SEÇİM SONUÇLARI ÜZERİNE KISA BİR NOT
13.06.2011
--------------------------------------------------------------------------------
<![endif]-->Sosyal bilimin konuyla ilgili hiç bir dalında, "Yıpranan siyasi partiler, yıprandıkça daha çok siyasi seçim kazanırlar" şeklinde tersine bir prensip mevcut değil. Siyaset sosyolojisini bir karşı-devrimle alt-üst etmedikçe, 12 Haziran genel seçim sonuçlarında beliren durumun "o kadar da kendiliğinden" beliremeyeceğine şüphe yok. Bir başka ifadeyle, 2000 yılında yapılan ABD Başkanlık seçimlerini aslında kazanan, ancak yarıştığı rakibi Bush'un ağabeyinin valilik yaptığı Florida eyaletinde çevrilen bir tezgahla oyları eksiltilen Demokrat Parti adayı Al Gore'a, münasip bir lisanla;
"Başkanlık seçiminden zaferle çıktınız, sizi tebrik ederiz; fakat bu zaferinizin duyulmasında, inanın Amerikan halkının menfaatine olan hiç bir yan bulunmamakta. 1991'den beri uğraşıyoruz, Saddam Hüseyin ve yönetimi hala ayakta. Bize karşı zafer kazanıp, bölgenin en güçlü lideri olmasına müsaade edemeyiz. Engelleyemezsek, enerji coğrafyasındaki menfaatlerimiz bakımından bunun ne demek olacağını düşünebiliyorsunuz değil mi sir? Pre-emptive strike döneminde yaşıyoruz. Siz çevre sorunlarına hassassınız, bir parça demokratsınız, oysa bizim vaktimiz yok sir! Bir üzüntüye sebeb olmayacağınıza inancımız tamdır"...diye sorumluluğunu hatırlatarak, Demokrat Parti'nin başkanlık seçimleri sonucuna yaptığı itirazdan vazgeçmesini sağlayan ABD içindeki belireyici güç odağının, 11 yıl sonra, tam da Irak'ta, Libya'da, Afganistan'da başarısızlığa uğradığı ve taşeron güç olarak daha rahat kullanabilmek için siyasi-idari-etnik parçalara ayrılmış bir Türkiye'ye her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğu bir sırada, tezgah alışkanlığından vazgeçip, seçimleri kenardan öyle seyretmiş olması düşünülemez.
Tezgah boyutu bırakılırsa, seçim sonuçlarının böyle tezahür etmesinin esas sebebi, birbirini tamamlayan hususlar halinde kısaca şu;
1- 2002 yılından bugüne izlediği iç ve politikalar dikkate alındığında, yönetimi itibarıyla esasen AB-D idaresine bağlı, Etnikçi Blok'a dahil bir siyasi yapılanma olan Akp'nin, uzun bir dönem boyunca, zaman zaman hem AB-D iradesine, hem de etnik bozgunculuğa "adeta karşı çıkıyormuş" izlenimi uyandıran, dolayısıyla, adını koymasa bile, neredeyse millici/ulusalcı/milliyetçi/İslamcı hassasiyete hitap eden bir siyasi dil kullanmış olması.
İsrail devlet başkanına Davos'ta yapılan çıkıştan itibaren, bir buçuk yıl boyunca, siyaseti bu dille yürüttüğüne ve seçimlerden oy oranını arttırarak çıktığına göre, liberal çapulcuların seçim öncesinde duydukları kaygıların aksine, bu dili konuşmanın, bu hassasiyete hitap etmenin Akp'ye hiç bir zararı olmadığı, aksine oy oranını, aslında "başkalarının" konuşması gereken bu dil sayesinde arttırdığı apaçık.
2- Chp'nin ******'ın tasfiye edilmesinden sonra etnikçi/küreselci dile sarılması.
Hem başörtüsünün mesele olarak görülmekten büyük ölçüde vazgeçildiği, hem de "Türkiye işgal altındadır!" tespitinin bizatihi Genel Başkan tarafından yapıldığı ****** döneminin sonlarına doğru oy oranının yüzde yirmi sekizlere çıkmış olduğu hatırlanırsa, bu seçimlerde etnikçi/küreselci dille sağlanan yüzde yirmi altılık oy oranının, bir önceki genel seçime kıyasla, görünüşte her ne kadar bir artışa işaret etse de, artabileceği kadar artması engellenmiş olduğu için, aslında bir gerilemenin örtüsü olduğu anlaşılır.
3- Sorulacak soru, basitçe, millici/ulusalcı hassasiyetin nasıl olupta esasta etnikçi/küreselci Akp'nin kullandığı dile yönelmiş olduğu sorusudur ki, cevabı ne "milletin anlayışsızlığı"dır, ne de sadece propaganda makinesinin içten ve dıştan sunduğu destekle açıklanabilir. Hassasiyetin, olması gereken yere değilde, onu köreltecek yere yönelmesinin asıl sorumlusu, güya İstiklal Savaşı geçmişine bağlı olduğunu söyleyerek Akp ve Chp çizgilerine muhalefet eden, ama ne 20 yıldır Irak'ta devam eden ne de bugün Libya'da, Suriye'de yönetimlerce verilen mücadelelerin sömürgeciliğe karşı birer istiklal mücadelesi olduğu hakikatini göremeyip, sırtlarını dönenlerdir.
OrduMillet
Paylaş |