AKINCILAR
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

AKINCILAR

AKINCILAR FORUM
 
AnasayfaKapıGaleriAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 ODATV'YE SALDIRI

Aşağa gitmek 
3 posters
Sayfaya git : Önceki  1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10
YazarMesaj
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

ODATV'YE SALDIRI - Sayfa 10 Empty
MesajKonu: ODATV'YE SALDIRI   ODATV'YE SALDIRI - Sayfa 10 EmptyPtsi Şub. 14, 2011 3:42 pm

Konunun ilk mesajı :

Odatv neden basıldı

Son yaptıkları haberde, Ergenekon denilerek Türkün kültürüne, orduculuğuna yapılan saldırının organizasyonunu bizzat ABD eliyle yapıldığını ve bu saldırıda kullanılan polislerin coniler tarafından eğitildiğini isbat eden video kayıtlarını yayınladıkları için.

Evet, emri veren Bush, eğitimi veren coni, uygulayan BOP Eşbaşkanı ve Fetullahi örgütün polis içindeki uzantıları.

İşte, ODATV'nin basılmasına sebep haber:


İŞTE AMERİKALILAR’IN ERGENEKON POLİSLERİNE VERDİĞİ EĞİTİMİN BELGESİ




İngilizce kursuna zaman ayıramıyor musunuz? Tıklayın!

Bu görüntüler Ergenekon Davası’nın kaderini değiştirecek

14.02.2011 01:31

Karakter boyutu :

--------------------------------------------------------------------------------

Yarbay Mustafa Dönmez, Zir Vadisi’nde bulunan askeri mühimmatın sorumlusu olarak 2 yıldan beri tutuklu. Ergenekon üyesi olmakla suçlanıyor. Dönmez bugün savunma yapmaya başlayacak.

Aşağıda Dönmez’in yargılandığı davayla ilgili olarak sizi şok edecek 3 video bulacaksınız.

Ancak videolardan önce bugün davada savunmaya başlayacak yarbay ile ilgili önemli bilgiler verelim…

SAKINCALI PİYADE

Yarbay Mustafa Dönmez, TSK’nın içindeki “sakıncalı piyade”lerden. 68 kuşağından gelen bir babanın çocuğu olan Dönmez, 1980’de ODTÜ’de öğrenciydi. Üniversitede sol görüşe yakın olan Dönmez, bir eylemde yaralandı. Bundan sonra okulu bıraktı. Ailesinin desteği ile Kara Harp Okulu sınavlarına girdi. Sınavda 6. oldu. Harp Okulu’na girdi ve 1985 yılında mezun oldu.

Mustafa Dönmez, muharip değildi. Karargahta görev yapıyordu. Tutuklandığında “ikmal subayı” olan Dönmez, bugüne kadar milyonlarca liralık satın alma gerçekleştirdi ve bilinen usulsüzlüğü olmadı. Aziz Nesin’den Attila İlhan’a kadar pek çok isimle tanışıklığı olan Dönmez’in kendisinin de pek çok dergi de yazısı çıktı. Dönmez’in son yazısının başlığı “Mustafa Kemal ve Tam Bağımsız Türkiye”. Dönmez’in yazdığı dergi, tutuklanmasının ardından kapatıldı.

Peki Dönmez’in başına bunların gelmesini sağlayan başka bir özelliği var mı?

TSK’DAKİ CEMAATE KARŞI

Mustafa Dönmez, orduda cemaate karşı kişiliği ile biliniyor. Cemaate mensup pek çok subayı deşifre eden Dönmez, TSK içinde mevcut yapılanmanın ev toplantıları ile örgütlendiğini ortaya çıkardı. Cemaate alternatif olarak TSK’da kültür çalışmaları yapan Dönmez’in hayatı 2009 yılının Ocak ayında önce Sapanca’daki yazlık evinde, ardından da orada bulunan bir kroki aracılığıyla Zir Vadisi’nde askeri mühimmat bulunduğu iddiasıyla değişti. Dönmez bu nedenle tutuklandı.

Şimdi size Dönmez’in adının gündeme gelmesine neden olan Zir Vadisi kazılarıyla ilgili üç görüntü izletelim…

AMERİKALILAR KURS VERDİ

İlki Zir Vadisi’nde bulunan bir mühimmat ile ilgili. Bombanın adı “datasheet” okunuşu “detaşit”. Zir Vadisi’nde bulunan malzemenin içinde çıkan bu bomba türünü Türk polisi tanımaz diyebilirsiniz. Gerçekten de polisin bu bombayı aldığı eğitimle tanıması mümkün değil. Ancak aşağıda izleyeceğiniz görüntülerde bu bombayı tanıma konusunda polisin Zir Vadisi kazısından sadece 2 gün önce Amerikalı uzmanlardan eğitim aldığını bizzat polislerin ifadesi ile izleyeceksiniz.



İzlemek için görseli tıklayın

İnsan sormadan edemiyor. Polis iki gün önce ABD’lilerin aldığı eğitim sayesinde tanıdığı bombayı iki gün sonraki kazıda nasıl buluyor? Bu ne tesadüf. Mustafa Dönmez de kazının olduğu gün Zir Vadisi yakınlarındaki 5 ABD’li istihbaratçının ne işi olduğunu soruyor haklı olarak?

Bu kadar değil…

YOUTUBE’A BİZDEN ÖNCE KOYMA

Aşağıda izleyeceğiniz görüntülerde ise polis, Amerikalı eğitmenlerine “Abi” diye hitap ediyor. Ve içlerinden biri cep telefonuyla mühimmatın görüntülerini çekiyor. Bir diğer polis çeken polisi uyarıyor: “Youtube’a bizden önce atmayın!” (Mühimmatlarla ilgili bir başka polis videosu haberimiz için tıklayın )



İzlemek için görseli tıklayın

Mühimmat ile ilgili olarak ilginç bir ayrıntı verelim. Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin başına gelenlerin bir benzeri Yarbay Mustafa Dönmez’in de başına geliyor. Polisin gönderdiği belgelerde Dönmez’de bulunduğu hakkında rapor verilen 472 adet merminin, gerçekte Dönmez’de bulunmadığını Emniyet mahkemeye yazdığı yazıyla kabul ediyor. Kısacası 473 mermi “sehven” Mustafa Dönmez’de bulunuyor.

MALZEME “SIFIR”

Son görüntülerimiz ise Zir Vadisi’nde bizzat kazıların yapıldığı noktadan. Kazıya tanık olan bir binbaşı ile bir başçavuşun konuşması. İkili arasında geçen konuşmadan hem bulunan malzemenin hem de kutularının “sıfır” olduğu anlaşılıyor. 7 Ocak 2009 günü yapılan konuşmada yapılan tespit, bulunan mühimmatın henüz kar görmediği hatta hiç ıslanmadığı. Sadece bir hafta önce Ankara’da okulların kar nedeniyle tatil edildiği hatırlanırsa bu biraz garip bir durum. Buradan hareketle iki asker malzemelerin “en fazla iki günlük” olduğu sonucuna varıyor. Malzemenin üzerindeki gazetelere bakıldığında ise gazetelerin de yeni olduğu görülüyor. Binbaşı kazıyı inandırıcı bulmadığını “eski kitaplar bunlar” sözleriyle gösteriyor.



İzlemek için görseli tıklayın

KAZILAR NEDEN GECE YAPILIYOR

Son olarak şunu söyleyelim. CMK’nın 118. Maddesi yapılan aramalar için şu kısıtı koyuyor: “(1) Konutta, işyerinde veya diğer kapalı yerlerde gece vaktinde arama yapılamaz. (2) Suçüstü veya gecikmesinde sakınca bulunan hâller ile yakalanmış veya gözaltına alınmış olup da firar eden kişi veya tutuklu veya hükümlünün tekrar yakalanması amacıyla yapılan aramalarda, birinci fıkra hükmü uygulanmaz. (CMK 118. Madde)” Bu kazılarda 2. Fıkraya dair hallerin olmadığı açıkça ortada olmasına rağmen, polis bu aramaların tamamını gece yapmayı tercih ediyor. Aramaların gündüz gözüyle yapılmasını nedense uygun bulmuyor.

Bugün savunmasını yapmaya başlayacak “sakıncalı piyade” Mustafa Dönmez, ne zaman ağzını açsa kendisine bir “polis komplosu” yapıldığını anlatıyor, TSK ve emniyette cemaat örgütlenmesine vurgu yapıyor.

Görüntülere bakınca Mustafa Dönmez’e “haksızsın” demek mümkün mü?

Barış Terkoğlu

Odatv.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

YazarMesaj
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

ODATV'YE SALDIRI - Sayfa 10 Empty
MesajKonu: Geri: ODATV'YE SALDIRI   ODATV'YE SALDIRI - Sayfa 10 EmptyC.tesi Nis. 02, 2011 3:57 pm

Yandaşlara sızdırılan belgeler açığa çıktı
01.04.2011 - 14:57
Yandaş medyaya sızdırılan belgelerin içeriği ortaya çıktı. Sızdırılan belgelerin içeriği ve yapılan haberler, kimin "talimatla" gazetecilik yaptığını açıkça ortaya koyuyor.

BirGün gazetesinde Onurkan Avcı imzasıyla çıkan haberde, son dönemde yürütülen soruşturmaların gizliliği hiçe sayılarak yandaş medyaya servis edilen belgelere dair önemli bir haber yer aldı. Haber, karşıtlarını "talimatla kitap yazmak"la suçlayan AKP'cilerin, aslında nasıl talimatla habercilik yaptıklarını gösteriyor.

Haber şu şekilde:

Ergenekon davası başladığından beri üzerinde ‘gizli’ mührü bulunan dosyalardaki bilgilerin iktidara yakın basın kuruluşlarında bir bir çıkması tepki çekiyor. Son olarak Odatv baskını ve onu takip eden gazeteci tutuklamalarının ardından da soruşturmanın gizli niteliğine rağmen, telefon dinlemeleri ve baskınlarda ele geçirildiği iddia edilen bazı dökümanlar, bazı basın kuruluşlarınca gün be gün yayımlanmaya başlandı.
Birçok hukukçu, ‘bu nasıl soruşturma gizliliği’ diyerek isyan edip, emniyet ile savcılık haricinde bu sızdırmayı yapabilecek başka bir makam bulunmadığına dikkat çekerken, BirGün; ‘sızdırılan’ belgelerden bazılarına ulaştı.

BELGELERDE BAŞLIK ÖNERİLERİ VAR
Altında isim ya da imza bulunmayan, dijital çıktılardan oluşan toplam 19 sayfalık belgelerde, soruşturmanın içeriğine dair gizli kalması gereken ‘bilgiler’ aktarılıyor. Polis tutanağını andırmayan, gayet düzgün bir Türkçeyle yazıldığı gözlemlenen belgelerde, haber yapılırken en çok nerelere vurgu yapılması gerektiğinin işaret edilmesi, hatta başlık verilmesi dikkat çekiyor.
Bugün Odatv baskınından sonra sızdırıldığı iddia edilen bu belgelerde, sadece ‘OdaTv ve ****** şantajı’ ilişkisi iddialarına dair nelerin yazdığını ve yazılanlarla iktidara yakın medya kuruluşlarında çıkan haberlerin ne derece benzeştiğini inceleyeceğiz.

TALİMATLARLA HABERLER ÖRTÜŞÜYOR
İktidara yakın bir yayın çizgisi izleyen kuruluşların ‘emin’ isimlerine verildiği iddia edilen belgelerdeki ifadeler, teslim tarihinin Mart başı olduğunu ele veriyor.
‘****** Operasyonunda Ergenekon Parmağı’ başlığıyla başlayan belgelerde, baskınlarda ele geçirildiği iddia edilen özel dökümanların itinayla özetlendiği görülüyor.
Baskında ele geçirildiği ileri sürülen ‘Ulusal Medya 2010’ adlı belgenin özetlenmesiyle başlayan metinde, “internet sitesi olarak Odatv, televizyon olarak Halk TV ve gazete olarak Sözcü gibi yayın organlarının Türk halkını Kemalist çizgide birleştirebileceği belirtilerek, Ulusal medyanın yeniden inşa edilmesi gerektiğine vurgu yapılıyor” deniyor.

‘ULUSAL MEDYA 2010’ MUAMMASI
Odatv yönetiminin kendilerine virüslü spam olarak gönderildiğini ve kendilerinin yazmadığını açıkladığı Ulusal Medya 2010 belgesiyse, aynen sızdırılan ifadeler doğrultusunda bazı basın kuruluşlarında haber oldu. Sızdırıldığı iddia edilen belgelerle kimlerin mi yazıları örtüşüyor:
Nazlı Ilıcak, Sabah gazetesindeki köşesinde 9 Mart’ta yazdığı ‘Ulusal Medya 2010/Amaç ve Strateji’ başlıklı yazısı, Zaman gazetesi yazarı Mümtazer Türköne’nin aynı tarihli 'Ulusal medya 2010 teknikleri’ başlıklı yazısı, Samanyolu televizyonunun aynı tarihte ‘ulusal medya 2010’ başlığıyla sunduğu haber, “Ulusal Medya 2010 planı’nın referansı Ergenekon belgeleri” başlıklı 31 Mart’ta Star gazetesinde çıkan haber, sızdırıldığı iddia edilen belgelerdeki ifadeler ve kompozisyonla birebir aynı.

****** ŞANTAJI İDDİASI SÜKSE YAPMIŞTI
BirGün’ün ele geçirdiği belgelerde en önemli yeriyse CHP’nin eski Genel Başkanı Deniz ******’a Odatv cephesinden 2. video şantajı yapılacağı iddiası kaplıyor. Belgelerde, ******’ın Halk TV’nin Soner Yalçın’a devrine razı olmadığı, ancak Kılıçdaroğlu’nun onay vereceği bilgileri yer alırken, Halk Tv’nin devralınması için Odatv’nin 4 aşamalı bir plan kurduğu iddia ediliyor. Odatv’de ele geçirilenleri yandaş medyaya özetleyen ‘yetkililer’, Halk TV’nin Odatv ekibine devrine ******’ı ikna etmek ‘varan 2 şantajı hazırlığı’ içinde olduğuna dair belgeler ele geçirdiklerini iddia ediyor.
Buna dayanak olaraksa Odatv’den ele geçirildiği iddia edilen metinlerdeki şu ifadeler kullanılmış:
- Halk TV’yi devralırsak parasal sıkıntımız kalmaz. Kılıçdaroğlu istekli, her türlü desteği alırız ama ****** direniyor. ****** engelini Aşmalıyız. İkna için varan 2…
- Görüşmeler olumlu, Kılıçdaroğlu bu iş seçimlerden önce bitsin diyor.

‘VARAN 2’ HABERİ AYNEN SERVİS EDİLDİ
Belgelerdeki bu ifadeler ise yine iktidara yakın basın kuruluşlarınca desteklenmiş görünüyor. Belgelerde “Halk TV için ******’a VARAN 2 Şantajı yapıldı” başlık önerisi altında toparlanan bilgiler aynı minvalde hatta benzer başlıklarla yandaş medyada yer bulmuş. Tüm haberlerin yayımlanma tarihinin 4 Mart olması, bu sızdırma işleminin 3-4 Mart’ta gerçekleştiği ya da hangi tarihte yayımlayacakları konusunda bu medya kuruluşlarının aralarında bir konsensüs olduğunu ortaya koyuyor. İşte o haberler:
- Sabah gazetesi, “******'a Halk TV için 'Varan 2' şantajı iddiası” (4 Mart)
- Habertürk gazetesi, “******’a ‘Varan 2 kasetli şantaj hazırlığı’ iddiası” (4 Mart)
- Star gazetesi, “******’a varan 2’li ikna” (4 Mart)
- Vakit gazetesi, “******'ı bitiren kasetle ilgili şok iddia” (4 Mart)
- Zaman gazetesi, “Oda TV'de şok belge: ****** ikna olmazsa 'Varan 2' yi kullanalım” (4 Mart)
- Bugün gazetesi, “****** ikna olmazsa 'Varan 2' yi kullanalım (4 Mart)
- Samanyolu tv, ‘Varan 2’ (4 Mart)
Bu haberlerin haricinde belgelerdeki talimatlara uyarak iddiaları haberleştiren, hatta başlık önerilerini bile boşa çıkarmayan, iktidara yakın birçok internet sitesinin bu sızdırmalardan aynı tarihte faydalandığı görülüyor.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

ODATV'YE SALDIRI - Sayfa 10 Empty
MesajKonu: Geri: ODATV'YE SALDIRI   ODATV'YE SALDIRI - Sayfa 10 EmptyC.tesi Nis. 02, 2011 4:49 pm

Yandaş medya "İmamın Ordusu"nu görmedi
01.04.2011 - 18:06 Yazdır Arkadaşına gönder Günlerdir Ahmet Şık'ın yasaklı kitabı "imamlar ordusu" üzerine kara propaganda yürüten AKP’nin yandaş medyası, kitabın dün internete düşmesi ve tüm Türkiye'nin gündemine oturmasına rağmen bugün konuyla ilgili tek bir habere bile yer vermedi.

Dünün en önemli gelişmesi kuşkusuz Ahmet Şık’ın yasaklı kitabının internette yayınlanmasıydı. Kitap gün içinde onbinlerce kişi tarafından internetten indirildi. Şık’ın kitabı Fethullah Gülen ve Nur cemaatinin yükselişi ve devlet içinde örgütlenmesine dair ayrıntılı bilgiler veriyor, cemaatin bilinen ama konuşulmaya cesaret edilemeyen suçlarını ifşa ediyordu. Dünden beri Türkiye’de birçok kişinin birinci gündem maddesi bu olmuş, kitabın yasaklanması ise kamuoyunun dikkatini daha da fazla kitaba yöneltmişti.

Ancak ilginç olan bir şey var ki o da her türlü zor durumda cemaatin imdadına yetişen AKP-cemaat medyası bu önemli gelişmeye dair tek bir ses çıkarmadı. Bugün Zaman, Sabah, Yenişafak, Bugün, Star, Vakit okuyucuları tüm Türkiye’nin konuştuğu bu gündemden haberdar olamadı. Ne köşe yazarları ne de haberlerde yer aldı dünkü kitap olayı. Oysa Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmasından beri kitaba karşı kara propaganda yürütüyor, kitabı suç unsuru gibi sunmaya çalışıyorlardı.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

ODATV'YE SALDIRI - Sayfa 10 Empty
MesajKonu: Geri: ODATV'YE SALDIRI   ODATV'YE SALDIRI - Sayfa 10 EmptyC.tesi Nis. 02, 2011 4:49 pm

Yandaşlara sızdırılan belgeler açığa çıktı
01.04.2011 - 14:57 Yazdır Arkadaşına gönder Yandaş medyaya sızdırılan belgelerin içeriği ortaya çıktı. Sızdırılan belgelerin içeriği ve yapılan haberler, kimin "talimatla" gazetecilik yaptığını açıkça ortaya koyuyor.

BirGün gazetesinde Onurkan Avcı imzasıyla çıkan haberde, son dönemde yürütülen soruşturmaların gizliliği hiçe sayılarak yandaş medyaya servis edilen belgelere dair önemli bir haber yer aldı. Haber, karşıtlarını "talimatla kitap yazmak"la suçlayan AKP'cilerin, aslında nasıl talimatla habercilik yaptıklarını gösteriyor.

Haber şu şekilde:

Ergenekon davası başladığından beri üzerinde ‘gizli’ mührü bulunan dosyalardaki bilgilerin iktidara yakın basın kuruluşlarında bir bir çıkması tepki çekiyor. Son olarak Odatv baskını ve onu takip eden gazeteci tutuklamalarının ardından da soruşturmanın gizli niteliğine rağmen, telefon dinlemeleri ve baskınlarda ele geçirildiği iddia edilen bazı dökümanlar, bazı basın kuruluşlarınca gün be gün yayımlanmaya başlandı.
Birçok hukukçu, ‘bu nasıl soruşturma gizliliği’ diyerek isyan edip, emniyet ile savcılık haricinde bu sızdırmayı yapabilecek başka bir makam bulunmadığına dikkat çekerken, BirGün; ‘sızdırılan’ belgelerden bazılarına ulaştı.

BELGELERDE BAŞLIK ÖNERİLERİ VAR
Altında isim ya da imza bulunmayan, dijital çıktılardan oluşan toplam 19 sayfalık belgelerde, soruşturmanın içeriğine dair gizli kalması gereken ‘bilgiler’ aktarılıyor. Polis tutanağını andırmayan, gayet düzgün bir Türkçeyle yazıldığı gözlemlenen belgelerde, haber yapılırken en çok nerelere vurgu yapılması gerektiğinin işaret edilmesi, hatta başlık verilmesi dikkat çekiyor.
Bugün Odatv baskınından sonra sızdırıldığı iddia edilen bu belgelerde, sadece ‘OdaTv ve ****** şantajı’ ilişkisi iddialarına dair nelerin yazdığını ve yazılanlarla iktidara yakın medya kuruluşlarında çıkan haberlerin ne derece benzeştiğini inceleyeceğiz.

TALİMATLARLA HABERLER ÖRTÜŞÜYOR
İktidara yakın bir yayın çizgisi izleyen kuruluşların ‘emin’ isimlerine verildiği iddia edilen belgelerdeki ifadeler, teslim tarihinin Mart başı olduğunu ele veriyor.
‘****** Operasyonunda Ergenekon Parmağı’ başlığıyla başlayan belgelerde, baskınlarda ele geçirildiği iddia edilen özel dökümanların itinayla özetlendiği görülüyor.
Baskında ele geçirildiği ileri sürülen ‘Ulusal Medya 2010’ adlı belgenin özetlenmesiyle başlayan metinde, “internet sitesi olarak Odatv, televizyon olarak Halk TV ve gazete olarak Sözcü gibi yayın organlarının Türk halkını Kemalist çizgide birleştirebileceği belirtilerek, Ulusal medyanın yeniden inşa edilmesi gerektiğine vurgu yapılıyor” deniyor.

‘ULUSAL MEDYA 2010’ MUAMMASI
Odatv yönetiminin kendilerine virüslü spam olarak gönderildiğini ve kendilerinin yazmadığını açıkladığı Ulusal Medya 2010 belgesiyse, aynen sızdırılan ifadeler doğrultusunda bazı basın kuruluşlarında haber oldu. Sızdırıldığı iddia edilen belgelerle kimlerin mi yazıları örtüşüyor:
Nazlı Ilıcak, Sabah gazetesindeki köşesinde 9 Mart’ta yazdığı ‘Ulusal Medya 2010/Amaç ve Strateji’ başlıklı yazısı, Zaman gazetesi yazarı Mümtazer Türköne’nin aynı tarihli 'Ulusal medya 2010 teknikleri’ başlıklı yazısı, Samanyolu televizyonunun aynı tarihte ‘ulusal medya 2010’ başlığıyla sunduğu haber, “Ulusal Medya 2010 planı’nın referansı Ergenekon belgeleri” başlıklı 31 Mart’ta Star gazetesinde çıkan haber, sızdırıldığı iddia edilen belgelerdeki ifadeler ve kompozisyonla birebir aynı.

****** ŞANTAJI İDDİASI SÜKSE YAPMIŞTI
BirGün’ün ele geçirdiği belgelerde en önemli yeriyse CHP’nin eski Genel Başkanı Deniz ******’a Odatv cephesinden 2. video şantajı yapılacağı iddiası kaplıyor. Belgelerde, ******’ın Halk TV’nin Soner Yalçın’a devrine razı olmadığı, ancak Kılıçdaroğlu’nun onay vereceği bilgileri yer alırken, Halk Tv’nin devralınması için Odatv’nin 4 aşamalı bir plan kurduğu iddia ediliyor. Odatv’de ele geçirilenleri yandaş medyaya özetleyen ‘yetkililer’, Halk TV’nin Odatv ekibine devrine ******’ı ikna etmek ‘varan 2 şantajı hazırlığı’ içinde olduğuna dair belgeler ele geçirdiklerini iddia ediyor.
Buna dayanak olaraksa Odatv’den ele geçirildiği iddia edilen metinlerdeki şu ifadeler kullanılmış:
- Halk TV’yi devralırsak parasal sıkıntımız kalmaz. Kılıçdaroğlu istekli, her türlü desteği alırız ama ****** direniyor. ****** engelini Aşmalıyız. İkna için varan 2…
- Görüşmeler olumlu, Kılıçdaroğlu bu iş seçimlerden önce bitsin diyor.

‘VARAN 2’ HABERİ AYNEN SERVİS EDİLDİ
Belgelerdeki bu ifadeler ise yine iktidara yakın basın kuruluşlarınca desteklenmiş görünüyor. Belgelerde “Halk TV için ******’a VARAN 2 Şantajı yapıldı” başlık önerisi altında toparlanan bilgiler aynı minvalde hatta benzer başlıklarla yandaş medyada yer bulmuş. Tüm haberlerin yayımlanma tarihinin 4 Mart olması, bu sızdırma işleminin 3-4 Mart’ta gerçekleştiği ya da hangi tarihte yayımlayacakları konusunda bu medya kuruluşlarının aralarında bir konsensüs olduğunu ortaya koyuyor. İşte o haberler:
- Sabah gazetesi, “******'a Halk TV için 'Varan 2' şantajı iddiası” (4 Mart)
- Habertürk gazetesi, “******’a ‘Varan 2 kasetli şantaj hazırlığı’ iddiası” (4 Mart)
- Star gazetesi, “******’a varan 2’li ikna” (4 Mart)
- Vakit gazetesi, “******'ı bitiren kasetle ilgili şok iddia” (4 Mart)
- Zaman gazetesi, “Oda TV'de şok belge: ****** ikna olmazsa 'Varan 2' yi kullanalım” (4 Mart)
- Bugün gazetesi, “****** ikna olmazsa 'Varan 2' yi kullanalım (4 Mart)
- Samanyolu tv, ‘Varan 2’ (4 Mart)
Bu haberlerin haricinde belgelerdeki talimatlara uyarak iddiaları haberleştiren, hatta başlık önerilerini bile boşa çıkarmayan, iktidara yakın birçok internet sitesinin bu sızdırmalardan aynı tarihte faydalandığı görülüyor.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

ODATV'YE SALDIRI - Sayfa 10 Empty
MesajKonu: Geri: ODATV'YE SALDIRI   ODATV'YE SALDIRI - Sayfa 10 EmptyPaz Nis. 03, 2011 6:34 pm

Gestapo Libaraller Rahatsız


GESTAPO LİBERALLER RAHATSIZ
Nihat GENÇ - 2 Nisan 2011

Artık okyanus ötelerinden birileri peygamberliği de aşmış görünüyor, ki kendisi konuşmayıp ‘haberci’ yani aracı kullanmaya başladı, bilindiği gibi eski tanrılar kendilerini göstermez hep aracı kullanırlardı..

Ulu hazretlerin son mucizesi bir kitap müsveddesinin kenar notlarından bir terör örgütü inşa etmeleri oldu, üstelik karalama notlardan terör örgütü icad edenler, ABD casusluğu, askeri casusluk, KPSS, Üniversite sınavı hırsızlık şayiaları ortada iken..

Irak bombalanırken Haç’ın bayrağı altında yer alanlar, ülkemizde dört-beş yıl içinde aşağılayıcı bir çürümenin baş aktörleri oldular ve hukuktan polisten yasadan insanları nefret isyan eder hale getirdiler.

Cemaati yorgun bitkin düşüren, sadece tek bir faili meçhulü bütün devlet ve dinleme ve teknoloji imkanlarına rağmen ortaya bir türlü çıkaramayışları değil, siyasi iktidarla ortak herhangi bir icraatlarında din, merhamet, şefkat, insanlık ufukta hala görülmüyor..

Halkı paniğe sürükleyen görünen tek şey, karanlık, tezgah, dümen, iftira.. İşgalci güçlerin kör karanlığı kendilerinin de kaybolduğu bir ölümcül labirenti gözlerinizin önünde safha safha inşa ettiler..

Ve tüm savaş tarihleri işgalci orduların beşinci yılda yorulmaya yedinci yılında çözülmeye dağılmaya başladığını yazar, cemaatin artık yalanlarını tıkacak yeri, yalanlarıyla yıpratmamış adamı, iftiralarıyla çürütmediği kurum kalmadı..

Bu işgal, basamak basamak işgal.. Bilmeniz gereken ilk şey, ABD hiçbir ülkeyi işgal etmeyi başaramamış ancak içine sızdığı girip boğuştuğu her ülkeyi ölümcül bir çürütmenin içine bırakıp geri dönmüştür..

Anne, aile, ülke, tarih, kardeşlik, iyilik.. adına o ülkelerde tüm değerler devreden çıkartılmış ve insanların ülkeleri ve kendilerine olan güvenleri ebedi olarak sona ermiştir..

Sonra ardında aradan yüzyıl geçse de eğitiminden ekonomisine inşa edilemeyen bir ‘toplum’ bırakmıştır ve ABD’nin üstünden geçtiği ülke insanları, dünyanın en eşitsiz halkları ve tek ülküleri ülke dışına kaçarak yaşamak olan darmadağınık kalabalıklar olmuştur..

Orta Amerika’dan Filipinler’e Vietnam’a Afganistan ve Irak’a kadar bitmeyen bir hikayedir bu… (Libya savaşından kaçmaya çalışan yoksul çaresiz işçilerin milli kimliklerine bakın, Uzak Doğulular, Vietnamlılar, Filipinliler, Türkler. Yani ABD’nin daha önce işini bitirdikleri kaçıyor, şimdi işini bitirmekte oldukları iç savaşın tarafı olarak cepheye yeni yeni sürülüyor..)

Cemaatten söz ederken artık hepimiz bir ‘makineden’ bahsedildiğini biliyoruz, bitmek bilmeyen usulsüzlük ve hukuksuzlukların her birine aynı yalan cevapları veren kızarmayan utanmayan densiz terbiyesiz bir ‘disiplinli ideoloji’.. Türkan Saylan’a, Erol Manisalı’ya, Kanadoğlu’na ona buna yüzlercesine aramalarda belgelerde soruşturmalarda ne demişlerse Oda TV’ye Nedim Şener’e Ahmet Şık’a aynı değişmez yalanlarla cevap veriyorlar..

Basamak basamak tamamlanmaya çalışılan işgal safhası Zekeriya Beyaz gibi ilahiyatçıların evlerinin aranmasına kadar geldi, yazar, asker, ilahiyatçı, sen, ben, fark etmiyor, II. Dünya Savaşı sonrası teslim olmuş Almanya gibi davranıyorlar Türkiye’ye..

Milli, eleştirel, boyun eğmeyen, muhalif kim varsa ırkçılık, misyoner düşmanlığı yani batı işgallerinin değişmeyen ‘gerekçesini’ bahane edip saldırıyorlar.. Ve yine teslim alınmış Almanya gibi, evler, yazarlar, kitaplar, muhalifler kökünden kazıldığına ikna olunduktan sonra yepyeni bir anayasa yazıp Yeni Türkiye rüyaları görüyorlar.

Türkiye beş-on milyonluk bir ülke olsaydı bu rüyalarından benden korkardım, ama Türkiye yetmiş milyonluk bir ülke, tezgah dümen yalan iftira bir yere kadar, yetmiş TV ve yetmiş yandaş gazetelerine ve yüzbinlerce cemaat evine rağmen ülkenin en büyük beş, hatta en büyük yedi büyük şehrinde muhalif güçlerin seçmen sayısı iktidar oylarından daha fazla..

Muhalefetin ilk yapması gereken yurt dışından gelecek seçim gözlemci sayısını arttırmak, çünkü en küçük bir seçim hilesi dedikodusu bile 12 Haziran sonrası Türkiye’yi 12 Eylül öncesi sivil savaş şartlarına sürüklemeye aday görünüyor..

İşte yüzlerce hukuksuzlukla başardıkları bu, Türkiye’yi seçime değil iç savaşın kapısına getirip koydular…

Kim koydu, cemaat.. Yeni başlayanlar için cemaat nedir hatırlatalım, allame bilim adamı Şerif Mardin’e ve mucizevi basın emekçisi Fehmi Koru’ya göre ‘sivil’ bir yapılanmadır, başkanı ve yönetimi seçimle işbaşına gelmeyen dünyanın tek ‘sivil’ (!) tarikat örgütü..

Yeni başlayanlar için Ergenekon’u da özetleyelim, onlar da eğlensin, en iyi dileklerle anlaşılan ‘oligarşik yapı’, statüko vb. tanımları da mevcut.. Oligarşik düzeni parçalamak hepimizin boynunun borcu, üstelik, ortalıkta Uğur Mumcu’dan Hablemitoğlu’na Cumhuriyet Gazetesi’nin bombalanmasına yüzlerce kirli işi var, buna ‘derin devlet’ de diyoruz..

İşte hiç iktidara gelmeyen CHP ya da sol muhalif güçler bu oligarşik yapı içinde yüzlerce faili meçhul gerçekleştirdi ve şimdi özgürlükcü ve ileri demokrasi öncüleri bu kirli yapıyı temizliyor..

Altmış yıldır iktidar olan sağ partiler polis ve istihbarat güçlerini altmış yıldır tayin terfi ettirmesine rağmen, hiç iktidar olamamış sol milli muhalif güçler bütün derin yapının ve cinayetlerin sorumlusu, bu arada hiç birimize hiç ilginç gelmeyen şey, sol muhalif milli güçler hep kendi yazarlarına suikastler düzenlemiş yani kendini öldürmüş olması..

Ve bu derin yapının merkezini açığa çıkartmak için özel yetkili savcılar tayin edildi ve Nurseİi İdiz’in donundan Kozmik odalara kadar girilmesine rağmen cinayetler ortaya bir türlü çıkarılamadı..

Bugün kısaca Ergenekon’dan anladığımız polis ve istihbarat kavgaları, gerçek şu ki, polisi de istihbaratı da altmış yıldır şımartan önünü açan polis okullarını kontrol eden sağ partiler. Ancak allem gullem altmış yıldır cinayetler ortaya çıkarılamadı ve bütün faili meçhuller hiç iktidar yaşamamış sol muhalif mili güçlerin üstüne yıkıldı ve faili meçhuller ve susurlukçulara karşı ve ABD emperyalizmine karşı yazı yazanların hepsi içerde…

Gerçeği tüm Türkiye halkı gayet açıklıkla biliyor, oligarşi, Ergenekon, derin devlet bahane edilerek polis ve istihbarat güçleri cemaat’in kontrolüne geçirildi ve diyelim oligarşi (yargı medya burjuva ordu gibi) üçlü bir işbirliğiyken şimdi üçü de devreden çıkarılıp tam bir tek elden ‘diktatörlük’ kuruldu..

Öyle ki bu vahşi diktatörlüğün önüne geçmek artık AKP’nin dahi keyfiyetinde değil. Ancak geçmişi liberal ya da sol ya da sosyalist gibi payelerle süslenmiş bir takım köşe yazarları bu saçma sapan akıl ötesi iddiaları hem seslendirdi hem yönlendirdi hem de ‘yandaşı’ oldu..

Ve içimizde pirincin taşını ayıklayacak kim varsa diyelim Ahmet Şık gibi Nedim Şener gibi ve ODA TV gibi herkes içerde…

Artık yazımıza girelim, Nuh Peygamber köy köy dolaşıp tufanı haber verip herkesi gemiye davet eder ve sonra tufan kopar, sonra yine köyleri dolaştığında bir kocakarının gemiye binmediği halde yaşadığını görür, kocakarı Nuh Peygamber’i görünce saflıkla: tufan kopunca haber ver gemiye ben de geleceğim, der..

Nuh Peygamber kadına: tufanın koptuğunu söyler, kadın Nuh Peygamber’e: Senin tufan dediğin yoksa şu geçenlerde benim ineğin ayağı çamurlanmıştı o muydu?

Bu menkıbe Nuh Peygamber’e inandığı için gemiye binmediği halde tertemiz imanıyla tufandan kurtulmuş bir insanın hikayesini anlatır.

Ancak başka bir ders çıkartmak istiyorum, bir çok arkadaş çoktan kopmuş kıyameti görmediler ve ne zaman Ahmet Şık içeri alınınca ‘kıyameti’ kopardılar..

Bu arkadaşlar bugün Ergenekon Süreci’ni başından beri olup biteni gözden kaçırmış görünüyor, Ahmet Şık vakası aynı haksız suçlamayla içeri alınan belki de beşyüzüncü vak’a..

Yani kıyamet kopalı çok oluyor, tuzağa düştük, çünkü hepimizin ilk gençlik yıllarından beri birinci düşmanı olan oligarşik yapıya olan kinimiz arkadaşlarımızın kolayca kandırılmasına yol açtı..

Çuval delikse kantar tutmaz diye arkadaşlarımızı çok uyardık ama nafile.. Zulmün, kurusu yaşı hesabı yapılmaz, yapıldı.. Eskiler ne güzel söylemiş, elin adamına, dereye kurulmuş dam’ına güvenme, güvendiler…

Hiçbir hayvan kedi, köpek, sıçan.. sabah yatağından nedamet getirip artık başka birisi olacağım diye kalkmaz.. Düşünmek, fikir değiştirmek, hesaplaşmak, yüzleşmek, insana mahsus bir şans.. Türkiye’de şu anda yüz binlerce genç insan ınternetten korsan olarak indirilen bir kitap okuyor ve hayatları değişiyor.. İmamın Ordusu kitabından çok şey öğrenemeyecekler belki ama yasaklanana karşı direnerek, yasağın arkasında acep ne var diye kuşku ederek ‘insan olma şansını’ kimse kaçırmak istemiyor.

Gestapo liberaller hariç.. Oysa çağımızda hayvan hakları öyle hızlı bir ilerleme kaydetti ki, hayvanlar artık ‘hayvan’ türü değil, başka tür bir ‘halk’ olarak aramızda yerlerini alıyor ve insan halkıyla nerdeyse eşit haklara sahip öteki bir halk gibi daha içiçe bir dünyaya doğru hakları evriliyor… Ve hayvanlar kendileriyle yüzleşmenin ne olduğunu bilmedikleri gibi verilen hakları red etmeyi de bilmezler, gestapo liberaller son şanslarını da kaçırıyor..

Savcı Zekeriya Öz’e de söyleyeceklerim var, yeryüzünün havada en uzun süreli kalan ve en iri kuşları Albatroslar’ı öldürmenin denizcilere kötü felaketler getirdiği artık bir batıl inanç değil, kanıtlanmıştır.. Fethullah Gülen’e değil Nedim Şener’e Ahmet Şık’a ODA TV’ye yani özgür basına dokunanlar yanacak, hep birlikte göreceğiz..

Gestapo liberaller şu anda Zekeriya Öz’ü bir kaşık suda boğacaklar, çünkü Ahmet Şık’ı içeri tıkarak bir çuval inciri ziyan etti, görüşündeler. Daha işin başından beri haksızca ve hukuksuzca yüzlerce insan aynı olmayan iddialarla içeri alındı, yok bilgisayarında bulundu yok ihbar var yok bir uydurulmuş belge… Şu anda ortalıkta yüzlerce uydurulmuş belge ama içerde gerçek canlı canlı insanlar yatıyor gerçeği var..

Her şey ne güzel gidiyordu.. Sevmedikleri gıcık oldukları tipinden hoşlanmadıkları kim varsa alındıkça baldı şekerdi kaymaktı ve göbek atıyorlardı.. Ve Zekeriya Öz gestapo liberalleri tatlıya şekere baklavaya öyle müptela hale getirdi ki gestapo liberaller beş yüzün üstünde insanın evine girilmesine içeri tıkılmasına rağmen doymamışlardı.. Çürük iple cemaatin kuyusuna indiler şimdi bakalım kimin ipiyle çıkacaklar.. İnsan derisinden davul yapıp çaldılar hep birlikte halay çekip oynadılar.. Savunması dahi alınmadan üçyüz insanı bir anda kapıları kapatıp içeri tıktılar, eee, fazla yük katır çatlatır, ne o, sefanız kısa sürmüşe benziyor…

Oysa çok fazla şeker yiyen mutlaka arada bir spor yapmalı, yoksa sonu ağır kilolar ve yerinden kımıldayamamak, ki, şu anda gestapo liberaller yerlerinden kımıldayamaz yangından kurtarılamayacak hale geldiler..

Ben çocukken gözlerimle gördüm ortaokul kapısında küçük çocuklara şeker verip tacize tecavüze yeltenen sapıkları…

Gestapo liberallerin çocuk sevinçlerine çocuk zekalarına birileri bastı çikolatayı bastı şekeri ahh Ergenekon Yılları ne tatlı geçti.. Sonuç: aşırı çikolata bağımlılığı ve düşük zekalı birkaç cemaat hukukçusunun lahana marul beyinli birkaç yandaş gazetecinin acımasız tecavüzü..

Çok eskiden sokaklarda hamalların sırtındaki küfeyi dinlendirdiği ‘mola taşları’ olurdu, bu mola taşlarını ben de gördüm, mola taşı olmayan sokakların bir yerinde de yetmiş santim kadar bir yüksekçe bir duvar aynı işi görürdü ve hamalın mola verip nefes almasına yardım ederdi..

Evet, nihayet Ergenekon’un yalanlar taşıyan küfesi mola taşına kondu, bakalım yandaş hamallar yalanlarla dolu bu küfeyi daha kaç sokak taşıyabilecek.. Bir de hızlarını alamayıp Orta-Doğu’nun arap ülkelerine bu pek ileri demokrasisini dünya manşetleriyle hediye etmeye başlamışlardı, kel bulmuş saç, bir tutam da dayısına vermiş..

Çok ucuz kabadayılıklar yapana oldum olası ‘horozlanma’ denir ya da ‘horoz gibi dikleniyor’ tabiri kullanılır, ancak bir tabir daha var, kendini ‘küheylan’ sanan horozlar için söylenmiştir, ‘nallı horoz’ ‘nallanmış horoz’…

Dün akşam bütün ekranlarını seyrettim İstanbul’un, gördüğüm şu, yandaş medyanın nallayıp ekranlara sürdüğü bütün horozların nalları düştü, düşecek..

İman sahibi olmanın maliyetini sıfırlamış cahil yoz bir iktidara çalışırsanız Ergenekon Horozları’nın çapraz bağları işte böyle bir günde kopar..

Ahmet Şık’a yapılanlara kimse susamaz dayanamaz, sonuna kadar yanındayız, evet ama, Erol Manisalı’nın evine girilirken Kanadoğlu’nun evine girilirken, İlhan Selçuk’ın alındığı gün NTV, CNN yayın yapma cesareti mi gösterememişti yoksa dünya ne güzeldi, daha nicesi..

Ergenekon sürecinin tehlikeli enfeksiyon süreci bu gizlice olumlayan anlamlı ‘suskunluklarla’ başladı.. Sessizce ve hatta gizli içi içine sığmayan mutlulukla izleyenler bu akıl almaz enfeksiyonu birbirine bulaştırdı ve çember herkesin boğazına domuz bağı oluncaya kadar sürdü. Gestapo liberallerin dayanılmaz sessiz el ovuşturan bekleyişleri, bu sinsi gülüşlerini özgürlük kahramanı yapıvermişti…

Askeri vesayete son vereceğiz diye yola çıktıklarını söyleyip ‘insan’ olmanın vesayetini hayvanlara bıraktılar.. Oysa insanoğlu dünya vesayetini milyonlarca yılda ele geçirdi, bilimsel buluşlarla değil ‘merhametle’ tüm hayvanlar aleminden sıyrılarak.

İnsanoğlu’nun yeryüzündeki vesayeti son yüzyılımızda iki büyük tehlike atlattı, birincisi II. Dünya Savaşı, ikincisi, nükleer felaketler…

İkisi de ‘kendine fazla güven’ hastalığının sonucudur.. Uzun süreli bitmek bilmez soğuk algınlığı yaşıyorum ve hastalık yirminci gününü çoktan devirdi, acaba bu vesayeti insanoğlu’nun elinden bir ‘virüs mü’ alacak tartışması şaka değil..

Gestapo liberallerin hastalığı kendilerine fazla güven dahi değil, ellerine geçirdikleri gözü kara zalim iktidara ‘aşırı güven’di bu, eşiklerini eteklerini hangi köpek yalasa doyacak bir saltanat..

Kanser cerrahisinin ilk yıllarında doktorlar hasta dokuyla birlikte hasta dokunun etrafındaki sağlıklı dokudan da mümkün olduğunca geniş bir alanı alırlardı, ki bu fikir çoktan yıkıldı, şimdi cerrahlar sadece hastalıklı dokuyu kesip alıyor ve sağlıklı dokuyu yerinde bırakıyorlar..

Bırakın cerrahlığı, hukukun daha süratli yaşandığı bir çağdayız ve gözlerimizin önünde, on değil, elli değil, yüz değil, beş yüz değil, insanın evine hukuksuzca girildi ve olmayan uydurma belgelerle içeri tıkıldı ve bu vahşi insanlık dışı uygulamaları yapanlara hala ‘kahraman savcı’ diyenler var aramızda..

Ergenekon sürecini anti-depresan haplar gibi anti-ergenekon manşetlerin uyuşturucu etkisiyle sürdürdünüz. Artık biliniyor, anti-depresan haplar her korkuyu gideriyor ve hem cesur hem atak hale getiriyor insanı. Ancak anti-depresan haplar intiharı da tetikliyor, çünkü fazla ‘gaz’ bünyeye yerinde duramayacak kadar fazla ‘cesaret’ veriyor..

Gestapo liberallerin intiharı, manşetlerde planlanan anti-ergenekon hapların tetiklemesiyle oldu..
Oysa hukukla olacaktı, insan haklarıyla olacaktı, özel hayata saygıyla olacaktı, gözaltılar tutukluluk süreleri ince bir dikkatle olacaktı, oysa kuşkuyla olacaktı..

Geçelim akıl almaz yüzlerce tezgahı, sadece Hrant’ın öldürülüşüne bakacak kimse kalmadı aramızda. Öyle bir tezgah ki Hrant’ı öldürttükleri çocuğu bir gün geçmeden Türk Bayrağı önünde poz verdirecek bir ‘tezgah dekor’a dahi peşin peşin ‘inanabilen’ zavallı liberallerin bugünlerde ağzını bıçak açmıyor…

Zaten Ergenekon tezgahını çevirenler Nazlı Ilıcak, Etyen Mahçupyan zeka kapasitesine göre bir ayar yapıyorlar, halkın, aydınların, mahşeri vicdanın değil, Nazlı Ilıcak ve Etyen Mahçupyan bu numaraları yiyorsa, tezgahları tutuyor.

İnsana elem veren yüzlerce insanın haksızca içeri tıkılmasından çok bu kadar düşük zekanın Türkiye’nin aydın ve kültür birikimini allak bullak edecek fırsatı, liberal aydınlar sayesinde bulmuş olmaları..

Üstüne bunca medya imkanına rağmen halkı ikna edecek ince ince ifade edilecek sabırlı ve bilge konuşmalar yapmadılar, tersine, cemaat-ABD pişirsin ağzımıza düşürsün, kolaylığına bayıldılar.. Yeni yepyeni bir Türkiye kuracakları iddiasını tane tane anlatarak değil ‘dayatmayla’ ‘baskıyla’ ‘yalanla’ ve gözü kararmış şekilde muhalifleri içeri atıp göz korkutup sindirip yıldırma metotlarını kulandılar..

Mesela Susurluk sürecinde olduğu gibi halkı Ergenekon’a karşı harekete geçiremediler, çünkü insanoğlu inanmadığı hiçbir şeyden heyecan duymaz, insanları harekete geçirmek istiyorsanız önce siz kendinizin heyecan duyması lazım, sipariş dümenlerle ‘değişim, özgürlük’ buraya kadar…

Türkiye’nin nerdeyse tüm değerlerine saldırıya geçenler ne olup bittiğini halka anlatma öğretme ‘tenezzülünde’ dahi bulunmadılar, içtenlikle konuşarak değil döverek, dalga geçerek küstahca bir efelenmeyle Türkiye’nin hukukundan bağımsızlığına kadar her şeyi sopayla değiştireceklerine inandılar..

Bir de bir insan evladına hiç yakışmayan ‘intikam’ metinleri kaleme aldılar, bakmayın Ertuğrul Özkök’lerin bugünlerde biçimli biçimli ciyaklamalarına, nehirden ne cesedler geçti, oralı olmadılar onlarca yıl…

Mehmet Ali Birand da kişisel hatıralarından konuşurken bir zamanlar bize karşı çıkanların cesedlerini seyretme bahtiyarlığı yaşadığını anlatmaya çalışıyordu benzer cümlelerle..

Anladığım herkes nehrin kenarında tipinden hoşlanmadıklarının ‘cesedlerini’ seyrederek ne ballı börekli mutluluklar yaşamışlar…

Bilmem deli dana hastalığının kökenini bilir misiniz? Hindistan’da deli dana vakası hiç olmamıştır. Deli dana hastalığı önce İngiltere’de görüldü, sebebi, 60-70’li yıllarda hayvan kemik tozları Hindistan’dan geliyordu.. Hindistan’da binlerce insan nehirden hayvan kemikleri toplar ve öğütülüp İngitere’ye postalanırdı..

Deli dana hastalığı çıkınca araştırıldı, nehirden hayvan kemikleri toplayanlar, sadece hayvan kemiği toplamamış, tam yanmamış cesedleri de toplamışlar ve başka sebeplerle nehre düşmüş cesedleri de toplayıp öğütüp un haline getirip on yıllar boyunca İngiltere’ye hayvan yemi olarak göndermiş..

Sonuç, insan eti yiyen ineklerde beyin sulanması ve delirme… Hindistan’ın inekleri ise aksine deli dana hastalığına kapılmamış çünkü Hindistan’da inekler kutsal, dokunulmazlıkları var..

Ergenekon sürecinde insan cesedleri önlerinden geçerken bunlar hayvan olur diye mutluluk duyanlar, kişisel intikam duyguları tatmin olanlar, ve yandaşları, hepsi aynı Ergenekon sürecinde beyinleri sulandı ve görüyorsunuz işte delirmeye başladılar.. En azından bir müsvedde kitabın yanına düşülmüş notlardan terör örgütü icad edecek kadar bir delirme..

Ve iktidar ve Türkiye ve kandırdıkları yüzbinlerce İslamcı genç ve aldattıkları milyonlarca insanın da beyinleri sulanmaya topluca delirmeye başladılar..

Kardeşlerim, nehirde cesed seyretmeyi ‘dinsel bir aydın töreni’ haline getirmiş liberal aydınlar, oligarşinin, derin devletin, ABD’nin, her zaman sevgili çocukları olmuştur..

Bu gözü kararmış gestapo liberal yazarlar kişisel kin ve kıskançlıklarını iç dünyalarında aşamadıkları sürece, delilik Türkiye’yi bir sivil iç savaşa doğru sürüklemeye çoktan başladı bile..

Odatv.com


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

ODATV'YE SALDIRI - Sayfa 10 Empty
MesajKonu: Geri: ODATV'YE SALDIRI   ODATV'YE SALDIRI - Sayfa 10 EmptyPtsi Nis. 04, 2011 10:18 pm

EVET, O GAZETECİ EMNİYETLE İLGİLİ KİTAP TASLAĞINI ODATV’YE GÖNDERDİ
03.04.2011 20:13


Kamuoyu günlerdir Ahmet Şık'ın kitabına yapılan baskını konuşuyor. İddiaya göre Ahmet Şık, İmamın Ordusu kitabını Soner Yalçın’ın emriyle yazmış ve Sabri Uzun adıyla çıkaracakmış. Bu iddiaların tamamını reddediyoruz. Bu dijital üretilmiş verilerin, bu tertibin malum harekât merkezince üretildiğini düşünüyoruz. Bunun da bugün sessiz kalsa da herkesin bildiğine eminiz.

Bizim konumuz başka. Ahmet Şık Odatv’ye polisteki cemaat örgütlenmesi üzerine yazdığı kitabı kesinlikle göndermedi. Ama bir başka gazeteci, Emniyet üzerine yazdığı kitap taslağını Odatv’ye gönderdi.

Kim olduğunu duyunca küçük dilinizi yutacaksınız.

Sizi merakta bırakmadan hikâyeyi anlatalım:

Hanefi Avcı’nın olay yaratan “Haliç’te Yaşayan Simonlar” kitabının ardından bütün gözler cemaatin polis içindeki ayağına çevrildi. Malum gazeteciler Avcı’nın iddiaları yerine kendilerine servis edilen Hanefi Avcı’nın sevgilisine ilişkin uydurma haberleri günlerce konuşmaya devam ettiler. Amaç Hanefi Avcı’yı itibarsızlaştırmaktı. Yalnız bununla da kalmadı. Nasıl olduysa Hanefi Avcı’nın polislik geçmişi ile ilgili emniyet kaynaklı tüm belgeler bir araya geldi. Taraf’ın cemaat basınından transferi, polis kaynaklı haberlerin muhabiri Mehmet Baransu kısa sürede Hanefi Avcı aleyhine kitap yazdı. Elbet de Avcı’nın kitabının yayımlanmasından bir ay sonra hâlâ ne ilgisinin olduğunu kimsenin anlamadığı Devrimci Karargâh Davası’ndan hapse atıldığını hatırlatmamıza gerek yok. Yalnız Baransu değil, Hanefi Avcı’nın emniyetle ilgili iddialarına karşı bir polis-gazeteci daha kitap yazıyordu. Eski Taraf yazrı, ardından cemaat yayınlarında yazmaya başlayan Polis Akademisi Öğretim Görevlisi Önder Aytaç. Akademinin pek çok görevlisi gibi Aytaç’ın da cemaat ile ilişkisini hatırlatmaya gerek yok.

Biz devam edelim.

Bir gün Odatv Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan, önder Aytaç’tan bir e-posta aldı. Aytaç, e-postasında herkesi şaşırtan ifadeler kullanıyordu.her sabah kalktığında ilk iş olarak Odatv’yi okuduğunu, yalnız haberlerimizi değil, kendisine karşı olumsuz ifadeler kullanan okuyucu yorumlarını da takip ettiğini söyleyen Aytaç, Odatv’den iki ricada bulunuyordu;

İlki, ekte gönderdiği yeni kitabının taslağına dayanarak Odatv’nin kitabı haberleştirmesini istiyordu. Her gün sıkı takipçisi olduğunu söylediği Odatv’den bunu yapmasını beklediğinin altını çiziyordu. Diğer isteği ise daha şaşırtıcıydı;

Eğer Odatv yönetimi de uygun görürse Odatv’de yazarlık yapmak istediğini ifade ediyordu.

Aytaç’ın teklifi herkesi şaşırttı. Odatv yöneticileri konuyu tartıştı. Taraf dahil, birçok gazeteden kovulan gazetecilere Odatv sayfalarının açık olduğunu kötü günlerinde arayarak söylemiştik. Ancak Aytaç biraz farklıydı. Önder Aytaç yazılarında çoğu zaman militarist ifadeler kullanıyordu. Polise operasyon çağrıları, adam asma önerileri yapan bir yazarın yeri olamazdı. Kendi aramızda “bu öneriyi nazlı Ilıcak, Kürşat Bumin, Ali Bayramoğlu yapsaydı da biz entelektüel olarak farklı mahallelerden yazarları buraya toplamış olsaydık” dedik.

Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan Önder Aytaç’a verdiği cevapta yazarlık talebine değinmedi bile…

Bu, kibarca “red” anlamına geliyordu. Taslağını gönderdiği kitabın çıkacağının ise pek çok yayın organı tarafından haberleştirildiğini anlattı.

Ancak Önder Aytaç ısrarlıydı. Bir sonraki mesajında kitap taslağını yalnızca Odatv’ye gönderdiğini, Odatv’nin bu sayede yalnızca kitabın çıkacağını değil, içeriğini de haberleştirebileceğini söyledi. Odatv’ye yazar olma konusunu da tekrar gündeme getirdi.

Yanıt vermeyerek meseleyi kapattık.

İşte Odatv’ye gelen Emniyet’e ilişkin kitap taslağının hikâyesi böyle. O taslağı haber yapsaydık, Önder Aytaç’ın da Odatv yazarı olma önerisini kabul etseydik, Aytaç bugünlerdeki gibi televizyonlara çıkıp “Odatv Ergenekoncudur” diyecek miydi?

Ya da daha önemlisi Ahmet Şık’ın gönderilmemiş kitabını “Ergenekon belgesi” yapan savcılık Önder Aytaç’ın gönderdiği kitap taslağını neden görmedi?

Ya Aytaç’ın kitabını da Ergenekon yazdıysa!

Türk basını bugün karanlık bir tünelden geçiyor. Cesaretle gazetecilik yapanlar dijital terörle Silivri’yi boylarken, leş kargaları ancak onlar cezaevindeyken iftiralarını atabiliyor.

Odatv.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

ODATV'YE SALDIRI - Sayfa 10 Empty
MesajKonu: Geri: ODATV'YE SALDIRI   ODATV'YE SALDIRI - Sayfa 10 EmptyPtsi Nis. 04, 2011 10:19 pm

AYDINLIKÇILAR BU HABERE “İŞTE BUDUR” DİYECEKLER
04.04.2011 12:21


Günlük Aydınlık Gazetesi çıktı.
Söylenenlere göre tirajları hayli iyi.
Çarpıcı haberlere imza atıyorlar.
Bir süredir; Ergenekon operasyonlarının “beyni” olan 35 CIA ajanının İstanbul’da nerede kaldıklarını, nerede çalıştıklarını, kimlerle görüştüklerini haber yapıyorlar. Aydınlık çevresi, Ergenekon operasyonlarını CIA’nın yaptırdığını; yani “Yeşil Gladyo”nun tezgahladığını yazıyor. Belgeler, fotoğraflar yayınlıyor.
Sahi kim bu “Yeşil Gladyo”?
Odatv, Taraf yazarı Emrullah Uslu’nun ABD’deki faaliyetlerini gözler önüne sermişti. 6 yıldır ABD’de olan Uslu, Odatv haberleri üzerine tıpış tıpış Türkiye’ye gelmek zorunda kalmıştı. Kendisini açığa çıkaran Odatv’ye düşmanlığını Taraf gazetesindeki yazıları ve tv konuşmalarıyla devam ettiriyor.
Emrullah Uslu bu konuda yalnız değil.
Son Odatv operasyonuyla başlayan medyaya yönelik sindirme, korkutma misyonunu bir “gazeteci” üstlenmiş görülüyor: Faruk Mercan!
Önceden pek ortalıkta gözükmez, tv’lere çıkmazdı. Şimdi biri galiba emir verdi; her fırsatta bir tv kanalında. Yetmiyor bazen 2-3 tv kanalına çıkıyor.
Demek görevi bu.
Faruk Mercan’ın da birkaç yıl ABD’de kurs aldığını biliyor musunuz? Onun yolu da ABD’den geçti yani.
Peki…
Ergenekon operasyonunun gizli özel bilgilerini Taraf’a taşıyan (bazen el altında bazı gazetecilere servis edilen) kim; Mehmet Baransu.
Ne tesadüf değil mi; o da birkaç yıl ABD’de yaşadı.
Sorarsanız; hepsi İngilizce öğrenmeye gitmişler!
Ergenekon operasyonu başlamadan önce ABD’de bulunanların listesini çıkarmak iyi haber olurdu. İlk başa da Ahmet Altan ve Cengiz Çandar’ı koymak gerekir; hangi “üniversite” de ders aldılar acaba?
Hadi bakalım sıvayın kolları; Aydınlıkçıları sevindirin; kim bu ABD’de kurs gören “özel yetkili gazeteciler?”
Bu listeye Radikal’ın klavuzunu da yazmak gerekir.

Odatv.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

ODATV'YE SALDIRI - Sayfa 10 Empty
MesajKonu: Geri: ODATV'YE SALDIRI   ODATV'YE SALDIRI - Sayfa 10 EmptyPtsi Nis. 04, 2011 11:55 pm

"Ergenekon Süreci Derin Yapıyı Koruyor"
04.04.2011 Pazartesi 13:29Medya Bu Habere 0 Yorum YapıldıBu Haber 12 Defa Okunmuştur 12P 14P 16P 18P

Aylık haber-yorum dergisi Express, Nisan ayı sayısı için, basılmadan toplatılan 'İmamın Ordusu'nun cezaevindeki yazarı Ahmet Şık'la mektup aracılığıyla röportaj yaptı..

İşte o röportaj:

Seni bu kitabı yazmaya sevk eden neydi? Neden bu kitabı yazma ihtiyacı hissettin?

Ahmet Şık: Biliyorsunuz, Ertuğrul Mavioğlu ile birlikte kaleme aldığımız iki ciltlik bir kitabımız var, “Kırk Katır Kırk Satır” üstbaşlıklı. O kitaplarda işlediğimiz temel tez şu: Evet, Türkiye’de kolu 1990’lara uzanan bir derin devlet geleneği var. Kimi zaman kontrgerilla, kimi zaman Susurluk, Şemdinli vs. diye anılan, geçmişi fazlasıyla kanlı ve kirli bir yapı.

Peki, Ergenekon soruşturmaları bize bu yapının tasfiye edildiğini, daha da ileri gidersek, yargılandığını gösteriyor mu?

Bence bunun yanıtı kesin bir hayır. Ergenekon süreci derin yapıyı tasfiye etmiyor. Tam aksine, koruyor ve kendi aktörlerini sahaya sürüyor. Bunun böyle olmasında soruflturmayı yürüten –ki polis ve yargı oluyor– makamların son beş yılın gizli iktidarı olan bir cemaatle sıkı ilişkileri de hep dillendirilir oldu. Kimi zaman kökten laiklerin paranoyası gibi görünen bu durumun netliği, eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’nın yazdığı kitapla daha bir ortaya çıktı aslında. Avcı, ki kanımca çok içeriden bir sistem eleştirisi olan kitabında hiç de yenilir yutulur iddialar anlatmıyordu. Sonrasında başına gelenleri hepimiz biliyoruz. Avcı’nın iddialarının bir kitap konusu olduğundan hareketle bu konunun içinde buldum kendimi. Ergenekon soruşturmalarının gidişatı da bu iddialarla çok örtüşüyordu.

Kitabı nasıl tasarladın?

Önce Hanefi Avcı’nın kitabında yer alan ayağı kaydırılan Emniyetçilerin hikâyelerini dava dosyaları üzerinden inceleyip anlatmak istedim. Fakat, konuyu deştikçe iş çetrefilleşiyordu. İlk kitabı (“Kırk Katır Kırk Satır”) hazırlarken Ergenekon’un ilk beş iddianamesi ile delil klasörlerindeki onbinlerce sayfa belgeyi okuyup incelemiştim. Dolayısıyla, en önemli kaynaklardan biri o dosyalardı. İlk iddianamenin 41 no’lu ek klasörü, Ergun Poyraz’da ele geçirilen belgeleri kapsıyordu. Bu klasörde Emniyet içinde yürütülen cemaat ve tarikat soruşturmalarının belgeleri de bulunuyordu. Birçok gizli yazışma önümdeydi anlayacağınız. Zaten hepi topu iki buçuk soruşturma açılmıştı. İlki, Ünal Erkan’ın Emniyet Genel Müdürü olduğu dönemdeki hileli kura soruşturması. Yine bu soruşturmayla bağlantılı olarak yürüyen, bir dönem cemaat içindeyken sonra ayrılan Rafet Yılmaz adlı polis okulu öğrencisinin cemaatten ayrılması üzerine disiplin puanlarının düşürülmesiyle mezuniyetine bir gün kala okuldan atılmasıyla ilgili olan ve en sonunda da “Telekulak Çetesi” soruşturmasıyla sonuçlanan Cevdet Saral (Ankara eski Emniyet Müdürü) ve ekibinin yaptığı inceleme. Bunların ayrıntılarını kitapta anlatıyorum. Bu soruşturma belgelerinden hareketle Emniyet içindeki yapılanmanın şekli şemali ortaya çıkıyordu aslında. Bu örgütlenmeyi Ergenekon ve ilintili soruşturmalara bağlayan olguyu da en açık biçimde yine bir Emniyet müdürü dile getirdi. İstihbarat Dairesi eski Başkanı Sabri Uzun, Fatih Altaylı’nın köşesinde yayınlanan mektubunda (“Sabri Uzun’dan mektup var”, 20 Kasım 2009) bunu anlatıyordu. Sabri Uzun’un mektubunda dile getirdiği, Ergenekon mahkeme sürecinde bazı sanıklarca da dile getirilmişti. Ayrıntılarını kitapta anlattım. Bence bu bilgiler ışığında da bu soruşturma sürecini değerlendirmekte büyük fayda var. Bu belgelerle soruşturmanın aslında bir derin devlet yapılanmasını tasfiye süreci değil, yeni bir vesayet yarattığını dile getiriyorum.

Kitabı yazma sürecinde kimlerle görüştün?

Kitabı hazırlarken bazı bürokratlarla, avukatlarla, gazetecilerle (Odatv ekibiyle değil, Ankara’dan Emniyet’i bilen gazetecilerle) görüştüm. Görüşmeyi kabul edip sonra cayanlar da oldu, ki bunlar Avcı’nın kitabında isimleri geçen, komplo sonucu açığa alınanlardı. Sonradan bir Emniyet müdürü bana o kişilerin dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay’la aynı siyasî çizgiden geldiklerini, seçimden sonra taltif edilecekleri sözünü aldıklarını, bu yüzden görüşmekten vazgeçmiş olabileceklerini söyledi. Bu kişilerle doğrudan temasım olmadı. Aracılarla haberleştik.

Etyen Mahçupyan, Zaman gazetesinde 9 Mart’taki yazısında şöyle diyor: “Söz konusu değerlendirmeye göre, Odatv bu operasyonun merkezinde yer alıyor ve sadece yaptığı yayınlarla değil, yazılmasını ‘teşvik’ ettiği kitaplarla da dezenformasyon ve manipülasyon yapıyor. Hanefi Avcı’nın kitabı bu bağlamda değerlendiriliyor ve en azından bazı bölümlerinin Nedim şener tarafından yazılmış olduğu düşünülüyor. Ahmet şık’ın kitabının ise yine en azından bazı bölümleriyle Sabri Uzun tarafından yazılmış gibi piyasaya sunulacak olan bir başka kitabın malzemesi olduğu tahmin ediliyor. İçerik açısından bakıldığında bu kitapların bazı gerçeklere değinirken, aslında daha geniş bir operasyonun mantığına uygun olarak yönlendirme ve saptırma amaçlı oldukları varsayılmış oluyor.” Bu iddiaya ne diyorsun?

Beni cezaevine getiren sürece ve aktörlerine bakalım. 14 Şubat’ta Odatv baskını oluyor. Genel olarak medyada olumlu bir karşılık buluyor, bunun nedenleri konumuz değil. Ama tam da bu yüzden Ergenekon’la ilişkilendirilmeleri en azından kuşku yaratmıyor. 19 şubat’ta, önce Hürriyet’te, sonra da medyanın geri kalanında çıkan haberlerde Odatv’nin bilgisayarında çıkan dokümanlar sıralanıyor. Üç word belgesi var. Bu bilgi notlarında yer alan isimler Ahmet Şık, Nedim Şener, Hanefi Avcı, Emin Aslan, Sabri Uzun...

Üç Emniyet müdürünün de ortak özelliği, cemaatin en önem verdiği yer olan İDB (İstihbarat Daire Başkanlığı), KOM (Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele) Daire Başkanlığı ve bağlı olarak da TEM (Terörle Mücadele) geçmişleri olması ya da görevlerinden alınana dek o birimlerin sorumluları olmaları. Sadece Avcı pasif görev yeri olan Eskişehir’deydi. Bu üç ismin ortak noktası olan cemaat, denklemin en etkili unsuru aslında. Elimizde başka ne var? “Ulusal Medya 2010” belgesi. Bu arada, ben halen o belgeyi görmedim. Basında yer alanlar kadarıyla bilgi sahibiyim. İçeriğine bakarsanız, AKP ya da cemaat karşıtı olan ve bunu dillendiren herkes ETÖ üyesi olmaktan kendini cezaevinde buldu. Bilgi notlarında benim kitap yazdığım, o konuda Nedim’in beni çalıştırdığına dair ibareler var. Deli saçması şeyler. Peki, bu beş isimle bilgi notlarını ve “Ulusal Medya 2010” belgesini birbirine nasıl bağlayacağız? İşte orada Odatv ortaya çıkıyor. Odatv’nin bilgisayarına bu belgeleri kitabımın aralık ayındaki haliyle birlikte yerleştirince birileri, denklem kurulmuş oluyor.

“İmamın Ordusu” geçici bir isim miydi, kitap bu isimle mi çıkacaktı?

Kitabın adı olarak duyulan “İmamın Ordusu” bir arkadaşımın önerisiydi. Aslında, meseleyi çok iyi özetleyen bir isim olmasına karşın içime sinmiş değil. Çok provokatif ve daha önemlisi, Ergun Poyraz’ın o garip kitaplarının adları gibi. Telefonu mu dinleyenler de şahittir; kitaba bir isim arıyordum. “İmamın Ordusu” nihaî karar değildi. Ama dediğim gibi, soruna odaklanmamız anlamında çok manidar bir isimdi. Elbette ki malûm şahıs imam değil, vaiz; polis de ordu değil.

Ordu kelimesi üç hususu çağrıştırıyor: Bir emir-komuta zinciri... TSK’ya karşı alternatif bir silahlı gücün oluşturulması... Emniyet’teki Gülen örgütlenmesinin nicelik olarak büyüklüğü... “İmamın Ordusu” bunları kapsayan bir isim olduğu için mi seçilmişti?

Evet, ordu kavramının içerdiği emir-komuta zinciri ya da ben buna hiyerarşi diyorum... Evet, nicelik olarak çok büyük bir güç polis içindeki örgütlenme. Aynı zamanda, nitel bir büyüklük de söz konusu. En kilit noktalar cemaatin denetiminde: KOM, İDB, TEM Daire başkanlıkları, Personel dairesi...

Kitabın isminden yola çıkarak Etyen Mahçupyan şu değerlendirmeyi yaptı: “Şık’ın kitabının adı ‘İmamın Ordusu’ imiş. Gülen hareketi ile ilgili kitap yazmaya kalkan, bu hareketin Emniyet içindeki yapısını gerçekten analiz etmek isteyen birinin bu başlığı tercih etmesi pek inandırıcı değil. Bu başlık okuyucuyu tahrik eden, içeriğinin saldırganlığını daha ilk cümleden belli eden nitelikte. Karşımızda bir gazeteciden ziyade, ideolojik bir aktivist olduğunu ima eden bir tercih bu... ”(Zaman, 10 Mart 2011) Burada kurulan neden-sonuç ilişkisine ne diyorsun?

Mahçupyan’ın değerlendirmesini önemsemek yersiz. İçeriğini bilmediği ve dezenformasyona maruz bırakılmış bir kitap ve yazarı hakkında böyle yazılar kaleme almak akıl körlüğüdür.

Taslaktaki notların Ergenekon’un notları olduğu, senin ise savcılık sorgunda notların hepsini sahiplendiğin iddia ediliyor. Bu konuda ne diyorsun?

Savcılıkta bana “bu notlar sana mı ait” diye sorularak sadece iki-üç cümle okundu. Onlar aynen benim notlarımdı. Bana başka not okunmadı. Bana okunmayan bir şeyi sahiplenmemin mümkün olmadığı ortada. Bilgim ve rızam dışında Odatv’ye gönderilen ya da oradaki bilgisayara “konulan” nüshada yer alan notlar savcı ya da hâkim tarafından bana sorulmadı. Bunları şimdi, tutuklanmamdan üç hafta sonra, gazetelerde görüyorum. Savcılıkta bunlar bana sorulsaydı vereceğim cevabı şimdi size veriyorum: O notlar haber kaynaklarımdan birinin, bana aktardığı bilgileri çek etmesi için kendisine verdiğim nüsha üzerine aldığı notlardır. Bir röportajın muhabir tarafından muhatabına kontrol ettirilmesinden hiçbir farkı yoktur. Kitabımın taslağı üzerinden bana metnin ilgili bölümüne işlenerek gönderilen görüş ve önerilere tümüyle kitapta yer vereceğimi nasıl söyleyebilirler? Not olarak gönderilmiş öneriler ve görüşleri zaten kabul etmem, benimsemem mümkün değildi. Ama, tarih yanlışları vb. maddî hataları, hakaret teşkil edebilecek kısımları düzeltecektim. Demin de söyledim, yineleyeceğim: Bu notlardan sadece kitabın dokusuna, yani gazetecilik faaliyetime uygun olanları dikkate aldım, kişisel görüş içeren notları ise kullanmadım. Kitap ortaya çıktığında bu durum kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Kaynaklarımın kimler olduğunu ise basın meslek kurallarına riayet ederek saklayacağım.


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
ODATV'YE SALDIRI
Sayfa başına dön 
10 sayfadaki 10 sayfasıSayfaya git : Önceki  1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10
 Similar topics
-
» PERİNÇEK'E SALDIRI
»  Moskova Havaalanına Saldırı
» AKP'NİN POLİSLERİNDEN MÜSLÜMANLARA SALDIRI
»  Ahmedinejad'a bombalı saldırı!
» YAHUDİ SALDIRI HAZIRLIĞINDA

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
AKINCILAR :: UMUMİ :: Siyaset :: Ve Diğer (Siyaset)-
Buraya geçin: