkü eylemin adresi İstanbul...
Ergenekon operasyonu kapsamında gerçekleşen son iki dalganın basına yönelmesine ve gazeteci ve yazarların tutuklanarak cezaevine konulmasına yönelik tepkiler artarak sürüyor.
Gazeteciler, Gazetecilere Özgürlük Platformu'nun aldığı karar üzerine bugün İstanbul Beyoğlu Galatasaray Meydanı'nda saat 12.00'de buluşacak. Taksim Meydanı'na yapılacak yürüyüşün ardından bir basın açıklaması gerçekleştirilecek.
20 Mart 2011 Pazar günü ise eylemlerin adresi Ankara olacak. 13-20 Mart 2011 tarihleri arasında da yerel düzeyde faaliyet gösteren gazeteci cemiyetleri tarafından her gün farklı illerde olmak üzere basın açıklamaları yapılacak.
Gazetecilerin talepleri neler İstanbul ve Ankara'da 4 Mart tarihli protesto eylemlerini düzenleyen Gazetecilere Özgürlük Platformu'nu oluşturan örgütlerin temsilcileri, 8 Mart günü toplanarak, gözaltına alınan ve tutuklanan gazetecilerle ilgili gelişmeleri değerlendirmiş ve yeni etkinliklerle ilgili programını belirlemişti.
26'sı ulusal, 60'ı yerel düzeyde faaliyet gösteren 86 meslek örgütünün oluşturduğu Gazetecilere Özgürlük Platformu'ndan yapılan yazılı açıklamada, basın üzerindeki baskıların nedenlerini tüm ayrıntılarıyla görüşüldüğü belirtilmiş, başbakanı ve hükümeti sorumluluklarını hatırlamaya davet eden platform, basın ve ifade özgürlüğünü tehdit eden tüm yasal düzenlemelerle ilgili köklü değişikliklerin acilen yapılması için hükümetin yükümlülüklerini yerine getirmesi istenmişti.
Sadece gazetecilerin kendi özgürlüklerini değil, tümüyle halkın haber alma özgürlüğünü engelleyen genel bir sorunla karşı karşıya olunduğu görüşünde birleşen Gazetecilere Özgürlük Platformu, cezaevlerinde toplam sayıları 68’e ulaşan gazetecilerin en kısa sürede özgürlüğüne kavuşması, ceza kanunlarında, Ceza Muhakemesi Usul Kanunu'nda, Terörle Mücadele Kanunu'nda, iletişim özgürlüğünü engelleyen diğer kanunlarda değişiklik yapılması talebiyle, bir dizi eylem düzenlenmesini kararlaştırdı.
Gazetecilere Özgürlük Platformu açıklamasında, internet sitelerine, sosyal bloglara erişimin engellenmesine, haberleşme özgürlüğünün ihlali anlamına gelen telefon dinlemesine ve her türlü iletişimin izlenmesine olanak sağlayan yasa maddelerinin mutlak surette değiştirilmesi talebi dile getirildi.
Gazeteciler Özgürlük Platformu'nun basın açıklamasında ayrıca, "2005 yılında Türk Ceza Kanunu ile birlikte ceza muhakemesi kanunlarında, 2006 yılında ise Terörle Mücadele Kanunu’nda yapılan değişikliklerle oluşturulan altyapının, uygulamadan kaynaklanan sorunlarla da birleşerek, bugün gazeteciler ve aydınlar üzerindeki baskı ve korku ortamının artık dayanılmaz boyutlara ulaşmasındaki tüm sorumluluk mevcut siyasi iktidara aittir. Bu nedenle, Sayın Başbakanın, 4 Mart tarihinde demokratik tepkilerini ortaya koyan gazetecileri 'sorumlu davranmaya davet etmesi'ni reddediyoruz" ifadelerine yer verildi.
Son dalgada ne olmuştu? 3 Mart 2011 tarihinde, sekizi gazeteci ve yazar, 11 kişinin evlerinde ve iş yerlerinde yapılan baskın ve aramaların ardından gözaltına alınan gazetecilerden Mümtaz İdil sağlık nedeniyle hastaneye sevk edilirken, Ahmet Şık, Nedim Şener ve İklim Bayraktar, 5 Mart cumartesi günü öğleden sonra, gazeteciler Doğan Yurdakul ve Müyesser Yıldız, gazeteci-yazarlar Yalçın Küçük ve Sait Çakır ile yazar-araştırma görevlisi Coşkun Musluk 6 Mart Pazar günü sabah saatlerinde ifadeleri alınmak üzere Beşiktaş Adliyesi'ne getirilmişlerdi.
Ahmet Şık ve Nedim Şener, gece yarısına kadar süren sorgulamanın ardından tutuklanmaları istemiyle nöbetçi mahkemeye sevk edildiler. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki işlemleri sabaha kadar devam eden Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmalarına karar verildi. Ahmet Şık ve Nedim Şener, Silivri Cezaevi'ne konuldu.
Doğan Yurdakul, Müyesser Yıldız, Yalçın Küçük, Sait Çakır ve Coşkun Musluk da savcılık ifadelerinden sonra sevk edildikleri nöbetçi 10. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 6 Mart Pazar günü gece yarısı tutuklanarak cezaevine götürüldüler.
Son yılların en büyük gazeteci eylemleri Ergenekon soruşturması kapsamında gazeteci ve yazarların gözaltına alınarak tutuklanması Türkiye ve dünya kamuoyunda büyük tepkilere yol açarken gazetecileri de eyleme geçirdi.
14 Şubat günü gerçekleştirilen Oda Tv'ye baskınında gazeteciler Soner Yalçın, Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan’ın tutuklanması, 3 Mart günü de, özellikle Fetullah Gülen Cemaati ile ilgili araştırmalarıyla tanınan Nedim Şener ve Ahmet Şık ile Doğan Yurdakul ve Yalçın Küçük'ün de bulunduğu çok sayıda gazeteci ve yazarın tutuklanmasının ardından, İstanbul ve Ankara'da son yılların en büyük gazeteci eylemlerinin düzenlendi.
4 Mart günü, İstanbul'da binlerce gazeteci Taksim Tramvay Durağı'nda bir araya gelerek Galatasaray Meydanı'na yürürken, Ankara'da gazeteciler de Kızılay'da bir araya gelerek Adalet Bakanlığı'na yürüdü. Her iki eylemde de cezaevlerine konulan gazeteciler hatırlatılarak, bu uygulamaların, basın ve ifade özgürlüğünün açıkça ihlali anlamına geldiği, gazeteciler üzerindeki baskıların tahammül edilemez bir noktaya ulaştığı ifade edildi.
Eylemlerde "Ergenekon'u böyle örtemezsiniz" pankartının yanı sıra "Bugün Ahmet, Nedim. Yarın kim?", "Sansüre, Baskıya, Baskına Hayır", "AKP elini medyadan çek" ve "Gazeteciysen boyun eğmeyeceksin, boyun eğeceksen gazeteciyim demeyeceksin" dövizleri taşınırken, "Mürit Değil Gazeteciyiz", "Özgür Basın Susturulamaz" sloganları yükseldi.
Ankara ve İstanbul'dan sonra, 7 Mart pazar günü İzmir ve Mersin'de de gazeteciler meydanlara indi. Gazetecilerin, meslektaşlarının Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanmasını ve basına yönelik baskıları protesto için yaptıkları eylemlerde, hükümet kanadından yapılan "gazetecileri sorumlu davranmaya" çağıran anlayışa, tutuklamaların basın özgürlüğü ile ilgili olmadığı yönündeki açıklamalara anlam verilemediği vurgulandı.
Köşeler karardı Ergenekon operasyonu kapsamında gazetecilerin gözaltına alınması ve tutuklanmasına tepkiler gazetelere de yansıdı.
5 Mart Cumartesi günü BirGün gazetesinde tüm köşeler siyah çıkarken, 6 Mart Pazar günü de Nuray Mert Milliyet gazetesindeki köşesinde sadece "Doğru bildiklerimizi özgürce yazamayacaksak, yazmanın anlamı yok!" yazdı.
7 mart Pazartesi günü Akşam gazetesi köşe yazarı Nihat Sırdar, köşesine "Nedim ve Ahmet onurumuzdur" yazdı. Cumhuriyet gazetesi yazarı Mustafa Sönmez ise, köşesinde "Basın ve her tür ifade özgürlüğüne hâyasızca saldırıları, saldırılara karşı 'Üç Maymun'u oynayanları, medyadaki aymazlığı, ikiyüzlülüğü protesto için bugün yazmıyorum…" ifadesini kullandı. Birgün gazetesi köşe yazarı Melih Pekdemir, "Faşizm sözün bittiği yerdir" diyerek köşesini boş bıraktı.
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Paz Mart 13, 2011 12:10 pm | |
| AKP'nin medyaya müdahalesinde son nokta: Artık yandaş basın yok 12.03.2011 - 13:01 Yazdır Arkadaşına gönder Son dönemde yaşanan gazeteci tutuklamaları nedeniyle gelen eleştirilere Başbakan Erdoğan "Manşetlere mi müdahele ediyoruz?" diyerek cevap verdi. Oysa AKP 8 yılda medyaya öyle çok müdahale etti ki sürecin sonucunda artık karşıt olmadığı için yandaş basından da söz etmenin anlamı kalmadı.
Oda Tv baskınında gazeteciler Soner Yalçın, Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan’ın tutuklanması, kısa bir süre sonra da özellikle Fetullah Gülen Cemaati ile ilgili araştırmalarıyla tanınan Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın tutuklanması hem Türkiye hem dünya kamuoyunda büyük tepkilere yol açtı. Öyleki yıllardır AKP’yi destekleyen bazı liberaller bile durumdan rahatsızlıklarını dile getirdi.
Yandaş medya kavramı özellikle son yıllarda hayatımıza girmiş bir kavram olarak tartışıladursun AKP’nin medyayı kendisine bağlaması uzun süredir merkezi olarak yürütülen bir operasyonun sonucu. Sadece manşetlere değil, köşe yazılarından, haberlere kadar her türlü denetimin en ağır şekilde sürdüğü, bir çok gazetenin el değiştirdiği, köşe yazarının gazetesinden kovulduğu ya da baskı altına alındığı, son kalan muhalif sesleride susturmak için yapılan inanılmaz operasyonların yapıldığı bu dönem akıllara AKP’lilerin çok severek yad ettiği Abdülhamit’in "İstibdat" devrini hatırlatıyor. Peki herkesin gözü önünde gelişen medyanın esir alınması nasıl bir sürecin sonucu?
Merkez Medyanın tasfiyesi ve kurulan yeni medya AKP’nin iktidara gelmesinde en etkili faktörlerden biri olan ve 2002 seçimi öncesi desteğini esirgemeyen Doğan Grubu ile AKP’nin arası, AKP’nin iktidara gelmesinin ardından birkaç yıl sonra açıldı. Bu zıtlaşmanın temelinde TÜSİAD ile henüz tam anlamıyla ittifak sağlanmaması ve burjuvazi tarafından AKP’ye kredi açılmasına rağmen merkez sermayenin hala aklında bazı soru işaretlerinin olması yatıyordu. Bugün gelinen son noktada ise TÜSİAD ile AKP tam anlamıyla ittifak sağlarken, kendisine kesilen astronomik vergi cezası ile gözü korkutulan Doğan Grubu’nun medyadan çekileceği konuşuluyor.
Önceki yıllarda belirli bir kesimin okuduğu ancak AKP’nin iktidara gelmesi ile birlikte hızla yıldızı parlayan Zaman Gazetesinin yanında hükümet kendi hızla kendi medyasını genişletmeye başladı.
TMSF aracılığıyla uzun süre ATV ve Sabah’ı yöneten hükümet, daha sonra çok tartışılan bir ihale ile bu yayın organlarını 2007’de Çalık Grubu’na sattı. Benzer bir şekilde TMSF’de kalan ve 2006 yılında satılan Star gazetesi de yandaş medyada önemli bir yer tuttu. Star’ı daha sonra “Erdoğan benim idolümdür” diyen Ethem Sancak satın aldı.
Taraf değiştiren gazeteler konusunda en keskin dönüş Radikal’de gerçekleşti. “Doğan’ın solu” olarak bilinen Radikal'de Eyüp Can’a devredilmesinin ardından ve gerçekleştirilen bir dizi tasfiye sonucu yandaş medyada yerini aldı.
AKP’nin eteklerinde doğanlar Medya’ya yapılan en önemli müdahalelerden biri 2007’de Ergenekon soruşturması başlamadan çok kısa bir süre önce kurulan Taraf gazetesi oldu. Bu gazete AKP yandaşlığında sınır tanımazken, kendisine servis edilen ve bir çok polis operasyonunun başlamasına sebep olan skandal belgeleri “patlattı” ve adını bu şekilde duyurdu. Her türlü gizli belgeyi hem eline geçirmeyi başaran, hem de son derece kısıtlı olduğunu iddia ettikleri mali güçlerine rağmen bunları yayınlamaktan hiç çekinmeyen Taraf’ın bu tavrı kamuoyunda arkasında başka güçlerin olduğuna dair kanaat uyandırıyor.
Büyük oranda Zaman’da yetişen bir kadroya dayanan Bugün gazetesi de bu süreçte yeniden kuruldu. Erdoğan’ın yılmaz savunucusu Ilıcaklara ve Ciner’e ait olan Bugün, Koza Grubu’na satıldı. Birçok “önemli” habere imza atan Bugün gazetesi, Koza Madencilik’in sahibi Akın İpek’e ait. İpek, yandaş basını güçlendirmek için cansiperane girişimleriyle gündeme gelmişti.
Gazeteciysen susacaksın AKP’nin yanına çekemediği yayın organlarının iç işleyişine müdahale etmekte kullandığı bir yöntem de yazarların susturulması oldu. Bir dönem sık sık yazarlara sansür uygulanmasını savunan ve aksi durumda “sizin başınız ağrır” diyerek gazete patronlarını tehdit eden Erdoğan, bu konuda da önemli başarılar elde etti. Bekir Coşkun, Emin Çölaşan, Necati Doğru’nun istifaları bu açıdan önemli örneklerdi.
Cumhuriyet yazarı Hikmet Çetinkaya’nın Fetullah Gülen ile ilgili hazırladığı yazı dizisinin herhangi bir hakaret ya da suç unsuru içermemesine rağmen yasaklanması, ayrıca İlhan Selçuk'un gözaltına alınması ve Mustafa Balbay’ın Ergenekon davasından tutuklanması da basın alanına verilen bir gözdağı niteliğindeydi.
Geçen hafta Hürriyet’de yaşanan değişim de benzer bir sürece işaret ediyor. Hürriyet Tufan Türenç`in yazılarına son verirken, AKP’ye muhalif Cüneyt Ülsever, Özdemir İnce gibi isimler artık haftada bir yazacak.
Medyada son durum: Biz bize benzeriz Gelinen son noktada ulusal basında neredeyse hiç AKP karşıtı kalmadı. Cumhuriyet gazetesi daha ortada bir habercilik anlayışıyla hareket ederken eskisi kadar keskin ifadeler kullanmamaya çalıştığı görülüyor. Sözcü ve yayın hayatına yeni başlayan Aydınlık gibi gazeteler muhalif tavırlarını korumaya çalışırken, AKP yeni kurulan ve taraf değiştiren veya değiştirmeye zorlanan birçok gazete ile birlikte yandaş medya cephesini güçlendirdi. Ve artık yandaş medya tanımı da anlamını kaybetmeye başladı, çünkü artık karşıda duran bir medya neredeyse yok. Yediği cezalardan sonra daha korunmacı bir tavır takınmaya çalışan Doğan Grubu’nun da medyadan çekileceği söyleniyor. Zaman, Yeni Şafak, Vakit ve Taraf’ın başını çektiği yandaş basında Sabah, Star, Bugün gibi gazeteler de ağırlıklı bir yer tutuyor.
(soL - Haber Merkezi)
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Paz Mart 13, 2011 12:13 pm | |
| PSİKOLOJİK BASKI YENİÇAĞ - 12/03/2011 - 23:02:00Asılsız ‘savcılık soruşturması’ ve ‘ifadeye çağırma’ haberlerinin internette dolaşımı, bazı çevrelerin yargıyı yönlendirme çabası olarak değerlendirildi.
2 savcı da yalanladı CHP lideri Kılıçdaroğlu ile milletvekilleri ****** ve Tekin’in ifade vermeye çağrıldığı haberi Ümraniye soruşturmasını yürüten Savcı Öz tarafından yalanlandı. Birkaç gün önce de Gölcük’te ele geçirilen belgelerle ilgili soruşturma haberleri Savcı Fikret Seçen tarafından doğrulanmadı.
İstihbarat savaşı YURT Partisi lideri Sadettin Tantan, asılsız haberlerin internette yayılmasını “İstihbarat savaşının bir oyunu” olarak değerlendirdi. Tantan, “Türkiye’yi yönetmek isteyen güçler insanların kafalarını karıştırıyor. Savcı çağırmamışsa bu manşeti atanlar cezalandırılmalı” dedi.
Medya kuruluşları istihbarat örgütü gibi CHP eski Genel Başkanı Deniz ****** ve halen Genel Başkanlık görevini sürdüren Kemal Kılıçdaroğlu ile Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin’in Ümraniye soruşturmasını yürüten Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz tarafından Odatv muhabiri İklim Bayraktar’ın taciz iddialarıyla ilgili olarak ifadeye çağırıldığı iddiası önceki gün gazetelerde yer aldı. Ancak Zekeriya Öz, “Benim böyle bir çağrım yok” diyerek bu haberleri yalanladı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı da kendilerine talimatla ifade alınması yönünde bir tebligat ulaşmadığını bildirdi. Haberin kaynağı belirlenemezken, bu durum akıllara “psikolojik bir operasyon mu yapılıyor” sorusunu getirdi.
Bu manşeti atanlar cezalandırılmalı Yurt Partisi Genel Başkanı Sadettin Tantan, bunun istihbarat savaşının bir oyunu olduğunu ifade etti. “Artık adli sistemdeki uygulamalardan kaynaklanan sıkıntılar var. Türkiye’deki gazete, televizyon gibi iletişim sisteminde büyük bir bilgi kirlenmesi var” diyen Tantan, şunları söyledi: “Bu yeni bir şey değil. Türkiye’yi yönetmek isteyen güçler insanların kafasını karıştırmak için bunu yaptırıyorlar. Savcı Zekeriya Öz çağırmamışsa bu manşeti atan gazeteler hakkında işlem yapmaları lazım Bu haber neye dayanılarak yapıldı. Enformasyon bilgi savaşları var. Bunların beyinleri zaten tutsak alınmış vaziyette. Partilerin kendi içinde sorunları var. İktidar partisi de iktidarda kalmak için her türlü olayı kendisine siyasi bir rant olarak kullanıyor. Zaten siyasette büyük bir dağınıklık ve kopukluk var. Siyasete namuslu ve kimlikli insanlar giremiyor kirlenmeyeyim diye.”
Etkili ajan üsleri Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi, eski Savcı Nurullah Aydın da, “Türkiye’de Medya, üniversiteler ve sivil toplum örgütleri etkili ajan üsleri haline gelmiş durumda. Konuya yabancı olan yargı camiası ise siyaset, medya, yargı ve istihbarat dörtgeninde alışık olmadıkları bir ortamda güç duruma düşmektedirler” dedi. Aydın şöyle konuştu: “Ev ve büro aramalarında ele geçirilen belgelerin savcılığa gitmeden, mahkemede hakim görmeden, avukatları incelemeden bir kısım gazetelerde ve televizyonlarda yayınlanması doğru veya yanlış bilgilerin aktarılması, bazı medya kuruluşlarının gazetecilik değil istihbarat örgütü gibi çalıştıklarını göstermektedir.” Bir süre önce de, gazetelerde Gölcük’te yapılan aramalarda 28 Şubat süreci ile ilgili belgelerin bulunduğu, Cumhuriyet Savcısı Fikret Seçen’in de soruşturma başlattığı yönünde haberler çıkmıştı. Ancak bu haberi yalanlayan Savcı Seçen, iddia edildiği şekilde bir soruşturmanın bulunmadığını söylemişti.
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Paz Mart 13, 2011 1:13 pm | |
| Nazlı Ilıcak'ın anlaşılamayan şaşkınlığı ++++++++++++++++++++++++++++++++ Ali Serdar Bolat 12 Mart 2011 Nazlı Ilıcak Soner Yalçın'dan şikayetçi olmuş. Gazetedeki köşesinde de: "Soner Yalçın beni hep fişledi" diye yazmış.
Bence Nazlı Hanım şaşırmış. Yanlış kişiden şikayetçi olmuş. Ergenekon Savcısı Öz'den şikayetçi olması gerekiyordu. Soner Yalçın bundan 20 sene önce ajandasına şu notu almış: "Nazlı Ilıcak'ın Güneri Civaoğlu ile gönül ilişkisi olduğu söyleniyor" Bu not orada kalmış. Hiç kullanılmamış. Kimse duymamış. Sonra odatv'ye yapılan polis baskınında bu eski ajandanın içindeki not bulunuyor, ertesi gün gazetelerin manşetlerinde. Bilin bakalım bu notu gazetelere kim servis etti? Gayet tabii soruşturmayı yürüten Ergenekon Savcısı Öz. Savcı Öz, Nazlı Hanım'ı ifade vermeye çağırıyor. "Bu notta yazılanlar doğru mu Nazlı Hanım?" diye soruyor. Sana ne? Nazlı Hanım ile falanca kişi arasında bir gönül ilişkisinin olup olmadığının Ergenekon soruşturması ile ne ilgisi var? Kaldı ki, Güneri Civaoğlu'nun ve Nazlı Hanım'ın Ergenekon ile yakından uzaktan bir ilgisi yok. Eğer Nazlı Hanım "Evet gönül ilişkimiz var" deseydi, Nazlı Hanım ile Güneri Bey hakkında dava mı açacaktın? Ne hakla? Hangi kanun maddesine göre? Peki, bu durumda Nazlı Hanım'ın kimi şikayet etmesi gerekiyor? Bu söylentiyi not etmiş ama 20 yıldır hiç kimseye söylememiş olan Soner Yalçın'ı mı, yoksa bu notu görür görmez gazetelere servis eden, Nazlı Hanım'ı ifadeye çağırıp bu notu resmi kayıtlara geçiren Savcı Öz'ü mü? Bu bir akıl tutulması mı, yoksa "Ne olursa olsun vur Ergenekoncuya" mantığının bir sonucu mu. Emin Çölaşan, bugün Sözcü'deki köşesinde şu değerlendirmeyi yapıyor: "Bu not nedeniyle Nazlı Ilıcak üç gün önce Ergenekon Savcılarına gidip ifade verdi, gönül ilişkisini yalanladı. Böylece, hiç kimse tarafından bilinmeyen, bugüne kadar yazılmamış ve anlatılmamış bir olay, bu ifade alma dolayısıyla kamuoyuna yansımış oldu. İktidarın en büyük yandaşlarından Nazlı Ilıcak'a ayıp edildi, kadınlık onuru ile oynandı. Peki hiç bilinmeyen bu özel notu medyaya kim sızdırdı? Başka bir deyişle Ilıcak'a bu kazık kimler tarafından atıldı? Polis mi Savcılık mı? Oray Eğin yazıyor: "Tezgahlanan oyunun bir diğer amacı da Ilıcak'a bir gözdağı vermek. İktidara yakın bir gazeteci olarak Ergenekon'dan şüphe duymaya başladığı, gazetecilere basın özgürlüğü adına destek vermeye başladığı anda bu oyun devreye girdi. Adeta uyarıldı. Ilıcak bu olaya bilinçli olarak bulaştırıldı." Yoksa Çölaşan ve Eğin'in değerlendirmeleri doğru değil mi. Savcı Öz, Nazlı Hanım'ı arayıp: "Böyle bir not bulduk. Bu notu Soner Yalçın aleyhinde kullanalım mı, medyaya açıklarsak onurunuz kırılır mı?" diye sordu da, Nazlı Hanım: "Benim onurumun bir önemi yok, yeter ki Ergenekoncuları gözden düşürelim. Açıklayın gitsin" mi dedi. Hangisi? Ben karar veremedim. Soner Yalçın, odatv'de yayımlanan yazısında şöyle diyor: Odatv’nin Ilıcak’a bir husumeti yoktu, torunu olduğunda fotoğraflı haberini yapıp kutlamadı mı? “Düşüncesine, konuşma üslubuna, tarzına kızabilirsiniz ama Nazlı Ilıcak dersini iyi çalışan bir gazetecidir” diye yazmadı mı? Bunun da önemi yok artık! Hiç düşünemedim böylesine pis bir tezgahla karşılaşacağımı. Aklıma gelmedi, 20 yıl önce ajandaya yazdığım notların manşetlere düşeceğini… İnsan karşısındakini kendi gibi biliyor. Farklı görüşlerde olabiliriz, hayatı yaşayış biçimlerimiz farklı olabilir, habere bakışımız ayrı olabilir ama bu karşıt mücadele mertçe yapılır. Bel altı vurulmaz. Namussuzluk yapılmaz. Evleri basıp, binlerce kitap, belge, not defteri arasından bir – iki cümle bulup, bunu itibarsızlaştırma aracı olarak kullanmak hangi hukuka sığar? Bu nasıl insanlık? Evimdeki özel yazılarımdan kime ne? “Menderes’in kasasından kadın külotu çıkmasını" haber yapanlara muhalif olanlar, şimdi aynı tezgahın piyonu rolündedirler. Yazık. Neyse, kime ne anlatıyorum ki; faşizmdir bunun adı.
Soner Yalçın Silivri 1 No’lu L Tipi Cezaevi F-2 Odatv.com
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Paz Mart 13, 2011 3:25 pm | |
| İKLİM BAYRAKTAR OLAYINI ANLAMAK - ODATV'NİN VE CHP'NİN YANLIŞLARI 13.03.2011 İklim Bayraktar olayının ne CHP ve muhalif kesimlerin öne sürdüğü gibi bir "Cemaat-AKP komplosu", ne de iktidar çevrelerinin empoze etmeye çalıştığı gibi "Ergenekon kumpası" olduğuna inanmıyorum. Her iki taraf da ezberlerden hareket ediyor ve seçim öncesi herkes bu olaydan kendince bir biçimde post çıkarmaya çalışıyor. Karşımızdaki olay keşke "organize bir komplo" olsaydı. En azından doğru ipuçları yakalamaya çalışır ve bu vesileyle zekâlarımız belki biraz daha gelişirdi. Bu ülkede ne yazık ki olaylar, büyük filmlere, romanlara konu olacak boyutta yaşanmıyor. Çapsız insanlar, ucuz senaryolar, dedikodu, cahillik, belden aşağı vuruşlar ortasında hepimiz her geçen gün biraz daha kirleniyoruz. İklim Bayraktar olayı, iktidarından muhalefetine, ordusundan medyasına bütün kurumların nasıl çürüdüğünün, kaliteli insanların nasıl tasfiye edildiğinin ve ortalığın nasıl beş para etmez şahıslara kaldığının resmidir. 38 yaşına kadar gazetecilikte dikiş tutturamamış, on beş yaşında çocuk annesi bir kadın, afili bir CV yazıp sanki gazetecilikte iş böyle aranırmış gibi Ankara'da o gazete senin, bu televizyon ben dolaşıp duruyor. İletişim Fakültesi'ni yeni bitirmiş bir genç, CV yazarak stajyerlik talebinde bulunabilir ama 38 yaşına kadar gazetecilikte kendisini gösterememiş birinin CV ile anlatacak neyi olabilir ki? Ankara'da bütün gazeteciler uzaktan veya yakından birbirini tanır, herkesin yaptığı işler ,yazdığı haberler bilinir. Diyelim bir kuruma CHP muhabiri mi alınacak; bu işi yapan gazeteciler zaten bellidir, hepsi yılların muhabiridir. Ya mevcut kurumlarda çalışanlardan biri transfer edilir, ya da o anda işsiz olanlardan biri seçilir. Siyasi parti muhabirliği öyle kolay bir iş değildir. Bir kere Meclis ayağını izleyemezseniz alanınıza hakim olamazsınız. Sadece Genel Merkez'den gazetecilik yapılamaz. Meclis'i izleyebilmek için ise katı kurallar mevcuttur. En az 5 yıldır basın kartı taşıyor olmanız gerekir, o da yetmez çalıştığınız kurumun sizin için parlamento muhabiri kartı çıkarttırması gerekir. Kurumun ve gazetecinin beyanına da bakılmaz, mesleki kıdem durumu Basın Enformasyon Genel Müdürlüğü'nden düzenli olarak sorgulanır. Aynı şartlar Başbakanlık, Genelkurmay, Yargı muhabirleri için de gereklidir. Ankara'da gazetecilik en alt basamaktan başlayan bir kıdem ve ihtisas anlayışına dayalı olduğu için öyle istediğiniz zaman ortaya çıkıp "Ben CHP muhabiriyim", "Ben Başbakanlık muhabiriyim" diyemezsiniz. CHP'yi Ankara'da yıllardır izleyen Türey Köse (Cumhuriyet), Sema Bingöl Ecer (CNN-Türk), Sibel Erdem (NTV), Okan Konuralp (Hürriyet), Zihni Erdem (Radikal), Abdürrezak Oral (Akşam), Hale Gönültaş (Vatan), Hülya Karabağlı (Sabah), Süleyman Kurt (Zaman) gibi muhabirler vardır. Hepsi de mesleklerini etik kurallara uygun biçimde yıllardır sürdüren gazetecilerdir. Düşünün, bu deneyimli muhabirlerin hiç birisi CHP'de kafasına göre at koşturamıyor- koşturmuyor ama kim olduğu belirsiz, basın kartı bile olmayan bir şahıs, son derece lâubali ve cıvık bir tarz içinde o kat senin,bu oda benim gezip duruyor. Hem eski Genel Başkan Deniz ****** ile, hem de Kemal Kılıçdaroğlu ile odalarında görüşüp abuk subuk konular açıyor, gazetecilik sınırlarını tamamen ortadan kaldırıp bayağılığın dibine vuruyor. Gazetecilik hareketli, gözönünde olunan, kişinin sosyal etkisini güçlendiren bir meslektir. Dolayısıyla, taliplisi çoktur, aklı hırsının yüz fersah gerisinde bazı tipler bu mesleğe sık sık musallat olurlar. Gazeteciliği böyle tiplerden koruyacak olan öncelikle kurumların başındaki yöneticilerdir. Tecrübeli gazete ve televizyon yöneticileri her "gazeteciyim" diyene kapıları açmazlar. Eğer gençse potansiyeline bakarlar ve staj imkânı tanırlar, İklim hanım gibi yaşı geçkin olanların da daha önce nerelerde çalıştığına, hangi haberleri yaptığına, basın kartı olup olmadığına, varsa kaç yıldır taşıdığına vs. bakılır. Odatv'de yayımlanan "yarı resmi açıklamadan" anlaşıldığına göre bu hanım , bütün gazeteleri dolaşırken bir CV de ANKA Ajansı'na bırakmış. Ben bilmiyordum ama aynı zamanda Odatv'nin Ankara Temsilcisi olan Mümtaz İdil, anlaşılan şu anda o ajansın yöneticilerinden birisi. Mümtaz İdil, CV'ye bakmış ve "Seni ANKA'da değil ama istersen Odatv'de çalıştırabiliriz" demiş. Mümtaz İdil'e Allah acil şifalar versin, kendisi Ankara'da sevilip sayılan bir entellektüeldir. "Entellektüeldir" diyoruz çünkü aslında gazeteci değil edebiyat eleştirmenidir. Özellikle Rusça klasik eserler üzerine yazılmış değerli makaleleri mevcuttur. Ankara'da, İstanbul'da olduğu gibi "edebiyat eleştirmenliği" diye bir meslekten ekmek yemek pek mümkün olmadığı için bu alanlarda uzmanlaşmış insanlar da gazetecilik potası içinde eritilirler. Basında yöneticilik tecrübesi olmayan İdil, sadece cafcaflı yazılmış bir CV'ye bakarak karar verirken eminiz CHP'nin ve Odatv'nin başına gelecekleri düşünemezdi. Keşke, Anka Ajansı'nın deneyimli Genel Müdürü Veli Özdemir'in fikrini sorsaydı. Çalışılacak yerin bir internet sitesi olması, maaş falan verilmeyecek olması gibi durumlar da kararı kolaylaştırmış olabilir. Velhasıl İklim Bayraktar, Odatv'ye bu şekilde dalış yaptıktan sonra 5 ay gibi çok kısa bir sürede sitenin kendi deyimiyle "uçuşa geçmiş". Laubalilikte, densizlikte sınır tanımaz bir noktaya gelmiş. Bazı kadınlarda "Tacize uğradım, kadın olduğum için engelleniyorum" şeklinde bu işin gerçek mağdurlarının gözden kaçmasına neden olan klişe bir davranış vardır. Böyle bir sansasyon üzerinden meslek kollarında "kadın sorunu" yaratarak var olmaya çalışırlar. Basında taciz yok mudur? Kuşkusuz vardır, ancak 38 yaşına gelmiş bir kadın bununla nasıl başedeceğini bilir. Ne insanları haksız töhmet alında bırkmadan, ne de kendisini rezil etmeden sorunu uzaklaştırır. Böyle aklı başında bir insana tacizde bulunmaya kimse de cüret edemez zaten. Ama bu hanım her nasılsa, gittiği her yerde sürekli taciz ediliyor. Anlaşılan bunu da "güzel ve başarı potansiyeli yüksek" bir kadın olmasına bağlıyor. Tarzının kendisini ne kadar itici ve çirkin gösterdiğini bilmeden konuşuyor da konuşuyor. www.gazetecier.com'dan Hacer Alkan'ın da yazdığı gibi sanki Türk basını hayatında ilk kez güzel kadın görüyor!. Zannedersiniz ki millet girmiş sıraya, "İklim Bayraktar gelse de taciz etsek" diye birbirini eziyor...Burası Pakistan mı kardeşim? Kendini bilmezlik, cahillik, meslek kültüründen yoksunluk had safhada. Bütün bu kepazeliğin üstüne bir de Fatih Altaylı'nın programına çıkıp "Ben aslına buraya 8 Mart vesilesiyle basını, medyada kadın sorunun konuşmaya geldim" diyor. Sen kimsin? Medyada kadın sorunun konuşmak sana mı kalmış? Bunu söylerken de "Yemek" diye bir dergiyi çıkarıp gösteriyor. Daha önce bu dergide çalışmış...Güler misin, ağlar mısın... Peki bu insan, kendisine "gazeteciyim" diyerek bu kadar pespaye bir biçimde ortalıkta dolaşırken Odatv'nin yetkilileri ne yapıyor? Onlar büyük işlerle uğraşıyorlar.. "Büyük balıklar" kovalıyorlar... CHP'nin elindeki televizyon kanalını kelepire kapatıp sözüm ona "muhalif medya" yaratacaklar! Soner Yalçın'ın yanında gezdirdiği "beyin takımına" bakar mısınız: Hakan Aygün, Murat Ongun, Oray Eğin... Oray Eğin, New York'un lüks barlarından çıkacak da "muhalif medya" diye kıvranan halkımızın yarasına merhem çalacak öyle mi? Hakan Aygün'ün magazincilikten, ağzını yaya yaya haber sunmaktan, Ufuk Güldemir'den öğrenilmiş megalomanlıktan, abartıdan, şımarıklıktan başka nesi var? Murat Ongun kimdir? Ülke paramparça edilirken, Cumhuriyet'in bütün mirası ayaklar altına alınırken "gazeteci" olarak hangi tavrı almış, hangi bedeli ödemiş de Odatv'den medet umacak hale gelmiş iyiniyetli, yurtsever kitle adına kapalı kapılar ardında pazarlık masalarına oturuyor? Bu arada yazık edilen Odatv'nin fedâkar okuyucuları, yorumcularıdır. Orada "milli" bir nabız atıyor, bir feryat yükseliyor, ülkenin gün be gün elden gittiğini gören halk tabanı sarılacak yer arıyor. İsyanlar, kaygılar yorumlara dökülüyor ama gelin görün ki sadece istatistik değer olarak ve "şu kadar tekil kişi girişimiz var" adına pazarlık masalarına sürülmekten başka bir işe yaramıyorlar. Odatv'nin dinamik yorumcularına baktığımızda, amigoluk yapan bir kaç kişi dışında çoğunun olup bitenleri doğru okuyan, bilinçli insanlar olduğunu görüyoruz. Gördükleri bütün yanlışlara rağmen, sırf böyle bir potansiyel hebâ olup gitmesin diye Odatv'yi desteklemekten vazgeçmiyorlar.. Ya bu arkadaşlar ne yapıyor? Onlar büyük oynuyor, büyük planlar yapıp büyük stratejiler üretiyorlar... Yalçın Küçük'ün Akşam gazetesine anlattığına göre "Teşvikiye'nin lüks lokantalarında buluşuyorlar. Aralarına kimi zaman Saba Tümer de şen kahkahalarıyla katılıyor"... Elitleştikçe elitleşiyorlar, koptukça kopuyorlar. Toplumun feryadı arşa çıkıyor, Odatv'nin haberleri, ücretsiz çalışan amatör editörlere teslim ediliyor, hüküm-hükümet İklim Bayraktar gibi ne olduğu belirsiz insanların eline geçiyor. Kadın meydanı o kadar boş buluyor ki 88 yıllık partinin Genel Başkanı'na çat kapı çıkıp "Bana kayıt cihazı ver, belden aşağı görüntü çekeceğim" diyebiliyor... Bu arada, ayyuka çıkan kepazelikler, ucundan kıyısından Soner Yalçın'ın kulağına gidiyor. O da telefonlarının dinlendiğini bile bile kadını arayıp "Nedir şu taciz olayı bi anlat bakiim" diyor. Kadın ballandıra ballandıra bir daha anlatıyor. Soner Yalçın daha sonra, "Doğan Yurdakul'la oturuyorduk, yanımıza geldi olayı anlattı. Hatta kendi aramızda espri yaptık" diyor. Esprisi yapılacak konu mudur bu? Senin kurumunun kimliğini kullanarak ortalıkta dolaşan bir kadın 50 yıllık siyasetçi hakkında olmadık iddialarda bulunuyor, duruma hemen el koysana. Bu kadın kimdir ki eşitinmiş gibi muhatap oluyorsun? Düşünün, Ceyhun Bozkurt gibi başarılı bir muhabirin, Müyesser Yıldız gibi birikimli bir gazetecinin, Kıymet Nadir Bindebir gibi keyifli bir kalemin, Banu Avar gibi bir itibar abidesinin barınamadığı Odatv'de, İklim Bayraktar gibi bir çapsız cirit atıyor. Altı ayda siyasilerle ve kurum yöneticileri ile "sen" diye konuşacak noktaya geliyor. Uyduruk uyduruk yazıları "İklim Bayraktar yazıyor" anonsu ile ve de artistik pozlar eşliğinde çarşaf gibi sergileniyor. Odatv yolgeçen hanına dönmüş, bırakalım İklim Bayraktar'ı Rafael Sadi bile orada kendisine bir köşe kapıp yazılar yazmaya, açık açık İsrail politikalarının propagandasını yapmaya başlıyor, yayınlanan haberleri yönlendiriyor. Rafael Sadi kimdir? Gazeteci görünümlü ama İsrail devletinin propagandasını yapmaktan memnun olduğunu bugün Odatv'ye yaptığı açıklama ile açıkça itiraf etmiş biridir. Ya CHP'nin haline ne demeli? "Ben Odatv'den geliyorum" diyen birine sırf bacakları uzun ve saçları sarı diye bütün kapılar açılıyor. 25 yıllık parti muhabirlerinin girmediği kapılara girip çıkmaya başlıyor. Baki Özilhan gibi eski bir kurtla bilgisayarının başına oturup mail atacak kadar yakınlaşabiliyor. Muharrem İnce gibi kendisinden siyasi tecrübe ve feraset beklenecek bir parti yöneticisi bile bu kadına bir AKP'linin "uygunsuz halleri" konusunda haber yaptırmaya kalkışıyor. Evine kadar gidip otomobiliyle alıyor. Sonra ikisi de ellerine yüzlerine bulaştırıyorlar, haberi yapamadıkları gibi kamuoyu nezdinde kendileri perişan oluyorlar... Kemal Kılıçdaroğlu'nun durumu derseniz iyice utanç verici. Ne idüğü belirsiz bir internet muhabiri ile muhatap olup, onun anlattığı seviyesiz şeyleri dinleyebiliyor. Konu ister Deniz ******, ister "üst düzey bir AKP'li" olsun, Kılıçdaroğlu bir parti başkanı olarak ağırlığını bilip bu kadınla muhatap olmamalıydı. "AKP'li hakkında malzeme getireceğim" dese bile ilgilenmemeli, ensesinden tuttuğu gibi dışarı atmalıydı. Sonra da "Bu kadın bir daha bu partiden içeri girmeyecek" diye talimat verip parti içinde o kadar rahat hareket edebilmesine fırsat verenlerden hesap sormalıydı. Böyle bir kadınla, hem de böyle çirkin konularda muhatap olarak CHP'yi, iktidar partisini zor duruma sokmak için olmadık insanlarla belden aşağı konularda işbirliği yapan bir parti konumuna düşürdü. Ayrıca bu olaydan anlaşılıyor ki Kemal Kılıçdaroğlu'nun "dosya merakı" kendisi için bir zaaf haline gelmeye başlamış. "Elimde dosya var", "görüntü var", "kayıt var" diyen kapıdan destursuz girebiliyor. Böyle giderse, CHP liderini çakma bir dosyayla tuzağa düşürürler. "Büyük balık" yakalayacağım derken, elinde oltanın ipiyle kalıverir.. Bu olaydan şunu da anlıyoruz ki CHP ile Odatv arasındaki ilişkiler fazla girift hale gelmiş, mesafeler ortadan kalkmış. CHP, Odatv'yi istediği haberi pompalayabileceği bir mecra olarak görmeye başlarken, Odatv de "fırsat bu fırsat" deyip CHP'nin etinden, sütünden yararlanmaya kalkışmış. Eldeki televizyonu ucuza kapatıp voltranı oluşturmaya çalışmışlar... Hâsılı, işin içinde haddini bilmez bir muhterisin şımartılması var, daha kendi kapısının önünü süpüremezken muhalefe partisine "medya stratejisi" sunmaya kalkışma var. Sarışın hatun görünce yamulan Türk erkeği var, yamulan Türk erkeğini görünce büyük yerlere geleceğini zanneden sarışın var, cin olmadan adam çarpmaya kalkışma var, basiretsizlik var, kötü yönetim var, "sen benim sırtımı kaşı, ben senin sırtını kaşıyayım" var. Peki ne yok? Akıl yok, izan yok, karakter yok, kamuoyuna karşı sorumluluk yok.. CHP, ses yalıtımlı odalarda toplantı yapıp "İşin içinde uluslararası boyutlar var" diye iri laflar edeceğine kendi içinde bulunduğu duruma bir baksın. Odatv de öyle... Son sözüm: Örtün ki ölem... Açıkİstihbarat Fatma Sibel YÜKSEK | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Paz Mart 13, 2011 3:31 pm | |
| BATYAL?! 12.03.2011 Batyal?! “Bir iç bunalımı ancak bir dış bunalım doğurur! Öncelik her zaman dış politikadadır.” Alman tarihçi Franz Altheim ………………………. BOP! http://www.hurriyet.com.tr/dunya/17182457.asp?gid=373BİP! http://www.hurriyet.com.tr/gundem/17179953.asp?gid=373GOP! http://www.hurriyet.com.tr/dunya/17180982.asp?gid=373http://www.turktime.com/haber/Libya-da-Zafer-Kutlamalari-Basladi/128864http://www.turktime.com/haber/Kaddafi-den-Rehine-Atagi/128857BOP Eş Başkanı Abdullah Gül, Ankara’dan Kahire’ye uçarken, Hasan Cemal’e demiş ki: “Biz de aynı yollardan geçtik. Ülkelerimiz arasındaki dostluğun gereği olarak biz kendi tecrübelerimizi onlara aktaracağız!” http://www.milliyet.com.tr/statukoyu-demokrasiye-yeglediler/hasan-cemal/siyaset/yazardetay/04.03.2011/1359640/default.htm…………………… Ergenekon! http://ultra-turkler.blogspot.com/Oda Tv! F Tipi operasyon! 28 Şubat arka planlı Gül havada iken karada F tipi Polis gazetecilere operasyon yapıyordu! http://haber.gazetevatan.com/zivanadan-cikmanin-sahikasi/363075/1/GundemHüseyin Gülerce, kendi penceresinden hadiseyi “su testisi su yolunda kırılır” mantığı içinde yorumlamış. http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1102032&title=oda-tvde-ikinci-dalga-ve-tsunamiBu anlamda sormak farz oldu: Adalet sadece tek taraflı kesen bir kılıç mıdır?! Gerçek bir hukuk devletinde kim hakkında somut bir iddia var ise araştırılır, gereği yapılır! Ne var ki, AKP iktidarında bu süreç böyle işlemiyor! AKP’ye, BOP’a, BOP Eş Başkanları’na muhalif kim varsa düzmece bir belge üzerinden önce medyada karalanıyor, sonra da içeri alınıyor! Sözün özü: Son Ergenekon dalgasında da görüldü ki, Gülen Cemaati’nin devlet içindeki örgütlenmesine muhalif olan, bunu deşifre eden gazeteciler içeri alınıyor! Nokta! ……………………… Bu bağlamda, bugünkü Zaman’dan bir manşet: “Oda TV'de şok belge: ****** ikna olmazsa 'Varan 2' yi kullanalım!” http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1102131&title=oda-tvde-sok-belge-******-ikna-olmazsa-varan-2-yi-kullanalimEmniyet içindeki F tipi organizasyon, kendine yakın gazete ve gazeteciler üzerinden kamuoyuna şu mesajı vermeye çalışıyor: “******’a komplo CD operasyonunu bu ekip yaptı!” Vaziyet analiz! ******’a komplo operasyonunun perde arkasında İngiliz istihbaratı var! İngiliz istihbaratı’nın MİT, Emniyet içinde kullandığı kanat var! 28 Şubatçılar var! ******’ın Abdullah Gül’ün Çankaya’ya çıkışına karşı olduğu biliniyor! CHP’nin genel başkanı olduğu sürece de Çankaya’yı protesto etti! Yaşar Büyükanıt, 27 Nisan e-bildirisinde aynı noktanın altını çizdi; “Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olmasına karşıyız!” Sonrasında neler yaşandığı biliniyor! Yaşar Büyükanıt’a emekli olurken önce madalya sonra zırhlı makam aracı verilip, Gül, Gülen, 28 Şubatçı medyada linç ettirilmek istendi! Deniz ******’a kurulan komplo sonrası Kılıçdaroğlu & Tekin ikilisi yönetime geldi. Onlar da hemen Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanı olarak tanıdıklarını belirtip, ******’a dirsek attılar! İngiliz & NATO arka planlı Devlet Bahçeli, bir anda seçime giderek AKP’yi iktidara taşıdı, sonra da Gül’ü Çankaya Köşkü’ne çıkarttı! Kılıçdaroğlu & Tekin ikilisi ise Gül’ü legalleştirme sürecinde kullanıldı! Sözün özü: ******’a komployu kuran ekip 28 Şubat ve/veya İngiliz, NATO arka planlı Gül’ün ekibi! Yaşar Büyükanıt hakkında yayın yapan kadro da aynı kadro ve/veya koro artı Emniyet içindeki malum cunta! ……………….. Çankaya Savaşları! İstihbarat savaşları! Bu noktada cevabı aranması gerekli basit soru TÜSİAD’ın sorduğu soru: “Demokrasi, şeffaflık ve adaletin yerine gelmesi için daha ne kadar bekleyeceğiz? 'Bakalım arkasından ne çıkacak' sorusunun son kullanma tarihi nedir?” http://www.turktime.com/haber/TUSIAD-tan-Ergenekon-Tepkisi-/128805Soru ortada! Cevabı vermesi gereken zat, Abdullah Gül! Çünkü çakma da olsa Başkomutan o! Cumhurbaşkanlığı koltuğuna cebren ve hile ile oturan o! Devlet katında akordu sağlaması gereken, “Yasama, Yürütme, Yargı” arasında düzeni sağlayacak olan o! TSK’ya karşı asimetrik saldırıyı düzenleyen Emniyet içindeki “cunta” hakkında işlem yaptıracak olan o! İngiliz arka planlı Güneri Cıvaoğlu, Hasan Cemal bu noktada Gül’e sormalı: http://www.milliyet.com.tr/alacakaranlik/guneri-civaoglu/siyaset/yazardetay/04.03.2011/1359641/default.htm“Neden normalleşemiyoruz, neden görevinizi yapmıyorsunuz!” Çünkü, BİP operasyonu bağlamında Türkiye’yi karıştıran Gül! Gül’ün Cumhurbaşkanı olması için kulis yapan 28 Şubatçı gazeteci, siyasi, asker, MİT’çi, Polisler’in cevap vermesi gerekmez mi?! “Gül Cumhurbaşkanı olsa ne olur” diyenler için söylüyorum, ne olacak işte bu olur! Devlet içindeki F tipi örgütlenmeyi deşifre edenlere gelince Yargı süreci işliyor diyen Abdullah Gül’e şu basit soruyu soracak kibar bir gazeteci aranıyor: “Hanefi Avcı’nın, Nedim Şener’in Emniyet içindeki F Tipi cuntaya dair somut iddiaları ile ilgili neden işlem yapılmadı, niçin yargı süreci işletilmedi!” http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1102107&title=gul-demokrasiye-destek-icin-kahirede……………………. BİP! 28 Şubat cuntası, Gül, Gülen koalisyonu! Gül, Çankaya Savaşları bağlamında Erdoğan’ı, 28 Şubat linki üzerinden tasfiye etmek istiyor! Çevik Bir, Çetin Doğan üzerinden başlatılmak istenen son “Turkuaz” muhalif dalga deşifre oldu! http://www.dyp.org.tr/HaberDetay.asp?id=132075İngiliz arka planlı Namık Kemal Zeybek üzerinden Çevik Bir’i aklama çabaları beyhude bir çaba değil mi?! http://www.turktime.com/default.asp?page=haber&id=128866Ki, Fatih Çekirge’nin çapı da duruşu da ortada! Çekirge’den rahatsız olmayanlar, Soner Yalçın’ı ne diye dillerine doluyorlar anlam vermek mümkün değil! ………………….. Ertesi gün! Darbe sonrasında yapılan değerlendirmelerde hep şu denir: 12 Eylül sabahı, bir gecede herkes adreslerinden toplandı. Demek ki, her şey biliniyormuş, neden öncesinde bir şey yapılmadı? Asker, niçin görevini yapmadı!? Soru yanlış olunca cevap da doğru olmaz! Çünkü görevini yapacak olan siyasi iktidar, polis, muhalefet vb… 28 Şubat 2011 tarihi üzerinden hadiseye bakılacak olursa, cevabı aranması gerekli soru şu olmalı: Emniyet, Ordu, Yargı, Medya içindeki “F tipi cunta”yı kim koruyor?! Hamisi kim?! İsimler belli ise işlem yapılmasını kim engelliyor!? Elcevap: Büyük İngiliz Procesi bağlamında İngilizler! İngilizler’in devletin tepesine iliştirdiği Abdullah Gül! Gül’e bağlı çalışan İçişleri Bakanı Atalay! Gül’e bağlı çalışan Adalet Bakanı Ergin! 28 Şubatçı deşifre olmuş link! Vs vs vs… Sözün özü: Asker bir sorunu olduğunda Erdoğan’a gidip aktarıyor! Emniyet içindeki Polis ise İçişleri Bakanı’na, o da Gül’e gidip yaslanıyor! “Gordion düğümü”! Demek ki neymiş?! Emniyet içindeki “cunta”yı Abdullah Gül koruyormuş! Arkalıyormuş! Neticede “bürokrat” bürokrattır! (Taraf’ın manşeti kafanızı bulandırmasın, hedef şaşırtma yapmaya çalışıyorlar!) Polis de olsa bu böyledir. Siyasi bir dayanak olmadan polis operasyon yapmaz, yapamaz. Savcı Öz’ün arkasında Gülen değil, Gül var! “Hilmi Özkök’ün, Yaşar Büyükanıt’ın Allah belasını versin, bunlar devleti sattı, bunlar adam değil, Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olsa ne çıkar. Gül, Erdoğan’dan daha ılımlı” diyen avara kasnak laik 28 Şubatçılar’a söylüyorum: Eğer Gül ılımlı ise gidin söyleyin, Ergenekon operasyonunu sonlandırsın! Bakalım sonlandıracak mı?! Gül, Erdoğan’dan da tehlikeli olanı! Sinsi! Hülasa, 28 Şubatçılar’ın aklı ile buraya kadar! İzmir’de (İngiliz, MİT, Emniyet) Mustafa Sarıgül’ün bölge bayisi Ege Koop, Hüseyin Aslan üzerinden yeni bir 28 Şubat rüzgarı estirilmeye çalışılıyor! Ezcümle, Gül’ün Cumhurbaşkanlığı inadı Türkiye’de kaosu her geçen gün biraz daha derinleştiriyor! ……………………. “Gordion düğümü”nün çözümü, Çankaya’ya doğru ismin çıkmasında! Buzdolabındaki yiyecekler kokmuş ise bu dolabın bozuk olduğu anlamına gelmez! Dolabı temizleyip, fişi taktığınızda buzdolabı yeniden çalışmaya başlar! Yemekler kokmaz! Şu anda sistem kokuşmuş ise sorumlusu, Çankaya’ya Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanı olarak çıkartanlarda! Şimdi en büyük şikayeti onlar yapıyor! Stratejik akıl olmadan yapılan muhalefetin kimseye faydası olmaz! Eğer olmuş olsa idi, 28 Şubatçılar ortalık yerde avara kasnak gibi dolaşmaz, dolaştırılmazdı! Sözün özü: “Akılsız kasabın gerisine kaçar masadı!” Türk atasözü …………………… Ertuğrul Özkök’ün sorduğu sorunun cevabına gelince… http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/17179874.asp?yazarid=10&gid=61Erdoğan, yüzde 50’nin üzerinden oy alırsa ne olur, diktatör olur! Tek seçici olur! Anayasa’yı değiştirip, yasama, yürütme, yargı gücünü tek elde toplar! “Eksen”i tamamı ile “Batı”dan “Doğu”ya kaydırır. Sözün özü: Neo Osmanlı coğrafyasındaki isyan dalgası Türkiye’ye doğru geliyor! Gazeteciler isyanda, sokakta! PKK eylemlere başlıyor, Erdoğan Çiller’leşip PKK’nın üstüne gidecek! http://www.hurriyet.com.tr/gundem/17179960.asp?gid=233Vatandaş büyük korku ve panik içinde! Türkiye hızla karışacak, karıştırılacak! Ekonomi batakta! 22 Temmuz 2007 seçimlerinde “Aman ağzımızın tadı bozulmasın” diyenler panikte! http://www.turktime.com/haber/TUSIAD-tan-Ergenekon-Tepkisi-/128805………………….. batyal, -li Fr. bathyal a. coğ. Derinliği 200-2000 metre arasında olan deniz. Güncel Türkçe Sözlük ………………….. Ve… Son olarak… AKP’nin mecburiyetleri, Türk Milleti’nin mecburiyetleri yapılmaya çalışılıyor! http://www.hurriyet.com.tr/planet/17181935.asp?gid=286İngilizler, Gül’ün Cumhurbaşkanlığı ve Turkuaz CHP, 28 Şubat koalisyonu üzerinden Türkiye’yi “Turkuaz”a boyamaya çalışıyor! http://www.milliyet.com.tr/ak-partili-vekillerde-gizli-anket-panigi/siyaset/sondakika/04.03.2011/1359844/default.htm“Neo Sevr Planı”nı kuvveden fiile geçirmeye çalışıyor. Emniyet içindeki “cunta”yı temizleyip “sistem”i rahatlatmak varken, korumak kimin aklı?! Gül’ün aklı! http://www.hurriyet.com.tr/gundem/17182782.asp?gid=373Sözün özü: Görünen o ki, bu baharda ortalık çok karışacak! BİP stresi ilk olarak Gül’ü vuracak! 12 Haziran’dan sonra sandıktan yine Erdoğan çıkacak! Kaos daha da derinleşecek! (Eksen savaşları!) Nokta! Ultra-Türkler.Blogspot Hayrullah MAHMUD | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Paz Mart 13, 2011 3:32 pm | |
| SEN NEFRET EDİLECEK BİR GAZETECİSİN NAGEHAN ALÇI
12.03.2011 AKP eleştirilirken suratındaki o yapmacık gülümseme gerildikçe geriliyor.
Üzerindeki o pahalı giysileri satın almana vesile olan köşelerde AKP yalakalığı ile yükselen sen, AKP'nin basın özgürlüğüne yönelik hamleler tek tek sıralanınca geriliyorsun.
Bu yalakalığını perdelemek için, MOSSAD'ın dünya literatürüne soktuğu , faşizan rejimlerin seveceği türden muğlak bir suç türü olan "nefret suçu" kavramına sarılıyorsun.
"Ben savcı rolü oynamak istemem" dedikten iki cümle sonra, "OdaTV nefret suçu işliyor" deyip hükmünü veriyorsun.
Bu suç türü, dünyada İsrail karşıtı muhalefeti "anti-semitizm" olarak yaftalayabilmek için uyduruldu ve sen ve kocan Rasim Ozan Kütahyalı gibi iktidardan beslenen liberaller bu muğlak suç kategorisini her fırsatta gündeme getiriyorsun.
Üzerindeki o giysileri , bindiğin arabayı, oturduğun evi bu ülkede demokrasinin ve mazlumun yanında değil, iktidarın eteğine tutunarak edinebileceğini çok iyi biliyorsun.
Sen nefret edilecek bir gazetecisin Nagihan Alçı.
Utanmadan; bir meslekdaşının (ki o meslekdaşın hakkında sen daha tek satır yazmamışken en ağır şekilde eleştiren biziz) susturulmaya çalışılmasını demokrasi ve basın adına savunabiliyorsun.
Bunu yaparken kendini ,
"ben de zaman zaman AKP'yi eleştiriyorum"
şeklinde cümlelerle aklamaya çalışıyorsun.
Bunu yaparken, nefret suçu işlemek hükmünü verdiğin OdaTV'nin İsrail'e en yakın yayın odaklarından biri olduğunun farkında bile değilsin.
Sen nefret edilecek bir gazetecisinin Nagihan Alçı...
Şu son süreçte medyanın vitrininde parlatılan,
hiç bir şekilde karşı bir soru ile karşılaşmayacağını bildiği için gerçekleri ve verileri çarpıtan,
"kadın" imajının arkasından en gaddar erkeğin bile yapmayacağı ölçüde insanların namusuna tecavüz eden ve mağdurluk psikolojisine bürünebilen;
cehaletinin derinliğini ezbere afili cümlelerle perdeleyen;
tipolojinin tipik bir örneğisin.
İnsanları damgalamak için gerçekleri çarpıtmaktan asla utanmıyorsun.
Ekranda diyorsun ki....
"OdaTV öyle yayınlar yapıyor ki, bir yazılarında aynen şöyle dediler : Fehmoş yatında tatilde, Sevilay Yükselir de yanında, mutluluk çubuğunu Sevilay Yükselir üzerinde mi deniyor"
OdaTV'nin "Vajina Yıkanır mı?" haberini deşifre eden ve OdaTV'nin reyting uğruna her türlü gazetecilik standardını ayaklar altına almasını eleştiren bir site olarak Nagehan Alçı'ya
"İnsaf, ağır ol" diyoruz.
OdaTV 'nin o haberi Nagehan Alçı'nın çarpıttığı gibi değildi...
O haberde ; Fehmi Koru'nun ve mutluluk çubuğu takan doktorunun aynı yatta olduğu, yatta Sevilay Yükselir'in de olduğu belirtiliyor. Anlayacağınız; Fehmi Koru mutluluk çubuğunu Sevilay Yükselir üzerinde mi kullanıyor tarzı bir ibare mevcut değil.
Haber gazetecilik dili açısından sorunlu mu?
OdaTV'den sözediyoruz.Sorunsuz dili olan bir haberini bulmak zor.
Haber "nefret suçu" mu işliyor?
Yok artık....Varsa sorunun davanı açarsın , hakkını ararsın.
İktidar mekanizmasını bir yayın organının üzerine salınmasını savunmaktan utanırsın. PKK'nin Mehmet Metiner'i tehdit etmesi ile, iktidarın bir yayın organını baskı altına almaya çalışmasını bir tutmaktan hicap duyarsın.
Ama olsun. Nagehan Alçı'yı gerçekler ve demokrasi ahlakı ilgilendirmiyor.
OdaTV'ye yapılan baskını değerlendirirken;
"ya ilerde Soner Yalçın'ın alevileri kışkırtmak için telefon görüşmeleri yaptığı tespit edilirse, ne diyeceğiz"
şeklinde cümleler kuruyor. Soruşturmadan haberdar olmadığını belirten cümlelerin hemen sonrasında.
"OdaTV'nin Ergenekon'un doktrin merkezi olduğu söyleniyor"
gibi anlamını bilmediği kelimeleri cümle içinde kullanıyor.
"Doktrin merkezi ne demek" Nagehan Alçı?
"Sen "Ergenekon" sürecinde bu uydurma terim ne kadar gündeme geldi farkında mısın?" diye soran yok nasılsa.
O kadar cahil ki...
"Almanya'da Soner Yalçın'ın kitabı tarzı bir kitap basılsa, ertesi gün yoksunuz" diyor...
Almanya'da basılan kitaplardan haberdar değil. "Nefret suçu"nun en yadsınamaz şeklini politika olarak icra eden Nazilerin bırakın kitabı ,Almanya'da köylerinin olduğunun farkında değil.
Mirgün Cabbas'ın programında haklı olarak yaptığı ;
"Bu baskın Soner Yalçın'a nefret suçu nedeniyle yapıldıysa, her gün bu dille manşetler atan Vakit gazetesine neden baskın yapılmıyor...bu nefret suçu bu yaşananlara kulp bulma değil mi?"
tespiti karşısında geveleyip duruyor.
Takmış takıştırmış geçmiş karşımıza ahkam kesiyor Nagehan Alçı.
Sen nefret edilecek bir gazetecisin Nagehan Alçı.
Bu ülkeye giydirilmek istenen deli gömleğinin medya ayağında sen ve senin gibiler vazgeçilmezsiniz. Bilmeden konuşan...
Bildiği halde konuşmayan...
Romantik kavramlar üzerinden insanların namusuna yeltenen..
Modern faşizmin bütün ordularını kadınlığın tül perdesi altında saklayan...
Ve bunun üzerinden para kazanan...
Nefret edilecek bir tipolojisin.
Bizi; OdaTV gibi bu ülkede muhalefetin kalitesini düşüren ve AKP muhalefeti ile İsrail yandaşlığı arasındaki çizgiyi çekemeyen bir yayını basın özgürlüğü adına savunmak zorunda bıraktığın için ayrıca nefreti hakediyorsun.
Nefret suçu ise hodri meydan!
Açıkistihbarat
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Paz Mart 13, 2011 3:34 pm | |
| "ERGENEKON TERÖR ÖRGÜTÜNÜN MEDYA YAPILANMASI"
11.03.2011 Ümraniye'de bir gecekonduda bulunan bombalarla ilgili soruşturma ne zaman "Ergenekon" adlı dünyada eşi benzeri bulunmayan bir "terör örgütü" ile bağlantılandırıldı?
Birinci Ergenekon Davası'nın duruşmalarında sanık avukatları tarafından mahkemede izletilen görüntülere göre, gecekondunun aramasını yapan polisler kendi aralarında konuşurken, "Ergenekon" kelimesini telaffuz ediyorlar, hatta "Savcı da kimmiş, Ergenekon'sa ...iktir et" şeklinde özlü yaklaşımlar ortaya koyuyorlardı.
Oysa, 2007'deki Ümraniye soruşturması sırasında, resmi belgelerde daha Ergenekon'un adı bile geçmiyordu. Bu ismi o an'a kadar sadece bir tek kişi telaffuz etmişti; o da "Amerikan Büyükelçisi'nden Demokrasi Dersi" diye yazılar yazacak kadar Washington ile içli dışlı bir satılık kalemdi.
Soruşturmayı yürütenler, ilk kez 2006 yılında Sabah gazetesinde ortaya atılan bu ismi sonradan çok sevdiler. Ümraniye'den sonra başlatılan zincirleme soruşturmaların hepsine "Ergenekon" adı verilmeye başlandı. Kanada'da yaşayan Haham ortaya çıktı, bir takım "şemalar" ortaya çıktı. Şamil Tayyar bir süre "Bir numarayı açıklıyorum" diyerek iftiradan para kazandı....
Derken, istimi arkadan gelen bu tuhaf örgütün "askeri yapılanması", "mali yapılanması", "medya yapılanması" vs. iddianamelere konu olmaya başladı. Savcılar coştukça coştu, 1987 doğumlu teğmenler, 12 Eylül'ün kanlı olaylarından sorumlu tutulur oldu. "Darbecilerle hesaplaşacağız" diyerek halktan oy toplayanlar, 12 Eylül'ün patronu Kenan Evren'in kapısından bile geçemediler. Hasılı, süreç bir garip kaos, karmaşa, dezenformasyon, kin, garez, aşk, ihtiras dehlizinde kar topu gibi büyüdü ve bugünlere gelindi.
Gelinen nokta, "Ergenekon"un Türkiye'nin parçalanmasına ve işbirlikçi hükümetlere karşı çıkan herkesi yutarak ilerleyen küresel bir plan olduğunu ortaya koydu. İş o kadar renkli bir hale geldi ki bu büyük planın içine kişisel hesaplaşmalar da girmeye başladı. Örneğin, Şamil Tayyar'ın veya Ahmet Altan'ın arabasının önüne parkederseniz yandınız, kendinizi bir anda Ergenekon soruşturmasının içinde bulabilirsiniz. Veya soruşturmayı yürüten Savcı hakkında sağda solda "Şişkonun teki" diye dedikodu yaptıysanız, Silivri ile tanışmanız işten bile değil.
Savcı, devletin resmi belgelerinde binlerce sayfa dedikodu yapabilir. Turşu tarifini, sevgili kavgasını, aşk namelerini, çamaşır deterjanının markasını, köpeğinizin çiş yapma saatlerini iddianameye " delil" diye koyabilir. Dinlemelere takılan insanların açık isimlerini, ev ve iş adreslerini, telefon numaralarını, vatandaşlık numaralarını internette yayımlatabilir ama siz Savcı hakkında "Çıkmış 150 kiloya...O gözlükler de ne öyle,? Artize bak!" dediğiniz an gidersiniz... ............................
Konumuza dönecek olursak,
"Ergenekon'un medya yapılanması" denilen şeyde bir problem, bir eksiklik vardı. Ki bu durum zaten Mehmet Altan üstadımız ile Mehmet Baransu büyüğümüzün epeydir dikkatlerini celbetmekte ve "Ergenekon'un medya ayağının üstüne gidilmeli" deyip durmaktaydılar.
Hakikaten, koskoca örgütün en az dört iddianamede adı geçen "medya ayağı" oldukça pespaye bir yapı ortaya koymaktaydı. İsimlere bakınız:
Tuncay Özkan, Mustafa Balbay, Erol Mütercimler, Güler Kömürcü, Yalçın Küçük, Ufuk Büyükçelebi, Hikmet Çiçek, Serhan Bolluk, Merdan Yanardağ, Adnan Akfırat, Vedat Yenerer, Deniz Yıldırım, Ufuk Akkaya, Hayrullah Mahmut Özgür, Fatma Sibel Yüksek...
İsimleri yanyana dizdik diye bu isimler arasında iddianamede mantıklı bir irtibat kurulduğu zannedilmesin. Onbinlerce sayfayı bulan iddianame ve ek delillerde bu isimlerin her biri ayrı bir yerde geçiyor. "Ergenekon'un medya ayağını oluşturmak" suçlaması kimine yöneltilmiş, kimine yöneltilmemiş. Örneğin Tuncay Özkan, medya faaliyetinden çok, kurduğu parti ve Cumhuriyet mitingleri kapsamında yargılanıyor. Mustafa Balbay'a bütün sanıklara olduğu gibi tam olarak ne suçlama yöneltildiği bilinmiyor. Ancak duruşmalarda sorulan sorulara ve medyaya servis edilen haberlere bakılırsa, kendisi "TSK içinde darbe planlayan bir ekipten haber alabilen ve bu haberleri belli bir manüpilasyon çerçevesinde kamuoyuna sunan gazeteci" olmaktan muzdarip.
Adnan Akfırat, Hikmet Çiçek, Serhan Bolluk zaten İşçi Partisi'nin yayın organlarında hem gazeteci, hem de parti üyesi kimliğiyle yıllardır çalışan insanlar. Bu konumları yasa dışı olmadığı gibi, sakladıkları da yok zaten.
Merdan Yanardağ, Tuncay Özkan'ın televizyonu satıldıktan sonra işsiz kalmış bir gazeteci. Kezâ Güler Kömürcü, Ergenekon sanıklarınan biriyle evlendiği için 2008 yılında Akşam gazetesinden atılmış ve o günden beri başka yerde çalışmamış bir köşe yazarı...
Hayrullah Mahmut, medyanın yüzünü en son 2003 yılında gördü. TMSF Star gazetesine el koyduktan sonra medyada bir daha iş bulamadı. Bir kaç yıl internette mail gruplarına yazdı, son iki yıldır onu da bırakmış durumda.
Erol Mütercimler ile Yalçın Küçük'ün gazetecilik mesleğine mensup olup olmadıkları tartışmalı. Mütercimler için daha çok araştırmacı-yazar denilebilir. Ergenekon yapılanması içinde nasıl bir rol aldığını iddianameden ve "ek delil" diye ortaya konulan levazımdan anlamak mümkün değil.
Yalçın Küçük derseniz, o her şeyden yargılanıyor. Kalpak giymekten, kırmızı atkı takmaktan, Öcalan ile görüşmekten, elini masaya vurarak konuşmaktan, aniden bağırıp insanın ödünü koparmaktan...
Kapanan Tercüman gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Ufuk Büyükçelebi, anladığımız kadarıyla telefon tapelerinde "Ben o Şamil Tayyar'ın k.çının fotoğrafını gazeteye basıp altına da şöyle yazacağım" dediği için savcılar tarafından ayıplanmış bir insan. Şamil Tayyar'ın mabadını gazeteye basıp altına özlü bir söz yazmak, gazetecilik etiği ve faaliyeti ile bağdaşmayan bir davranış olarak "asrın davasındaki" yerini almış bulunuyor.
Deniz Yıldırım ve Ufuk Akkaya, Aydınlık gazetesinin haber müdürü ve muhabiri. Mehmet Ali Talat ile Tayyip Erdoğan'ın telefon görüşmelerini yayımladıkları için tutuklandılar. Devletin yüzlerce gizli belgesini "ek delil" diye dosyaya koyup internet sitelerinde yayımlanmasına neden olan savcılar, Mehmet Ali Talat ile Tayyip Erdoğan'ın telefon konuşmasının "gizli belge" niteliğinde olup olmadığını Başbakanlık'tan sordular. Başbakanlık da Müsteşar Yardımcısı Ruhi Özbilgiç'in imzasıyla "Gizli belgedir" diye jet yanıt verdi. Böylece basın tarihinde ilk kez iki gazeteci, "Başbakanlık oluruyla" tutuklanmış oldular...
Fatma Sibel Yüksek, gazetecilik hayatında muhabirlikten öteye gidememiş, 2006 yılından beri işsiz,. Beş yıldır sadece markete ve yüzme havuzuna gitmek için evden dışarı çıkıyor. Telefonu haftada ortalama dört kez çalıyor. Onda da arayan ya kocası, ya da kızkardeşi.. Osman Pamukoğlu'nun partilileri tarafından bile tanınmadığı için facebook sayfasında "yandaş" zannedilip küfürlere gark olmuş bir isim. Bin kişinin ziyaret ettiği Açık İstihbarat adlı sitede canı sıkıldıkça yazılar yazıyor. İkinci Ergenekon iddianamesine "Behiç Gürcihan'ın nişanlısı" kontenjanından sanık olarak girdi.
Üstelik bu sayılan isimler, ya birbirlerini hiç tanımıyorlar; ya da birbirlerinden hiç hazzetmezler. Örneğin Fatma Sibel Yüksek, Hayrullah Mahmut, Merdan Yanardağ, Serhan Bolluk, Deniz Yıldırım, Erol Mütercimler gibi isimleri yolda görse tanımaz. Keza bu isimler de Fatma Sibel Yüksek'i yolda görseler tanımazlar. Güler Kömürcü, Adnan Akfırat, Hikmet Çiçek ve Vedat Yenerer ile duruşmalar sırasında tanışmıştır. Tuncay Özkan'ın hallerini ti'ye alan yazılarından dolayı, Özkan'ı sevenlerin kalbini kırmış, Mustafa Balbay'ın kafiyeli cümlelerini de oldum olası çok sıkıcı bulmuş birisi..
Şimdi, böyle bir ekibin "ülkeyi darbe ortamına sürükleyerek, Türkiye Cumhuriyeti hükümetini yıkmayı" hedefleyen, kökü tarih öncesindeki Agarta efsanesine kadar dayanan bir örgütün "medya ayağını" oluşturması akla seza mıdır?
Yakışır mı o örgütün şanına?
İçlerinde bir tane bile medya patronu, yayın yönetmeni yok. Çok satan bir gazetede çalışan yok, hepsi işsiz güçsüz...
"Ergenekon bu ekiple mi medyayı ele geçirip kamuoyunu darbelere hazırlayacaktı" diye sormazlar mı?
Nefes almaları bile beraat sebebi...
Tabii, binlerce sayfalık Ergenekon dosyasında sadece bu isimler yok. Örneğin, meşhur Ergenekon şemasında Zaman gazetesi yazarı ve Fethullah Gülen'in gayrı resmi basın sözcüsü Hüseyin Gülerce ile Star gazetesinin bir önceki patronu Ethem Sancak'ın da isimleri var...
"Ergenekon öyle bir örgüttür ki üye olduğunuzun farkına bile varmazsınız" diyerek dünya hukuk terminolojisine yeni bir tanım kazandıran Taraf gazetesi yazarı Yıldıray Oğur veya "İlhan Selçuk gizliliğe o kadar önem veriyordu ki, bu yüzden cep telefonu bile kullanmıyordu" şeklinde mütala veren Savcı'nın mantığıyla bakacak olursak, bu isimler Fethullah Gülen'in gazetesinde yazarak ve de "Başbakan'a yakın işadamı" kılığına bürünerek Ergenekon'un amaçları doğrultusunda faaliyet gösteriyor olamazlar mı?
Ergenekon operasyonları bir kez olsun, adı şemalarda geçen Hüseyin Gülerce'nin kapısına neden uğramaz? Savcılar kendisini çağırıp "Adınızın burada ne işi var?" diye neden bir kez olsun sormazlar?
Şimdi anlıyoruz ki Odatv baskını ile "Ergenekon'un medya yapılanmasında" yeni bir aşamaya gelinmiş. Medya ayağı, ilk tutuklamaların yapıldığı Haziran 2007'den beri ilk kez, işsiz güçsüz gazeteciler çemberinden çıkarılıp "etkili isimlere" doğru kaydırılıyor. Mehmet Altan'ın arzusu nihayet karşılık buluyor ve "Medya yapılanmasının" üstüne gidiliyor.
Yanlış hatırlamıyorsak Odatv, 2007 yılında yayına başladı. Savcıların, ortada bu derece gülünç bir "medya yapılanması" açığı varken neden dört sene bekledikleri gibi mantık sorularına bu davada yer olmadığını öğreneli çok oldu.
Anlaşılan o ki Odatv, Amerikalı uzmanların Ergenekon polislerini eğittiğine ilişkin görüntüleri yayımlamaktan ziyade, belli bir izlenme oranına ulaştığı; daha da önemlisi CHP ile ortak bir televizyon kanalı projesine giriştiği için operasyona uğramış.
Şamil Tayyar'ın eline tutuşturulan mektupta Odatv operasyonunun neredeyse bütün şifreleri var. Bilmeyenler için özetleyelim: Şamil Tayyar, Soner Yalçın ve arkadaşlarının tutuklanmasından sonra, Soner Yalçın tarafından Kemal Kılıçdaroğlu'na iletilmek üzere yazıldığı iddia edilen bir mektubu yayınladı. Bu mektup doğruysa Soner Yalçın, Kılıçdaroğlu'na "CHP'nin etkin bir medyaya ihtiyacı bulunduğunu" telkin ederek işbirliği teklif ediyor. CHP'nin ukdesinde zor günler yaşayan Halk Tv'ye satın alıp canlandırmayı amaçlayan bir proje sunuyor. Klasik ve de iflah olmaz bir ekipçilik zihniyetiyle bu kanalda birlikte çalışılacak "etkili" ve de "ünlü" gazetecilerin, televizyoncuların ismini empoze ediyor.
Bağımsız bir gazetecinin bir siyasi partiye bu şekilde yanaşması etik midir? Bizce değildir...Nitekim Odatv'nin önce Deniz ******'a, ****** devrilince Kılıçdaroğlu'na yanaşmacı tavırlarını çok eleştirdik. Bu süreçte aniden ortaya çıkan İsrail övgüsü ile dolu haberler de oldukça dikkatimizi çekti ve Odatv'nin iyiniyetli okuyucularını küstürmek pahasına eleştirimizi yaptık.
Peki, bir gazetecinin bir siyasi partiye yanaşması etik değildir ve aynı zamanda suç mudur? Hayır değildir. Keşke suç olsaydı, keşke Basın Kanunu bu yaklaşımı suç kapsamına soksaydı da, ar damarı çatlamış biçimde AKP yandaşlığı yapanlar hakkında da davalar açılabilseydi. Ama bu bir suç değil, sabaha karşı çelik yelekli polislerin operasyonu ile gözaltına alınıp tutuklanmayla sonuçlanacak bir suç hiç değil.
Soner Yalçın suç işlemişse, Dolmabahçe'lerde, Başbakanlık konutlarında boncuk gibi huzura dizilip bağlılık bildiren, yandaş olanından olmayanına gazeteci sürülerine ne diyeceğiz?
Hülâsa, Şamil Tayyar'ın eline tutuşturulan mektupla şimdi "Ergenekon'un medya yapılanması" üzerinde bambaşka bir aşamanın devreye sokulduğunu görüyoruz. Olay, işsiz güçsüz gazetecilerden çıkarılıp "medya sosyetesine" yönlendirilmeye başlanmıştır. Şamil Tayyar gibi muhbir kalemler, mektupta adı geçen gazeteciler üzerinde cadı avını başlattılar bile. Gerek bu mektup, gerek Soner Yalçın ve arkadaşlarının verdiği ifadelere dayanarak önümüzdeki günlerde medyadan flaş isimlere operasyon yapılabilir.
Soner Yalçın'ın kurmayı düşündüğü televizyon kanalında adı geçen Ahu Özyurt'un Ülke Tv'de canlı telefon bağlantısındaki halini görmeliydiniz. Kadıncağız, korkudan kalp krizi geçirecekti neredeyse. "Namusumla oynadılar" diye bağırarak ortalığı kadınlar hamanına çeviren Sevilay Yükselir'e "Sana mı soracağım nerede çalışacağımı hadsiz" diyemedi. Son derece ürkmüş bir şekilde neden CHP'de basın danışmanlığı yaptığının hesabını vermeye çalıştı.
Şimdi, sırf Soner Yalçın tarafından Kemal Kılıçdaroğlu'na yazıldığı iddia edilen mektupta adları geçtiği için Nuray Mert, Sedat Ergin, Mine Kırıkkanat gibi pek çok ünlü isim hedef tahtasına oturtuluyor. Belli ki yeni cadı kazanları kaynatılmaya başlanacak ve "Ergenekon'un gazetecileri" olmakla suçlanacaklar. Belki de kovuşturmalara uğrayacaklar, işlerinden güçlerinden olacaklar...
Onlar, bizim gibi sıradan insanların hayatı karartılırken sessiz kaldılar. Ben kendi adıma öyle yapmayacağım, ülkeyi yangın yerine çeviren bu iftira kampanyası kimi hedef alırsa alsın, yaşadığım müddetçe karşı çıkacağım.
İkinci Ergenekon davasının 33 numaralı tutuksuz sanığıyım. Sorgu sırası bana geldiğinde, Mustafa Balbay'ın "Ben buradayım, paşalar nerede" demesi gibi, "Ben buradayım, 28 Şubat'ın medya temsilcisi Ertuğrul Özkök nerede" diye soracaktım ama bu gidişle gerek kalmayacak gibi görünüyor...
Kanaltürk'te mankenleri işe alıp gazeteci yapan "Ergenekon yöneticisi" Tuncay Özkan'ın bizim gibi "Ergenekon'un medya yapılanmasında yer alan" işsiz bir gazeteciyi neden işe almadığını sorarız artık...
Veya "Ergenekon'un yeni medya karargâhı" ilan edilen Odatv'nin, suçsuzluğumuzu kamuoyuna anlatmak için çırpındığımız günlerde yazdığımız mektuplara gönderdiğimiz fotoğraflara cevap bile vermeyip de medyatik isimler dahil olana kadar davaya neden bigâne kaldığını sorarız... Açıkİstihbarat
Fatma Sibel YÜKSEK
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Paz Mart 13, 2011 3:35 pm | |
| SONER'E KÜFREDEN ŞAMİL ''MÜSLÜMAN'' OLSA
11.03.2011 Ülke her gün ilginçleşiyor. Develer tellal, pireler berber oldu bu absürd masallar ülkesinde.
Ülke TV'de, Turgay Güler'in sunduğu En Sıradışı isimli programda, Ahmet Kekeç ve Şamil Tayyar gündemi yorumluyorlar.
"Ergenekon" sanıklarına attığı ve mahkemelerde defalarca çürütülen iftiralarla hayatını kazanan ve bir de üstüne üstlük kendini demokrasi kahraman ilan eden Şamil Tayyar , OdaTV hakkında yürütülen soruşturma kapsamında eline bir mektup geçirmiş onu açıklıyor.
Birileri Şamil Tayyar'a, Soner Yalçın'ın CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'na iletilmek üzere yazdığı mektubu iletmiş.
Mektuba göre Soner Yalçın CHP borazanlığına soyunacak bir "diğer yandaş medya" kurma hedefini açıklıyor ve bir dizi gazeteci ile birlikte Halk TV'yi devralarak, CHP'yi savunmak istediklerini belirtiyor.
"Diğer yandaş medya" ifadesini özellikle kullandık çünkü eğer Tayyar'ın gündeme taşıdığı mektup doğruysa, Soner Yalçın mektupta bu ifadeyi aynen kullanıyor.
Soner Yalçın'ın medya metodolojisinin kendine bağlı çemberler oluşturmak ve bu çemberler üzerinden belli yandaşlıklara , belli misyonlara soyunmak olduğunu zaten herkes biliyor. Açık İstihbarat olarak OdaTV'yi "Bu yandaşlık, cemaat psikolojisi ile Tayyip Erdoğan ve şürekasından ne farkınız kaldı, muhalefetin kalitesini düşürmeyin" diye eleştiren bizleriz.
OdaTV'nin habercilik anlayışının ve dilinin hakaret sınırında dans ettiğini inkar eden de yok. Ve eğer CHP'ye yazılan mektup doğruysa , bu yandaşlığı kurumsallaştırmaya çalıştığı da su götürmez.
Bunların hepsi gazete etiği adına tartışmalı hareketlerdir.
Bunların hepsi habercilik dili adına sorunlu yaklaşımlardır.
Bunların hepsi muhalefet adına akılsız, çiğ hamlelerdir.
Fakat bunlar SUÇ DEĞİLDİR.
Bunlar basiretsizliktir, akılsızlıktır ve hatta ahlaksızlıktır ama SUÇ değildir.
Hakaret suçu ile nefret suçu arasındaki farkı bilmeyen cahillerin önce bu ayrımı anlaması gerekiyor.
Sözkonusu En Sıradışı programını izlerken insanı dehşete düşüren ise Soner Yalçın'ı bu mektubu nedeniyle eleştirenlerin kurduğu şu cümledir :
"Bir gazeteci bir siyasi partiyi iktidara getirmek için çalışma yapabilir mi?"
El insaf!
Tayyip Erdoğan'ı iktidara getirmek ve orada tutmak için kurulan gazetelerde ve televizyonlarda çalışıp, orada kendilerine bahşedilen köşelerinden herkese her türlü iftirayı atanlar bunu diyor.
Şamil Tayyar utanmadan Soner Yalçın'ı CHP'nin emrine girmekle suçluyor.
Bunu diyen adam yıllarca Ethem Sancak'ın patronajı altında çalıştı. O STAR gazetesi yıllardır açıkca AKP'nin yayın organı olarak yayın yapıyor.
Ethem Sancak kim...
Tayyip Erdoğan'a hayranlığını açıkca dile getiren bir adam...
Ethem Sancak kim...
"Ergenekon" mahkemesine sunulan "Ergenekon" şemalarından birine göre "Ergenekon" üyesi patron...
Yani Şamil Tayyar'ın patronu hem Tayyip Erdoğan'ın hayranı , hem de o çok ciddiye aldığı "Ergenekon"da yeralan belgelere göre "Ergenekon" üyesi.
Ve Şamil Tayyar çıkmış Soner Yalçın'I bir grup gazeteci ile CHP'nin emrine girmekle suçluyor.
Soner Yalçın'ın dinine küfreden müslüman olsa...
OdaTV'nin kendisi hakkında yaptığı hakaretemiz yayınlar nedeniyle gözü kararmış histerik gazeteci tiplemesi Sevilay Yükselir aynı programda
"bu ODATV benim namusuma dil uzattı" diye haykırıyor.
Şamil Tayyar , Sevilay Yükselir'i destekliyor, hiç kimsenin hele anne olan bir kadının namusuna dil uzatılamayacağını söylüyor.
Doğru lafa bazen tek şey denir...O adamın ağzında işin ne?
Bunu lafı eden kim?
Canlı yayında Yazgül Aldoğan'a , "sokak kadını" diye hakaret eden Şamil Tayyar... .....
AKP'nin emrinde olan patronların emrinde çalışan Şamil Tayyar...
CHP'nin emrine girmeye çalışan Soner Yalçın...
AKP'nin emrindeki gazetecilere hakaret eden Soner Yalçın...
AKP'nin emrinde olmayanlara hakaret eden Şamil Tayyar...
....
Anlayacağınız bir varmış , bir yokmuş...
Bir Soner Yalçın mış, bir Şamil Tayyar mış...
Günün birinde bir uzak ülkeye , "ileri demokrasi" gelmiş..
Develer tellal, pireler berber olmuş.
Açıkistihbarat
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Paz Mart 13, 2011 5:07 pm | |
| ABD’NİN “GİZLİ RAPORU”, “BOP” VE “BALYOZ”
01.02.2011 Önce bir köşe yazısından bazı bölümleri okuyalım; “Gün olur devran döner, kimsenin hakkı kimsede kalmaz. Türkiye’de, “Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratma operasyonları”nda… Tam bu atasözünde belirtildiği gibi, gün geldi “hesap döndü”. 29 aydır tutuklu Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin olayını biliyorsunuz değil mi? Hani 29 ay önce “yandaş medya”da büyük başlıklarla haberler çıkmıştı ya… ’Ergenekoncu teğmenin Hizbuttahrir bağlantısı!..’ “Ergenekoncu Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin Hizbuttahrir örgüt üyelerine ‘İrtibatı koparmayalım. Büyük işlere imza atacağız’ mesajı çektiği tespit edildi.” Hele bir de Taraf Gazetesi’nin başlığına bakın! “Hilafetçi Ergenekon. İstanbul’da hilafet toplantısı düzenlemeye hazırlanırken MİT’in ihbarıyla yakalanan Hizbuttahrir liderlerinin Ergenekon sanıklarıyla bağlantısı ortaya çıktı.” Günlerce yazıldı. TV ekranlarında günlerce ballandıra ballandıra anlatıldı. Teğmenin nezdinde Türk Ordusu’nun itibarı yerle bir edildi. Aradan 29 ay geçti… Her şey açığa çıktı. Tıpkı o atasözündeki gibi, ‘gün geldi, hesap döndü.’ Nasıl mı? Polis, Teğmen Mehmet Ali Çelebi’yi gözaltına alıyor ya… Emniyette teğmenlerin telefonlarına, yanlışlıkla(!) Hizbuttahrir örgütü üyeliği ile suçlanan bir başkasının telefon kayıtları kaydediliyor. Yanlışlıkla canım! Bile bile yapılır mı? Ve teğmen, 29 ay boyunca cezaevinde “bu kayıtlarla” suçlanıyor. Siz böyle aşağılık bir komplo gördünüz mü? Önce suçlu diye yakala… Sonra suç isnat et! Bu olay da gösteriyor ki, hesap dönmeye başladı. Gerisi çorap söküğü gibi gelecek. Türk Silahlı Kuvvetleri’ni “itibarsızlaştırma” gayreti, geri tepecek. Başından beri yazıyorum, görüşüm değişmedi, tekrar edeyim. Bütün bu olup bitenler tesadüf değildir. Planlı ve programlı bir şekilde Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratma eylemidir. Halkı yıldırma, toplumu umutsuzluğa sevk etme gayretidir. Lütfen, şu olup bitenleri bir mantık ölçünüze vurun! Sözde cumhuriyet döneminin en kanlı askeri darbesini planlayan kişiler 300 kişilik bir salonda toplanıp, konuyu açık açık görüşüyorlar ve klasörler dolusu rapor hazırlıyorlar. Dahası var. Bu klasörler dolusu darbe raporunu beş altı kopya yapıp, değişik yerlere gizliyorlar. Durum ayyuka çıkmasına rağmen, bu planlar yok edilmiyor… Gölcük Donanma Komutanlığı’ndaki bir istihbarat subayının odasının zemin karolarının altında bile tutuluyor. Sanmıyorum… Kopyaların daha henüz tamamı bulunmuş değil. İki üç ayda bir operasyon yapılacak ki, toplum, Ordu’nun ne menem bir darbeci(!) olduğunu unutmasın! Yine yandaş gazetelerde manşet olsun… Yandaş televizyonlarda günlerce döndüre döndüre gösterilsin. Tüm bu yaşananlar benim için sürpriz değil. 2003 yılında ABD’de yazılan senaryo sahneye kondu. Aktörler belli, mekanlar belli… Sırası gelen, oyuna giriyor. Oyunun ismi BOP. Yani Büyük Ortadoğu Projesi. Daha önce de bir makalemde yer verdim, yine köşeme alıyorum. 20 Mart 2003 tarihinde, Beyaz Saray Oval Ofis’te ABD yetkililerinin müzakere ettiği Türkiye raporu aynen şöyle: [color:cc2d=blue]‘BOP’un (Büyük Ortadoğu Projesi) kilit ülkeleri Türkiye ve İran’dır. Bu iki ülke ya bizimle olmalı ya da çökertilmelidir. Türkiye’nin konumu ve olaylara bakışı ile İran’ınki birbirinden çok farklıdır. Bu nedenle uygulanacak politikalar ve planlar da farklı olmalıdır. Türkiye’ye karşı ekonomik destekli bir seri psikolojik operasyon uygulanarak halkın, özellikle Silahlı Kuvvetler’in direnişi kırılmalıdır. Türkiye’yi ekonomik olarak kriz sınırında tutarak siyasal isteklerimize hayır diyemeyecek bir noktaya getirmeliyiz. Bu planlar uygulanırken PKK örgütü de etkin bir şekilde kullanılmalıdır. Bu planların uygulanması için çok önemli olan medya desteği için Türkiye’de yeterli alt yapımız mevcuttur. Türkiye’de küreselleşme ve ılımlı İslam modeli üzerinde çalışırken, Azerbaycan’da ve İran’da sosyal yapıya dönük milliyetçilik planları uygulanmalıdır.’[/color] Türkiye’de son yıllarda yaşadıklarımızın, bu raporda belirtilenlerden bir farkı var mı?” (Tanzer ÜNAL – ‘Balyoz Kimin Başına İnecek’- 31 Ocak 2011 Kocaeli gazetesi) *** Yukarıdaki köşe yazısını okudunuz. Şimdi gelelim zurnanın zırt dediği yere… Büyük emperyalist, dünya jandarması ABD’nin (BOP) planı doğrultusunda ülkemizde tam anlamıyla bir ordu düşmanlığı yaratıldı mı yaratılmadı mı? Bu soruya rüştünü ispat etmiş, ülke meselelerini yakından takip eden, vatansever duyarlılığı fazla, biraz eğitim almış hangi vatandaş, hayır ülkemiz üzerinde böyle bir oyun yok diyebilir? Türk Silahlı Kuvvetleri’nin getirildiği duruma bakın. Sanki bu ülkenin ordusu değil de, düşmanın ordusu!... Darbe yapmaya teşebbüs ettiği iddiasıyla üst komutanlarının yargılandığı bir davada, ordunun sorumluluk açısından en üst noktasında bulunan üç Genelkurmay Başkanı hiçbir şekilde sorgulanmıyor, yargılanmıyor… Hilmi Özkök, Yaşar Büyükanıt ve İlker Başbuğ bu ordunun genelkurmay başkanlığını yapmadılar mı? Kuvvet ve ordu komutanları, birçok general, alt rütbelerdeki subaylar sorgulanıyor, suçlanıyor ve içeri alınıyor; bunların başında bulunan en üst makamdaki genelkurmay başkanları sorgulanmıyor ve yargılanmıyorlar… Bu üç orgeneral görevlerinin başında değiller miydi? Olacak iş mi? Darbe yapacakları iddia edilen generaller, albaylar, yarbaylar, binbaşılar, yüzbaşılar, teğmenler, ast subaylar böylesine büyük bir işi yaparken, nasıl olur da bundan ordunun üst kademesi genelkurmay başkanlarının haberi olmaz? Hem de sözde darbeciler 250 -300 kişilik salonda toplanarak bu korkunç planı yapıyorken(!) Şanlı Türk ordusunda emir komuta zincirine uyulmadan garnizonlardan kuş bile uçurulmaz… Üç Genelkurmay Başkanı her şeyden nasıl bihaber oluyorlar? Belki de gerçek anlamda darbeye yönelik olan biten bir şey yok da, onun için sorumsuz konumdalar… O halde neden öbürleri yargılanıyor ve tutuklanıyorlar? *** Bir Büyükşehir Belediye Başkanı’nın yaptığı iddia edilen yolsuzluk konusunda, olayla hiç ilgisi olmadığı halde, Başbakan çıkıyor kürsülere suçlanan Belediye Başkanı’nı savunuyor? Neden çünkü suçlanan partisine mensup bir kişi... Mensubiyet sorumluluğu altında, sessiz kalmayıp asıl olanı yapıyor… Zira partinin en üst noktasında kişi ayni zamanda ülkenin Başbakanı… Susmuyor, geri planda kalmıyor… Bırakın Başbakanı ülkenin Cumhurbaşkanı bile “Ben o belediye başkanına kefilim” diyebilecek kadar olayda tavır ve rol alıyor… Oysa Bir büyükşehir’ de yapıldığı iddia edilen yolsuzluk olayı, Cumhurbaşkanı’nı neden ilgilendirsin ki? Bir ordunun Kuvvet komutanları, alt kademelerle birlikte “darbe” yapmaya teşebbüs ettikleri iddiasıyla suçlanıyor, yargılanıyor, içeri alınıyorlar… Darbeye teşebbüs ettiği iddia edilen ordunun en üst noktasındaki genelkurmay başkanları sorumlu tutulmuyor, sorgulanmıyor ve yargılanmıyor… Daha ne söyleyelim? *** Yukarıda okuduğunuz köşe yazısında belirtildiği üzere, oyunun büyük mimarı ABD’dir. Türk ordusunu itibarsızlaştırma planı ABD’nin hain (BOP) planı gereğidir. Biz de yazar arkadaşımıza katılıyoruz… Kısa süre sonra “keser dönecek sap dönecek ve gün gelecek hesap dönecek (verilecek). Gölcük Donanma Komutanlığı’nda döşeme altında bulunduğu iddia edilen CD ve diğer belgelerin de ne ölçüde doğru olduğu henüz bilinmiyor. Bakalım Mevla bunda da ne gösterecek? *** Ne demişti zamanında “Okyanus ötesinde ki (!)” adı söylenilmeye çekinilen(!) önünde böyyük böyyük siyasilerin ceket iliklediği “muhterem”? “Askeriyeyi, adliyeyi, mülkiyeyi ele geçirin. Ancak fincancı katırlarını ürkütmeyin!” Bunu Türkiye’de söyleyen zat şimdi nerede ve hangi ülkenin korumasında? ABD denilen Türk dostu(!) büyük devletin toprağında ve emin ellerinde değil mi? Hem de 10 yıldır!...
Burhan ÖZBEY
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Paz Mart 13, 2011 5:21 pm | |
| Gazeteciler yine eylemdeydi Gazeteciler bugün yine eylemdeydi. Nedim Şener ve Ahmet Şık'ın tutuklanmasını da protesto eden meslektaşları Taksim'de buluştu.
13 Mart 2011, 18:22 Anadolu Haber Beyoğlu'nda İstiklal Caddesi'nde toplanan Gazetecilere Özgürlük Platformu (GÖP) üyeleri, ''Gazetecilere özgürlük, hemen şimdi'' yazılı pankartlar taşıyarak, ''Özgür basın, özgür toplum'', ''Çeteler dışarda gazeteciler içerde'', ''Dokunan yansa da dokunacağız'' sloganları atarak, Taksim Meydanı'na doğru yürüyüşe geçti. Üzerlerinde gazete manşetleri, ellerinde zincirler, ağızlarında siyah bantlar bulunan grup üyelerine, yürüyüş güzergahı üzerinde bulunan esnaf, yaptığı müzik yayınlarıyla destek verirken, CHP Beyoğlu İlçe Teşkilatı'ndan da konfetiler atıldı.
Grubun Taksim Meydanı'na ulaşmasının ardından, 92 meslek örgütünün oluşturduğu GÖP adına Dönem Başkanı Ercan İpekçi bir açıklama yaptı. Hiçbir fikir ayrılığı gözetmeden tüm yayın kuruluşları ve gazeteciler için toplandıklarını ifade eden İpekçi, gazetecilerin kendi özlük hakları için değil, halkın haber alma hakkını kullanabilmesi için burada olduklarını söyledi.
İpekçi, gazetecilerin yargılanmaktan ve tutuklanmaktan korkmadıklarını vurgulayarak, gazetecilerin halkın sesinin kısılmasından, bilgi edinme hakkının engellenmesinden derin endişe duydukları için sokaklarda haykırdıklarını belirtti.
Halka gerçekleri anlatan, araştıran, soran, eleştiren, meslek ilkelerine uygun nitelikli yayıncılığın önündeki engellerin kaldırılmasını istediklerini vurgulayan İpekçi, ''Yargısız infazlara, hakaretlere, yalan ve iftiralarla değil, doğrulara, gerçeklere, bağımsız ve tarafsız yayıncılığa özgürlük istiyoruz'' dedi.
İpekçi, gazetecilerin görevlerinin özelliği itibarıyla her zaman devlet baskısına muhatap olduklarını ifade ederek, ''O nedenle gazeteciler, mesleki faaliyetlerini özgürce yapabilmeleri için, halkı gerçekleri korkmadan anlatabilmeleri için yasalarla özel olarak korunmalıdır. Gazeteciler, yalnız devlet güçlerinin müdahalesine karşı değil, diğer silahlı örgütlerin ya da çıkar gruplarının tehditlerine karşı da koruma altında olmalıdır'' diye konuştu.
GERÇEKLERİ ÖĞRENME HAKKI
İpekçi, açıklamasına, şöyle devam etti: ''Gizli ve yasa dışı telefon dinlemeleriyle, ağır ithamlar içeren suçlamalarla, hukuka aykırı arama ve delil toplama faaliyetleriyle, infaza dönüştürülen tutuklamalarla, yargılama sürerken kamuoyu gözünde itibarsızlaştırma niyetiyle yapılan bilgi kirliliğiyle yaratılan korku ortamında ne basın özgürlüğü kalır, ne de halkın gerçekleri öğrenme hakkı.''
Gazetecilerin hala soluk alabildiği dar bir alanın mevcut olduğunu dile getiren İpekçi, ancak bu koşulların devam etmesi halinde nefeslerinin kesileceğini, yazamaz, düşünemez, düşündüğünü ifade edemez hale geleceklerini söyledi.
Gazetecilerin mesleki faaliyetlerinin, kamu otoritelerince tartışılır hale getirilmesinin bir müdahale olduğuna işaret eden İpekçi, ''Bu müdahaleleri reddediyoruz. Bu manipülasyonun bir parçası olmayacağız. Kanunlara saygılıyız. Ancak meslek ilkelerine uygun gazetecilik faaliyetlerinin, bu kanunlarla engellenmesine karşı yine meslek ilkeleri çerçevesinde direneceğimizi ve susmayacağımızı bir kez daha ilan ediyoruz'' diye konuştu.
Cezaevlerinde halen 68 basın emekçisinin olduğuna dikkati çeken İpekçi, şunları kaydetti: ''Sadece 2009 yılından bugüne kadar 30 gazeteci cezaevlerinden tahliye edildi. Ancak haklarındaki davalar devam ediyor. Son dönemlerde en az 98 gazeteci cezaevi koşullarını görmüş durumda. Tutuksuz olarak yargılanan en az 45 gazeteci hakkında verilmiş mahkumiyet kararları var. Bütün bunlar dikkate alındığında 150'ye yakın gazeteci yakın dönemde cezaevine girme tehdidi altında bulunuyor. Ayrıca çok sayıda gazeteci ve medya kuruluşu hakkında açılmış 2 binden fazla dava, 4 binden fazla soruşturma devam etmektedir. Bu durum bu ülkeyi yönetenlerin eseridir. Bu bir utanç tablosudur.''
BU TEPKİLERE KULAK TIKAYAMAZSINIZ
''Gazeteciler cezaevlerine her girdiğinde tam 67 kere haykırdık. 67 gazetecinin yarattığı dalgalanmaya karşı sessiz kaldınız. Ama 68'inci dalga sabırları taşıran son darbeyi vurdu. Bu tepkilere kulak tıkayamazsınız.
Halkınızın sesine kulak verin. Halkınızın demokratik taleplerine kulak verin. Cezaevlerindeki tüm gazetecileri özgür bırakın. Ceza kanunlarını, ceza muhakemesi kanunlarını, telefon dinlemelerine olanak vererek haberleşme özgürlüğünü ortadan kaldıran kanunları, internet erişimini engellemeye gerekçe oluşturan kanunları acilen değiştirin. Gazetecileri terörist ve terör örgütü üyesi ilan etmekten vazgeçin.''
Tünel'de toplanan CHP İstanbul il ve ilçe örgütleri üyeleri Ercan Karakaş, sanatçı Arif Sağ, aralarında Sedat Ergin, Yılmaz Özdil, Ahmet Hakan, Kanat Atkaya, Uğur Dündar, Tufan Türenç, Oktay Ekşi'nin de bulunduğu çok sayıda gazeteci katıldı.
ntvmsnbc ve ajanslar | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Paz Mart 13, 2011 5:28 pm | |
| CEMAATİN GAZETESİ ZAMAN’IN BÜYÜK YALANI
İngilizce konuşmak için kursa gitmek şart değil? Tıklayın!
13.03.2011 01:41 Karakter boyutu : Sanıyorlar ki, yalanları sürdürürsek bu meselenin de üstünü örteriz. Hayır, örtemezsiniz artık. Oyunlarınız, tertipleriniz açığa çıktı. Utanmadan yazıyorlar: Güya Odatv MİT müsteşarının kardeşi ile ilgili haber yapmış, şimdi yalan olduğu ortaya çıkmış.
Ya hu ayıp değil mi? Bu haber artık bayatlamadı mı? Evet, Odatv haber yaptı, MİT müsteşarı da açıklama yaptı. Her ikisi de Odatv’de yayınlandı. Eee, ne var bunda? Bunun Odatv tutuklamalarıyla ne ilgisi var? Hiç yüzleri kızarmıyor! Tertibin basın ayağı bunlar. Yazıyorlar; “Soner Yalçın suç unsuru dosyalar için ‘virüslü e-posta ile yüklendi’ dedi. Fakat bilgileri kendisinin kaydettiği ortaya çıktı”
Yalancılar!
Sözümüz ona çok akıllılar: Virüslü e-posta ile 20 yıl önce ajandaya yazılan Nazlı Ilıcak notlarını birbirine harmanlayıp kafa karıştıracaklar. Birbirinden iki ayrı konuyu bir gibi gösteriyorlar. Hep böyle yaptılar.
Evet, pis tertibin yayın organı oldukları artık gün gibi ortada. Yazıyorlar: “Nedim Şener Soner Yalçın’ı tanımadığını söyledi ama ‘gözlerinden öpüyorum’ diyecek kadar samimi olduğu tespit edildi” Her iki isim de birbirilerini tanımadıklarını söylüyorlar. Hiç yan yana gelmemişler, görüşmemişler. Ama Zaman gazetesi telefon farelerinin tespit ettiği bir görüşme üzerine hala “tanışıyorlar” diyor. Hep zihinleri bulandırıyorlar. Ama oyunları artık açığa çıktı. Güneşi balçıkla dün sıvadılar ama sıva tutmuyor artık, dökülüyor… Odatv.com | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Paz Mart 13, 2011 5:30 pm | |
| KİM BU “BÜYÜK BALIK”
İngilizce konuşmak için kursa gitmek şart değil? Tıklayın!
12.03.2011 19:08 Karakter boyutu : Polisler, savcılar ”çok iyi” çalışıyor; 20 yıl önceki bir ajandaya yazılmış özel notları hemen buluyorlar! Ardından bu medyaya sızıyor nasılsa? ****** ile ilgili iddia, telefon kayıtlarına düşüyor. Bu telefon kayıtları hemen medyaya sızıyor, nasılsa? Peki… İklim Bayraktar’ın evi aranmadı mı; arandı… O halde… İklim Bayraktar’ın “gizlice kaydettiğini” söylediği –ki kesinlikle tasvip etmediğimiz- kaset de yakında medyaya sızar, değil mi?
Hepimiz öğreniriz “kimmiş bu AKP’li büyük balık?” Hep bizlerin telefonları medyaya servis edilecek değil ya. Bu bant da ortaya çıkarılmalıdır.
Bu bant kayıtlarının deşifresini niye saklıyorlar? Niye hep Odatv, CHP özel bilgileri medyaya sızdırılıyor? Meraktayız; kim bu AKP’li büyük balık? Hadi. Polis muhabirleri çıkarsın ortaya bu gerçeği!!!
Odatv.com | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Paz Mart 13, 2011 5:33 pm | |
| CENGİZ ÇANDAR ODATV’Yİ NEDEN SEVMEZ
İngilizce konuşmak için kursa gitmek şart değil? Tıklayın!
12.03.2011 14:54 Karakter boyutu : Cengiz Çandar Radikal’deki köşesinde “Ergenekon’a bulaşmanın ağır faturası” başlıklı bir yazı yer aldı. Yazısının bir yerinde şöyle diyor Cengiz Çandar:
“Kim doğru söylüyor? Deniz ****** mı, İklim Bayraktar mı, Kemal Kılıçdaroğlu mu, Gürsel Tekin mi?
İşin aslını kaçırmazsanız, bütün bunlar ‘ikincil’ önemdedir.
CHP Genel Başkanı –bir önceki de dahil-, Genel Başkan Yardımcısı, Odatv ile, bugün tutuklu bulunan Odatv sahibi ve mensuplarıyla ilişkide miydiler, değil miydiler?
Odatv’ye ilişkin olarak bugünlerde ortaya saçılan (ve daha da saçılacak olan) maddi deliller, o çevrenin bir basın faaliyeti ile ilgili olmadığına, Ergenekon adı verilen şebekeyle ilintili bir ‘psikolojik harekât birimi’ olduğuna yeterince işaret ediyor.
Bu ülkede kırk yıllık siyasi tecrübesi olan, nice askeri darbe ve müdahale deneyiminden geçmiş, en önemlisi bir ‘demokratik duruş’ edinebilmiş ve daha da önemlisi psikolojik harekâta hedef olmuş kim varsa ve bir nebze sezgi sahibiyse Odatv’nin ne olup olmadığını anlayabilirdi.
Savcı Zekeriya Öz, bizlerin sezgilerinin ‘maddi delilleri’ni elde etti.”
Çandar Odatv’ye, Soner Yalçın’a ve CHP’ye duyduğu kini kusmuş. Odatv’yi ve CHP’yi yargılamış, hükmünü vermiş, Ergenekon savcılarına ve yargıçlarına fazla bir iş bırakmamış.
Şimdi de “ifadeye çağırma” polemiği başladı.
Kurulan tuzağı görür gibiyim.
Kemal Kılıçdaroğlu, Deniz ****** ve Gürsel Tekin ifade vermek için Beşiktaş Adliyesi’nin kapısından içeri girerken flaşlar patlıyor, resimler çekiliyor, yandaş gazetelerde bu resimlerin üstüne şu başlıklar atılıyor.
“Ergenekon’un siyasi ayağı deşifre edildi.”
“Korkunç iddia: Kılıçdaroğlu meğer teröristmiş.”
“Kılıçdaroğlu tıpış tıpış gidip Ergenekon savcısına ifade verdi.”
“******’ün kurduğu partiyi ne hale getirdiler.”
Odatv’yi bir kenara bırakın, tam da seçim öncesi saygınlığını yok etmek için CHP’ye kurulan tuzağın farkında mısınız?
Halkımız Cengiz Çandar’ı iyi bilir. Ama yine de böyle büyük bir şahsiyeti halkımıza her fırsatta anlatmak gerekir.
Çandar 1996 da Patrikhane'yi Fethullah Gülen ile görüştürmüş, dinler arası diyaloğu başlatmıştır.
2003 yılında başlayan ABD’nin Irak işgalini desteklemiş, Amerikan ordusunun Türkiye’ye konuşlanmasına izin verecek yetki tezkeresini canhıraş savunmuştur.
George Soros, Henri Kissenger gibi ABD’nin ileri gelenleriyle sık sık görüşme ayrıcalığına sahiptir.
Fethullahçıların düzenlediği, AKP’li vekillerin, liberallerin, Fethullahçı Kürtlerin de katıldığı Abant toplantılarının vazgeçilmez akıl hocasıdır.
2009 Şubat ayında Prag’da, o sıra AB dönem başkanı olan Çek Cumhuriyeti ile Türkiye - AB ilişkilerini geliştirmek için yapılan toplantılara Zafer Çağlayan, Kürşad Tüzmen ve TÜSİAD yöneticileri ile birlikte katılmıştır.
Cengiz Çandar Hürriyet’teki köşesinde alaycı bir üslupla bakın nasıl anlatmış o toplantıları.
“Ben "siyasi analist" diye takdim edilerek, görüşmelerde yer aldım. İşadamlığı ile hiçbir ilişkim yok, ekonomiden hiç anlamamak gibi pek de övünülemeyecek bir özelliğin sahibi olmaktan gayri TÜSİAD bağlantım da bulunmuyor. Ama konu AB Dönem Başkanı nezdinde "Türkiye kulisi" yapmak olunca, "milli görevden kaçılmaz" gibisinden bir eda ile Prag'daki görüşmelerde bulundum.”
Cengiz Çandar, sen gazeteci misin, iş adamı mısın, yoksa siyasetçi misin? Çok merak ediyorum doğrusu, gazetecilik sınırlarını fersah fersah aştığın halde nasıl oluyor da Ergenekon’dan yargılanmıyorsun?
“Sol” haber sitesinde çıkan bir yazıda ise Cengiz Çandar’ın hayatı şöyle özetlendi.
“1971'de Filistin'de gerillalık yaptığı dönemin ardından yıllar sonra, MİT Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas'ın adamı haline gelen, ardından Turgut Özal'a danışman olan Çandar, CIA ajanı Graham Fuller ile yakın çalışmış ve NATO seminerlerinde "eğitimcilik" yapmış bir Amerikancı olarak ün yaptı. Somut örneklerin yanı sıra yazılarıyla da ABD'ciliği ayyuka çıkan bir isim olarak tanınıyordu.”
Yazıdan başka bir bölüm daha aktaralım.
“Çandar'ın karanlık siyasi tarihi, her ayrıntısıyla Soğuk Savaş boyunca ABD çıkarına göre konumlandığını ortaya koyuyor.
Sabah gazetesinde 1998 yılında yazdığı bir yazıda, kendisinde "anti-Amerikan duyguların zerresinin bile kalmadığı"nı itiraf eden Çandar, 1999 yılında ABD Dışişleri'ne bağlı USIP'de (United States Institute of Peace) burslu olarak eğitilip çalıştırılmış, bursu bitince CIA ve Pentagon'a yakın Wilson Vakfı'ndan bir yıllık burs almış, bu da bitince Graham Fuller ile ortaklaşa makaleler yazmıştı. 1982 yılında, CIA'in Yakın Doğu ve Güney Asya ulusal istihbarat görevlisi olarak atanan, 1986 yılında da teşkilatta Ulusal İstihbarat Konseyinin başkan yardımcılığı görevine yükselmiş olan Fuller, ABD'nin "Yeşil Kuşak" projesinin mimarlarından biri olarak tanınıyor.”
Cengiz Çandar, Odatv’ye yapılan baskını ve ardından gelen tutuklamaları eleştiren ABD Büyükelçisi’ni yerden yere vurmuştu, hem de büyükelçinin yüzüne karşı... Çandar geleceğini tamamen AKP’nin geleceğine bağlamış demek ki, ya da ABD bürokrasisi içindeki yeri Büyükelçisi seviyesinden yukarıda olmalı.
Cengiz Çandar’ın CHP’ye ve Odatv’ye neden kin kustuğunu bilmem anlatabildim mi?
Çandar’ın sahip olduğu o büyük gücü kim kaybetmek ister ki? Elbette CHP’ye ve Odatv’ye saldıracak.
A. Metin Akpınar
Odatv.com | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Paz Mart 13, 2011 6:53 pm | |
| Yırtık Taraftan Fırlayan Oğur'un Kozluklu ile "Donsuz" Gecesi Açık İstihbarat Açik Istihbarat'in Resmi E-Posta Grubu AçikIstihbaratTürkiye'ye Üye Olun www.acikistihbarat.com 10.03.2011 Deniz ****** ve eski CHP'sinden kaçarken Kemal Kılıçdaroğlu'na ve Yeni CHP'sine yakalandık. Yeni yönetim sağolsun rakiplerine malzeme üstüne malzeme sunmaktan sıkılmıyor. Geçenlerde bir televizyon kanalında yaşananların magazin boyutundan pornografi boyutuna geçtiğini belirten gazeteci Doğan Tılıç doğru bir noktaya parmak bastı. Taraf gazetesinin genç sivil(ce)lerinden Yıldıray Oğur, bugün "CHP'nin 7. Oku Hangisi Olsun" başlıklı bir yazı yazdı. CHP üzerinden yaşanan siyaset pornografisini Watergate'e benzeten Taraf gazetesinin yazarı, açıkca yazmasa da, CHP'nin 7. okunun, yaşanan taciz iddiaları ile bağlantılı olarak oka benzeyen bir uzuv olması gerektiğini ima etti. "Ergenekon öyle bir örgüttür ki, üyeleri üye olduklarının bile farkında olmayabilir" cümlesi ile tarihe adını altın harflerle kazdıran ve hukuki ufku ile "Savcı" Öz'ü bile geçen bu genç sivil(ce)nin CHP'yi eleştireceğim derken hayli pornografik bir gönderme yaptı. Oğur'un bu yırtık taraftan çıkan üslubu Kanal 24'in haber sunucusu Fuat Kozluklu'nun dikkatini çekmiş ve çok hoşuna gitmiş olacak ki, bu akşam ki (10.03.2011) haber programına Yıldıray Oğur'u bağlatıp CHP üzerine esprili ve neşeli bir sohbete girişti. Bugüne kadar AKP hakkındaki tek bir belden aşağı iddiayı (Bkz. Wikileaks belgeleri ) görmemiş olan Fuat Kozluklu, CHP'ye yönelik bu malzemeden hayli keyif alarak Oğur'a çanak tuttu. Bu çakır keyif ortam Kozluklu'nun tarihi bir gafı ile raydan çıktı. Kozluklu, geçmişten bir anı anımsatan, televizyon tarihine geçecek bir gaf yaptı ve CHP çevresinde dönen olaylarla ilgili "Donsuz ilişkiler" tabirini kullandı. Bu gafı üzerine panikleyip "pardon pardon, yanlış oldu" dese de , Fuat Kozluklu CHP'yi eleştirme şehveti içerisinde yaptığı bu gaf tarihe geçti. Bu gaf; yıllar önce TRT'de hava durumunu sunan Ersin İmer'in yaptığı "Donsuz geceler" gafını hatırlattı. TRT'nin tek kanal olduğu o günlerde Ersin İmer bu gafının bedelini işinden olarak ödemişti. Fuat Kozluklu , bu gafı CHP ile ilgili değil de, AKP ile ilgili yapmış olsaydı, bu gece son programına çıkmış olacaktı. Bu gafının etkisinden yayın boyunca kurtulamayan Kozluklu, yayın sonuna doğru Yıldıray Oğur'a , yazısındaki "CHP'nin 7. Oku ne olsun?" sorusunu tekrarladığında ise Oğur pişkin bir şekilde... "Onu anlayan anladı" mealinde bir cevap verdi. Yırtık taraftan çıkan Oğur'un Fuat Kozluklu ile bir "donsuz" gecesi daha böyle sona erdi. Açık İstihbarat | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ODATV'YE SALDIRI Paz Mart 13, 2011 6:59 pm | |
| Boş Ver İti Salih Tuna - Yeni Şafak Açik Istihbarat'in Resmi E-Posta Grubu AçikIstihbaratTürkiye'ye Üye Olun www.acikistihbarat.com 10.03.2011 Taraflıktan kudurmayanın kuduranlar tarafından bertaraf edildiği bir ortamda, hangi taraftan olursa olsun kaleminin namusunu satmayan ve entellektüel kıblesini şaşırmayanların olduğunu görmek çok güzel. Aşağıdaki yazısı ile Yeni Şafak yazarı Salih Tuna'yı selamlıyor, medya denilen puştlar yatağında bir namus adası misali, "Boş Ver İti" başlıklı aşağıdaki yazısını okumanızı tavsiye ediyoruz. Açık İstihbarat ------------------------------ Boş Ver İti - Salih Tuna ------------------------------------- İçinden geldiğim "camiayı" tanımakta her geçen gün zorluk çekiyorum. "İslamcı" arkadaşlarımız meğer kallavi muhafazakarlarmış. "Takva" zannettiğimiz o halleri de yoksulluktan ibaretmiş. Parayı pulu bulduklarında anında "Vınnn Şinasi" oldular. Elde ettikleri "değerlerin" (mal mülk, şan şöhret) sürgit "muhafızı" olmamızı istiyorlar. Ceffelkalem döktürmemizi, majestelerinin yazarları gibi her daim "methiyeler" dercetmemizi bekliyorlar. "Muhalefet şerhi" babından üç beş aykırı kelam etsek şappadak kaşlarını çatıyorlar. "Nefs muhasebesine" bile tahammülleri kalmadı. Yapıp ettiklerini "öteki"nin üzerinden meşrulaştırmaya öyle alıştılar ki; "Onlar nefs muhasebesi yapmışlar mıydı ki biz de yapalım..." demelerine ramak kaldı. Ömer Muhtar gibi "Onlar bizim hocalarımız değil" desek ne fayda! Zira... Onlarla "bunlar" arasındaki farklar gitgide belirsizleşmeye başladı. Bunlar, yani, "yeni sınıfın yeni dallamaları." Riya, kibir, israf gani; züht, takva, infak hak getire. Hem gitgide onlara benziyorlar, hem de onlarla kıyasıya "kavga" ediyorlar! Hiç insan kavga ettiğine bu kadar benzemeye çalışır mı? Bu nasıl bir kavga? "Yeni sınıfın yeni dallamaları" hiçbir şey sormadan sorgulamadan biteviye yumruk sallamamızı istiyor. Necip Fazıl'ın "Reis Bey"ini çağrıştırırcasına, merhameti olmayanın adaletinden ne çıkar deseniz nafile. Haksızlık yapılmasından korktuğunuz kim varsa (kazandıklarını korumak içgüdüsüyle) "Boş ver iti" diye kestirip atıyorlar. Bizden de, toplandıkları "terörist evi"nin önünde infaza alkış tutan vatandaşlar gibi olmamızı istiyorlar. Yollarına çıkan "engelleri" kalemlerimizle yıkmaya çalışmazsak, gerektiğinde bel altı vurmazsak yüzümüze bakmazlar. Bakanlar da tuhaf tuhaf bakıyorlar zaten: "Ne demek sözün namusu?.." "Sözün itibarı ne demek?.." Halbuki bir "dava"sı olan adam, söyleyeceği sözün itibarını her halükarda korumayı bilen adamdır. Sözümüzün değerinden başka kaybedecek neyimiz var? "Yüce Önderimiz" sormuştu: "Ben size şu dağın arkasından düşman geliyor desem inanır mısınız?" Mekkeli müşrikler hiç düşünmeden "Evet, inanırız" demişlerdi, "Sen aramızda doğruluğun, dürüstlüğün mücessem timsâlisin. Sen Muhammed'ül Emin'sin..." Budur. "Dava adamı" olmak seni "hicret" etmeye zorlayanların gözünde bile "emin" olmaktır. Yoksa... Seni öldürmeye gelen sende nasıl dirilebilir ki?! Hey gidi günler hey! "Yeni sınıfın yeni dallamaları" da bir vakitler dava adamıydı. Davalarını ya bozdurup harcadılar ya da tahvillere, banka hesaplarına yatırdılar. Biz burada böyle kalakaldık; "sözlerimizle" baş başa! Atasoy Müftüoğlu üstadımız geçenlerde bir muhabbetimizde, "Geldiğinde ara, seni aldıralım" diyenlere, "Neden kendin almıyorsun da aldırıyorsun; beni 'aldıranlardan' fena alınıyorum..." şeklinde karşılık verdiğini söylemişti. İnandığı davanın dışında hiçbir şeye "aldırmayan" bir arkadaşım vardı. "Bozulmaya" karşı muazzam bir başkaldırış gibiydi. Ayakları üzerinde adamakıllı sabit durmak için çekip gitti. Kuş konmaz kervan göçmez bir yere üç beş koyun alıp yerleşti. Nuri Pakdil ustamızın "Biri, kimseyi iplemeden duruyorsa, o toplum mutlaka sarsılır" sözünün mücessem hali gibiydi. Yaşatmadılar! (....................) Bu yazıyı Orhan Evci kardeşimin aziz hatırasına ithaf ediyorum. | |
| | | | ODATV'YE SALDIRI | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|