AKINCILAR AKINCILAR FORUM |
|
| DEVRİM VE SAVAŞ SÜRECİ | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: DEVRİM VE SAVAŞ SÜRECİ Ptsi Nis. 05, 2010 8:01 pm | |
| A.Mümtaz İDİL 04.04.2010
Faust, herkesin bildiği gibi, Goethe’nin ünlü tiyatro eserindeki kahramandır. Belli pazarlıklar karşılığı ruhunu Mephisto’ya, yani şeytana satan, ama sonunda kurtuluşu kendini öldürmekte bulan bir doktorun öyküsüdür. Goethe’nin, kendinden önce de birkaç kez ele alınan bu öykü, her dönemde ruhunu şeytana satanların trajedisi olarak dünya edebiyatında tartışmasız yerini aldı. Bunun çok basit bir nedeni vardı: Faustlar asla eksilmiyor, daha da kötüsü giderek artıyordu. Az ya da çok, hayatında herkes Mephisto ile mutlaka bir pazarlığa girmiştir. Aksi düşünülemez. Goethe, insanın her zaman tutkularının esiri olabileceğini eserlerinde işlediğinden, Faust ile Mephisto arasındaki alışverişte insanın mutlaka kaybedeceğinden yola çıkarak, dikkati “şeytanla pazarlığın” dışına çekmeye çalışmıştır. Yani, “eğer şeytanla pazarlığa girdiyseniz bunun bir bedeli olduğunu da kabul etmek zorundasınız,” temasını işlemiştir. Türkiye şu anda, sayısı artık yüzleri bulan Faustlar tarafından kuşatılmış durumdadır. “Yandaş” diye adlandırılan ve ülkenin gidişinin iyi olmadığını gördüğü halde, bedelini çoktan aldığı ve sözleşmesini imzaladığı bir çıkar uğruna, Mephisto’nun dediğini yapmakta, sözünden bir adım bile dışarı çıkmamaktadır. Mephisto’ya daha da fazla yaranabilmek için, kendisine yüklenen “görevi” aşan bir çaba içinde bulunanlar da az değildir.
Goethe’nin Faust adlı trajedisine konusunu kendisinden tam yüz yıl önce doğmuş olan ve dünya edebiyatının en büyüklerinden biri sayılan, ünlü İngiliz yazar Christopher Marlowe’dan aldığı bilinmektedir. Otuz yıllık yaşamının son yedi yılında yazmaya başlayan ve yazdıklarıyla kendisinden sonraki kuşağı, özellikle de yaşıtı sayılan William Shakespear’i derinden etkileyen Marlowe’un, “The Tragical History of Dr. Faustus” adlı tiyatro eserinden yola çıkan Goethe, belki de bu “nihilist” yazarın ulaşmayı amaçladığı hedefleri çoktan aşarak, günümüze kadar kahramanını sürüklemeyi başarmıştır. Çünkü Goethe de bilmektedir ki, dünyadaki Faustlar hiç eksilmeyecek, hatta artarak varlıklarını şeytana adamayı sürdüreceklerdir. Zaten insanlık tarihinin yakasını hiç bırakmayan “mephistolar,” sayesinde Marlowe’un, Goethe’nin ve son olarak da Thomas Mann’ın ele aldığı Dr. Faustuslar trajedisi unutulmamıştır ve insanlık var olduğu sürece de yaşayacaklardır. Nitekim, Türkiye hiç bir döneminde olmadığı kadar Faustların varlığını ağır ve yok edici biçimde yaşamadı. Ne Ali Kemal’ler bu dönemin Faustlarına yaklaşabildi, ne Fetret dönemi böylesine ağır bir katliamı, kardeşin kardeşi boğazlamasını yaşamadı. İhanet diz boyu... Fasutları numaralamaya kalksak, geçtim kurşun kalemi, tükenmez bile tükenir. Öylesine çoğaldılar ki, Türkiye tarihi bunu ileride “kara liste” olarak yayımlayacaktır. Sonuç ne olursa olsun... Hangi rejim Türkiye’ye egemen olursa olsun, fark etmeyecek ve Faustlar tek tek tarih önünde yargılanacaklar... Ne ceplerindeki dolarlar onları kurtaracak tarihin azgın sayfalarından ne de “nedamet” çığlıkları. Dr. Faustus trajedilerinde Mephisto bellidir. O da Tanrı ile pazarlığa girişmiştir. Ama günümüz Mephistosu veya Mephistolarının kimliği ve sayıları belli değildir. Belli olan, onların Tanrı ile değil AB ve ABD ile pazarlığa oturmuş olmalarıdır. Tanrıları bellidir. Kurbanlarını da, bu güçlerden aldıkları “varlıklar ve vaadlerle” yanlarına çekerler. Goethe’nin “Faust”unun giriş bölümü, Tanrı ile Mephisto arasındaki o ünlü diyalogla başlar. Tanrı melekleri ile konuşurken, araya Mephisto girer ve Tanrı’nın kendisini melekleri kadar sevmemesinden yakınır. Tanrı ise onu hep kötülükleri konuşmakla suçlar. Kelime kelime olmasa da şuna benzer şekilde sürer diyalog: Mephisto: Hayır yüce Tanrı! Ama yeryüzünde sefalet, alçaklık, nefret, intikam, zulüm sürdükçe, insanlar benden kurtulamazlar. Tanrı: Ben onları bir çeşit sınavdan geçiriyorum. Mephisto: Onlar da hep sınıfta kalıyorlar. Tanrı: Faust’u tanıyor musun? Mephisto: Şu doktoru mu? Tanrı: Evet, benim saygın kulumu! Mephisto: Demek ona güveniyorsunuz? Eğer izin verirseniz, kendi yöntemlerimle bu adamı nasıl yolundan saptırdığımı göreceksiniz. İşte olay bu neredeyse insanlık utancı olan diyalogla başlar ve devam eder. Kuşkusuz, Mephisto dediğini yapacak, insanlık da edebiyat tarihinin en trajik kahramanlarından birini kazanacaktır. Burada şeytana mı teşekkür etmek gerekir, Fausta mı, bu da ayrı bir tartışma konusu kuşkusuz... Tanrı ile Mephisto arasındaki iddialaşmanın sonunda, üç büyük meleğin koro halinde söyledikleri ise durumu daha da vahimleştirip, traji-komik hale çevirmektedir: “Ey Tanrının kulları! Tanrıdan asla umudunuzu kesmeyin. O sizlere annelerinizden daha sevecendir. Belaları ve şeytanları size acı çektirmek için değil, bulunduğunuz konumu yüceltmek için yaratmıştır.” Faust’un Mephisto ile anlaşmasının temelinde “zevk” yatmaktadır. İnsanoğlunun dayanamadığı konuların en başında gelen özelliklerinden biri yani... Anlaşmanın özeti de şöyledir: “Eğer rahatlayıp köşeme çekilirsem, bu benim sonum olsun. Kendimden hoşlanmamı sağlayacak kadar bana dalkavukluk edip beni kandırırsan, beni zevkle aldatabilirsen, bu benim son günüm olsun. Bir an, çok güzelsin dersem, beni zincire vurabilirsin. O zaman mahvolmaya razıyım.” İmza, Dr. Faust... Bu “sıkı” anlaşmanın insanlığa öğrettiği en önemli kurallardan biri, insanın ruhunu şeytana bir kere satmasıyla binlerce kez satması arasında hiç fark olmadığıdır. İnsanlık tarihi kadar eski olan bu kural, Tanrılar katında genelleştirilmiştir. Her kötülüğün ilk adımının zor olduğu, ilk cinayeti, aldatmayı, sömürmeyi, kaytarmayı, kara yalanları, rüşveti, hırsızlığı vb., başarabildikten sonra, gerisinin kendiliğinden geleceği, aritmetik dizi hızıyla artacağı anlatılmaktadır. Evet, bu kadar basittir konu, ama insanın burnunun ucunu görmekte her zaman çektiği zorluğu Goethe yüz yıldan fazladır anlatıp durmaktadır. Çünkü birinci hata eğer tatlı sonuçlandıysa, ikincisi yinelenecektir. Yok eğer başarısızsa, birincinin hatasını örtmek için ikinci denenecektir. Ta ki, yıkım gelene kadar... Kumar makinelerindeki ilk kolu çektikten sonraki kazanma hırsıdır şeytan, ya da “geceden kalma”nın sarhoşluğunu atmak bahanesiyle sabahın köründe içilen bir duble içki ya da önce iş gezileriyle başlayan “kaytarmaların” eve hiç dönmemeleriyle sürmesi, yerine konmak üzerine alınan bir “değerin” artık yerine konmamak üzere alınmaya başlaması ya da ne bileyim, hiç gereği yok gibi görünürken, insanın kendini olduğundan farklı göstermeye çalışmasıdır şeytan... Ya da bile bile ülke bütünlüğünün ayaklarının altından kayıp gitmesiyle cebindeki dolarların artması arasında sıkışıp kalmış düşüncedir Mephisto... Kendini kandırmaya bahane bulmaktır. Yalan olduğunu bile bile doğru gibi yazmaktır. İnancı ile düşüncesi arasınndaki tercihi kullanamamaktır... Arafta kalmaktır. Masum beyaz yalanların, koyu karanlık çukurlara çekilmesidir. Ama ne yazık ki, sayılarının çokluğu nedeniyle, Goethe’nin masum Dr.Faustus’u kadar büyük bir onur beklememektedir onları. Pişmanlık ve bunun bedelini ödemek asla söz konusu değildir. Dünya, bu dünyanın nimetleriyle tüketilmelidir. Bunun maddi karşılığı, manevi tüm karşılıkların ötesindedir. Dinci sömürü de budur. Mephisto ile kol kola dans ederken, inanan insanların başlarını “semaya” çevirmesini öğütlemektir.
Kaynak: Odatv
[quote]Dinci sömürü[/quote] Eksik bırakmış, simetrisinde Kemalist sömürüyü unutmuş.
En son AZYA tarafından Paz Mart 13, 2011 1:07 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Operatör Olarak İşsizlik - BÜLENT ESİNOĞLU Ptsi Nis. 05, 2010 8:42 pm | |
| Operatör Olarak İşsizlik
BÜLENT ESİNOĞLU
Operatör Latince kökten geliyor. Operasyon yapan insan veya araç için kullanılıyor.
Matematikte (+) işareti, ya da (–) işareti bizim bir operasyon yapmamıza yardımcı olur. Toplama işareti (+) iki sayıyı toplamıza yarar. Yani toplama operasyonunu yaparken kullandığımız bir operatördür.
Türkçede işlem yapmaya yarayan şey.
CIA’nin yaptığı operasyonlar derken, CIA’nin operatör olduğunu kast ediyoruzdur.
Bizde operasyon, ameliyat yapma işinde kullanılıyordu. Ama Amerika ile birlikte yaşaya geldiğimiz süreçte operasyon tabiri zihnimize iyice yerleşti.
Derdim, matematik bilgiçliği değil. İşsizliğin kapitalist ekonomik yaşamın bir operatörü olduğunu anlatmaktır.
İşsizlik olmaz ise zengin olmaz. Zenginin daha da zenginleşmesi için işsizlik şarttır. İşsizlik çoğaldıkça, ücretler düşer. Sonunda karın tokluğuna çalışmaya razı olan kişiler ortaya çıkar. Yani emeğin ucuzlaması, işsizliğin varlığına bağlıdır.
Bu anlamda zenginin zenginleşme operatörü işsizliktir
Dolayısı ile zenginin işsizlik diye bir sorunu olmaz. Hatta işsiz sayının çoğalması onun daha zengin olması demektir.
Sistem işsiz üretecek ki, emek ucuzlasın. Diyeceksiniz ki emek ucuzlayınca, ürünün içindeki emeğin payı azaldığından üründe ucuzlar. Ama ürünün içindeki sermayenin payı ucuzlamaz.
Gelir dağılımı bu sebepten gittikçe bozulur. 28 dolar milyarderi ortaya çıkar. Milyarder bir artarken işsiz sayısı bin artar.
Sermaye işsizlik operatörünü kullandıkça işsiz sayısı artar. Sermayenin kazancını artırmak, işsizliği artırmaktır.
Zenginden yana olan iktidarların işsizlik diye bir sorunu yoktur. Yetkilerini artırmak istemeleri, yanlarında oldukları zenginleri daha kolay zengin yapmak içindir. Anayasal yetkiler artarsa işsizlikte artar.
Peki, bu kader midir? Bu sistemden şu veya bu şekilde çıkar sağlayan için kaderdir.
Buna karşı koymak ve mücadele etmek ise yepyeni bir dünyadır. İşsizliğin olmadığı bir dünyayı hayal etmek bile bir dünyaya bedeldir.
5.4.2010, | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Emperyalizmin Verdikleri İle Düşünmek - BÜLENT ESİNOĞLU Ptsi Nis. 05, 2010 8:50 pm | |
| Emperyalizmin Verdikleri İle Düşünmek
BÜLENT ESİNOĞLU
Emperyalizmden doğrudan nemalananlara söyleyecek sözümüz yok. İhanetlerinin ücretini almaya devam edecekler.
Sözümüz, Batıdan parasal olarak beslenmeyen, ancak, emperyalizmin verdikleri(bilgi, görgü) ile düşünenleredir.
Bakan hayati Yazıcı, Özal alışırlar demişti, alışacaklar demiş.
Neye alışacağız? AB-D emperyalizminin köleliğine alışacağız.
Onların verdikleri ile düşünmeye devam edersek, onların menfaatlerini kendimizin menfaati gibi görürüz.
Peki, onlar gibi düşünmemek için ne yapmak gerek?
Çok basit! Emperyalizmin varlığını hissetmek, yapıp ettiklerine, bu bir emperyal olgu mu, yoksa olması gereken mi diye bakılmalıdır.
Emperyalizmi görmeden, dünyayı ve Türkiye’yi görmek olası değildir. Aksi takdirde kendimizi entelektüel sanıp, hatta solcu sanıp atıp tutar, mangalda kül bırakmayız.
Düşmanın yapıp ettiklerini doğru gibi algılamak, doğruyu düşünememe demektir.
Bu nasıl başlar? Önce emperyalizm sözcüğünü korkmadan söylemek ile başlar. Emperyalizme emperyalizm diyemeyenler,emperyalizmi uluslar arası ilişki sananlar, işi başından kavrayamayanlardır. Veya iyi emperyalizm, kötü emperyalizm olur sananlardır. Ya da Amerika’nın bir zamanlar, komünizmi sınıflandırırken, süper komünizm kavramını icat ettiği gibi…
Peki, emperyalizm sadece düşüncede kavranarak öğrenilen bir şey midir.
Hayır.
Yaşayarak öğrenilendir de…
Emperyalizm 1950-60’lı yıllarda, bizden istediği, sadece komünizme karşı olmamız ve onunla mücadele etmemizdi.
Şimdi ise bizden istediği, müttefiklik falan değil. Teslim olmamızdır. Köleliktir.
Yoksa altmış yıldır, Türk hükümetleri ve kurumlarımız AB-D’ye hizmet ede geldiler. Şimdi istenen ise sadece teslimiyet değil, onların kölesi olmamızdır.
Onlar için savaşmak, onlar için ülkeyi parçalamak, onlar için Rusya ve Türkî cumhuriyetlerle ilişki kurmak. Onlar için olması gereken her şey olmak.
Yani Türk ulusunun kendine ait bir varlığı olmasın demektir.
Şimdi Anayasayı değiştirmek isteyenlerin, ileride belediye başkanlarını değiştirmek isteyip istemeyeceğinin teminatı yoktur. Eğer Anayasa onların istediği gibi değişirse, AB hukuku Türk hukukunun üzerinde olacaktır. Çünkü hukuk dediğiniz şey AB’nin verdiği talimatlar olacaktır.
Her dayatma bir dayanışmayı yaratır. Her olayda saflar yeniden belirlenir. Eskiden onların yanında olanlar, şimdi onlara karşı, eskiden bizden olanların onlara katılması mücadelenin karakterindendir.
Her olayda, mesela, son anayasa değişikliği dayatmasında, saflar yeniden belirlenecektir. Onların içinden de emperyalizmin dayatmalarına hayır diyenler çıkacaktır. Tıpkı Bir Mart teskeresinde olduğu gibi.
Bozula düzele bu mücadele bir yoluna girecektir.
Sonunda herkes emperyalizme emperyalizm diyecektir.
1.4.2010 | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Bodrum'da ABD savaş gemisine protesto Salı Nis. 06, 2010 12:12 am | |
| Bodrum'a ziyaret amacıyla gelen Amerikan savaş gemisi ''USS John L. Hall''i protesto etmek isteyen bir grup, polis tarafından engellendi. 05 Nisan 2010 Pazartesi, Bodrum Yurttaş İnisiyatifi üyesi yaklaşık 20 kişilik grup, 136 metre uzunluğunda ve 14 metre genişliğindeki Amerikan savaş gemisi USS John L. Hall'in demirli bulunduğu Bodrum Gemi Yanaşma İskelesi'ne 30 metre mesafede toplandı. Ellerinde, üzerinde ''Küresel saldırı, küresel direniş'', ''Susma haykır halklar kardeştir'' gibi dövizler taşıyan gruptakiler, geminin demirli bulunduğu bölgeye yürümek isterken polis tarafından durduruldu. Bu arada gruptakilerden bazılarının yaktıkları meşaleler de polisin uyarısı üzerine söndürüldü. Polisin ''Gece basın açıklaması yapmak suçtur, lütfen dağılın'' sözleri üzerine, Bodrum Yurttaş İnisiyatifi Sözcüsü Ayhan Karahan ve polis arasında tartışma yaşandı. Karahan, gazetecilere yaptığı açıklamada, protesto gösterini yarın saat 11.00'e ertelediklerini ifade ederek, ''Amerikalılar denizin üzerine yüzer disko kurmuşlar, buna nasıl izin verirler. Yarın saat 12.00'de buradan ayrılacaklar. Onlar gitmeden biz kapılarına dayanacağız'' dedi. Gruptakiler daha sonra dağıldı. Bu arada gemiden inen bazı Amerikan askerleri Cumhuriyet Caddesi'ndeki eğlence mekanlarına gitti. | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: ABD İŞGALİ DERİNLEŞTİRİYOR Cuma Nis. 16, 2010 9:00 am | |
| [b][color:6e5f=cyan]ABD Konya ve Kayseri’de… Dışişleri bilmiyor !.[/color][/b] [color:6e5f=cyan]Birkaç yazarımız gündeme getirdi. Bir de galiba CHP’li Onur Öymen’le, MHP’li Deniz Bölükbaşı tepki gösterdi. Sonra diğer birçok önemli konu gibi iki günde buruşturulup, çöpe atıldı. Mart ayında ABD Büyükelçiliği’nin internet sitesinden yapılan “tebligat” gibi bir duyurudan söz ediyorum.[/color] [color:6e5f=#000000][justify] [/justify] [justify][color:6e5f=cyan]ABD, konsolosluğu veya büyükelçiliği olmayan bazı Türk şehirleriyle daha fazla temas sağlamak üzere “Şehir Temsilciliği” programı oluşturmuş. Bu temsilciler, “Ankara’daki Büyükelçilik’le, o illerin siyaset, eğitim ve iş önderleri arasındaki ilk teması sağlamakla” görevliymiş.[/color][/justify] [justify] [/justify] [justify][color:6e5f=cyan]Öncelikle “tebligat”taki, “Büyükelçilik olmayan bazı Türk şehirleri” ifadesine dikkat çekelim. Diplomatik kurallar değişmediğine ve sadece ülkelerin başkentlerinde büyükelçilik açıldığına göre, bu ne anlama geliyor?[/color][/justify] [justify] [/justify] [justify][color:6e5f=cyan]Uygulamanın da “tebligat”tan önce, Aralık ayında başlatıldığını, Konya, İzmir ve Kayseri temsilcilerinin atandığını kaydedelim. Konya’da Daniel Keen, Kayseri’de Sarah Borenstein görevlendirildi.[/color][/justify] [justify] [/justify] [justify][color:6e5f=cyan]Bu atamalara ulusal basınımız hak ettiği ilgiyi göstermedi, ama Konya Ereğli ve Kayseri Anadolu Haber gazeteleri, illerine gelen “temsilciyi” önemseyip, hemen röportaj yaptı. Konya Temsilcisi Keen’in, “program ve amaçları” hakkında anlattıklarından birkaç cümle aktaralım.[/color][/justify] [justify] [/justify] [justify][color:6e5f=cyan]Klasik “bağları ve iletişimi güçlendirme, ücretsiz konserler gibi kültürel faaliyetler düzenleme” söyleminin ardından, “çözüm bekleyen sorunlarla ilgilenme, bölgede yaşayan Amerikan vatandaşlarıyla görüşme”den söz ediyor. Ancak birkaç paragraf sonra, “Konya’da kaç tane Amerikalı olduğu konusunda ellerinde bilgi bulunmadığını” açıklıyor. Altı çizilmesi gereken bir şey daha söylüyor; “Türkiye çok büyük bir ülke ve ABD’ye karşı tutum açısından bölgelere göre değişen farklılıklar söz konusu. Bu program aracılığıyla, insanların ülkem Amerika’yı nasıl gördüğüne dair daha iyi bir fikir edinebilmeyi umuyoruz” diyor.[/color][/justify] [justify] [/justify] [justify][color:6e5f=cyan]Kayseri Temsilcisi Sarah Borensteins da “yıkama-yağlama” yapıyor. Ancak Türkiye’deki Amerikan karşıtlığı konusunda Keen’le çelişkiye düşüyor, “O anketlerdeki soruların kimlere yöneltildiğini merak ettiğini, zira Türklerin tanıdığı en sıcak ve dost canlısı insanlar olduğunu” dile getiriyor.[/color][/justify] [justify] [/justify] [justify][color:6e5f=cyan]Konya Temsilcisi Keen’i kısaca tanıtmam gerekiyor. Kendisi ABD Büyükelçiliği’nde Konsolos Yardımcısı, İspanyolca ve Türkçe biliyor. Buraya ilk görev yeri olan Hindistan’dan gelmiş. Yaklaşık 7 milyonluk nüfusuyla Hindistan’ın dördüncü büyük metropolü, 368 yıllık tarihi olan Chennai adlı bir şehirde konsolosmuş. Bu şehrin özelliği ise Tamil Nadu adındaki eyaletin başkenti olması!.. Bir “eyalet başkenti” konsolosluğundan, konsolos yardımcılığına, sonra da Konya temsilciliğine!.. Burada dikkat çeken bir tuhaflık, hatta bir mesaj yok mu?[/color][/justify] [justify] [/justify] [justify][color:6e5f=cyan]Türkiye epeydir yol geçen hanına döndü… O yüzden şu ana kadar anlattıklarımda bir gariplik veya olağanüstülük bulunmadığının farkındayım.[/color][/justify] [justify] [/justify] [justify][color:6e5f=cyan]Bunları anlatmadaki meramım başka. Yetkililerimizin “Şehir Temsilciliği tebligatı”na ilgisizliği karşısında, bir vatandaş olarak Dilekçe ve Bilgi Edinme Hakkından yararlanıp, Dışişleri Bakanlığı’mıza şu soruları sordum:[/color][/justify] [justify] [/justify] [justify][color:6e5f=cyan]-ABD Büyükelçiliği’nin Konya’da başlattığı Şehir Temsilciliği uygulamasının diplomasi ve hukuki statüdeki yeri, uygulamada karşılığı nedir?[/color][/justify] [justify] [/justify] [justify][color:6e5f=cyan]-Başka Büyükelçiliklerin ülkemizde buna benzer uygulaması var mı, var ise hangi şehirlerimizdedir?[/color][/justify] [justify] [/justify] [justify][color:6e5f=cyan]-Türkiye’nin herhangi bir yabancı ülkede B.elçilik ve Konsolosluğu dışında Şehir Temsilcisi var mı?”[/color][/justify] [justify] [/justify] [justify][color:6e5f=cyan]Evvela Bakanlığın Bilgi Edinme Merkezi’nin hakkını teslim edeyim. Sorularım bir-iki gün içinde ilgili genel müdürlüklere iletildi ve 15 gün gibi kısa sürede cevap geldi. Cevabın sonunda “saygılarımızla” deme nezaketini de göstermişler.[/color][/justify] [justify] [/justify] [justify][color:6e5f=cyan]Sorularımın cevapları mı? Buyurun; okuyun, öğrenin:[/color][/justify] [justify] [/justify] [justify][color:6e5f=cyan]“Konya’da böyle bir temsilcilik olduğuna dair bir bilgi bulunamamıştır.”[/color][/justify] [justify] [/justify] [justify][color:6e5f=cyan]İlgi, bilgi ve engin yorumlarınıza saygılarımla arz ediyorum efendim![/color][/justify] [/color] Müyesser Yıldız AVAZTÜRK | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: DEVRİM VE SAVAŞ SÜRECİ Paz Nis. 18, 2010 4:53 pm | |
| <BLOCKQUOTE style="TEXT-ALIGN: center; BACKGROUND: none transparent scroll repeat 0% 0%">[b][i][color:fde2=red][size=18] <BLOCKQUOTE style="TEXT-ALIGN: center; BACKGROUND: none transparent scroll repeat 0% 0%">[b][i][color:fde2=red]ABD İçin Kayseri Neden Önemli?[/color][/i][/b] </BLOCKQUOTE> <BLOCKQUOTE style="TEXT-ALIGN: center; BACKGROUND: none transparent scroll repeat 0% 0%">[b][i][color:fde2=cyan]Kayseri Anadolu Haber[/color][/i][/b]
[color:fde2=cyan][i][b](Açık İstihbarat : [/b][/i][i]ABD Büyükelçiliği yetkilisi ile yapılan görüşme, "rakı-şiş-kebap-seviyor ben çok" tadı veriyor. ABD'nin il bazında yoğunlaşan faaliyetleri ile Türkiye'nin AB süreci çerçevesinde oluşturduğu kalkınma ajansları bünyesindeki faaliyetlerin korelasyonuna dikkat edilmeli. [/i][i][b]ABD'nin bu faaliyetler ile özellikle ekonomik ve psikolojik istihbarat çalışmaları yaptığı biliniyor.[/b][/i][i])[/i][/color]</BLOCKQUOTE>[right][b][color:fde2=cyan]13.04.2010[/color][/b][/right]
[b][color:fde2=cyan]----------------------------------------------------------------------------------------------------------- ABD’nin Ankara Büyükelçiliği; Türkiye’de gelişen kentleri takip etmek ve işbirliğini geliştirmek için, “il görevlisi programı” uygulaması başlattı.[/color][/b] [justify][font:fde2=verdana, tahoma, arial, helvetica, sans-serif][color:fde2=cyan]ABD’nin Ankara Büyükelçiliği; Türkiye’de gelişen kentleri takip etmek ve işbirliğini geliştirmek için, “il görevlisi programı” uygulaması başlattı. Bu çerçevede, Kayseri’yi izleme ve işbirliğini ilerletme görevi, [b]ABD Ankara Büyükelçilik Diplomatı [/b][b]Sarah Borenstein’a verildi[/b][/color][/font][/justify] [justify][font:fde2=verdana, tahoma, arial, helvetica, sans-serif][color:fde2=cyan]ABD’nin başlattığı bu uygulamanın ne anlama geldiği ve bu ülkenin Kayseri’ye neden özel önem verdiğini, Borenstein’a sorduk.[/color][/font][/justify] [justify] [/justify] [justify][font:fde2=verdana, tahoma, arial, helvetica, sans-serif][color:fde2=cyan][i]1. İl görevlisi programı nedir ve Büyükelçilik neden Kayseri’ye ilgi gösteriyor? [/i][/color][/font][/justify] [justify][i][/i] [/justify] [justify][font:fde2=verdana, tahoma, arial, helvetica, sans-serif][color:fde2=cyan]İllerde istediğimiz kadar sayıda konsolosluk açamayacağımız için; il görevlisi programı fikri doğdu. Program çerçevesinde, siyasi, ekonomik, ticari ve kültürel öneme sahip belli bazı iller ile temasları yürütmek üzere Büyükelçilik bir irtibat görevlisi atamaktadır. Anadolu’nun sanayi devi ve turizm ve dağ sporları merkezi olan Kayseri de, kültürel önemi ve ünlü mutfağı ile bu illerden biridir.[/color][/font][/justify] [justify] [/justify] [justify][font:fde2=verdana, tahoma, arial, helvetica, sans-serif][color:fde2=cyan][i]2. Büyükelçilikteki göreviniz nedir? [/i]
Elçiliğin yeni Kayseri ili sorumlusu olmanın yanı sıra, Genel Hizmetler Bölümünde çalışıyorum. Yani, elçilik için gerekli tüm sözleşmeler ve alımlarından sorumlu sözleşme memuru olarak, büyükelçilikte idare ile ilgili işlerle ya da günlük iş temasları ile ilgili çalışıyorum. [b]Ayrıca gümrük klerans sürecini ve resmi ve kişisel diplomatik nakliye işlemlerini yönetiyorum.[/b] Harika bir yerel ekip ve meslektaşlara sahip olduğum için şanslıyım.[/color][/font][/justify] [justify] [/justify] [justify][font:fde2=verdana, tahoma, arial, helvetica, sans-serif][color:fde2=cyan][i]3. Ne zamandır Türkiye’desiniz ve ülke ve kültürü hakkındaki izlenimleriniz nelerdir? [/i]
İki buçuk yıldır Türkiye’deyim ve burada çok keyifli deneyimler edindim. Türkiye’nin kültürü, tarihi ve coğrafyası o kadar zengin ki, insan burada on yıl bile kalsa her şeyi görmeye zamanı yetmez. Türkiye’de ne zaman yeni bir yere seyahat etsek, her zaman hayret içinde kalıyorum ve burada olduğum için çok şanslı hissediyorum. [/color][/font][/justify] [justify] [/justify] [justify][font:fde2=verdana, tahoma, arial, helvetica, sans-serif][color:fde2=cyan][i]4. Yeni evlisiniz-evlilik hayatı ile bir diplomat olarak kariyeriniz arasındaki dengeyi nasıl kuruyorsunuz?[/i][/color][/font][/justify] [justify] [/justify] [justify][font:fde2=verdana, tahoma, arial, helvetica, sans-serif][color:fde2=cyan]Eşim ve ben ikimiz de diplomatız. Brezilya’da çalışırken tanıştık-aynı meslekte olmak hayatı çok kolaylaştırıyor. Ayrıca, diplomatik yaşamın gereği olan kültürel değişim ve seyahat etmeyi ikimizin de sevmesi ve bir kaç yılda bir taşınmaktan rahatsız olmamamız da tabii yardımcı oluyor. Bence evlilik ve bir kariyeri dengelemenin yolu başarılı bir diplomasi yürütmenin yolu ile aynı: yani, her iki tarafın da değerlerine saygı duymak ve daha az önem taşıyan detaylarda uzlaşmaya varabilmek.[/color][/font][/justify] [justify] [/justify] [justify][font:fde2=verdana, tahoma, arial, helvetica, sans-serif][color:fde2=cyan][i]5. Bu ay Dünya Kadınlar Ayı-size göre diplomasi kadınlar için iyi bir meslek mi? [/i]
Zorlukları ve faydaları neler? Kadınlar doğal olarak müzakereye daha yatkın oldukları için diplomasi kadınlar için harika bir meslek. Aynı zamanda ülkelerin sadece belli bir kesimi değil tüm vatandaşları temsil eden bir ekiple yurtdışında bulunması önemli; kadınlar çeşitliliğe sahip kordiplomasinin temel bir parçası.
Zorluklar farklı yerlerden ortaya çıkıyor. Öncelikle, kadınların yaptığı katkılar her ülkede aynı değeri görmüyor, bu durum profesyonel ve kişisel açıdan zorluk yaratabiliyor. Ayrıca, her diplomat ülkesini temsil ederken zorluklarla karşılaşabilir, özellikle de yönetim diğer ulusların benimsemediği politikaları uyguluyorsa. Nihai olarak, insanın evinden ve ailesinden uzak olması zor. Yine de, diplomat olmanın pek çok yararı var: büyüleyici yerlere seyahat edebiliyorsunuz ve tanıştığınız ilgi çekici insanlarla daha iyi iletişim kurmak için yeni lisanlar öğreniyorsunuz. Ufukta her zaman yeni bir şey oluyor ve bu yolda ilerlerken harika dostluklar edinebiliyorsunuz.[/color][/font][/justify] [justify] [/justify] [justify][font:fde2=verdana, tahoma, arial, helvetica, sans-serif][color:fde2=cyan][i]6. Bazı anketler, Türk halkının Amerikan karşıtı olduğunu gösteriyor. Türkiye’de çalıştığınız süre boyunca bunun gerçek olduğunu gösteren bir şeyle karşılaştınız mı?
Bu anketleri okudum ve her zaman soruları kimlere yönelttiklerini merak ediyorum. Türkler benim tanıdığım en sıcak ve dost canlısı insanlar arasında. Başkalarının Türkiye hakkındaki bakış açısını merak ediyorlar ve yeni gelenlere Türk kültürel geleneklerini tanıtmayı çok seviyorlar. Kültürlerini paylaşma isteği her ülkede görülmüyor, Türkiye’de çalışmak ve yaşamak işte bu nedenle harika bir deneyim haline geliyor.[/i][/color][/font][/justify] [/size][/color][/i][/b]</BLOCKQUOTE> | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: ÇAKMA KUNTA KİNTE RTE Perş. Nis. 22, 2010 5:57 pm | |
| [color:0d62=red][size=18][color:0d62=red]Yusuf Küpeli, yazıısnda, RTE ve sistemi deşifre ederken, birlik çağrısı da yapıyor: [/color][/size][/color] [table:0d62 style="BORDER-RIGHT-WIDTH: 0px; BORDER-TOP-WIDTH: 0px; BORDER-BOTTOM-WIDTH: 0px; BORDER-LEFT-WIDTH: 0px" id=table32 border=1 width="100%"][tr][td:0d62 style="BORDER-BOTTOM: medium none; BORDER-LEFT: medium none; BORDER-TOP: medium none; BORDER-RIGHT: medium none"][/td][/tr][tr][td:0d62 style="BORDER-BOTTOM: medium none; BORDER-LEFT: medium none; BORDER-TOP: medium none; BORDER-RIGHT: medium none"][/td][/tr][tr][td:0d62 style="BORDER-BOTTOM: medium none; BORDER-LEFT: medium none; BORDER-TOP: medium none; BORDER-RIGHT: medium none"][font:0d62=Verdana][b]Siyasi sürgün olarak İsveç’te yaşayan eski Dev-Genç Genel Başkanı Yusuf Küpeli, Başbakan Erdoğan’ın “Ben de Kunta Kinte’yim” açıklamasına değinen çarpıcı bir yazı yayınladı.[/b][/font] [/td][/tr][/table] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]Siyasi sürgün olarak İsveç’te yaşayan eski Dev-Genç Genel Başkanı Yusuf Küpeli, Başbakan Erdoğan’ın “Ben de Kunta Kinte’yim” açıklamasına değinen çarpıcı bir yazı yayınladı. Erdoğan’ın bu benzetmesinin eleştiren Küpeli, [url=http://www.sinbad.ru/] www.sinbad.ru[/url][/size][/font] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]internet sitesinde yer alan yazısında, “Türkiye’de var olan kamu mallarını haraç-mezat uluslar üstü tekellere satan, bu arada kişisel servetine servet katan, tüm servetine ve yüklü başbakanlık maaşına karşın bir de sıkılmadan Emekli sandığından 2 bin 538 TL emekli maaşı alan Tayyip Erdoğan’ın -derin acılar yaşamış ve özgürlüğü için mücadele etmekten yılmamış- [/size][/font][i][font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]Kunta Kinte[/size][/font][/i][font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12] karakteri ile nasıl bir benzerliği olabilir?” ifadelerini kullandı. [/size][/font] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]İşte son günlerdeki gündemi ve anayasa tartışmalarını değerlendiren Yusuf Küpeli’nin “[/size][/font][b][font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]Bir naylon Kunta Kinte, O’nun hileleri ve anayasa yalanları üzerine”[/size][/font][/b][font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12] başlıklı o yazısı…[/size][/font] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]Yaşananlar üzerine bir şeyler söylemek ve taraf tutmak için, kapışma halinde gözüken iki taraftan birine ait olmak gerekmiyor. En azından burada sözcüklerle kavga da taraf olurken, arenada dövüşen grupların dışında çalışan halkın görülebilen gerçek yararlarından yana olabilmenin yolunu bulmak gerekiyor. Günümüzde söz konusu yolda halkı yürütebilecek kılavuz bir örgüt bulunmasa da, böyle bir yol dahi olduğunu, yansıtılan iki alternatiften fazlasının bulunduğunu gösterebilmekte yarar var… [/size][/font] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]Günün tarihine doğru tanıklık etmeye çalışmak gerekirse eğer, halkın (Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan halkın) ezici çoğunluğu da, özünde, kapışan tarafların dışında durmaktadır. Kendileri için örgütlenmeleri olmayan onlar, tüm iktidar kavgalarının dışında idiler hep ve ancak seçimden seçime oylarına başvurulurdu ve yine aynı biçimde başvurulacak. Oy verirken de onlar, kendilerinden olanı değil, asıl seçmeleri gerekeni değil, istemleri ötesinde önlerine sürülen alternatiflerden birini seçmek zorunda idiler ve şimdi de öyle yapacaklar… Üst sınıfların seçimleri ve egemenlikleri onlara onaylatılırdı ve yine onaylatılacak... [/size][/font] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]Belirli bir üst sınıfın veya üst sınıflar koalisyonunun egemenliği, şimdiye dek onlara, çalışan ve üreten çoğunluğa, ”milletin egemenliği”, veya ”milli egemenlik” olarak yutturuldu ve onaylatıldı… Ekonomik ve toplumsal anlamda farklı sosyal sınıfların üyeleri olanlar, dünyaya farklı pencerelerden bakanlar ve yaşamdan tamamen farklı beklentileri olanlar, ”yararları tam bir uyum içinde olan tek bir millet” olarak yutturuldu. Kaptan köşkünde oturanlarla, lüks kamaralarında eğlenceli bir yolculuğa çıkmış olanlarla, bir kuru ekmeğe kürek çekmeye zorlanan forsalar, birmiş, aynı imiş gibi gösterildi ve gösterilmeye devam ediliyor…[/size][/font] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]Basındaki haberlerden anlaşıldığı kadarıyla halkın yaklaşık yarısının yoksulluk ve bunların yarıya yakınının da açlık sınırında olduğu bir ülkede, sorunları çözmekten aciz siyasilerin, dikkatleri başka yöne çekecek olaylar üretmeleri, bilinen hilelerdendir. Çalışabilir nüfusun yaklaşık yarısının işsiz olduğu bir ülkede insanları oyalamanın, göz boyamanın yolu, gündemi değiştirecek olaylar yaratmaktır, onları içte veya dışta -asıl sorunlarından tamamen farklı- farklı çatışma alanlarına çekmektir… [/size][/font] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]İnsanlar, çalışan ve işsiz çoğunluk, bu yaratılan yeni kavga alanının dışında olduğunu ne ölçüde hissetse bile, kavga, binbir yalan ve demagoji fırtınası içinde onlara da mal edilmeye çalışılacak ve sonuçta onların oylarına başvurulacaktır. Bu yaşananların kendi gerçek talepleri ve yararları dışında olduğunu, kopartılan fırtına ile birlikte giderek küçülen ekmeklerinin büyümediğini, yoksullaştıkları ölçüde özgürlüklerini de yitirdiklerini görseler bile onlar, sonuçta oy vermek, tepedekilerin istemlerinden birini seçmek zorunda kalacaklardır. [/size][/font] ”[font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]Anayasa” adıyla yapılmaya çalışılanın hazırlık sürecine sokulmadıklarını ve gerçek anlamıyla aydınlatılmadıklarını fark etseler bile onlar, bilinç yetersizliğinden, örgütsüzlükten ve hedefsizlikten kaynaklanan çaresizlikle ve ”çaresizlere” özgü son bir ”umut” ile, ”umudu” en iyi pazarlayanın peşine takılacaklardır. Aynen milli piyango bileti alanlar, ya da loto, toto vs. oynayanlar gibi… Bu arada birileri iktidarlarını perçinlerken, malı götürenler talanlarını sürdürecekler ve iktidarlarını perçinleyenler de götürülen maldan hisselerini alacaklardır. Talanın, hırsızlığın kamuflajı, ”vatana-millete hizmet” ve de ”ülkenin iyiliğini istemek” edebiyatı olacaktır… Oy verenler, guruldaya mideleri ile bir süre daha tok düşler görmeye devam edeceklerdir…[/size][/font] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]İronik olan, 12 Eylül darbesinin ve 1982 Anayasası’nın ürünü olan siyasi iktidarın, konumlarını bu Pentagon darbesi ve darbe ürünü anayasa sayesinde elde etmiş olanların, “hürriyet”, ya da daha yeni ifadesi ile “özgürlük” getiriyoruz yalanları ile -seçime beş kala- anayasa değişikliğine kalkışmış olmalarıdır. Gelmekte olan gerçekten hürriyet midir? Yoksa göz boyamaya yönelik birkaç özgürlükçü görünümlü maddenin arasına gizlenmiş olan totaliter rejimlere özgü maddeler midir?.. [/size][/font] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]Zaten hiçbir zaman gerçek anlamı ile bağımsız olmamış ve askeri darbeler karşısında olumlu sınav vermemiş olan yargı erkinin -yapılmakta olan değişiklikle- iktidar partisinin emrine sokulacak olması, totaliter rejimlere, faşist rejimlere özgü “güçler birliği” prensibinin tüm gücüyle politik yaşama egemen kılınmasından başka bir şey olmayacaktır. Zaten daha geçenlerde Tayyip Erdoğan, “bürokrasi de değişiklik” sözcüklerini telaffuz ederken, “yargı da buna dâhil” diyerek, yargı erkini, iktidarın emrinde sıradan bürokrasinin bir parçası olarak gördüğünü, burjuva demokrasilerinin temelinde duran “kuvvetler ayrılığı prensibi”ne inanmadığını açıkça belli etmiştir. [/size][/font] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]O, Tayyip Erdoğan, yargıçları, “emrinde bürokratlar” olarak görmek istediği için, zaten yükü çok ağır olan (Yargıtay Başkanı’nın ifadesine göre, sadece Yargıtay’da 1.5 milyondan fazla dosya sırada beklemekte...) bu organı içten parçalamaya, bir kısım yargıç ve savcıları değişik vaatlerle yandaş hale getirmeye çalışırken, bağımsız kalmaya ve bağımsızlığını genişletmeye çalışan yargı kurumlarını da -aşağılayıcı üsluplarla- sürekli eleştiri bombardımanı altında tutmaktadır... Daha açıkçası, bu yapılmaya çalışılan yeni anayasa değişikliği ile veya topluma sunulan zehirli “özgürlük” şekeri ile Türkiye halkı derin bir tuzağa çekilmekte, toplumun ellerine kelepçe, bacaklarına pranga vurulmak istenmektedir... [/size][/font] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]Birilerinin kuklası olduğu anlaşılan “karizmatik baba” maskeli Tayyip Erdoğan, söz konusu anayasa değişikliği operasyonu ile birlikte “başkanlık sistemi” baklasını ağzından çıkartırken veya birileri adına “führer” (önder) olmaya hazırlandığı gerçeğini ilan ederken, asıl niyetini, ülkede, bölgede ve dünyada politik gerilimim artmakta olduğu bu koşullarda totaliter bir rejim istemini belli etmiştir. O, bu ifadesiyle, Türkiye’nin, totaliter, geçmişe göre çok daha baskıcı faşist bir rejime doğru sürüklenmekte olduğu gerçeğini açık etmiştir... [/size][/font] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]Sözüne güvenilir değerli bir bilim adamı olduğu anlaşılan Marmara Üniversitesi Anayasa Profesörü ve insan hakları savunucusu Dr. İbrahim Kabaoğlu, Başbakan Tayyip Erdoğan tarafında telaffuz edilmiş olan “başkanlık sistemi” anlayışının, “[i]12 Eylül 1980 darbesinin hedeflerinden biri olduğunu ve aynı anlayışın 1982 Anayasası’nın ruhunda bulunduğunu[/i]” ifade etmektedir. Bilimsel bir dille ve ılımlı diplomatik ifadelerle konuşan -anayasalar konusunda uzman- Kabaoğlu’na göre, “[i]12 Eylül Darbesi sonucunda başarılamamış olan bu iş, ‘başkanlık sistemi’, şimdi, yapılacak anayasa değişikliği ile yaşama geçirilmek istenmektedir.[/i]” Yine Kabaoğlu’na göre: “[i]ABD’de bulunan ‘başkanlık sistemi’nin kendine özgü dengeleri vardır ve sistem bu dengelerle birlikte bir bütündür. Söz konusu dengeler olmadan Latin Amerika ülkelerinde yapılmaya çalışılmış olan adaptasyonların tümü, demokratik süreçler açısından başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Eğer ‘başkanlık sistemi’ Türkiye’ye getirilecek olursa, bu ABD’de varolan başkanlık sistemi değil, Türkiye’ye özgü bir ‘başkanlık rejimi’, tek kişi yönetimi, totaliter rejimlere özgü bir yönetim olacaktır...[/i]” Kabaoğlu’na göre, “[i] ‘başkanlık rejimi’ sözcüğünün telaffuz edilmiş olmasının tek olumlu [/i]yanı, [i]gerçek niyetin açık edilmiş olması, yapılmak istenenin daha rahat anlaşılır hale gelmesidir.[/i]”[/size][/font] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]Kısacası, dili dâhil her yanı eğri olan söz konusu 1982 Anayasası’na “evet oyu” verilmesi için en büyük çabayı sarf etmiş olan Fethullah Gülen’in güçlü medya ordusunun rüzgarını da arkasına alarak “özgürlük” pazarlayanlar, özünde, gündemi değiştirmek, halkı işsizlik, yoksulluk ve açlık sorunlarından uzaklaştıracak yeni bir kutuplaşma alanı yaratarak seçime gitmek ve kaybetmekten korktukları iktidarın tüm iplerini bu yeni çatışmanın yardımı ile ele geçirmek istemektedirler. “Özgürlük” yalanları ile asıl yapmaya çalıştıkları, özgürlükleri çok daha fazla kısıtlamaya çalışmaktan başka bir şey değildir... Halka iş ve aş verme olanaklarını yitirmiş olanlar, sekiz yıl kamu mallarını pazarladıktan sonra, seçime beş kala, “özgürlük” pazarlayarak gündemi değiştirmeye ve yargı erkini de denetim altına alarak kontrolsüz biçimde yollarına devam etmeye çalışmaktadırlar sadece... [/size][/font] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]Hileli yollarla gerçekleştirilmeye çalılılan bu anti-demokratik anayasa operasyonunun temelinde, içteki ekonomik zorluklar ve ağırlaşan Kürt sorunu ile birlikte, Türkiye’nin politik yaşamının daha da geriliyor olması gerçeği ile birlikte, İsrail-İran-ABD odaklı bölgesel gerilimin yükseliyor olmasının da etkileri vardır. Bölge ve dünya çapında tehlikeli sıcak çatışma çanlarının çalmaya başlaması, totaliter rejimlere çağrı yapmaktadır... [/size][/font] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]Kısacası, iç ve dış süreçler demokratik gelişmelerden yana değildir... [i]Pravda ru[/i]’nun 16 Mart 2010 tarihli ve “I[i]ran: A Sneak Attack is ON![/i]” başlıklı haberine göre, “bunker-buster” [beton delici, derine işleyip patlayan, sığınakları çökerten] bombaları, ABD-California’dan, Hint Okyanusu’daki [i]Diego Garcia[/i] adasına taşınmaktadır... İran ve Afganistan gibi ülkelerin güneyinde bulunan ve İngiltere’nin kontrolunda olan, ABD ordusu tarafından da kullanılan Diego Garcia üssü, B 52 gibi devasa stratejik bombardıman uçaklarının da kalkıp inebildiği bir yerdir. Afganistan bombardımanı asıl olarak bu adadan gerçekleştirilmiştir ve şimdi de hazırlıkların İran için olduğu bellidir... [/size][/font] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]srail’in saldırgan bir üslupla Şam’ı (Demaskus) taş devrine döndürebileceğinden söz etmesi, söz konusu gelişmenin dışında düşünülemez...[/size][/font] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]Tayyip Erdoğan’ın bu son oyununda -kaza sonucu- yenilmesi, Türkiye’nin sürüklenmekte olduğu totalitarizm yolundan kurtulması anlamına gelecektir demek pek olanaklı olmasa da, davul-zurna Tayyip Erdoğan’ı destekleyen şımarık liberaller için, Tayyip Erdoğan’ın zaferi ile birlikte, “yağmurdan kaçarken doluya yakalandılar”, demek gerekecektir herhalde... Her olaya, -tuzu kuru şımarık züppelere özgü- bir gayri ciddilik ve bilgiçlikle yaklaşan ve kişisel yararları gerektirirse, çoğunluklu olarak liberal maskelerini atıp faşist ideologluğa dahi soyunabilecek olan bu egosantrik ve halka sevgisiz liberalleri kendi pembe kozalarının içinde bırakıp, Türkiye halkının gerçek durumuna kısaca bir göz atalım...[/size][/font] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]Her ne kadar Tayyip Erdoğan, Karaköy vapurlarının mayasıla-basura ve de her derde deva sahte ilaç satıcılarının taktikleri ve üsluplarıyla “krizin teğet geçtiği” üzerine ısrarlı nutuklar atıyor olsa da, değerli iktisatçı Mustafa Sönmez’in araştırmasına göre, 2008 yılına göre 2009 yılında istihdam (çalışan işçi sayısı), yüzde 9.5 azalmış. Yine 2008’e göre 2009’da endüstri üretimi aynı oranda (yüzde 9.5) düşmüş. İşçilerin kaybı sadece işlerini yitirmek olmamış, çalışmayı sürdürebilenlerin de gerçek ücretleri, 2008’e göre 2009 yılında yüzde 2.2 oranında azalmış. Yine aynı araştırmaya göre, 2005 yılı temel alınırsa eğer, 2009’da gerçek ücretler yüzde 8.5 oranında gerilemiş...[/size][/font] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]ANKA kaynaklı bir habere göre, içinde olduğumuz yılın (2010) Ocak ayında, -iş gücünü satın alanlar ve kendi işinde çalışanlar dâhil- Türkiye’de, 21 milyonu biraz aşkın kişi çalışmakta, üretime katılmaktadır. Bunların 13 milyona yakını, iş gücünü satan ücretlilerdir... Ve yine söz konusu 21 milyonun 9 milyon kadarı (yüzde 42’den biraz fazlası), herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna kayıtlı olmadan ve her türlü güvenceden yoksun olarak kara çalışmaktadır... Bu son ifade edilen sayı, giderek artmaktadır ve söz konusu artışta kadınlar başı çekmektedirler...[/size][/font] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]İçinde olduğumuz 2010 yılının ilk altı ayı için -16 yaş üzeri- çalışanlarda aylık brüt asgari ücret, 729 TL olmaktadır. Kesintilerden sonra çalışanın eline geçen net ücret, 521.89 TL olmaktadır. Yine aynı dönemde 16 yaşın altında olanlar için aylık brüt asgari ücret, 621 TL’dir. Bunların eline geçen net ücret ise, 444.57 TL’dir. Diğer yandan 2010 yılının ikinci altı ayı için -16 yaş üzeri- çalışanlarda aylık brüt asgari ücret, 760.5 TL’dir. Aynı dönem de 16 yaşın altında olanlar için aylık brüt asgari ücret, 648 TL olarak belirlenmiştir... [/size][/font] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]Peki, çalışma şansına sahip olanların çoğunluğu için ücretler yukarıda belirtildiği gibi iken, yoksulluk ve açlık sınırları nedir? TÜRK-İŞ’in bir araştırmasına göre, söz konusu asgari ücretle ancak altı gün kadar -bir ölçüde- insanca yaşayabilmek mümkündür. Başka herhangi bir harcamalarının olmadığı düşünülürse, aynı para ile dört kişilik bir aile ancak 20 gün sağlıklı olarak beslenebilir. Şüphesiz ailelerin başka harcamalarının olmaması, en azından ev kirası vermemeleri, yol parası ödememeleri, çocuklar için okul masrafı yapmamaları olanaksızdır... Yukarıda açıklanmış olduğu gibi reel (gerçek) ücretlerin düşmüş olmasına ve asgari ücretin düşüklüğüne karşın, geçen yıla (2009) göre bu yıl (2010) açlık sınırı 100TL, yoksulluk sınırı ise 327 TL artmıştır... Yine TÜRK-İŞ’in hesaplarına göre 2010 yılı Mart ayı için dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 845.11 TL’dir. Sadece gıda masrafı için eline ancak bu kadar ve bunun üzerinde para geçen dört kişilik bir aile karnını doyurabilecektir ama yukarıda da belirtilmiş olduğu gibi, -16 yaşın üzerinde- bir çalışanın aylık net ücreti, sadece 521 TL kadardır... [/size][/font] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]Söz konusu artan işsizlik koşullarında dört kişi için genellikle bir kişinin çalışabildiği dikkate alınırsa, asgari ücretlilerin çoğunluğunun geceleri aç yattıkları ve son derece sağlıksız biçimde beslenmeye çalıştıkları rahatça anlaşılabilir... İSayıları milyonları bulan bu insani trajedileri yukarıdaki istatistiki verilerle yansıtabilmek olanaklı olmasa da, yaşananların bu kadarını bile bilmek, Türkiye halkının gerçek durumunu bir ölçüde anlayabilmek, parlamento da tartışılanlarla gerçek yaşam arasındaki derin uçurumu fark edebilmek açısından önemlidir... Bu veriler, asıl gündemin nasıl saptırıldığını anlayabilmek için önemlidir...[/size][/font] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]Şüphesiz bir de, sayısı giderek artan işsizler ordusu, sokaklarda yaşamaya itilen evsizler, içler acısı durumda sokak çocukları ve tamamen farklı bir yazının konusu olacak çalışmak zorunda bırakılmış çocuklar gerçeği vardır... İçinde olduğumuz 2010 yılı Nisan ayının ortasında basına yansımış olan TİSK raporuna göre, kriz öncesine kıyasla işsiz sayısı yüzde 51 daha artmıştır. İşsizlik oranı yüzde 15 civarında yansıtılıyor olmakla birlikte, genel kanıya göre, çalışabilir nüfusun yarısı işsizdir ve bunların birçoğu iş bulma umudunu tamamen yitirmişlerdir. Kayıtsız çalışanların sayılarında da artış vardır ve bunların oranları da yüzde 43’e ulaşmıştır... [/size][/font] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]Halkın gerçek durumu yukarıda özetlenmiş olduğu gibi iken, kişisel serveti sürekli artan başbakan Tayyip Erdoğan, her fırsatta “yoksul halktan biri” tiyatrosu oynamaya çalışmakta, “mazlum” rolü yaparak yaşanan sorunları çözmekle sorumlu birinci kişi olduğu gerçeğini gözlerden ırak tutmaya çalışmaktadır. Şüphesiz tiyatronun böylesinin, onurlu ve vicdan sahibi ahlaklı kişilere özgü olduğu söylenemez... Örneğin, 11 Mart 2010 tarihli basın haberlerine göre Tayyip Erdoğan, Ankara’da yapılmış olan sağlık tesislerinin toplu açılımında, “Ben de [/size][/font][i][font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]Kunta Kinte[/size][/font][/i][font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12] idim”, demiştir... Bilindiği gibi, insanların bir televizyon dizisinden tanıdığı Afrikalı köle [/size][/font][i][font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]Kunta Kinte[/size][/font][/i][font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12], Alex Haley’in “[/size][/font][i][font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]Kökler[/size][/font][/i][font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]” adlı romanın baş kahramanıdır. Yurdu Gambia’dan kopartılıp Amerika’da köle olarak satılmış olan [/size][/font][i][font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]Kunta Kinte[/size][/font][/i][font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12] (1710- 1850) karakterinin trajik serüveni ile birlikte yazar, kölelik kurumunun korkunçluğunu, kölelerin acılarını ve mücadelelerini yansıtmaktadır... [/size][/font] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]Türkiye’de var olan kamu mallarını haraç-mezat uluslar üstü tekellere satan, bu arada kişisel servetine servet katan, tüm servetine ve yüklü başbakanlık maaşına karşın bir de sıkılmadan Emekli sandığından 2 bin 538 TL emekli maaşı alan Tayyip Erdoğan’ın -derin acılar yaşamış ve özgürlüğü için mücadele etmekten yılmamış- [i]Kunta Kinte[/i] karakteri ile nasıl bir benzerliği olabilir? Hesaplamaya çalışın. Yine düşünmeden ve sıkılmadan kendisini bir “gariban” SSK emeklisi gibi tanıtmaya çalışan Tayyip Erdoğan’ın, aslında çok genç yaşta, 3Mart 2000’de yaptığı başvuru sonucu SSK’dan emekli maaşı almaya başladığı ama 15 Nisan 2003’den beri SSK emeklisi olmadığı, iktidar koltuğuna oturmuş olduğu bu tarihte kaydını emekli sandığına geçirdiğini ve 2 bin 538 TL tutarındaki emekli maaşını buradan aldığı, CHP saylavı Kemal Kılıçtaroğlu tarafından açığa çıkartılmıştır... Herkesin bildiği gibi bu ölçüde yüksek bir emekli maaşını hiçbir SSK emeklisi alamamaktadır ama anlayın, Tayyip Erdoğan yine de “gariban” bir SSK emeklisidir- yüklü banka hesaplarını ve başbakanlık maaşını hesaba katmazsak tabii...[/size][/font] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 1 Mart 2010 itibariyle açıklanmış olan mal varlığını özetleyerek buraya yansıtacak olursak... Başbakanın bankalarda 2.4 milyon TL kadar parası vardır. Halbuki 2006 yılındaki mal beyanına göre, banka hesabı 1.3 milyon TL kadar bir şey imiş. Görüldüğü gibi hesaptaki artış, iki mislinden fazladır. Yine basındaki haberlere göre, başbakanın alacaklarında da yüzde 60 oranında bir artış olmuştur. Eylül 2007’de yapılmış olan mal beyanına göre başbakanın alacakları 312 bin 500 TL iken, 1 Mart 2010’da yapılmış olan mal beyanına göre alacakları 500 bin TL olmuştur... “[/size][/font][i][font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]Zenginin malı züğürdün çenesini yorar[/size][/font][/i][font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]”, derler ama zengin bir başbakan olunca ve halk yoksullaşırken başbakanın serveti garip biçimde artınca, işin rengi değişmekte, bu servetin kaynağının araştırılması gerekmektedir. Fakat bugün bizim bunu yapacak olanağımız yoktur ve lafı fazla uzatmamak için, söz konusu nakit zenginliğin yanında, azımsanamayacak sayıdaki değerli arsaların, katların, villaların, arabaların ve en yakınlara ait olan servetlerin, euro ve dolar hesaplarının dökümlerine hiç girmeyeceğiz... [/size][/font] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]Kişisel serveti yukarıda kısaca özetlenmiş olduğu gibi olan başbakan, haklarını aramaya çalışan tekel işçilerini “yetim hakkı yemekle” suçlayabilmekte, ardından bu sözlerini ve polisi işçilerin üzerlerine defalarca acımasızca saldırtmış olduğu gerçeğini unutmuş gözükerek, artan işsizliğin tüm sorumluluğu küçük ve büyük boy patronların omuzlarına yükleyebilmek amacıyla, “sömürüden” ve “haksız kazançtan”tan söz edebilmektedir. Bu sözleri duyanlar, O’nun, çalışma bakanlığının patronu bir başbakan olduğunu, kayıt dışılığa göz yuman bir yönetimin başında olduğunu unutup, bir “sendika başkanı”nın konuşmakta olduğunu sanabilir... İcabında “gariban” bir SSK emeklisi olan, icabında “Kunta Kinte” olan Tayyip Erdoğan’ın, gerektiğinde “sendika başkanı” rolünde sahneye çıkmasında da yadırganacak bir durum yoktur sanırım... [/size][/font] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]Tabii tüm bunlara bir de başbakanın bursla okumuş olan oğlunun, okulunu bitirdikten dört yıl sonra, 2 milyon 350 bin dolara gemi satın alması gerçeğini eklemek gerekir. Buna, gelininin altın şirketinin ortağı olduğu gerçeği, örtbas edilen trafik cinayeti olayı, askerlikten yırtmaya yarayan sahte iş göremez raporu ve metni alabildiğine uzatacak daha bir sürü pislik, skandal niteliğinde olay eklenebilir... Ve O yine de Türkiye’nin “Kunta Kinte”si olduğunu iddia edebilir...[/size][/font] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]Bu kadar açığı olan ve birtakım güç merkezlerine paçayı çoktan kaptırmış olduğu anlaşılan böyle birisi, Tayyip Erdoğan gibi biri, nasıl bağımsız bir lider olabilir? Nasıl ülkeye özgürlükçü bir anayasa getirebilir? Nasıl demokratik bir açılım gerçekleştirebilir? Bunun olamayacağını, düşünebilen herkes rahatça anlayabilir ama başbakanın karşısında çalışan halktan yana gerçek güçlü bir alternatifin bulunmayışı, her kurumun zaman içinde değişik ölçülerde pisliğe batmış oluşu, Tayyip Erdoğan ve ekibi tarafından ustaca kullanılabilmektedir. Yaşanmış olan askeri darbeler sonucu gelişen toplumsal çürümenin baş sorumlusunun silahlı kuvvetlerin yönetici kadrolarının gözüküyor olması, zaten iş yükü açısından ve ekonomik olarak ağır sorunlar yaşamakta olan yargı erkinin mevcut çürümeden üstüne düşen payı almış olması, içten bölünmesi, ve askeri darbeler karşısında vermiş olduğu olumsuz sınav, Tayyip Erdoğan’ın yalan ve demagoji yüklü saldırılarını kolaylaştırmakta, hileli manevralar yapabilmesine, yargı erkine rahatça saldırmasına yardımcı olmaktadır... [/size][/font] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]Toplumsal uyanışı ve haklı başkaldırıyı durdurabilmek amacıyla biryandan toplumdaki en gerici güçlerin önünü açan, tarikatlara, çağdışı dini akımlara yol veren ve ardından bunları denetim altında tutabilmek amacıyla “balans ayarları” yapan bazı generallerin, artık yapabilecekleri bir ayarlarının kalmadığı, toplumsal gelişmeyi durdurabilmek amacıyla yaşam üfledikleri canavarın giderek daha fazla tutsağı haline geldikleri rahatça gözlemlenmektedir... [/size][/font] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]Vaktiyle işlenmiş olan tüm bu günahlar, Tayyip Erdoğan’ın, çekirdek ekibinin ve bu ekibin gerisinde duran asker-sivil güç merkezinin işlerini kolaylaştırmaktadır. “Özgürlük” yalanı ile birlikte var olan özgürlükleri de budayacak, yargı erkini sıradan bürokratlar düzeyine düşürerek yürütmenin emrine sokacak, ya da yasal olarak führer (önder), tek karar verici haline getirilmeye çalışılan Tayyip Erdoğan’ın emrine sokacak değişiklik çabalarını kolaylaştırmaktadır...[/size][/font] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]Bu satırları yazanın düşüncesine göre, gerçek durum ne ölçüde karanlık olsa da, çalışan halktan yana gerçek ve güçlü bir muhalefet odağı gözükmese de, pisliğe bulaşmamış olan bir kurum bulunmasa da, Tayyip Erdoğan ve ekibini durdurabilmek ve seçimlerde alt edebilmek için her türlü çabayı göstermek, tüm muhalefeti birleştirmek gerekmektedir... Eğer II. Cumhuriyet Almanya’sında, 1930’lu yıllara girilirken, çok güçlü olan Sosyal Demokrat Parti ile yine çok güçlü olan Komünist Partisi güçlerini birleştirebilselerdi, Hitler’i ve Nazi Partisini durdurma olanağı doğabilirdi... [/size][/font] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12]Şüphesiz Türkiye’de böyle partiler, o dönemin Almanya’sında olanlara benzer partiler yoktur ama derinleşmekte olan ulusal ve uluslararası kriz koşullarında mevcut muhalefetin halktan yana bir program çerçevesinde birleşebilmesi, bazı mali-sermaye güçleri ve bunların bürokrasideki uzantıları tarafından kullanılmakta olan Tayyip Erdoğan ve ekibinin durdurulabilmesini sağlayabilecektir. Böyle bir başarı sağlanabilirse eğer, bunun ardından, tüm toplumsal örgütlenmeleri de sürece sokarak, Türkü-Kürdü ile toplumun önünü açabilecek yepyeni bir anayasa yapılabilir herhalde... Yoksa sular er-geç yine yollarını bulacaklardır ama ödenecek olan bedel çok daha ağır olacaktır.[/size][/font] [font:0d62=Arial, Helvetica, sans-serif][size=12][b]Yusuf Küpeli[/b][/size][/font] | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: EMPERYALİZM TÜRK ORDUSUNU YENEMEYECEK Paz Nis. 25, 2010 8:39 pm | |
| [table:9e9b style="BORDER-RIGHT-WIDTH: 0px; BORDER-TOP-WIDTH: 0px; BORDER-BOTTOM-WIDTH: 0px; BORDER-LEFT-WIDTH: 0px" border="1" cellspacing="0" cellpadding="0" width="99%"][tr][td:9e9b style="BORDER-BOTTOM: medium none; BORDER-LEFT: medium none; BORDER-TOP: medium none; BORDER-RIGHT: medium none" valign="top"]<TABLE style="BORDER-RIGHT-WIDTH: 0px; BORDER-TOP-WIDTH: 0px; BORDER-BOTTOM-WIDTH: 0px; BORDER-LEFT-WIDTH: 0px" id="table32" border="1" width="100%">
<TR> <td style="BORDER-BOTTOM: medium none; BORDER-LEFT: medium none; BORDER-TOP: medium none; BORDER-RIGHT: medium none" height="30" background="tema/3/genelbar.gif">[size=16][color:9e9b=#cc0000][b]Perinçek’ten Ergenekon Mahkemesine[/b][/color][/size]</TD></TR> <TR> <td style="BORDER-BOTTOM: medium none; BORDER-LEFT: medium none; BORDER-TOP: medium none; BORDER-RIGHT: medium none"> </TD></TR> <TR>
<td style="BORDER-BOTTOM: medium none; BORDER-LEFT: medium none; BORDER-TOP: medium none; BORDER-RIGHT: medium none">Tarih : 25.04.2010 00:30:48 </TD></TR> <TR> <td style="BORDER-BOTTOM: medium none; BORDER-LEFT: medium none; BORDER-TOP: medium none; BORDER-RIGHT: medium none"> </TD></TR><TR> <td style="BORDER-BOTTOM: medium none; BORDER-LEFT: medium none; BORDER-TOP: medium none; BORDER-RIGHT: medium none">[font:9e9b=Verdana][b]Türk ordusunu yenmeye kalktınız, kaybettiniz! Perinçek’ten Ergenekon Mahkemesine: Siz kaybettiniz! Türk Milleti kazandı! Göreceksiniz, siz yargılanacaksınız! Ve biz aklanacağız, aslanlar gibi! [/b][/font]</TD></TR> <TR> <td style="BORDER-BOTTOM: medium none; BORDER-LEFT: medium none; BORDER-TOP: medium none; BORDER-RIGHT: medium none"></TD></TR></TABLE> [/td][/tr][tr][td:9e9b height="20" colspan="2"][/td][/tr][tr][td:9e9b colspan="2"][/td][/tr][tr][td:9e9b height="20" colspan="2"][/td][/tr][tr][td:9e9b style="BORDER-BOTTOM: medium none; BORDER-LEFT: medium none; BORDER-TOP: medium none; BORDER-RIGHT: medium none" colspan="2"][/td][/tr][tr][td:9e9b style="BORDER-BOTTOM: medium none; BORDER-LEFT: medium none; BORDER-TOP: medium none; BORDER-RIGHT: medium none" colspan="2"] [b]Türk ordusunu yenmeye kalktınız, kaybettiniz![/b]
[b]Perinçek’ten Ergenekon Mahkemesine: Siz kaybettiniz! Türk Milleti kazandı! Göreceksiniz, siz yargılanacaksınız! Ve biz aklanacağız, aslanlar gibi![/b]
[b]İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Ergenekon davasının 144. Duruşmasında yaptığı konuşmada Ergenekon Mahkemesini eleştirdi. Newsweek dergisinin “Türk Ordusu yenildi” başlıklı haberine gönderme yapan Perinçek, şöyle konuştu: “Newsweek gibi, Washington Post gibi dünya kapitalizminin sesi olan organlar diyor ki ‘Biz Türk Ordusunu Ergenekon mahkemelerinde yendik.’ Bunun üzerine düşünün. Bunun altından kalkmazsınız!” Perinçek’in konuşmalarından bir bölüm sunuyoruz:
ORDU DÜŞMANI OPERASYONA DAHİL OLDUNUZ Newsweek’te çok önemli bir haber çıktı; büyük başlıklarla: “Türk Ordusu yenildi!” Ben kabul etmiyorum. Türk milleti yenilmeyecek! Türk ordusu yenilmeyecek! Ama size soruyorum: Niye Newsweek ve Washington Post böyle başlıklar atıyor? Siz Türk ordusunu yenmişsiniz! Hani ‘biz Türk ordusunu severiz’ diyordunuz ya! Hiç kimse öyle bilmiyor. Amerika sizin için diyor ki, “Benim Türkiye’deki kuvvetlerim, Fethullahçı gladyom, onun etkilediği yargı mensupları, Tayip Erdoğanlar… İşte bu kuvvet Türk ordusunu yendi! Tebrik ederim sizi!
Mahkeme Başkanı H. Hüseyin Özese- Bizim öyle bir amacımız yok.
Doğu Perinçek- Bakın ben bunları size bir uyarı olarak söylüyorum. Bunlardan uyanmazsanız, neyden uyanacaksınız ey yargıçlar? Amerikan emperyalizmi, savaşmadan Türk Ordusunu yenme stratejisi izliyor. Sizin beyninizi berraklaştırabilir miyim? Sizin bilincinizde hâlâ bir kırıntı vatanseverlik, Türkiye’ye bağlılık vardır umuduyla bunları anlatıyorum! Belki! Bir ihtimal! Sizin hakkınızda bu söyleniyor: “Türk Ordusunu yenen…” Daha durun bakalım.
Daha yendiğiniz falan yok! Bu savaş çok farklı bitecek. Çünkü Amerika bütün dünyada tepe taklak oluyor. Bakın Ukrayna, Kırgızistan, Kıbrıs, Güney Osetya… Sıra nereye geliyor? İmparatorluk geleneği olan, ****** devrimi gibi büyük bir devrim yapmış büyük bir gelenek… Bu topraklarda böyle savaşmadan yenmek olmaz!
Ordu düşmanı olan bu operasyona dahil oldunuz maalesef. Ama meslektaşlarınız sizinle aynı ruh halini paylaşmıyorlar. Yargı isyan ediyor! Bakın meslektaşlarınız ne diyor? Talat Şalk, paşalar gözaltına alınırken ‘Türkiye işgal edilmiş gibi’ düşündüğünü söyledi. İşte gerçek yurtsever ve gerçek yargıç budur! Bu duyguyu duymayan adam Türk milletinden değildir.
ONURLU YARÇIÇLAR ÇÖPLÜKTEN DELİL TOPLANAN DELİLE İTİBAR ETMEZ “Ordu’nun rotasını Doğu Perinçek çizermiş…” Yeni Şafak yazıyor. (Perinçek yandaş gazetelerden kesiklerle yalanlara örnekler göstererek konuşuyor) Ben size, çöplükten delil toplamayın dedim! Onurlu yargıçlar çöplükten toplanan delile itibar etmez… Fakat bunlardan en önemlisi sizin bütün dünyada Türk Ordusunu yenilgiye uğratan kuvvetin içinde yer almanızdır. Bu da size yeterli şereftir zaten!
Özese- Efendim öyle bir niyetimiz yok. Biz Türk Ordusunu belki de sizden daha fazla severiz.
Perinçek- Niyet falan değil. Ben size sağda solda yazılmış bir yazıdan bahsetmiyorum. Newsweek gibi, Washington Post gibi dünya kapitalizminin sesi olan organlar diyor ki “Biz Türk Ordusunu Ergenekon mahkemelerinde yendik!” Bunun üzerine düşünün. Bunun altından kalkamazsınız. Sinirlendiniz. Ama sinirlenecek bir şey yok. Ben söylemiyorum; Newsweek söylüyor, Washington Post söylüyor. Siz Türk Ordusunu yenmeye ve dağıtmaya kalkan bir projenin içinde maalesef bulunuyorsunuz! Ben size daha ne diyeyim.
VERİLEN GÖREVİ YAPIYORSUNUZ (İP Genel Başkanı Doğu Perinçek Avukat Vural Ergül’ün dava dosyasındaki delil olarak saklanan bazı CD’lerin kaybolduğunu açıklamasının ardından yeniden söz aldı. Perinçek şöyle konuştu): Süleyman Esen tahliye oldu. Çünkü o da bütün bu tertibi yapan örgütten.
Özese- Tahliye gerekçeleri kararda yazılı.
Perinçek- Sizin kanaatiniz… Ben duruşmayı bir hukukçu olarak izliyorum, bir sanık olarak değil. Siz kasıtlı olarak, bu davada verilen görevi yerine getirmek için konuşuyorsunuz da konuşuyorsunuz. Siz başka bir iş yapıyorsunuz. Sayın avukat Zeynep Küçük’ün konuşması bütün delilleriyle, örgütü ortaya çıkarmıştır.
Talebim şudur: Sayın avukat Vural Ergül’ün sözünü ettiği dava dosyasında kaybolan delillerin ve kırılan, yok edilen yoğun diskin ortadan kaldırılmasında sorumlu olması dolayısıyla İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi başkanı Köksal Şengün, üye Hakim Hasan Hüseyin Özese ve üye hakim Sedat Sami Haşıloğlu hakkında soruşturma açılması gerekir. Bunun hakkında karar vermenizi istiyorum.
DELİL CD’LERİNİ HEYET Mİ KIRDI? Siz diyorsunuz ya “araştırın”. Bir mahkeme dosyası kimden sorulur? Benden mi sorulur? Ergenekon mu geldi kırdı onu? Benim kafamda oluşan şüphe: Siz kırdınız onu! Ben bundan şüpheleniyorum.
Bir mahkeme dosyasında bazı deliller yok ediliyorsa, ilk şüphelendiğim kişi mahkemenin başkanı ve üyeleridir.
Kuvvetli şüphe diyorsunuz ya, işte şüphe budur. Örgüt diyorsunuz ya, örgüt yok. Örgüte dair hiçbir şey çıkmadı. Ama siz öyle bir ruh hali yarattınız ya sanıklarda. ‘Sen kime selam verdin’ falan, kime selam verirse versin. İsterse top tüfek çıksın, bir örgüt yok! Bunu görmemesi bir insanın mümkün değil. Bunu size söyledim, buraya üç tane çoban getirin, üçüncü gün görür. Bunu siz de gördünüz. Ama siz bir misyonun insanısınız. Ben bunu tespit ediyorum. Bunu görmeme misyonu size yüklenmiş.
HUKUKA DAYANAN İRADENİZ YOK İnsanlar burada anlatıyorlar. Karşıda bunu anlamamak için oturan insanlar var. Şimdi kim sorumlu olacak o kaybedilen delillerden. Çatalca’daki icra müdürü mü sorumlu? Sizin namusunuz o dosya!
Özese- Efendim dosyada delil kaybolmaz. Araştırırız gereğini yaparız.
Perinçek- Kayboldu işte, ortada yok. Talebim hakkında akşam karar istiyorum! Yahut terk edin gidin! Bırakın bu kürsüyü yapamadığınız işi yapmayın! Bu akşam tahliye edin beni, kanaatim değişmez. Tahliye edin, ben ne derim biliyor musunuz? Yukardan emir geldi, beni tahliye ettiler derim. Sizin adalete ve hukuka dayanan bir karar verme yeteneğiniz, iktidarınız ve iradeniz ve bilinciniz ve vicdanınız ve sorumluluğunuz olmadığını ben deneylerle gördüm. Ben bu yalanı size söyleyemem. Tarih bana, Türk milleti bana bunun hesabını sorar. Ve siz kaybettiniz, bakın bir daha söylüyorum: Siz kaybettiniz! Türk Milleti kazandı! Göreceksiniz, siz yargılanacaksınız! Ve biz aklanacağız, aslanlar gibi![/b]
[/td][/tr][/table] | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: ÇEKİRDEK YALAN Ptsi Nis. 26, 2010 9:04 pm | |
| [size=18] [table:7c16 style="BORDER-RIGHT-WIDTH: 0px; BORDER-TOP-WIDTH: 0px; BORDER-BOTTOM-WIDTH: 0px; BORDER-LEFT-WIDTH: 0px" border=1 cellSpacing=0 cellPadding=0 width="99%"][tr][td:7c16 style="BORDER-BOTTOM: medium none; BORDER-LEFT: medium none; BORDER-TOP: medium none; BORDER-RIGHT: medium none" vAlign=top]ÇEKİRDEK YALAN
26 4 2010 </I> BÜLENT ESİNOĞLU[/td][/tr][tr][td:7c16 height=20 colSpan=2][/td][/tr][tr][td:7c16 colSpan=2][/td][/tr][tr][td:7c16 height=20 colSpan=2][/td][/tr][tr][td:7c16 style="BORDER-BOTTOM: medium none; BORDER-LEFT: medium none; BORDER-TOP: medium none; BORDER-RIGHT: medium none" colSpan=2][/td][/tr][tr][td:7c16 style="BORDER-BOTTOM: medium none; BORDER-LEFT: medium none; BORDER-TOP: medium none; BORDER-RIGHT: medium none" colSpan=2][font:7c16='Verdana']Çok değil, daha bundan üç dört yıl önce, yerlere tüküren bir kişiyi eleştiren sözde aydınlar “ bu kafa ile Avrupa Birliğine girilir mi” diye akıl verirlerdi. Propaganda öyle sürdürüldü ki, herkes sahiden Avrupa Birliğine gireriz sevdasına kapıldı. [/font]
[font:7c16='Verdana']Batının Türkiye’yi cemaatlere, etnik kısımlara ayırıp atomize etme gayretleri o kadar sürdürüldü ki, AB’nin misyonerlik projelerine girmek için insanlar kuyruğa girdi.[/font]
[font:7c16='Verdana']Ağzını açanların birinci cümlesi, AB üyeliğine giriş koşullarını açıklayan ifadeler ile doluydu. İşbirlikçiler ağızlarının dolusu ile Avrupa Birliği diyorlardı.[/font]
[font:7c16='Verdana']Eş Başkan, her türlü halk karşıtı kanun ve yönetmelikleri çıkardığında Avrupa Şartları diyordu.[/font]
[font:7c16='Verdana']O günlerde, AB konusunda AKP’ye destek oldukları için eleştirdiğimiz DSP ve CHP’li dostlarımız üzerimize saldırıyorlar, İnternet sitelerinden isimlerimizi ve resimlerimizi kaldırıyorlardı.[/font]
[font:7c16='Verdana']Ama biz o zaman da biliyorduk ki, AB üyelik projesi emperyalist bir projeydi. Biz biliyordu ki, emperyalizmden demokrasi de gelmezdi. Demokrasi gerekli ise biz kendimiz yapmalıydık. Sokma akıl ile bir yere varılamayacağını, bu işin sonunun Türkiye’yi büyük çıkmazlara taşıyacağını söyleyip durduk.[/font]
[font:7c16='Verdana']Çok mutluyum, bu ideolojik önderliğimiz,[b][i] bedeli ağır da olsa, bu gün büyük kitlelerce kabul edilmiştir[/i][/b]. Bu husus önümüzdeki büyük mücadele için çok önemlidir.[/font]
[font:7c16='Verdana']Artık AKP bile Avrupa Şartı derken bir söylüyor, iki düşünüyor. Öyle bir antiemperyalist birikim oluşmaya başladı ki, AKP’yi götürürse ancak bu birikim ve işsizlik götürür.[/font]
[font:7c16='Verdana']Batının emperyalist taleplerini uluslar arası ilişki, küreselleşme diye bize dayattılar. Halk anladıkça, kafalarını duvara çarpa çarpa öğrendiler. Başta sosyal demokratlar verdiği desteği çekmeye başladılar.[/font]
[font:7c16='Verdana']Aslında, Avrupa Birliği üyeliği, Kürt Açılımı, Ermeni Açılımı, Kıbrıs Açılımı hepsi bir tek projenin, Amerikan Ortadoğu Projesinin parçalarıydı. Yani Amerika’nın enerji havzalarını ele geçirme projesiydi.[/font]
[font:7c16='Verdana']Savaş bitmedi. Hatta yeni başladı diyebiliriz. Bundan önceki safhalar, Amerika’nın zemin oluşturma çalışmalarıydı. [/font]
[font:7c16='Verdana']Halkımız bu döneme, Cumhuriyet Mitingleri ile cevap verdi. Meclisteki muhalefet bu mitinglere zamanında önderlik etseydi, Batı ve onun işbirlikçileri bu kadar yol alamazlardı. Muhalefet uyanmakta gecikti. Gecikmenin bedelini onlar henüz ödenmediler. Çünkü toplumsal risk şimdi daha yüksek. [/font]
[font:7c16='Verdana']Çekirdek yalan, yani Ergenekon tertibi de tıpkı AB propagandası gibi yok olup gidecek.[/font]
[/td][/tr][/table][/size] | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: RTE'NİN AMERİKAN DÜŞMANLARINA DÜŞMAN ZİHNİYETİ Paz Mayıs 02, 2010 7:43 pm | |
| [size=18]ZİHNİYET
BÜLENT ESİNOĞLU
Tarih : 02.05.2010 17:34:32
Siyasi iktidarın başı, Büyük Ortadoğu Projesinin Eş Başkanı hep bir zihniyetten şikâyet eder. Bir türlü bu zihniyetin sahibini, kurumlarını açıklamaz.
Acaba neden net ve açık konuşmaz?
Neden orta yere sorumlusu belli olmayan kendine göre şikâyet konuları üretir?
Soruları çoğaltmak mümkün, ancak ortada böyle bir durum var. Bu tespiti de ilk kez ben yapmıyorum.
Gazetelerden bir manşet; “ Erdoğan Karanlık Ele Seslendi”.[1]
Kim bu karanlık el?
Sizin karşı olduğunuz sol guruplar mı?
Kemalistler mi?
Laikler mi?
Amerikan gizli servisi mi?
PKK mı?
Kim?
Yani kendisi aydınlık bir dünyadan karanlıklara sesleniyor.
Son demecinde, “Sivas’ı da, Danıştay’ı da aynı zihniyettir” diyor.
Yani Kemalistler, yani laikler, yani milliyetçiler, yani yurtseverler.
Böylece piyasaya sürülmüş, “zihniyet” diye ismi olan cismi olmayan, bölünmeyi tembih eden bir söylem geliştirilir.
O zihniyetten olanlar bu zihniyetten olanlar.
Ortada bir olumsuzluk, ya da gladyonun organize ettiği bir provokasyon olmuşsa, hemen arkasından propaganda başlar. “O zihniyet”
Onların söylemediği ve fakat komu oyunun, zihniyet denince anladığı şudur.
Başta Kemalistler, sonra kendilerinin devşiremediği sol ve tüm milliyetçilerdir.
Ama bunlardan daha önemlisi ise şudur. O zihniyet diye şikâyet ettiklerinin tek ortak özelliği Amerika’ya karşı olmalarıdır. Kızdığı esas şey, Amerika’ya karşı olunmasıdır.
Siz hiç Amerika’nın yapıp ettikleri üzerinden o zihniyet diye şikayetlendiğini duydunuz mu? Mesela Irak’ta Amerika’nın bu kadar insan öldürmesine karşı tek kelime etiğini duydunuz mu?
Bunlar halkı ve yurtseverleri aşağılarlar, Amerika ve onun yapıp ettiklerine yağ çekerler.
Aslında bu tip propaganda ve bu propagandanın halk üzerindeki psikolojik etkisini bilmezler. Gladyo mutfakta hazırlar, F-Tipi örgüt servise koyar, medya kast sistemi de ekranda dillendirir.
Propaganda ne kadar uzun sürerse, mahkeme çözer safsatasını ne kadar sürdürebilirlerse, insanların inanmaları ve rızaları o ölçüde artar. Böylece meşrulaştıklarını ve daha ileri adım atmalarının mümkün olduğunu hesaplarlar.
Bunların soldan devşirdikleri, Barzanici Ufuk Uras kendi zihniyetlerindedir. Onu kullandıkları için ondan şikâyet etmezler. Ama Doğu Perinçek Amerikan karşıtı olduğu için Silivri’dedir.
İşte o zihniyet ve bu zihniyet dedikleri şey budur.[/size] | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: AMERİKAYLA ANLAŞANLAR Perş. Tem. 01, 2010 10:10 am | |
| Biz Zaten NATO’da De?il miydik? Bülent ES?NO?LU Tayyip Bey her Amerika’ya gidi?inde ülkemize yeni bir sorun ta??r. Bu kez de, zaten içinde oldu?umuz NATO’yu getirdi. “PKK’y? NATO halletsin” Gelin NATO’nun PKK’ya müdahalesinin nas?l olabilece?ini anlamaya çal??al?m. Önce ?unu söyleyelim. NATO demek Amerika demektir. NATO’nun içinde biz de oldu?umuza göre, Amerika ile Türkiye PKK’y? halletsin demenin bir ba?ka ?ekilde söyleni?idir. Bu cümleye benzer bir cümleyi, ?pek Yolu Toplant?s?nda Genel Kurmay Ba?kan?m?z söylemi?ti. Terör küreseldir, çözümü de küresel olmak zorundad?r. Terörün küresel oldu?u tan?m? yapan Amerika’d?r. Terör söylemi üzerinden ülkeleri denetler. Amerika için Afganistan’da yurdunu savunanlar, Irak’ta vatan?n? için direnenler hepsi teröristtir. ?ran yönetimi, K.Kore yönetimi teröristtir. V.s. Amerika kimin terörist, kimin özgürlük sava?ç?s? oldu?unu kendi ç?karlar?na göre tan?mlar. PKK terörüne küresel yakla?mak, tüm dünya ülkeleri ?u veya bu ?ekilde bu i?e kar??s?n demektir. Genel Kurmay Ba?kan?n?n terörün çözümü konusunda söyledikleri ile Hükümetin söyledikleri benze?iyor. PKK meselesi, Amerika olmaks?z?n çözülemez diyorlar. Genel Kurmay ile Hükümet aras?nda bir uzla?man?n, bir anlay?? birli?inin oldu?u o kadar a?ikâr ki, bunu anlamamak için ya aptal olmak, ya da olaylar? hiç takip etmemek ile ilgilidir. Zaten dar alanda pasla?t?klar?n? söylüyorlar. Orduya kar?? yürütülen Ergenekon Tertibi ortada iken, bu uzla?madaki pazarl?k neyin ve kimin üzerinden yap?ld?? Bir uzla?ma, ya da ittifakta taraflar baz? iddialar?ndan veya taleplerinden vazgeçerler. Bu durum, bir süreli?ine olaca?? gibi temelli de olabilir. Gözlemlemi?inizdir. Silivri’de hemen hiç general kalmam?? gibidir. Devrimci subaylar?n ç?k???n? Cumhuriyet için direnen yarg?çlar sa?lam??t?r. Di?er generallerde uzla?man?n sonucu d??ar?dad?rlar. Uzla?mada, Genel Kurmay’?n feda ettikleri devrimci genç subaylar ve ??çi Partisi olmu?tur. Peki, buna kar?? ordunun kazanc? nedir? Amerikan sald?r?lar?n?n bir süreli?ine durmas?d?r. Amerika Barzani’nin hemen devlet olarak kabul edilmesini istedi?ine göre, Hükümette Genel Kurmay’dan bunun gere?ini isteyecektir. O zaman kiminle uzla?acaks?n ve neyi feda edeceksin? Amerikan destekli Fethullah zihniyeti ile uzla?mak, Amerika ile uzla?makt?r. 29.6.2010, [url=mailto://bulentesinoglu@gmail.com]bulentesinoglu@gmail.com[/url] | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: VESAYET VE TAŞERON Perş. Tem. 01, 2010 11:12 pm | |
| Vesayet ve Ta?eron Bülent ES?NO?LU Recep Bey, PKK terörü ile ilgili kendi aczini kapatmak için ta?eron sözcü?ünü ortaya att?. Ta?eronun müteahhidini söylemeyince, yani gene karn?ndan konu?unca, epey bir geyik muhabbeti yap?ld?. Bu tart??malar? yapanlar?n hiç birisi emperyalizm sözcü?ünü kullanmad?. ?u günlerde, yar?m yamalak da olsa, Büyük Ortado?u Projesi ve projenin e?ba?kan? telaffuz edilse de, hala emperyalizm sözcü?ü söylenemedi. Abant Toplant?lar?nda “Vesayet” tart??malar? yap?l?yor. Cumhuriyet ve onu savunanlara a??z dolusu küfürlerin savruldu?u bu toplant?larda, vesayet a?a??, vesayet yukar? konu?uluyor. Ordunun vesayetinden konu?uluyor. Bu beyler, askerin vesayetinden ?ikâyet ediyorlar, ama Amerika’n?n vesayetinden memnunlar. Toplant?lar?n as?l sahibi, Fethullah amcam, Amerika’daki çiftli?inde CIA’nin vesayetinde de?il mi? Türkiye Amerika’n?n vesayetinde de?il mi? Somali’ye, Lübnan’a, Afganistan’a asker gönderen kim? NATO, OECD, Dünya Bankas?, Gümrük Birli?i Bat?’n?n Türkiye üzerindeki vesayeti de?il mi? Niye bunlardan hiçbir ?ikâyetiniz yok? Eksen Kaymas? söz dala?? ç?k?nca, Recep Bey “vallah billâh biz Atlantik’ten ayr?lm?yoruz demiyor mu? Daha dün, Toronto’da Obama ile görü?üp, destek al?p güven tazelemedi mi? Bunlar vesayet olmayacak, Silivri’ye evinden pijamas?n? bile alamadan götürdü?ünüz pa?alar?n vesayeti mi olacak? Sizin vesayet diye korkarak tart??t???n?z, cumhuriyetin getirdi?i de?erlerdir. Siz vesayet ad? alt?nda asl?nda ça?da? de?erleri kast ediyorsunuz. Sizin derdiniz ayd?nlanma ile. Bakal?m bu vesayet tart??mas?n? nereye kadar götürebileceksiniz? ?ttifak halinde oldu?unuz libo?lar bakal?m nereye kadar karanl??a destek olacaklar? Gazze provokasyonundan sonra biraz ?srail tart???l?nca, libo?lar nas?lda tela?land?lar. Evet, bir ba??ms?zl?k tart??mas? yap?lmal?. Ama bu tart??ma sanal zeminde, kendi kendimiz üzerinde ki vesayet de?il, emperyalizmden ba??ms?zla?ma tart??mas? olmal?d?r. E?er tart??acaksak, gelin Amerika ve Avrupa’n?n Türkiye üzerindeki vesayetini tart??al?m. Ordunun vesayeti varm?? gibi sürekli orduyu tart??mak, Amerika’n?n vesayetine alan açmakt?r. Amerika’ya hizmettir. 27.6.2010, [url=mailto://bulentesinoglu@gmail.com]bulentesinoglu@gmail.com[/url] | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: EMPERYALİZMİN SALDIRISI MİLLİ GÖRDÜKLERİ HER ŞEYE C.tesi Eyl. 25, 2010 10:25 pm | |
| REFLEKS KIRILMASI* Haberler 26 Eylül 2010 BİLİRSİNİZ, ÜNLÜ RUS FİZYOLOG PAVLOV, KÖPEKLERİNE ET VERİRKEN ZİL ÇALINCA VE BUNU ÇOK KEZ TEKRARLAYINCA, ZİL SESİNİ İŞİTTİĞİNDE ET GÖRMEDEN DE HAYVANIN SALYASI AKMAYA BAŞLAR.
BU, “ŞARTLI REFLEKS”TİR. HAYVANIN “TABİATINDA OLMAYAN” BIR UYARAN (ZİL SESİ), ONU “TABİATINDA OLAN” ETİ GÖRMÜŞ GİBİ HEYECANLANDIRMAKTADIR.
EĞER SÜREKLİ OLARAK ZİL ÇALAR AMA HİÇ ET GÖSTERMEZSENİZ, BİR SÜRE SONRA ŞARTLI REFLEKS SÖNER.
DEVAMIN SAĞLANMASI İÇİN ARADA BİR ET GÖSTERİLEREK REFLEKS PEKİŞTİRİLMELİDİR. HİÇBİRİMİZ DÜNYAYA TÜRK, MEKSİKALI, SÜNNİ VEYA KATOLİK OLARAK GELMEYİZ.
BUNLAR BİZE ÖĞRETİLEN DEĞERLER, BİR BAŞKA DEYİŞLE, ŞARTLI REFLEKSLERDİR.
EĞER PEKİŞTİRİLMEZLERSE, ZAMANLA SÖNERLER.
BIR GÜN PAVLOV’UN ENSTİTÜSÜNÜ SU BASAR. KÖPEKLERİN BIR KISMI BOĞULUR, BIR KISMI DA GÜNLERCE KORKUYLA TİTREŞİR ÇÜNKÜ ÖLÜMDEN ZOR KURTULMUŞLARDIR.
KURTARILABİLENLER TEKRAR ENSTİTÜYE TOPLANIR.
PAVLOV ZİL ÇALAR, KÖPEKLERDE TIK YOKTUR.
ŞU MÜTHİŞ SONUCA VARIR PAVLOV:
AĞIR TRAVMALAR, ŞARTLI REFLEKSLERİ ORTADAN KALDIRMAKTADIR.
HAYVAN EN DOĞAL, EN İLKEL DURUMUNA GERI DÖNMEKTEDİR.
BIR YANDAN HER GÜN GÜNEYDOĞU ŞEHİTLERİ İÇİN “KANLARI YERDE KALMAYACAK” DENMESİNE RAĞMEN KANLARIN SÜREKLİ “YERDE KALMASI”,
BİR YANDAN “ERGENEKON” DENİLEREK BÜYÜK BİR ÇOĞUNLUĞUNUN TEK SUÇU “ATATÜRK’Ü SEVMEK” OLAN İNSANLARIN SABAHA KARŞI EVLERİNDEN ALINARAK HAPSE ATILMALARI,
BİR YANDAN ARABA YAKIP POLİSE TAŞ ATARAK GELİŞEN ETNİK KALKIŞMALAR…
HEPSİNİ TOPLARSANIZ, TEMEL GÜVENLİK DUYGUSUNUN ARTIK ZATEN ORTADAN KALKTIĞINI GÖRÜRSÜNÜZ.
PAVLOV’UN KÖPEKLERİNDEKİ GİBİ, AĞIR TRAVMALARLA BİZİM DE ŞARTLI REFLEKSLERİMİZ (MİLLİ DUYGULARIMIZ VE TEPKİLERİMİZ) KIRILIYOR.
EMPERYALİSTLER SİNSİ SAVAŞLARINDA PSIKOLOJI BİLİMİNİ KULLANIRLAR.
MESELA ERMENILERLE TÜRKLER ARASINDA ULUSAL BIR DÜŞMANLIK MI VAR, ORADA PSIKIYATRIST VAMIK VOLKAN GIRER DEVREYE VE BU DÜŞMANLIĞIN KÖKENLERINI “İNCELER” (!)
BURADA IZLENEN YOL, ABD’NİN TEHDİT OLARAK GÖRDÜĞÜ ULUSLARIN ULUSAL BİLİNÇLERİNİN, TARİHLERİNİN VE BENLİKLERİNİN SORGULANMASI,”AŞINDIRILMASI” DIR.
KISACASI, MILLI DUYGUNUN YOK EDILMESIDIR ETNIK PSİKİYATRİNİN GÖREVI.
BIR ULUSUN ULUSAL BİLİNCİNİ, ULUSAL DUYGUSUNU VE REFLEKSLERİNİ NASIL YOK EDERSİNİZ?
BUNUN DENENMİŞ, SINANMIŞ BİR YÖNTEMİ VARDIR:
“O ULUSUN TARİHSEL VARLIĞINI SORGULAMAYA AÇARSINIZ”. YANİ O ULUSUN TARİHİNİ YENİDEN TARTIŞIRSINIZ.
MESELA TÜRKLER KENDİLERİNİ KAHRAMAN BIR ULUS OLARAK MI GÖRÜYORLAR?
ONLARA NE KADAR KORKAK BIR ULUS OLDUKLARINI GÖSTERMEK GEREKİR. YA DA TÜRKLER ATATÜRK’Ü ÇOK MU YÜCELTİYORLAR?
ONLARA ATATÜRK’ÜN NE KADAR SIRADAN BİRİSİ OLDUĞUNU GÖSTERMELİSİNİZ.
FARKINDAYSANIZ SON ON YILDIR TAM DA BÖYLESİ BİR DÖNEMDEN GEÇİYORUZ.
“DEMOKRATLIK” , “TARTIŞMA KÜLTÜRÜ” ADINA NEYİ TARTIŞIYORUZ VE BİZDEN NEYİ KABUL ETMEMİZ İSTENİYOR?
DİYORLAR Kİ, “SİZ SOYKIRIMCI BIR MİLLETSİNİZ!
ERMENİLERE SOYKIRIM UYGULADINIZ …” BİZ DİYORUZ Kİ, “HAYIR, UYGULAMADIK !”
O ZAMAN DENİYOR Kİ: “TAMAM, MADEM UYGULAMADINIZ, BUNU TARTIŞALIM, ÖYLE SONUCA VARALIM”.
SİZE MANTIKLI GELİYOR, “NASILSA SUÇLU DEĞİLİZ, TARTIŞMADAN GALİP AYRILIRIZ” DİYORSUNUZ.
AMA TARTIŞMA MASASI KURULDUĞUNDA EŞİT BİR TARTIŞMA ŞANSI OLMADIĞINI GÖRÜYORSUNUZ.
BAKIYORSUNUZ, TÜM TELEVIZYONLAR, GAZETELER, “AYDINLAR” SİZİN ERMENİLERİ KATLETTİĞİNİZİ YAYMAYA BAŞLIYOR. KANITLARI VAR MI ? ELBETTE YOK.
AMA YALAN BİR KEZ YAYILDI MI VE YALANI SÖYLEYENLERİN SAYISI DA YETERİ KADAR ÇOK OLDU MU, GERÇEĞİN SESİ BASKILANIYOR.
“HAYIR” DİYORSUNUZ, “GERÇEKLERI BİR DE BİZ ANLATALIM“,
AMA ANLATAMIYORSUNUZ ÇÜNKÜ TÜM PROPAGANDA KANALLARI SİZE KAPATILMIŞ DURUMDA.
İŞTE O ZAMAN ANLIYORSUNUZ “TARTIŞMAYA AÇMAK” DENİLEN TUZAĞI. BU SÜRECİN SONUNDA, ULUSAL GURURU VE HASSASİYETLERI YÜKSEK İNSANLAR BİLE “ACABA” DEMEYE BAŞLIYOR, “ACABA GERÇEKTEN ERMENİLERİ BİZ Mİ KATLETTIK ?”._
“ULUSAL BENLİKTE İLK KIRILMA” YAŞANIYOR…
PSİKOLOJİK HARBİN ETKİSİ BÜYÜK BIR HIZLA BU ŞEKİLDE YAYILIYOR.
SIRA KÜRTLERE GELIYOR.
SIZDEN TARTIŞMANIZI ISTIYORLAR.
TARTIŞMA BAŞLIYOR VE YINE KAYBEDIYORSUNUZ. BIR DÜŞÜNÜN LÜTFEN, SON DÖNEMDE NELERI TARTIŞMAYA AÇTIK VE ŞİMDİ NEREDEYİZ:
BUGÜN MISAK-I MILLI’YI PEK ÖNEMSEMİYORUZ.
KIRMIZI ÇİZGİLERİ UMURSAMIYORUZ.
TÜRK DİLİNİN ÖNEMİ KALMAMIŞ.
BU ÜLKEDE FEDERASYON DA OLABILIR, ERMENILERDEN ÖZÜR DE DİLEYEBILIRIZ, KÜRTLERE “BIRAZ” TOPRAK DA VEREBİLİRİZ.
KISACASI, ULUSAL VARLIĞIMIZA AİT HAYATI HER ALANDA KAYBETMİŞ DURUMDAYIZ.
SIRADA NE VAR ?
ATATÜRK VAR ELBETTE…ÇÜNKÜ ÖNEMLI OLAN, ULUSAL ÖNDERLERİ YOK ETMEK.
O HALDE, ONUN NE KADAR ZALIM BIR DİKTATÖR OLDUĞUNU TARTIŞALIM.
ONUN ZAAFLARINI TARTIŞALIM.
HATTA ONUN ANASINI BİLE TARTIŞALIM. EVET, EMPERYALİSTLERIN GÜNDEMINDE BU BİLE VAR.
“TARTIŞIN” DIYORLAR,
“BİZ SİZİNLE ÖNDERİNİZİN ANASINI TARTIŞMAK ISTIYORUZ !”
SONRA SIRA SİZİN ANANIZA GELECEK ELBETTE.
HEPİNİZİNKİNE GELECEK…
İŞTE PSİKOLOJIK HARP BUDUR ARKADAŞLAR…
ŞİMDİ YILLAR ÖNCESİNE GİDELİM.
MONDROS IMZALANMIŞ.
DÜŞMAN ASKERLERI İSTANBUL’A ÇIKARTMA YAPIYOR.
MİLYONLARCA TÜRK, SADECE İZLİYOR !
DEMEK Kİ ÖNEMLI OLAN İLK ADIM: “İŞGALİ İZLETTİREBİLMEK” MİŞ.
AMA AYNI ZAMANDA BIR DE MASA KONUYOR ORTAYA:
“TARTIŞACAKSINIZ“.. ..
TARTIŞMA MASASINDA BİZİM SADRAZAM EFENDİ EMPERYALİSTLERE YALVARIYOR, “BİRAZ ACIYIN” DİYE.
“İZLEYEREK”, “TARTIŞARAK” NEREYE VARABİLİRSİNİZ ?
EMPERYALİSTLER ŞU ANDA BEYİNLERİMİZE VE YÜREKLERİMİZE YÜZYILIN ÇIKARTMASINI YAPIYOR.
MEHMET AKİF, ÇANAKKALE İÇİN NE DİYORDU ?
“ŞU BOĞAZ HARBİ NEDİR, VAR MI DÜNYADA BİR EŞİ ?
EN KESİF ORDULARIN YÜKLENİYOR DÖRDÜ BEŞİ
TEPEDEN YOL BULARAK GEÇMEK İÇİN MARMARA’YA
KAÇ DONANMAYLA SARILMIŞ UFACIK BİR KARAYA“…
ÇIKARTMA SÜRERKEN IKI TAVIR VARDIR ALINABİLECEK.
BİRİNCİSİ ŞU:
İSTANBUL’DA IŞGALCILERI KARŞILAYAN VE ONLARDAN “TOKAT YİYEN” BIR OSMANLI PAŞASI OLABİLİRSİNİZ VEYA DOLMABAHÇE’DEN ÇIKARTMAYI İZLEYEN BİR PADİŞAH.
BELKİ DE EVİNİN PERDELERİNİ KAPATAN SIRADAN VE SUSKUN BIR TÜRK.
AMA ASLINDA HEPSI AYNI KAPIYA VE AYNI KİŞİLİĞE ÇIKAR:
“İZLERSİNİZ !”
HER ŞEYİ…
YA DA ILK KURŞUNU ATAN HASAN TAHSIN OLURSUNUZ.
HASAN TAHSIN’E KADAR BU ÜLKEDE DÜŞMANA HİÇ KURŞUN ATILMADIĞINI BILMEK NE KADAR UTANÇ VERİCİDİR ASLINDA.
HASAN TAHSIN’I NE KADAR TANIYORUZ ?
ONU “HASAN TAHSIN” YAPAN NEDIR ?
“İLK KURŞUN”DAN ÖNCE DE KURŞUN ATMIŞTIR BU KAHRAMAN ADAM.
HASAN TAHSIN AVRUPA’DADIR VE BIR FILME GIDER. FILMDE TÜRKLER AŞAĞILANMAKTADIR.
HASAN TAHSİN BU FİLMİ İZLEMEZ, “ÖNCE İZLEYEYİM, SONRA ELEŞTİREYIM” DEMEZ.
ÇIKARIR SİLAHINI, ATEŞ EDER BEYAZ PERDEYE.
FİLM DE ORADA BİTER !
HASAN TAHSİN’İN İNSANİ VE SIRADAN YANIDIR BU.
HİÇBİR İNSAN KENDİSİNE, ANASINA, BABASINA, MILLETİNE, BAYRAĞINA KÜFRETTİRMEZ.
EN BASİT İNSAN GERÇEĞİDİR BU.
İLKOKULDA BIR ÇOCUĞUN ANASINA KÜFRETMEYE KALKARSANIZ, SİZİNLE “ANASININ DURUMUNU” “TARTIŞMAZ”.
BUNUN CEVABI, SURATINIZA YİYECEĞİNİZ BİR YUMRUKTUR.
ÇÜNKÜ ÇOCUĞUN EN İNSANİ VE SIRADAN YANIDIR BU.
ERGENEKON, ERMENİ SORUNU, KÜRT AÇILIMI VE
CAN DÜNDAR’IN “İNSANİ” DENİLEN “MUSTAFA” BELGESELİNİN BAM TELİ “BURASIDIR”. ..
PROF. DR. KEREM DOKSAT PSİKİYATRİST
İLK KURŞUN
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: SİVİL DARBE Ptsi Ekim 04, 2010 5:54 pm | |
| [b]Polis nasıl darbe yapar?[/b] [url=http://haber.sol.org.tr/print/dunyadan/polis-nasil-darbe-yapar-haberi-34057][/img][/url] [url=http://haber.sol.org.tr/printmail/dunyadan/polis-nasil-darbe-yapar-haberi-34057][/img][/url] [img(220,147)] http://haber.sol.org.tr/sites/default/files/imagecache/makale_genel/images/bala012_0.jpg[/img] [size=18] [b]Bir süredir “askeri vesayet rejimine karşı siviller” hikâyesinin anlatıldığı ülkemiz için uyarıcı bir darbe yaşandı Ekvador’da: başını polislerin çektiği bir darbe. Polisler, “sivil güçler” darbe yapar mı? Nasıl mümkün oldu bu darbe?[/b] 1 Ekim sabahı Ekvador’da polislerin ve bazı askerlerin ortaya koyduğu bir [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/protesto]protesto[/url] eylemi vardı. Protesto, hükümetin yeni kamu hizmet yasasına karşıydı: Yasa, polis ve askerlerin bazı imtiyazlarını kaldırıyordu. Ancak [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/muhalefet]muhalefet[/url] tarafından sanki bu kesimlerin maaşları azaltılacakmış gibi yansıtıldı, böylece hükümete karşı büyük öfke biriktirildi. [b]Planlı bir darbe[/b] [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/solcu]Solcu[/url] [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/devlet]Devlet[/url] Başkanı [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/rafael-correa]Rafael Correa[/url], kitleyle görüşmek ve gerçeği anlatmak üzere eylem yerine gitti. Ancak polisler, gaz bombaları ve coplarla Correa’ya saldırdılar. Correa buradan canını zor kurtardı. Polis hastanesine kaldırıldı; ve burada rehin alındı. 12 saat boyunca buradaki odasından çıkamadı. Bu sırada dışarıdaki polis, Correa’yı öldürmeye çalışıyordu: olaydan sonra Correa’nın kaldığı odanın camında alttaki gibi kurşun izleri bulundu. [img(482,321)] http://haber.sol.org.tr/sites/default/files/fotograf/bala012.jpg[/img]Ekvador halkı gün boyunca sokakları zaptetti ve polisle çatıştı. Bu sayede polis, Correa’yı hastaneden çıkarıp bilinmeyen bir yere kaçıramadı. [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/aksam-gazetesi]Akşam[/url] saatlerinde, daha önce hükümete bağlılığını ilan etmiş olan ordunun özel harekât birlikleri bir operasyonla Correa’yı kurtardılar. Bu sırada polisle yoğun [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/catisma]çatışma[/url] yaşandı. Polis, Correa’nın kurtarıldığı aracı da taradı. Araçta Correa’nın oturduğu kısmın önündeki cam dahil, çok sayıda kurşun deliği bulundu. [img(400,312)] http://haber.sol.org.tr/sites/default/files/fotograf/correa1.jpg[/img][img(400,312)] http://haber.sol.org.tr/sites/default/files/fotograf/correa2.jpg[/img]Yaşananların bir protestonun ardından kendiliğinden yaşanan bir süreç değil, planlı bir darbe olduğu sayısız ayrıntıyla ortaya çıktı. Darbe, polis güçleri tarafından yapılmıştı. Türkiye’de sağcı/[url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/liberal]liberal[/url] cenah, uzun süredir darbelerin sadece askerler tarafından yapılacağını, askerlere karşı [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/sivil]sivil[/url] güçlerin her [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/zaman-gazetesi]zaman[/url] mübah olduğunu vaaz ediyor. Ekvador örneği, bu iddiayı tamamen çürütüyor. Bu nedenle Ekvador’da yaşananlara daha yakından bakmak gerekiyor. [b]Correa biliyor ve bekliyordu[/b] İşin en önemli yönlerinden birisi, Ekvador’da hükümetin ve ilerici kanadın, polisin bir darbe yapabilecek durumda olduğunun farkında olmasıydı. Geçtiğimiz sene Haziran ayında Honduras’ta Manuel Zelaya’ya karşı darbe olduğunda, [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/fidel-castro]Fidel Castro[/url] Hugo Chávez’e şu yorumda bulunmuştu: “Honduras’ta darbe, Latin Amerika’da yeni bir darbe dalgasının kapısını açacak.” Rafael Correa, buna şöyle yanıt vermişti: “Sıradaki benim; Zelaya’dan sonra benim geldiğime dair istihbari bilgiler var elimizde.” Correa, henüz bir sene önce, kendisine karşı bir darbe hazırlığı olduğunu istihbarat örgütü kanalıyla biliyordu. Ancak, aslında, bunu ülkeyi dikkatli takip eden ve “Polisler darbe yapmaz, sivil onlar” hikâyesini yutmayacak herkes biliyordu. Çünkü 5 Kasım 2008’de yayınlanan kritik bir [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/rapor]rapor[/url], ülkede polis gücüyle [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/abd]ABD[/url] ve [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/burjuvazi]burjuvazi[/url] arasındaki kirli tezgâhın tüm ayrıntılarını gözler önüne seriyordu. [b]ABD-polis ilişkisi[/b] Latin Amerika ülkelerinde darbe tezgâhlamak konusunda büyük tecrübesi olan ABD, bunu pek çok kanalda yapıyor. Asker, polis, [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/medya]medya[/url], muhalefet partileri ve “sivil toplum” örgütleri, ABD’nin her ülkede düzenli olarak [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/destek]destek[/url] verdiği ve sızmaya ve kontrol etmeye çalıştığı alanlar. Ekvador’da da tüm bu alanlarda ABD etkisi büyük. Zira Ekvador, ABD’nin en fazla yüklendiği ülkelerden biriydi. Özellikle Correa hükümetinin Manta’daki ABD askeri üssünün sözleşmesini uzatmaması ve ABD’nin buradan çıkmak zorunda kalması, emperyalist merkez açısından büyük sıkıntıya sebep olmuştu. 2006-[url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/2010]2010[/url] yılları arasında ABD’nin Ekvador’a yaptığı “yardımların” toplamı 157.4 milyon [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/dolar]dolar[/url]. Bunun 94 milyon doları, yani yüzde 60’ı orduya ve polis teşkilatına yapıldı. Sadece 2006 ile 2008 yılları arasında ordu ve polis teşkilatından 931 yetkili ABD programlarına katıldı. Tüm seneler düşünüldüğünde, iki teşkilatta da –tıpkı Türkiye gibi- yolu ABD’yle kesişmemiş çok az yetkili olduğu görülüyor. ABD’nin Ekvador büyükelçiliğinin [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/internet]internet[/url] sayfasında Şubat 2010’da yayınlanan rapora göre 2009 yılında Ekvador’a aktarılan ABD parası 59.767.437 dolar. Bunun 18.1 milyon doları CIA’nın yurtdışında sivil ayağı olarak çalışan USAID’e, 13 milyon doları orduya, 8 milyon doları ise “uyuşturucuya karşı mücadele” adına polis teşkilatına gitti. [b]2008’deki kritik rapor[/b] Rafael Correa, 15 Mayıs 2008’de verdiği emirle polis ve ordu içindeki istihbarat servislerinden özel bir [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/komisyon]komisyon[/url] oluşturarak, buralardaki ABD etkisini araştırmalarını istedi. Komisyon, 5 Kasım 2008’de raporunu yayınladı. Bu rapor, Türkiye’yle karşılaştırma yapmak açısından çok değerli. Oldukça ayrıntılı olan raporun satırbaşları şu şekilde: - Polis birlikleri fazla hareket serbestisine sahip ve ABD Ekvador Büyükelçiliği’nin akredite ettiği kurum ve teşkilatlara bağımlılıkları yüksek. (Türkiye’de polisin hareket serbestisi, şirazesinden çıkmış durumda.) - Polis güçleri Ekvador’daki ilerici hareketlere karşı [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/casusluk]casusluk[/url] faaliyeti kapsamında elektronik, telefon ve teknik takip yollarını çok sık kullanıyor. (Bu başlık, Türkiye’de artık polisin herkesi dinliyor olmasına kadar vardı.) - Başta [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/emniyet]Emniyet[/url] istihbarat müdürlüğü olmak üzere, özel araştırmalar birimi, [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/ozel-harekat]özel harekat[/url] birimi ve uyuşturucuyla mücadele birimi uzun yıllardır ABD’ye bağımlı ve burası tarafından finanse ediliyor. (Türkiye’de finansal bağımlılığın yerini daha çok istihbarat paylaşımı, operasyonel işbirliği ve eğitimler üzerinden kişisel yakınlıklar ve başta [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/cemaat]cemaat[/url] bağlantılı olanlar olmak üzere siyasal yakınlık alıyor.) - Ekvador istihbarat birimlerinin resmi ve gayrıresmi ABD kurum ve örgütleriyle çok fazla işbirliği mekanizması var. (Türkiye de aynı durumda.) - Bazı birimlerde [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/fbi]FBI[/url] ve CIA’nın şef pozisyonundaki kişileri doğrudan kontrol ettiği anlaşıldı. (Bu konuda Türkiye’de kesin bir kanıt yok, henüz.) - [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/abd-buyukelciligi]ABD Büyükelçiliği[/url] ile [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/emniyet-teskilati]emniyet teşkilatı[/url] arasındaki resmi mekanizmaların arasında lojistik destek, eğitim ve gelişim programları, bağışlar ve maddi yardımlar ve başka yöntemler yer alıyor. (Türkiye’de de bu ilişki çok gelişmiş durumda.) Rapor, polis ve ordudaki ABD etkisine dair birçok başka ayrıntı da veriyor. Aynı zamanda [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/kolombiya]Kolombiya[/url] ordusunun Ekvador toprakları içinde [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/farc]FARC[/url] gerillalarına yaptığı saldırının ABD ve Ekvador’da faaliyet gösteren bir [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/casus]casus[/url] ağıyla işbirliği içinde yapıldığını, Ekvador emniyetinin de kendi topraklarına yapılan bu saldırıdan haberdar olmasına rağmen hükümeti bilgilendirmediğini ortaya koyuyor. [i]Yarın: Ekvador’da polis darbe günü ne yapmaya çalıştı? Türkiye’de nasıl olur? Türkiye emniyet teşkilatıyla Ekvador emniyet teşkilatı arasındaki büyük fark nedir? Darbe günü Ekvador’da polis teşkilatını destekleyen diğer güçler hangileriydi? Türkiye’de bu güçlerin durumu nedir?[/i] Yiğit Günay ([url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/sol]soL[/url][/size] | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: EMPERYALİST SALDIRININ VASITASI Perş. Ekim 07, 2010 10:54 pm | |
| [size=18]Tam Boy Emperyalizm (Silivri Sürgünleri ve Amerikancı Uzlaşmanın Temelleri) Kaan Turhan - Açık İstihbarat www.acikistihbarat.com 06.10.2010 Amerikancı uzlaşma heyûlası Türkiye’de kol geziyor. Ülke uzlaşma makasının ortasında yokluğa doğru evriliyor. Süreç, toplumsal değerleri, devlet geleneklerini, cumhuriyet devrimini törpülemeye ve hiçleştirmeye iddialı görünüyor. Ekmek derdinde olan emekçi, iş derdinde olan yeni mezunlar, işsiz kalma korkusuyla çalışan sözleşmeli olarak kamu ve özel sektörde çalışan insanlarımız, çarpık güdümlü ekonominin vurduğu küçük orta ölçekli işletmeler, devlet varlıklarının haraç mezat yok edilmesi ve daha bir çok sorun yok hükmünde! Toplum, Amerikancı uzlaşmanın sancılarını yaşarken, birileri kendi saltanatını sağlamlaştırıyor. Tüm ahlâki ve kültürel değerler, hukuksal normlar, güven ortamı, erkler ayrılığı ilkeleri figüranlaştırılıyor. Bu sahteliğin dönüp dolaşıp kendilerini de yutacağının bilincinde olmayan, Amerikan vaatleri pusulası olanlar; korkuyu, psikolojiyi baskılama ve sindirme yöntemlerini, bir ülkeyi aydınsız bırakmayı, toplumu ve değerleri savunmasız bırakmayı derinleştiriyor. Farkındalık bir şey ifade etmiyor. Mücadelenin seyri olabildiğince farklılaşıyor. Hukukun, siyasal iktidarın silahı haline geldiği bir dönemi yaşıyoruz. Öyle ki ulusal yargı ağı projesiyle, tüm hukuksal metinler siyasal erkin bakanlığı denetimine giriyor. SEÇSİS denen seçim sistemi teknolojisiyle ve tüm süreçleriyle siyasal erkin denetiminde olan seçim sistemi güvensiz ortam nüvesini oluşturuyor. Yasalara aykırı dinleme, yasalara aykırı delil toplama gibi çarpıklıklar, tüm yurtseverleri tahakküm altına alıyor. Her boyutuyla ‘sıkıyönetim’ olgusunu gösteren, gazetelerle, dergilerle, televizyon ve radyo yayınlarıyla yargısız infazlar gerçekleştirilen, Hitler Nazizmini anıştıran bir dönemden geçiyoruz. Ülkenin asıl sahipleri olan aydınlar, düşün emekçileri Türkiye’nin emperyalizme sonuna kadar kayıtsız şartsız açık olan kapısı ‘Ergenekon’da biçimlendirilmeye ve bağımlı ‘aydın’ yapılmaya çalışılıyor. Atlantik ötesinin şefkatli kollarında yaşayan, İslam dinini isevileştirme misyonuyla kuluçkaya yatan Fethullah Gülen’in ‘ulusalcı dalgayı aşarız’ ifadelerine dayanan Ergenekon operasyonu, Türk Ulusu’na deli gömleği giydirmeyi tasarlayarak uygulayan Amerikan emperyalizminin Türkiye’yi terbiye etme ve kontrol etme projesidir. Ortadoğu’nun emperyalist politikalar doğrultusunda yeniden yapılandırılması sürecinde; Türkiye’ye koç başı misyonu vermenin başlangıcı olan Ergenekon operasyonu; korkunun, çaresizliğin, kokuşmuşluğun hukuk devletinin çiğnendiği, Kuddisi Okkır ve Türkan Saylan cinayetinin işlendiği akıl almaz yöntemler dizisi, kısaca deli saçmasıdır. Operasyonun seyri açısından durum, Savcı Zekeriya Öz’ü, AKP’yi ve onun işbirlikçi figüran kalemşörlerini, Fethullahçı istihbaratı aşan bir olay durumuna gelmiştir. Atlantik ötesinin hesapları Türkiye’yi her yönden kuşatmış durumdadır. Ergenekon operasyonu üzerine değerlendirmeler yapanların, çözümlemeler yapanların iyi niyetinden, “hâlâ bir hukuk devleti var” yanılgısından kaynaklı bir çarpıklık var ki, satır aralarında gizli kalıyor. Ergenekon operasyonu çerçevesinde, tutuklamalar, güç gösterisine dönüştürülmek istenmiş ve başarılmıştır. Sabaha karşı evlerinde basılarak gözaltına almalarla, çoluk çocuğu gecenin bir yarısı uyandırılarak alıp götürmelerle, baskılama, sindirme ve güç gösterisinde bulunma amacı güdülmüştür. Soruşturmada kaçma şüphesi, delilleri karartma şüphesi olmadığı halde hukuksal normlar hiçe sayılarak ifade almak için ‘davet’ edilmeksizin devletin kolluk gücü kullanılarak insanlar zapturapt altına alınmak istenmiştir ve başarılmıştır. Son derece zekâsız, akılsız ve mesnetsiz iddialarla örülen iddianameler, gücünü Amerika’dan alan siyasal iktidarın, Silivri’yi kör döğüşüne çevirme çabasının bir sonucudur, gelinen nokta. Tarihte tüm aydın sürgünlerinin, aydın kıyımlarının ve toplumsal korku cenderesinin sonuçlarında emperyalizme açılan bir kapı görülmüştür. Malta sürgünleriyle başlayan süreç Türkiye’nin parçalanmasını öngören batılı emperyalistlerce dayatılan sevri gündeme getirmiş, ‘bizim oğlanlar başardı’ ifadesiyle anlam kazanan 1980 darbesi, tüm ulusu ve sol hareketi ortadan kaldırarak, Türkiye’yi sömürülmeye açık Pazar haline getirmiş; 1993’te Madımak’ta yakılan aydınlarla, Türkiye’deki halkçı damar yok edilmiştir. Kürtçü İslamcı AKP kadrolarıyla birlikte, Bush Erdoğan görüşmesiyle başlayan Büyükanıt-Erdoğan Dolmabahçe buluşmasıyla hızlanan Ergenekon süreciyle hedeflenen emperyal projeler çok açıktır: 1.Türkiye’de muhalefete ciddi anlamda baskı uygulamak ve AKP, ABD, AB karşıtı her unsuru etkisizleştirmek, 2.Ortadoğu’da Türkiye’ye işgal sonrası Irak’ta Kürdistan’ı inşa etmesinde koç başı rol vermek, 3.Ulusal istihbaratı ucu açık bir süreçte, koşulsuz olarak CIA’nın denetimine sokmak, 4. “Yeni Osmanlı” stratejisi çerçevesinde, Osmanlı hinterlandında Türkiye’yi emperyal projelerde kullanıma hazır bulunmasını sağlamak, 5.Kürdistan’ın ilanını kabul etmek ve gelişmesini sağlamak koşuluyla PKK’nın tasfiye edilmesi, 6.KKTC’nin Avrupa Birliği sürecinde teslimiyetinin tescillenmesini sağlamak, 7.Ermenistan’ın ‘soykırım’ taleplerine uygun ortam hazırlamak, Fener Rum Patrikhanesi’ni tüm Ortodoksların merkezi olarak Ekümenik ilân etmek, 8.Güneydoğu’da mayınlı arazilerin uluslararası şirketlere verilerek temizliğinin sağlanması ve kurulacak olan Yahudi Kürt devletiyle arada tampon/insansız bölge oluşturularak, siyasal boşluktan yararlanılarak güçlünün tasarrufuna bırakılması, 9.İslam dininin toplumcu, ahlâklı ve eleştirel akılcı yönlerini torpilleyerek Amerikan siyasetine, Amerikan kültürüne ve Amerikan dış politikasına teşne ılımlı islam yaratılması, Fethullah Gülen’in hedef ülkelerde işbirlikçi toplum oluşturması, 10.NATO’da olmayan bağımsız Jandarma’nın gücünün etkisizleştirilerek, NATO gücü haline getirilmesi. Bu hedeflerle görülebildiğinde; Ergenekon soruşturması, Türkiye’nin Emperyalizme açılmasının önündeki ‘ayak bağlarını’ ortadan kaldırma amacını taşımaktadır. Ergenekon, emperyalizmin Türkiye’ye girdiği büyük kapıdır. Kürtçü İslamcı AKP, 2002 yılında iktidara geldiğinde Amerikan siyaset çizgisinden sapmanın olanaksızlaştığı, boyun eğmenin ve güce tapınmanın derinleştiği sürece girildiğini saptayabiliyorduk. Bu hükumetin, Irak işgali sonrası Kürt devletinin inşası için ‘seçilen’ kadroların toplamı olması doğrultusunda misyonlarını hakkıyla yerine getireceğini görebiliyorduk. Ne ki, süreç Türkiye’de anti emperyalist bilincin yükselişini de beraberinde getirdi. Bu bilinç Amerika’nın Türkiye üzerindeki hesaplarını bozmak, prangalanmak istenen onurun, aydınlığın savunuculuğunu yapmak için tüm bedenini taşın altına koydu. Ekonomik, siyasal, kültürel, uluslar arası alanlarda ulusal onuru savundu. Cumhuriyet Mitingleriyle istencini daha da sağlamlaştırdı. Bu olumlu akışın, biriken öfkenin ve aydınlık Türkiye özleminin dizginlenmesi için Amerika, AKP üzerinden bir dizi operasyonu başlattı. Bu operasyonlarda; medya, siyaset, hukuk kurumları, Fethullahçı istihbarat devredeydi. Türkiye’nin yeni emperyalist kapitalist sisteme entegrasyonu için en güvenilir ve sorunsuz yöntemi; muhalefeti susturmaktı: birikimini, değerlerini, istencini ülkesi için yaşatan yurtseverler Silivri’nin karanlık hücrelerine taşındı. AKP’nin Amerika’nın taşeronluğunu üstlenmesi kuşkusuz Ergenekon’la olmadı. 2002 seçimleri öncesinde Tayyip Erdoğan’ın Avrupa’da ve Amerika’da hiçbir sıfatı olmaksızın özel toplantılarda; görev, talimat avuçlaması: Amerikancı uzlaşmanın temelini oluşturdu. İşgal hukukunun uygulandığı sömürge ülkelerinde görülebilecek çeşitli oyunlarla Tayyip Erdoğan ve şürekası yeni uşaklık niteliklerine büründürülmüş iktidar koltuğunu oluşturuverdi. Bu yeni tip iktidar koltuğunun ayakları şu ana başlıkları taşıyordu: 1.Ortadoğu’da emperyalizmin koç başı işlevini görecek yeni Osmanlı misyonu, 2.Irak’taki kukla Kürt devletini tanımak koşuluyla PKK’nın tasfiyesi, 3.Ekonominin yabancı sermayeye kayıtsız şartsız teslim edilmesi, 4.CIA güdümlü Fethullahçı istihbaratın yeni derin devleti oluşturması. Bu başlıkları taşıyan yeni iktidar koltuğu, birbirine kökten bağlantılı bu projeleri gerçekleştirmek için her yolu mubah saymaktaydı. AKP’nin ABD güdümlü siyaset çizgisini belirleyenler: “Sermaye kesimini çekip çevirme, kendisi için özel bir sermaye kesimi palazlandırma, bu kesimi daha yukarılara taşıma ve bundan rahatsızlık duyacak diğer sermaye kesimleriyle birlikte düzenin yerleşik kurumlarını razı etme. AKP, kendi yönetimindeki Türkiye’nin en azından bölgesel ölçekte yeni misyonlar üstlenmesi gerektiğini düşünmektedir. Daha doğrusu, emperyalizmin yönlendirmeye çalıştığı dünya sisteminin önümüzdeki dönemlerinde daha aktif, değişken ve çok yönlü roller üstlenme niyetindedir. Kuşkusuz, salt kendi inisiyatifiyle değil, ABD’nin planlarına hizmet için en iyisinin bu olduğu kanısındadır ve ABD’den de bu yönde kimi mesajlar almaktadır. Depolitize edilmiş, sadakaya bağlanmış, din imanla uyuşturulmuş geniş yoksul kesimlerin varlığı AKP’yi tam rahatlatmamaktadır. Özellikle son kriz ve onun getirdiği işsizlik gibi sorunlar karşısında AKP, kabarabileceğini düşünüp ürktüğü bir emekçi muhalefetinin önünü almak istemektedir…"[1] "ABD’yle kol kola bir süreci götüren AKP hükumeti, İslamcı karakteri, işbirlikçi ve piyasacı kimliğiyle emperyalizme bu iş için biçilmiş bir kaftan olduğu mesajını her fırsatta verdi. Zaten, AKP’yi Türkiye’de emperyalizmin desteğiyle iktidara taşıyan dinamikler de aynı yönü gösteriyordu. AKP, bu mesajı vererek aslında kendisinden bekleneni gayet iyi anladığını emperyalist merkezlere ispatlamaya çalışıyordu. İsrail’in Ortadoğu’daki vahşi saldırısı, Ortadoğu planlarının yeni bir aşamaya girdiğinin ilanıdır. AKP danışmanları Büyük Ortadoğu Projesi’nin bittiğini söylerken aslında hem planın yeni bir evreye girdiğini itiraf ediyor hem de bu yeni safhada emperyalizmin aracılığını yapmak için iştahlarını gösteriyorlar. Fethullah Gülen cemaati başta olmak üzere, Türkiye’nin başına çöreklenen tüm gerici odaklar bu yeni aşamaya hazırlanıyor.”[2] Emekçileri, yerli düşünen ulusal değerlerini dünya egemen burjuva siyasetinin üzerinde gören aydınları sindirme ve yıldırma operasyonun adı olan Ergenekon soruşturması Ortadoğu’da emperyalistlerce biçilen görevin de kolaylaştırma alt yapısını oluşturuyor. Fethullahçı Hüseyin Gülerce’nin batı algılamasını telaffuz ettiği yazılarından birinde, AKP’nin irticanın odağı olduğunu saptayan Anayasa Mahkemesi Kararını anımsatarak: “asıl hedef demokratikleşmenin engellenmesi. Çünkü demokratik reformlar, özgürlükleri genişleterek ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir yöntemin önünü açacak. Engelse; “derin devlet”, “statüko”, “tek parti özlemleri” denilen ve “ülkenin sahibi biziz” diyen zümrenin direnmesi. “Ergenekon” onların gücü”[3] dediği gibi değil gerçek! Bir başka siyasal İslamcı yazar Ali Bulaç’ın bir televizyon programında dillendirdiği gibi: “bir büyük akıl, ki bunun ABD olması kuvvetle muhtemeldi, başka bir türkiye kurmaya karar vermişti. Belki on yılı alacak çok kapsamlı bir dönüşüm planı uygulamaya konuyordu. Buna kafası yatmayan, buna ikna olmayan herkes tasfiye ediliyor, etkisizleştiriliyordu.”[4] ABD projesi böylelikle batıya teşne liberal İslamcı ağızlardan duyuruluyordu. Büyük plan buydu… Merdan Yanardağ’ın saptamalarıyla: “Ergenekon soruşturması, sadece siyasal bir tasfiye hareketi değildir. Son otuz yıldır yeryüzünde yıkıcı bir rüzgâr gibi esen neo liberal politikalarla post modern, muhafazakâr ve her türden gerici dinci hareketin insanlığa karşı oluşturduğu tarihsel suç ortaklığının bir sonucudur. Bu işbirliğine iktisadi planda ultra liberal bir tutum siyasal ve felsefi plandaysa radikal ve gerici bir modernite ve aydınlanma eleştirisi eşlik etmektedir…Sol liberallerin emperyalizmi iptal etme, küreselleşmeciliği bir tür enternasyonalizm diye sunma, yurtseverliği suç sayma, anti emperyalist olmayı milliyetçilik ve hatta yabancı düşmanlığıyla eşitleme; sınıf mücadelesi yerine devlet sivil toplum çelişkisini ya da merkez çevre çatışmasını yerleştirme; özgürlüğü etnisite ve dinsel cemaat serbestisi olarak değerlendirme ve sınıflandırma çabaları sola yönelik bu kuşatmanın ideolojik enstrümanlarını oluşturmaktadır… Bugün egemen sınıflar arasında, daha daraltılmış bir kavramla söylersek, geleneksel iktidar bloku içinde bir yön ve program farklılaşması ortaya çıkmıştır. Diğer bir anlatımla, devletin tepesinde bir iktidar parçalanmasının yaşandığını, daha da önemlisi farklı iktidar odakları arasındaki çatışmanın sertleşerek çatışmaya dönüştüğü bir politik durumla karşı karşıyayız. Üstelik bu çatışma, sadece iç politikanın sorunları ve ihtiyaçları üzerinden değil, emperyal güçler tarafından Türkiye'nin küresel düzen içindeki yeni yerinin tayin edilmesine kadar uzanan geniş bir alanda cereyan ediyor…gözaltına alınanların kimliklerine baktığımızda; bu yön ve program farklılaşmasının bir kanadında yer alan ve "Avrasyacı" diyebileceğimiz bir kesimin tasfiye edildiğini görüyoruz. Soruşturmaya dahil edilen emekli orgeneraller (Tuncer Kılınç, Kemal Yavuz, Hurşit Tolon, Şener Eruygur), Soğuk Savaş sonrasında Türkiye'nin NATO üyeliğinin artık gereksiz hale geldiğini ve ülkenin çıkarlarıyla çeliştiğini, ABD'nin izlediği bölge siyasetlerinin Türkiye'nin stratejik çıkarlarıyla çatıştığını, bu nedenle çok odaklı bir dış politika izlenerek Avrasya'da ortaya çıkan fırsatlardan yararlanmak gerektiği görüşünü savunuyorlardı. Aynı generaller Rusya, Çin ve İran'la yeni ittifaklar yapılabileceğini de ileri sürüyorlardı. Üstelik bunu kapalı kapılar ardında da değil, kamuoyuna açık toplantılarda söylüyorlardı. Ergenekon Savcısının hazırladığı iddianameye göre, "Hükumete karşı toplantılar yapmak, bu amaçla taban oluşturmaya çalışmak ve bu toplantılarda konuşmak" suç oluşturmaktadır. Bu suçun kapsamına girmeyen bir muhalefet örgütü, parti, dernek, sendika ve yayın organı var mıdır? Yasaklanmak ve bir suça dönüştürülmek istenen şey toplumsal muhalefettir.”[5] Silahlı Kuvvetler içindeki Amerikancı ekole karşı, bağımsızlıkçı kanadın NATO’ya tepkileri: Ergenekon’da “gerçek amacın” ipucunu vermesi açısından önemlidir. Yanardağ’dan alıntıyla: Zaman gazetesinden İhsan Dağı: “Ergenekon, devlet içinde bulunan resmi bir yapının deformasyona uğramış hali. Kökleri de belli: Özel Harp Dairesi, Türkiye’nin NATO’ya girmesinden sonra Avrupa’daki birçok NATO ülkesinde olduğu gibi bizde de örgütlendi. Mali kaynakları, teçhizatı NATO’dan sağlandı. Amaç, Soğuk Savaş döneminde ülkenin muhtemel bir Sovyet işgaline uğraması veya komünist bir ihtilâle maruz kalması durumunda ‘sivil direniş’i örgütlemekti. “Peki, böyle bir ülkede elli yıldır Batı güvenlik sistematiğinde bulunan bir ordunun Rusya yanlısı, NATO, ABD ve AB ile işbirliğine karşı ‘Rusçu’ bir kliğin eline geçmesine seyirci kalır mı?” “Malzeme elde, Rusçu ekip güçlenmiş; NATO’nun ikinci büyük ordusu, ‘ABD ve AB ile işbirliğini bırakıp Rusya ve İran’la ittifak kuralım’ diyen bir MGK Genel Sekreteri çıkarmış. Son dalgada gözaltına alınanlardan Tuncer Kılınç’ın, bu ‘stratejik ufkunu’ ilan etmesinin ardından 7 yıl geçmiş. Bu düzeydeki bir askerin böylesine derin bir ‘stratejik yeniden yapılanma’ yolu gösterdikten sonra makamında kös kös oturmuş olabileceğini kimse düşünmüyordur herhalde. (…) “Dahası Ergenekon’dan yargılananlardan Şener Eruygur bu ülkede Jandarma Genel Komutanı olmuş, yine Ergenekon sanıklarından Hurşit Tolon 1. Ordu Komutanı olarak Genelkurmay Başkanlığı’na giden yolun en başına kadar gelmiş. NATO’yu Türkiye için en büyük tehlike olarak ilan edip, bir NATO ordusunun bu kadar tepesine çıkmış bir grubun varlığı şaka değil, bütün Batı ittifakı mensuplarının kaygıyla izleyeceği bir durum.” (İhsan Dağı, Zaman gazetesi, 13 Ocak 2009) ABD’nin küresel siyasetlerini çok demokratik ve özgürlükçü gerekçelerle savunan Taraf gazetesi yazarı ve Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Yasemin Çongar bir adım daha ileriye gidiyor: “On üç yıl Washington’da gazetecilik yaptım. Bu yıllar bana, ABD’nin Türk ordusuyla arasındaki ilişkinin kalıcı biçimde yıpranmasını asla istemeyeceğini öğretti. Bununla beraber Amerikan siyasetinin ve ordusunun Türkiye’yi iyi tanıyan mensuplarının, TSK’nın soğuk Savaş sonrasındaki performansına kuşkuyla baktıklarına da birçok kez tanık oldum. “Türk ordusunun Washington’da, ‘gitgide Batı’dan kopan, bazı unsurlarıyla Rusya’nın etki alanına giren, AB sürecini baltalamaya çalışan, Kıbrıs’ta çözümü engelleyen, demokratikleşmeyi içine sindiremeyen, 1920’lerin zihniyetine tutsak, küreselleşmeden de Türkiye’nin küreselleşmesiyle uyumlu değişimlerden de, giderek Türkiye toplumundan da kopuk’ bir kurum olarak algılanmaya başladığını gözlemledim. “Yukarıda aktardığım gözlemin yol açabileceği kestirmeci yorumların farkındayım. Ama bu gözlemden, Ergenekon soruşturmasında ABD parmağı olduğu sonucu çıkmaz. Doğru teşhis, İhsan Dağı’nın da yazdığı gibi, TSK’nın üst kademesinin Ergenekon soruşturmasına engel olmayarak kendini Batı ittifakı içinde yeniden konumlandırmaya çalıştığıdır.” (Yasemin Çongar, Taraf gazetesi, 14 Ocak 2009)… İkinci cumhuriyetçi Mehmet Altan bu konudaki yaklaşımları ciddi bir biçimde onaylayan ve Batı merkezli dünya egemenliğine karşı bağımsızlık ve bölge ittifakı diyen sivil ve askeri kanada ilişkin şunları söylemekteydi: “Batı’yı boşlayarak NATO’dan ayrılmak, bölgedeki diktatörlüklerle, hatta din devletleriyle ittifaklara gitmek üst düzey askerler tarafından dillendirilir oldu… (…) Tuncer Kılınç, ‘NATO’da en uzun süre görev yapan Türk Paşası’… Ama MGK Genel Sekreterliği görevinin hemen başlarında, ‘Çin, Rusya, İran ve Suriye ile ittifak kuralım’ diyen de o oldu… (…) Ergenekon Terör Örgütü sadece içeride bir darbe girişimi değil… Türkiye’yi ‘Batı’daki demokrasi ittifakından’ koparma girişimi… (…) Özetle NATO askeriye üzerinden tekrar geriye dönüyor denilebilir… (Mehmet Altan, Star gazetesi, 15 Ocak 2009) Taraf gazetesi yazarlarından Lale Sarıibrahimoğlu, Ergenekon operasyonunun ABD’nin isteğiyle yapıldığını, üstelik Amerikalı bir yarbayın makalesini kaynak göstererek ileri sürüyordu. Sarıibrahimoğlu bir tür “itiraf” niteliğindeki yazısında, ABD’nin Türk ordusu içindeki Hüseyin Kıvrıkoğlu ekibinden son derece rahatsız olduğunu ve bu ekibi tasfiye etmek istediğini belirtiyordu. Lale Sarıibrahimoğlu, 1991 Körfez Savaşı’nın ardından ABD’nin Kürt politikasından TSK’nın rahatsız olduğunu da belirttiği yazısında, Körfez Savaşı sonrası ABD’nin Kuzey Irak’ta bir Kürt Devleti kurma projesini adım adım hazırlamasının bu rahatsızlıkta belirleyici bir rol oynadığını ileri sürüyordu. Sarıibrahimoğlu şöyle yazıyordu: “Amerikan ordusundan emekli Yarbay Steve Williams, merkezi ABD’deki Western Policy Center için 30 Ekim 2002 tarihinde kaleme aldığı makalesinde, münzevi (dünya işlerinden çekilen) olarak nitelendirdiği Kıvrıkoğlu’nun, dört yıllık görev süresi boyunca bir kez olsun ABD’yi ziyaret etmezken Çin’i ziyaret etmiş olmasından duyulan rahatsızlığı dile getiriyordu. “Aynı makalesinde emekli Yarbay Williams, 4 Kasım 2002 tarihinde, ilk yurt dışı ziyaretini ABD’ye yapmaya hazırlanan dönemin Genelkurmay Başkanı ve şimdi emekli olan Orgeneral Hilmi Özkök’ü, daha Batı’ya dönük olacakları anlaşılan yeni nesil Türk askerî liderlerinin öncüsü, etkin ve uluslararası forumlarda ehil bir muhatap olarak nitelendirerek, övüyordu. Emekli Yarbay Williams’ın zaten makalesinin başlığı da ‘Türk askerinin Yeni Yüzü’ idi.” (Lale Sarıibrahimoğlu, Taraf gazetesi, 14 Ocak 2009)[6] Ergenekon soruşturmasının bir çok ayağı bulunmakta.. Bağımsızlıkçı, Türkiye’nin onurunu ve dik duruşunu savunan aydınların sindirilmesi için kurulan, emperyalizme dönük yüzüyle kurmaca bir tiyatro sahnesini andıran, senaryosu batının kalemşörleri tarafından yazılan soruşturmada Fethullah Gülen’in etkisi, Fethullahçı ve Amerikancı yayın organlarına verilen misyon çok açık. ABD’deki Middle East Quarterly dergisinde, Rachel Sharon Krespin tarafından kaleme alınan, “Fethullah Gülen’in Büyük İhtirası” başlıklı makalede; Gülen hareketinin Türkiye’de polis gücü, ordu ve yargı kurumlarına sızdığı ve AKP’yle birlikte Türk toplumunu İslamlaştırmaya çalıştıkları”[7] analizini yaptı. Ergenekon soruşturmasında polis gücünün, Fethullah'ın copları gibi davrandığı, soruşturmada bir emniyet amirinin: “Evine neden Türk bayrağı asıyorsun, Cumhuriyet gazetesi okuyor musun?”[8] diye sorular dahi sorabildiği ucube bir durumla karşı karşıyayız. Emniyet istihbaratta Ramazan Akyürek’in başını çektiği bir yapılanmayla ilerleme kaydeden Fethullahçılar, bugün enine boyuna TSK’ya alternatif bir güç gibi davranmaktadır. Jandarma bölgesinde, asker kişilerin gözaltına alınmasında, TSK’yla uzlaşma varmış izlenimi veren tutumlarıyla dikkat çekmektedir. Emniyet Genel Müdürlüğü Brifing 2007 belgesinde: “Ulusalcı kesimler; devlet egemenliğinin özellikle Avrupa Birliği sürecindeki yasal değişikliklerle zedelendiği ve ülkenin bağımsızlığını yitirdiği varsayımını temel almaktadır. Bu söylem etrafında geçmişte sol, sağ ve dinsel arka plana sahip grupların söylem, propaganda ve eylem birliğine dayanan bir manevra alanı oluşturmakta, bu kapsamda, 50’den fazla dernek ve vakıf, 100’den fazla internet sitesi ve medya organı faaliyet göstermektedir”[9] denilerek, ulusalcılığı yasa dışı kapsamda, tehlikeli bir siyasal duruş olarak değerlendirdiği ortaya çıkmıştı. Yasa dışı dinleme yoluyla aydınların, askerlerin, yargı mensuplarının özel yaşamları dahi gazetelere servis edilmesi, yaşanan trajedinin ne boyutta olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Dinleme araçları için, özellikle Başbakanlık tarafından büyük miktarlarda harcama yapılması, büyük bir manüplasyonun dolayısıyla büyük bir dezenformasyonun yapıldığının karinesini vermektedir. Yargıçlar ve Savcılar Birliği’nin (YARSAV) kurucu başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu’nun ifadeleriyle: “ Reform adına Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı kuruldu..Bu başkanlık hem suç öncesi hem de bütün adli izleme, dinlemelerle görevlidir. Böyle bir kurumun özerk olmasını, yürütmenin etkisinde olmamasını beklersiniz. Ama yasaya bakın. Kurum başkanını doğrudan Başbakan atar. Kurumu Başbakan’ın özel olarak yetkilendireceği kişi veya komisyon da denetler. Burada bunların kamu görevlisi olmaları şartı yoktur. Bunun yönetmeliğinde, kurum faaliyetlerinden talebi halinde kurum başkanı derhal Başbakan’a bilgi verir, der…Bu yasa üç yıl önce AYM’ye taşındı ama henüz sonuçlanmadı. Bugün MİT ve Emniyet bütün Türkiye’yi izliyor. Gerek bu kurum gerekse de Adalet Bakanlığı, MİT ve Emniyet’in izlemesine seyirci kalıyor. Jandarma izlemesin ama MİT ve Emniyet izlesin, tavrı içine giriyor. Bütün Türkiye’yi MİT’le Emniyet’e izlettirmekteki amaç nedir? Neden bu konu Yargıtay’a taşınmaz?”[10] Ergenekon soruşturmasıyla ortaya çıkan tartışmaları mevzuatta yaşanan gelişmelerle açıklayan Eminağaoğlu, iç hukuk sisteminin çalışması halinde cemaatin polis üzerindeki gücü engellenir demektedir. Tüm bu olumsuz ve yüz kızartıcı durumlara karşın, atlantik ötesinden hoca efendileri sesleniyor: “Ergenekon davası istenen noktada değil”[11] Yani, daha hızlı olun, daha etkili bir temizlik yapın. Ne kadar bağımsızlıkçı, cumhuriyetçi, Kemalist varsa hepsini temizleyin mesajını veriyor. [1] Metin Çulhaoğlu, Serbest Çağrışımlı Bir Ergenekon yorumu, Sol, 10/01/2009. [2] Özgür Şen, AKP’nin Bölgesel İddiaları, Sol, 08/01/2009. [3] Hüseyin Gülerce, Ergenekon, Amerika ve AK Parti, Zaman, 01.05.2008. [4] Kemal Okuyan, Ergenekon, Sol, Akıl ve Vicdan, Sol, 14.04.2009 [5] Merdan Yanardağ, Ergenekon ve Solda Sıkışma, Sol, 15.01.2009 [6] Merdan Yanardağ, Ergenekon ve Liberalizmin Sefaleti, Sol, 22.01.2009. [7] Fethullah Gülen İmparatorluğu, Milliyet, 15.01.2009. [8] Hatice Tuncer, Cumhuriyet, 14.03.2009, s.12. [9] Ufuk Akkaya, Emniyet’in Ulusalcılık Terörizmdir Brifingi Belgelendi, Aydınlık, 26.04.2009, Ss.14. [10] Leyla Tavşanoğlu, YARSAV Başkanı Eminağaoğlu’yla Söyleşi, Cumhuriyet, 28.12.2008, S.12. [11] Radikal, 07.03.2009. [/size] | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: DEVRİM VE SAVAŞ SÜRECİ Perş. Ekim 07, 2010 10:55 pm | |
| [size=18]AKP Kimin Partisi ?
Ocak sonlarında İngilizlerin ünlü yayın organı The Times’da yayınlanan bir haber, Türk medyasında nedense es geçildi. Oysa haberin satır aralarında altı çizilmesi çok önemli ayrıntılar vardı. Haberde, Türkiye'de yaratılan garip bir seçim atmosferinin ardından iktidar koltuğuna ‘oturtulan’ AKP'nin, ABD tarafından yürütülen BOP’un bir parçası olduğuna dikkat çekiliyordu: "Ortadoğu'yu ılımlaştırmak isteyen Bush, sadece Türkiye'de başarılı oldu"
The Times Gazetesinde yer alan haberin ayrıntılarına değinmeden önce, 3 Kasım seçimlerinin sonuçlarını heyecanla bekleyen Amerikalı kanaat önderleri ve GOP’un “takım kurucularının” Washington izlenimlerini aktaralım. Seçimlerin hemen ardından, Kudüs’te devşirilen, Washington’da pişirilen; Gülen cemaatinin akıl hocalarından Dr. Hakan Yavuz, 6 Kasım 2002’de Zaman Gazetesinde yer alan seçim değerlendirmesinde, sevinç içinde, Amerikalı kanaat önderlerinin birbirine sarılışını aktarıyordu; “sanki seçimi onlar kazanmıştı!
AKP, Müslüman Demokrat Partisi!
“Seçim sonuçlarını Washington’da izledim. Aslında John Esposito’nun düzenlediği bir toplantı için gitmiştim. Cumartesi gecesi John Esposito ve John Voll’la seçimlerin muhtemel sonuçları üzerinde konuştuk. Esposito ile Türkiye’deki gelişmelerin muhtemel sonuçları üzerine konuştuk. Esposito, Türkiye’deki gelişmelerin çok önemli olduğunu; fakat gelişmelerin sağlıklı şekilde dışarıya aktarılmadığından yakındı. Bernard Lewis ve Daniel Pipes gibilerin Türkiye’deki demokratikleşmeyi ve piyasa ekonomisindeki gelişmeleri “İslam’dan ve Müslüman kimlikten uzaklaşmanın başarılı sonuçları” şeklinde yansıttığı bir ortamda Türk halkının kimliğine sahip çıkarak siyasi alanda yer alması son derece önemli. Türklerin Müslüman kimlikten soyutlanarak değil o kimliği yoğurarak modernite ile bütünleştiklerini görüyoruz. Esposito için önemli olan da işte bu sentez. Yani, hem Müslüman hem demokrat; hem Müslüman hem de modern Avrupa’daki Hıristiyan Demokrat partiler gibi “Müslüman Demokrat Partisi”ni kurmakta ilerlediklerini söyledi. Akşam her ikisi de seçim sonuçlarını konuşmak için pazartesi sabahı kahvaltıda buluşmaya karar verdik. Saat 9.00’da Esposito ve Voll’un yüzleri gülüyordu. Sanki seçimleri ikisi kazanmıştı.”
Washington’un TSK endişesi
Hakan Yavuz, seçimden zaferle çıkan AKP’nin, Pentagon ve şahinlerin muhtemel Irak operasyonu ve daha da açığı BOP sürecinde Türk ordusuna karşı elinin yeterince güçlü olmadığı endişesini taşıdıklarını da dile getiriyordu: “Washington’daki genel durumu şu şekilde özetlemek mümkün: Devlet birimlerinden özellikle Savunma Bakanlığı ve etrafındakilerde bir “kaygı ve endişe” hakimdi. Amerikan yönetimi içinde gittikçe “şahinleşen” Savunma Bakanlığı, AKP iktidarının Irak operasyonu ve İsrail’le ilişkilerde “yavaş” davranabileceği endişesine sahip. Özellikle, İsrail lobisinin etkisindeki Savunma Bakanlığı yetkilileri ve danışmanları “Türk Silahlı Kuvvetleri faktörünü” sürekli vurgulayarak Türkiye’nin hareket alanının sınırlı olduğunu vurguladılar.”
Ordu halleder..
3 Kasım seçimlerinin ertesi günü Türk medyası neredeyse benzer başlıklarla ve sanki hep bir ağızdan konuşurcasına manşetler attılar. Hatta Washington’daki kaygılı bekleyişin ironik bir izdüşümü olarak, yazı işlerinde “merak etmeyin ordu var” gibi sırnaşık ifadelerin konuşulduğu da söylendi. Ne var ki, Amerikan Neo-con’larının endişesi kısa sürdü. Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, Başbakanla ilişkileri sorulduğunda “şiir gibi” yanıtlar vermesi, hem Washington, hem de Türkiye’deki BOP şakşakçıları derin bir nefes almıştı. Ilımlılaştırılan İslam ve sivil toplum önderleri büyük bir kampanyayla birlikte benzeri görülmemiş bir “açık ülke” haline getirilen Türkiye’de hızla manüplasyona başlamışlardı. Ta ki, Türk Meclisi’nin birinci tezkereyi reddetmesine kadar.
Kanaat önderlerinden, akıl hocalarına..
Hakan Yavuz, 10.03.2003 tarihli Zaman Gazetesinde birinci tezkerenin şaşkınlığını üzerinden atamayan Amerikan şahinlerinin sözcülüğüne soyunuyor ve Türkiye’ye bundan sonra ne yapması gerektiğini dolaylı yoldan iletiyordu:
“ABD, Türkiye ile müzakerelerde Türklerin hassas olduğu noktalara dikkat etmedi ve özellikle Kürtler konusunda Ankara’yı yanına alamadı. (Tabii Ankara ABD’yi bu konuda eğitmedi ve Türkiye yıllarca Kürt meselesini güvenlik sorununa indirgediği için halk diplomasisi boyutunu ihmal etti). Bu konular bugün ABD’de birçok kurum için toplantıda ele alınıyor ve hata noktaları üzerinde duruluyor. Özellikle Türkiye’deki “Kürt fobisi” hakkında ciddi bir dizi iç tartışma devam ediyor. Türkiye ABD’yi bilgilendirecek yerde son günlerde ABD, Türkiye’yi Kürt milliyetçiliği konusunda “eğitime” tabi tuttu.”
Washington’dan bakmak..
“Türkiye’nin milli çıkarları ABD ile yakın işbirliğini gerekli kılıyor. Aynı şekilde Türk kurumlarının da kendi kendilerini sorgulaması gerekiyor... Unutulmaması gereken iki nokta var: Bosna ve Kosova’da Müslüman toplumlarını koruyan Amerika oldu; ve Türkiye’nin talan edilen ve çökmekte olan ekonomisini canlandırmak için ABD, IMF dahil birçok kurumu harekete geçirdi. Türkiye’nin bir Brezilya olmasını önledi. Türkiye’nin AB üyeliği ve Kıbrıs gibi bir stratejik işbirliğini kısa bakışlı “milliyetçi” duygulara kurban etmemesi gerekiyor..” diyen Hakan Yavuz, hızını alamayarak, Türkiye’nin bu süreçte ne yapması gerektiğini de maddeler halinde sıralıyordu:
Türk ordusu Barzani ve Talabani’nin hassasiyetlerini dikkate alsın!
“1. AKP parti olarak önce kendisini yöneten bir parti olmalı ve çok başlılığa son vermeli... Özellikle Güneydoğu Anadolu’da ve Irak’ta yaşayan Kürtlerle diyaloğa girmeli ve onlara yeni işbirliği imkanları sunmalı.
2. Türkiye’nin hem ekonomik hem siyasi açıdan ABD ile ilişkilerinin zarar görmemesi için ikinci tezkerenin hemen geçirilmesi gerekiyor.
3. Türk ordusu bölgeye, Barzani ve Talabani’nin hassasiyetlerini dikkate alarak ve halk diplomasisini işleterek bir dostluk ve güven çemberi kurarak girmeli. Bunun için her şeyden önce Irak’ın federal bir yapı içinde şekillenmesini kabul etmeli ve bu yapılanmada Türkmen federasyonu için çalışmalı; (b) Kerkük ve Musul’un Kürt bölgesinde dahil edilmemesi konusunda ısrarlı olmalı; ve (c) Barzani ve Talabani’nin silahsızlandırılmasında ısrar ederken bu iki grubun zayıflığını ortaya koyacak tavırdan kaçınmalı."
ABD’nin modeli Fethullah Gülen!
Hakan Yavuz, bu süreçte “dışarıya haber uçuran” ve “ dışarıdan buyruk getiren” kimliğiyle BOP’un önemli figürlerinden biri haline geliyordu. Her şey tartılıyordu; kimlik, etnisite, din, mezhep... İsrail, Kürt sorunu, Irak politikası ve Ortadoğu. AKP’nin bölgede üstleneceği rolün suflörlüğüne tayin edilenlerin başında geliyordu.
Bu süreçte, başta CIA destekli düşünce kuruluşu “RAND Corporatıon” olmak üzere, onlarca Amerikan ‘thing-tank’ kuruluşunun yürüttüğü çalışmalarda, Türkiye’nin kimlik problemine göndermeler yapılıyordu. RAND Corporatıon’ ın yayımladığı, “ Sivil Demokratik İslam : Ortaklar, Kaynaklar ve Stratejiler” başlıklı kitapta, İslam dünyasındaki dört temel eğilimin altı çiziliyordu: Laikler, radikaller, muhafazakarlar ve modernistler. İslam dünyasında yaşanan yönetim krizlerinin batı dünyasının lehine nasıl dönüştürüleceğini ve ortaya çıkacak yeni yönetim kadrolarının hangi gruplardan seçileceğini inceleyen kitapta, “saldırgan laikliğin” tırpanından geçmiş Müslümanlardan söz ediliyor, İslam dünyasındaki ‘modernistlerin’ desteklenmesi gerektiğinin altı çiziliyordu. Sözü edilen modernistlerin başında Fethullah Gülen’in adı geçiyordu. Çağın gereklerine göre bir din formüle etmeye çalışan modernistlerin, batılılara en uygun ortak olacağı fikri sıklıkla işlenirken, kitabın yazarı,C. Benard tarafından şu satırların altı çiziliyordu: “ İslami radikalliğin şaşmaz göstergesi batı sistemine yani kapitalizme eleştiri yöneltmek. Bu olmadığı sürece, her türlü dini tezahüre hoşgörü göstermek, hatta bunların yer bulduğu toplumlarla işbirliği yapmak olası. Gelenekçiler İslam dünyasının ana kütlesidir. Temelde muhafazakar bir tutum benimserler. Batıya karşı kuşkulu baksalar da, bilinçli bir eleştiri yöneltmezler. Muhafazakar refleksler göstermedikleri sürece geçici işbirliğine uygundurlar. Ama ideal ortak modernistler, ılımlı Müslümanlar, sivil ve demokrat Müslümanlardır ...”
İslami vakıf ve cemaatlere BOP çengeli..
Bu kitabın yayımlandığı günlerde, Ankara’ya yeni atanmış olan ABD Büyükelçisi Eric Edelman, Ankara’da Diplomasi Muhabirleri Derneği’nin üyelerine BOP konusunda bilgi verirken dile getirdiği cümleler, sözü edilen kitapta ortaya atılan tezlerle paralellik taşıyordu: “Biz radikal olmayan, toleranslı, ılımlı Müslümanların seslerini duyurmalarına destek vermek istiyoruz.” Diplomasi Muhabirlerine yapılan bu açıklamanın ardından, BOP ile ilgili soruları yanıtlayan Edelman, açıklamaların yapıldığı günlerde, Türkiye’deki İslami vakıf dernekleri bünyesinde toplayan Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı (TGTV) yöneticileri ile bir toplantı yapıyordu. Toplantıya, AÇEV, TÜSEV,Tarih Vakfı, Helsinki Yurttaşlar Derneği, Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı gibi diğer Sivil Toplum Örgütleri’nin temsilcilerinin de katılımının sağlanmasıyla, geniş tabanlı bir işbirliği olasılıkları üzerinde tartışılarak, BOP anlatılıyordu. Toplantıya katılan kuruluşlara, Edelman tarafından “işbirliği” teklifi yapılıyordu. Edelman’ın “ılımlı Müslüman” dediği kesimlerin temsilcileri, ülke genelinde çok geniş bir örgütlülüğe sahip olan İslami vakıf ve derneklerin sözcülerinden oluşuyordu. Bu dernek ve vakıflar arasında; MÜSİAD, Anadolu Aslanları İşadamları Derneği, Hak-İş, Aydınlar Ocağı, Birlik Vakfı, Ensar Vakfı, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, Hekimler Birliği Vakfı, Hukukçular Derneği, İlim Yayma Cemiyeti, İmam-Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği, Türk Edebiyatı Vakfı ve Türkiye Yazarlar Birliği gibi, ülke genelinde yüzlerce şubesi bulunan ve başta Fethullah Gülen olmak üzere çok sayıda cemaat önderinin etkilerinin üzerlerinde olduğu herkesçe bilinen vakıf ve dernekler bulunuyordu. Amerika’nın İstanbul Başkonsolosu David L. Arnett ve konsolosluk görevlileri Jonathan Henriq ile Walter Douglas’ın da katıldığı toplantıda, konsolosluk görevlilerinden Douglas’ın “işbirliği” teklifi daha da somutlaşıyordu. Douglas, BOP ile ilgili geliştirilecek projelere, “10 bin dolar” olan fon yardımlarının daha da arttırılabileceğini, hatta sınırlarının ötesinde yardımlarda bulunacaklarının altını çiziyordu.
Kürt Federasyonu tartışmasıyla Türkiye’nin nabzı yoklanıyor
Ankara’da bunlar tartışılırken, Amerikan Dışişlerinde, aralarında Hakan Yavuz’un da “gizli” bir toplantının yapıldığı, toplantıda “Kerkük Kürt Federasyonu’nda kalırsa, Türkiye ne tepki verir?” gibi bir soruya yanıt arandığı haberi Milliyet gazetesinde duyuruluyordu. 22. Haziran 2004 tarihli Milliyet gazetesinde “ABD’de gizli hesaplar” başlığıyla yer alan Fikret Bila imzalı habere, ABD Büyükelçiliği tarafından yalanlama gelmiş, böyle bir toplantının yapılmadığı yolunda bir açıklama yapılmıştı.
Ankara’yı karıştıran bu haberin ardından, gözler sözü edilen gizli toplantıya katılan Hakan Yavuz’a odaklanıyordu. Fikret Bila, ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nin haberi yalanlamasının ardından, Hakan Yavuz ile tekrar görüşerek, bu toplantının gerçekleştiğini haberinin kaynağından tekrar doğrulatıyordu. Hakan Yavuz ile Ankara’da bürosunda yaptığı sohbetin bant çözümlerini sunabileceğini de ekliyordu.
AKP BOP’un parçası!
AKP’nin, ABD ve büyük bir medya desteğiyle yürüttüğü BOP taşeronluğu, üç yıl içinde ülkeyi geri dönülmesi olanaksız bir sürecin içine sürükledi. 1950’lerden bu yana benzeri görülmedik bir Amerikan nüfuzuna teslim edilen siyasi yürütme, hem “yürütücüler” aracılığıyla, hem de kerameti kendinden menkul kimliklere yüklenen misyonlarla, diplomasi kulisleri “devşirme” akıl yürütücülerine teslim edildi. Bu örtülü operasyonun yarattığı akıl tutulmasıyla birlikte dili de tutulan Türk medyası, batı basınında çıkan her türlü övgü dolu şişirme haberi sıcağı sıcağına aktarırken, yazının başında söz ettiğimiz The Times’ın haberini küçük başlıklarla veriyordu. Ve AKP’nin bir “test partisi” olduğunu da yine Batı basınından öğreniyorduk:
“11 Eylül 2001 saldırılarından sonra terörizme karşı savaş çerçevesinde bölgenin ezilen halklarına daha fazla söz hakkı tanınması amacıyla harekete geçen ABD’nin bu çabaları Nil’den Dicle’ye kadar marjinalleşmiş siyasi grupları ön plana çıkardı. İlk test alanı Türkiye oldu. Bu en laik Müslüman ülkede İslamcı kökenden gelen AKP, 2002 seçimini kazanarak tek başına iktidara geldi. Halen gelecek yılki cumhurbaşkanlığı seçiminin favorisi olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, testin en büyük başarısı olarak görülüyor.
Yusuf Yavuz [/size] | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: HAÇLI NATO'YA KARŞI KEMALİST EYLEM Cuma Ekim 08, 2010 12:40 am | |
| Haçlı Ordusu NATO'nun Başı Rasmussen Türkiye'ye Geliyor! Rasmussen'in Türkiye Ziyaretine Protesto 06 Ekim 2010 Kendilerine Türkiye Gençlik Birliği (TGB) üyeleri adını veren bir grup, NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen'in Türkiye'ye yarın yapacağı ziyareti protesto etti. NATO Genel Sekreteri Rasmussen, 19-20 Kasım'da Lizbon'da düzenlenecek NATO zirvesi hazırlıkları çerçevesinde yarın Ankara'ya geliyor. Rasmussen'in Türkiye'ye gelmesini istemeyen TGB üyeleri, Rasmussen maketi ile yürüdü. TGB'li gençler, 'NATO kafa, NATO mermer' sloganı atarak, NATO'yu ve Rasmussen'i protesto etti. Özgürlük Parkında konuşan TGB İl Başkanı Anıl Okan Şan, "İktidarı uyarıyoruz. Amerika'nın Büyük Ortadoğu Projesi(BOP)'nin Eşbaşkanı olduğunu söyleyen Tayyip Erdoğan'ı uyarıyoruz. Türkiye'yi bölünmeye götürüyorsunuz. Bu yüzden gayri meşrusunuz. NATO'cu Amerikancı olduğunuz için gayri meşrusunuz." şeklinde konuştu.
Şan, konuşmasının ardından Rasmussen maketini önce boyun kısmından kırdı ardından maketi parçalamaya başladı. Hızını alamayan gençler, maket parçalarını ateşe verdi. | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: DEVRİM VE SAVAŞ SÜRECİ C.tesi Ekim 09, 2010 2:29 pm | |
| Şimdi bu adamlaarın bu tavrı karşısında ne diyeceğiz?
Anti-emperyalist bu eylemi görmezden mi geleceğiz?
Onlar Kemalist deyip, hakikatin üstünü mü örteceğiz?
Kafiir Allah bir dese inanmayanlardan mı olacağız?
Hani karşıdakinin gizli imanını selamlama davası?
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: DEVRİM VE SAVAŞ SÜRECİ C.tesi Ekim 09, 2010 2:51 pm | |
| ÖRNEK OKUMA PARÇASI: Kıbrıs Mektubu 866 ANADOLUDA TÜRKLÜK SORGULANIYOR. 1. Haçını kapan Türkiye’ye koşuyor. Kiliselere oluk oluk para akıtan AKP’nin, St. Paul ve Sümela Manastırı ve Akdamar Kilisesi’ni ayine açmasından cesaret alan Hıristiyanların Türkiye’ye ilgisini artırıyor. Eline haçını alan gruplar, farklı mekanlarda ibadet edebilmek için Anadolu’ya akın ediyor. Bursa’nın İznik İlçesi’ndeki Ayasofya Müzesi’nde ayin yapmak için Fransa’dan gelen 37 kişiden oluşan Katolik grup, izin alamayınca restoran bahçesinde ayin yaptı. Milliyet gazetesinin haberine göre, İznik’e önceki gün gelen grup, geniş güvenlik önlemleri altında öğle saatlerinde Ayasofya Müzesi’ne gitti. (Yeniçağ / Macit Soydan) 2. Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı müze veya ören yeri niteliğinde olup, Hıristiyanların hac ziyareti yapmasına izin verildiği tespit edilen tarihi mekanlar şöyle: -İzmir İli Selçuk İlçesindeki Meryemana Kilisesi / Selçuk'taki St. Jean Bazilikası, /Kapadokya'daki Derinkuyu Ortodoks Kilisesi, /Kaymaklı Kilisesi, /Göreme Kılıçlar Kilisesi, /El Nazar Kilisesi, /Ürgüp Mustafa Paşa Konstantin Eleni Kilisesi, /Avanos Dereyamanlı Kilisesi, /Antakya'daki St. Pierre Kilisesi, /Demre'deki Noel Baba Müzesi olan St. Nikola Kilisesi, /Tarsus'daki St. Paul Kilisesi, /Isparta'nın Yalvaç İlçesindeki St. Paul Kilisesi, /Manisa-Sardes ören yeri, /İznik Ayasofya Kilisesi, /İznik'teki Konsül Sarayı, /Pamukkale'deki kilise,/Laodikya'daki kilise. (Yeniçağ / Macit Soydan) 3. Müze girişleri Hıristiyanlara bedava Türklere paralı… Sümela ve Akdamar adasında ayin yapan binlerce yabancı Hıristiyan Rum, Ermeni müzeye giriş için beş kuruş para ödemez iken, MHP’nin Ani Harabelerinde namaz kılmak için müze yetkililerine 2500 TL ödemek zorunda kaldığı ortaya çıktı. (6.10.2010 Hürriyet) Veee… Ermeni bastırdı 110 kilo ağırlığındaki haç o gece ansızın Akdamar’a dikildi. 4. ****** Milliyetçileri Türk değilmiş… ALİ Bulaç, Zaman Gazetesi’ndeki köşesinde referandum sonrası çıkan “üç parçalı Türkiye haritasını” yorumlarken şunu yazdı: “Ne mutlu Türk’üm diyene’ formülünü kabul edip kolayca ‘resmi Türk kimliği’ni, resmi anayasal ****** milliyetçiliğini benimseyenlerin önemli bir bölümünün etnik köken olarak Türk olmayıp Balkan göçmeni, mübadili veya Kafkas muhaciri olması anlamlıdır.” Ali Bey, belli ki Balkan göçmenleri, mübadiller ve Kafkas muhacirleri (genel olarak Çerkez diyoruz) ile ilgili bir tür kafatası araştırması yapmış. “Etnik olarak” Türk olmadığımıza karar vermiş. (Mehmet Y.Yılmaz Hürriyet.) 5. Dev ****** Maskı kurşunlandı. Buca Belediye Başkanı Ercan Tatı şunları söyledi: “Yapılan saldırıları kınıyorum. Kimse ülkemizin birlik ve beraberliğini bozamaz. Bu tür saldırılara karşı herkesin duyarlı olması gerekiyor. Yetkilileri göreve çağırıyorum. Bunu utanarak söylüyorum ama gerekirse ben de gidip Atamızın maskının önünde nöbet tutmaya hazırım. Ben bile gezerken kovan buldum…. “Biz şimdi ******'ü kim kurşunladı,” diye arayacağız ve muhtemel hurdacı, ayyaş, vs. çıkacak karşımıza. ******'ü kim kurşunladı? Sorusunun cevabını almış olmanın huzuru ve 8 koruma tahsis etmenin rahatlığı ile uyuyacağız! Ve sonra 'Sahi ******'ü kim kurşunladı?' diye sormayacağız! (Birol KESKİN birolkeskin@haberekspres.com.tr ) 6. BOP veya Büyük Kürdistan’ın sorgulaması bu yazıya dahil edilmemiştir. Ne diyeyim gayrı!... Anadolu’da Türklük sorgulanıyor. Acı çekiyorum. Uyuyan Türk Gençliğine “******’ün vasiyetini hatırlar mısınız? “Ey Türk İstikbalinin evladı; Birinci vazifen Türk istikbal ve Cumhuriyetini korumaktır.” Hoşça kalınız. 9 Ekim 2010 erenkoysurungeni@ttmail.com | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: DEVRİM VE SAVAŞ SÜRECİ C.tesi Ekim 09, 2010 2:52 pm | |
| Ve, yukarıdaki yazıyı nasıl değerlendirmek gerekir?
Ve, aşağıdaki
AÇIZ...
Çok şey gördük, çok şey yaşadık...yaşamak zorunda bırakıldık.
Kandırıldık, ihanete uğradık, aşağılandık, satıldık...
Korkutulduk, baskılandık, zorlandık..
Birlik ve beraberliğimizle oynandı, kardeş kardeşe düşman edildi...
Aç bırakıldık sonra da dilenci yerine konulduk...susturulduk...
Güvenimizi yitirdik, özümüz örselendi, her şeye şüphe ile bakar olduk.
Birçok şeye aç bırakıldık…
En başta da aldatılmamaya aç bırakıldık...
Artık dinimizi kullananlar tarafından kandırılmak istemiyoruz. Bizleri bu şekilde bölmelerini istemiyoruz.
Müslüman’ım diyip ondan sonra da ülkemizde birçok kilise, ruhban okulunun açılmasını ve yığınla misyonerin beslenmesini istemiyoruz.
Geriye değil ileri doğru gitmek istiyoruz...Arapça değil kendi dilimizde okumak istiyoruz.
Artık özelleştirme adı altında her şeyimizin yabancılara peşkeş çekilmesini, sonra da işten çıkarılıp aciz duruma düşürülerek boyun eğmek zorunda bırakılmak istemiyoruz.
Bu topraklarda yaşayan her insanın kardeş olmasını istiyoruz. Hiç kimsenin dini, dili ve de sayısı nedeni ile ayrı bir yere konmasını ve onların, Türk düşmanları öyle istedi diye kışkırtılmasını istemiyoruz.
Artık sahte gündemler ile oyalanmak istemiyoruz. Biz bunlarla ilgilenirken, Türk'e düşman olan istedi diye vatanın gizlice satılmasını istemiyoruz.
Halkın hiçe sayılarak gizli kararlar alınmasını, sözleşmelerin imzalanmasını ve bu şekilde elimizin kolumuzun diğer ülkelere karşı bağlanmasını istemiyoruz.
Ata'mıza ve halk olarak bize hakaret edilmesini ve özümüzün yok edilmesi yolunda sinsice oyunlar oynanmasını istemiyoruz.
Topraklarımızın bölünmesini istemiyoruz.
Öylesine aç ve susuz ki,
Öncelikle, "Önce Vatan" diyenlere bu açlığımız...
“Halkım” deyip de gözlerinin içine baka baka halka kazık atmayan,
Halka cahil gözüyle bakıp her şeyi yuttururum demeyen, aptal yerine koymayan,
Halkın çıkarını düşünen, bizler için çalışan yöneticileredir açlığımız.
Vatanın çıkarını kendi çıkarından üstün tutanlara,
Para, güç, makam için ülkesini satmayacak olanlara,
PARA İLE SATIN ALINAMAYACAK OLANLARADIR bu açlığımız.
Dürüstlüğe, doğruluğa, şeffaflığadır bu açlığımız.
İnsanları din, dil, renk ve kökleri yüzünden sınıflara ayırmayan,
Herkese eşit saygı gösteren, PARADAN ÖNCE İNSANINA değer veren,
İnsanına saygı ve hak isterken diğer ülke insanlarına da zarar vermeyen yöneticileredir açlığımız.
Bir maden parçasına canları yok eden değil, bir ağacı bile yaşatmak isteyen,
Tüm insanlara, tüm canlıların yaşam hakkına saygı duyan,
Önce CAN diyen insan gibi insan olan yöneticileredir açlığımız.
Hilesiz, dolansız ve hesapsız olanlara,
Sırtımızı dönebildiğimiz, sonuna kadar güvendiğimiz,
El ele verebildiğimiz, birlikte sevinip üzülebildiğimiz,
Gerektiğinde tereddüt etmeden birçok şeye katlanıp birlikte savaş verebileceğimiz
yöneticileredir bu açlık ve susuzluğumuz.
Halkı devlet için değil devleti halk için yönetenleredir bu açlık ve susuzluğumuz...
Çok seyrettik, çok dinledik ve de gördük...
Bu açlığı bitirecek olan gelsin,
Bu susuzluğu gören ve bilen gelsin,
Koltuk sevdalısı olmayan gelsin,
Vaatlerde bulunup, koltuğa oturduktan sonra değişmeyecek olan gelsin,
Paranın öbür dünyada işe yaramadığını, cenneti onunla satın alamayacağını bilen gelsin,
Vatanı canından çok seven, önce halkım diyen gelsin,
VATANI, HALKI VE KENDİSİNİ SATMAYACAK OLAN gelsin...
Bu açlığı bitirecek olan gelsin,
Bu susuzluğu gören ve bilen gelsin.
"Ben bunları yaparım" diyen gelmeli !!!
Çünkü bu açlık ve susuzluk öyle bir şeydir ki asla dinmez, asla bitmez ve her geçen gün de derinleşir.
Mutlaka duyurulması ve susuzluğunun giderilmesi gerekir !!!
Arzu Özok | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: BANU AVAR Salı Ekim 19, 2010 8:34 pm | |
| TÜRKÇÜLER VE SOLCULAR VE GERÇEK MÜSLÜMANLAR, OPERASYON ODAĞINDA!...19 Ekim 2010 19 Ekim 2010 TÜRKÇÜLER VE SOLCULAR VE GERÇEK MÜSLÜMANLAR OPERASYON ODAĞINDA! Söyleşiye gideceğim bir kentten gelen mektupta şu satırlar var: ‘MHP ilçe yöneticisi, geleceğinizi duyduğunda, "-Banu Avar solcu ama olsun çok sağlam milliyetçi, mutlaka katılırız " dedi. CHP Gençlik kollarındakiler "- Banu Avar sağcı ama olsun,seve seve katılırız" dediler.. Ulusalcılıkla Milliyetçilik artık bir oldu. Kimi sizi Türk Milliyetçisi,hatta ülkücü sanıyor,kimi ise solcu ulusalcı...’ Garip değil mi? Emperyalizm önce bizi aç açıkta bırakıyor. Sonra Şucu ve bucular olarak bizi birbirimize karşı kışkırtacak düzenekleri kuruyor.. Elebaşıları çeşitli mevzilere yerleştiriyor.. Hatta bazı ahvalde, elebaşılar kendileri bile hangi örgütte ne amaçla kullanıldıklarını bilmiyor… Senaryoya göre sahneye oyun konuyor… ABD/NATO’nun füze kalkanı projesiyle Türkiye topraklarına ‘yumuşak iniş’ planlanırken, Türkiye’ye ‘Turban’ konuşturuluyor. Bu arada bir Kürdistan devletinin gelecek kadroları Türkiye’de hazırlanıyor. Kafkas Seddi yeniden tarih sahnesine çıkıyor. Türkiye komşuları ile çatışmaya sürükleniyor. .. Çünkü batı batıyor! Bu nedenle dünyanın enerji küpü Avrasya ile işleri var sırtlanların! Avrasya’nın kilidi ise Türkiye! Batı işini şansa bırakamaz… İktidarı da muhalefeti de sağcısını da solcusunu da dindarını da ‘ayara’ sokmak zorunda. Aynı zamanda her birini hem kendi içinde hem birbirine karşı, keman teli gibi gergin tutmalı. Getirip tüm silahlarını hedef ülkeye yığmalı. Bunu yaparken ‘barıs’ adı altında iç savaş hazırlıklarını tamamlamalı…! *-*-* Bu giriş neden derseniz? Okulların, üniversitelerin açılmasıyla birlikte benim söyleşi tarihlerimde belirlenmeye başladı. Ağırlıklı olarak Üniversitelere zaman zaman da Liselere konuk oluyorum. Bunun dışında yüz yıl önce Balkan faciası ortasında kurulmuş olan ve Cumhuriyetin ilk demokratik toplum kuruluşu sıfatı taşıyan, Türk Ocakları’nın davetlerine ve ******çü Düşünce Derneklerinin Anadolu davetlerine icabet etmeye gayret ediyorum. Üzerimdeki ambargo nedeniyle, internet dışında profesyonel olarak mesleğimi yapamıyorum ve bana açılan bir iki ekran dışında (Ulusal kanal, Meltem tv, Kanal B, ART, BengüTürk) hiçbir televizyon kanalına konuk olamıyorum. Söyleşi, imza günlerini açıkladığımda nette yeralan yorumlara gelince… Yazının nedeni onlar! ‘Sağ’dan ‘Ne işi var İşçi partisi yayın organında!’ nidaları yükselirken, ‘Sol’dan ‘Ne işi var Türk Ocaklarında!, Dinci kanallarda!’ sesleri geliyor… Bana Türk Ocakları İstanbul başkanı Cezmi Bayram’ın, ABD görevlisi Vamık Volkan operatörlüğünde, ‘BDP ile sarmaş dolaş Ekopolitik toplantılarına katıldığı’ hatırlatılıyor. Doğru! 99 yıllık ve yurt çapında 76 şubeli bu köklü kuruluşun TABANINDA yeralan samimi unsurlar bir OYUNUN içine çekilmeye çalışılıyor. Görünen bu. Türk Ocakları’nın içinde yuvalanan birileri, ABD operatörü Vamık Volkan önderliğindeki ‘toplumsal barış’ fırıldağının içinde yeralıyorlar. PKK ile elele federasyon konuşuyorlar. Benzer bir operasyon, hedef seçilen 500 şubeli ******çü Düşünce Derneği için de geçerli. Yine ABD operatörü Vamık Volkan’ın ‘çalışmaları’ doğrultusunda ADD’yi hedef seçen birileri, ADD web sayfasında ‘toplumsal barış’ projesinin reklamını yapıyor. ******çü Düşünce Derneği sitesinin başköşesinde ‘açılıma destek’ veren, mektuplar yayınlanıyor. ‘BARIŞ için YARIŞ ‘ gibi Amerika kokulu sloganlarla, toplumun hangi ‘proje’ kapsamında ‘yönlendirileceği’ Rotary ve Propeller Club bağlantılı zevat tarafından açıklanıyor. Nerede ******çü Düşünce Derneği resmi sitesinin başköşesinde! Mütedeyyin (dini bütün, samimi) müslümanları hedef alan örümcek ağları da benzer yöntemlerle çalışıyor. Bu alanda teşkilatlanma, uzun zamandır, ‘toplumsal barış’ benzeri, ‘medeniyetler ittifakı’ , ‘dinlerarası diyalog’ sloganı çerçevesinde örgütleniyor… ‘Dini önder’ Fethullah Gülen, ‘ABD’nin egemenliğinin zayıflamasından kaygı duyulması gerektiği’nden başlıyor, Papa’ya mektubunda, ‘diyalog hizmetini icra yolunda en mütevazi yardımlarını sunarak’ devam ediyor. * Vatikan ve Yahudi lobileriyle samimi ilişkiler yürütüyor. Pensilvanya’dan Türkiye’ye ağlar atıyor. *-*-* Meclisdeki muhalif partilerin içinde boygösteren ve söylemleri iktidarla tıpatıp aynı olan başdanışmanlara, siyasi kimliklere de bu bağlamda bir bakın. Hemen hemen her partide karmaşık ilişkileri yönetenler var. Global İlişkiler Forumu adı altında Amerikan derin devletince kurulan ‘Akil adam/kadın’ örgütlenmesinde her soy ve boydan partili işadamı, sanatçı ve gazeteci yan yana, omuz omuza! Acaba CHP’li Sencer Ayata, Faik Öztrak, Hurşit Güneş, MHP’li Vedat Bilgin, ve Mithat Melen birbirlerinden farklı mı düşünüyor? Ve bu isimler AKP’li meslekdaşlarıyla acaba hangi konularda ayrılıyor? Acaba değişik partilerden değişik isimler, Graham Fuller’lı, Alan Makovski’li, Henri Barkey’li, Vamık Volkan’lı Kemal Derviş’li ABD operatörler timiyle nasıl bir diyalog içindeler? Araştırmaya değer! Sistem, yani emperyalizm, 1950’lerden beri, hedef ülkelerde, her cenaha elini sokuyor, ekonomiden kültüre, savunmadan eğitime tüm ulusal kaleleri düşürmek için uğraşıyor. Her ülkede, her kurumda yuvalanacak bir ‘devşirmeler’ tümenini sabırla eğitiyor. Onları kraldan çok kralcı yapıyor ve sadık bendeleri olarak geldikleri ülkeye geri yolluyor. Ülkeyi yönetenlerin başına kendinden olanları getiriyor. Onların başına da Washington merkezli vakıflardan ‘danışmanlar’ koyuyor. Basın yayını tümüyle devşirmelerin denetimine veriyor. Bu kadrolar, ‘Türkçü’, ‘Solcu’, ve ‘dini’ oluşumlar içinde yeralmışlardır. Gel de Attila ağabey’i (İlhan) anma! Diyor ki: ‘Batı yani emperyalizm, üçüncü ülkelere bulaştı mı hemen oracıkta, kendi ‘İslamcılığını’, kendi ‘Türkçülüğünü’, kendi ‘komünistliğini’ örgütler…...Küreselleşme işte budur. Bu hesaplar tutmaz… Çünkü emperyalizm, uzun zamandır hedef ülkeleri içten fethetmenin önemini kavramıştır. Ama 100 yıl önce olduğu gibi, hesaplayamadığı iç dinamikler vardır. Bilimsel bir gerçektir ki, basınç ne kadar fazlaysa, madde o kadar hızlı farklılaşır. Giderek azgınlaşan emperyalizmin bu saldırısı, saldırıya maruz kalan milletleri kaçınılmaz bir biçimde, birliğe, bütünlüğe, ve ‘ortak direnişe’ götürür. Attila İlhan, Müdafaa-i Hukuk tablosunu buna en iyi örnek olarak göstermişti. Şöyle diyordu, Bir Millet Uyanıyor kitabının ‘takdim’ kısmında: ‘1920’li yılların Gazi ve şehit Ankarası’nda, Mustafa Kemal Paşa, bir yanına Ziya Gökalp Bey’i almıştı, bir yanına Yusuf Akçura’yı. Mehmet Akif bey hiç uzağında değildi, İstiklal Marşı ona rica edilmişti. (Ankara müftüsü) Börekçizade Rıfat Efendi ile de eylem birliği yapıyorlar, dahası, ittihatçıları etkisiz kılıp, TKP’yi örgütleyen Mustafa Suphi Bey, Ankara’dan mülaki olmayı rica ediyor ve ricası kabul ediliyor. O da formasyonu itibariyle, Ethem Nejad ve Şevket Süreyya gibi ‘Türk Ocağı aydını’dır.’ Bu cumhuriyet kurulurken her düşünceden vatanseverler bir araya gelmişlerdir. Bu milletin bekasının sırrı da budur.. O nedenle Batı, ‘ayrıştırma, parçalama, bölme ve savaştırma’ yöntemini uygulamaya sokmak için çabalamaktadır. İşte bu nedenle bizler, bu vatana sevdalı olanlar, Anadolu’da Türk Ocağı’nın saygıdeğer üyeleriyle buluşmaktan da gurur duyarlar. ADD’nin samimi ve fedakar üyeleriyle de kucaklaşırlar. Meltem televizyonuna da çıkarlar, konuşurlar, Ulusal Kanal’ın çilekeş gazetecileri ile de sohbete katılırlar. Beni ve diğer arkadaşları izleyen, okuyan, söyleşilere katılanlar arasında hatırı sayılır oranda başörtülü hanım, Saadet Partisi tabanından gelen vatandaşlar da var. BBP’ye oy vermiş, Ülkü Ocakları çıkışlı gençler de var. Sol örgütlerde çalışan üniversiteliler, liseliler de. Yırtınsınlar bakalım, binlerce yıldır, ne operasyonlar yapıldı bu topraklarda, binlerce isyan çıkarıldı…. Ne Lawrencelar iş tuttu bu coğrafyada, Kubilay’ın sarayından bu yana ne hainler fırladı tarih arenasına… Biraz geç de olsa, genetik hafızası, belki de tüm milletlerden güçlü olan bu millet, her seferinde felaketleri defetti.. Yine öyle olacak! Bu ekonomik, psikolojik, harp oyunlarınız, tüm ekranlardan fırlayan kuklalarınız işe yaramayacak. Füze kalkanlarınız da sizi ve devşirdiklerinizi koruyamayacak. Bu millet sağcısıyla solcusuyla mütedeyyin müslümanıyla elele kalp kalbedir. Ve komşularıyla omuz omuza geçen yüzyıldaki gibi üzerine gelen belayı defedecektir. Banu AVAR banuavar@superonline.com* Yumni Sezen: Dinlerarası Diyalog İhaneti . | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: SONGÜL DİKBİLEK Salı Kas. 16, 2010 7:56 pm | |
| Songül Dikbilek
-------------------------------------------------------------------------------- BUYURUN SİZ SÖYLEYİN…
-------------------------------------------------------------------------------- Eğer zayıfsanız, bütün bu olanların başınıza gelmesi kadar olağan bir sonuç yoktur… Bu noktada yanıtı aranması gereken soru, bir toplumun nasıl olup da bu ölçüde zayıf düşürüldüğünün nedenlerini bulup, tanısını koymaktır…
--------------------------------------------------------------------------------
Eğer zayıfsanız, bütün bu olanların başınıza gelmesi kadar olağan bir sonuç yoktur… Bu noktada yanıtı aranması gereken soru, bir toplumun nasıl olup da bu ölçüde zayıf düşürüldüğünün nedenlerini bulup, tanısını koymaktır… Bu süreçte önce fertleri birbirine bağlayan bağlar eritilir; etnik ayrılıkların ayrımı gündeme getirilir; sonra gıdıklanır; daha sonra körüklenir… Ve “çok kültürlülük” sloganı altında toplumun ortak kültür paydaşı kemirilir… Sonra, “globalleşen ekonomi ve kültür” efsanesi fırına sürülür ve ülkenin milli sanayi, milli üretimi ve milli tarım politikaları kontrol altına alınır ve sonra ele geçirilir. Gümrük duvarları yıkılır. Ekonominin temel değerleri haraç mezat satılır; yok edilir. Siyaset meydanı, düşüncelerin yarıştığı demokratik bir alandan, katı inançların zihinleri baskı altına aldığı karanlık bir ortama doğru sürüklenir. Ve en sonunda da o ülkeyi dış [ve iç] düşmana karşı koruyan ordunun üzerine gidilir; ülkenin savunmasını yüklenen silahlı güç çökertilmeye ve teslim alınmaya çalışılır… Ve doğal olarak da bütün bunları gerçekleştirebilmek için, halkın bilincini kontrol altına alan medya araçları elde edilerek, elde edilemeyenlerine ise, korku salınarak egemen olunur… Nasıl?.. Bu saydığımız gelişmeleri ya da aşamaları bir yerlerden gözünüz ısırıp, kulağınız anımsıyor mu?.. Acaba sözünü ettiğimiz bu ülke hangisidir?.. Hangi ülke güçlüdür?.. Ve hangi ülke güçsüzleştirilmiş, çökertilmesine çeyrek kalmış ve bir ölüm/kalım mücadelesinin kıyısına kadar sürüklenmiştir?.. Bir yerlere göbeğinden bağlı olmayan tüm yurtsever insanlar hemen hemen bu sorulara benzer yanıtlar vereceklerdir… Ama sorun bu benzer yanıtlardan sonrası ile ilgilidir… Mesele, yanıtın sonrasında ulaşılacak olan ortak çözümü adım adım gerçekleştirmenin yolunu ve yordamını saptamaktan geçmektedir. Prof Erdal Atabek hocamız bu noktadaki kişisel çözümünü birkaç basit sözcükle özetliyor: - Yetkin insan; örgütlü toplum!.. Öncelikle, gittikçe kirlenen siyaset ortamının çamurunu üzerimize bulaştırmayacağız… Eğer bulaşmışsa, itina ile temizleyeceğiz; temizleneceğiz!.. Sonra da bu temizlik hamlesinin dezenfekte ettiği bireyler olarak: Örgütleneceğiz… Örgütlenme eyleminde kıskanç, egoist, hoşgörüsüz ve tekelci olmayacağız… Ortak temel amaçlar etrafında birleşebilen en geniş halk kesimlerini bir araya getirmenin ustalığına, erdemine ve becerisine ulaşacağız. Ve bileceğiz ki, kendi cephemizden uzaklaştırdığımız her kişi, diğer saf için önemli bir katkı sağlayacaktır… Örgütlenme aşamasında kişisel hesap ve duygulardan kendimizi arındıracak ve “söz konusu vatansa, her şeyin teferruat olduğu” düşüncesini yürekten benimseyip, mücadelemizin pusulası yapacağız. İşte o zaman… Ve evet ancak o zaman, bizi zayıflatmak için her çareye başvuran güçlerin oyunlarını bozarak bu ülkenin düdüğünü aydınlık yarınlara doğru öttürebileceğiz… Hayır mı diyorsunuz bütün bunlara… O zaman içinde debelendiğimiz bu karanlık günleri nasıl aşacağımızı buyurun siz söyleyin… Haydi!..
Tarih : 14.11.2010 09:55:23
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: DEVRİM VE METOD C.tesi Kas. 27, 2010 6:54 pm | |
| ‘BAŞKA ALTERNATİF Mİ VAR?’ DİYENLERE… 26.11.2010 --------------------------------------------------------------------------------
<![endif]--> İnönü 1965’de ‘Ortanın Solu’ terimini ortaya atarak, gerçek sol’u dışlamış, tanınmaz hale getirmiş, halka ‘sol’ olarak tatlı su solcularının gölgesi sunulmuştu. Onlar halkın SOL’dan nefret etmesi için gerekli tüm aksesuarlara sahiptiler. Meclise 15 milletvekili sokan, iktidar yolunda yürüyen 1965’in Türkiye İşçi partisi, ‘Ortanın solu’ projesiyle örselenmiş, sonrasında bölük pörçük bir kenarda kalmıştı.
Bu oyun uzun yıllardır küresel elitin uyguladığı bir oyun… Gerçek olanı perde gerisinde tutup, ‘MIŞ GİBİ’ yapanları sahneye sürmek. Halkı tiksindiren icraatlarla, ‘GERÇEK OLANI’ gözden düşürmek… SOL’un sahtesini, Türkçülüğün sahtesini, Dindarların sahtesini meydana sürmek ve gerçeklerine karşı sahteleri tepe tepe kullanmak!
Aklınıza gelen her konuda ‘HALK İÇİN’ olanı alıp içini boşaltıp kuklasını sahnelemek…Hayati çözüm bu taktiğin iyi anlaşılması… Bu taktik bir batı senaryosu…
En iyi örnek ‘Sosyalist Enternasyonal’…
Türkiye’den CHP ve BDP’nin katıldığı ‘Sosyalist Enternasyonal’ 2. Dünya savaşından sonra, tamamen Washington Brüksel denetimine girmiş, CFR’ci, NATO’cu ‘sol’cuların topluluğudur. Böylece iktidarları olduğu kadar muhalefetleri de denetleyen küresel elit ‘Sosyalist’ adını kalkan yaparak çeşitli ülkelerden kendisine ‘yararlı’ partileri uluslar arası bir örgütte birleştirmiş, SİSTEM’e sokmuştur. 19. yüzyıl sosyalistlerinin kurduğu Enternasyonal, bugünün sosyal soslu kapitalistlerinin buluşma noktası olmuştur.
Sosyal demokrat gibi anlaşılmaz bir terimle taçlanan bu partiler, asla devrimci olmayan, reformlarla SİSTEM’i ‘düzeltmeyi’ savunan, ‘sol’ maskeli partilerdir. Üstlerine biçilen elbise, devrimci olanı unutturmak, silmek, engellemektir. Bu anlamda, yüzüne taktığı maske nedeniyle, devrimci sol için liberal partilerden bile daha tehlikelidir.
Çünkü yüzüne taktığı maskeyle, şu çok hayati, olmazsa olmaz gerçeklerin üzerini kapatır:
‘Bir ülkedeki sosyalist hareketler işçi tabanına oturmadıkça havagazı demektir. İşçi tabanı, sendikalar konfederasyonlar demektir.’ ‘Batılı toplumlara bir bakın: Bir kısmında, işçi tabanı ‘sosyal demokrat’ dediğimiz, tatlısu solcuları tarafından DENETLENMEKTEDİR! Bir kısmında işçi tabanı Sosyalist partilerle eleledir.
….Bir ülkede işçi tabanı sosyal demokratlar tarafından denetleniyorsa, o ülkede ‘solcu sosyalizm de, devrimci sosyalizm de gelişemez, GÜDÜK kalır. (Sosyalizm Asıl Şimdi. A. İlhan)
1977 seçimi ve SOL
Attila İlhan ‘Sosyalizm Asıl Şimdi’ adlı kitabını Türkiye’nin ‘tüm zamanları’ için yazmış olmalı… O, bugün bazılarımızın şaşkınlıkla izlediği durumu ameliyat masasına 30 küsur yıl önce yatırmıştı.
Yıl 1977. Türkiye seçime gidiyor. Attila İlhan, yükselen faşizme karşı sosyal demokratlarla gerçek sol’un güçbirliği macerasına neşter atıyor: Özetle şöyle diyor:
1977 Türkiyesi’nde ortada iki işçi konfederasyonu var. DİSK ve Türk-İş. Bir Sosyal Demokrat parti var.: CHP. Sol partiler bölük pörçük:: Türkiye İşçi Partisi ve Sosyalist Devrim Partisi. Ve birkaç tane daha… Karşısında Milliyetçi Cephe.
Seçime 5 kala, CHP ‘sol’a da yüz verir gibi görünüyor. Derken Genel-İş Sendikası vasıtasıyla DİSK’e bir operasyon düzenleniyor! DİSK CHP denetimine giriyor, büyük bir işçi sendikasının güvencesini alan CHP, daha solundaki partilerle diyaloğunu hemen kesiyor… Artık arkasında koca bir Konfederasyon var. Soldan gelen seslere ihtiyaç kalmıyor..
Soldaki iki partiden Aybar’ın partisi SDP, seçimler için yurt sathında örgütlenmeye girişiyor, Boran’ın Türkiye İşçi Partisi, daha önceki 3 seçimde yaptığı gibi, Ecevit’in CHP’sine destek veriyor, seçimlerde güçbirliği teklif ediyor..
DİSK’in oyunu garantileyen Ecevit, Boran’ın güçbirliği teklifine RET cevabı verince Behice Boran, ‘Sosyalist partilerin ilk amacı seçime girmektir’ beyanatı ile tutumunu ‘güncelliyor’. .
Ne zaman akıllanacağız?
1977 seçimlerinde, CHP, kendisine payanda olan solun şaşkın bakışları arasında, Süleyman Demirel’in Adalet partisine koalisyon teklif etmiştir.
Bugün de uygun ortamlarda CHP, AKP ile de BDP ile de ortaklığa girişmekte beis görmeyecektir. BDP tüm ekranlarda bağıra çağıra ‘Sol bir araya gelse, ‘demokratik blok’ oluşsa!’ söylemini dillendirmektedir. Yine BDP içinden APO’cu grup, ‘AKP ile ittifak’ arzusunu dile getirmektedir. Aslında tüm cephelerde ayrışma ve çatlamalar vardır. Ve bu ülkenin gerçek milliyetçileri, gerçek solcuları ve gerçek dindarları bu durumu değerlendirmelidir.
Taban hangi partiye yönelmiş olursa olsun, tabanın kendisi ‘fakir’ Türk halkıdır. Kimse bu ‘sanal’ partilerden, söylemlerinden icraattan memnun değildir.
Türk siyasi hayatında yeralan partilerin tümü ‘Üstyapısal bir çağdaşlaşma modelini, altyapısal bir dönüşüme yeğlemektedir’’ temel bir değişim isteyen sadece küresellerin kurdurduğu bölücü, şeriatçı partilerdir. Onlar Türkiye Cumhuriyeti’ni hedeflemişlerdir. Yokoluşu! Bu anlamda YENİ’dirler.
Eski’lere bakarsak…. Uzun yıllardır eğitim ve sağlık bursları veren, sadaka ve türban projeleri üreten, sanayileşmeye ilgisiz, solcu görünüp sağ vuran, ‘büyük sermayeye karşı çıkarmış gibi yapıp, işbirlikçi zevata güvence veren’, batı kültürünü TEK EVRENSEL DEĞER kabul eden, tam da bu nedenle batının çıkarları ne ise onları savunan, moda ‘kürtçülükse’ o tarafa meyleden, Avrupa’dan başka kuş tanımayan bir ‘demokrasi’ ve ‘çağdaşlık’ anlayışı güden partiler, seçmenin karşısındadır.
Küresel sermaye bu kokuşmuş yapının karşısına bugün ‘geleceğin aktörü’ (!) BDP’yi çıkarmıştır.
Sol olduğunu iddia eden, ‘enternasyonalist’ ırkçı bir parti. Bir terör örgütünün siyasi sesi.. Bugünlerde İmralı’dan bağımsızlığını ilan etmeye çalışıyor…
‘Başka alternatif mi var? ’
SOL’a meyyal TABAN yani küresel sermayeye karşı toplumculuğu, emeğin tarafını savunan taraf, yıllardır burun kıvırarak da olsa, ‘Başka alternatif mi var! CHP gelmezse öbürü gelir!’ söylemiyle KERHEN CHP’ye destek verdi.
Bu fikriyat ve hissiyat, İnönü tarafından ‘ORTANIN SOLU’na itilmiş, marjinalleştirilmiş Türkiye sol’unu uzun bir süre parçalanmışlığa mahkum etti.
Bugün, Batının dayattığı yeni bir Anayasa ve bölünmüş bir coğrafya tasarımıyla karşı karşıya bırakılan, oldu bittiyle bağrına Patriot füzeleri saplanan Türkiye’de , sol hala küçük hesaplar peşinde paramparça ve merhemi CHP’de arıyor. Tarih bilinci yoksunluğu bu olsa gerek! Yaşadığı günden gerisini hatırlamıyor…
Demokrasi söylemlerini tekrarlarken, iliklerine işlemiş olması gereken ESASı unutuyor.
Esas şu: Gerçek olmayan bir demokrasi de, YANİ, emekçi halkın örgütlenme özgürlüğüne el konmuş bir ülkede, demokrasi işlemez. Bir kukla tiyatrosunun izleyicisi olunur. 4 yılda bir gidip oy atılır, eve gelinir, televizyonda sonuçlara bakılır…
‘HİÇBİRŞEYİN DEĞİŞMEMESİ İÇİN BİR ŞEYLER DEĞİŞTİRİLİR’! O gider bu gelir. Bağlı oldukları merkezler nasılsa BİRDİR: Kemal Derviş iktidara da muhalefete de muktedirdir. Rasmussen her ikisine emir verir. Ban ki Moon her iki tarafla da ilgilidir. Avrupa Birliği’nin Fule’si, CIA’nin Edelman’ı ya da Fuller’i iktidar ve muhalefet cepheleriyle ilişkilidir.
Onlarca uluslar arası konferansta, her cepheden parti mensubu küresel çeteyle bir araya gelir.
Gerçeğe yakın demokrasilerde, Sol partiler işçi tabanının desteğine sahiptirler. Bu nedenle SOSYAL DEMOKRAT partiler, zorunlu olarak onları yanlarında isterler.. Sermayenin her yanı sarmış örgütlü gücüne karşı, sol ve sosyal demokratlar , tarihin belli dönemlerinde arkalarında emekçi kesimin sağlam oyuyla, büyük başarı elde etmişlerdir.
Büyülü kelime olarak Demokrasi’yi önünüze koyanlara, işin ABC’siyle cevap verilmelidir. Demokrasi ancak Tam bağımsız ülkelerde tesis edilebilir. Yaşadığımız ülkede demokrasi değil, gerçek anlamda ondan sözedenler bile SİLİVRİ esiridir.
‘Demokrasi ancak MÜDAFAA-İ HUKUK RUHU ve KUVAY_I MİLLİYE TUTUMU ile mümkündür. Yani emperyalizme sonuna kadar direnerek!’ (Attila İlhan, Sosyalizm Asıl Şimdi!’)
Türkiye kendine ve gerçek/doğal müttefiklerine karşı çevrilmiş füzelerle açıkça tehdit ediliyor ve son noktayı koyacak bir dönem bağıra çağıra üzerimize geliyorsa, her zamankinden daha cevval bir şekilde, tuzaklara düşmeden, ‘ortaklaşa bir eylem tutumu’ benimsemek, ve tüm vatanseverlerle bir araya gelip güçbirliği yapmanın yollarını belirlemektir! Füze kalkanına HAYIR! platformu bu güçbirliği için doğal zemindir.
Banu AVAR
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: DEVRİM VE SAVAŞ SÜRECİ C.tesi Kas. 27, 2010 8:41 pm | |
| Her şeye sahtesi musallat.
Sahtesi aslı öldürmek, yok etmek, örtmek için. Yok saymak da dahil, ademe mahkum etmek. Varmış gibi kabul etmek yani.
Banu Avar'ın sahteler için söylediği ne kadar doğru, bir şeyin sahtesi, o şeye, cepheden düşman olanından daha zararlı.
"Ilımlı" şey, ılımlı düşmanlık değil, çin işkenceleridnen beter bir öldürücülük, çürütücülük.
Bir şeye cepheden düşman olana "şiddetli ...." dedikten sonra, o şeye karşı oluşturulan ılımlı benzerine, "ılımlı ...." demek, zihni olarak, şiddetliye nazaran, ılımlıyı tercih edilebilir bir pozisyon biçmetktir.
Sözde karşı olduğunu söylemekle, gerçekte düşmanlıkedilmiş olunmaz. karşı olunurken desteklenen düzen gerçeği... Düşmanı unsur unsur bilip, eşya ve hadise planındaki her tecellisini deşifre ederek, o tecelliler planında karşı olabilmek.
Şiddetli olup cepheden düşman olanla ılımlı olup içeriden yıkıcılık yapan arasındaki mücadelede...
Mücadele tabii ki ihtilalci keyfiyeti haiiz bir mücadele ve bu mücadelenin şeklini "iktidar" belirler. İktdar, yani karar aalıp emir verme, uygulama makamında kimin olduğu.
Paradigma, derin devlet, statüko vs denilerek, gerçek iktidar inkar ediliyorsa, orada objektif şartların tahlilinin yanlış yapıldığı söylenebilir. Bu yanlış tahlilin sebepleri ayrı, daha objektif şartların tahlilinde doğru bir pozisyon alamayan ihtilalcilik iddiasındaki bir hareketin, ihtilalciliği hayalden öteye geçemez.
Objektif şartların tahlilinde düşülebilecek yanlışlar cümlesinden, yanlış tümevarım, normatif şuur hatası, alışkanlıklar, karşı yanlış vs. üzerinde durulabilir.
Diyalektik, fikrin kendisi değil de düzeni olması, her doğrunun her yerde söylenmemesi gerektiği, sözün hal ve makama uygun olması gerektiği...
Edepsizliğiyle, işbirlikçilik yapmasıyla, ihanetiyle, hadisenin objektif tahlili ve iş yapabilme namına komikliğiyle maruf bir adamın, "söz hal ve makama uygun olmalı" diyerek, etrafına edep dersi vermeye kalkabilir de... | |
| | | GÖLGE
Mesaj Sayısı : 1231 Reputation : 36 Kayıt tarihi : 16/05/09
| Konu: Geri: DEVRİM VE SAVAŞ SÜRECİ Paz Ara. 19, 2010 11:47 pm | |
| [img] http://anadoluhaberim.com/upload/resimler/haber/gp_819438.jpg[/img][size=24] Helikopter ihalesine Wikileaks gölgesi[/size] Wikileaks belgelerinde Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönülün ABD Savunma Bakanına İtalyanlar da var ama Sikorskynin kazanma şansı yüksek dediği iddiası tartışma yarattı. Bu iddianın ardından yapılan Savunma Sanayii toplantısında da helikopterler için verilen tekliflerin yeterli bulunmadı. Wikileaks belgelerinde Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün ABD Savunma Bakanı Robert Gates’e ‘’İhale için yarışan İtalyan şirketleri de var ama Sikorsky’nin kazanma şansı yüksek’’ dediği iddiası tartışma yarattı. Bu iddianın hemen ardından toplanan Savunma Sanayii İcra toplantısında da ihalei için verilen tekliflerin yeterli bulunmadığı açıklandı. Bakan Gönül, önceki gün Ankara’da yapılan toplantı sonrası helikopter ihalesinde, ABD Sikorksy ve İtalyan Agusta firmaları tarafından verilen tekliflerin yeterli görülmediğini ve müzakerelere devam kararı alındığını açıklamıştı. Gönül tekliflerin hangi noktada yeterli bulunmadığına yönelik soruya da ''Bir kaç nokta var ama asıl fiyat noktası'' karşılığını verdi. Bakan, Sikorsky ve Agusta firmalarıyla görüşmelere devam edileceğini de belirtmişti. BELGEDE NE DENİYOR? Wikileaks belgesinde bu konuda şöyle denilmişti: TARİH: 16 Şubat 2010 BELGE NO: 10ANKARA251 GÖNDEREN MAKAM: ABD Ankara Büyükelçiliği SINIFLANDIRMA: Secret KONU: ABD Savunma Bakanı Robert Gates’in, Türk meslektaşı Vecdi Gönül ile görüşmesi 1. ÖZET: ABD Savunma Bakanı Robert Gates, 6 Şubat 2010’da Ankara’da Türkiye Savunma Bakanı Vecdi Gönül ve Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ile ayrı görüşmelerde bir araya geldi.(…) Gates, Gönül’e askeri kapasitesinin artırılması adına fırsatları ve Sikorsky helikopterleriyle Raytheon Patriot PAC-3 sistemlerini tercih edilmesiyle ekonomik avantaj elde edileceğini vurguladı. (…) Gates, Türkiye’nin ABD’li şirketlerle çalışmayı tercih ederek Sikorsky helikopterleri alarak askeri gücünü artırmasının yanında ekonomik açıdan tasarruf edeceğini belirtti. Gates, söz konusu teklifteki fırsatlardan ilkini, Sikorsky’nin Türkiye’de üretilecek ve satın alınacak her helikopter için ihraç edilecek ikinci bir helikopter üretileceği olarak açıkladı. Gates ek olarak Türkiye’ye modern donanım verileceğini ve ihracat gelirlerinde Türkiye’ye yüz milyonlarca dolarlık gelir getirebileceğini ifade etti. Gönül, ABD’nin ardından Türkiye’nin en çok Sikorsky helikopter alan ülke olduğunu ve 70 Sea Hawk helikopteri (ayrıca Boeing’den 14 tane CH-47 taşıma helikopteri) alacaklarını söyledi. Helikopter alımı teklifinin iki yıldan beri geçerli olduğunu belirten Gönül, ihale için yarışan İtalyan şirketlerin de bulunduğunu ancak Sikorsky’nin kazanma şansının yüksek olduğunu ifade etti. | |
| | | | DEVRİM VE SAVAŞ SÜRECİ | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|