AKINCILAR AKINCILAR FORUM |
|
| HAÇLILARIN UÇ KOLU AKP | |
|
+5INSAN keyfiyet turbix GÖLGE AZYA 9 posters | |
Yazar | Mesaj |
---|
AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: AKP’ye CIA'sal balans Ptsi Nis. 05, 2010 8:26 pm | |
| Konunun ilk mesajı :
AKP’ye CIA'sal balans 03 Nisan 2010 Cumartesi Necdet PEKMEZCİ’nin Haberi avaztürk
AKP’ye hiç ummadığı yerden ciddi bir uyarı geldi.
ABD, AKP’yi demokrasiyi tehlikeye atmakla itham ederek, uyardı.
Edinilen bilgilere göre Washington, uyarıyı ABD’nin Ankara eski Büyükelçisi Morton Abramowitz aracılığıyla gönderdi.
Abramowitz, 17-22 Mart tarihleri arasında Ankara ve İstanbul’da çeşitli görüşmeler yaptı. Abramowitz , başta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül olmak üzere çok sayıda AKP’li milletvekili ile birebir ve guruplar halinde bir araya geldi.
Morton Abramowitz’in yaptığı görüşmelerde hem Cumhurbaşkanı Gül’ü hem de AKP’li vekilleri uyardığı ortaya çıktı.
İddialara göre, Morton Abramowitz en ciddi çıkışını milletvekilleri ile yaptığı baş başa görüşmelerde yaptı.
Türkiye’de demokrasinin kırılma sınırında dolaştığı uyarısını yapan Abramowitz’in, yaşanan sıkıntıdan AKP’yi sorumlu tuttuğu kaydedildi.
Hükümetin demokrasi ve özgürlükler adına hareket ettiği iddialarının inandırıcı olmadığını ifade eden Abramowitz, başta anayasa değişikliği çalışmaları konusu olmak üzere AKP’ye ciddi uyarılar yönelttiği bildirildi.
Abramowitz, en ciddi uyarıyı ise “demokrasi” konusunda yaptı:
“Demokrasi aslında elitler rejimidir. Siz zannediyorsunuz ki eliti zayıflatırsanız demokrasi güçlenecek. Sadece ayak takımı güçlenir.
Özgürlükler adına ayak takımını güçlendirirseniz orta vadede özgürlüklere en büyük zararı verirsiniz…” | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: HAÇLILARIN UÇ KOLU AKP Salı Ekim 26, 2010 12:28 pm | |
| TAYYİP BEY'İN AÇTIĞI KİLİSELERE CEMAAT NEREDEN BULUNACAK? 26.10.2010 --------------------------------------------------------------------------------
Almanya’nın Der Tagesspiegel gazetesinden Thomas Seibert, Tarsus’tan yazdığı yazıda, Federal Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulff’ün bu kentte “Aziz Pavlus Kilisesi”nde bir ayine katılmasını “Bu, Anadolu’nun, Hıristiyanlığın beşiği olduğuna dair bir hatırlatma” diye yorumladı. Thomas Seibert, “Ankara’daki Mecliste yaptığı konuşmada Wulff’un anahtar cümlesi, ‘Hıristiyanlık, şüphesiz Türkiye’ye aittir’ oldu” dedikten sonra Rahibe Maria’nın, 16 yıldan beri Tarsus’ta yaşadığını ve iki rahibeyle birlikte kiliseyle ilgilendiğini, Tarsus’ta başka Hıristiyan olmadığını, ayine katılanların yüzlerce ve binlerce kilometre uzaktan, İstanbul’dan, Ankara’dan, Adana’dan ve tabii ki Almanya’dan getirildiğini, Havarinin ölümünden bin yıl sonra inşa edilen kilisenin, cemaat eksikliği sebebiyle bugün kültür anıtı ve müze olarak kullanıldığını yazdı. * * *
Hıristiyanlık dininin Anadolu’dan geldiğini anlatan Thomas Seibert şöyle yazdı:
* “Dünyanın en büyük dini olmasına yönelik gelişmelerin hepsinin ilk tetiklendiği yer Tarsus ve tetikleyen de Havari Paul’dü. Kendisi olmasaydı, ne İsa’nın mesajı yayılabilir ne de inancı kök salabilirdi. Bugün Avrupa’da Türkiye’nin Batı kültür çevrelerine dahil olmadığını iddia edenler, kendi köklerini keserler. Bu da Tarsus’tan verilen bir mesajdır.
* Wulff’un ziyaretinin, Tarsus’un Hıristiyanlık sembolü olarak önemini artırması bekleniyor. Türk Hükûmeti, yakında Katolik kilisesinin, kilisenin yeniden kalıcı bir şekilde ayinlere açılması yönündeki talebini karşılayabileceğini ima etti.
* Antalya’daki Alman Rahip Rainer Korten, Tarsus’taki ayinin sadece bir ‘sembolik politika’ olduğunu, tıpkı Almanya’da Müslümanların sahip olduğu gibi Türkiye’deki Hıristiyanlar için, çok açık bir şekilde özgürlük talep edilmesi gerektiğini anlattı.”
Alman gazeteci, daha sonra Türkiye’deki misyonerlerin başına gelenleri, cinayetleri anlattıktan sonra sorumluluğu Türk istihbarat teşkilatına yükledi. * * *
Hannoversche Allgemeine gazetesi ise “Yabancı diyarlarda bir Peygamber: Cumhurbaşkanı Christian Wulff ,Türkiye gezisinde memleketin sevgilisi haline geliyor” diye yazdı.
Gazete, “Müslümanların Almanya’da inançlarını makul ölçülerde icra edebildiklerini, bunun da Almanya’da artan cami sayısından anlaşılabileceğini söyledi. Wulff, ‘Biz de karşılığında Müslüman ülkelerden, Hıristiyanların aynı haklardan faydalanabilmelerini, din adamı yetiştirme ihtiyaçlarını giderebilmelerini ve kilise inşa etme haklarına sahip olmalarını bekliyoruz’ dedi” ifadelerini kullandı. * * *
Hem Almanya Cumhurbaşkanı Wulff, hem de Alman gazetecilerin gözardı ettiği gerçek ise şu:
Evet Almanya’daki Türkler, ibadethane açabiliyor ama adı üzerinde “Almanya’daki Türkler” den bahsediyoruz! Ve onlara yönelik ayırımcılık politikaları da devam ediyor.
Türkiye’de ise İstanbul ve Antakya dışında, kilise açacak kadar bir Hıristiyan topluluğu yok. Alanya, Didim ve Fethiye gibi sahil kentlerine yerleşen Alman ve İngilizler kilise talep edebilir ama Tarsus’taki kilise, dışarıdan gelen üç rahibe için mi ibadete açılacak? Akdamar kilisesi etrafında veya Sümela etrafındaki köy veya kentlerde Hıristiyan yaşamadığı halde, bu tarihi kiliseleri ibadete açma sevdası, Türkiye üzerinde ciddi bir Hıristiyanlık projesi sürdürüldüğünü göstermiyor mu? Yoksa Tayyip Bey’in ibadete açtığı kiliselerin cemaatleri, yerli halktan mı devşirilecek? YeniÇağ
Arslan BULUT
| |
| | | GÖLGE
Mesaj Sayısı : 1231 Reputation : 36 Kayıt tarihi : 16/05/09
| Konu: Geri: HAÇLILARIN UÇ KOLU AKP Çarş. Ekim 27, 2010 10:24 pm | |
|
[size=24][color:eaf0=orange] HÜKÜMET BU “TEMİNATI” HATIRLIYOR MU [/color]
[/size]
AİHM, dün bir Rum’un KKTC’deki mülkiyet davasında Türkiye’yi tam 15 milyon euro tazminat ödemeye mahkum etti. Böylece mahkemenin bir seferde hükmettiği en büyük cezaya çarptırılmış olduk.
Ne oldu, kurduğumuz Tazmin Komisyonu’nun, dolayısıyla KKTC iç hukukunun Batı tarafından tanındığı, Türkiye’nin ağır tazminatlardan kurtulduğu iddialarına?
Efendim, 15 milyon Euro’luk ceza, Tazmin Komisyonunun kurulmasından önceki tarihte açılan bir davaya aitmiş. Geçiniz!.. Önce veya sonra Türkiye’yi toplamda 30 milyar Euro’luk ceza bekliyor… Çünkü bunun yolunu 2003’te, Kıbrıslı Rum Bayan Louizidou’ya 1 milyon Euro’yu aşan tazminatın ödenmesini kabul ederek, kendi elimizle açtık.
Kısaca hatırlatalım; AKP hükümeti, 2003 yılı sonundaki AB zirvesinde Türkiye’ye müzakere tarihi verilir umuduyla, yıllardır tüm hükümetlerin “siyasi” olduğu için elinin tersiyle ittiği AİHM’in Louizidou hakkındaki kararını tanıdı. Önceki hükümetler reddetmişti, çünkü öncelikle sağanak halde dava yağacağını ve altından kalkamayacağımız bir tazminat yüküyle karşılaşacağımızı, dahası kararı kabulün Türkiye’nin, Kıbrıs’ta “işgalci” olduğunun da kabulü anlamına geleceğini, özetle Türkiye’nin siyasi ve hukuki kıskaca alınacağını biliyorlardı. Bir anlamda Kıbrıs’taki “kırmızı çizgi”mizdi.
AKP iktidarının, AB’den müzakere tarihi alma sevdasının ilk kurbanı işte bu kırmızı çizgi oldu. Bayan Louizidou’ya o tazminat ödendi. Arkası da geldi. Sözümona KKTC’nin Tazminat Komisyonu ve iç hukuk yolları tanındı… Oysa fatura hep Türkiye’ye çıkarıldığı gibi, hiçbir Rum AİHM’e gitme hakkından feragat etmedi. Etmez de. İşin sonunda bu kadar yüklü tazminat varken, siz olsanız eder misiniz?
Acaba Cumhurbaşkanı Gül başta olmak üzere, AKP yöneticilerine şu pazarlıkları hatırlatmamızın bir faydası olur mu?
Dönemin Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Walten Schwimmer, “Siz önce Louizidou’ya tazminat ödeyeceğinizi açıklayın, sonra AİHM Kuzey Kıbrıs’ta iç hukuk yolunu tanır” demiş, sizler de Türk Milleti’ne, “Bu emsal olmayacak, sonraki davalar KKTC komisyonlarına yönlendirilecek teminatı aldık” garantisi vermiştiniz.
Ne oldu o teminatlara? Bu kaçıncı aldatılışımız?
Müyesser Yıldız
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: HAÇLILARIN UÇ KOLU AKP Ptsi Kas. 01, 2010 10:02 pm | |
| Referandumunuz Hayırlı Olsun! Heybeliada'ya Göndereceğiniz Çocuğunuz Var mı? Kaan Turhan - Açık İstihbarat Açik Istihbarat'in Resmi E-Posta Grubu AçikIstihbaratTürkiye'ye Üye Olun www.acikistihbarat.com 31.10.2010 Heybeliada Ruhban Okulu, özel vakıf üniversitesi statüsünde yeniden açılacak ve Yunanistan’ın, Avrupa ve Amerika’nın çıkarları gereği, Ekümenikliğinin ilânını bekleyen Fener Rum Patrikhanesi’ne paralel olarak; Ortodoks Kiliseleri’nin eğitim öğretim merkezi olarak tasarlanacaktır. Bu süreçte Türk Devleti’ne düşenler de tek tek yerine getirilmektedir. Vakıflar yasasının ardından, “Yabancı Okullar” konusundaki 30 Ekim 2010 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan Anayasa Mahkemesi Kararı’yla: Heybeliada Ruhban Okulu, Medeni Kanun’a uygun olarak kurulan bir vakfa devredilebilecek ve özel vakıf üniversitesi statüsünde açılabilecektir. 08.02.2007 Tarih ve 5580 Sayılı Özel Eğitim Kurumları Kanununun 5 inci Maddesinin “Yabancı Okullar” başlangıç (b) Fıkrasının Birinci ve Beşinci Bentlerinde yapılan düzenlemeyle: “..yabancı okulların, Bakanlar Kurulunun izniyle yeni arazi edinebilecekleri ve kapasitelerini en fazla beş misline kadar artırabilecekleri ve bu okulların taşınmaz mallarını, kurucularının veya yetkililerinin önerisiyle, Bakanlığa ya da kuruluş amaçları eğitim vermek olan, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’na göre kurulan vakıflara, Bakanlar Kurulunun izniyle” devredilebilecekleri öngörülmüştür. Anayasa Mahkemesi’ne iptal davası açan CHP, gerekçesinde, şöyle demektedir: “Yabancı Okullara, Türk vatandaşlarının edinimine açık olan bölgelerde taşınmaz mal (arazi) mülkiyeti edinmeleri salt bir mülkiyet sorunu gibi değerlendirilemez. Karşılıklı muamele (mütekabiliyet) esası uluslararası ilişkilerde eşitliği sağlayan bir denge aracıdır. İptali istenen kurallar, karşılıklılık aramaksızın yabancı okullara Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının edinimine açık olan bölgelerde taşınmaz mal edinmek hakkını ve bu şekilde edindikleri taşınmazları kuruluş amaçları eğitim vermek olan 4721 sayılı Türk Medenî Kanununa göre kurulan vakıflara devretmek imkanını tanıyarak, bu eşitliği ve dengeyi bozmuş; Anayasanın Başlangıç kısmına aykırı bir durumun ortaya çıkmasına yol açmıştır.” Heybeliada Ruhban Okulu’na karşı mücadele eden Türk Ortodoks Patrikhanesi Basın Sözcüsü Sevgi Erenerol nasılsa Ergenekon’dan tutuklu, Ayasofya Derneği’ni kurarak ulusal mücadeleden ödün vermeyen Ergün Poyraz ve diğer yurtseverler Ergenekon’dan tutuklu… Mücadele edecek insanlar sindirilmiş, baskılanmış, bağımsız yargıya referandumla darbe vurularak HSYK’nın yapısı değiştirilerek Adalet Bakanlığı’na ‘yamanmış’, önlerinde ‘ayakbağı’ olarak görülen ‘engel’ kalmamış… Bundan sonrası Amerikan Hegamonyası şemsiyesi altında AKP diktatoryası… Biraz geriye, 2009 yılının son aylarına giderek birkaç şifreyi verelim. Amerikan basınında “60 Minutes” programına katılan Bartholomeos, programda: “Başbakan'ı ve birçok bakanı ziyaret ettim, sorunlarımızı anlattım, yardım istedim. Ancak laik olmakla övünen Türk hükümetinden hiçbir yardım gelmedi. Buna rağmen ayakta kalmakta kararlıyız. Burası Kudüs’ün devamıdır ve bizim için en az orası kadar kutsaldır. Zaman zaman çarmıha gerilsek de biz burada kalmayı tercih ediyoruz." dedi ve CBS muhabirinin: “Peki siz kendinizi çarmıha gerilmiş gibi hissediyor musunuz?" sorusuna da “Evet" cevabını verdi. CBS televizyonunda yayınlanan röportajda sarfettiği "çarmıha gerildim" sözleriyle gündeme gelen Fener Rum Patriği Bartholomeos, bir süre sonra Milliyet gazetesinden Aslı Aydıntaşbaş'a verdiği röportajla bazı açıklamalarda bulundu. Patrik, "söylediklerim yalan değil, hakikat. Hakikatleri söyledim ama yaranamadık. O cümleye odaklandılar. Çarmıhı mecazi anlamda kullandım. Çile çekiyoruz, sıkıntı çekiyoruz anlamında..." Ardından şöyle söyledi: “39 sene geçti açıldı, açılacak. Hüseyin Çelik, Milli Eğitim Bakanı olarak, 'hukuki engel yok. Bana kalsa yarın açarım' dedi. Nimet Çubukçu, 'hukuki engel yok' dedi. Buna rağmen açılmıyorsa, demek ki bir yere takılıyor. Kimdir bilmiyorum. Herhalde derin devlet istemiyor. Çünkü hükümet istiyor… aslında siyasetçiler arasında bizimle en çok ilgilenen bugünkü başbakandır. Erdoğan, diğer siyasetçilerimizden daha fazla ilgileniyor azınlıklarla. Cesur ve iyi niyetli. Ermenilere, Kürtlere, Alevilere açılımlar yaparak cesur adımlar atıyor. Bunlar Türkiye için yararlı şeyler. Eminiz sıra bize de gelecek" dedikten sonra Erdoğan’la belediye başkanlığı döneminden bu yana yakın ilişki içinde olduğunu şöyle ifade etmişti: "belediye başkanlığı döneminden beri tanışıyoruz. 15 Ağustos'ta (2009) Anadolu Kulübü'nde yemek yedik. Güzel bir atmosferdi. Programda olmamasına karşın eski Rum yetimhanemizi ve Aya Yorgi manastırımızı ziyaret etti. Bizi onurlandırdı, sevindirdi. Güzel sinyaller verdi. Şimdi gerisini bekliyoruz" Fener Rum Patriği Bartholomeos, "Ergenekon"a yönelttiği ruhban okulunun açılmasına engel olunması suçlamasını, AKP hükümetini eleştirirken sarfettiği sadece birkaç cümleyle boşa çıkarmaktaydı: "Okulun açılması için mütekabiliyet isteniyor. Ama biz 3-4 bin Rum, Batı Trakya'daki 130 -150 binle nasıl mukayese olabilir? Mütekabiliyet gayri mantıki ve gayri ahlaki. Gazetelerde Nimet Çubukçu'nun, 'hukuki engel görmüyorum. Ama Yunanistan da Türkiye'nin taleplerini yerine getirsin' dediği yazıldı. Yani Kıbrıs ve Batı Trakya'daki Türkler nedeniyle rehin tutuluyoruz. Ama biz Türk vatandaşıyız. Türk vatandaşı olarak haklarımızı istiyoruz. Lozan bize haklarımızı veriyor.” demişti. Bartholomeos, "Ergenekonun" varolduğuna ve Ergenekonun elinin Türkiye'deki, kendi deyimiyle 3-4 bin Ortodoks Rumun temsilcisi olarak kendisine kadar uzandığına dair inancını savunduğu, "Patrikhane'ye kaç defa bomba atıldı. İBDA-C dediler. Bilmiyorum. Bombalar kesildi ama diğer problemler çıktı. Baksanıza Ergenekon'a... Şimdi de Kafes var. Adam itiraf ediyor ki, beni, Mesrob'u ve İshak Alaton'u öldürecekmiş. Daha ne diyeyim? Bu çarmıha gerilmek değilse nedir?" ifadeleriyle de dikkat çekmişti. Başbakanın sadık kalemşörlerinden Fehmi Koru bu konu üzerine: “öyle anlaşılıyor ki, bütün bunlar, Heybeliada’da 1971 yılından beri kapalı tutulan ruhban okulu henüz açılmadı diye..” buyurmuştu! Ve Patrik’e şu haberi mücdelemekteydi: “Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun masası üzerinde hazır bulduğu sorunlardan birisiydi ruhban okulu; yeni bakan onu ‘ilk ele alınacak işler’ arasına yerleştirmiş, formülünü bulmuş, işleme koymak üzere uygun zamanı bekliyordu. Görüşmemizde bana ‘Yeni yıldan biraz önce veya hemen sonra açılır’ dediğini hatırlıyorum.”<!--[if !supportFootnotes]-->[1]<!--[endif]--> Türk Eğitim Sistemi’nin tüm sorunlarını çözen(!) Milli Eğitim Bakanlığı; Ruhban Okulu konusuna el atmış bulunuyordu. Türkiye’nin Milli Eğitim Bakanları, Türk çocuklarının eğitim öğretim sorunlarını çözdüler, özelleştirme çerçevesinde özel okullara devlet desteği sağladılar, fethullahçıların okullarına sonsuz destek verdiler, Heybeliada Ruhban Okulu’nu da açarlarsa tüm sorunlar ortadan kalkmış ve Türkiye ‘demokratikleşmiş’, ‘refah düzeyi artmış’, ‘bağımsızlaşmış’ olur(!) Spiru Aristokles Athenagoras, 1948 yılında Patrik olarak Türkiye'ye geldiği zaman, İstanbul'daki Erkek Rum Liselerinde o tarihlerde 2.500 civarında öğrenci bulunmasına karşın, Heybeliada Ruhban Okulu'nda ders gören sadece 16 öğrenci vardı. Rum aileler çocuklarını papaz okullarına göndermek istemezlerdi. İçlerinden binde biri bile bu öğrenime ilgi duymaz olmuştu. Athenagoras, İstiklal Savaşı sırasında İstanbul'da bulunarak, "Kuvayı Milliye" aleyhine çalışan Elen Cemiyeti "Mavri Mira"nın aktif üyeliğini yapmış, savaş Türkiye'nin zaferi ile sonuçlanınca Amerika'ya gitmiştir. Kendisi için Ankara Palas'ta tertiplenen bir öğle yemeğinde konuşan Athenagoras: “İstanbul dışında geniş arazi sahibi olmak ve Patrikhaneye exteritoryal haklar (Türk kanunları dışında Papalık gibi) sağlamak gereklidir. Ayrıca, Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun Ortodoks Üniversitesi haline getirilmesi ve İstanbul'un Ortodoks dünyasının merkezi yapılmasını istiyorum”<!--[if !supportFootnotes]-->[2]<!--[endif]--> demişti. “Athenagoras tarafından dillendirilen “Ortodoks Üniversitesi” AKP eliyle kuruluyor. Tanrı onları kutsasın!” Bartholomeos’un böyle dua ettiğini duyuyor musunuz? Haçlı irticanın, İstanbul merkezli dünya egemenliği iyice sağlamlaşıyor. Türk Ulusu, kayıkçı kavgasında başına geçirilen türbanla cebelleşiyor. Türkiye’nin usûlman ‘Müslümanları’, dünya Ortodokslarının papazlarını yetiştirecek eğitim öğretim merkezi ve Patrikhane’nin ‘Ekümenikliği’ için boş durmuyor. Referandumunuz, yeni yargınız, yeni üniversiteniz hayırlı olsun! <!--[if !supportEndnotes]--> -------------------------------------------------------------------------------- <!--[endif]--> <!--[if !supportFootnotes]--> [1]<!--[endif]--> Taha Kıvanç, Patrik Hazretlerine Geçmiş Olsun, Yeni Şafak, 22.12.2009. <!--[if !supportFootnotes]-->[2]<!--[endif]--> Dr. Emruhan YALÇIN, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü ****** Yolu Dergisi, S 41, Mayıs 2008, s. 125-158 http://www.mayflowerhistory.com/Passengers/passengers.php
En son AZYA tarafından Çarş. Kas. 10, 2010 9:49 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: HAÇLILARIN UÇ KOLU AKP Ptsi Kas. 01, 2010 10:17 pm | |
| 'Bir sonraki küresel krizin telafisi olmayacak' -------------------------------------------------------------------------------- Tarih : 01.11.2010 22:28:56 -------------------------------------------------------------------------------- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, dünyanın önündeki en büyük tehlikenin yoksulun daha çok yoksullaştığı, zenginin ise daha çok zenginleştiği sistemin devamı olduğunu söyledi. 21. yüzyılın projeler yüzyılı olduğunu belirten Erdoğan, adalet, hukuk, barış ve medeniyetler ittifakının dünyada yerleştirilemediği sürece tüm projelerin anlamsız olacağını aktardı. Türkiye’nin Balkanlar’dan Kafkasya’ya, Afrika’dan Ortadoğu’ya barışı ve adaleti savunurken dünyanın güçlü ülkelerinin ’acaba kaç tane daha atom bombası yaparım?’ gayretinde olmasının kabul edilemez olduğunu belirten Erdoğan, "Dünya genelinde savunma sanayine yılda 1 trilyon dolar harcanıyorsa insanlık kendini sorgulamaya mecburdur. Aksi taktirde bu yoksulluğun, fakirliğin bedelini er geç o daha zengin olma hırsında olanlar ödeyecektir." dedi. Uluslararası Proje Yönetim Birliği’nin (IPMA) 24. Dünya Kongresi İstanbul Kongre Merkezi’nde gerçekleştirildi. Kongrenin açılışına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, AK Parti İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşcu, IPMA Organizasyon Komitesi Başkanı Miles Shapherd ve çok sayıda yerli yabancı davetli katıldı. Kongre Başbakan Erdoğan’ın gecikmesi sebebiyle yaklaşık 45 dakika geç başladı. Başbakan Erdoğan’ın gelişinden önce Mehter Takımı 40 dakika boyunca konser verdi. Törende konuşan Başbakan Erdoğan, Türkiye’de son yıllarda başlatılan ve devam eden Marmaray, hızlı tren, İstanbul-İzmir Otobanı gibi projeler hakkında bilgi verdi. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de seçmenin artık ideolojik kutuplaşmanın etkisiyle duygusal nedenlerle oy vermediğini belirten Başbakan Erdoğan, "Seçmen artık projeye bakıyor. Projenin uygulanabilirliğine bakıyor. Gerçekten uyguluyorlar mı yoksa rafa koyuyorlar mı. Buna bakıyor. Biz Türkiye için son derece makul uygulanabilir projeler belirledik. Yapabileceklerimizi söyledik, popülist davranmadık. 8 yıl içinde ekonomiden dış politikaya kadar hemen her alanda büyük projeleri hayata geçirdik. 8 yıl önce iktidara yürürken Türkiye’de 15 bin kilometre uzunluğunda bölünmüş yol inşa edeceğimizi vaat etmiştik. Bunu söylediğimizde muhalefet bizimle dalga geçiyordu. Şu anda 13 bin kilometreye ulaşmış durumdayız. Türkiye’yi hızlı trenle tanıştırdık. Ankara - İstanbul arasında hızlı tren projesini başlattık. Ankara - Eskişehir etabını tamamlamış durumdayız. Şimdi Eskişehir - İstanbul arası hızla devam ediyor. 2013’te de inşallah onu da açacağız." şeklinde konuştu. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi faaliyetleri hakkında da bilgi veren Erdoğan, TOKİ uygulamalarının büyük bir sosyal projenin hayata geçirilmesi olduğuna değindi. Her alanda devam eden projelere paralel olarak aktif bir dış politika perspektifi de bulunduğunu aktaran Erdoğan, 21. yüzyılın dünya için projeler yüzyılı olduğunu vurguladı. Yürüyen ve başlayacak tüm projelerle birlikte adalet, hukuk, barış ve medeniyetlerin ittifakı projelerinin de mutlaka dikkate alınması ve bu projeler üzerinde daha fazla emek sarf edilmesi gerektiğini dile getiren Erdoğan şöyle konuştu: "Yoksulun daha çok yoksullaştığı, zenginin daha da zengin hale geldiği bir süreçte, bütün projeler bize göre anlamsızdır. Bütün projeler nihayetinde başarısızdır. Zira bu günün dünyasında en büyük sorun olan gelir dağılımında eşitsizlik, tüm projeleri bir noktada geçersiz ve başarısız kılacak mahiyet arz ediyor. " Küresel kriz dolayısıyla Türkiye’nin bulunduğu her ortamda artık yoksulluğun giderilmesine yönelik projelerin ivedilikle hayata geçirilmesi gereğini vurguladığını anlatan Erdoğan, Batı ya da Kuzey’in hızla kazanıp harcadığı, Güney ya da Doğu’nun her gün umudunu daha da yitirdiği bir dünyada hiç kimsenin gelecek güvencisi olmadığını belirtti. Yaşanan küresel krizin uyarılarını haklı çıkardıklarını belirten Erdoğan, "Bir sonraki küresel krizin telafisi daha zor olacak, belki mümkün olmayacak." uyarısında bulundu. Türkiye’nin Ortadoğu’dan Balkanlara, Kafkasya’dan Afrika’ya kadar her bölgede barış ve adaleti savunduğunu vurgulayan Erdoğan, dünyanın güçlü ülkelerinin daha çok atom bombası yapma gayretinde olduğuna işaret etti. Erdoğan, "Savunma sanayinde, silahlanmada, ’Daha ne kadar yatırım yapabilirim?’ bunun gayreti içerisinde. Eğer dünyada silahlanmaya, savunmaya ayrılan rakam 1 trilyon doların üzerine çıkıyorsa o zaman insanlık kendini check etmeye, sorgulamaya mecburdur. Aksi takdirde bu yoksulluğun, fakirliğin bedelini er geç o zengin olan, daha çok zengin olma hırsı içerisinde olanlar ödeyecektir. Biz Filistin derken, Irak derken, Afganistan derken bunu adalet, barış, insanlık adına söylüyoruz. Dünyayı kucaklayacak bir barış ve adalet projesinin acilen uygulamaya konulmasını, tüm devletlerin de bu projeye katkı vermesini istiyoruz." şeklinde konuştu. Erdoğan İspanya ile birlikte Birleşmiş Milletler çatısı altında başlatılan Medeniyetler İttifakı girişiminin de bu kaygılardan yola çıkarak başlatılan büyük bir sosyal proje olduğunu anlattı. Erdoğan, halkının büyük bir çoğunluğunun Müslüman bir ülke olarak Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üye olma çabalarının da barış ve adalet arayışlarının bir neticesi olduğunu anlattı. Türkiye’nin haksızlığa, hukuksuzluğa, korsanlığa karşı dik duruşundan rahatsız olan bazı çevrelerin Türkiye’nin sesini kısmaya çalışan kampanyalar ürettiğini dile getiren Erdoğan, "Ama insanlığın hala Pakistan’ı hala seyrettiğini görmek bizim de içimizdeki kan damlacıklarının ne yazık ki havuz haline geldiğini ortaya koyuyor." dedi. kaynak: http://haber.gazetevatan.com/bir-sonraki-kuresel-krizin-telafisi-olmayacak/337908/9/Siyaset | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: HAÇLILARIN UÇ KOLU AKP Perş. Kas. 04, 2010 1:29 pm | |
| giliz Devleti Kim İçin Devrede?-Açık İstihbarat Özel Tür: İstihbarat Admin tarafından gönderildi: 03.11.2010 günü, 01:51:59 Paylaş133
--------------------------------------------------------------------------------
Tayyip Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı konusundaki heveskârlığını açıkça belli ettiği sırada, birileri Abdullah Gül'ün "BM Genel Sekreterliğine getirileceği" söylentisini ortaya attı.
Vadedilen makam ne kadar prestijli olursa olsun, bu "görev dağılımı" belli ki ne Abdullah Gül'ün, ne de kendisini Exeter Üniversitesi'nde yetiştirip şövalye nişanı takmış olan İngiltere'nin hoşuna gitmedi
--------------------------------------------------------------------------------
İngiliz devletinin Abdullah Gül'e yönelik özel teveccühü bilinir.
Kraliçe II Elizabeth, kendisini 2 yıl önce İstanbul Boğazı'nda demirlettiği İngiliz donanmasına ait HMB İllustrious savaş gemisinde "huzura" çağırmış, Abdullah Gül de "Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı" sıfatı ile bu davete anında icabet etmişti. (Gül, Kraliçe'yi Esenboğa Havalanı'nda karşılamak için de telaşlı hazırlıklar yaptı ama "majestelerinin" böyle bir tören istemediğini bildirmesi üzerine karşılamadan vazgeçmek zorunda kaldı..)
İngiliz savaş gemisinin (hem de içinde Kraliçe varken!) İstanbul Boğazı'na demirlemesinin ve ülkenin cumhurbaşkanının huzura çağrılmasının sembolik olarak ne anlama geldiğini İstanbul'un işgalini yaşayan ve tarih okuyan nesiller bilir.
Abdullah Gül, egemen bir ülkenin Cumhurbaşkanı olarak bu davetin sembolik değerini önemsemedi ve eşini yanına alarak Kraliçe Elizabeth'in huzuruna çıktı...
"Majestelerinin" mesajı bununla da kalmadı.
İngiltere’ye önemli hizmetler yapmış, "adanmış kişilere" takılan "Knight Grand Cross of the Order of the Bath" nişanını Gül'ün yakasına kendi elleriyle taktı ki bu nişan, üç kraliyet tacı ve "Üzerinde güneş batmayan İmparatorluk" ifadesini hatırlatan güneş sembollerinden oluşmaktadır.
Nişan takma töreninde yapılan konuşmalarda Abdullah Gül, Kraliçe için "Majesteleri", eşi Prens Philip için de "Altesleri" ifadesini kullandı.
Ve boynunda İngiliz devletinin en önemli madalyasıyla konuşma yapan Gül, ******'tan alıntılar yapmaktan da geri durmadı.
Oysa, bu ülkeye bağımsız idealini kazandırmış olan Mustafa Kemal, ne İstanbul Boğazı'na savaş gemisi demirleyip kendisini ayağına çağıran Kraliçe'nin huzuruna çıkar, ne de İngiltere'ye yararlılığı bulunanlara takılan nişanı yakasına iliştirmelerine izin verirdi...
İşte bu İngiliz devleti, bu Abdullah Gül'ü bugünlerde yine onore etmeye çalışmakla meşgûl.
Abdullah Gül, 9 Kasım'da Londra'da, "ülkenin önde gelen düşünce kuruluşu" olarak lanse edilen "Chatham House"un verdiği ödülü alacak.
Diğetr adı da "Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü" olan Chatham House, 2005 yılından bu yana her yıl, uluslararası ilişkilere katkılarından dolayı bir siyasi lidere ya da sivil toplum liderine ödül veriyor. Tabii bu "katkıların" İngiliz devletinin çıkarları ile uyumlu olması gerekiyor.
Ve tabii bu kuruluş, 1926 yılında İngiltere Kraliyetinin imtiyazını almasına ve isminin başına "kraliyet" kelimesini eklemesine rağmen, "hiçbir resmi kuruluşa bağlı olmadığını, sadece ifade özgürlüğü ve araştırmaya önem verdiğini" savunuyor.
Chatham House ödülünün "ilk kez Türkiye'den bir yetkiliye verildiğine" dikkat çekilirken, Gül'ün bu ödüle "Irak'ta farklı grup ve kesimleri bir araya getirmek, Pakistan-Afganistan ilişkileri, Ortadoğu barış süreci, Afrika ile kurulan ilişkiler ve Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleştirilmesi gibi konulardaki katkı ve çabalarından dolayı" layık görüldüğü ifade ediliyor.
Türk kamuoyunun kafasında Abdullah Gül'ün yukarıda sayılan konulara ne gibi katkılarının olduğuna ilişkin fazla bilgi yok, ama şu var:
2012 yılında yapılması gereken Cumhurbaşkanlığı seçimi için Tayyip Erdoğan niyetini açıkça ortaya koymuşken, Abdullah Gül bu konuda nasıl bir tavır içinde olacağına ilişkin henüz renk vermedi.
Ancak, gerek görev süresinin tartışmalı hale gelmesinden, gerekse "Başkanlık sistemi" tartılmalarından son derece rahatsız olduğunu değişik vesilelerle bildirdi.
Tayyip Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı konusundaki heveskârlığını açıkça belli ettiği sırada, birileri Abdullah Gül'ün "BM Genel Sekreterliğine getirileceği" söylentisini ortaya attı.
Vadedilen makam ne kadar prestijli olursa olsun, bu "görev dağılımı" belli ki ne Abdullah Gül'ün, ne de kendisini Exeter Üniversitesi'nde yetiştirip şövalye nişanı takmış olan İngiltere'nin hoşuna gitmedi. Böyle bir görev önermesi ile Gül'e "Cumhurbaşkanlığı'ndan uzak dur" mesajı veriliyordu çünkü...
İşte Chatham House bu gelişmeden sonra devreye girdi ve "Irak, Kıbrıs, Ermenistan" gibi zorlama gerekçelerle (ki mutlaka Türk Milleti'nin bilmediği katkıları da olmuştur) Abdullah Gül'e ödül verilmesi kararlaştırıldı.
Gül ödülünü, 9 Kasımda Londra'da düzenlenecek törenle, daha önce yakasına şövalye nişanı iliştirmiş olan İngiltere Kraliçesi 2. Elizabeth'in elinden alacak...
Londra'da yaşanan bu gelişmeler, kuşkusuz Tayyip Erdoğan-Cemaat-Washington cephesinden de dikkatle izlendi. Cumhurbaşkanı'nın görev süresi ve başkanlık sistemi konusunda bizzat Tayyip Erdoğan tarafından başlatılan tartışma alelacele kapatıldı. (Kriz donduruldu).
Olası bir Gül-Erdoğan savaşında tercihini kimden yana kullanacağı konusunda son derece politik davranan cemaat ise Washington'un nabzını tutmakla meşgûl...Gönüllerin Abdullah Gül'den yana olduğu, ancak Tayyip Erdoğan'ın da şu aşamada karşıya alınmak istenmediği biliniyor.
Tam bu noktada dün, (2 Kasım 2010) Zaman gazetesinden Abdülhamit Bilici, "Obama Erdoğan'a Küstü mü?"başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Washington'da Tayyip Erdoğan'a karşı bir hoşnutsuzluğun yükselmeye başladığına dikkat çeken Bilici, "İlk ikili ziyaretine Türkiye'den başlayarak önemli bir jest yapan Obama'nın hayal kırıklığı yaşadığını, hatta Başbakan Erdoğan'a kızgın olduğunu söyleyenler olduğu gibi, bugünlerde Washington'daki favori ismin Cumhurbaşkanı Gül olduğunu dillendirenler de var" diye yazdı.
Bu iddiaların gerçekliğini, Obama'nın kabinesini kurmak gibi en kritik işini emanet ettiği isim olan Center for American Progress adlı düşünce kuruluşunun Başkanı John Podesta'ya sorduğunu belirten yazar, şu "nabzı" aktardı:
"İlişkilerin iyi noktada olmadığını diplomatik üslupla ifade eden Podesta'nın üzerinde durduğu mühim noktalardan biri, iletişim sorunuydu.
'Hükümetin meydan okunamaz hale gelmesi olumlu mu? 12 Eylül referandumu, demokrasinin derinleştiği anlamına mı geliyor?' sözleriyle AK Parti'nin referandum galibiyetine dair bazı soru işaretleri olduğu anlaşılan Podesta, Erdoğan-Obama arasındaki ilişkiye dair aşırı olumsuz yorumlara katılmıyordu: 'Türkiye, BM'de hayır oyu kullanınca, Obama'nın yakın çevresinden Erdoğan'a çok sert tepki vermesi gerektiğini söyleyenler oldu. Ama Obama, bu istekleri göz ardı ederek, Türkiye ve Erdoğan'la ilişkilere hâlâ değer verdiğini gösterdi'."
Görüldüğü gibi Erdoğan'ın sadakati "sorgulanırken", Gül'ün "sadakati" ödüllendiriliyor...
Şu da bir başka gerçek:
Washington ve Londra, 2012'de yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri ile sizlerden ve bizlerden daha yakın ilgileniyor...
Bir soru da şu:
Abdullah Gül'e yakınlığı ile bilinen Ankara Emniyet Müdürü'nün bir süre önce tutuklanmasının ve yine Gül'ün Exeter Üniversitesi'nden "ekol arkadaşı" olan Nevzat Yalçıntaş'ın oğlu Murat Yalçıntaş'ın bir rüşvet olayı iddiasıyla tutuklanmasının...
Gül'ün uzun Ergenekon tutukluluklarına itiraz etmeye başlamasının...
Washington ve Londra merkezli bu süreçlerle ve de Cumhurbaşkanlığı seçimine yönelik güç savaşlarıyla ilişkisi var mı?
Paylaş133
Kaynak: Açık İstihbarat
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: HAÇLILARIN UÇ KOLU AKP Ptsi Kas. 08, 2010 10:21 pm | |
| GÜL’E KRALİYET ÖDÜLÜ NEDEN 9 KASIM’DA VERİLİYOR? 08.11.2010 --------------------------------------------------------------------------------
İngiliz Kraliyeti’nin Uluslararası İlişkiler Enstitüsü olarak bilinen Chatham House’un 90 yıllık bir geçmişi var. Ancak son 5 yıldır “yılın devlet adamı”nı seçip, ona “kristal cam ödülü” verme gibi bir gelenek başlattı. Mart ayında yapılan seçimlerde 2010 ödülüne Cumhurbaşkanı Gül layık görüldü. Ödülünü 9 Kasım Salı günü Kraliçe Elizabeth’in elinden alacak olan Gül’e “patron”, yani Kraliçe’nin imzaladığı bir belge de verilecek. Bu Chatham House’un ne olduğunu daha önce anlatmıştık. İlgili haberimiz için TIKLAYINIZ Bir-iki ilave yapalım. Resmen 1920 yılında kuruldu. İlk yöneticileri de Paris Barış Konferansı, açıkçası Sevr’i hazırlayan ekipten şu iki isimdi; İngiliz Propaganda Bakanlığı’dan Robert Cecil ve siyasi-istihbarat bölümünden Orta Doğu uzmanı, halen Ermeni soykırım iftiralarına dayanak yapılan Mavi Kitap’ın editörü Arnold J. Toynbee… Paris Barış Konferansı’nın başlangıcı için seçilen tarih başlı başına dikkat çekicidir. O tarih, Alman İmparatorluğu’nun kuruluş yıldönümü olan 18 Ocak 1918’dir. Cecil ve Toynbee’nin katkılarıyla hazırlanan Paris Barış Konferansı’nda ülkemizi ilgilendiren bölüm, Urfa, Antep ve Maraş’ın Fransızlara verilmesi, manda ve himayenin kabul edilmesi, Batı Anadolu’nun Yunan işgaline bırakılmasıdır. Chatham House’dan 1 yıl sonra ABD’de de CFR-Dış İlişkiler Konseyi kurulur. CFR için, “Chatham House’ın kızkardeşi” denir. (Yeniçağ Gazetesi’nden Arslan Bulut’a göre, AKP’nin programı CFR’dan gönderilen memoranduma göre yazıldı. Bulut’un yıllardır neredeyse haftada bir ısrarla gündeme getirdiği bu iddiasını yalanlayan olmadı) KİMLER, NİÇİN ÖDÜLLENDİRİLDİ Medyamız Gül’ün alacağı ödülün tarih ve programını duyururken, nedense sadece geçen yılın ödüllendirilen isminden, Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva’dan söz etti. Biz Chatham House’un “yılın devlet adamı” seçtiği isimlerin hepsini kısaca anlatılım da daha sağlıklı bilgi ve fikir sahibi olalım. İngiliz Kraliyeti, ilk kez 2005’de Ukrayna Devlet Başkanı Yuşçenko’yu “yılın devlet adamı” seçti. Sebebi, Ukrayna’nın barışçıl bir süreçle dönüşümüne, daha açıkçası “turuncu devrim”e yaptığı katkıydı. Yuşçenko ödülünü Kraliçe Elizabeth’in elinden aldı. 2006’da ödüllendirilen isim 1986-2005 yılları arasında tam 19 yıl Mozambik Devlet Başkanlığı yapan Chissano’ydu. Portekiz yönetimine karşı verilen savaş ve bu ülkede gerçekleyen “karanfil devrimi”yle beraber Mozambik’in bağımsızlığını kazanmasını sağlayan Frelimo adlı örgütün kurucusu Chissano, “Afrika’nın en barışçıl ve demokratik devletlerinden birini kurup, serbest ekonomiye geçtiği” için Chatham House ödülüne layık görüldü. Ama Chissano’nun ödülünü Kraliçe değil, Prenses Ann verdi. Chatam House ödülü 2007’de ilk kez bir kadına, üstelik devlet başkanlığı yapmayan bir isme verildi. Bu isim Katar Emiri’nin eşi Sheikha Mozah’tı. Eğitim ve sosyal refah için yaptığı çalışmalar, İslam ve Batı arasındaki ilişkilere katkısı, ulusal ve uluslararası projelere sağladığı desteklerden dolayı ödüllendirilen Mozah’a da “Kristal Cam”ı York Dükü takdim etti. 2008’in “devlet adamı” olarak Gana Devlet Başkanı Kufuor belirlendi. İngiliz istihbaratına yakınlığı ile bilinen Exeter Koleji’nden mezun Kufuor, şu özelliklerinden dolayı seçilmişti: “Gana’da ilk barışçıl iktidarı kurması… Liberal, demokratik bir dönüşümü sağlaması… Ekonomik diplomasiye ve komşularla barışçıl ilişkilere ağırlık vermesi… İnsan kaynaklarının gelişimi ve iyi yönetim, Gana’yı Afrika’nın sesi ve demokrasi ışığı yapma gibi üç ayaklı bir politika izlemesi… Sözüne güvenilir bir arabulucu ve barış elçisi olması…” Tüm bu özelliklerine rağmen Kufuor da ödülünü ne yazık ki Kraliçe değil, Edinburg Dükü’nden aldı.
2009’un “lideri” seçilen Brezilya Devlet Başkanı Lula De Silva’nın ödüllendirilmesinin sebebi ise “Latin Amerika’nın istikrarı ve entegrasyonunda anahtar rol oynaması” bir de “BM’nin Haiti’deki misyonuna” yaptığı katkılardı. Ödülünü ise Kent Dükü verdi.
Yuşçenko’dan sonra bizzat Kraliçe Elizabeth’ten ödül alacak ikinci isim olan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün neden “yılın devlet adamı” seçildiğine gelince; -Türkiye’nin Orta Doğu ile geleneksel bağlarını derinleştirmesi, -Irak’taki grupları uzlaştırma çalışmaları, -Afgan ve Pakistanlı liderleri biraraya getirmesi, -Bölünmüş Kıbrıs’ın yeniden birleştirilmesi çalışmalarında etkili liderlik yapması, -Ermeni muhataplarıyla biraraya gelip, Türk-Ermeni ilişkilerinde barışçıl bir süreci başlatması, -Türkiye’nin AB’ye demirlenmesini tereddütsüz savunması, -Onun liderliğinde Türkiye’nin sivil-demokratik yönetiminin güçlendirilmesi, devam ettirilen siyasi ve yasal reformlarla ülkenin demokrasi ve insan haklarında Avrupa standartlarına yaklaştırılması gibi uzun bir liste var. Ayrıca Chatham House Başkanı Dr. DeAnne Julius, “Kazandı çünkü ulusal, bölgeler ve uluslararası lider kalitesinde” diyor. Direktör Dr. Robin Niblett de, Chatham House üyelerinin uluslararası ilişkilerle derinden ilgilendiğini vurgulayıp, “Hem Türkiye, hem uluslararası arenadaki çabalarından” dolayı Gül’e oy verdiklerini söylüyor. SEMBOLLER ÜLKESİ İNGİLTERE Chatham House ödülünün sponsorlarının, “İngiliz ve ABD petrol şirketleri, BAT (British-American Tobacco) ve bazı finans kuruluşları” olduğuna da vurguladıktan sonra bir başka noktaya geçelim. Chatham House ödülleri genellikle Ekim ayı içinde veriliyordu. Nitekim Mart’ta 2010 ödülünün Cumhurbaşkanı Gül’e verildiği açıklandığında, törenin büyük ihtimalle Ekim’de yapılacağı beklentisi vardı. Bu beklentinin sebebi önceki yılların tören tarihleriydi. Mesela ödülü Yuşçenko’ya 17 Ekim 2005’te, Chissano’ya 16 Ekim 2006’da, Mozah’a 15 Ekim 2007’de, Kufuor’a 27 Ekim 2008’de verilmişti. Sadece Lula De Silva’nın ödülü Kasım’a sarkmış, o da 5 Kasım 2009’da olmuştu. Cumhurbaşkanı Gül’ün ödülü için ise 9 Kasım seçildi. Bu seçimin özel bir sebebi var mı yok mu bilemeyiz, ama şunu biliyoruz; İngilizler, diplomaside sembolleri en iyi kullanan ülkedir… Her adımında, duruşunda mutlaka bir mesaj vardır…
Buradan hareketle 9 Kasım’ı mercek altına alalım. Ne tesadüf; Sevr’in çağdaş versiyonlarını, “demokrasi, hak ve özgürlükler” kılıfıyla önümüze koyan AB’nin 2010 İlerleme Raporu da o gün açıklanacak!.. Bakalım hangi yeni dayatmalar, pardon “reformlar” gelecek?!.. Ancak bu günün, neredeyse Chatham House’la yaşıt tarihi bir önemi daha var. 9 Kasım 1918, İngilizlerin Çanakkale Boğazı’nı işgali ve dahi İskenderun’la, Antakya’ya asker çıkardığı gündür!.. OdaTv
Müyesser YILDIZ
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: HAÇLILARIN UÇ KOLU AKP Salı Kas. 09, 2010 10:12 am | |
| Alevi rektör de atadım diyen Exeter’li Abdullah Gül Sabahattin ÖNKİBAR sonkibar@gmail.comYENİÇAĞ - 09 Kasım 2010 Türkiye Cumhuriyeti Devleti ırk ya da mezhepler koalisyonu değildir. Hal bu iken Anayasa’ya göre devletin başı olan Gül; “Alevi rektör de atadım” gibi dehşet bir ifade kullanıyor! Yahu Alevi dediğin, senin vatandaşın değil mi? Bir Cumhurbaşkanı halkını bu şekilde nasıl tasnif eder? Başbakan çıkıyor, durup dururken “Bu ülkede 36 ayrı etnik grup var” vurgusunu yapıyor, Cumhurbaşkanı da bu vurguya mezhep boyutunu ilave ediyor! Devlette, milleti öncelikle birleştirmesi gereken ilk iki ismin söylediklerine bakar mısınız? Nedir bu tesadüf mü yoksa başka bir şey mi? Peki Abdullah Gül o sözleri nerede ediyor? Londra yolunda! Oraya niye gidiyor? Kraliçenin elinden ödül almaya! Ödülü veren kim? Mavi Kitabı yayınlayan kurum! Mavi Kitap ne? Birinci Dünya Savaşı esnasında İngiliz Propaganda Bakanlığı tarafından Türkiye aleyhine bastırılıp dağıtılan kitap! Kitabın içeriğinde ne var? Türklerin, Ermenilere soykırım uyguladığı ilk kez bu kitapla gündeme getirilmişti! Kitabı yayınlayanlar aynı zamanda Exeter Üniversitesi’ne bağlı! Exeter Üniversitesi’nin özelliği ne? İngiliz İstihbaratının güdümünde olması! Başka? Buradan mezun olan yabancı öğrencilerin kendi ülkelerinde desteklenmeleri! Başka? İngiltere’de bünyesinde Kürt Araştırmalar Enstitüsü olan tek Üniversite! Türkiye’de bu üniversitede eğitim gören ya da master yapan var mı? Var! Bunların en önemlisi kim? Abdullah Gül! Burada bir parantez açıp; Cumhurbaşkanımızla alakalı olarak olumsuz anlamda zerre bir imada bulunmadığımızı özellikle belirtelim ve yaptığımızın sadece bilgi aktarımı olduğunu belirtelim! Bir başka husus, Abdullah Gül’e ödülü layık gören ’Chatham House’un İsrail’in kurulmasına ve Sevr’in hazırlanmasına öncülük eden yapının devamı olmasıdır! Kraliçe ve İngiliz istihbaratı destekli olan bu kuruluşun ödülü 9 Kasım’da vermesi de altı çizilmesi gereken bir diğer ayrıntıdır! Bu tarihin anlamını mı sordunuz? 9 Kasım tarihi, İngilizlerin Çanakkale ve İskenderun’a asker çıkardığı gündür! Daha önce de yazdık Abdullah Gül’e ödül verilmesinin sebebi, Kıbrıs’ta bütünleşmeye katkı (Bize göre peşkeş), Ermenistan açılımına destek (Bize göre boyun eğme) ve Irak’daki çabaları (Barzani’yi kucaklaması) imiş! Bu bilgileri sunduktan sonra soralım; Sevgili okurlar siz Cumhurbaşkanı olsaydınız böyle bir tarihte, böyle bir kurum tarafından verilecek ödül için Londra’ya güle-oynaya koşar adım gider miydiniz? Sakın, Cumhurbaşkanı Gül, kendine ödül verecek kurumun kimliğini bilmiyordu demeyin, biliyor... Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri’nin bu konuda aylar önce akademisyenler tarafından uyarıldığının şahidiyim! Ve bu yüz kızartıcı tabloya yandaş medyadan tık yok iyi mi? | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: HAÇLILARIN UÇ KOLU AKP Çarş. Kas. 10, 2010 9:44 pm | |
| Türkler Yabancı Devlet Nişanı Taşıyamaz
Nevval Kavcar
Türk Devlet geleneğinde, başka devletlerin verdiği nişanlar kabul etmek yoktur. Devletler nişan adı verilen ödülü, kendi devletlerine yapılan hizmetler karşılığı, genelde kendi vatandaşlarına verir.
2933 Sayılı Madalya ve Nişanlar kanununda, bakın ne diyor?
“Devlet Şeref Madalyası;….Türkiye Cumhuriyetinin bekası, ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğü, toplumun huzuru, birlik ve beraberliği için yurt içinde veya yurt dışında üstün feragat, fedakarlık, başarı ve yararlık gösteren Türk ve yabancı uyruklu kişilere verilir.” (2. Madde, a bendi)
Niçin verilirmiş? “Türkiye Cumhuriyetinin bekası, ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğü, toplumun huzuru” için. Türkiye’ye hizmet edenlere verilir-miş.
Clinton başta olmak üzere Türkiye’ye hangi yararlı hizmette bulunmuşlar ve Türkiye’yi dışarıda tanıtmak için hangi icraatları yapmışlar ki, sebil gibi o madalyalar dağıtılır oldu?
1934 yılında ****** Cumhurbaşkanı iken bakın o yasa nasılmış?
“Türkler yabancı Devlet nişanları da taşıyamazlar.” (26.11.1934 tarih ve 2590 sayılı yasa - Madde 2)
Yukarıdaki madde herkes için geçerli idi. Askerinden siyasetçisine, sıradan vatandaşına. Şimdi ne oldu? Yabancı devletin taktığı nişanları göğüslerinde, gururla taşıyan devlet adamlarımız var. Yabancı devletlerce verilen madalya, nişan ve rozetler, genel müdürlükçe tescili yapıldıktan sonra rahatça kullanılabilir.
Türk devlet geleneğinde, başka devlete ait nişanlar asla takılmaz, gurur kırıcı bulunurdu. Osmanlı padişahları nişan verir, fakat kendileri kabul etmezdi. Neden acaba?
1934 yılında çıkarılan yasa, ne zaman değişti? Başka devletlerin nişanını takma, nasıl oldu da övünç durumuna dönüştü? Türkiye’nin düze çıkması, bu sorunun cevabı ile mümkün olacak.
Her devlet benzer nişanı, kendi devletlerine hizmet edenlere veriyor. Türk yasasından farklı değil onlarınki de.
Başka devletlerin nişanını gururla göğsüne takmayan, devlet adamlarını tekrar görmek umuduyla. Bu duygularla; vefatının 72. yılında, ulu önder Mustafa Kemal ******’ü rahmet ve minnetle anıyorum.
***
FÜZE KALKANI, SÜS İÇİN Mİ TÜRKİYE’YE YERLEŞTİRİLECEK?
Arslan Bulut – 9 Kasım 2010 – Yeniçağ
“Erdogan ist ein Kassierer des Zionismus”
Başlıkta okuduğunuz bu Almanca cümle, Die Welt gazetesinde yayınlanan bir söyleşinin başlığı! Başlıkta, “Erdoğan Siyonizmin veznedarı oldu” diyor.
Peki bu sözü Die Welt gazetesine kim söylüyor? Erdoğan’ın hocası Erbakan! Erbakan, AKP iktidarı için “Onları bazı dış güçler buraya getirdi. Şu andaki dünya düzeninin sahibi ırkçı, Siyonist emperyalizmin güçleridir. Bizimkiler, Batılı, Siyonist dünya düzenine bilmeden destek oluyor. Yaptıklarının çoğu yanlış. Vergiler ve borçlarla Siyonistlere para kazandırıyorlar. Erdoğan Siyonizmin veznedarı oldu. O benim öğrencimdi. Ama şimdi amacımız onu devirmek” dedi. Erbakan, sözlerine delil olarak da dış borçları gösterdi:“1923’te kurulan Türkiye, o tarihten 2002’ye kadar dışarıya 82 milyar dolar dış borç yaptı. Erdoğan ise sekiz yılda bu borcu 580 milyar dolara çıkardı.”
*
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ise “NATO savunma amaçlı bir organ. İran veya herhangi bir ülke hedef alınmayacak. Bunu kesinlikle kabullenmeyiz” diyerek, füze kalkanını Türk kamuoyuna kabul ettirmeye çalışıyor. Peki füze kalkanı, süs için mi Türkiye’ye yerleştirilecek?
Bir defa, İran’ı bir tarafa bırakın; füze kalkanı ile Türk hava sahasının tamamı manyetik kontrol içine alınacak! Manyetik silahların geliştirildiği günümüzde, böyle bir sistemi Türkiye’ye kabul etmek, ABD’ye savaşmadan teslim olmak demektir.
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: HAÇLILARIN UÇ KOLU AKP Çarş. Kas. 10, 2010 9:48 pm | |
| Gül'ün Ödül Aldığı Chatham House "Derin Dünya Devleti"'nin Neresinde? Atilla Akar - İnfial Açik Istihbarat'in Resmi E-Posta Grubu AçikIstihbaratTürkiye'ye Üye Olun www.acikistihbarat.com 09.11.2010 Sizi bilmem ama bana göre dünyadaki en “sofistike” derin devlet örneği İngiltere’dedir. Bunun ana nedeni ise arkasındaki “sınıfsal yapı” ile ilgilidir. Çünkü “aristokrat” karakterlidir. Aristokrasi ise tarihin kaydettiği en seçkin ve rafine sınıftır. Yüzyıllara dayalı bir yönetme birikimi ve pratiğine dayalıdır. (Pek bilinmez ama Amerikalıların OSS’sini CİA’ya çevirende İngilizlerdir.) Aynı şekilde siz gene Amerikalıların “Kırmızı Urbalı”larla bağımsızlık savaşı yaptıklarına falan bakmayın. Bunlar Kaptan Swing ve Çelik Bilek çizgi romanlarındadır. Gerçekte Amerikan devleti denen şey İngilizlerin Anglo-Sakson geleneğinin bir uzantısı ve projesidir. Amerikan yönetim elitleri bile İngiltere’den “ihraç”tır…. Bunu anlamak için 1620 yılında İngiltere’nin Southampton limanından Amerika’ya göçmen taşıyan “Mayflower” isimli geminin yolcu listesi bile yeterlidir. Kolonileşme döneminde yola çıkan bu gemi adeta bir tür “kuluçkalık” gibidir. Bu gemidekilerin atalarından –Bush’lar dahil- tam 17 ABD başkanı çıkmıştır. Üstelik bu 17 aile bir şekilde birbiriyle akrabadır. O halde burada bir “tesadüf”ten ötede bir “misyon” aramak gerekecektir. Niçin Amerika’ya göçmüş on binlerce aile çiftçi olup kalır iken, bu gemideki 17 aile Amerika’nın geleceğinde söz sahibi kuşaklar yetiştirmiş olsun? Her dönem geçerli olan İngiliz-Amerikan ittifakının temelinde bu aileler ve onların “gizli misyon”ları mı vardı? O halde “MayFlower” gemisi ilerideki “başkan tohumları” taşıyan bir tür “koza” mıydı acaba? Bu İngiltere’nin bir “geleceğe yatırım”ı mıydı? (Aynı İngiltere’nin bizde de “geleceğe yatırım” olarak değerlendirdiği kimseler var mıdır?) Tabi bizim “derinler” üç günlük bile plan yapamadıklarına göre bunu anlayamayız. (Listeyi isim isim sayardım ve bu ilginç öyküyü anlatırdım ama yazı uzayacak.) (Açık İstihbarat : Mayflower gemisindeki tam yolcu listesini ve biyografilerini görmek için tıklayın http://www.mayflowerhistory.com/Passengers/passengers.php)En tepede “kraliyet ailesi”nin bulunduğu bir “aristokratik havuz” söz konusudur. Asıl işler devlet dairelerinde değil, devasa şatolarda, malikanelerde bitirilir. Bu anlamda kraliyet ailesi sadece “sembolik” olarak var değildir. MI6’nın kökenine gelince onun asıl kuruluş adı bile “Her Majesty Secret Service”tir. (Yani “Majestelerinin / Kraliçe’nin Gizli Servisi”.) İngiliz soyluları, Lordları ve sonradan “Lord” ünvanı almış banker Rothchild gibi büyük finans temsilcilerinin ekseninde büyümüştür. Ayrıca yapı içinde masonların da etkisi büyüktür. Çünkü dünyadaki en büyük ve en etkin mason locaları İngiltere’dedir. Büyük emperyal planları hep İngilizler yapmıştır. Bizimde başımıza bela olan “Arabistanlı Lawrence” örneği bile bu işleri ne kadar ciddiye aldıklarının bir örneğidir. Bugün BOP diye bilinen proje bile özünde 1900’lerin başındaki İngiliz derin devletinin bir projesidir. Aynı nedenle siz İngiltere’nin gerilemiş emperyal güç oluşuna bakmayın. Bugün dünyadaki ve özellikle de Ortadoğu’daki birçok durumda İngiltere’nin derin etkilerini halen bulabilirsiniz. Bu geleneksel aristokratik “derin akıl” sayesindedir. Konum kaybetmekle etki kaybetmek farklı şeylerdir. Osmanlı’nın mirası üzerinde yükselen Türkiye Cumhuriyeti’de bunu yapabilirdi ama nedense yapamamış görünüyor. O yüzden kendi “Chatham Hause” gibi bir kuruluşumuz yoktur, o yüzden ayaklarına kadar gidip onlardan “ödül” alırız ve o yüzden bize de içi boş “Yeni Osmanlıcılık” hayalleri kalır! Neyse efendim, bu kadar “tarihsel arka plan” yeter. Gelelim sadede; CHATHAM HOUSE “DERİN DÜNYA DEVLETİ”NİN STRATEJİK-ENTELEKTÜEL MOTORUDUR! Bu anlamda İngiliz derin devleti bir aristokratik kolaj gibidir. Merkezinde, çekirdeğinde Kraliyet ailesi, Lordlar kamarası uzantılı bir “soylular” yapısı ve onların özellikle güvenlik bürokrasisi içindeki MI5, MI6 gibi birimler, Scotland Yard vardır. Hatta Exeter, (Abdullah Gül’de bu üniversitede eğitim almıştır) Oxford, Cambridge gibi üniversitelerin yönetim kademesi bile bu ağa dahildir. Entelektüel boyutunu hazırlamakla ve kadro devşirmekle yükümlüdürler. Bu anlamda İngiliz derin devleti aristokratik bir Anglo-Sakson elitler temeli üzerinde kuruludur. İngilizler dünyayı yönetmek için önce akıl ve bilgi gerektiğini anlamışlardır. (Yani ki “bizdekilerde olmayan şeyler” desem ağır mı kaçar acaba?) O yüzden ki gizli servislerinin adı “Intelligence Service” (Akıl, zekâ, idrakle ilgili) tir. Bu yüzden strateji oluşturmak için bilgiye dayalı, entelektüel faaliyetlere özel bir itina göstermişlerdir. Emperyal politikalarını bunun üzerine oturtmuşlardır. 007 James Bond’un yaratıcısı bile bir MI6 ajanı olan Ian Fleming’tir. İşte bu kuruluşların başında ise “Chatham Hause” diye bildiğimiz “Royal Institute for International Affairs” (Kraliyet Uluslar arası İlişkiler Enstitüsü) gibi sivil görünümlü ”think-tank” (düşünce kuruluşu) gelir. Ancak Chatham House İngiliz menşeli olsa bile gerçekte çok daha büyük bir “Küresel Oyuncu”, strateji çizicidir. Dünya çapındaki “ağ”ın önemli bir parçasıdır. Temelinde “Tek Dünya Devleti” tasarımının olduğu “Küresel Kraliyet” projesinin yürütücüsüdürler. Küresel çapta Anglo-Sakson ve Protestan elitlere dayalı bir “Evrensel Oligarşi” yönetimi arayışındadırlar..Onlar “Yeni Dünya Düzeni”nin mimarlarıydılar. “İlluminati Şebekesi”nin bir parçası oldukları da ileri sürülmekteydi. KÖKENİNDE “YUVARLAK MASA”NIN MAJESTİK OTEL TOPLANTISI VAR! 30 Mayıs 1919’da Paris Majestic Otel’de bio ‘Raund Table’ (yuvarlak masa) toplantısı yapıldı. Yuvarlak Masa’nın fikir babası Oxford Üniversitesi profesörlerinden John Ruskin’di. (Aslında kökleri1877’ye kadar uzanır. Girişimcileri arasında John D. Rockefeller, John P. Morgan, Andrew Carnegie, Mayer A. Rotschild ve Cecil Rhodes beşlisi vardır. Bize de I. Dünya Savaşı sonrası koşulları dayatanlar bunlardır.) I. Dünya Savaşı henüz bitmişti. Artık dünyaya yeni bir şekil vermenin zamanıydı. Geleceği ellerinde bulundurmak isteyen güçler, bunun için harekete geçme kararı aldılar. Bu toplantıdan bir Uluslararas İlişkiler Enstitüsü (Institute of International Affairs) kurulması kararı çıktı. Kuruluşun başında ise Astor ailesinin başı John Jakop Astor vardı. Söz konusu grup, 5 Haziran’da bir daha toplandı ve oluşumun tek bir organizasyon olarak değil de birbirine bağlı bir ağ olarak kurulmasının daha uygun olacağı sonucuna vardı. Toplantının sonunda bazı ‘think-tank’lerin kurulması kabul edildi. Bunlar arasında ABD merkezli “Council on Foreign Relations” (Dış İlişkiler Konseyi / CFR), Londra merkezli Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü-Royal Institute of International Affairs (RIIA), -ki ‘Chatham House’ olarak da bilinir- vardı. Ayrıca Uzakdoğu ve Hamburg için de bir kol kuruldu . Oluşumların başını çeken ise Rotschild’ların Güney Afrika’daki taşeronu Lord Alfred Milner’di. Artık ‘Yeni Dünya Düzeni’ için kolları sıvayabilirlerdi. Bundan sonra Batı dünyasında başı çekecek olan devletlerin dış politikalarına bu kurumlar yön verecekti. Ayrıca aşağıda sayacağımız örgütlerin hepsinde “Chatham House Kuralı” diye bilinen kural geçerlidir. Yanı sıra bunlar Chatham Hause yapılanmasını “model” almışlardır. Buna göre konuşmalar dışarı sızdırılamaz, sızsa bile konuşmacının kimliği gizli tutulmak zorundadır. KÜRESEL PUZZLE’NIN AYAKLARI Tarihsel sıralama olarak 1920 yılında önce “Chatham House” kuruldu. (Bir anlamda daha 3onraki yapıların hepsinin lokomotifi “Chatham House”dır diyebiliriz.) Onu 21 Temmuz 1921’de New York’ta kurulan “Council on Foreign Relations” (Dış İlişkiler Konseyi / CFR)’ın kuruluşu izledi. Kurucuları Walter Lipmann ve J.P. Morgan’dır. CFR’nin ilk başkanlığını Senar6shy;tör Rudy Boschwitz, fahri başkanlığını ise uluslararası bankerlik şirketi Kuhn-Leob Co.’dan Elihu Root yapmıştır. Paul Warburg, Otto Kahn ve Jacob Schiff’de önayak olanlar arasındadır. Örgütün merkezi New York’un 68’inci Caddesi’nde tarihi bir binadadır. Carneige Vakfı, Rockefeller ailesi ve Wall Street bankerlerinin mali destekleriyle büyümüştür. (Amerikan Merkez Bankası “Federal Reserve’nin özelleştirilmesine de bunlar sağlamıştır. “Paradan para kazananlar” olarak da bilinirler.) Derin Dünya Devleti’nin “Politbürosu” veya “Merkez Komitesi” olarak da anılmaktadır. Derin Dünya’nın en seçkin kadroları burada toplanmıştır. Rockefeller ailesi başı çekmektedir. ABD’nin küresel politikaları esas olarak burada çizilmektedir. O da bir sivil “Think-Tank” görünümündedir. Siyaset, medya, akademisyenler, istihbarat servisleri, büyük şirket ve bankaların üst yöneticilerinden oluşan son derece “seçkin” üyeleri mevcuttur. Uzun erimli hedeflerinde “ulusal devletler”in çökertilmesi ve “Tek Dünya Devleti”nin kurulması vardır. Bunlar aynı zamanda dünyada “küresel sermaye” diye bilinen yapıdır. 2007 yılında başbakan Recep Tayyip Erdoğan’da burada bir konuşma yapmıştır. Bu yapılar içinde bizde en çok bilinen ve duyulanı ise “Bilderberg”dir. Aslına bakılırsa Bilderberg bir örgüt adı değildir. Bu adı alması Hollanda’nın Oosterberg şehrindeki aynı adı taşıyan otelden gelmektedir. Bilderberg grubu ilk toplantısını 1954 yılında bu otelde yapmış ve o tarihten bu yana da bu adla anılmaktadır. Fakat aynı “küresel ağ”ın bir parçasıdır. Bilderberg’in kurucuları arasında eski Nazi Hollanda Prene26shy;si Bernhard, Unilever Başkanı Paul Rijkens ve Polonyalı haham/sosyolog Dr. Joseph Hieronim Retinger bulunmaktadır. Retinger, Bilderberg’in ‘fikir babası’ olarak bilinir. Bilderberg’in ilk kur5luş toplantısına; o zamanki CIA Başkanı William Donnavan, CIA’dan Bedell Smith’de katılmışlardır. Küresel seçkinlerin “Danışma Meclisi” ve “Derin Dünya’nın Avrupa Ayağı” olarak da bilinirler. Bilderberg’in her sene Mayıs sonu, Haziran başı gibi muhtelif ülkelerde yapılan toplantılarına Türkiye’den de çok sayıda başbakan, bakan, şirket yöneticisi, üst bürokrat, medya yöneticisi, yazar katılmıştır. Son zamanlarda adeta kafilelere dönüşmüştür. Türkiye’de üç kere toplanmışlardır. (İçlerinde en popüler olanı Fehmi Koru olmuştur) Bilderberg “Dünya Hükümeti” olarak bilinse de bu yanlıştır. Burada bağlayıcı kararlardan çok, eğilim tespiti yapılır ve önlerindeki süreçte çıkacak sonuçlar uygulanmaya çalışılır. Bilderberg bir yürütme organı olmayıp, bunun ön hazırlıklarından biridir. Bununla birlikte “Derin Dünya Devleti” oluşumunun organlarının en önemlilerinden biridir. Bu yılki son toplantılarını 3-6 Haziran 2010 tarihinde Sitgas-İspanya’da yapmışlardır. AB, yani “Birleşik Avrupa” fikri tümüyle bir Bilderberg projesidir. Gerçekte Bilderberg, kendi başına oluşmuş ya da birden ortaya çıkmış bir kuruluş değildir. Aslında Bilderberg, ‘derin dünya devleti’nin merkez karar mekanizması olan CFR’nin çok daha gizli bir biçimde uluslararası boyuttaki uzantısıdır. Zaten CFR üyelerinin birçoğunun aynı zamanda Bilderberg üyesi olması da aradaki bu bağın bir kanıtı sayılabilir. Bilderberg aslında tümüyle bir CFR projesidir ve onun devamıdır. Aynı “Küresel Ağ”ın son yapılanması ise “Trilateral Komisyon” (Üçlü Komisyon) diye bilinen kuruluştur. Hedefin genişlemesine paralel olarak 1973 yılında kurulmuştur. Girişimin öncülüğünü David Rockefeller ve Zbigniew Brzezinski yapmıştır. Üyelerini Amerika, Avrupa ve Japon kökenli işadamları, bürokratlar ve fikir adamları meydana getirir. Sayıları 300 kadardır. Söz konusu üç bölge arasında ekonomik ve politik tekel oluşturmak amacıyla kurulmuştur. Trilateral Komisyon’un üç merkezi bulunur. Bu birimler birbirleriyle koordinasyonlu olarak New York, Paris ve Tokyo’dur. Bütün toplantıları gizli, basına kapalı olarak yapılmaktadır. Kuzey Amerika bölümünün başına Rockefeller getirilmiştir. Toplantıları senede bir gün ve dönüşümlü olarak New York, Paris ve Tokyo’da yapılır. 30 üyelik bir yönetim kadrosu, aralarında görev dağılımı yapmış olup hedef ülkelere dair projeleri yönetir. Komisyonun ‘Trialogue’ adı altında bir dergisi ve ‘Üçgen Kâğıtlar’ adındaki çalışma raporları vardır. SONUÇ Bu yapılar “tesadüfen” ortaya çıkmış, basit fikir üretme kuruluşları değildir. Daha ilk tasarımlarında küresel hedeflere göre şekillenmişlerdir. Dünyayı bir “ağ” gibi sarmışlardır. İşte Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül’ün ödül alacağı kuruluş ve ona paralel yapılanmalar bugün dünyada “Derin Dünya Devleti” diye bilinen oluşumun tam merkezidir. Dünyadaki “Küresel Elite Dayalı Tekli Yönetim” anlayışının geçerli olduğu, sürecin bu yönde zorlandığı, ulus devletlerin bu projeler uğruna parçalandığı bir akımın temsilcileridir. Biz ise buradan bakıp “Ne güzel, cumhurbaşkanımızı yabancılar bile takdir ediyor”, “Kraliçenin elinden ödül alıyor”, “İngiliz devleti bile kıymetimizi anladı” gibi sevindirik olup, avami yorumlar yapar dururken aynı yapının arka planına baktığımızda bambaşka şeyler görüyoruz… Ödül, Sayın Cumhurbaşkanımıza hayırlı, uğurlu olsun!...
En son AZYA tarafından Çarş. Kas. 10, 2010 9:51 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Erhan Eren
Mesaj Sayısı : 76 Reputation : 0 Kayıt tarihi : 17/05/09
| Konu: Geri: HAÇLILARIN UÇ KOLU AKP Çarş. Kas. 10, 2010 9:49 pm | |
| TIMETURK / HABER MERKEZİ
Cumhurbaşkanı Gül, Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Chatham House adlı kuruluşun ''2010 Devlet Adamı'' ödülünü Kraliçe 2. Elizabeth'in elinden aldı.
Sigara ve Sağlık Ulusal Komitesi Gül’ü ödülü kabul etmemeye çağırmıştı. Ancak Cumhurbaşkanı Gül bu çağrıya kulak asmadı ve o ödülü aldı.
İŞTE ÖDÜLÜN SPONSORLARI
- Akbank - BAE Systems - Beko - Bloomberg Television - Sigaracı British American Tobacco - Citibank (Rothschild) - DIAGEO (Rothschild) - Eni (Rothschild) - Europoint Holdings Ltd - HSBC (Rothschild) - Royal Dutch Shell plc (Rothschild) - The European Azerbaijan Society - Vodafone Turkey (Rothschild) - Zorlu Energy Group
Sponsor'ları yukarıdaki firmalar olan ödül için STK'lar şimdi de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e 'geri ver' çağrısı yapmaya hazırlanıyor.
Ayrıca ödüle sponsor olan şirketlerin çoğunluğunun İngiltere'nin hakim unsuru ünlü "Rothschild"lerin olması manidar olarak yorumlandı.
| |
| | | Erhan Eren
Mesaj Sayısı : 76 Reputation : 0 Kayıt tarihi : 17/05/09
| Konu: Geri: HAÇLILARIN UÇ KOLU AKP Çarş. Kas. 10, 2010 9:54 pm | |
| Şimdi bu ödülü Ecevit almış olsaydı dinci medya bilhassa vakit gazetesinin tavrı ne olurdu? Ama sözkonusu kendi adamları olunca dut yemiş bülbül oluyorlar..Bunun adı ahlaksızlıktır ikiyüzlülüktür.. | |
| | | INSAN
Mesaj Sayısı : 892 Reputation : 33 Kayıt tarihi : 17/05/09
| Konu: Geri: HAÇLILARIN UÇ KOLU AKP Perş. Kas. 11, 2010 12:50 am | |
| [img] http://www.hurriyet.com.tr/_np/4522/11994522.jpg[/img][size=24] Bardakoğlu görevden alındı [/size] Okan KONURALP/ANKARA AK Parti hükümeti, Kürt ve Alevi açılımına beklediği desteği vermeyen Prof. Ali Bardakoğlu’nu, yaklaşık sekiz yıl sürdürdüğü Diyanet İşleri Başkanlığı görevinden aldı. Hükümetin gerekçesinin “Sekiz yıl bir görevde kalmak için yeteri kadar uzun bir süre. Değişiklik şart” şeklinde olduğu belirtildi. Toplumun hemen hemen tüm kesimlerinin saygınlığını kazanan Bardakoğlu’nun yerine, görev süresi boyunca yardımcılığını yapan Ankara İlahiyat Fakültesi kökenli Mehmet Görmez getirildi. Görmez’le ilgili kararname de bugün Resmi Gazete’de yayınlanacak. Görevden alınmasıyla ilgili konuşan Bardakoğlu, “Yarın (bugün) yapacağım basın toplantısında tüm sorulara açıklık getireceğim. Bunun dışında bir açıklama yapmak istemiyorum” demekle yetindi. Sezer’in istediği isimdi Bardakoğlu, 28 Mayıs 2003’te dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından başkanlık görevine atanmıştı. Sezer, hükümet tarafından kendisine gönderilen Prof. İbrahim Kafi Dönmez’in kararnamesini onaylamamış; hükümet Sezer’in vetosu üzerine Bardakoğlu’nun ismini Köşk’e göndermek zorunda kalmıştı. Bardakoğlu Ak Parti hükümetiyle her zaman ‘mesafeli’ bir ilişki izledi. Hükümetin özellikle Kürt açılımı sürecinde istediği “Kürtçe vaaz ve hutbeye resmen izin verilmesi” yönündeki taleplerine, “Zihinlerdeki parçalanmayı daha da arttırır. Vaaz ve hutbenin Kürtçe okunması, sorunun çözümünde başvurulacak belki de en son yollardan biridir” gerekçesiyle geçit vermemişti. Alevi açılımında ters düştü Hükümetle arasındaki bir başka gerilim konusu ise Alevi açılımı sürecinde oldu; hükümetin açılım sürecinde izlediği yolu eleştirdi. Sık sık “******’e ve Diyanet’in bir cumhuriyet kurumu olduğu değerlendirmesine” atıf yapan Bardakoğlu, özellikle kadın hakları konusunda geleneksel İslam anlayışının aksine çağdaş adımlar attı. Bardakoğlu, zaman zaman CHP eski Genel Başkanı Deniz ******’la da bir araya geldi. Sezer’in atadığı bürokratlar arasında ‘En iyisi’ olarak değerlendirilen Bardakoğlu, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdroğlu’nu da geçtiğimiz günlerde Diyanet’te ağırlamıştı. Bardakoğlu, Katolik Dünyasının Ruhani Lideri Papa XVI. Benedikt’in Türkiye ziyareti sırasında gösterdiği tavırla da saygınlık kazandı. Papa’nın Vatikan Büyükelçiliği’nde görüşme önerisini, “Sizinle ancak Diyanet’e gelirseniz görüşürüm” sözleriyle geri çevirmiş; Papa, Bardakoğlu’nun önerisini kabul ederek; Diyanet’e gelmişti. | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: HAÇLILARIN UÇ KOLU AKP Perş. Kas. 11, 2010 11:35 am | |
| [quote]AK Parti hükümeti, Kürt ve Alevi açılımına beklediği desteği vermeyen Prof. Ali Bardakoğlu’nu, yaklaşık sekiz yıl sürdürdüğü Diyanet İşleri Başkanlığı görevinden aldı.[/quote]
Bardakoglunun kaldırma kapasitesi bu kadar demek ki... | |
| | | INSAN
Mesaj Sayısı : 892 Reputation : 33 Kayıt tarihi : 17/05/09
| Konu: Geri: HAÇLILARIN UÇ KOLU AKP C.tesi Kas. 13, 2010 12:27 am | |
| Fatih in Diyetini bilirmisin??? Hatirlatmak Lazim Papyon Bogazli.Ingiliz Ödüllü,C...na ............. ................. [img] http://www.odatv.com/images/2010_11/2010_11_11/odulun-diyeti-bu-cumlelerde-mi-gizli--1111101200_l.jpg[/img][size=24] ÖDÜLÜN DİYETİ BU CÜMLELERDE Mİ GİZLİ? [/size] Cumhurbaşkanı Gül’ü, “yılın devlet adamı” seçip, “kristal cam” ödülü ve beratını bizzat “patronu” Kraliçe Elizabeth’in elinden veren Kraliyet Enstitüsü Chatham House’un misyonunu anlattık. Gül’ün hangi “icraatlarından” dolayı o ödüle layık görüldüğünü de… Ancak işin bitmediği, bu ödülle birlikte Türkiye’ye yeni “misyon ve roller” yüklendiği anlaşılıyor. İngiltere’de “First Magazine” adlı etkili bir dergi var. Etkisi de sloganında gizli; “Global karar vericilerin forumu” olduğunu söylüyor. Gerçekten de öyle, çünkü kurulduğu 1984’ten beri dünyadaki endüstri ve finans çevreleriyle devlet adamlarını buluşturuyor. Ağırlıklı çalışma alanı ise enerji ve petrol bölgeleri… İlginç ortakları var; NATO, AB Komisyonu, G-8, G-20, OPEC, Dünya Petrol Konseyi, Dünya Enerji Konseyi, BM Ticaret Komisyonu ve tabii ki Chatham House gibi… Derginin kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı Rupert Goodman. Ancak asıl etkili isim, Danışma Kurulu Başkanı Lord Hurd. Biz onu Douglas Hurd diye tanıyoruz. Hani şu Thatcher ve Major dönemlerinin etkili Dışişleri Bakanı olarak Sovyetlerin çöküşü, 1. Körfez Savaşı, Yugoslavya iç savaşı ve Bosna soykırımında epey rol oynayan isim… Emekliye ayrıldığında Sırbistan’a giderek, Miloşeviç’le görüştüğü iddia edilmişti. Bosna Hükümeti’nin soykırımdan sorumlu tuttuğu isimlerden de biri. İşte bu dergi Gül’e verilen Chatham House ödülü münasebetiyle kapağında, “Türkiye-Global Oyuncu” yazısı ve Gül’ün kocaman portresi olan özel bir sayı çıkardı. Özel sayıda Chatham House’un Başkanı Dr DeAnne Julius, Direktörü Dr. Robin Niblett ile Avrupa uzmanlarından Fadi Hakura’nın Türkiye konulu makalelerine yer verildi. Bunlardan özellikle Chatham House’dan önce ABD’nin en büyük ve etkili düşünce kuruluşu CSIS’de Başkan Yardımcılığı yapan Direktör Dr. Niblett’inki dikkat çekici. “Türkiye’nin genişleyen rolü” başlıklı makalede, Türkiye’nin Soğuk Savaş’ın sona ermesinden beri uluslararası ilişkilerde oynadığı rol, joe-stratejik önemi, 21.yüzyılın ilk yarısında da “eksen ülke” olması, Orta Doğu, Afrika ve Kafkaslar açılımı, AB ve NATO ile ilişkileri anlatılıyor. Türkiye’nin kendi dış politikasını oluşturmak için başarılı bir “yönetim kapasitesi ve diplomatic altyapısının” olup, olmadığı sorgulanırken, “Türkiye hala önemli iç politika, sosyal ve ekonomik sorunlarla karşı karşıya. Siyasi ve ekonomik gelişimi, önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin sadece iç istikrarının değil, uluslararası ilişkilerde de önemli ve etkili bir rol oynamasının belirleyicisi olacaktır” deniliyor. Asıl önemlisi devamındaki cümle; “Hükümetin, Türk dış politikasında etkisi artan kamuoyu görüşünü yönetmesinin” gerekebileceğinden söz ediliyor. Hemen peşinden de Mavi Marmara gemisine saldırı üzerine yapılan İsrail karşıtı protestolar örnek veriliyor. Bir başka dikkat çekici cümle ise NATO, yani füze kalkanına ilişkin… Türkiye’nin Soğuk Savaş döneminde Avrupa’nın koruyuculuğunu yaptığı hatırlatıldıktan sonra, “21. yüzyılda da uluslararası sistemde yükselen yeni güçlere sağlayacağı imkanların önemli bir işaret” olacağı vurgulanıyor. Özetle, biz bu diplomatik sözlerden şu siparişleri çıkardık; Türk kamuoyunun görüşlerine kaale almayın, kontrol altında tutun… ABD-NATO’nun taleplerine “evet” deyin… Yoksa “küresel güç” olamazsınız!.. GÜL’ÜN İNGİLTERE GEZİSİNDEN NOTLAR Chatham House ödülü ve bu İngiltere seyahatinin tahminlerin ötesinde sonuçları olacağı anlaşılıyor. Yeri gelmişken, bu seyahate ilişkin olarak dikkatimizi çeken üç noktaya daha değinelim. 1- Zaman Gazetesi’nden Kerim Balcı’nın aktardığına göre, dönüş yolunda gazetecilerle sohbet eden Cumhurbaşkanı Gül, Kraliçe Elizabeth’le arasında geçen diyaloğu anlatmış. Diyalog şu; Gül, merdivenleri hızla çıkan Kraliçe’ye yaşını sormuş… “85” cevabını alınca da “Maşallah” demiş, peşinden “Maşallah”ın anlamını açıklamak durumunda kalmış!.. T.C. Cumhurbaşkanı’nın, Kraliçe Elizabeth’in yaşını bilmemesine mi (gitmeden öğrenebilirdi), bir bayana, hele de Kraliçe’ye yaşını sormasına mı yanalım?!.. Mümkünü yok, Gül ve Kraliçe arasında böyle bir konuşma geçmiş olamaz… Herhalde Gül ve İngiltere Büyükelçimiz Ünal Çeviköz’ün Kraliçe’yi uğurlarken kendi aralarında yaptığı “yaş” sohbeti anlatıldı, ama gazeteciler yanlış anladı!.. 2- T.C. Cumhurbaşkanı İngiltere’de “yılın devlet adamı” seçiliyor… İş bakın ki, belki de ilk kez tek bir bakan bile Gül’e refakat edip, bu “tarihi” törende hazır bulunmuyor. Hükümet, Gül’ü “yılın devlet adamı” saymıyor mu ne?.. 3- Haberler ve fotoğraflardan Hayrünnisa Hanım’ın, Kraliçe’ye takdim edildiğini anladık. Oysa Kraliçe, Gül’e “Büyük Şövalye Nişanı” takmak için Türkiye’ye geldiğinde tanışmışlardı. Hatta Hayrünnisa Hanım Kraliyet Ailesine ne kadar yakın olduklarını anlatırken, “Kraliçe geldiğinde, aile yakınımız ziyaret etmiş gibi oldu. Akraba gelmiş gibiydi” (4 Ocak 2009- Kanal D Şeffaf Oda) demişti. 2.5 yıl aradan sonra yeni bir takdim yapıldığına göre iki ihtimal var; Ya Kraliçe’nin “Maşallah 85 yaşı” bir şehir efsanesi, ya da “akrabalık” duyguları karşılıklı değil!.. Bu arada Gül’ün yakın arkadaşı Fehmi Koru da Londra’dan izlenimlerini, “Tornacı Ahmet Usta’ya Rapor” etmiş. Bahse konu kişi Cumhurbaşkanı Gül’ün babası… “Evladıyla övünmesini” önerirken, Türkiye’nin ne kadar “ilerlediğini”, Abdullah Gül’ün sokaklarında öğrenci olarak dolaştığı İngiltere’de ise her şeyin yerinde saydığını anlatıyor. Gül’ün görüştüğü İngiliz politikacılara, “Bizim gibi yaparsanız, başarılı olursunuz” diye akıl verdiğini de ekliyor. Koru’nun kıyaslamasına bir ilave de biz yapalım; Maşallah ülkemiz AB ve yabancı ülke bayraklarından geçilmiyor. 37 yıldır AB üyesi olan İngiltere geçenlerde 150 milyon sterlin para cezasına çarptırıldı. Neden mi? Değil bizdeki gibi ülkenin her tarafına, AB fonlarıyla yürütülen projelerin bulunduğu yerlere dahi AB bayrağı asmayı reddettiği için… Şu İngilizler de ne kadar “geri kafalı” değil mi, elbette ki “ilerleyemez”, böyle geri kalırlar!.. Müyesser Yıldız | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: HAÇLILARIN UÇ KOLU AKP C.tesi Kas. 13, 2010 2:57 pm | |
| Okudukça insanın midesinin bulanması işten bile değil.
Müslümanların savaştığı bir terörist elebaşısının elinden alınan ödülle övünmek, takdim edilmeler, vs...
| |
| | | GÖLGE
Mesaj Sayısı : 1231 Reputation : 36 Kayıt tarihi : 16/05/09
| Konu: Geri: HAÇLILARIN UÇ KOLU AKP C.tesi Kas. 13, 2010 10:52 pm | |
| [img] http://anadoluhaberim.com/upload/resimler/haber/absdullah_gul.jpg[/img][size=24] Gül'e dua eden museviler' [/size] Cumhurbaşkanı Gül, Türkiye ve dünya gündemiyle ilgili açıklamalarda bulundu. Türkmenistan'da Gül'ü takip edenlerden biri olan Okan Müderrisoğlu, Gül'ün konuşmalarından notları köşesine taşımış. İşte Müderrisoğlu'nun 'Gül'e dua eden museviler' başlıklı yazısı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Türkmenistan'daydık. Gül, daha yolculuğun başında, her vesile ile sıcak tutulan "türban tartışması"ndan sıkıldığını hissettirdi. "Ben de Başbakan da artık bıktık!" dedi. Cumhurbaşkanı uçakta, farklı konulara değindi. Söz, "siyasi üslup"tan açıldığında, "Liderlerle konuşunca herkes iyi niyetli ama dışarıda görüyorsunuz. Her şey değişiyor, bu siyaset tarzı değişmiyor" dedi ve Cumhuriyet'in ilk yıllarından örnek verdi: "******'ün isteğiyle Serbest Fırka kurulup, iktidar- muhalefet ortaya çıktıktan sonra Fethi Bey'e (Okyar) yapılan suçlamaları okudum. Baktım, Allah Allah. Bugün belki isimleri değiştirebilirsiniz!" Gül, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile olumlu başlayan süreç için, "Parti başkanlarına aynı mesafedeyim. Ayrım yapmam" dedi. *** Peki, "Cumhurbaşkanı'nı bu sıralar en çok memnun eden şey ne?" diye sorulsa bence şu yanıt dikkate değer: "Bir süre önce Hatay'daydım. Sinagoga, kiliseye gittim. Kilisede yaşlı bir kadın 'Allah'a şükür bugünleri gördük' diyordu. Baktım Türkçe konuşuyor. Katolikmiş. Senin kendi vatandaşın. Sinagogda ise Museviler her cumartesi bana dua ediyorlar. Bana derken tabii ki devlet başkanı Abdullah Gül için dua ediyorlar." Gül, "Musevi vatandaşların tedirgin olduğunu düşünüyor mu?" Bu hususta çok titiz... "Türkiye'deki Museviler bizim vatandaşımız. Ayrıca, problemimiz İsrail hükümetinin politikalarıyla ilgili, İsrail halkıyla değil!" *** Yakında, Ermenistan sorununun çözümü yolunda yeni gelişmeler bekleyebiliriz. Zira Cumhurbaşkanı, "Bugünkü fiili durum kimsenin çıkarına değil. Sorunlar çözülse Kafkaslar'da ekonomik patlama olur" deyip, ekledi: "Kafkaslar için ilgili kurumlara görev veriyorum. Bağımsız kurumlara da çalışma yaptırıyorum. Süreç ölmüş değil!" Ve diğer dış politika konularındaki sorulara, Gül'ün yanıtları şöyleydi: ABD Kongresi'ndeki denge değişimi... Türk-Amerikan ilişkilerinin oturduğu sütunlar önemli. Bunun değerini biz de biliriz onlar da." Kıbrıs'ta AB'nin ikircikli tutumu... "AB ülkeleri bazı gerçekleri yavaş yavaş görüyor. Artık sabırları taşıyor. Kendileri zayıf duruma düşüyor. Irak Bölgesel Kürt Yönetimi'nin tutumu. "Sorumluluklarının farkına olmaya başladılar. Bazı şeyler yapıyorlarsa da etkileri tatmin edici değil. Ama psikolojik bariyer aşıldı." *** Hukuki cephede Gül'ün yorumları şöyle... Haberal'ı tahliye etmeyen hakimlere verilen tazminat cezası... "Yargı kararlarıyla ilgili söyleyecek bir şey yok." Uzun tutukluluk süresi... "Tutuklamalar cezaya dönüşmemeli. Tutukluların sayısı mahkumların sayısından fazla olmaya başladı. Bu hoş değil. Yargının hızlı çalışması gerekiyor." Basın özgürlüğü... "Bu konuların Meclis'te düzeltilmesi lazım. Problem, mahkeme safahatındakilerin yayınlanması. İfade hürriyeti konusunda ise herkes şiddet olmadığı sürece istediğini yazar çizer. | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: HAÇLILARIN UÇ KOLU AKP C.tesi Kas. 13, 2010 10:58 pm | |
| 700 yıllık cami oldu-bittiyle kiliseye çevrilemez
M. Emin Koç
Tebrik etmek yetmez…
İznik Küçük Ayasofya Camii olarak da bilinen İznik Orhan Gazi Camii’nin “kilise” olarak tahsis edilişine dair dünkü manşet haberimiz, halkımızın dikkatini celbetti. AKP hükümetinin bu vahim icraatını milletimizin hafsalası adeta almadı. 700 yıldan beri camii… Orhan Gazi Han tarafından 1331’de “fethin sembolü” olarak kiliseden camiye çevirilmişti. Konuyu manşete taşımamız sebebiyle birçok tebrik e–maili aldık. Tebrik etmek kafi değil; demokratik haklarımızı yerli yerinde kullanacağız, Müslüman milletimizin mukaddesatını ve tarihi mirasını Haçlı dünyasına peşkeş çekenleri sandığa gömeceğiz. Aksi halde, Türkiye’yi, Anadolu’nun Horasan erenleri ve Ehl–i Beyt nefesiyle İslamlaşması/Türkleşmesindan önceki cahiliye devrine ve paganist etnik bölünmüşlüğe döndürülür ki, Allah korusun, o zaman ne ortada İslam kalır, ne birlik, ne millet, ne devlet!
*** Devlette “hukuk” esas ise, devlet kurumları birbiriyle çelişemez
Devlet kurumları ve hükümet organları, hukuka ve hukukun üstünlüğüne herkesten ziyada bağlı olmalıdır. Devletin temel ve olmazsa olmaz niteliği “hukuk devleti” olmasıdır. Devlet bir bünyedir. Düşünün, bir bünyede sağ elin evet dediğine, sol el hayır derse ne olur? Gözün evet dediğine, dil hayır derse ne olur?! Böyle bir kaos ve karmaşa ile hayat devam edebilir mi? Asla… Devlet kurumları da böyledir. Dolayısıyla, devletin bir kurumunun dediğini, aynı devletin bir başka kurumu yok sayamaz. Hükümetin bir bakanlığının “hukuk budur, gerçek budur” dediğine, bir diğer bakanlığı, yok öyle şey diyemez. Devlette “hukuk” esas ise, devlet kurumları birbiriyle çelişemez İznik Ayasofya Camii’nin “kilise”ye çevrilmesi maalesef böyle bir çarpık, çelişkili ve hukuk dışı vaziyet arzediyor. 1995 yılından beri, İznik Ayasofya Camii’nin “kilise”ye çevrilmesi resmi olarak gündemde. Başbakanlık, konuya “hukuk” gereği hayır diyor, Başbakanlığa bağlı diğer bir bakanlık, “kilise” yaparım diyor, köprünün altından sular akıyor, 2010’da “kilise” yapıyor!
*** Değil kilise; müze dahi yapılamaz
Devletin bizzat kendisi şu hükmü veriyor: 700 yıllık cami, değil kilise; müze dahi yapılamaz… Başbakanlık, 13/2/1995 tarih ve B.02.1.VGM.0.13.00.01.211(1600)95–109 sayı Vakıflar Genel Müdürlüğü yazısı, İznik Ayasofya Camii hakkında aynen şunları vurguluyor ve yasal hükmü açıklıyor: “Bursa–İznik ilçesinde bulunan Ayasofya Cami, evvelce kilise olarak kullanılmakta iken, Orhan Gazi tarafından camiye çevrilmiş, bu amaçla kullanılmak üzere Mimar Sinan tarafından gerekli değişiklikler yapılarak tamir edilmiştir.
İstiklal Savaşı yıllarına kadar cami olarak kullanılan bu yapı, bu tarihlerde geri çekilme sırasında düşmanlar tarafından yakılarak harap bir duruma geti
rilmiştir. Halen tapu, imar ve eski eser kayıtlarında cami olarak kayıtlı bulunmaktadır… 6570 sayılı Kanun’un 1. Maddesinde “Mabetler kiraya verilemez ve ibadethane haricinde hiçbir iş için de kullanılamaz” hükmü yer almaktadır. 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 10. maddesi ise; tahsis edildikleri maksada göre kullanılmaları kanuna veya amme intizamına uygun olmayan… hayrat vakıfların mümkün mertebe gayede aynı olan diğer hayrata tahisis edileceğini hükme bağlamıştır. Bu bakımdan sözkonusu Ayasofya Camii’nin müze olarak kullanılmak üzere
Kültür Bakanlığı’na tahsisi mümkün olamamaktadır.” 1995’te, resmen, bu camidir, müze dahi yapılamaz diyen Başbakanlık, 2010’da “kilise” yapıyor. Dün “hukukî hükmü” deklare eden Başbakanlık, bugün, aklım böyle esiyor, bu hükmü çizdim, camiyi yaptım kilise diyemez! Diyemez… Ama AKP hükümeti diyor! İVEDİ/ 20.10.2010 tarihli yazısıyla AKP’nin Kültür Bakanlığı, burasını “Hıristiyanların hac mekanı” olarak “kilise” yaptım, oldu bitti, diyor!
*** Safımız, sandıktaki oyumuzdur
Bu vaziyet karşısında görev miletimize düşüyor. Çünkü demokrasilerde söz milletin, irade halkındır, deniyor. Milletimiz, iradesini Orhan Gazi Han’dan ve onun emanetini koruyanlardan yana mı kullanacak; yoksa Türk milletiyle asırlar boyunca dişe–diş mücadele eden Haçlı’dan ve medeniyet mirasımızı Haçlı’ya peşkeş çeken siyasi anlayışlardan yana mı kullanacak!? Milletimiz, kronik aymazlık haliyle şayet mukaddesatını ve medeniyet mirasını oldu–bittiyle Haçlı’ya peşkeş çekenlerin safında yer alırsa; ne medeniyet kalır, ne millet, ne devlet, ne vatan, ne iman, ne cami… Cümlesi olur tek tip, Haçlı! Demem şu ki, safımız, “sandıktaki tercih”imizdir, sandığa attığımız oyumuzdur. Herkes tercihinde hürdür, dilediği safta yerini alabilir… Ben asla Haçlı’nın ve onların emir erlerinin safında yer alamam!
| |
| | | GÖLGE
Mesaj Sayısı : 1231 Reputation : 36 Kayıt tarihi : 16/05/09
| Konu: Geri: HAÇLILARIN UÇ KOLU AKP C.tesi Kas. 13, 2010 11:42 pm | |
| | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: HAÇLILARIN UÇ KOLU AKP Salı Kas. 16, 2010 10:03 am | |
| BAYRAM ŞEKERİ NİYETİNE:
Aşağıda, Mustafa gönüldaşın, Gül'ün karısının Türban hakkında söyledikleriyle ilgili kaleme aldığı bir yazı...
BU yazıya geçmeden önce, bizce, Gül'ün karısnın ifadelerinde asıl mühim olanı, bu beyanın, mevcut düzeni kabullendiklerinin iitirafı mahiyetinde olması.
Ne demiştik, statüko değişiyor, paradigma değişiyor hepsi palavra. Değişen sttaükonun, paradigmanın görünen yüzü. Asıl yerli yerinde, sadece taşeronlar değişti. Taşeronlar da o asılı müdafaa etmede, herkesden daha cevval.
O asıl da İslam düşmanlığı.
Bu hakikat görülmedikten sonra, esas hasım tesbiti çerçevesinde yerli yerine oturtulmadıktna sonra, ne mücadelede karardan, ne kesin tavır almadan bahsedilebilir. Yapılan-söylenen doğruları da tesadüfü keyfiyeti haiz olarak damgalamak gerekecektir.
Münafık, kafirden çok daha tehlikeli ve bir bünyenin müsbet bir hamle geliştirebilmesi için önce kendi içindeki münafıklardan arınması gerekir.
Bu çerçevede, AKP, Fetullah ve ılımlı İslam dedikleri işbirlikçilik üzerine imha edene kadar gitmek gerek.
Türk milletinin bir şey olması, bağımsızlığına kavuşması, emperyalizmi defetmesi için, önce bu işbirlikçi mürted münafık takımını tepelemek elzem.
Şimdi, mezkur yazı:
Ah! KEŞKE…
Türbanın ilköğretimde serbest bırakılması için yapılan mücadele, birilerini epey rahatsız etti. Bu yüzden, Gül’ün yıllarca öğrenim gördüğü İngiltere’de, yurt dışında okuyan öğrencilere yönelik bir toplantıda, karısı, “ilköğretimde başörtüsü meselesi” ile ilgili bir açıklama yaptı. Bu açıklamayı CHP zihniyeti gayet olumlu karşıladı. İslamcı camiada ise, beklenilmeyen böylesi bir beyan, şok etkisi meydana getirdi. Kimi ahmaklar, “hikmet” bulmaya çalışırken, kimi hainler de AKP ile maddi ve manevi ilişkileri yüzünden tevil etmeye çalıştılar. Halbuki, Hayrunnisa Gül’ün söyledikleri gayet açıktı. Örtünme emrini, Allah’ın kanunları çerçevesinde değil de Batılı insan hakları çerçevesinde değerlendiren bir bakış açısıyla farklı düşünceler dile getirilemezdi Dolayısıyla, 18 inden önce çocuklarının başını örtmeye çalışan Müslümanları, evlatlarının haklarını çiğneyen zavallı CAHİLLER olarak nitelemesi hiç de şaşırtıcı değil. Zira, Batı normlarına göre, bir insanın reşid olma yaşı 18 dir. 18 inden önce yaptıklarından, bir yetişkin gibi sorumlu tutulamazlar..Oysa, İslam, reşid olma yaşını BÜLUĞ'a endeksler. İslamın bütün emir ve yükümlülükleri büluğla başlar. Buna, ÖRTÜNME EMRİ de dahil. Bundan dolayı, Müslüman bir kız çocuğunun 18ine gelmeden başını kapatması ve eğer kapatmıyorsa ebeveyninin kızlarının başını kapatması için telkin, hatta BASKI yapması gerekir. Zira, çocuklarımız bize Allahın bir emanetidir. Çocuklarımızı, İslamın istediği şekilde eğitmek mecburiyetindeyiz. Bu, müslümanların tercihine bırakılmış bir durum değil. Çocuk yetiştirmek bir hak olmanın ötesinde bir yükümlülüktür. Dolayısıyla, Müslüman bir aile, çocuğunu ahlaklı, dindar bir kişi yapmak için çalışmak zorundadır. İlköğretimde türban için mücadele eden ailelere bu gözle bakmak lazım. Bu hali, ancak Müslüman-insan hassasiyetine sahib olanlar anlayabilir. Çocukları-insanları, kapitalist düzenin köleleri olarak gören Batılı ahlak telakkisi, çocuk eğitimini de düzeni kabullenecek ferdler yetiştirme üzerine kurmuştur. Evet, çocuğunuzu eğitmekte, hatta onun için eğitim yatırımları yapmakta özgürsünüz. Üstelik, böylelikle demokratik haklarınızı da kullanmış olursunuz. Gelgelelim, bütün bunlar kesinlikle Batıcı hayat tarzını sürdürecek şekilde olmalı. Sistemi yıpratacak, imha edecek ahlaki olgunluğa sahib insanlar meydana getirecek hadiseler, durumlar yanlıştır. Bunda ısrarcı olanlarsa, temizlenmesi gereken kötü ÖRNEKlerdir. Z. ÜSKÜL başta olmak üzere, AKP-MHP-CHP( ilköğretimde türban isteyenlere karşı tavırları ortak)lilerin tehdit, baskı ve İKNA ODALARIna rağmen, çocuklarını Allah’ın emrettiği şekilde ahlaklandırmaya çalışan aileler, yollarından dönmeyince, devreye Gül’ün karısı girdi. Zira, bu insanlar, mevcut hayatın içinde dahi İslamın emrettiği hayatın bir şekilde “Yaşanmaya ÇALIŞILABİLECEĞİNİ” gösteriyor. Gülleri kızdıran, çıldırtan ve gidişata müdahaleye zorlayan da bu oldu. Çünkü, onlar, siyasal islamın öldüğünü dolayısıyla islamın Batıcı hayatın izin verdiği şekilde yalnızca kültürel-folklorik bir çeşitlilik olarak yaşanabileceğini empoze eden ILIMLI İSLAM'a iman etmişlerdi. Buna rağmen İslami hayat tarzının, bir alternatif olma iddiasını sürdürecek her hareket, ezilmeliydi. Ayet ile sabit örtünme emrini BİLE BİLE reddetmenin altında yatan psikoloji bu!..Olur olmaz her şeye atlamayan Gül’ün karısının, yurtdışında, üstelik kendisinden bu konuda bir açıklama da beklenmediği halde gayet cevval şekilde BAŞÖRTÜSÜne SALDIRMASI hiç de şaşırtıcı değil. Şaşırtıcı olan, sıkma başların hala Müslümanlık için çalıştığını, Allah rızası için örtündüğünü sanmaya devam edenlerin olmasıdır. Arkaik(!) de olsa süren bir namus anlayışından dolayı “evlilik pazarı”nda biraz daha fiyat-değer artırmaya yarar hale geldi türban. Geldikleri-doğdukları gelenekten dolayı sahib oldukları alışkanlıkla kapananları da dahil edebiliriz buna. Dün “aile bakısı” yüzünden 14-15 yaşlarında kapandığını “itiraf” eden Gül’ün karısının, bugün, 15 yaşındaki kızların kapanmasına KARŞI ÇIKIŞI anormal değil! Dün, bulundukları “mahallenin baskısı” sebebiyle SES ÇIKARAMADIKLARI şeylere bugün saldırıyorlar. Bu yalnızca, türbanla da ilgili değil. Dün, banka, kola vs. reklamlarına höykürenler bugün banka, holding kuruyor; islami modayı takib ediyor. Dün İslam adına sahib çıkmalarının sebebi yalnızca içinden geldikleri sosyo ekonomik çevrenin dışına çıkabilecek “imkanlar”dan,“görgü”den yoksun olmalarıydı. Nihayet, 28 Şubatın ardından kavuşturuldukları “dünya nimetleri” eski cahilce yaşamlarından kurtulmalarını sağladı. Gelenekten, utançtan dolayı başlarını her ne kadar açamıyorlarsa da başı kapalı ne kadar teşhircilik yapılabilirse kıyafetleriyle bunu gerçekleştiriyorlar. Hatta, haya perdesini yırtma ve özgürlüğüne kavuşma başarısını-CESARETini gösteren eski belediye başkanı A. M. GÜRTUNAnın karısı gibi olamıyorlarsa; bunun tek sebebi niyetlerinin olmaması değil, bunu gerçekleştirecek CESARETE sahib olmamalarıdır. İslami hayat, ideolojik idrakten uzak özde değil sözde yaşanınca ve yapılan ameller de manası bilinmeden yapılınca bugünlere getirdi müslümanalrı. İDEOLOJİK formasyondan uzak, İslami(!) mücadelenin insanı nerelere düşüreceği en iyi “mahallenin kahbesi” Ahmet HAKAN’da görülebilir.
İdeolojik bu değişim, elbette günlük hayata da aksedecekti. Müslümanların ahlak anlayışından uzaklaşanların, karısını, kızını, gelinini gavurlara (Karamanlislere, Berlisconilere) öptürmesi kaçınılmazdı. Öptürmeyenler rahatsız eder oldu bunları.
İdeal olarak aldıkları Fransa’da devlete bağlı ilk ve orta öğretim kurumlarında türban yasak. İşin, kanuni boyutunun kızları türbana engel olmaması bir yana, bunlar şartların müsait olduğu yerlerde de İslam düşmanı haçlılar gibi davranıyorlar..Fetullahın, Bangladeş, Malezya, Pakistan gibi örtünmenin ağırlıklı olduğu ülkelerde dahi açtığı okullarda türbanı zorunlu tutmaması bundan kaynaklanıyor. Halbuki, bu ülkelerde türbanlı öğrenci kabul etmek, bu devletler nezdinde kabullenilmeyi de kolaylaştıracak bir saik.
İdeolojik savrulma, dün yaşadıklarını reddetmenin ötesinde düşman etti bunları. Y. ŞAFAKın sarık-cübbe düşmanlığı da buradan kaynaklanıyor. 28 Şubatçıların bile artık uğraşmadığı bilakis nefret etseler bile alay etmediği İslami değerlere rahatça düşmanlık sergiliyor İmansız İslamcılar. Zira, “Biz sizdeniz, Biz de sizden” çığlıklarıyla yaranmaya, zararsızlıklarını göstermeye çalıştıkları Batılılardan hiçbir farkları yok! Artık, Anadolu’ya yabancılaşmış olarak bakıyorlar. Dün, SÜTÇÜ İMAMdan ideolojik keyfiyetten uzak tekerleme halinde bahsedenler, artık O’nun kurtuluşu Müslüman kadının örtüsüne saldıranlara müdahale etmesi neticesi gerçekleştiğini unutmak istiyorlar. Dün, yaşadıkları hal, unutulması gereken “kötü” ve “yanlış” hatıralardan ibaret. Hatırlamalarına sebeb olanlar ise, en büyük DÜŞMANları. Dün demokrasi ve insan haklarını islamın hakimiyetini tesis etmek üzere “kullanma”ya çalışanlar, bugün bu doktrinlere esir olmuş vaziyette. Dönüşüm, tam manasıyla gerçekleştiği için de bütün bu “kul” icadı anlayışlarla İslami değerlere hücum ediyorlar.
Zorla başı açılan kadının şahsiyetinin ezileceği aşikar. Böyle bir kadının çocuğunu daha da ezik yetiştirmesi kaçınılmaz. İzzeti yok edilmiş ferdlerden müteşekkil bir toplum ise, batıcı hayat tarzının istediği yalnız dünya zevkleri için yaşayan, vicdansız HAYVANLARdan ibarettir. Burada, türbana saldıranlarla TELEGRAMı yapanlar arasındaki paralellik görülebilir. Her ikisi de aynı cenahın iki farklı yüzü olarak tek bir şeye SALDIRIYOR; o da GERÇEK İNSAN SOYU…Türban mevzundaki telegramın farkı ise, operasyonun kıstırılmış şahıslar üzerinde değil de tüm topluma yapılmasıdır.
RTE’nin bütün bu gelişmeler neticesinde, flu bir tavır takınması da yabana atılacak bir şey değil. GİZLİ GÜNDEMİ var ZANNI-VEHMi ile destekleyen oy sağmalı Müslümanları “uyandıracak” her türlü söylem tezgahı bozacağı için tehlikeli. Zaman içinde yedire yedire Müslümanları dönüştürmekten alıkoyacak çıkışlara göz yumulamazdı. Eğer, kimilerinin söylediği gib RTE samimi olsa, yekten, -kendilerinin yapmayacağını belirterek de olsa- ilkokuldaki kızlarında örtünmeden sorumlu olduğunu söylemesi gerekirdi. ŞİMDİLİK, Müslümanların hazır olmaması sebebiyle ZAMANSIZ çıkışları hafifletecek bir tavır aldı yalnızca.
Ah!. Keşke…Bir on beş yaşına dönebilse… | |
| | | Erhan Eren
Mesaj Sayısı : 76 Reputation : 0 Kayıt tarihi : 17/05/09
| Konu: Geri: HAÇLILARIN UÇ KOLU AKP Salı Kas. 16, 2010 12:39 pm | |
| rdoğan, Mihrimah Sultan Camisi'ni ibadete açtı aa - 15.11.2010 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Vakıflar Genel Müdürlüğünce restorasyon çalışmaları tamamlanan Edirnekapı Mihrimah Sultan Camisi'ni öğlen namazını kılarak hizmete açtı. Açılışa, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Devlet Bakanı Hayati Yazıcı, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ile Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir de katıldı. Namazın ardından cami önünde toplanan vatandaşlara hitap eden Erdoğan, Mihrimah Sultan Camisi'nin farklı bir yeri olduğunu, imam hatip lisesinden arkadaşı olan ve bu camide daha önce imamlık yapan İsmail Biçer'i rahmetle andı. 11 yıllık restorasyondan sonra sadece caminin restorasyonunun bittiğini dile getiren Erdoğan, '' Üzüldüğümüz şudur: Kanuni Sultan Süleyman'ın kızı Mihrimah Sultan ebediyete intikal ettikten sonra, onun anısına Mimar Sinan tarafından 1562-1565 yılları arısında 3 yılda yapılmış. Ama şimdi biz 11 yılda restorasyonunu yapıyoruz fark bu. Ne yazık ki ileri gitmiyoruz, geri gidiyoruz. İleri gitmek için şimdi biz Anadolu yakasında şöyle bir Süleymaniye Camisi'ni kısa zamanda bitirmeyi hedefliyoruz'' dedi. Erdoğan, Mihrimah Sultan Camisi'nin cami kısmının restorasyonunun bittiğini, gerek medrese kısmı, gerek hamam, sübyan mektebiyle alakayı proje onaylarının yeni hallolduğunu ve oraları da süratle bitireceklerini söyledi. Caminin restorasyonunun bu kadar hassas ve güzel yapılmasının kendilerini onurlandırdığını ifade eden Erdoğan, çevrenin Mihrimah Sultan Camisi'ne yeniden kavuşmasının kendilerini huzurlu kıldığını kaydetti. Erdoğan, yarın sabah da uzun yıllar restorasyonda olan Süleymaniye Camisi'nin açılışını, Süleymaniye'de bir bayram sabahı edasıyla gerçekleştireceklerini söyledi. Süleymaniye'nin de inşasında çok ilginç anlar olduğunu, uzun yıllar süren inşaatın kalan kısmının bitirilmesinin Kanuni Sultan Süleyman'ın fermanıyla gerçekleştiğini anlatan Erdoğan, ''Bu restorasyon şimdi bize, hükümetimize nasip oldu. Gayet güzel bir şekilde bitirildi. Yarın açılışını yapacağız. Diğer tarafta külliyenin restorasyon çalışmalarını da hızla devam ettiriyoruz, onları da bitireceğiz. Fatih'in restorasyonu devam ediyor. Valide Sultan'ın restorasyonu devam ediyor. Karşı taraftaki Mihrimah Sultan'ın restorasyonu devam ediyor. Aynı şekilde Sultanahmet'in külliyesi içindeki bazı kısımların restorasyonu devam ediyor. Ecdat yadigarı bu eserleri inşallah hem bugüne, hem geleceğe taşımanın sorumluluğu içinde adımlarımızı atıyoruz'' dedi. Erdoğan, kısa süre önce Bülent Arınç'ın açılışını yaptığı Yavuz Selim Camisi'nin de bu bölgede önemli özelliği olan ve sütunları olmayan dört duvar üzerine kubbenin inşa edildiği nadide eserlerden biri olduğunu ve belki de İstanbulluların çoğunun bu camiyi bilmediğini söyledi. Bu caminin de muhteşem bir sanat eseri olduğunu vurgulayan Erdoğan, Haliç'e nazır, sanat noktasında büyük öneme sahip bu caminin de şu anda Müslümanların hizmetine sunulduğunu belirtti. Erdoğan, ''Ülkemize, milletimize Mihrimah Sultan Camisi hayırlı olsun. Emeği geçen kardeşlerime teşekkür ediyorum. Milletimize ülkemize hayırlı olsun'' diye konuştu. Erdoğan, Kurban Bayramını da tebrik ederek, ''Milletimizin birlik beraberliğine, İslam aleminin birlik beraberliğine, tüm insanlığın da barışına vesile olmasını temenni ediyorum'' dedi. [img] http://medya.zaman.com.tr/2010/11/15/erdogan.jpg[/img] | |
| | | Erhan Eren
Mesaj Sayısı : 76 Reputation : 0 Kayıt tarihi : 17/05/09
| Konu: Geri: HAÇLILARIN UÇ KOLU AKP Salı Kas. 16, 2010 12:43 pm | |
| Bursa'nın Ayasofyası Kilise oldu Ayasofya Camii'nde Hıristiyanların ayin yapmasına izin verildi
Paylaş | 28 Ekim 2010 Perşembe - 16:35
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, 7 yüzyıl ibadet edilen Ayasofya Camii'nde Hıristiyanların ayin yapmasına izin verdi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü; Bursa'nın İznik ilçesinde bulunan, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün cami olarak tanımladığı Ayasofya'yı resmi yazışmasında kiliseye çevirdi ve 7 yüzyıl ibadet edilen Ayasofya Camii'nde Hıristiyanların ayin yapmasına izin verdi.
Ayasofya Camii, kilise olarak kullanılmakta iken, Osmanlı Devleti, fetihten sonra camiye çevirmek için bedelini ödeyerek satın almış, bu amaçla kullanılmak üzere Mimar Sinan tarafından gerekli değişiklikler yapılarak tamir edilmişti. Ayasofya, tapu, imar ve eski eser kayıtlarında cami olarak kayıtlı bulunuyor.
ALMANLAR İSTEDİ
Alman yetkililer; Federal Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulf ve eşinin Türkiye'yi ziyaretlerinden önce St. Paul Kilisesi'nde ayin yapılması konusunda Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan izin istedi. Bakanlık, söz konusu talebi inceledi ve 20 Ekim 2010 tarihinde Alman yetkililere bilgi yazısı gönderdi. Bakanlık, Bursa ili İznik ilçesindeki Ayasofya Kilisesi'nin, ayin yapılmasına izin verilen mekanlar olarak belirlendiğini açıkladı!
BAKANLIK AYASOFYA'YI KİLİSE YAPTI!
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdür Yardımcısı Abdulkadir Karaoğlu, tarafından gönderilen yazıda, şöyle denildi: “Ülkemizdeki bazı kutsal mekanların inanç turizmi kapsamında Hz. İsa'nın doğumunun 2000. yılı münasebetiyle hac yeri olarak tanıtılması ile ilgili olarak (...) kurumlara bildirilmiştir.
Bu doğrultuda kültür turizminin yanı sıra alternatif olarak inanç turizminin de geliştirilmesi amacıyla Dışişleri Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve bakanlığımızca konu ele alınarak İzmir İli Selçuk ilçesindeki Meryemana Kilisesi ile St. Jean Bazilikası, Kapadokya'daki Derinkuyu Ortodoks Kilisesi, Kaymaklı Kilisesi, Göreme Kılıçlar Kilisesi, El Nazar Kilisesi, Ürgüp Mustafa Paşa Konstantin Eleni Kilisesi, Avanos Dereyamanlı Kilisesi, Antakya'daki St. Pierre Kilisesi, Antalya ili Derme beldesindeki St. Nikola Kilisesi (Noel Baba Müzesi) Mersin İli Tarsus ilçesindeki St. Paul Kilisesi, Isparta ili Yalvaç ilçesindeki St. Paul Kilisesi, Manisa ilindeki Sardes Örenyeri, Bursa ili İznik ilçesindeki Ayasofya Kilisesi ve Konsül Sarayı ile Denizli ili Laodicea'daki kiliseler gerekli bakım, onarım, düzenleme ve restorasyon çalışmaları yapılarak, ayin yapılmasına izin verilen mekanlar olarak belirlenmiştir. Söz konusu mekanlarda ilgili valiliklerden önceden izin alınması kaydıyla ayin, dua, dini içerikli sempozyum vb. gibi etkinliklerin düzenlenmesi uygun görülmektedir.”
KAYITLARDA CAMİ Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın kilise olarak tanımladığı Ayasofya, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün mülkiyetinde bulunuyor. Dönemin Vakıflar Genel Müdür Yardımcısı Ruşen Balta, Ayasofya Camii'nin müze olarak kullanılmak üzere Kültür Bakanlığı'na tahsisine onay vermemişti. Ruşen Balta, 13 Şubat 1995 tarihli yazısında, söz konusu alanın tapu, imar ve eski eser kayıtlarında cami olarak kayıtlı bulunduğuna dikkat çekmişti.
Söz konusu yazıda; 2762 sayılı Vakıflar Kanunu'nun 10 maddesinde; tahsis edildikleri maksada göre kullanılmaları gerektiğine dikkat çekilerek, “Bu bakımlardan, söz konusu Ayasofya Camii'nin müze olarak kullanılmak üzere Kültür Bakanlığı'na tahsisi mümkün olamamaktadır” denildi.
TAPU SENEDİNDE DE CAMİ Ayasofya Camii; Bursa'nın İznik ilçesi Mahmut Çelebi Mahallesi ****** Kılıçaslan Caddesi'nde yer alıyor ve tapusu 1331 yılında kurulan Orhangazi Vakfı'na ait... Tapu senedinde, söz konusu alanın niteliği, “Ayasofyayı Sağir Cami ve Arsası” olarak gösteriliyor.
| |
| | | Erhan Eren
Mesaj Sayısı : 76 Reputation : 0 Kayıt tarihi : 17/05/09
| Konu: Geri: HAÇLILARIN UÇ KOLU AKP Salı Kas. 16, 2010 12:48 pm | |
| Bu iki haber AKP'nin münafıklığının tescil edilmesidir..Bir taraftan utanmadan cami açılışını siyasî ranta çevir öbür yanda fetih remzi camiyi kiliseye yap..Hâlâ bunların dışkısında çekirdek arayanları Allah bildiği gibi yapsın! | |
| | | INSAN
Mesaj Sayısı : 892 Reputation : 33 Kayıt tarihi : 17/05/09
| Konu: Geri: HAÇLILARIN UÇ KOLU AKP Çarş. Kas. 17, 2010 12:52 am | |
| | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: HAÇLILARIN UÇ KOLU AKP Cuma Kas. 19, 2010 6:57 pm | |
| Nihal Bengisu Karaca nbkaraca@htgazete.com.tr Hayrünnisa Gül ve Tevhid-i Tedrisat 19 Kasım 2010 Cuma, 12:29:11 HAYRÜNNİSA Gül, "İlköğretimde başörtüsü olmaz, o yaşta bir çocuğun kendi isteğiyle başını örtmesi mümkün değil, böyle bir şey varsa cehalettir, o cehaleti de gidermek zorundayız" gibi bir cümle sarf etti ve o gün bugündür hakaret işitmekte. Özgür-Der, kendisini pudra ile beyazlaşmaya çalışan zencilere benzetti ve Hayrünnisa Gül'ün "aşağılık kompleksi"nden mustarip olduğunu buyurdu. 17 Kasım'da Taraf Gazetesi'nde bir yazısı yayınlanan Nezir Akyeşilmen isimli kişi ise Hayrünnisa Gül'ü ve dahi onun gibi düşünenleri "Nevzat Tandoğan" ile aynı kefeye koyuyordu. Beyaz Müslümanların buyurganlıklarından bahisle aynı noktaya temas ediyordu: Aşağılık kompleksi. Oysa Hayrünnisa Gül'ün söyledikleri yeni değildi. Hepimiz üniversitelerde ve dahi kamusal alanda başörtüsü serbestliğini savunurken yıllarca şunu söyledik: Aile dayatması nedeniyle başını örten kadınlar olabilir. Ama milyonlarca kadın da kendi isteğiyle örtünmüş bulunuyor. Üniversite çağına gelmiş yahut çalışma hayatına atılmak isteyen yetişkin bir kadının Anayasa tarafından güvence altına alınmış dinini yaşama ve gereğini yapma hakkı engellenemez. Anahtar nokta "özgür irade" idi; demek ki Hayrünnisa Gül, "özgür irade"nin çaptan düştüğünü kaçırmış. Sonuç: Hanımefendi'nin Çankaya'da oturmasından epey mustarip olmuş çevrelerden destek gelmedi, onlar sessiz kaldılar. Hanımefendi'nin Çankaya'ya çıkmasını hayat memat meselesi addedenler de bu "modernist" tavır karşısında öfkelendiler ve Hayrünnisa Gül'e ayar vermeye çalıştılar. Kemalist duyarlılıklar ve baskıcı laiklik taraftarı olan çevrelerin kendi içlerinden çıkan farklı görüşlere uyguladığı mahalle baskısı bildiğimiz bir konu da; "ileri demokrasi" fikrine tutunmuş yeni aktörlerin aralarındaki farklı fikirlere muamelesi böyle mi olmalı? Kusura bakmasınlar ama ilköğretim okulundaki bir kız çocuğunun başını örtmesi durumunda yaşayacağı sorunları, baskıları düşünüp bu konuda ısrarcı bir tutum içine girmekten kaçınmak için beyaz, jakoben, modernist, kompleksli filan olmak gerekmiyor. Duyarlı olmak yeterli. Elbette 13 yaşındaki bir kız da kendi isteğiyle örtünebilir, ama ya istemiyorsa? İstemiyorsa eğer, hasbelkader laikçi hassasiyetlerle yetişmiş başka aile çocuklarının baskısına ve dahi öğretmenlerinin sataşmalarına direnirken nereden güç alacak? Kendisini hangi duygu durumu ile dik tutacak? Ben ilköğretim okulu kapılarındaki babaları provokatör olarak görmüyorum ama o babaların ve Hayrünnisa Gül'e ağır tepki içinde olanların bu ve bunun gibi sıkıntılar konusunda nasıl bu kadar müsterih olabildiklerini anlamıyorum. Kaldı ki ortada derin bir çifte standart var; daha önce de sormuştum: Dinen yetişkin sayıldığı için başını örtmek durumunda olduğunu düşündüğünüz kızınız, yetişkin sayılmanın getirdiği diğer sonuçlardan faydalanmak istediğinde ne yapacaksınız? "Otur aşağı, kanunlara göre sen 18 yaşına gelene kadar yetki bende" diyeceksiniz, o zaman da sizin "modernistliğiniz" tutacak; kendinize de "pudra sürmeye çalışan zenci" ifadesini yakıştırabilecek misiniz? Ayrıca Tevhid-i Tedrisat Kanunu kalktı da Hayrünnisa Gül'ün haberi mi yok? Hiç lamı cimi yok. İlköğretimde başörtüsünü mümkün kılabilmenin yolu direkt, cepheden Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nu muhatap almayı gerektirir. Din eğitimi ağırlıklı ilköğretim okulları artı liselerin açılmasını, yahut halen varolan Anadolu imam hatip liselerinin güçlendirilmesini, üniversite yolunun açık olduğu yeni eğitim standartlarının gel işti ril meşin i gerektirir. Bu mesele, çocuğunu kendi inanç ve dünya görüşü çerçevesinde yetiştirme hakkı bulunan ebeveynlere verilmiş bir haktan neşet ediyorsa ve "ebeveynler arasında tevhit" sağlanamıyorsa, kafa yorulacak mevzu Tevhid-i Tedrisat meselesidir. Devlet okuluna başörtüsüyle giren çocuğun, dolduruşa gelen diğer ailelerin çocukları tarafından maruz kalacağı muameleyi dert edenlere saldırgan bir dille mukavemet edenler, asıl enerjilerini Tevhid-i Tedrisat'ı tartışmaya versinler. Değiştirilmesinden doğacak sakıncaları ve bu sakıncaların nasıl izale edileceğini de bir zahmet unutmadan... | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: HAÇLILARIN UÇ KOLU AKP Cuma Kas. 19, 2010 7:08 pm | |
| İşte, kafa karışıklığına güzel bir misal, neyi nereye koyacağını bilememeye.
Temel mesele, bağımsızlık, bunu gözden kaçırdıktan sonra, her şey birbiirine karışır.
Hayrünnisa, işbirlikçiliği temsil eder, muvazaacılığı...
Muvazaacılık, tamamıyla değiştiremiyorsan iktidara gelmeyecek, tam oluşun yolunu kesen olmayacaksın. Üstad'ın, Erbakan'a, "Daima muhalefette kalacaksınız, bütün olmayaışları ordan göstereceksiniz" dediği dava.
Başörtüsü davası, Fetullah iblisinin, "başınızı açıp" girin dediğinde bitmişti. Diğer cemaat önderleri de buna karşı koyamadılar, dik duramadılar. Can verme pahasına da olsa gerekeni yapmadılar. Onlara ümit bağlayan milyonların vebaliyle, bakalım ne yapacaklar?
Şimdi, AKP iktidarıyla birlikte, bazı çıkışlar oluyor gözükse de, bu çıkışların değeri bir tarafa, belirleyici olmaz.
Zaten Hayrunnisa da tavrını tağuttan yana koymuş, tağut kendileri. Kocası da desteklemiş...
Çocuğun örtünmesi meselesine gelince.
hani, normal değil demeye getirmişler ya, evet, normal olmayan normal gibi cari olunca, normal olan, normal olmuyor. Pratikte bu durumu ifade etmek, bunda iyi niyet aramak, ancak iktidara gelme muvazaacalığını reddedip, aslı gözetmekle geçerli bir niyete dair olabilir. Yoksa mevcudu meşrulaştırmaya dair olunca, olmaz, şirk olur, tağut olur.
| |
| | | | HAÇLILARIN UÇ KOLU AKP | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|