AKINCILAR AKINCILAR FORUM |
|
| ATEŞKES SONA MI ERDİ? | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: ÇATIŞMALI DÖNEME GİRİLDİ Ptsi Nis. 05, 2010 8:32 pm | |
| | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: ÖCALAN 500 üyeli Anayasa Meclisi önerdi Ptsi Nis. 05, 2010 11:46 pm | |
| Öcalan, 500 üyeli Anayasa Meclisi önerdi
Kürt Halkı ve PKK için yeni bir dönemin başladığını söyleyen Öcalan, 'Herkesin bilmesini istiyorum. Üçüncü dönem bitmiştir. Oyun büyüktür. Komplo büyüktür. Tüm Kürtleri hedeflemektedir. İsteseler her an burayı basıp beni öldürebilirler. Yeni dönem, Kürtlerin varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama dönemidir. Kürtlere söylüyorum, kendi kararlarını kendileri alacak, ne yapacaklarsa kendileri bilir. Bu üçüncü dönemden sonra ben bir şeye karışmayacağım' dedi.
Anayasa tartışmalarını değerlendiren Öcalan demokratik bir anayasa için Demokratik Anayasa Konvansiyonu ve Meclisini önerdi. Öcalan, ''Bu Meclis 500 kişiden oluşmalıdır. Yedi bölgeden, her çevreden, her kesimden temsil sağlanmalıdır. Ancak bu şekilde katılımcı, demokratik bir anayasa oluşturulur' dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede Anayasa tartışmalarına değinen Öcalan, 'Daha önce Anayasa komplosu demiştim. Anayasa değişikliğinden önce yapılması gereken iki tane yasal düzenleme var. Bir seçim barajının düşürülmesi, iki parti içi demokrasinin sağlanması' dedi.
Öcalan, şöyle devam etti: 'BDP, Demokratik Anayasa koalisyonlarını ilan edebilir. EDP kuruldu, Çatı Partisi çalışmaları da var. Benim sloganım 'Komplocu Anayasa'ya Hayır Demokratik Anayasa'ya Evet'tir. Demokratik bir anayasa için Demokratik Anayasa Konvansiyonu'nu, Meclisini öneriyorum. Bu Meclis 500 kişiden oluşmalıdır. Yedi bölgeden, her çevreden, her kesimden temsil sağlanmalıdır. Ancak bu şekilde katılımcı, demokratik bir anayasa oluşturulur. Anayasa değişikliği konusunda TÜSİAD barajın düşürülmesi gerektiğini söylüyor. Sermaye çevrelerinin de bunu tespit etmeleri iyi. Demokrasi için bu olmalıdır. Bunlar biliyorlar, araştırıyorlar, çevrelerinde birçok profesör var, akademisyenler var, tespit yapıyorlar, tespitleri doğrudur, katılıyorum.'
200 ÇOCUK MEKTUP GÖNDERDİ
'Mahmur'dan 200 çocuk bana Kürtçe yazılı iki yüz mektup göndermiş. Onlar Kürtlerin ve Kürdistan'ın çiçekleridir, teminatıdır. Bunlar bizim özgürlüğümüzün model birimleridir. Mektup gönderen her bir çocuğa tek tek teşekkür ediyorum, onları selamlıyorum.' diyen Öcalan, 'Mayın patlamasında yaşamını yitiren askerlerden birinin babası, 'açılım olsun bu ölümler son bulsun' diyor. Biz de açılım istiyoruz ama bu vicdansızlar gerekli olanı yapmıyorlar, çok üzücü' ifadelerini kullandı.
Öcalan, şöyle devam etti: 'Bugün yapacağım değerlendirmeleri, bu tarihte, 30 Mart'ta şehit düşen Mahir Çayan ve arkadaşlarına adıyorum, onları anıyorum. Bugünkü konuşmamda otobiyografim hakkında kısa bir değerlendirmede bulunmak istiyorum. Buna daha önce de biraz değinmiştim. Biliniyor, Mahirlerin katledilişinin kırkıncı yılına yaklaşıyoruz. Bu vesileyle bugünkü değerlendirmeyi Mahirlerin anısına adıyorum. Özellikle Türkiye devrimci gençliğinin bunu iyi bilmesi gerekiyor. Benim çıkışım biraz da bu arkadaşların katliamına cevap olma şeklindedir. Biliniyor bizim çıkışımız Türkiye devrimci güçleri arasından bir çıkıştır, 70'lerde biz de devrimci gençlik hareketinin bir parçasıydık. Dev-Genç'in sempatizanıydım, DDKO içinde de yer almıştık. Mahirlerin katledilmesiyle başlayan, biraz da bu katiamların atmosferinde bir çıkış yapılmıştır. Daha önce de dile getirmiştim. Bizim mücadeleyi üç döneme ayırıyorum. Bunların her birisi yaklaşık onar yıl sürmüştür. Birinci dönem '73'te başlayıp -1973'te özerk grup kararı vardı- '84'e kadar gelen süreçtir. '84-93 Özal dönemine kadarki sürece ikinci dönem; '93'te başlayıp 2002-2003'e kadar devam eden sürece de üçüncü dönem diyorum. Bu dönemi aslında o tarihte sonlandıracaktım. Ancak çeşitli nedenlerle bu güne kadar geldi.'
PKK'DE BİRİNCİ DÖNEM
' Birinci dönem '73'te başlayıp '84'e kadar gelen süreçtir. Birinci dönemin ilk halkası 1973-78 arası Haki Karer ve diğer arkadaşlarla birlikte olduğumuz dönemdir. Bu dönemde biz soruna milli mesele olarak bakıyorduk. Bu dönemde ayrı bir oluşum olarak çıkma düşüncemiz yoktu. Ancak çekirdek arkadaşlar vardı. Ali Haydar Kaytan, Cemil Bayık ve Duran Kalkan'ın da içinde bulunduğu bu grupla 1976'lara kadar gelindi. Bunlar daha Kürdistani bir mücadeleyi ön planda tutuyorlardı. Nitekim 1976'ya kadar bu tartışmalar devam etti. Kemal Pir ve Haki Karerlerin de -ki bu arkadaşlar Türktür- dahil olduğu 1976'larda giderek Kürt ve Kürdistan eksenli sosyalist bir çıkışa doğru gidildi. 1978'de de PKK olarak ayrı bir örgütlenmeye gidildi. Bilinen partileşme süreci yaşandı. 1979'larda yurt dışına çıkma süreci başlatıldı. 1980'lere gelindiğinde bilinen o darbe yaşandı. Diyarbakır cezaevinde yoğun tutuklamalar ve inanılmaz işkenceler yaşanıyordu. Diyarbakır'da yaşanan bu sürece ve daha önce -Mahirler, Denizler şahsında- yaşanan katliamlara cevap olabilmek için silahlı mücadele için hazırlıklara başlandı. 1980 darbesiyle birlikte silahlı mücadeleye başlama kararı, bir bakıma Diyarbakır cezaevinin kurtarılışı da diyebiliriz. Biz aslında silahlı mücadeleyi 1982-1983 yılında başlatacaktık. Bilinen 1984 atılımının aslında iki üç yıl önce yapılmasını planlanmıştık. 1982'de 1983'te başlatılması gerekirken, defalarca eleştirisini yaptığım o cevap olabilme ancak 1984'te gerçekleştirilebilindi. Hazırlık döneminin uzun sürmesi nedeniyle biraz da gecikmeli oldu.'
PKK'DE İKİNCİ DÖNEM
' İkinci dönem 1984-93 arasıdır. Bu dönem biliniyor, daha önce çok yazıldı, çizildi. Bu dönem silahlı mücadelenin yükseltildiği, yoğun çatışmaların olduğu dönemdir. Ancak bu süreç aynı zamanda yoğun bir şekilde Kürt sorununa çözüm arayışlarımın olduğu bir süreçtir de. '90'lara kadar ben ulus-devlete inanıyordum. Her ulusun bir devleti olması gerekir diye düşünüyordum. Ancak 1990'larda Reel Sosyalizmin çöküşü ve Çin'in kapitalizme yönelmesi olayı yaşandı. Bu deneyimlerden sonra Kürt sorununun demokratik çözümü için ciddi arayışlar içine girdim ama net bir çözüm metoduna ulaşamadım. Bu arayışlarım devam etti. Bu nedenle 90-95 arasını siyasal bunalım süreci olarak niteliyorum. Oysa ki her ulusun devleti olması anlayışı aslında sosyalizme ihanettir. Reel Sosyalizm örneği, devletin sorunları çözemeyeceğini, hatta daha da ağırlaştıracağı gerçeğini ortaya koymuştur. Peki devlet ne olmalı? Devlet, uzmanlık ve tecrübenin biriktiği küçük bir idare aygıtı olmalıdır, küçültülmelidir. Ben buna devletin reorganizasyonu diyorum. Devletin yanında demokrasi olmalıdır. Ben halkı esas alıyorum, örgütlüyorum, demokratik konfederalizm diyorum. Demokratik Konfederal sistemi esas alıyorum. Bunu Özgürlük Sosyolojisi adlı savunmamda da dile getirdim. Ortadoğu sorunlarının çözümü de bundan geçer, bu sistem Ortadoğu için ilaç gibidir. Dünya için de bu sistemi öneriyorum. Siyasal bunalımı bu sistemle aştık ve bu temelde tasfiyeci anlayışa değişim-dönüşümle cevap verdik, değişim-dönüşümü sağladık.'
PKK'DE ÜÇÜNCÜ DÖNEM
'1993'lere gelindiğinde '93'ten 2002'ye kadar süren döneme üçüncü dönem diyorum. Ben bu sürece tasfiye ve çözüm süreci diyorum. Üçüncü dönem Özal ile başlıyor. Talabani'nin aracılık ettiği daha sonra Erbakan, Ecevit ile devam eden bir süreçti. Sorunun çözüm şansının olduğu bu dönemde bütün muhataplarımız sırasıyla tasfiye edildiler. Kim bu sorunu çözmek istediyse tasfiye edildi. Özal tasfiye edildi, suikaste uğradığı da biliniyor. Özal ve partisi bu sürece iyi hazırlanmamıştı, hazırlıksız yakalandı. Sonuçta hem kendisi hem partisi tasfiye edildi. Daha sonra Erbakan'ın çağrısı olmuştu. Erbakan'ın çağrısına olumlu yanıt verdim. Çözüm ve diyaloga samimi yaklaştım. Oldukça şans tanıyan, barışçıl ve yumuşak bir tutum sergiledim. Ateşkes önerisinde bulunuyordu. Ben ona da olumlu yanıt verdim. Çözüm için Erbakan da muhatap olmak istiyordu, onu da tasfiye ettiler. Erbakan da, partisi de yine bu sürece hazırlıklı değillerdi. 28 Şubat müdahalesiyle, bu süreç sonlandırıldı. Bu tasfiyeci güçler açısından 28 Şubat süreci aslında tam olarak tamamlanamadı. Sonuçta Erbakan ve partisi de tasfiye edilmiş oldu. '99'dan sonra Ecevit'in de çabaları oldu, bir şeyler yapmak konusunda samimiydi. Ecevit'in yaklaşımı küçümsenmemeli. Onun sağlığını bozdular, felç ettiler, bilinçli yaptılar. Tam da o süreçte Irak müdahalesi gündeme geldi. Ecevit müdahaleye karşıydı. Ecevit'i de tasfiye ettiler. Üçüncü dönem boyunca tüm muhataplarımız tasfiye edildi. Dışarıdan bir güç, muhataplarımızı tek tek tasfiye ediyordu. 2002'de AKP geldiğinde Abdullah Gül'e mektup yazdım, bir yanıt alamadım. Erdoğan'a da yazdım biliniyor. 160 sayfalık Açılım başlıklı Yol Haritası'nı yazdım, verdim. En son yazdığım mektuplar var, hala yanıt alamadım.'
ÜÇÜNCÜ DÖNEMİ SONLANDIRIYORUM
' Bu dönemler; birinci dönem 1970-83; ikinci dönem 84-93; üçüncü dönem 93-2002 ardından uzatma ve oyalamalarla bu güne gelindi. Aslında ben üçüncü dönemin 2002-2003'te bittiğini ilan edecektim. 2002'den bu yana olan 7-8 yılı üçüncü dönemin uzatmaları olarak niteliyorum. 2002'lerde biliniyor, AKP hükümete geldi. O dönem çözüm için Başbakan Gül'e mektup yazmıştım ancak cevabını alamadım. Daha sonra biraz sabretmemizi, Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı'na hazırlandığını, bu iş bir bitsin bir şeylerin yapılacağı mesajını bana ilettiler. 2007'den sonra ise bazı adımlar atıldı ancak bunun da AKP'nin sahte açılımı olduğu ortaya çıktı. Gelinen noktada Kürt açılımı, Roman açılımına dönüştü, içi boşaltıldı. Adına tasfiye ve çözüm dediğim üçüncü dönem bitti. Açık net ve kesin bir şekilde üçüncü dönemi sonlandırıyorum. Üçüncü dönem boyunca sürekli tasfiye edilmeye çalışıldık, hem biz hem muhataplarımız tasfiye edilmek istendi. Biz de, tasfiyeye karşı değişim dönüşüm hamlesini yaptık.'
BARZANİ ABD'YE FAZLA GÜVENME
'Bir parantez açıp Barzani'ye son Irak seçimleri üzerinden şu değerlendirmede bulunuyorum. Talabani ve Barzani'ye mesajım şudur: ABD'ye öyle fazla güvenmesinler. Seçim sonuçlarıyla Irak'ta da bir tasfiye süreci başlayabilir, uyarıyorum. Irak'ta milliyetçi Araplar güçlenirse Saddam rejimini de aşan katliamlar gelişebilir. Uyarıyorum bir Halepçe değil on Halepçe gelişebilir. Her şeyi tek tek ellerinizden alabilirler. Kürtler Kerkük'ü kaybedebilir hatta diğer yerleri, Erbil, Süleymaniye'yi de kaybedebilirler. Zamanında yapılması gerekeni yapmayacaksın, şimdi de seçim sonuçlarından memnun olmayacaksın, öyle olmaz. Güneyli Kürtlere önerimi daha önce de belirtmiştim. Beş teorik ilke dört pratik önerimi gözönünde bulundurarak Kuzeydekilerle birlikte Filistin örneğindeki gibi Ulusal Meclis, Ortak Yürütme ve Ortak savunmayı yani savunma güçlerini ortaklaştırmalarını öneriyorum. Bu yapılırsa bir çok şey kurtarılabilinir. İran'daki halkımız da Zagros bölgesinde gerekli savunmalarını oluşturabilirler. Komplo büyüktür, bütünlüklüdür. Tüm Kürdistan'ı hedeflemektedir. Komplonun arkasında ABD var, NATO var. Kimse ABD'ye bel bağlamasın, komplonun tamamını görmeleri gerekiyor. Kürt oluşumuna izin vermeyecekler. AKP'nin görünen yüzüne de aldanmasınlar, gerçek yüzünü görsünler.'
JİTEM, NATO BAĞLANTILIDIR
'Komployla amaçlanan geniş kapsamlı bir Türk-Kürt çatışması yaratmaktı. Komplo sonucu buraya getirildiğimde Türkiye'nin buraya getirilişimden kısa süre önce haberi olmuş. Bu konuda Oltan Sungurlu geçen bir gazetede, sanırım Yeni Şafak'ta olabilir, satır aralarında okudum, şöyle diyor; ''99'da Öcalan'ı ABD'den teslim almamız, buraya getirmemiz büyük hata oldu, Türkiye oldu-bittiye getirildi' diyor. Türkiye'nin beni almaya hazırlığı da yoktu. Böyle bir planı da yoktu. Bu ABD'nin NATO'nun planıdır, dışarıdan güçlerdir, Türkiye'nin içinde de bağlantıları vardır. NATO-Gladio Avrupa'da çok güçlüdür, Türkiye'de de uzantısı vardır. İşte JİTEM ve Ergenekon. Bunlar maaşlarını dahi Gladio'dan alıyorlar. Ergenekon operasyonları diyorlar, bu JİTEM'in tasfiyesi değildir. JİTEM Özal'dan beri iş başındadır, NATO ile bağlantılıdır, Gladio'dur. Neden üzerine gidilemiyor? Zaten Özal suikastinin üstüne bile gidemiyorlar, neden bunu aydınlatamıyorlar. Neden Özal'ın ölümü aydınlatılamıyor? Özal'ın tasfiyesinin aydınlatılacağını da zannetmiyorum. Özal'ın tasfiyesi aydınlatılmayıncaya kadar açılım maçılım olmaz, yapamazlar, yaptırmazlar. Derin, kökleşmiş bir yapıdır. Katı faşist bir zihniyettir.'
ERGENEKON İKTİDARI YENİDEN ALABİLİR
'Anayasa tartışmalarına ilişkin şunu söyleyebilirim: Aslında AKP uzlaştı, mesele böyle bir anayasa değişikliği değildi. İki yasa, iki madde değişikliği yetiyordu. Birincisi seçim barajının düşürülmesi, ikincisi parti içi demokrasi. Bu ikisinin değiştirilmesi çok önemli. Ama AKP bunu yapmıyor? Niye yapmıyor? Oyu mu yok? Var. 276 oy bunu değiştirmeye yetiyor. İsteseler bir günde çıkarabilirler. İki dakikalık iştir, bunu yapmıyorlar. Çünkü istemiyorlar. Bu yapılsa parti içi demokrasi gelecek, demokratların önü açılacak, demokrasinin önü açılacak. Kürtlerin temsil şansı doğacak. Bu iki madde değişikliği, büyük değişiklik yaratacak. Öyle anayasa değişikliği de değil bunlar, buna yasa değişikliği yeter. AKP yapamıyor mu, yapabilir ama yapmıyor. Çünkü uzlaştı. Kendi derdine düştü. Kendini kurtarmaya çalışıyor. Komplo derindir, kökü dışarıdadır, içeride destekçileri vardır, çözüm istemiyorlar. Bu işin arkasında Amerika var. Veli Küçük şu anda cezaevindedir ama Ergenekon'un büyük kısmı dışarıdadır. İşte Dalan Amerika'dadır, Çömez İngiltere'dedir. Rusya'ya da gidip gelmektedirler. Amerika her an tekrar bunları destekleyebilir. Eskisi gibi darbe olur demiyorum ama bin türlü oyunla iktidarı alabilirler. İçeridekiler Ergenekon'un küçük bir kısmıdır. Bu adamlar burayı basıp beni dahi öldürebilirler, yirmidört saat içinde bunu yapabilirler. Veli Küçük'ten Genelkurmay Başkanları dahi korkmaktadırlar. Madem Ergenekon'un üzerine gidiyoruz diyorlar o halde 17 bin faili meçhulün de aydınlatılması gerekir. Eğer bu 17 bin faili meçhulü aydınlatmazsan bu 170 bin olur. Faili meçhulleri aydınlatmıyorsun, demek ki yalan söylüyorsun, kendini kandırıyorsun.'
EN BÜYÜK ENGEL ERDOĞAN'DIR
'Bu anayasa tartışmaları aslında; Ankara merkezli laik-milliyetçi hegemonik kesim -ki bunlar devlet kapitalizmini temsil ediyorlar- ile, kağıt oyunlarıyla yılda kırk milyar dolarları haybeden kazanan Kapitalist Finans'ı temsil eden Konya-Kayseri merkezli muhafazakar islami kesim faşizmi çatışmasıdır. Biz bunlara taraf olmayacağız. Aslında demokratikleşme önündeki en büyük engel AKP ve Erdoğan'dır, CHP ve MHP'nin etkisi talidir. CHP ve MHP ulusalcı-ırkçı faşisttir. AKP kapitalist faşisttir. BDP'nin bu oyuna gelmemesi gerekiyor, referandum olsa da bu tavrını koruması gerekiyor. Bugün 1918'deki durum yeniden yaşanıyor gibi. 1916-20 sürecinden sonra 1921 Anayasası oluştu. Bu anayasanın daha sonra netleştirilip demokratikleştirilmesi beklenirken 1924 anayasası ile -bu anayasada tamamen Kürtlerin inkarı vardır- daha oligarşik ve bürokratik bir anayasa haline getirildi. Şimdi de AKP anayasası haline getiriliyor. Ben buna AKP anayasası diyorum. Şu anda AKP anayasası ile de Kürtler inkar edilmeye devam ediliyor. Ben demokratik anayasa diyorum, komplocu anayasa ile olmaz. Ben, 1921 Anayasasını yeniden güncelleyelim diyorum.'
AKP SAMİMİ DEĞİL
'AKP samimi değildir. Samimi olacaksa öncelikle öyle anayasa değişikliklerinin yapılması da gerekmiyor. Öncelikle seçim barajının düşürülmesi ve parti içi demokrasiye ilişkin yasal düzenlemelerin yapılması yeterlidir ama bunu yapmıyor. AKP anayasa değişikliği adı altında sadece kendini kurtarmaya çalışıyor. Seçim barajı düşürülürse demokratik muhalefetin önü açılacak, demokrasi gelişecek ve muazzam gelişmeler olacak. Ancak AKP bu değişikliği yapmıyor. Erdoğan'ın iradesinin olup olmadığını bilmiyorum. Ya da iradesi var da dışarıdan mı engelleniyor, bilemiyorum, net bir şey diyemem. Eğer seçim barajı düşürülürse ve de parti içi demokrasi için yasal düzenleme olursa AKP demokrasi blokuna dahil edilir, o zaman desteklenebilir. BDP tavrını ona göre belirler. BDP bu tarihsel süreci anlamalıdır. Bu nedenle olup-bitenin anlaşılması için siyaset akademilerinin mutlaka kurulması gerekir diyorum.'
YENİ DÖNEM ÖZGÜRLÜK DÖNEMİDİR
'Mahirlerin katliamının kırkıncı yılı yaklaşıyor. Kırk yılı; bir, iki, üçüncü dönem diye adlandırdım. Üçüncü dönemin sonuna geldik. Ben, barış, çözüm konusunda çok esnek yaklaştım. Zaman zaman eleştiri de aldım. Bu eleştirilerin sorumluluğunu da alıyorum. Çözüm için, barış için '93'ten bugüne ateşkesler ilan ettim. Elimden gelen ne varsa yaptım. Onlar tasfiyeyi dayattı ben çözümü dayattım. Üçüncü dönem boyunca çözüm için çok esnek yaklaştım, çok çaba sarfettim. Bundan sonraki süreç varlıklarını koruma, özgürlüklerini sağlama ve yaşatma sürecidir. Ben bu hususu 160 sayfalık demokratik çözüm ve barış belgesinde -Yol haritası- de belirtmiştim. Herkesin bilmesini istiyorum. Üçüncü dönem bitmiştir. Oyun büyüktür. Komplo büyüktür. Tüm Kürtleri hedeflemektedir. Bir mektup göndermiştim. Mektup, ulaşmış. Cevabının şimdiye kadar gelmesi gerekiyordu, gelmedi. Belki mektuplar gelmiş, bana vermiyorlar. Bir güç engelliyor. Mektuba el koydu bu güç. Bu çözüm istemeyen tasfiyeci güçtür. Durum ciddi, bunlar bu kadar güçlüler. İsteseler her an burayı basıp beni öldürebilirler. Ben buradan kimseye emir veremem, yönetemem, pratik liderlik yapamam. Üçüncü dönem bitmiştir. Yeni dönem, Kürtlerin varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama dönemidir. Kürtlere söylüyorum, kendi kararlarını kendileri alacak, ne yapacaklarsa kendileri bilir. Bu üçüncü dönemden sonra ben birşeye karışmayacağım. Burada kimseye talimat veremem, bu şartlarım yok, bu ahlaki de değildir. Ancak devlet bana gelip 'senin demokratik çözüm ve barış projeni kabul ediyoruz' derse müzakere süreci başlanır. Demokratik çözüm ve barış mektuplarıma henüz cevaplar yok, bunun bile başlıbaşına bir anlamı var.'
ROJ TV ÇALIŞANLARINA SELAM İLETİYORUM
Öcalan, sözlerini şöyle tamamladı: 'Bismil'den gelen mektuplar vardı. Bunlar cezaevinin değil. Bunlar o yörede oturan köylüler tarafından yazılmış. Bunlara cevap olarak şunu söylüyorum. Bulundukları yerleri terketmesinler, orada yaşamlarını sürdürsünler. Ilısu barajı 90 köyü kapsıyor. Bu köyler halkımızın tarihsel dokularıdır. Bu köyler boşaltılmamalı. Bu tarih katliamıdır, kültür katliamıdır. Tarihsel ve kültürel soykırıma izin vermesinler. Demokratik eylemliliklerini sonuna kadar kullansınlar. Bunu Hasankeyf için de söylüyorum. Roj tv çalışanlarına selamlarımı iletiyorum, Cezaevindeki arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Bismil'e ve Diyarbakır'a özel selamlarımı iletiyorum. Denizli ve Bursada yaşayan halkımıza selamlarımı iletiyorum.'
ANF
31 Mart 2010 tarihli Görüşme Notu'dur | |
| | | vertes AKINCI MOD
Mesaj Sayısı : 323 Reputation : 14 Kayıt tarihi : 14/06/09
| Konu: Geri: ATEŞKES SONA MI ERDİ? Salı Nis. 06, 2010 5:07 pm | |
| [quote="EN BÜYÜK ENGEL ERDOĞAN'DIR
'Bu anayasa tartışmaları aslında; Ankara merkezli laik-milliyetçi hegemonik kesim -ki bunlar devlet kapitalizmini temsil ediyorlar- ile, kağıt oyunlarıyla yılda kırk milyar dolarları haybeden kazanan Kapitalist Finans'ı temsil eden Konya-Kayseri merkezli muhafazakar islami kesim faşizmi çatışmasıdır.
kürt-türk şu bu kavgalarının bahane olup asıl sebebin zannedersem bu cümle özetlemiş ki yanlış demekte pek doğru olmaz..
görünen -bilinen kırk milyar dolar ya gözüükmeyen para ne kadardır ??
dün vergi barışı altında vatandaşın biri türkiyeye on milyar para getiriyor. devlet eliyle -özel antlaşma ile 100 % 2 vergi alınan belirsiz para bir gecede sütten çıkmış ak kaşık gibi tertemiz ediliyor..
şahsi inancım odur ki bu paradan kasımpaşalı payını almışmıdır ?? almışmıdır almıştır dinini satan adam payını almazmı ?? | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ATEŞKES SONA MI ERDİ? Salı Nis. 06, 2010 7:54 pm | |
| Anayasa değişikliği tartışmasını İç oluş bahsinde yapmak üzere üyelerimizi bekliyoruz. | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: ÖCALAN, MAYIS'A DİKKAT ÇEKTİ Cuma Nis. 16, 2010 6:24 pm | |
| [font:2e2d=Verdana][size=18] [font:2e2d=Verdana]Öcalan: Mayıs'ta Kritik Şeyler Olabilir[/font] [font:2e2d=Verdana]
[font:2e2d=Arial]AKP'nin kendilerini oyaladığını ve amacının tasfiye olduğunu belirten Öcalan, 'Mayıs'ta bazı kritik şeyler olabilir. Şimdiden her seçeneğe hazır olmak lazım. Kürtlerin artık ara bir seçeneği kalmadı artık. Bu önümüzdeki dönemde bazı şeyler gelişebilir, tasfiyeye de çözüme yönelik şeyler de gelişebilir' dedi.
Anayasa tartışmalarında Kürtlere yer olmadığını söyleyen Öcalan, AKP'nin İslamo Faşizmi, CHP-MHP'nin beyaz Türk faşizmini temsil ettiğini belirterek 1921 Anayasasının bugünün şartlarına uyarlanarak güncellenmesi gerektiğini kaydetti.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede 61. doğum yıldönümü kutlamalarına değinen Öcalan, 'Doğum günü kutlamaları olmuş. Aslında mesele benim doğum günüm de değil, halk kendi doğuşu olarak görüyor. Mesele benim o şehirde, o köyde, o toprakta doğmuş olmam meselesi değil, halk kendi doğuşunu kutluyor, bunu kendi doğuş günü olarak görüyor, kendi rönesansı gibi görüyor. Gidenlere, kutlayanlara, emeği geçen herkese teşekkür ediyorum, şükranlarımı sunuyorum. Ama içinin boşaltılmaması gerekir. Ortadoğu'nun böyle bir kültürü var, ben bu kültüre saygılıyım ama içi boşaltılmış bir kült haline dönüştürülmemesi gerekir. Benim bir anlamım var, ki böyle bir anlamım olduğuna inanıyorum. Benim bu anlamım üzerinde durmaları önemlidir, bunu anlamaları önemlidir. Ben bu 61 yıllık ömrüme bir çok şey sığdırdığıma inanıyorum. Halk bununla kendini özdeşleştirmiş.' dedi.
[b]HRİSTİYANLIK ÜZERİNDE DURUYORUM[/b]
Öcalan, şöyle devam etti: 'Aslında Paskalya dolayısıyla Süryanilere ilişkin bir mesaj vermeyi düşünüyordum. Sadece Süryanilerle ilgili de değil, bütün Hıristiyanlara ilişkin bir mesaj vermek istiyordum. Ben Hıristiyanlık üzerinde epeyce duruyorum, araştırmalarım var. Islam ile Hıristiyanlığı ve Yahudiliği kıyaslıyorum. Hıristiyanlığa bazı haksızlıklar yapıldığını da düşünüyorum. Süryaniler Doğu Hıristiyanlığını temsil ediyor, Doğu'ya aittir. Batı Hıristiyanlığı özel olarak Doğu Hıristiyanlığını anlamalıdır. Ortadoğu'nun da bir Rönesansa ihtiyacı var; sadece Kürtler açısından değil, Süryaniler ve tüm Ortadoğu halkları için. Onların bayramlarını da bu temelde kutluyorum.'
[b]GÜNEY MODELİ BAŞARILI OLMAZ[/b]
'Savunmalarımda yerel yönetimlerin nasıl olması gerektiğini geniş olarak açıkladım. Devletin bir uzantısı olan belediyeler değil, topluma dayalı bir belediyecilik, bir yerel yönetim olmalıdır. Yerel komünler oluşturulmalıdır. Bu çalışmalar topluma dayanarak gerçekleştirilirse devlet de saygı gösterir. Devlet para vermedi, vermiyor şeklinde devletten para bekleyerek bir şey yapılmaz. Bu anlayıştan vazgeçilmesi gerekir. Güney'de oluşturulan model devlet-merkezlidir, bir ulus-devlet taslağıdır. Başarılı olmaz, yozlaşır, çürür gider. Ama bizim modelimiz topluma dayandığı için sürekli gelişir. Demokratik komünler kurulduktan sonra buna ihtiyaç da kalmaz. Her yerde güçlü bir örgütlenmeye gidildiği zaman para gibi diğer yan şeyler de gelir. Yerel komünler demokratik konfederasyon şeklinde de örgütlenebilirler. Toplumun sorunlarını ancak böyle çözebilirler. Ben, böyle yapılırsa, herşey yüzde yüz çözülecek demiyorum. Belki Türkiye şartlarında her şey yüzde yüz çözülmez ama yüzde elli oranında çözüm gelişebilir. Bunun için çok yoğun çaba olmalı ve yoğunca örgütlülük içinde olunmalıdır.'
Irak parlamento seçimlerini de değerlendiren Öcalan, 'Güney Kürdistanlıların tek blok olmaları iyidir, kutluyorum. Kürtlerin toplam sandalye sayıları Toplam 57 sanırım. Sandalye sayısı biraz düşmüş. Daha önce söylemiştim, bu şekilde başarmaları zor görünüyor. Kürtlerin ulusal birliğe ihtiyacı var. Kürtlerin bundan böyle ulusal birlik için çalışmaları gerekiyor. Talabani ve Barzani'nin de bu yönde çalışmaları gerekiyor. Onları seçimlerden dolayı da kutluyorum, başarılar diliyorum.' şeklinde konuştu.
[b]MODANIN DOĞDUĞU YER MEZOPOTAMYADIR[/b]
Öcalan sözlerini şöyle sürdürdü: 'Avrupa'daki halkımız yoğun bir örgütlülük içinde olmalıdır. Kendi demokratik örgütlülüklerini geliştirmelidirler. Avrupa'daki örgütlenme bir [url=http://www.gundem-online.net/search/KCK]KCK[/url] örgütlenmesidir. Oradaki yasaları da dikkate alarak bir örgütlenme içerisinde olmalıdır. Avrupa'daki örgütlenme belki tam başarılamıyor ama oradaki yasaları da dikkate alan bir [url=http://www.gundem-online.net/search/KCK]KCK[/url] tarzında örgütlenme olabilir. Ben oradaki yasaları dikkate almayın demiyorum. Zaten orada her şey açıktır. Burada da yerelde bu örgütlenme tarzı başarılı olursa, birbirlerini etkiler, birbirlerine yansır. Benim savunmam en çok bu konular üzerinedir.
Kadın sorunu konusunda şunu söyleyebilirim: Aslında benim 61 yıllık yaşamım kadına dayatılan sahte namus anlayışıyla mücadele ile geçti. Köyden çıkışım da bununla bağlantılıydı. Ben bu konuda çok yoğunlaştım. Kadının kendi özgürlük bilincini ortaya çıkardığıma inanıyorum. Benim 61 yıllık yaşamımın bir başka özeti de budur. Adıyaman'daki kadının diri diri gömülmesi, yine küçük kız çocuklarına yapılanlar ortadadır. Kadınlar kendi örgütlülüklerini yaratmak kadar, küçük kızlar dahil, bütün kadınların eğitimleriyle de ilgilenmelidirler. Daha önce Özgür Kadın Akademilerinden bahsetmiştim. Bu basite alınmamalıdır. Sanattan spora, sağlıktan kültüre hatta modaya kadar her alanda yoğun bir eğitim olmalıdır. Geçenlerde Batman'da açılan bir mağaza için Ukrayna'dan getirilen bir kadın-modele ilişkin haber okumuştum. Bu bana çok gülünç geldi. Oysaki modanın doğduğu yer, Batman'ın da içinde olduğu Mezopotamya'dır. Önemli olan bunu ortaya çıkarmaktır. Sanattan spora, sağlıktan kültüre hatta modaya kadar her alanda yoğun bir eğitim olmalıdır, bunu kıyafetlerine de yansıtmalıdır. Ben kadında bireyselliğin önemini yadsımıyorum, bireysellik tabii ki önemlidir. Ama toplumsallık olmadan bireysellik tek başına bir anlam ifade etmez. Böyle bir anlayış [url=http://www.gundem-online.net/search/PKK]PKK[/url]'de de yerleştirilmeye çalışıldı. O bizim kaçkınların yaptığı basit evlilikler, birliktelikler bana göre kadının bitirilişidir. Böyle basit evliliklere, birliktelik değil, en ucuz tabiriyle birbirinin bitirilmesi diyorum. Kendilerine başarılar diliyorum, selamlarımı iletiyorum.
[b]1921 ANAYASASI BUGÜNE UYARLANMALI[/b]
'Anayasa tartışmaları konusunda öncelikle şunu belirtmek istiyorum, anayasa tartışmalarında Kürtlere yer yok. Kürtleri tanıyan bir anayasa değişiklik paketi değil bu. Sadece Kürtler de değil, bunun dışında diğer demokratik alanlarda da açılımlar yok, yeni şeyler yok. Bir tarafta CHP-MHP'nin temsil ettiği Beyaz Türk faşizmi var. Diğer tarafta ise AKP'nin başını çektiği bir iktidar-İslam çizgisi var. Ben, AKP'nin temsil ettiği bu çizgi, Beyaz Türk faşizm çizgisinden daha az tehlikelidir diyemem. Bana göre her ikisi de demokratik değil, hegemonik anlayıştır. Birincisi Ankara merkezlidir. İkincisi de Kayseri-Konya hattında oluşturulan Suudi sermayesi tarafından desteklenen çizgidir. Bu her iki anlayışın da tarihsel geçmişi vardır. Birinci anlayış Beyaz Türk oligarşisi ve faşizmidir. Bunlar İttihat-Terakki'nin devam eden zihniyetidir. Cumhuriyet kurulduktan sonra bunlar M. Kemal'i de kuşatarak etkisiz hale getirdiler. Kurtuluş Savaşı'nda M. Kemal dört yıl, 1916,17,18,19 boyunca Kürtlere dayanarak poltitka yapmıştır. Kürtlere dayanan bir politika ve savaş olmasaydı, kurtuluş mücadelesi denen bir mücadele de olmayacaktı. Bu ortaklaşma siyasal ifadesini 1921 Anayasasında buldu. Bu nedenle ben İttihat-Terakki ve bu Beyaz Türk faşizm çizgisinden bahsederken 1921 Anayasasını kastetmiyorum.
1921 Anayasası demokratiktir, devlet ve Kürtlerin ortaklaşması sonucunda gerçekleşmiştir. Dolayısıyla 1921 Anayasasının bugünün şartlarına uyarlanarak güncellenmesi gerektiğini söylüyorum. [url=http://www.gundem-online.net/search/BDP]BDP[/url]'nin 1921 Anayasası ve bugüne güncellenmesi konusunda çok yoğun bir çalışma içinde olması gerekmektedir. Bahsettiğim o dönemde devlet içinde Kürtlere karşı iki çizgi vardı: Birisi İnönü'nün başını çektiği İngiliz yanlısı çizgiydi. İttihat-Terakki kadroları bu çizgiyi yürütüyordu. Diğeri de M. Kemal ve Fethi Okyar'ın çizgisiydi. Hatta Fethi Okyar Kürtlere karşı yumuşak davrandığı için onu başbakanlıktan alıp, yerine İnönü'yü geçirdiler. Cibranlı Halit'in iki torunu bana mektup göndermişler. Onlar da bizim dedelerimiz nasıl tasfiye oldular diye soruyorlar bana. İşte söylüyorum. Yine Şeyh Sait'in torunları var. Onların da durumu aynı. Bunlar bahsettiğim laik beyaz Türk faşizm çizgisi tarafından tasfiye edildiler. 1924 Anayasası bu İttihatçı oligarşik beyaz Türk faşizmi çizgisinin anayasal ifadesidir. Bu anlayış, bu 1924 Anayasası, daha sonra ufak değişiklikler olsa da çizgisini koruyarak geldi. Bugün de temsilini CHP-MHP çizgisinde buluyor.'
[b]AKP İSLAMO FAŞİSTTİR[/b]
'İkinci çizgiye gelince; AKP'nin temsil ettiği bu çizgi İslamo-faşizm de denilen ve Emevilere kadar giden bir devlet İslamıdır, iktidar İslamıdır, karşı-İslam'dır. Her iki çizgide de Kürtlere yer verilmiyor. [url=http://www.gundem-online.net/search/BDP]BDP[/url]'nin ve tüm demokrat kesimin bunu iyi anlaması gerekir. Her iki çizgide de demokratik açılımlar yok. Kürtler ve demokratik güçler bunların birinden birini tercih etmek zorunda değiller. [url=http://www.gundem-online.net/search/BDP]BDP[/url] ve demokratik güçler anayasa için yoğun bir çaba içerisinde olur ve kendi önerilerini sunarlar. İzlediğim kadarıyla da zaten sunuyorlar. Baraj ve parti içi demokrasi meselesi bu anlamda önemlidir. Kürtler eğer kendilerini tanıyan, demokratik açılımlar getiren bir anayasayı kim yaparsa yapsın desteklemelidir. Bunu AKP de yapsa destekler, CHP ve MHP de yapsa destekler. Ama kendilerini tanımayan, demokratik açılımları bünyesinde taşımayan bir anayasayı da desteklemezler.'
[b]KÜRTLERİN ARTIK ARA SEÇENEĞİ KALMADI[/b]
'Daha önceki haftalarda da dile getirmiştim. Bizim mücadele tarihimizi üç döneme ayırmıştım. Birinci dönem, 93'e kadar devam eden ikinci dönem, 93'ten bu yana da devam eden üçüncü dönem. Bu üçüncü dönem aslında 2002'ye kadardır. Ben 2002'de bu üçüncü dönemi sonlandıracaktım ancak o dönemde AKP yeni iktidar oldu. AKP'ye şans vermek istedim ama AKP bizi oyaladı ve bugüne kadar oyalayarak getirdiler. AKP kesinlikle tasfiyeyi amaçlıyor demiştim. 17 yıldan beri ben rolümü yerine getiriyorum. Bir çok şey benim omzuma binmiş durumda. Herşeyin benim üzerimden yürütülmesi ya da her şeyin benim omzuma bindirilmesi doğru değil. Benim burada yerine getirebileceğim şeyler, barış için oynayacağım rol imkanlardan dolayı sınırlıdır. Bu önümüzdeki süreçte onlar her ne karar vereceklerse, mücadelelerini, politikalarını nasıl yürüteceklerse, nasıl bir seyir izleyeceklerse bunları kendileri belirlerler, kendileri karar verirler. Mayıs'a doğru gidiyoruz, Mayıs'ta bazı kritik şeyler olabilir. Şimdiden her seçeneğe hazır olmak lazım. Kürtlerin artık ara bir seçeneği kalmadı artık. Bu önümüzdeki dönemde bazı şeyler gelişebilir, tasfiyeye de çözüme yönelik şeyler de gelişebilir. AKP bir yandan da binlerce Kürdü tutukladı, tutuklamaya da devam ediyor. Ben fiziksel yönelimleri de saymıyorum.'
[b]ÇATI ÇALIŞMALARI DEVAM ETSİN[/b]
'Solun, Mustafa Suphilerin neden ve nasıl tasfiye edildiğini iyi anlamaları ve çözmeleri gerekir. Sol bunu çözmeden bir atılım yapamaz. Devlet 1920'lerde Mustafa Suphiler şahsında solu, 1924 anayasasıyla birlikte Kürtleri, daha sonra da Mehmet Akif ve Said-i Nursi şahsında da İslamcıları tasfiye etti. Çatı partisi ile ilgili çalışmalar var sanırım. Çatının çatısı diye bir öneride bulunmuştum. Birçok parti ve çevre vardı. Şimdi EDP de var. Hepsi birlikte ortak çalışmalar yürütebilir.' diyen Öcalan, 'Kürtler kendi içindeki sorunlarına yönelebilirler. İç barışın sağlanması için çalışmalar yürütülmelidir. Sadece buradaki Kürtleri kastetmiyorum. Her parçadaki bütün Kürtlerin iç barışı ve birliğinin sağlanmasına ilişkin çalışmalara ağırlık verilmelidir. Mesela korucular var, bir çok suç işlemişler ama bir araya gelip barış sağlanabilir. Demokratik Toplum Kongresi bu çalışmaları yürütebilir.' ifadelerini kullandı.
[b]İSTANBUL'UN İLÇELERİNİ SELAMLIYORUM[/b]
Öcalan, sözlerini şöyle tamamladı: '[url=http://www.gundem-online.net/search/Diyarbakır]Diyarbakır[/url] Cezaevindekilerin hepsine de selamlarımı iletiyorum. Bana Newrozla ilgili çok sayıda kart geldi, ben de herkesin Newrozunu kutluyorum. Bismil'den de gelen mektuplar vardı. Bismil ve [url=http://www.gundem-online.net/search/Hasankeyf]Hasankeyf[/url] halkı bu Ilısu Barajı'na karşı durmalı. Bunun sulamayla ilgisi yoktur. Askeri amaçlı ve stratejiktir. Sincan Cezaevinden gelen, Nilüfer Şahin isimli Malatyalı bir kadın arkadaşın mektubu vardı. Yazdıklarını oldukça beğendim, değerli buldum. Savunmalarımdaki Marx değerlendirmelerimi yorumlamış. Doğru, Marx emek-değer teorisi ve sosyoloji konusunda epey kafa yormuş ve yetkindir ancak Marx ulus-devlet ve endüstriyalizm konusunda sınıfta kalmıştır. İstanbul'un tüm ilçelerindeki halkımıza selamlarımı iletiyorum.'
[url=http://www.gundem-online.net/search/ANF]ANF[/url]
[i]07 Nisan 2010 tarihli [u][b][url=http://www.gundem-online.net/haber.asp?id=35]Görüşme Notu[/b][/u][/url]'dur[/i][/font] [/font][/size][/font] | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Öcalan: Türk' yapılan Saldırı Tesadüf Değil. Cuma Nis. 16, 2010 7:10 pm | |
| [font:a281=Verdana][size=18] [font:a281=Verdana]Öcalan. Türk'e saldırı tesadüf değildir[/font] [font:a281=Verdana]
[font:a281=Arial]Ahmet Türk['e saldırıyı değerlendiren Öcalan, 'Samsun'da Ahmet Türk[]'e yönelik bu saldırıların gerçekleşmesi tesadüf değildir, planlıdır. Kürtlere işgalci Yunan gözüyle bakıyorlar, bunun iyi anlaşılması gerekir' dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan[/url], avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede Ahmet Türk[/url]'e Samsun'da yapılan saldırıyı değerlendiren Öcalan, 'Daha önce İzmir'de şimdi de Samsun'da Ahmet Türk[/url]'e yönelik bu saldırıların gerçekleşmesi tesadüf değildir, planlıdır. İzmir'in de Samsun'un da onlar için özel bir önemi var. Ahmet Türk[/url]'ün, Kürtlerin İzmir'e gidişini İzmir'in Yunanlılarca işgali gibi algılıyor bu kesimler. Bu kesimlere kontrgerilla mı denir ne denir bunlara bilemem ama bunlar, örgütlüdürler ve hala devletin içerisinde etkindirler. Bunlar kendilerini Kuva-i Milliye olarak da isimlendiriyor olabilirler. Devletin ne kadarı bunların elinde onu bilemem. Ama Kürtlere işgalci Yunan gözüyle bakıyorlar, bunun iyi anlaşılması gerekir. Bunların vatanseverlik anlayışı böyledir! Samsun'da da böyle bir olayın olması tesadüf değildir. Samsun da 19 Mayıs nedeniyle bu kesim için özel anlamı olan bir yerdir. İzmir'deki olayı da Samsun'daki olayı da yapanlar birbirleriyle bağlantılıdır, bunları aynı örgüt organize ediyor. İttihat Terakki döneminden beri örgütlüler. Mersin'deki bayrak provokasyonu da bunların işiydi. Söylediğim gibi bunlar Kürtlere işgalci gözüyle bakıyorlar. Bunların vatan anlayışı Kürtleri bile işgalci olarak gören bir anlayıştır. Bu tür olayları polis amblemiyle, rozetiyle yapacak halleri yok ya! Bunlar bir örgüttür, bunu anlamak gerekir.' dedi. Öcalan, şöyle devam etti:
[b]AKP ÇIKARLARINI DÜŞÜNÜR[/b]
'Kemal Yamak eski bir kontrgerilla başıydı. 12 Eylül'de Diyarbakır]'da kolordu komutanıydı. Onun bir kitabı vardı, Diyarbakır cezaevinde yaşananlarla ilgili şeyleri de yazmış. Bu kitapta Ecevit'le olan bir konuşmasına da yer vermiş. Ecevit kontrgerillayı duyunca kendisine tavır alıyor. Ve ona 'kontrgerilla nedir?' diye soruyor. O da 'kontrgerilla her partide yer alan senin partinde de yer alan yüzlerce kişidir ve bunların hiçbirisinin birbirinden haberi yok, hiç birisi de birbirini tanımaz' diyor. Ve bu Kemal Yamak aynı zamanda Turgut Özal'ın Cumhurbaşkanlığı döneminde genel sekreterliğini yapmıştır. Ki Turgut Özal'ın kuşkulu ölümü ortadadır. Söylediğim gibi bu kesimler devletin içinde hala güçlüdürler. Biliniyor Bülent Arınç'a yapılmak istenen suikast resmi kayıtlara da geçmiştir. Kontrgerilla demiştim bu Ergenekon olarak da adlandırılabilir. Ama adı her neyse devletin bu kesimi aslında tasfiye edilmiyor. Ergenekon davası olarak kamuoyuna yansıyanlar buzdağının sadece görünen kısmıdır, bu örgütün, yapılanmanın asıl gövdesi karşısında ortaya çıkarılanlar sadece devede kulaktır. Bunun dışarıdaki ayakları da vardır. AKP şu anda bunlara karşı görüldüğü gibi tasfiye çalışmasında değildir. Çalışmaları sadece kendisini kapattırmamaya dönüktür. AKP bunları tasfiye eder gibi gösterse de aslında kendi çıkarlarını korumaktadır. Hatta bu kesimlere Kürt meselesini ben kendi yöntemimle tasfiye edeceğim mesajını vermiştir. Asıl yapılan Kürt hareketinin tasfiyesidir. Ama söylediğim gibi AKP'nin içinde iyi niyetliler de olabilir.'
[b]SÜREÇ İÇİN ÖNGÖRÜ YAPMAK ZOR[/b]
'Umarım süreç olumlu sonuçlanır. Net bir şey söyleyemiyorum. Süreç kesin çözüme evrilecek demek de zor, tersi olacak demek de zor. 160 Sayfalık yol haritasını vermeleri gerekiyor. Bu yol haritasını revize etmem de söz konusu değil, bir daha yol haritası yazamam. Ben orada gereken herşeyi ifade etmiştim, bunların tartışılması lazım. Ben artık eski sağlığımı, esnekliğimi kaybettim. Artık vücuduma bir ağrı-sızı girdiğinde haftalarca, bir ay çıkmıyor, eskisi gibi değilim. Muhataplık konusunda benden bir şey bekleniyorsa bu koşullarda daha fazla bir şey yapamam. Benden bir şey bekleniyorsa koşullarımın düzeltilmesi lazım.Kimse yanılmasın, doğru anlasınlar. Ben on iki yıldır burada bu koşullarda dayanmaya çalışıyorum, taviz de vermiyorum. Devlet benim bu ciddi duruşumu anlamıştır, anlamak zorunda kalmıştır.'
[b]İKİ HAYATİ KONUDA TAVİZ OLMAZ[/b]
'Ben daha önce de mektuplarımda iki şarttan bahsettiğimi açıklamıştım. Bunlar hayatidir ve bunlardan taviz veremeyiz. Birincisi insan hakları ve demokrasi şartıdır. Bir çözüm gelişecekse insan hakları ve demokrasi ekseninde gelişecektir. Öyle burjuva tarzı insan hakları anlayışından bahsetmiyorum. İkincisi de güvenlik şartıdır. Bu güvenlik şartını [url=http://www.gundem-online.net/search/KCK]KCK[/url] üzerinden değerlendiriyorum. Halkımızın güvenliğinin güvenceye alınması lazım. Güvenlik öyle sadece benim güvenliğim değil. Ben burada öldürülebilirim diyorum, bazıları 'Apo öldürülecek! diye anlıyor. Bu öyle değil, ben burada çürütülüyorum. Benim buraya getirilmemde ABD'nin rolü var. Onların politikalarını da eleştiriyorum. Bu nedenle hedef alınabilir ve öldürülebilirim, diyorum. Ama bunu öyle birileri camı kırıp gelip beni öldürecek anlamında söylemiyorum. Beni burada 12 yıldır tasfiye etmeye çalıştılar ama başaramadılar. 12 yıldır burada yavaş yavaş çürütülerek öldürülüyorum. Burada bir ölüm çukurunda gibiyim, nefes alamıyorum, gün be gün çürütülüyorum. Bu iki şart dikkate alınmadan diyalog ve uzlaşı sağlanamaz.'
[b]ANAYASA YAZ BOZ DEĞİLDİR[/b]
'Bu Anayasa Paketi konusunda da geçtiğimiz haftalarda değerlendirmeler yapmıştım. Anayasa işi öyle basit değil, öyle safsata değildir, yaz-boz kağıdı değildir. Anayasa şudur: Anayasa, egemen güçlerin birbirleriyle olan ilişkilerini ve halkın bunlarla ilişkilerini, hukukunu düzenler. Bu nedenle çok önemlidir. [url=http://www.gundem-online.net/search/BDP]BDP[/url] hala tam olarak anlamıyor. Bizim anayasa konusundaki tutumumuz şudur. Anayasa bir toplumsal sözleşmedir, toplumun taleplerinin ortaklaşmasıyla olur. 1921 Anayasası eksiklikleri olsa da bu niteliği yansıtıyordu. Önemli olan mevcut anayasada kendisini ifade etme imkanı bulamayan sınıfların, grupların, kesimlerin sesi olabilmektir. Önemli olan milyonlarca yoksulun, emekçinin haklarının anayasal güvenceye alınmasıdır. Mevcut anayasa ve yapılmak istenen değişiklikler sadece CHP'nin, MHP'nin ve AKP'nin taleplerini karşılıyor. Milyonların talepleri gözardı ediliyor. Eğer samimilerse neden bunların talepleri de görülmüyor? Yüzde on barajını yüzde beşe bile indirmiyorlar. Bu şekilde milyonlarca ezilenin iradesinin meclise yansımasına engel oluyorlar. Biz bunların samimi olduğuna nasıl inanalım? Birazcık samimi olsalardı bunu düzeltirlerdi. Parti içi demokrasiyi sağlayacak düzenlemeler yaparlardı. AKP zaten devletin ilgili kesimleriyle uzlaşmış görünüyor. CHP ile de aslında uzlaşmışlardır. Bu konu çok önemlidir, oyuna gelmemek gerekir. Biz ne ittihatçı gelenekten gelen CHP ve MHP hegemonyasına mahkumuz ne de AKP'nin bunun yerine koymaya çalıştığı yeni hegemonyaya mahkumuz. CHP ve MHP Ankara merkezli hegemonyanın İttihatçı temsilcisidir. AKP ise Kayseri-Konya merkezli küresel kapitalist hegemonyanın temsilcisidir. Halklarımız bu iki hegemonya arasında tercih yapmak zorunda değildir. Bu nettir.'
[b]ÖNÜMÜZDEKİ BİR KAÇ HAFTA KRİTİK[/b]
'Önümüzdeki birkaç hafta kritiktir. Sürecin nasıl evrileceğini önümüzdeki haftalar gösterecektir. Ben değerlendirmelerimin esas bölümünü üçüncü dönemin bitişi ve sonrasına ilişkin olarak yapmak istiyorum. Artık üçüncü dönem bitiyor. Önümüzdeki dönemin barış ve demokratik çözümü geliştirecek bir dönem mi olacağına yoksa savaşın gelişeceği bir dönem mi olacağına devlet ve [url=http://www.gundem-online.net/search/PKK]PKK[/url] karar verecektir. Ben elimden gelen herşeyi yaptım, yapmaya da devam edeceğim ama söylediğim gibi kararı onlar verecekler, sorumluluk bende değil.'
[b]KÜRTLER ARASI BİRLİKTELİK ÇALIŞMALARI YÜRÜTÜLMELİ[/b]
'Kürtler arasındaki birliktelik çalışmaları yürütülmelidir. Sadece Kuzey Kürtleri için değil dört parçada çalışma yürütülmelidir. Kürtler arasındaki ilişki sağlanmalıdır. Hatta buna dönük Kürt Ulusal Konferansı'nın toplanmasına öncülük yapılmalıdır.'
[b]EVRİM ALATAŞ İÇİN ÜZÜLDÜM, ANISINI YAŞATMAK İÇİN NE GEREKİYORSA YAPILMALI[/b]
'Gazeteci Evrim Alataş hayatını kaybetmiş. Üzüldüm. Başsağlığı diliyorum. Ben Evrim'in birkaç yazısını okumuştum. Yazılarını özellikle doğduğu köy ve Kürt çocuklarla ilgili bir yazısını beğenmiştim. Aynı zamanda Teslim Töre'nin yeğeniymiş galiba. Ben onun, Malatya'nın, kendisini halkına adamış Zeynep(Zilan) ve Müslüm Doğanların hatırasını önemsediğini biliyorum. Okuduğum yazısından da bu sonucu çıkarmıştım. Kürt halkı ve Malatya gençliği Evrim'in de, Zilanın da, Müslümün de anılarına bağlı kalmalı, anılarını yaşatmalıdır. Başsağlığı dileklerimi iletiyorum. Halkımızın başı sağolsun. Evrim, Zilan, Müslümlerin anısını yaşatmak için ne gerekiyorsa yapılmalıdır.'
[b]ERKEKLER KENDİLERİNİ DÖNÜŞTÜREMİYOR[/b]
'Kadın Konferansı yapılacak sanırım. Kadınların dönüşümünde benim de biraz katkım olduğunu düşünüyorum. Bir anımı anlatarak konuya girmek istiyorum. 11 Nisan Annemin ölüm yıldönömüydü. Bu vesileyle onu da anmış olalım. Ölünceye kadar ona bir telefon bile açmamıştım, o yüzden kızgındı bana. Bazen üniversiteden köye uğradığım zamanlar annem bana hep 'bana dört metre kumaş bile almadın' derdi. Oysa ben daha büyük ideallerin peşindeydim. Ne yazık ki bu sistem içinde kadınlar somut elle dokunulur şeyler isterler. Eşya isterler. Maddi değerler, eşyalar onları mutlu eder. Ki bu onların suçu değildir, böyle yetiştiriliyorlar. Ama biz böyle yapmadık, ne yaptık, kadın sorununu toplumsallaştırdık. Bu şekilde kadın sorununun çözümü konusunda gelişme yarattık. Ben hep toplumun kurtuluşunun kadının kurtuluşundan geçeceğini söyledim ve hala yıllardır bunu söylüyoruz. Cinsiyetçi toplum sistemi içerisinde ne kadın kurtulabilir ne de erkek kurtulabilir. Kadınlarımız gerçekten çaresizdirler. Düşünün 14-15 yaşında bir kız, özgür bir şekilde erkeklerle ilişki geliştirmeye kalksa hemen toplumda ismi çıkar, dışlanır. Ya da toplumun dayattığını kabul eder evlenir yine bir erkeğin hakimiyetini kabul eder ve köle gibi yaşar. Nereden baksanız bir çıkar yol bırakılmıyor kadınlara. Kadın ve erkeğin sağlıklı bir temelde ilişki kurması bu sistem nedeniyle çok güçtür. Ben bizzat kendim yıllardır bu konuyla uğraşmama rağmen bir kadınla bu sistem içinde bir ilişki kurmaya korkuyorum. İkinci gün sorun çıkacağından korkuyorum. Bu sorun benden kaynaklı da olabilir. Neden böyle söylüyorum. Çünkü erkekler bu konuda kendilerini dönüştüremiyorlar. Özgür ilişki, özgür yaşamı sağlayacak şekilde bir birliktelik yaratmak bu sistem içinde çok zor görülüyor. Kadına yaklaşımı bir enstrümana yaklaşıma benzetiyorum. Bu yanlış anlaşılmasın, kadını bir araç olarak ele alıyoruz anlamında düşünülmesin. Müzik enstrümanına doğru yaklaşıldığı takdirde çok güzel müzik meydana getirilebilir. Hangi sesi vermek istersen o sesi alırsın. Yani kötü, yanlış yaklaşırsa kötü sonuçlar ortaya çıkarır. Ben daha önce de kadınlara söylemiştim. Bir kadın akademisi kurulabilir. Bunun bünyesinde çalışmalar yürütülebilir. Akademi konusunda sadece [url=http://www.gundem-online.net/search/Diyarbakır]Diyarbakır[/url]la yetinilmemeli, yaygınlaştırılmalıdır.'
[b]CEZAEVLERİNE SELAM GÖNDERİYORUM[/b]
'Siirt halkına , Siirt cezaevindeki arkadaşlara, [url=http://www.gundem-online.net/search/Diyarbakır]Diyarbakır[/url] E ve D Tipi C.evindekilere, Urfa Cezaevi'ndeki kadınlara selamlarımı iletiyorum. Cezaevlerindeki arkadaşlar, bu kötü durumu iyiye çevirebilir. Cezaevinde olmayı bir fırsata çevirebilir. Bu fırsatı iyi değerlendirebilir, içeride daha huzurlu biçimde yoğunlaşabilirler, bol bol araştırma yapabilirler. Cezaevlerinden çok sayıda mektup elime ulaştı. Çoğu Newroz kutlamalarıyla ilgili. 70'e yakın mektup elime geçti, 6'sı hakkında verilmeme kararı verildi. Hemen hemen bütün cezaevlerinden Muş, [url=http://www.gundem-online.net/search/Diyarbakır]Diyarbakır[/url], Siirt, Urfa, Mardin mektup var. Trabzon bile var. Adana Karataş cezaevinden mektup var. Cezaevindeki tüm arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Daha önce istediğim kitaplar vardı. Grek mitolojileri, Ermeni mitolojileri bunlar Say yayınlarından çıkmış olmalı. Tarih Öncesinde Ticaret, Helen ve Roma Uygarlığı, Anadolu'nun Neolitik Tarihi gibi kitaplar. [url=http://www.gundem-online.net/search/Diyarbakır]Diyarbakır[/url] ve Siirt halkına selamlarımı iletiyorum.
[url=http://www.gundem-online.net/search/ANF]ANF[/url]
[i]14 Nisan 2010 tarihli [u][b][url=http://www.gundem-online.net/haber.asp?id=35]Görüşme Notu[/b][/u][/url]'dur[/i][/font] [/font][/size][/font] | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ATEŞKES SONA MI ERDİ? Cuma Nis. 16, 2010 7:18 pm | |
| [size=18]Son günlerde yaşanan çatışmalarla, tabutla eve dönmeye başlayan askerlerle beraber değerlendirilmesi gereken bir metin...
Ahmet Türk'e yapılan saldırıyla ilgili olarak, AKP-RTE, Samsun Emniyet Müdürü'nü görevden alarak işi kapatabileceğini zannediyor. Oysa bu siyasi bir saldırıydı ve bu saldırı karşısında birilerinden hesap sorulması gerekiyorsa o da en azından İçişleri Bakanı olmalıydı. Hani RTE, İsrail'den laf atan adam için, "O benim muhatabım değil!" diyor ya, işte aynen öyle. Böyle bir siyasi saidırıda muhatap bürokrat değil, siyasetçidir. Burada bürokrat-polis en son mesul tutulması gereken kişidir. Şimdi eğere geçekten kan dökülmesini istemiyorlarsa, o gencecik çocukların tabut içerisinde eve dönemleriini istemiyorlarsa, bir an önce mesuliyetlerinin gereğini yapmalı ve istifa etmeliler. Yoksa PKK, bir siyasi örgüt olarak bu görevden almalarla tatmin olmaz. Siyasi hamlenin muhatablığını siyasetçilerden görmek ister. Tabi işin bir diğer yönü de bu AKP siyasetçilerinin bürokrat harcamak mecburiyetinde kalmaları. Bu, kontrolü kaybettiklerine delil. Evet, kendi çocukları gemicik yüzdürürken, garip gurebanın çocukları, bunların hatalarını canlarıyla ödemeye devam etmekte. Adamlarda ne utanma, ne sıkılma. AKP dönemi biir tarafıyla İttihat terakki dönemini hatırlatmakta. Ama yalnız şu var ki, İttihat Terakki, sapına kadar idealistti ve ferlerinin şahsi-nefsani davrandığını kims eiddia edemez. Her biiri yoksulluk içinde öldü. AKP paşaları ise cukkaları doldurmaktan başka bir işe fırsat bulamamakta.[/size] | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: AMERİKALILARA SIKTIK Salı Nis. 20, 2010 8:10 pm | |
|
Yılanın Başından Bomba İddia: Amerikalılarla İlişkimiz Yok, Kandil’de ABD Askerlerini Vurduk!
Amerikalılarla hiçbir ilişkilerinin olmadığını söyleyen Karayılan, birkaç yıl önce Kandil’e izinsiz gelen ABD askerlerinin tarandığını anlatıyor. ABD yetkilileri bu konudaki soruya yanıt vermedi
17 Nisan 2010 Cumartesi 11:48
Amberin Zaman'!ın haberi... DİĞER merak edilen bir konu ise PKK ile Amerikalıların bir araya gelip gelmediği. Karayılan’a soruyoruz: “Irak’taki Amerikalılarla temasınız oldumu?” “Bizim (Kendisini kastediyor. A.Z.) Amerikalılarla hiç ilişkimiz olmadı. Ancak birkaç yıl önce gelmişlerdi. (Kandil’i kastediyor, gelenler de ABD’li askerler. A.Z.). 2004 yılıydı. İzinsiz girdiler, arkadaşlar taradı. Bir kişi vuruldu” iddiasında bulunuyor Karayılan.
ABD’li askerlerin 2005 ve 2006 yıllarında tekrar geldiklerini söylüyor ama bu kez izin alarak. Ne yapıyordu bu askerler? “Buradaki köylülerle görüşüyorlardı, bizden bir iki arkadaş da beraberinde giderdi.”
‘PENTAGON’A SORUN’
Çay, sohbet var mıydı aralarında? “Arkadaşlar ‘Gelin çay içelim’ demişler ama onlar demiş ki, ‘Yok, bizim üstümüz dedi ki, oraya gidin ama orada çay içmeyin, yemek yemeyin.’ Sonra arkadaşların ısrarı üzerine orada çay içiyorlar ama yemek yemiyorlar.’’ Bu iddiaları ABD Büyükelçiliği’ne yönelttiğimizde bizi Pentagon’a yönlendirdiler. Bu satırları yazarken iddialara ilişkin henüz Pentagon’dan cevap gelmemişti. Ancak Batılı kaynaklar böyle bir olayı ihtimal dışında tutmuyorlar. Benim anladığım kadarıyla, Amerika bir ara PEJAK adı altında örgütlenen PKK’lı militanları İran’a karşı kullanma eğilimindeydi. Hatta PEJAK lideri, Washington’a dahi gitti. Ancak Ankara’nın tepkisi karşısında hızla çark ettiler. Zaten Karayılan bunu teyit eder nitelikte şu sözleri sarf ediyor: “Burada Irak’ta, Amerika’nın bilfiil kendi güçleriyle herhangi bir hareketi olmadı. Biz de Amerika’nın burada geliştirmek istediği sürece herhangi bir zarar vermedik. Fakat Avrupa’daki operasyonların (Roj TV’nin Belçika’da basılması, Zübeyir Aydar’ın tutuklanması vb. A.Z.) arkasında Amerika olduğunu biliyoruz. Türkiye’yi her türlü desteklediğini biliyoruz. Bize karşı yüksek teknolojiyi veren yine Amerika’dır. Yaşar Büyükanıt’ın ‘BBG evi gibi gözlemliyoruz’ dediği, gerçekten yüksek teknoloji.’’
Heron’dan paraşütle atılan Karayılan sesli kutu
PKK’nın Kandil’deki kamplarında en büyük korku olası hava operasyonları. Olası bir hava operasyonuna karşı militanlar yeraltı sığınaklarında yatıyorlar. Bulundukları yer belli olmasın diye telsiz kullanamıyorlar artık.
Murat Karayılan da randevumuza yolun bir kısmını yürüyerek geliyor. Hatta Karayılan, kendisine yönelik suikast girişimlerinden bahsediyor. Bu bağlamda geçen yılın başında “insansız uçak” Heron’dan fırlatıldığını iddia ettiğimuammalı bir kutuya değiniyor. Tepesinde ufak bir paraşütü olduğunu söylediği cihazda Karayılan’ın sesi kayıtlıymış. Karayılan cihazın 5 kilometre çevresindeki bir bölgede bulunduğu takdirde sesini tanıyıp bir yerlere uyarı sinyali gönderiyormuş. Bugüne kadar bu tipte sadece bir cihaz ele geçirmişler. “Laboratuvarımızda incelettik” diyor Karayılan. Beri yandan çevresindeki militanlar, “Gizlice çekimyapmaya gelen üç İranlı”dan söz ediyorlar. Yani İran’ın da Karayılan’ın peşinde olduğunu ima ediyorlar. Güneydoğu’da Reşadiye çapında olmasa dahi devameden çatışmalara rağmen PKK’nın “eylemsizlik” kararının sürdüğünü defalarca tekrarlıyor. “Meşru savunma sınırları dışında silah kullanmayı terör sayıyoruz” iddiasında bulunuyor. Ya basılan köyler, katledilen ögretmenler? “1999’dan önce doğru, öyle bir stratejimiz vardı ama değişti” diyor PKK’nın dağdaki “bir numarası.” AKP’nin Kürt açılımı hakkında ne düşünüyordu Karayılan? “İyileşme var, fark var ama çözüm için yeterli değil. Yüzlerce Kürt siyasetçisini hapse attı (PKK’nın şehir örgütlenmesi olan KCK’ya yönelik operasyonu kastediyor. A.Z.). Onun yerine Amerika’yı da devreye koyarak kendi jeostratejik konumunu pazarlama temelinde, Afganistan’a asker gönderme temelinde. Bize karşı ABD’yi ve güneydekileri (Iraklı Kürtleri kastediyor. A.Z.) koyarak bizi etkisiz kılabileceğini düşündü, operasyonlar devametti, ama bizimelimiz kolumuz bağlı değil” yanıtını alıyorum.
‘BAYIK’IN İŞİ DEĞİL’
Ayrıca Cemil Bayık’la olsun, başkalarıyla olsun PKK’da herhangi bir bölünmenin varlığını inkâr ediyor. Örgütün zayıf düştüğü için barışamecburen yanaştığı savı kendisini acayip öfkelendiriyor. Reşadiye saldırısını Bayık’ın planlamasının söz konusu olamayacağını iddia ediyor. Fakat Karayılan her ne kadar “Biz en rahat dönemimizdeyiz. Bizi hiç kimse yenemez. Biz 26 yıldır bu dağlardayız” dese de belli ki özellikle ABD’nin sağladığı teknoloji onları zorluyor.
PKK’yı Öcalan mı yönetiyor?
HEPİMİZİN merak ettiği bir husus var. On bir yıldır İmralı’da hapis yatan Abdullah Öcalan için hâlâ “Örgütü kontrol altında tutuyor” deniyor ya, nasıl oluyor da PKK’ya talimatlar verebiliyor, onları yönetebiliyor? Yani emirleri avukatlara veriyor, onlar da bir şekilde dağa mı iletiyor? Bu soruyu Karayılan’a yöneltiyorum. Karayılan net bir şekilde, Öcalan’ın örgütü yönetmediğini söylüyor: “Bizi pratik olarak yönetme koşulu yok. Bize nasıl talimat versin ki? Öcalan semboldür. Felsefesiyle, ideolojisiyle bizim tarafımızdan benimsenmiş önderdir.’’
Şüphesiz Öcalan’ın halen Kürtlerin azımsanmayacak bir kesimi üzerinde etkisi sürüyor. En son örneğini yeni hücresiyle ilgili koparttığı kıyamette yaşamıştık. “Çukura düşmüş gibiyim” dediğinde binlerce Kürt sokağa dökülmüştü. Kendileri yılanların akreplerin arasında, en iptidai koşullarda yaşarken PKK’lıların “Önderlik, ölüm çukurunda sinüzitten çok çekiyor” diye hayıflanmaları insana gerçekten tuhaf geliyor.
TARİKAT ŞEYHİ GİBİ
Bu satırları okurlarsa çok sinirlenecekler ama sanki silahlı bir örgüt liderinden ziyade bir tarikat şeyhinden bahsediyor gibiler. “Silah dahi kullanmasını bilmez” dedikleri Apo,müritleri için dokunulmaz. Kabul etsek de etmesek de bu böyle. Dolayısıyla dağdaki lider kadrosu da Öcalan’ı kale almak zorunda. Meşruiyetlerini ona dayandırıyorlar. Bu da aslında işlerine geliyor. Apo bir tür birleştirici zamk. Oysa BDP’lilerin, sivil siyasetin önünü açsalar, İmralı da dağ da sussa herkes için daha iyi olmayacakmı? Barış daha kolay yakalanmayacak mı? Tabii bazı BDP’lilerin, PKK’yı referans gösterdiklerini de unutmamak lazım.
‘BDP’YE SAYGIMIZ VAR’
Her halükârda BDP’yi vesayet altında tuttuklarını inkâr eden Karayılan, hükümetin BDP ile örgütü karşı karşıya getirme çabasında olduğunu iddia ediyor ve ekliyor: “BDP ayrı kulvarda çalışıyor. Saygımız var. Biz birilerinin önünde engel değiliz.”
Silahlar hangi şartlarda susar?
KARAYILAN çarpıcı bir iddiada bulunuyor. Geçen şubat ayında adını vermeyi kesinkes reddettiği bir hükümet yetkilisi, Öcalan ile İmralı’da görüşmüş. Basına yansıyan haberlerde, aynı tarihlerde Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü’nden bazı yetkililer, Öcalan’la, hücresiyle ilgili incelemelerde bulunmuşlardı. Ama Karayılan’a göre söz konusu “devlet temsilcisi”, Öcalan’ın açılıma ilişkin hükümete sunduğu “yol haritası” çerçevesinde “müzakere edilebilecek tartışmaların” başlayabileceğini ifade etmiş, ama gerisi gelmemiş. “Kim” diye soruyorumısrarla. “Söylemek zorunda değilim” cevabını alıyorum. Peki PKK ne istiyor? Karayılan’a göre ne bağımsızlık, ne de federasyon. “Biz Türkiye sınırları içerisinde demokratik ülkede yaşamak istiyoruz” diyor. Anayasa’ya “Kürt” sözcüğünü de koymaya gerek yokmuş. Anayasa’nın 66’ncı maddesindeki “Vatandaşlıkla Türkiye’ye bağlı herkes Türk’tür” ibaresi yerine “Herkes Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır” denilse bu Kürtleri tatmin edebilirmiş.
‘APO OLMAZSA BDP’
Ancak ilk etapta operasyonlar durdurulmalı, KCK operasyonunda tutuklananlar salınmalı ve Apo da ev hapsine konulmalıymış. Hükümetin kimleri muhatap alacağı meselesine gelince, geçen yıl Hasan Cemal’e söylediklerini tekrarlıyor. Apo, o olmazsa BDP, onlar da olmazsa “akil adamlar”. Ama şu net ki, son kertede adres olarak kendilerini görüyorlar. Türkiye’nin böylesi bir şeye asla hazır olmadığı apaçık ortada. Kandil’den dönerken, “Dağa çıkışlar nasıl engellenir, karşılıklı akan kan nasıl durdurulur, esas can alıcı nokta bu” diye düşünüyorum.
Dünkü yazımda “Heronlar bomba yağdırıyorlar” ifadesini kullanmıştım. Heronlar keşif uçağıdır, bomba taşımazlar. Düzeltir, özür dilerim.(habertürk)
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: YENİ DÖNEM DEĞERLENDİRMESİ Perş. Nis. 22, 2010 1:07 pm | |
| [b][size=18][b][color:ed6c=red]Kürt meselesinde 'yeni dönemin' özellikleri[/color] [/b]
[center][b][color:ed6c=blue]BAKİ GÜL[/color][/b] 16:44 / 20 Nisan 2010
[color:ed6c=#2d648a][b]BEHDİNAN [/b][/color]- Türkiye’deki siyasi kurumlar, siyaset aktörleri işin ne kadar ciddiyetinde yada farkında bilmiyorum ama Kürt meselesinde bir dönemin sona erdiği ve yeni bir döneme girildiği açıklandı. Bir dönemin sona erdiğini açıklayan ise 30 yılı aşkındır PKK önderlikli isyanın siyasal/ideolojik ve örgütsel önderliğini yapan Abdullah Öcalan.
Öcalan; PKK’nin resmen kuruluşunun öncesinden başlayan 1973 ile 1983 yılları arasındaki dönemi birinci dönem olarak tanımlıyor. İkinci dönem ise PKK’nin silahlı mücadeleyi başlattığı 15 Ağustos 1984 ile 1993 yılları arasındaki zaman. Üçüncü dönemi ise esas olarak 1993 ile 2002 yılları arasındaki süreç olarak tanımlayan Öcalan, bu dönemi AKP’nin iktidara gelmesi ve bölgesel gelişmelerle birlikte 2010 yılına kadar uzattığını söylüyor. Bu dönemlerin PKK’nin kurucusu ve lideri tarafından yapılmasının oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü PKK’nin ilk ortaya çıkışından bugüne kadar bu mücadelenin bütün gelişme süreçlerini belirleyen temel kişidir Abdullah Öcalan. Şimdi bu süreçlerin tarihte bıraktığı izlere biraz daha yakından bakalım.
I. DÖNEMDE KÜRT MESELESİ
1973-1983 yılları arasında Kürdistan, Türkiye ve bölgede durum nasıldı? PKK’nin aldığı pozisyon neydi? Kürdistan ve Türkiye’de neler yaşanmıştı? Bütün sorulara ciltler dolusu kitaplar ve çok yönlü yorum analizler yapılarak yanıtlar verilebilir. 1973 yılı 12 Mart darbesinin hemen sonrasıydı. Son Kürt isyanının üzerinde hayli zaman geçmiş Türkiye basınında “Hayali Kürdistan’ın” mezarları karikatürize ediliyordu. Devrimci liderlerin tasfiye edilmek istendiği, dünyanın ise çift kutuplu olduğu bir süreç. Ancak 1973 yılında Urfa’dan Ankara’ya gelen bir genç olan Öcalan, önce Türkiye Devrimci Gençlik Hareketi’ni, Mahir Çayan’ın önderliğindeki Türkiye Halk Kurtuluş Partisi/Cephesi (THKP-C) geleneğini toparlamaya çalıştı. Türkiye devrimci hareketi kendi içinde parçalı yapısını derinleştirerek sürdürdüğü için Öcalan içerisinde Türkiyeli devrimcilerin de olduğu ilk grupla PKK’nin çekirdeğini oluşturdu. İdeolojik inşaa sürecinin tamamlanması sonrasında PKK’nin ilanına kadar geçen sürecin hemen sonrasında Kürdistan’da Maraş ve Malatya katliamları yaşandı. Türkiye’de 12 Eylül 1980 faşist darbesi gerçekleştirildi. Diyarbakır Zindan’ındaki zulüm ve zulme karşı direniş tarih sayfalarında yerini almıştı. Öcalan, böyle bir süreçte PKK’yi kurdu, 12 Eylül öncesi birçok temel kadrosu ile yurtdışına çekildi. Bu dönemde bölgede İran’da İslam Devrimi gerçekleşmiş, İran-Irak Savaşı’nın ilk yılları bu sürecin içine girmiş, Sovyetler Birliği, Afganistan meselesine giriş yapmış, ABD soğuk savaşı sona erdirmek için türlü türlü oyunların içindeydi. Öcalan’ın kurduğu hareketi ne 12 Eylül Darbesi, ne Diyarbakır Zindan’ındaki zulüm politikaları ne de bölgedeki gelişmeler durduramamıştı. Öcalan, hareketini sağlam tutmayı başarmış ve Kürdistan’da uzun süreli gerilla savaşının ilanı hazırlıklarını tamamlamıştı. PKK bu dönemi “Partileşme dönemiydi. Aslında ideolojik, siyasî, örgütsel çizginin oluşma dönemi” olarak tanımlıyor. Oluşturulan bu çizgi ile zaman 1984 yılının Ağustos’una doğru ilerliyordu.
ÇÖZÜME YAKLAŞILAN DÖNEM VE ÖZAL’IN TASFİYESİ
1984 ile 1993 yılları arasındaki ikinci dönem ise gerçekten çok yönlü incelenmeyi ve yorumlanmayı gerektiriyor. Türkiye askeri darbe sonrası Turgut Özal’lı yıllara geçmişti. Ancak Kürt meselesini sıkıyönetim, olağanüstü hallere geçiş dönemleri ile gizleyip gidermek istiyor, PKK önderlikli Kürt isyanını ise “birkaç çapulcu” değerlendirmesi ile basite alıyordu. Özal bu basite almayı soru işaretleri taşıyan ölümü ile sonuçlandırdı. Bu süreçte PKK, gerilla mücadelesi başlatmış, gerilla Kuzey ve Güney Kürdistan’a yayılan bir hat içerisinde mevzilenmiş, Kürdistan’ın mezra, köy, kasaba, ilçe ve kent kıyılarına yayılan ve giderek kitleselleşen bir halk hareketine dönüşmüştü. Bu dönemde Türk devleti Kürdistan’da işlevsizleşmiş, askerlik yaşına daha gelmeden gençler gerillaya yüzünü dönmüş, Kürt toplumu üzerindeki ölü toprağını atmış “Hayali Kürdistan” bütün bileşenleri ile dirilmiş, halk serhildanlarda yerini almıştı. PKK’nin kurucusu ve önderi Öcalan’ın etkileyici deyimi ile “Diriliş tamamlanmış sıra kurtuluşa” gelmişti. Bölgede İran-Irak Savaşı sona ermiş, Saddam, Kürtleri Halepçe’de katletmiş, Sovyetler Birliği ve Balkanlarda reel sosyalizm hızla çözülme sürecine girmiş, ABD küresel egemenliğini perçinleme arayışına girmiş, Avrupa Birliği kendisini etkin kılmak için iç örgütlenmesini hızlandırma çabasına girişmişti. Özal PKK’nin gerçeğini görmeye başlamış, Kürdistan’da olup/biteni anlamaya çalışmış ve Kürt meselesini Türk devletinin tarihsel alışkanlıkları dışında çözme arayışına girişmişti.
PKK, ilk ve etkili ateşkesini bu süreçte yaptı. Süreç tam olumluya evrilecekken ve çözüm için umutlar artarken günümüze kadar uzayan ve inkar ve imhayı da çok yönlü içeren bir süreç işletildi. 1984-1993 yılları arasında Kürtler askeri alanda, siyasal alanda kurumsallaşmalar yaşamış, gerilla Kürdistan’ın diğer parçalarına da mevzilenmişti. PKK bu dönemi ise şöyle tanımlıyor: “Bu dönem gerilla temelinde Kürt sorununa çözüm arama dönemiydi. Ulusal kurtuluş stratejisi temelinde silahlı direnişin geliştiği dönem.” Ortaya çıkan gerilla direnişi Türk devletini Özal şahsında çözüm sürecine çekse de, Türk devletinin Kürt politikasının Özal ile tanımlanamayacağı, Özal’ın sadece bir eğilim olarak kalacağı bir dönem olarak tanımlanması gerektiği ortaya çıktı. Çünkü Özal, çözüm için önemli olan bir süreçte nedeni tartışmalı olan bir ölüm ile ortadan kaldırılmıştı.
KİRLİ SAVAŞ, ÇETELER VE KÜRTLERİN DİRENİŞİ
İkinci dönemde çözüm için süreç iyi değerlendirilmediği gibi 1993’ten sonraya Türkiye’deki gidişata adına çete, JİTEM, Kontrgerilla vb. denilen oluşumlar damgasını vurmuştu. 1993’ten başlayan 2002’ye hatta günümüze kadar uzanan süreç içerisinde Türk-Kürt ilişkilerini çok yönlü belirleyen olaylar yaşandı. Bu dönem kendi içerisinde iki alt başlıkta da incelenebilir. 1993’ten 1999’a kadar geçen süreç içerisinde Kürdistan’daki savaş akıl almaz boyutlarda sürdü. Özel savaş hükümetleri oluşturuldu. Siyaset askerin vesayetinde yürütülerek toplum biçimlendirilmeye çalışıldı. Kürt illerinde kontrgerilla, hizbulkontra, köy korucuları, özel tim ekipleri binlerce faili meçhul cinayet işledi. Kürt yurtseverleri katledildi. 4 bin köy boşaltıldı. Güney Kürdistan’a sarkan yüzbinlerce askerin katıldığı 25 sınırötesi operasyon yapıldı. PKK’nin Önderliği’ne karşı uluslararası komplo ile bir kuşatma operasyonu gerçekleştirildi. 15 Şubat 1999’da PKK’nin kurucusu ve lideri olan Abdullah Öcalan ABD eliyle Türkiye’ye verildi. Bu dönem sonrasında Öcalan, Kürt-Türk savaşının çıkmasını engelleyen ve Kürt meselesinin siyasal zemin üzerinde çözüme kavuşturmak için çözüm ve barış sürecinin işletilmesi gerektiğine vurgular yaptı.
1999’dan günümüze kadar geçen süreçte Öcalan, gerillayı Türkiye sınırları dışına çıkardı, savaşı tek taraflı durdurdu, ateşkesler ilan etti. Kurduğu ve liderlik ettiği örgütü ideolojik, örgütsel ve siyasal olarak büyük bir değişime götürdü. Bu süreçte küresel alanda 11 Eylül saldırıları olarak tanımlanan olaylar meydana geldi. “Terörizm” kavramı uluslararası alanda gündemleştirilerek Afganistan’dan Irak’a kadar olan alana ABD öncülüklü askeri ve politik müdahaleler gerçekleştirildi. Kürdistan’ın güney parçası özerk bir statü kazandı. Saddam idam edildi. İsrail-Filistin çözümsüzlüğü devam etti. AB kendi içinde birliğini daha da pekiştirdi. PKK bu dönemi ise “tasfiye ve çözüm dönemi olarak tanımladı.” Gerçekten de iç içe geçen bir süreçti. 1 Haziran 2004 tarihinde PKK yeni bir hamle ile “meşru savunma çizgisi”nde gerilla savaşına aktiflik kazandırdı. Türkiye kendi içinde klasik siyasetinde değişime gitti. Çeteler deşifre oldu. Yeni çete koalisyonları oluştu. AB’ye uyum süreci içinde bazı değişimlere gidildiyse de, bu Kürdistan’daki savaş durumunu sona erdiremedi. Oysa 1999’dan 2004’de kadar süren süreçte çatışmasızlık süreçleri yaşanmış, çözüm için hem iç hem de dış konjöktür uygun hale gelmişti. Ancak bu süreç özellikle son sekiz yılda AKP aktörlüğünde iyi değerlendirilmedi. Gerillaya askeri ve siyasi tasfiye politikaları dayatılırken, bölgesel ve küresel güç dengelerindeki her çelişkiyi PKK’ye karşı kullanmaya çalışan AKP ve kendisine muhalifmiş gibi görünen CHP ve MHP Türkiye’yi uçurumun kıyısına getirmiş ve ateşin içine atmanın son hazırlıklarını yapmaktadırlar.
Bu dönemi değerlendiren PKK’li yetkililer AKP’nin ve Türkiye siyasetindeki sağ ve sol cephenin son dönemde çözüm yerine çözümsüzlüğün parçası haline geldiğine dikkat çekiyorlar. PKK’nin kurucusu ve Önderi Öcalan bu durumu “varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama dönemi” olarak tanımladı. Yani “artık tasfiye ve çözümün iç içe yaşandığı dönemin sona erdiği” ifade ediliyor. AKP’nin açılım söylemleriyle süreci muğlâklaştırmaya çalıştığına vurgu yapan siyasal gözlemciler Öcalan’ın siyasal süreci yeniden netleştirdiğine vurgu yapıyorlar. Bu sürecin çözüme evrilmesi için “Öcalan’ın hazırladığı Yol Haritası’na ve Barış Grupları’nın Türkiye’ye gönderilmesi”nin iyi bir zemin olduğu ancak AKP’nin öncülüğünde bu süreç iyi değerlendirilmediği gibi süreç muğlâklaştırıldı.
KÜRT MESELESİNDE YENİ DÖNEMİN ÖZELLİKLERİ
PKK çevreleri, içine girilen sürecin yeni bir imha ve tasfiye planları ile hazırlandığını ve bu hazırlığın Londra’nın tarihsel zemini üzerinden Washington-Ankara-Bağdat-Hewler hattında pratiğe dökülmek istendiğine vurgu yapılıyor. Bazı temel AB ülkelerinden de yardım alan AKP, kendi İslami kimliğini de kullanarak İran ve Suriye’yi de anti-Kürt, anti-PKK ittifakına ortak etme çabasını sürdürmek istiyor. Bütün gelişmeler içerisinde AKP, yeni bir özel savaş politikası inşaa ettiğini ve bu politikayla topyekün olarak Kürtleri/PKK’yi tasfiye edeceğini düşünüyor. Bu nedenle de devlet içinde istediği gibi reform ve açılım paketleri hazırlıyor. Güney Kürtlerini tanıyıp, Kuzey Kürtlerine de AB’ye uyum çerçevesi içinde bazı haklarla “Kürtleri tanıyoruz” söylemini üreten AKP, Kürdistan’da yürüteceği yeni savaşa meşruiyet arıyor. Bu durumu, “AKP ve ABD ittifakı, dıştan PKK’yi, Kürtleri daha fazla tecrit edip, herkesten Kürtlere dönük yürüttükleri soykırım saldırılarına destek almaya çalışırken, diğer yandan da içte de AKP iktidarını güçlendirecek bir yeni rejim yapılandırması yaratarak, bu temelde Özgürlük Hareketimizi tümden imha ve tasfiye edecek bir saldırı yürütür hale gelmeyi hedefliyor” şeklinde değerlendiren PKK’nin yetkilileri bu duruma karşı her zamankinden daha hazırlıklı olduklarını söylüyorlar. Peki PKK ve Kürtler bu konsepte karşı nasıl bir hazırlık içerisindeler?
Tayyip Erdoğan’ın son gezilerinde eksik kalan noktaları tamamlamak istediğine dikkat çeken PKK’li yetkililer, eğer AKP yeni oluşturduğu tasfiye politikasının hazır olduğunu düşünürse çok kapsamlı imha ve tasfiye askeri/siyasi operasyonlara girişecektir. AKP, Türk devletinin yeni savaş gücü olarak kendisini dışa vuracaktır. AKP’ye verilen görevin Türkiye’deki demokrasi güçlerini ve Kürtleri tasfiye etme rolü olduğu konusunda yoğunluklu yorumlar yapılıyor.
Ancak temel bir durum var ki iyi görülmesi gerekiyor. Türk devleti siyasal, toplumsal yapısı en kırılgan ve parçalı bir durumu yaşıyor. Ne siyasal yapı ve aktörler, ne de toplumsal alandaki kurumlar Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu çok da ileri götürebilecek durumda değildir. Türk ordusu PKK’ye karşı yıpranmış, çete ilişkileri ile toplumda itibarı zedelenmiş, siyaset ise alternatif yaratmayan bir durumdadır.
Siyasal gözlemciler; “Tehlikenin büyük olması yanında avantajların ve Kürtlerin kesintisiz topyekün direnişinin de olduğuna dikkat çekiliyor. Bunun için ideolojik alandan başlayarak, politik alanı etkili bir mücadele alanına çevirecek olan Kürtler, kendi aralarında birliği sağlayıp; esaslı bir silahlı direnişle kendilerine karşı tasfiye politikalarına karşı çıkacaktır” belirlemesiyle yaşanabilecek olanların AKP de dahil hiçbir gücün mevcut durumda kendisini kurtaramayacağını iyi görmesi gerekiyor.
Duruma bir bütünlük içerisinde bakılırsa “Çözüme de tasfiyeye de açık olan bir sürecin” özelliklerini taşıyan bir döneme girildi. Yeni başlayan bu dönem için Kürt Özgürlük Hareketi kendisini daha örgütlü, daha hazır ve geçmişte dayatılan tasfiye girişimlerine karşı verdiği mücadele ile daha deneyimli olarak değerlendiriyor. Yeni dönemde kendilerine dayatılan zemin ve ölçüler içerisindeki çözüm yerine olması gereken zemin ve ölçüler içerisinde çözüm tartışılacaktır. Aksi takdirde ise Türkiye başta olmak üzere bölgede çok büyük alt-üstler yaşanacaktır. Kürtler ise kaybedecekleri bir şeyi olmadığı gibi kazanacağı çok şeylerinin olacağını düşünüyorlar.
Dolayısıyla 1973’ten günümüze kadar gelen Kürt meselesini öz dinamikleri yerine istediği gibi anlayıp çözmeye çalışan Türk devletinin siyasetçilerine dayanarak anlamak çok yanlış olur. “Açılım” söylemini her cumartesi bir bölük cemaate ballandıra balandıra herkese yedirmeye çalışan AKP’ye dayanarak süreci anlamaya çalışmak ise gerçekten çok büyük basiretsizlik olur. Hele Amberin Zaman gibi gazetecilerin kendi cümleleri arasına başkalarını sözlerini iliştirerek Kürtleri Türklere ve Kürtlere satmaya çalışan gazetecilerin yazdıklarından da öğrenmeye çalışmak büyük bir yanılgı olur. Doğrusu tarihe bakıp günümüzü anlamaya çalışırken meselenin ana dinamiklerinin ortaya koyduğu düşünce ve eylemler ile meseleyi getirdiği boyuttur.
ANF NEWS AGENCY[/center]
[/size][/b] | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: KÜRDİSTAN JEOPOLİTİĞİ ÜZERİNE Perş. Nis. 22, 2010 1:12 pm | |
| [size=18][color:aa14=red][b]Kürdistan jeopolitiği değişti [/b] [/color] [color:aa14=#2d648a][b][color:aa14=blue]RAHMİ YAĞMUR / MAMED MUSTAFAYEV[/color] [/b][/color]
21 Nisan 2010
[color:aa14=#2d648a][b]MOSKOVA[/b][/color] - Günümüzde jeopolitik tanımlamaları R. Kjellen teorilerini çoktan geçersiz kılmıştır. Bugün “Bir ülkenin arz üzerinde işgal ettiği konum dolayısıyla sahip olduğu askeri, siyasi ve ekonomik önem “yada yeryüzü ilişkilerinin siyasi gelişmelerle olan bağlantısının bilimi” olarak tanımlanıyor. Tanımlama bu olunca hangi bölgenin jeopolitiğinin tartışıldığı yada nerenin “açık alanda” tartışılmaktan kaçınılması gerektiği ortaya çıkıyor. Konu hakkında uzmanlar Kürdistan jeopolitiği konusundaki fikirleri yayınlamaktan kaçındılar. Bölge hakkında politika yapmak isteyen herkes Kürdistan jeopolitiği analiz etmiştir. Ancak bunlar asla istihbarat yada askeri hedefleri belirleyen gizli dosyaların içinden çıkarılmadı.
Ancak 2000’li yılarda ABD’nin Irak’a yönelik müdahalesinden sonra ortaya çıkan yeni jeopolitik durumu değerlendirirken Kürdistan jeopolitiğine yönelik vurgular kaçınılmaz hale geldi. Bunların en önemlisini 2005 yılında Rusya Oryantal Enstitüsü’nden yapılan bir yuvarlak masa toplantısına sunulan bir makaleydi. Makaleyi Kürdolog Mixail Lazer’in sundu. Lazerev, makalesinde jeopolitika konusunun uluslararası ilişkilerde taşıdığı önemi bildiği için daha öncekilerin taşıdığı kaygı ve hesapları tamamıyla gözardı etmedi. Bu yüzden Kürdistan’ın Kürtlerin yaşadığı tüm bölgeleri kapsamadığı Kürtlerin diğer alanlarda da yaşadığını gerekçe göstererek “Kürt bölgesi” kavramını kullanacağını vurguladı. Yani Kürdistan’ın hukuksal sınırları ile askeri ve işgal sınırlarına açık bir tanımlama getirirken bazı manevralar yaptı. Ancak Lazerev, makalesinin birçok yerinde Kürdistan jeopolitiğini ve dinamiğini objektif olarak ortaya koymaya çalıştı.
Kürdistan jeopolitiği konusunda 2008 yılında Harward Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mehrdad R. Izady de bir makale kaleme aldı. Ancak Izady’nin yazısı daha geçici bir jeopolitik durumu kişisel yorumlara da yer vererek açıklamaya çalışıyordu.
Kürdistan jeopolitiği konusuna Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da ‘Stratejik Derinlik’ kitabında irdeledi. Ancak Davutoğlu bu alanın jeopolitiğini bilim insanına yakışır bir objektiften uzak milliyetçi çıkarlara hizmet eden ve Türk devletinin işgalci pozisyonuna meşruluk kazandırmaya yönelik değerlendirmeleri öne çıkardı. Ancak o bile bu bölgenin taşıdığı jeopolitik önemi tamamıyla gözardı edemedi.
Bu yüzdende biz daha çok Lazerev’in geliştirdiği makalenin çevresinde kalmaya özen gösterdik.
KÜRDİSTAN COĞRAFYASI İÇ BÜTÜNLÜĞE SAHİPTİR
Davutoğlu’nun Kürdistan’ın jeopolitik bir bütünlük oluşturamamasını denizlerle bağlantısının olmamasına dayandırmasın jeopolitika kapsamında yapılan en önemli çarpıtmalardan biridir. Avrupa, Latin Amerika, Afrika ve Asya derinliklerinde denizlerle hiçbir bağlantısı olmayan onlarca ülke var ve bunlar BM ve uluslar topluluğu tarafından resmi olarak tanınan devletlerdir.
Lazerev, bu konuyu coğrafya biliminden de yararlanarak çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Makalesine etnografik bir tanım yaptığını belirterek, “Kürdistan özce ve tam olarak Kürtlerin vatanıdır” vurgusuyla başlıyor. Her ne kadar bugünkü politik sınırları ile tam örtüşen bir devlet kurulmamışsa bile “Kürdistan” kelimesinin tam anlamı tartışmasız net olarak doğal coğrafik belirlemeden oluşuyor” şeklinde tanımlıyor Lazerev ve bununla çok önemli bir tespitte bulunuyor. Ona göre Kürdistan coğrafik bütünlüğü tartışmasız ve sabittir. Makalesinde şöyle diyor: ‘’Kesintisiz süren bu coğrafya üzerindeki siyasi ve politik tufan önemlidir. Onlar bu süreklileşen savaşların sonucunda etno demografik değişimlere uğramışlardır. Kürtler ve onların yanında yaşayan halklar (Ermeniler ve Süryaniler gibi) sürekli zorlu göç ve kitlesel jenositlere maruz kalkmıştır. Bunun sonucunda Kürtler yapılandırma olarak kendi doğal sınırları içinde yaşıyorlar.”
Lezerev’e göre eğer Kürdistan adı yetersiz görülecekse bu Kürtlerin sadece Kürdistan’da değil aynı zamanda yoğun olarak Horasan, Azerbaycan ve daha farklı yerlerde de (bugün Türkiye’nin ana kentlerindeki yoğun Kürt nüfusu gibi) yaşamalarından kaynaklanabilir. Lazerev bu konuda şu ifadeleri dikkat çekiyor: “Kürtlerin yaşadığı bugünkü Kürdistan’ın sınırları yarım milyon kilometre kare (yani Fransa yada İspanya kadardır) ve doğrusal olmayan bir form oluşturuyor.”
Lazerev, Kürdistan’ın bugünkü sınırlarını teorik olarak tanımladıktan sonra sonderece önemli bir noktaya, yani Kürdistan’ın fiziki coğrafik bütünlüğüne değiniyor: “Diğer bir nokta buranın Fiziki-coğrafik özellikleridir. Kürtlerin anayurdu sadece öz olarak değil aynı zamanda geçmişten bugüne tarihi kaderiyle de değişmezdir. Kürdistan tabii derinliği ve dağlık yapılanması ile de değişmezdir. Dağ silsilesi hem boyuna hem de enine bu ülkeyi boydan boya örtüyor. Ayrıca diğer tabi özellikleri ile hem uzunlamasına hem de enlemesine “orograph”si (dağlarla, bilhassa dağların konumları) şaşırtıcıdır. Ayrıca tüm diğer tabiatı özellikleri: hidrografik ( fiziki coğrafyanın sular kısmını inceleyen dalı. Sular coğrafyası da denir. Yer üstü ve yeraltı sularının özelliklerini ve dağılışlarını inceler ç.n) toprak ve iklimi (sert kıtasaldır), bitki ve canlı örtüsü, iki büyük gölü (Van, Urmiye) ve Asya’nın iki büyük Irmağı (Fırat, Dicle) ile tabii ve coğrafik bir bütünlük oluşturuyor.
Kürdistan’ın bu fiziki coğrafik özellikleri Kürt halkının etno genetiğinin oluşmasında önemli rol oynamıştır. Dağlar Kürt halkının sürekli yaşadığı yer olarak bir nevi kale rolünde olmuştur. Bu onları asimilasyondan, istilalardan, ağır iç çatışmalardan ve hesaplaşmalarından -ki tüm bunlar bu batı Asya dörtgeninde yüzyıllarca devam etmiştir- korumuştur. Bu doğal faktörler onun tarımsal hayatını da belirlemiş ve geleneksel Kürt toplumunun sosyal özgünlüğünü de örgütlemiştir.”
Bu jeopolitiğin bu fiziki coğrafi yönü sadece Kürdistan bütünlüğü açısından değil savunmaya elverişli yapısı ulusal savunmaları açısından da olumlu ve olumsuz etkilerine gönderme yapılıyor.
Lezerev’in Kürt Jeopolitiğini üstüne kurduğu bu belirlemeler son derece önemlidir. Kürdistan’ı işgal eden egemen mantığın kullandığı bilimsellikten uzak bir argümanı ellerinden alıyordu.
Davutoğlu, işgalci pozisyonla çelişkiye düşmemek adına kendisiyle çelişkiye düşmeyi göze alarak Kürdistan jeopolitikası konusundaki değerlendirmelerini şöyle sürdürüyor: “Bu coğrafya kendi içinde bir jeopolitik bütünlük oluşturmaması güç bir geçiş alanı teşkil etmektedir. Ortadoğu ve Avrasya’nın en önemli geçiş alanını oluşturan bu coğrafya bu yönüyle Küresel ve bölgesele rekabetin çekim alanı haline gelirken jeopolitik bütünlük oluşturamamasından dolayı istikrarsızlık kaynağı olmaktadır.”
Ancak Davutoğlu’nun ima ettiği kargaşaların sebebi coğrafik bütünlük sorun değil jeopolitik ve jeoekonomik zenginlik olduğu güncel ve tarihi tüm değerlendirmelerin ortak fikri olduğunu bilinir.
Lazerev, Kürdistan’ın fiziki özeklilerin anlatırken şöyle diyor: ”Kürdistan’ın fiziki coğrafyasının diğer önemli bir parçası onun yeraltı kaynaklarıdır. Petrol bu ülkenin en önemli yeraltı kaynağıdır, bunun en başında da Kerkük petrolleri gelmektedir. Ortadoğu’nun diğer alanlarınki kaynakların çoğunun keşfedilip kullanılmasına rağmen Kürdistan’da hala petrol arama çalışmaları önemini korumaktadır. Bu kullanılmamış rezervlerin yoğunluğunu göstermesi açısından önemlidir. Diğer önemli zenginlikleri yeraltı kaynakları su ve su enerjisi potansiyeli (barajları) tarım ve ormanlar.
KÜRDİSTAN’I KENAR MAHALESİ GİBİ DÜZENLİYORLAR
Burada ön plana çıkan değişken olan unsurlardır. Bunlar politik ve ekonomik jeopolitiğe aittirler ve Fundamentals değerlerden faktörlerden kaynaklanıyor Ki bu bölgede tüm tarihi süreçleri etkiliyor. Bu faktörlerden en önemli olanı onun yaşadığı devletlerin çakıştıkları yerlerin kenar mahalleri gibi duruyor. Kürdistan ortaçağda bile bütün ana parçasıyla büyük Ortadoğu imparatorluklarının içine girmiştir. Müslüman Arap yada Moğol Türkleri istilalarına uğramıştır. İmparatorlukların kenarında askeri alanların merkezindeydi. Böylece imparatorluklar bu alanı bir savaş meydanı olarak kullanıyorlardı. Kürt savaşçı aşiretleri her taraf için çok değerli ortaklar oluyordu. Böylece eski dönemlerde bile Kürdistan askeri stratejik yönüyle çok önemli jeopolitik anlamlar taşıyordu. Bu durum Kürdistan’ın bölünüp parçalanması döneminde daha net ortaya çıktı.”
BU GÜNKÜ SINIRLAR ASKERİDİR
Lazerev, yeni sömürgecilik dönemindeki jeopolitiği şöyle değerlendiriyor: “16. yy ortalarında İran ve Osmanlı imparatorlukları tarafından parçalandı ve büyük kısmı Osmanlıya kaldı. O dönemden buyana onun jeopolitik yönü daha da önemli hale geldi. Bu sınır Türk-İran sınırı oldu ama bu tamamıyla askeri bir sınırdır. Ancak birinci dünya savaşından sonra Kürdistan için olan mücadeleleri sona erdi. Kürdistan’ın jeopolitik önemi yeni dönemde Türk- İran ilişkilerini aştı. 19 yy. başlarında başlayarak bu arazi Rusya ve İngiltere’nin sömürge alanı olarak dikkatlerini çekti. 19. yy. sonunda buna Almanya’da eklendi. 20. yy. ilk yarısı Fransa ve Almanya’nın çatışma unsuru oldu. İşte yeni dönemde Kürdistan’ın jeopolitik durumu bir taraftan Türk-İran ilişkileri diğer taraftan Rusya ile Batı’nın (daha çok İngiltere) sömürgesel istekleri ve onların yakın doğu da hegemonya mücadelesiyle belirleniyordu. O dönem Kürdistan için mücadele de sadece doğal zenginlikleri rol oynamıyordu. Ama onun nüfusu sürekli olarak dikkate alınıyordu. Katliam ve çatışmalar gündeme girdi. Kısaca 19. yy. yarısından itibaren Kürdistan’ın jeopolitik durumun belirlenmesinde ulusal sorunun gerginleşmesi çok önemli bir faktör oluyor….
Birincisi savaşta başaran itilaf devletleri dayatmasıyla Kürdistan’ın ayrıştırılması yeniden yapılandırıldı (Kürdistan bölgesel ve küresel güçler tarafından yeniden bölüşülmesi süreci)…
İran ile aynı seviyede Ortadoğu petrolünün en esas tedarikçisi oldular. Kürdistan’ın diğer paçaları gelecek vaat ediyorlardı. Petrol kadar diğer ekonomik ve coğrafik özellikler vardı ki bunlar sömürgeci güçler için çok çekici geliyordu. Tüm bu jeopolitik çıkarlar Atlantik güçlerinin Kürdistan olan ilgisini artırdı.”
RUSYA KÜRDİSTAN’I ÖNCE SÖMÜRGECİ SONRA SAVUNMACI MANTIKLA ELE ALDI
Lazerev, Rusya’nın bu yüzyıldaki Kürt stratejisini ise şöyle özetliyor: “Üçüncüsü, dönem devrim sonrası Rusya’nın pozisyonu Kürdistan sorununa olan ilgisini değiştirdi. Öncesinde sömürgeciydi sonrasında ise savunma amaçlı bir mantıkla ele alıyordu. Moskova Kafkasların güvenliğini almak istiyordu Tabiî ki bu sadece Ankara ve Tahran dış politikasına değildi aynı zamanda Kürdistan’daki durumuna da bağlıydı. Bir taraftan devrimsel ve özgürlükçü maneviyatını şekillendiren ideolojinin -her ulusun kendi kaderini tayin etme hakkını savunma söylemi- diğer taraftan buradaki ayaklanmaların Kafkasya’yı etkileme ve karşı cephenin müdahalelerine yol açması kaygısı güdülüyordu. İş bu noktaya geldiğinde -sözümona- sınıfsal eğilim gösteriliyordu. Sovyetlerin Kürt ayaklanmalarını feodal ve yabancı ajanların yönlendirmesi olarak değerlendirmesinin bir sebebi de buydu. Ama Kürt ulusal hareketleri tüm bunlara karşı ayaklanmalar daimi bir faktör olarak sürmüştür.
Kürdistan bölgesi çok çatışmalı bir bölge oldu. Sadece bölgesel ülkelerin değil aynı zamanda Batılılar ile Rusya arasındaki çıkar çatışmalarına da sahnesi haline geldi. Kürdistan üzerinde yürütülen savaş Ortadoğu’nun jeopolitiğini etkiliyordu. İngiltere Kürdistan’ın durumunu bölgedeki pozisyonunu güçlendirmek için kullanmaya çalışıyordu. Ayrıca bu mücadele Türkiye ve İran’ın yakın durmasına yol açıyordu. Kürt milliyetçiliği ise bu güçlü düşmanlarla baş etmeye yetmiyordu. Ruslar gerekli desteği vermiyordu ayrıca ikinci dünya savaşı öncesi faşist blok Kürdistan’a ilgi duymaya başlamıştı. Bu çok tehlikeli bir durumdu”
SOĞUK SAVAŞ KÜRDİSTAN ÜZERİNDEN BAŞLADI
Kürdistan jeopolitiğinde diğer bir süreç ise ikinci dünya savaşıdır. Stratejik önem arz eden bölgede ve ona yakın alanda bir birine karşıt ülkelerin dikkatini çekiyordu. Bu alan Kafkas cephesi için çok önem arz etmeye başladı. Çünkü Körfezi Sovyetlerin Kafkas bölgesine bağlıyordu ve askeri mühimmat aktarımı için kullanılıyordu. Ama asıl önemli olan bu değildi asıl önemli olan Kürdistan’ın Rusya Güney Batı İran’ın ise İngilizler tarafından ele geçirilmesiydi. Kürdistan gelecek soğuk savaşın içine çekilmişti. Ortadoğu’nun eski ortakları Rusya ve İngilizler karşı karşıya gelmesi ve soğuk savaşın ilk seslerinin Kürdistan ve Azerbaycan bölgesinde ortaya çıkması tesadüf olmasa gerek.
Kürdistan tarihindeki bu yeni jeopolitik durum İran, Irak ve Türkiye’yi batı askeri bloklarına katılmaya götürdü: Türkiye’yi NATO’ya katılmasına, Türkiye, Irak İran’ı Bağdat ve CENTO gibi paktlara katılmaya götürdü. Savaşta ve sonraki yıllarda Kürdistan SSCB’nin Kafkas sınırları için tehlike potansiyeli olarak görülüyordu. Çünkü batılıların askeri yapıları bu alana yerleştiriliyordu.
Batı taraftarı olan hükümetlere karşı antiemperyalist fikirlerle yola çıkanlar Kürt ulusal hareketleri Moskova için desteklenmesi gereken ortak oluyordu. Ama bu reel değil potansiyel olarak böyleydi. Bunun iki gerekçesi vardı. Birincisi Sovyet iktidarı kendi sınırlarına yakın alanlar da sıcak bölgelerin oluşmasını istemiyordu. Çünkü bu Batı ülkelerinin buraya müdahalelerine gerekçe oluşturmasından çekiniyordu. Daha sonraki yıllarda (1950’lerden sonra) ise Sovyet devleti Arap milliyetçi hareketlerini desteklemeye başladı. Ancak 1958’de Baas Irak’ta iktidar olunca Kürtler ile Araplar arasındaki ilişkiler sertleşti ve 1960 sert bir mücadeleye dönüştü. Bu dönemde Kürt hareketlerine önemsiz bir destek veriyordu ama özgürlük ve bağımsızlık taleplerini de ret ediliyordu.”
Bu konuda Prof. Dr. Mehrdad R. Izady’nin 2008 yılında Kurdistanica sitesine yazdığı ‘jeopolitik’ adlı makalesinde Kürdistan’ı Kafkasya’nın ön savunma cephesini ayrıştıran kalkan olarak tanımlıyor. Izady, “Sovyetler Birliği’nin dağılması, Rusya’nın azalan gücü ile birleştiğinde, Kürdistan’ın tampon bölge olarak hizmet görmeye devam ettiği Ortadoğu’nun kuzey ufukları üzerinde belirsiz bir gelecek baş gösterdi. Kürtler, tartışmalı bölüşme ile dünyada 4 çatışmalı jeopolitik güç yapılanması içerisinde yerli temsilcileri olan tek etnik gruptur: Arap Dünyası (Irak ve Suriye), NATO (Türkiye), Varşova Paktı ve Sovyet Bloğu (Kafkaslar), ve Güney Asya- Merkez Asya Bloğu (İran ve Sovyet Türkmenistan)” diyor.
IZADY; EGEMENLER KÜRTLERİN KÜLTÜREL BİRLİKTENLİĞİNE ZARAR VERİYOR
1980’li yıllarda Kürt bölgesinin jeopolitik durumu giderek onun tarihinde yeni bir dönem ortaya çıkarıyordu. Bu üç fundamentals, iki iç ve bir dış nedenden dolayı ortaya çıktı.
Profesör Izady makalesinde, “Kürtler kendilerini çevreleyen komşu ülkelerin hiçbiriyle aynı etnik kimliği paylaşmamaktadır. Kürtler kendi stratejik konum ile dünya jeopolitik kaygıların kurbanıdırlar” diye yazıyor.
Izady, makalesinin bir yerinde ise Kürtler üzerine yürütülen asimilasyon konusunda şu çarpıcı değerlendirmelere yer veriyor: ‘’Günümüzde Doğu ve Güney Kürtlerinden geleneksel İran İslam ideolojisini takip etmeleri beklenirken, Irak ve Suriye Kürtlerinden, miraslarından vazgeçerek, varlıklarını bu iki batı karşıtı ülkede radikal Arap milliyetçiliği altında kanıtlamaları istenmektedir. Anadolu’da Kürt kültürü güneydoğu Avrupa görünümlü ve sadık Batı yanlısı modern hükümetli Türkiye ile karşı karşıyadırlar. Bu kültürel, ekonomik ve politik güçler Kürt ulusal kesimlerini çeşitli yönlere yönlendirilmektedirler. Durdurulmazlarsa, kuşkusuz uzun vadede Kürtlerin ulusal kimliği ile kültürel birlikteliğine zarar vererek, eski üzerinden yeni ulus yaratacaklar.“
Türkiye Kürtleri kendi ulusal hakları için silahlı mücadeleye başladılar. En güçlü ve en uzun karakterli bu solcu hareket Kürdistan işçi partisi PKK öncülüğünde gelişiyordu. İkincisi ise Batı Asya’daki uluslar arası boyuttaki en kızışmış tehlikeli konularda biri Irak başındaki Baas rejimi idi. Saddam Hüseyin belli bir döneme kadar Varşova paktı (daha sonra da ABD ve Avrupa’dan) muazzam silah almıştı ve politik oyunlara başlamıştı. Kanlı İran-Irak savaşı, Kuveyt işgali vb dış girişimler olumsuz sonuçladı. Ayrıca Halepçe saldırısı Kürtlerde büyük tepki yaratarak ulusal hareketlerini hızlandırmalarına yol açtı.
BM ambargosu Kürdistan’ın 36. paralelden sonrasının Bağdat’ın denetiminden çıkarılarak askeri boyutuyla ABD ve NATO’ya bağımlı hale getirildi. Kürt toprakları iç bağımsızlı kazandı Bu olayın tarihi önemini hakkını vermek imkânsızdır.
GELENEKSEL POLİTİKALARI İFLAS EDİYOR
Batı Asya’daki jeopolitik konumun değiştiği gerçektir. Son yıllarda Kürdistan’da ulusal bilinç o kadar yükselmiş ki vazgeçilmez karakter kazanmıştır ve kendisiyle birlikte net sonuçlar getiriyor. Bu devletlerin iktidarı ve politik elitleri bu Kürt ulusal hareketlerini durduramayacaklarını gördüklerinden dolayı geleneksel politikalarını gözden geçirmek zorunda kalıyor. Kürtleri bütün ulusal haklarını ret etme politikasını gözden geçirmeye başladılar. Bu yeni başladı yavaş ve belirsizce devam ediyor.
Kürt halkının kaderini tayin etmek giderek zorlaşıyor. Güney Kürdistan’a yönelik tüm girişimler başarısız oldu. Ankara Kürt isyancılara karşı amansız bir mücadele yürüttü ama şimdi siyasi çözümüne yavaş kaymak zorunda kalıyor. İran ve Irak’ın da bu yöne gidecekleri görüntüsü var. Batı da Kürt diasporasının aktif çalışmasının politik anlamı giderek büyüyor. Kürdistan’ın dünya politikasında ve uluslar arası ilişkilerde obje değil subje olmaya başlıyor. Bunlar Kürt bölgesindeki jeopolitik durumun değişiminin göstergeleridir.’’
Ahmet Davutoğlu ise stratejik derinlik kitabında buradan şöyle söz ediyor: ‘’Geçiş alanı niteliği taşımasını sağlayan ve Kürt meselesinin jeopolitik arka planı ikisi kıtasal diğeri bölgesel dört ana nitelikten söz edilebilir. Birincisi Avrasya Ana kıtasının Doğu-Batı ekseninde kritik geçiş hatlarından birini oluşturmasıdır. İkincisi Kuzey Güney ekseninde Avrasya steplerini Kuzey denizlerine bağlayan jeopolitik hattının geçmesidir. Bölgesel olarak ise birincisi Batıya ve Anadolu’yu Asya’nın derinliklerine bağlıyor. İkincisi Karadeniz- Hazar-Basra-Doğu Akdeniz bağlantısı bu bölgeyi jeopolitik çatışmaların merkezi yapıyor.
Petrol-su –Petrol dengesi Mezopotamya su havzası körfez petrol kaynaklarına bağlayan jeoekonomik hat bölgeyi uluslar arası rekabetin odak noktası yapıyor. Türkiye GAP ile kaynak-güç ilişkisi kurmaya başlamıştır.”
Davutoğlu’nun geçiş hatları olarak belirttiği konum bu gün aynı zamanda Nabucco gibi önemli enerji hatlarına ana geçiş güzergâhı olma gibi çok işlevsel durumdadır.
BATI ASYA JEPOLİTİĞİ DEĞİŞTİ
Lazerev, Sovyet sonrası bölgede meydana gelen jeopolitik değişikliği ise şöyle özetliyor: ”Sovyetler birliğinin bitişi Batı Asya’yı etkiledi, Kürdistan bölgesini etkiledi Sovyet baskısının bertaraf olmasından sonra politik boşluk dünya savaşından gelen jeopolitik görüntüyü değiştirdi. Batı Asya’daki Sovyet etkisi minimuma inerken ABD etkisi büyüdü. Washington burada rahat manevra etmeye başladı ABD Kürt bölgesinde çok iyi zemin elde etti. Birincisi Rusya’nın çıkışından sonra rakibi kalmadı ikincisi Kürt milliyetçileri için kendilerini karalayacak bir sicili yok. ABD Kürt sorunu konusunda net bir politikası olmadı. Üçüncüsü ABD’nin şu veya bu şekilde Kürdistan’ı bölen devletlerle sorunlar yaşamaya başladı. O yüzden Kürt kartını oynamak gelecekte çok farklı boyutlar kazanıyor…
Şimdi Güney Kürdistan var. Tabiî ki bu coğrafi olarak Kürdistan’ın onda birinden biraz fazladır. Ama o merkezi stratejik bir konuma sahiptir. Washington’un özgür Kürdistan’a desteği geçici değil ileriye dönük uzun vadeli bir politikadır. Tabiî ki ABD’nin şu andaki diğer Kürt bölgelerine yönelik etkisi azdır. Bunun engellerinden birisi o ülkelerin hükümetleri ile olan çelişikleri (İran gibi) yada sıcak (Türkiye gibi) ilişkileridir.
ABD’liler kendilerine karşı rakiplerini de buluyor, Almanya, İngiltere ve Fransa’da geçmiş etkinliklerinin etkisini korumaya çalışıyorlar ama bu rekabet Washington için tehlike değil. Onlar için bu bölgede en tehlikelisi Rusya’dır ki oda bölgede “yokluğuyla parlıyor”.
Bu süreç Kürdistan’ın çağdaş jeopolitik konumunda en dikkate değer dönemidir. Ama şu anda Kürdistan’da Rusya’nın pozisyonunu yok denecek noktaya gelmiştir. Batı ise sadece güney parçasına inmiş. Tabiî ki bu eski işgalci dönemlerin diriltildiği anlamına gelmiyor. O zaman Kürdistan uluslar arası çatışmanın bir objesiydi. Ama artık Kürt özgürlük mücadelesinin çok büyük güce ulaştı, yayıldı ve dünya politikasında bağımsız rol oynuyor. Bunu sadece Güney Kürdistan ile ilgili değil. Güney Kürdistan’a ilişkin batılı patronları ne düşünürse düşünsün özellikle de Türkiye’deki Kürdistan parçası sadece bir iç sorun olmaktan çıkıyor. Bu hareketin geleceği konusunda iyimser bir öngörü yapmamıza vesile oluyor. Kürdistan jeopolitik anlamda dünyanın en sıcak bölgesi haline geliyor. Bu Kürt halkının ulusal kaderini belirleme hakkı konusunda net bir şey elde edene kadar böyle devam edecek.
ANF NEWS AGENCY[/size][/b] | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: ÖCALAN: ÖNÜMÜZDEKİ HAFTALAR KRİTİK Paz Mayıs 02, 2010 8:10 pm | |
| [b][size=18]Öcalan: Önümüzdeki haftalar kritik [/b]
ANF
02 Mayıs 2010
[color:efd2=#2d648a][b]HABER MERKEZİ[/b][/color] - Öcalan, “Önümüzdeki haftalar kritik. Eğer demokratik siyasetin önü açılmazsa bundan herkes zarar görür. Bunu söylüyorum, sonra Apo söylemedi demesinler. İşte çözüm gelişmezse orta şiddette savaştan bahsediliyor. Binlerce kişi gözaltına alınabilir hatta tutuklanabilir. Halkımız da tedbirlerini almalıdır” dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede belediyeleri değerlendiren Öcalan, “Halk belediyeciliğini geliştirmek önemlidir. Daha önce de buna ilişkin değerlendirmelerim olmuştu. Para, maddi sıkıntılar bahane olmamalıdır, önemli olan irade ve örgütlenmedir, halkla birlikte çok şey yapılabilir.” dedi.
Sağlık sorunlarına da değinen Öcalan, “Sağlık sorunlarım eskisi gibi devam ediyor. Nefes alma sorunlarım devam ediyor, bu yeni cezaevinde kaldığım yer çukur özelliği taşıdığından eski c.evine göre daha da olumsuz etkileniyorum. Son zamanlarda belimde tutulma oluyor. Odadaki cereyandan mı kaynaklanıyor, başka bir şey mi bilemiyorum. Oturup kalkarken zorlanmalar, tutulmalar oluyor. Gözlerimde kızarıklıklar oluyor. Bazen ışığa bakmakta zorlanıyorum.” dedi. Öcalan, şöyle devam etti:
TÜRKİYE DEMOKRATLIĞI BAŞARILAMADI
“Demokratik anayasa isteğimizi tekrar belirtiyorum. Bu husus anlaşılmalıdır. Anayasa’da yapılan değişiklikler demokratik bir anayasa için değildir. 12 Eylül anayasasının ruhu ve özüne dokunulmuyor. İşte görülüyor; 12 Eylül darbecilerine yargı yolu açılması için zamanaşımının kaldırılması yönündeki önergeyi kabul etmediler! Yine çocuklarla ilgili yeni düzenlemeleri yapmadılar! Kimse haddini aşmamalıdır. Ne demek CHP ve MHP ile aynı paralele düşmek? Böyle şey olur mu? MHP-CHP çizgisiyle en fazla mücadele edenin biz olduğu bilinmiyor mu? Bu saçmalıktır. MHP ve CHP ile bu konuda bir görüşmemiz, diyalogumuz mu oldu ki! Böyle basitlik olmaz. Böyle mi Kürt haklarını savunacaklar, böyle mi siyaset yapacaklar! Siyasette ilkeli tavır çok önemlidir. İlkeli olunmazsa kuyrukçuluk olur. Sosyal bilimlerde bir olayı değerlendirirken anlık, günlük düşünülmez, uzun vadeli on yıllık ve daha uzun süreler düşünülür. Bunun bilimsel boyutu budur. Yemin töreninden hemen sonra Türkiye demokratlığı yapın dedim. Türkiye demokratlığı Kürtlerin haklarını savunmama anlamına gelmez. Kürtlerin haklarını da bu çerçevede savunun dedim. Kürt milliyetçiliği yaparsanız ters teper, sizi boğar dedim. Yapamadılar. Anlamlı bir demokratik birlik oluşturulamadı. Tabi bunda diğer sol grupların da payı olduğunu iyi biliyorum ama sonuçta sizin başarmanız gerekiyordu.”
AKP’NİN NE OLACAĞI BELLİ DEĞİL
“Bana göre hala Türkiye’de demokrasi temelli, sınıf temelli, emek temelli siyaset yapmanın imkânları var, geniştir. Siyaseti genişletemediniz, dar kaldınız. Türkiye demokratlığını ve bunu başarsaydınız oy oranınız yüzde onlara ulaşırdı hatta geçerdi. Bunu başaramadınız. Oy oranınız niye hala beşlerde altılarda kalıyor, bunu ciddiyetle değerlendirmeniz gerekiyor. Demokratik siyaseti başarıyla uygulamak için defalarca söyledim Siyaset Akademileri oluşturun dedim ama hala belirttiğim tarzda oluşturulmadı. Ahmet Türk’e atılan yumruğun kimler tarafından ve hangi amaçla yapıldığı iyi bilinmelidir, iyi çözülmelidir. Bunlar organizelidir, sistemlidir. Böyle yumrukla filan korkutarak sindirmeye, kendilerine bağlamaya çalışıyorlar. Bu anayasa meselesinde de halka gidilebilir, bol bol halk toplantıları, bölge toplantıları yapılabilir. Halk doğrusunu bulur.Ortada iki oligarşik gücün-blokun çatışması var. Bu çatışmaya biz taraf olamayız. Zaman zaman AKP’yi çözmeye çalışıyorum, hala karanlıkta kalan yönleri var ama güncel gelişmelere göre de bazı sonuçlara ulaşıyorum. AKP’nin ne olacağı aslında henüz tam olarak belli değil, AKP de kendini henüz net olarak tanımlamış değil. Bir partiden ziyade bir bloktur AKP. AKP bütün bu olan biten içinde bir aktör değil bir figürdür. Oluşmasında klasik İngiliz hakimiyetinin etkisinin olduğu açıktır. Aynı zamanda ABD’nin de etkisi var, İsrail’de de Ehud Barakların etkisi var. Bir taraftan Suudi sermayesinin desteği var. İran zanedersem daha çok Saadet Partisi ve Hizbullah üzerinden müdahil oluyor. Geçmişten, tarihten beri İslami harekette bu iki etki var; birincisi Suudi etkisi diğeri İran etkisi. Türkiye’de de bu iki eğilim etkili oluyor.”
BÜYÜK PARALAR DÖNDÜ
“Biliniyor; bir süre önce Güney Kürdistan’da Demokratik Çözüm Partisi seçimlere sokulmadığı halde Kürdistan İslam Partisi seçimlere girdi ve birkaç milletvekilliği de aldı. AKP’nin de bunlarla irtibatlı olduğunu düşünüyorum. Benzer bir süreci Türkiye’de de cemaatler üzerinden denemek istiyorlar. Bazı Kürtleri de yanlarına almışlar, AKP içinde buna destek veren Kürtler var. PKK içinde de bunu denediler. İşte Osman-Botanlar, o zaman çıkıp söylemediler mi işte “biz muhafazakar demokrat Kürdüz” diye. İşte aynı oyunun parçası. AKP de o zaman bunlara bizim tasfiyemiz yönünde yol verdi. Büyük paralar döndü. Bunlara, “ne ihtiyacınız varsa karşılarız, siz devam edin, biz size Silopi kapısını ardına kadar açarız” dediler. Bu tasfiye sürecine Talabani’yi de katmak istediler. Halen bu arayışları devam ediyor ama Güney’deki halkımızın buna destek vereceğini zannetmiyorum. Sekiz yıllık AKP pratiğinden anladığım sonuç şu: AKP tüm bu bileşenlerle birlikte politik Kürt hareketini tasfiye etmek istiyor, bu husus kesindir.”
HALK DAĞDA MI YAŞAYACAK?
“Ayşe Hür’ün de iki gün önce benzer bir değerlendirmesi vardı; “İlk başlarda AKP’nin sorunu çözeceğine dair bir umut yarattığını ama geldiğimiz aşamada politik Kürt hareketini tasfiye ederek Kürtleri kendisine bağlamak, kendi Kürdünü yaratmak istediği anlaşılıyor” diyordu. Evet, bu tespit doğru bir tespittir. AKP siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik tüm boyutlarıyla bu tasfiye politikasını hayata geçirmeye çalışıyor. Örneğin son bir yıl içinde 1500 BDP li tutuklandı. Bu tutuklananlar arasında kadınlar, çocuklar var. Bu kadar kadın, çocuk, siyasetçi ve BDP kadroları cezaevindeyken nasıl siyaset yapılacak? 400’den fazla çocuk, yüzden fazla kadın cezaevindedir. Yüzde onluk barajın tek amacı BDP yi parlementoya koymamaktır. Siyasi partilere hazine yardımını bile sırf BDP ye yaramasın diye değiştirmiyorlar. Yine bölgede yapılan ve yapılacak barajlar var. Şırnak’ta 12 baraj yapıyorlar. Ilısu barajı var. Bunların amacı ekonomik değildir. Ilısu barajı 190 köyü su altında bırakacak. Doğa soykırımıdır bu. Bunları niye yapıyorlar? Hem askeri yönü var, gerillaya dönük yönü var hem de kültürel yönü var; tarihi dokuyu ortadan kaldırmayı amaçlıyorlar. Bu baraj yapımlarının sosyal yönü de vardır; vadileri insansızlaştırmak, yaşam alanından koparmak istiyorlar, peki soruyorum; halk dağda mı yaşayacak?”
AKP’YE DESTEK VERİLEMEZ
“Bu koşullarda AKP’ye destek verilemez. AKP samimi değil, dokuz günde birçok anayasa maddesini değiştirebilen bir parti bu yasal düzenlemeleri kolaylıkla yapabilir, isteseler yapabilirler. Tüm bunlar görülmeden AKP’yi desteklemek kuyrukçuluktur, kendini inkar etmektir. Kendini inkar etmek de ahlaksızlıktır. Bu koşullarda BDP evet derse siyaseten kendisini bitirir, kendisine olan saygısını azaltır. AKP’yi desteklemek siyaseten çok zarar verir, bunu halka da anlatamazlar, dönüşü zor bir yoldur. Anayasa değişikliklerin daha ikinci turu var, referandum var. Demokratik bir anayasa, demokratik siyaset anlayışımız temelinde MHP ve CHP ile bile görüşülebilir.”
ERGENEKON’DA BİLE BUNLAR YAŞANMADI
“1999’da ben buradan yeni bir süreç başlatmak istedim. Yalman-Kıvrıkoğlu çizgisi biraz farklı bir çizgiydi. Yalman “aslında biz Apo’yu yanlış anladık” diyordu. O dönemde Ecevit vardı. Ecevit dürüsttü ama tasfiye edildi. Ben AKP’ye de çeşitli defalar şans tanıdım ama olmadı, hiç bir şey çıkmadı. Sonuçta bugüne geldik. İşte yol haritasını vermiyorlar, beni bu çukura koydular, DTP’yi kapattılar, işte yasaklar getirdiler, operasyonlar yaptılar, yapıyorlar, binlerce arkadaşımız cezaevinde. Şimdi soruyorum; bütün bunlar o AKP’nin tasfiye ettiği söylenen Ergenekon’un hakim olduğu dönemde bile bu düzeyde yaşandı mı? Hayır yaşanmadı. İkisinin de tasfiye amacı var ama AKP daha tehlikeli geliyor. İşte AKP bugünlerde Dalan’ı Başbakan yapmak isteyen blokla çatıştı. İki blok çatışıyor derken bunu kastediyorum. Dalan şimdi Avrupalar’da geziyor. Onlar da ABD’ye dayalı ama ABD’nin desteğini şu an AKP almış durumda. İkisinin de ipleri ABD’nin elinde, ABD ile işbirliği konusunda yarışıyorlar. İki blok, iki hegemonik güç çatışıyor ama Kürtlerin tasfiyesi konusunda uzlaşıyorlar. ABD şu an AKP’yi destekliyor ama bu her zaman böyle olacak anlamına gelmiyor. AKP’nin ne olacağı belli değil derken bunu kastediyorum. Tabi Ecevit farklıydı o biraz daha ABD’den farklı bir politika uygulamak istedi ancak onu da tasfiye ettiler.”
ÖNÜMÜZDEKİ HAFTALAR KRİTİK
“Bu vesileyle her kesime sesleniyorum; sorunun çözümünde herşey bana yükleniyor. Herşey benim sırtıma yükleniyor. Ben gereken herşeyi söyledim, koşullarım ortadadır, daha benden ne beklenebilir ki! Herkes kendi kararlarını kendileri verebilmeli ve yürütebilmelidir. Benim burada yaşam garantim yok. Bu gerçeklik bilinerek hareket edilmelidir. Önümüzdeki haftalar kritik. Daha önce üçüncü dönemin kapandığını söylemiştim, Devleti bu konuda ciddiyete davet ediyorum. Burada Sayın Başbakan’a da sesleniyorum. Gücü mü yetmiyor, güç mü getiremiyor, iradesi mi yok bilemiyorum. Eğer demokratik siyasetin önü açılmazsa bundan herkes zarar görür. Bunu söylüyorum, sonra Apo söylemedi demesinler. İşte çözüm gelişmezse orta şiddette savaştan bahsediliyor. Orta-şiddette savaş gelişirse binlerce kişi gözaltına alınabilir hatta tutuklanabilir. Halkımız da şimdiden tedbirlerini almalıdır. Ben buradan en yakın tehlikelere işaret ediyorum. Ben buradan kimseye talimat vermiyorum, veremem de, bunu ahlaki de bulmuyorum. Demokratik çözüm ve barış için çok çaba harcadım. Ama şimdi farklı bir noktadayız. Çok çabaladım hala da çabalıyorum. Ben burada ancak çözüm ve diyalog için demokratik siyaset çerçevesinde kendi görüşlerimi söyleyebilirim. Daha fazlası bu koşullarda doğru olmaz. Herkes kendi kararlarını kendisi vermelidir.”
SİİRT’TE YAŞANANLAR VAHŞETTİR
“Siirt’te yaşananlar tam bir vahşettir. Bölgede yatılı okullarda on bin dolayında Kürt çocukları var. Yatılı bölge okullarında çocukların anadili yasaklanıyor. Onları anne babalarından kopararak, anadilinden kopararak tam bir asimilasyona tabi tutuyorlar. Bu, bir soykırımdır. Soykırım, bir topluluğun diğer bir topluluğu fiziksel, kültürel-dilsel ve sosyolojik olarak yok etmesidir. Yatılı bölge okullarında çocukların anadilleri unuttturulup başka bir dil öğretiliyor. Bu, apaçık kültürel bir soykırımdır. BM sözleşmelerinde de tanımı bu şekilde yapılmıştır. Bana göre bu olayların devlet tarafından yapıldığı bellidir. AKP de bunların üzerini kapatmak istiyor. Ama benim asıl öfkelendiğim, Kürtlerin bu vahşete neden daha fazla ses çıkarmadığıdır. Bu konuda kıyametin kopartılması gerekmektedir. Bu Kürt çocukları şahsında tecavüze uğrayan bütün Kürtlerin kardeşleri, eşleri, anneleridir. Toplumsal onur ve toplumsal sorumluluk anlamında bunu söylüyorum.”
KÜRT KÜLTÜRÜ AŞAĞILANIYOR
“Siirt’te bir mahalle muhtarı Vali’ye dilekçe vererek bazı okullarda fuhuş yapıldığından şikayet ettiğinde Vali; “çocuklar taş atacaklarına fuhuş yapsınlar” cevabını vermiş. İşte Vali’nin bu sözü manşete çıkacak bir sözdür. Bunun devlet politikası olduğu gayet açıktır. Devletin yıllardır bölgede uyguladığı özel savaş taktiklerinden biridir. Bu olaylarla birlikte Kürtlük ve Kürt kültürü aşağılanmak isteniyor. Halkımız namus konusunda hassastır. Bu hassasiyetleriyle oynanmak isteniyor. Kürtlerin direncini kırmak, Kürt kültürünü aşağılamak için medya üzerinden bunu iyi yapıyorlar, bu sistematik bir şeydir. Zaten olayda da izlediğim kadarıyla Müdür yardımcısı, bazı asker ve polisler de yer alıyor. Hükümet örtbas etmeye çalışıyor ama bütün bunlar teşhir edilmelidir, açığa çıkartılmalıdır.”
HAKPAR VE KADEP DTK’YE KATILABİLİR
“Diyarbakır’da yapılan Kürt Ulusal Kadın Konferansı’na katılımları olumlu buluyorum. Gelecek konferansın Güney’de yapılması önerisini de olumlu buluyorum. Daha önce önerdiğim Kürt Demokratik Ulus Kongresi de benzer bir şekilde Güney’de toplanabilir, Erbil veya başka bir yerde olabilir. Daha önce belirttiğim beş teorik dört pratik önerme çerçevesinde bir kongre olabilir.Bu bağlamda, HAK-PAR ve KADEP ile görüşmeler yapılabilir. Zaten DTK bünyesi farklı partilerin, kesimlerin, grupların bir araya gelmesine müsaittir. HAK-PAR ve KADEP DTK bünyesinde yer alabilir.”
1 MAYIS’I KUTLUYORUM
“1 Mayıs kutlamaları vesilesiyle şunları belirtebilirim; Benim sosyalizm konusundaki düşüncelerim biliniyor, bu konudaki düşüncelerimi sürekli geliştiriyorum. Özellikle Özgürlük Sosyolojisi kitabımda beş bin yıllık iktidar ve devlet çözümlerimde Gramsci’nin bu konudaki görüşlerini de değerlendirdiğim geniş çözümlemelerim var. Beş bin yıllık kapitalist geleneğini şu an Avrupa temsil ediyor, bunlara ilişkin değerlendirmeler de var. Türkiye’deki tekelci kapitalist sisteme gerçekten karşı olan tutarlı demokratik sosyalist çevrelerle dayanışma içerisindeyim. Bu yönümü hep koruyacağım. Bu vesileyle herkesin 1 Mayıs’ını kutluyorum, selamlarımı iletiyorum.”
TAŞLIÇAY’A ÖZEL SELAM GÖNDERİYORUM
Öcalan, sözlerini şöyle tamamladı: “Cezaevinden ve birkaç tane de dışarıdan gelen mektuplar var. Özellikle Mardin, Siirt, Tekirdağ c.evlerinden gelen mektuplar aldım. Diyarbakır Bağlar 5 Nisan Mahallesi’nden mektup aldım. Kendilerine selamlarımı iletiyorum. Ağrı Diyadin’li İzmir C.evinde İsmet’in mektubunu aldım selamlarımı iletiyorum. Diyarbakır c.evinden Mehmet Açar’ın mektubunu aldım. Sanırım babası c.evinde ölmüş. Kendisine özel selamlarımı ve başsağlığı dileklerimi iletiyorum. Ağrı ve Siirt’teki halkımıza selamlarımı iletiyorum. Taşlıçay’daki halkımıza özel selamlarımı iletiyorum.”[/size][/b] | |
| | | GÖLGE
Mesaj Sayısı : 1231 Reputation : 36 Kayıt tarihi : 16/05/09
| Konu: Geri: ATEŞKES SONA MI ERDİ? Paz Mayıs 16, 2010 8:49 pm | |
| [img] http://www.anadoluhaberim.com/upload/resimler/haber/160520101054200713988.jpg[/img][size=24] [color:2693=red] 'Size 31 Mayısa kadar süre...'[/color] [/size][size=18] Mahkumiyeti İmralı'da infaz edilen Abdullah Öcalan, avukatlarıyla yine ilginç mesajlar verdi “15 Ağustos’a gerillaları ben hazırladım. Bunu savunmalarımda da yazdım, kabul ettim. 15 Ağustos için gerillaları yurt içine gönderdim. Ancak gelişen gerilla anlayışı tam benim istediğim gibi gelişmedi. Gerilla anlayışım bu değildi. Bazen bir korucu için on tane çocuk öldürdüler. Ben başta böyle olayları gerçekleştirdiklerine inanmıyordum. Hatta ilk birkaç ay bunlara inanamıyordum. Ancak sonra anladım ki, gerillaların bir kısmı farklı ilişkiler gerçekleştirmişler, çete anlayışını geliştirmişler, devletin bazı unsurlarıyla ortak şeyler yapmışlar. İşte Çürükkayalar, Dörtlü Çete, Hogir, Şemdin onlar farklı bir anlayışı, çete anlayışını geliştirdiler. Bunlar bizi çok zorladılar. Bunlar bir de yaptıkları bazı şeyleri benim adıma yaptıklarını söylüyorlardı. Ben kesinlikle bunlara bu konuda talimat vermedim, bunların yaptıklarını tasvip de etmedim.” [color:2693=yellow] HALKIMIZA SOYKIRIM TEHLİKESİ VAR[/color] [/size][size=18] “Öcalan ismi kullanılarak kahramanlık yapılmamalıdır. Ben dört yıl önce elimi birçok şeyden çekmiştim, ancak barışçıl bir çözüm ihtimali için yine elimden geleni yaptım. Bundan sonra bunu yapmayacağım. Benim zihniyetimde ucuz şeylere yer yoktur. Ben 31 Mayıs’a kadar bekleyeceğim. Önümüzde iki-üç hafta var. Bu zamana kadar olumlu bir gelişme olmazsa artık hiç bir şeye karışmayacağım. Kim, ne yapacaksa, kendi kararlarıdır. Orta yoğunluktaki bir savaştan söz ediliyor, bunun şöyle bir tehlikesi var: Böyle bir savaş gelişirse bu sadece öyle dağla da olmaz, şehirlerde de bunun etkisi çok büyük olur. Kent isyanlarına dönüşebilir. Her şehirde büyük katliamlar da gelişebilir. Halkımız bunu bilmeli ve buna hazırlıklı olmalıdır. Savaştan beslenenler büyük bir şiddet uygulayabilir. Bu şiddette birçok genç, kadın, çoluk, çocuk ve halkımızdan birçok insan da ölebilir. Devlet çok daha sert ve acımasızca Kürtlere yönelebilir. Herkes tedbirini almalıdır. Benim için bir şey yapmasınlar, ne yapıyorlarsa kendileri için yapsınlar. Halkımızın üzerinde soykırım, bir tehlike ve tehdit olarak duruyor. Onun için ne yapıyorlarsa kendileri için yapsınlar. Benim buradaki durumum gerekçe yapılmamalı. Ne yapıyorlarsa kendi onurları, kendi kaderleri, kendi hakları için yapsınlar.” vatan[/size] | |
| | | GÖLGE
Mesaj Sayısı : 1231 Reputation : 36 Kayıt tarihi : 16/05/09
| Konu: Geri: ATEŞKES SONA MI ERDİ? C.tesi Mayıs 29, 2010 12:46 am | |
| [size=28] [color:5536=yellow] Öcalan: Muhatap bulamadığım için çekiliyorum [/color] [/size][size=18] [img] http://www.firatnews.com/wene/mansetler/jpg/abdullah_ocalan4.jpg[/img]İSTANBUL - “Kürtlerin bugün yaşadığı bir soykırımdır” diyen Öcalan, “Bu süreci daha fazla devam ettirmemin ne anlamı ne faydası ne de şartları vardır. Bir muhatap bulamadığımdan dolayı da 31 Mayıs’tan sonra çekiliyorum” dedi. PKK lideri Abdullah Öcalan avukatlarıyla görüştü. ANF’nin edindiği bilgilere göre görüşmede Kürt meselesinin barışçıl çözümü için muhatap bulamadığı belirterek, ‘’31 Mayıs’tan sonra çekiliyorum. Ben bir savaş çağrısı değil bir savaş falan başlatmıyorum. Bu şekilde sürecin ne Kürtlere ne KCK’ye ne de devlete bir faydası vardır. Bundan sonra sorumluluk KCK’dedir, hatta BDP’de ve devlettedir’’ dedi. [color:5536=yellow] HALKIMIZIN İRADESİNİ KIRMAK İSTİYORLAR[/color] Son günlerde Kürtlere yönelik eylemleri de irdeleyen Öcalan, “Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şerzan Kurt’un yakınlarına başsağlığı dileklerimi sunuyor, acılarını paylaşıyorum. Tokat’ta da Kürt öğrencilere dönük benzer saldırılar var. Sindirmeye çalışıyorlar, bunlar sindirme amaçlıdır. Bu saldırılar daha da artarak devam edebilir, buna karşı tedbirler alınabilmelidir. Bu saldırıların, linçlerin planlı olduğu, halkımızın ve gençliğin iradesini kırmak için bu tür linç kampanyalarının giderek yoğunlaştığı, toplumu katliama hazırlamanın hedeflendiğini herkes söylüyor. Evet, öyledir. Kürtlere uygulanmak istenen siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel bir soykırımdır. İşte görülüyor 1500 Kürt siyasetçisi içeride, yüzlerce çocuk, kadın içeride. Bu saldırıların hepsi birbirleriyle bağlantılı ve tek merkezlidir. Siirt’teki olaylar, bu linç olayları, operasyonlar, hatta İran’daki idamlara kadar hepsi aynı merkezi kararla gerçekleşmektedir.” [color:5536=yellow] MUHATAP BULAMADIM[/color] Bundan sonra sorumluluğun KCK’de olduğunu belirten Öcalan, “Bir kez daha söylüyorum. Karşımda muhatap olmadığından dolayı bu süreci daha fazla devam ettirmemin ne anlamı ne faydası ne de şartları vardır. Bir muhatap bulamadığımdan dolayı da 31 Mayıs’tan sonra çekiliyorum. Bu yanlış anlaşılmasın. Ben bir savaş çağrısı değil bir savaş falan başlatmıyorum. Benim sağlığım ve şartlarım da ortada. Bu şekilde sürecin ne Kürtlere ne KCK’ye ne de devlete bir faydası vardır. Bundan sonra sorumluluk KCK’dedir, hatta BDP’de ve devlettedir. Sonuçta ben burada yönetemem. Ne yapacaklarına kendileri karar verecekler. Bayık, Karayılan, Abbas, Haydar onlar samimidirler, halkın önderliği rolünü üstlenmişlerdir. Artık bu ağır sorumluluk onlardadır. Bulunduğum şartlardan dolayı haklarında olumlu, olumsuz bir şey demek istemiyorum. Osman-Botan gibi alçaklar ise yanlarına kadın ve milyonlarca para alarak kaçtılar. Görüyorsunuz bunların izi hala Avrupa’da çıkıyor. Bunlar binlerce kişi de yanlarına alarak gittiler. Bunlara da çağrı yapıyorum kendilerini bir şekilde affettirsinler, yoksa bunları bu haliyle bundan sonra ne yer, ne gök kabul eder. Bana dayanarak bir şey yapılmamalıdır, ne yapılacaksa, herkes kendisi için yapsın artık kendi siyasetlerine kendileri karar vermeliler.’’ dedi. ‘’Bir kez daha belirtiyorum, ben muhatap bulamadığım için çekiliyorum’’ diyen Öcalan, şartların değişmesi ve muhatabın çıkması durumunda görüşmeye hazır olduğunu kaydetti. [color:5536=yellow] DEVRİMİMİZ BÜYÜK SONUÇLAR DOĞURACAK[/color] Öcalan şunları belirtti: ‘‘Kürtler arasında birlik çok önemlidir. İran’da, Türkiye’de, Kerkük’te, Erbil’deki saldırılar, Ezidi katliamları hepsi aynı merkezden yapılıyor. Türkiye-İran-Suriye ittifakının sonucudur bunlar. Tüm Kürtler hedeflenmektedir. Bu nedenle dört parçadaki tüm Kürtlerin kendi iç birliklerini sağlamaları, bir Ulusal Birlik Kongresi’nin Erbil’de düzenlenmesi bu süreçte önemlidir. Uluslararası kamuoyu, aydın ve demokrat çevreler Kürt sorununa sadece bir etnik mücadele olarak bakmamalılar. Kürt devrimi Ortadoğu’nun kalbindedir. Öyle Filistin, Afganistan falan gibi değildir. Bu devrimin sonuçları en az Fransız Devrimi, Rus Devrimi gibi geniş, kapsamlı sonuçlar yaratacaktır, ancak onların aksine milliyetçilikten arınmış olacaktır.” “Benim çözüm projem demokratik özerkliği esas almaktadır. Benim demokratik özerklik projem bir yandan kendi içinde sınırlarla çatışmayan bir çözüm, öte yandan esasında evrensel hegemonyayı reddeden ama çatışmayan, kendi ilkelerini korumak şartıyla, “imparatorluk” da denen Küresel hegemonyanın içinde erimeden, varlığını sürdürebilen bir çözümdür. Bu çözüm demokratik konfederalizmin ilkelerini de ihtiva ediyor. Siyasal, sosyal-kültürel, ekonomik, diplomatik, güvenlik beş ilke demiştim, bunları ihtiva eder. Bu meselenin demokratik özerklik temelinde çözümü bütün Ortadoğu’yu aydınlatacak, İtalya için de, İspanya için de bir model olacaktır. Benim devlet ve iktidar konusundaki görüşlerim Gramsci’nin görüşleriyle paraleldir. Marks, ulus-devleti kabul etmişken, ben bunu kabul etmiyorum. Avrupa’nın şu an yaşadığı krizin sebebi de yine bu ulus-devlet yapılanması, anlayışıdır.” [color:5536=yellow] ‘KÜRTLER ANAYASALARINI VE DEMOKRATİK ÖZERKLİĞİNİ İLAN EDİP REFERANDUMA GÖTÜREBİLİR’ [/color] “Anayasa referandumuyla ilgili olarakta: Kürtler AKP’nin bu sahte anayasa refarandumuna gitmemelidir. Bu anayasa değişikliği Kürtlere yönelik gerçekleştirilen siyasal ve kültürel soykırım örtbas eden, soykırımı gizleyen sahte bir adımdır. Ayrıca yeni demokratik bir anayasanın koşullarını ortadan kaldırıp, öteleyen bir girişimdir. Buna karşı BDP, Kürtler bir alternatif yaratabilirler. Kendi anayasalarını, demokratik özerkliklerini ilan edip bunu referanduma götürebilirler. Halkın oyuna başvurulur, bizim de alternatif çözüm paketimiz budur, diye halka sorulabilir. Bu bir anket tarzında da olabilir. Bu anayasa değişikliği içinde Kürtlere dair bir şey yoktur. Yapılan, tamamen bir iktidar, yargının kontrolünü ele alma savaşıdır. AKP bürokrasiyi kendi eline almaya çalışıyor. Yargının kontrolünün CHP’nin veya AKP’nin elinde olmasının Kürtler açısıdan hiç bir farkı yoktur. Hatta bu şekilde yargı daha da kötüye gidecektir. Şunu anlamak gerekir. Kürtlere karşı AKP, CHP ve MHP arasında faşist oligarşik bir ittifak vardır. Normalde bu ittifaklar fazla uzun sürmezdi, en fazla bir yıl sürebilirdi. Oysa bu ittifak 2002’den günümüze kadar 8 yıldır sürmüştür. Şimdi Deniz ******’ın gitmesiyle birlikte bu ittifak da çözülmeye başlamıştır. Kılıçdaroğlu ile ilgili ise şu anda kesin bir şey söylemek istemiyorum. Başbuğ’un temsilcisini yönetime almış; olumlu da olabilir, olumsuz da olabilir, ama sonuç itibariyle bu üçlü faşist ittifak çözülmüştür.” [color:5536=yellow] AKP’YE TASFİYE GÖREVİ VERİLDİ[/color] “Aslında AKP’nin iktidara geldiği süreçte ordu AKP’yi tasfiye etmeyi amaçlamış ve buna karşı planlar da hazırlamıştı. Bu 27 Nisan’daki muhtıra da AKP’yi korkutmaya yönelik bir adımdı. Fakat Amerika bu kez Erdoğan’a sahip çıkmıştır, ABD’nin bu desteğiyle birlikte askerler tutuklanmış ve Genelkurmay da buna ses çıkaramamıştır.ABD bu süreçte AKP’ye her türlü desteği vermiştir. Şimdi bu Silivri’deki yargılamadaki darbe planları Özal ve Erbakan’a zaten uygulanmıştı, ABD sahip çıkmasaydı aynı ekip Erdoğan’a da bu planları uygulayacaktı. 27 Nisan açıklamasından sonra Dolmabahçe Sarayı’ndaki görüşmeyle Büyükanıt’a “sizi de yargılarız” mesajı açıkça verilmiştir. Bunun karşılığında da Kürt hareketinin tasfiyesi konusunda anlaşmışlardır. Bu anlaşma gereğince AKP tasfiye edilmeyecek, bunun karşılığında AKP de Kürtlere yönelime ses çıkarmayacaktır. Kürtlere karşı üçlü faşist ittifak bu temelde kurulmuştur, sahte açılım öyküsü de ondan sonra başlamıştır. AKP içinde bu konuda iyiniyetli olanlar olabilir ama etkin değiller.” [color:5536=yellow] DEVRİMCİ ÖNDERLİK POZİSYONUM VARDI[/color] “Ben buraya getirildikten sonra da öncesinde de yirmi yıldır belki benim de layıkıyla yerine getiremediğim bir devrimci önderlik pozisyonum var. Aynı şekilde yirmi yıldır devlet de çözüm konusunda üzerine düşeni layıkıyla yerine getiremedi. Önceleri muhatap vardı. Özal, Erbakan bu konuda dürüst insanlardı, ya bir şeylere evet ya da hayır derlerdi. Ama Erdoğan’dan farklı olarak arkalarında ABD’nin bu denli desteği yoktu. Özal’ın çok pratik bir zekası vardı, Özal yaşıyor olsaydı, sorun bu noktada olmazdı, çözümlenmiş olurdu ama tasfiye edildi. Erbakan da ben Suriye’deyken sorunun çözümü için Suriye Devlet Başkanı üzerinden bana üç kere mektup göndermişti, çözümde samimiydi ama engellendi, tasfiye edildi. Ecevit de bir şeyler yapmaya çalıştı, af çıkarmaya çalıştı ama Bahçeli engelledi ve Hükümeti düşürmek suretiyle süreci tıkattı. Bahçeli öyle sıradan biri değildir, özel harbin adamıdır. Oysa Erdoğan, Dolmabahçe görüşmesinde bu güçlerle uzlaşmıştır, bunlara taviz vermiştir, dürüst davranmamıştır, Kürtlere yönelik tasfiyenin bir parçası olmuştur. Biz sekiz yıl boyunca çözüm için AKP’ye sabrettik, muhatap arayışındaydık, muhatap bulamadık, bulamıyoruz. Az önce de anlattığım gibi ‘90’lı yılların başından beri devletin içinden bazı kesimler, kurumların çözüm yaklaşımları oldu. Hem ordu içerisinden hem de hükümetlerden bu yaklaşımları gördük ama hiç biri sonuca ulaşamadı. Bugün gelinen noktada devletten öte AKP hükümeti çözüm istemeyen taraf konumuna düşmüştür, oy kaybetmemeye çalışıyorlar.” [color:5536=yellow] ÇEVİK BİR’E ‘GELİN BU SORUNU ÇÖZELİM’ DEDİM[/color] “Bir anımı paylaşayım. Ben 1999’da buraya ilk getirildiğimde havalandırmadayken Çevik Bir olduğunu tahmin ettiğim kişiyi merdivenin üzerinde gördüm. Belki başka bir şey için gelmişti, beni de öyle bir–iki dakikalığına görmüş oldu. Ona hitaben “Gelin, bu sorunu çözelim, artık bu ölümleri durduralım” dedim. O da bana hitaben “nasıl dağa çıkardıysan öyle indireceksin” dedi. Devletin hakim görüşü hala bu şekilde görünüyor. Şimdi anlaşılıyor ki Çevik Bir göründüğünden daha etkiliymiş, Bir yanda Karadayı, öte yanda Çevik Bir, Orduda bir ikilik sözkonusuymuş. Hasan Cemal’in kitabından da bu anlaşılıyor. Çevik Bir’in Karadayı’dan daha etkin ve güçlü olduğu anlaşılıyor. Ben de bu cevap üzerine “bu meseleye ciddi yaklaşmak lazım öyle basit değil, yardım edin birlikte çözelim” dedim. Ve çekip gitti. Zaten kendiliğinden gelişen kural dışı bir karşılaşmaydı. ” [color:5536=yellow] İRAN VE TÜRKİYE SOYKIRIM İÇİN ANLAŞTI[/color] “Bahsettiğim Kürt karşıtı üçlü faşist ittifakın aynısı AKP tarafından uluslararası alanda da Türkiye-İran–Suriye üçlemesiyle hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. Bu ittifakın amacı da Kürtlere dönük soykırımdır. Hatta bu halka daha geniştir; Suudi Arabistan başta olmak üzere Arap Birliği de bu ittifakın içinde sayılabilir. Daha geniş yorumlarsak Çin ve Rusya da bu ittifaka dahil edilmeye çalışılıyor. Ben boşuna yaşanan süreç 3. Dünya Savaşı’dır demiyorum. Fakat Suriye Devlet Başkanı Esat, İstanbul’daki açıklamasında, “müzakereyle çözüm esas alınmalı” demek suretiyle bu ittifaktan çekilmiştir, bu işte ben yokum demiştir. Türkiye’nin savaş yoluyla çözüm arayacağını anladı ve buna girmek istemedi. Türkiye ve İran arasında bu ittifak devam etmektedir. Daha doğru bir deyişle bu anlaşma Erdoğan ve Ahmedinecad arasında yürümektedir. 5 Kasım Bush-Erdoğan görüşmesinde Türkiye her ne kadar PKK’nin etkin bir şekilde tasfiyesiyle ilgili söz almış ise de beklediğini bulamamıştır. Çünkü Türkiye, ABD’nin Barzani’yi de kullanarak PKK’yi tasfiye etmesini beklemiştir. Ama gerek ABD gerekse Güneyli güçler bunun silahla yoluyla mümkün olmadığını gördüklerinden sonuç alınmamıştır. Bu arada AKP Türkiye’deki çözümü de kendi içindeki Kürtler üzerinden, bazılarını yanına çekerek işi götürebileceğini düşündü ama başaramadı. Bunlar gerçekleşmeyince Türkiye İran’la anlaşmıştır. Yapılan operasyonlar, idamlar, kesinlikle bu anlaşmanın sonucudur. Ben Tayyip beyi daha önce bu konuda uyardım, ona da Cumhurbaşkanı’na da mektuplar yazdım, bu şekilde olmaz dedim. Ama Tayyip bey beni dinlemedi, tabi Başbakandır dinlemeyebilir de, onun bileceği iş, yanlış ata oynadı.” [color:5536=yellow] ERDOĞAN İTTİFAKTAN ÇEKİLECEK[/color] “Ben bu ittifakı 2.Dünya savaşındaki Almanya-Japonya-İtalya ittifakına benzetiyorum. İtalya o zaman şu an Suriye gibi ittifaktan çekilmişti. Japonya’ya da atom bombası atılmıştır. İran’a da bu bir yıl içinde bombardıman olabilir diye tahmin ediyorum. Erdoğan ve Davutoğlu bir yandan Suriye ve İran ile ittifak yaparken diğer yandan ise İsrail ve Amerika ile görüşmelerini sürdürmeyi amaçlıyor. İki kocalı kadın misali iki tarafı da idare etmeye çalışıyor ama bu mümkün değil. Zaten İran’a verilen bir süre var, bu süre de dolmak üzere. Erdoğan’ın daha fazla dayanabileceğini sanmıyorum. Belki İran biraz dayanabilir ama Erdoğan bir-iki aya kadar bu ittifaktan çekilmek zorunda kalacaktır. Tıpkı Japonya’ın bombalanmasından sonra Almanya’nın teslim olması gibi.” [color:5536=yellow] KÜLTÜREL SOYKIRIM UYGULANIYOR[/color] “Şimdi soykırımla ilgili de bir şeyler söylemek istiyorum. Eğer Japonya Almanya’ya destek vermemiş olsaydı Yahudi soykırımı yapılamazdı. Aynı şekilde Almanya Osmanlı’ya destek vermeseydi Ermeni soykırımı gerçekleşmezdi. Ermeniler ve Yahudiler oldukça bilinçliydiler, bu nedenle soykırımları ancak fiziki şekilde olabilirdi. Türkiye de İran’la anlaşalarak Kürt soykırımını gerçekleştirmeye çalışıyor. Oysa Kürtlerin durumu fiziki soykırıma fazla uygun olmadığından, kültürel soykırıma daha müsait olduğu için bu uygulanmıştır. Anadilde eğitimin yasaklanması kütürel soykırım değildir de nedir. Soykırımla ilgili uluslararası sözleşmlere göre anadilde eğitimin yasaklanması açıkça kültürel soykırımdır. Ama fiziki soykırımlar da denenmiştir, işte Halepçe buna bir örnektir. Daha önceleri de 1925’lerde Genç-Hani-Dicle olayı buna bir örnektir. İşte İran’daki idamlar, Van-Özalp’ta çocukların bombayla ölmesi son örneklerdir. Bunlar soykırıma uygun ortam yaratmak için düzenlenmiş tahriklerdir. Balonu erken şişirtip patlatmışlardır. Şeyh Sait’in adamları Diyarbakır’a girdiğinde kadınlara tecavüz olayları bilinçli bir şekilde arttırılarak bunlara mal edilmiştir. Bu tertip nedeniyle Diyarbakır halkı desteğini çekmiştir. Benim yakalanmam da fiziki soykırıma uygun ortam yaratmak için bir tahrikti, ancak bu oyunu görerek boşa çıkardım. Aynı şekilde Siirt’teki tecavüz olayları da bir tahriktir. Halkımız bilinçlidir, oyuna gelmemiştir. Eğer halk bu provokasyona gelmiş olsaydı kanlı şekilde bastıracaklardı. Bu nedenle yine söylüyorum bu tecavüz olayları devletle bağlantılıdır. Psikolojik savaşın, özel savaşın bir parçasıdır.Kürtlerin bugün yaşadığı bir soykırımdır. Zaten anadilini bile yaşatmıyor. Ermeni soykırımı yapılırken iki yüz kişi tutuklanmıştır ama Kürtlerin 1500 siyasetçisi tutuklandı, aynı zamanda 4000 çocuk tutuklanmıştır, çocuk! Kadınlar içeridedir, kadınlar tutuklanmıştır!” [color:5536=yellow] KCK KENDİ KARARINI VERİR[/color] “Ben karşımda bir muhatap olmadığı için çekiliyorum ama bu muhatap olursa görüşme olmaz anlamına gelmiyor. Dediğim gibi çekiliyorum, bundan sonra ne olacağına Kürtler kendileri karar verecektir. Türkiye’deki ve diğer parçalardaki KCK örgütlenmeleri kendi koşullarına göre karar verip mücadele yöntemlerini belirleyebilirler. Ben masum-sivil insanların zarar görmemesini umut ediyorum. 1984’te silahlı mücadeleyi başlatmak amacıyla Ülkeye gönderidiğim güçler benim öngördüğüm bir savaş yürütemediler. İşte bu Hogir gibi örnekler var. Benim savaş anlayışım bu değildir. Ümidim sivillerin ölmemesidir.” [color:5536=yellow] DEVLET SİVİLLERE, KADINLARA VE ÇOCUKLARA DOKUNMAMALI [/color] “Devlet de savaş hukukuna uymalı, sivillere, kadınlara ve çocuklara dokunmamalıdır. KCK de buna uymalıdır. Ama olur mu olmaz mı bilemiyorum, sorumluluk onlara aittir. Bundan sonra PKK devletle uzlaşabilir de, bir çözüme de gidebilirler, ‘90’lı yıllardaki gibi savaşırlar ve sonuç alamadan tıkanabilirler de. Ya da ihtimaldir PKK yenilebilir, savaşı kaybedebilir, tasfiye de edilebilir, bunları bilemeyiz. Savaş geliştikten sonra ne olacağını bilemeyiz. Ben Sayın Erdoğan’a yine sesleniyorum. Bu sorunu kendi içimizde demokratik barışçıl yollardan çözebiliriz. Aksi taktirde bundan sonraki tüm sorumluluk AKP hükümetinindir.” SAĞLIK SORUNLARI SÜRÜYOR Sağlık sorunlarına değinen Öcalan, “Sağlık durumuma ilişkin; gözlerim sürekli sulanıyor, biber sürülmüş gibi yanıyor, kızarıyor ve kaşıntı var. Neden bu kadar uzun zamandır devam ettiğini bilmiyorum. Daha önceleri doktor her gün rutin kontrol yapardı ama bir süredir sistem değişti, artık her gün gelmiyor, gelenler de göz uzmanı değil. Belki alerji olabilir ama bilemiyorum.” dedi. Öcalan son olarak “Demokratik Özgür Kadın Hareketi’ne ve yeni dönem kampanyalarına başarılar diliyorum. Diyarbakır, Dicle, Siirt halkına, tüm halkımıza selamlarımı iletiyorum” diye belirtti. ANF NEWS AGENCY [/size] | |
| | | GÖLGE
Mesaj Sayısı : 1231 Reputation : 36 Kayıt tarihi : 16/05/09
| Konu: Geri: ATEŞKES SONA MI ERDİ? Perş. Haz. 17, 2010 9:37 am | |
| [img] http://www.timeturk.com/images/news/170620101146401847530_2.jpg[/img][size=24] [color:18cc=red] Kandi ve Mahmur'dan gelenlere tutuklama[/color] [/size] [size=18] Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi Kandil'den gelen Mustafa Ayhan, Hüseyin İpek ve Mahmur'dan gelen Nurettin Turgut'un tutuklanmasına karar verdi. Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi Kandil'den gelen Mustafa Ayhan, Hüseyin İpek ve Mahmur'dan gelen Nurettin Turgut'un tutuklanmasına karar verdi.[/size] | |
| | | vertes AKINCI MOD
Mesaj Sayısı : 323 Reputation : 14 Kayıt tarihi : 14/06/09
| Konu: Geri: ATEŞKES SONA MI ERDİ? Perş. Haz. 17, 2010 6:35 pm | |
| israille çekişmenin içeriye olan yansıması sonucu çıkan bir karar gibi geliyor.. | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: IRAK'IN KUZEYİ MİSYONER KUŞATMASINA ALINDI C.tesi Tem. 17, 2010 10:30 am | |
| [b]Kuzey Irak'taki Hıristiyan misyonerler[/b] 17 Temmuz 2010 Evangelikanlar, Kuzey Irak’ta, Kürdistan hükümetinin rızası ve Amerikan vergi mükelleflerinin yardımıyla okullar, radyolar istasyonları ve kiliseler kurdu.Amerikalı yazar Michael Reynolds, Alternet sitesinde yayımlanan "Sağcı Amerikan Hıristiyanları, Kuzey Irak’ta Nasıl bir ‘Savaş’a’ Girişiyorlar" adlı makalesinde çok çarpıcı bilgilere yer verdi. Makaleyi Timeturk okuyucuları için özetleyerek veriyoruz; [b]Sağcı Amerikan Hıristiyanları, Kuzey Irak’ta Nasıl bir ‘Savaş’a’ Girişiyorlar[/b] Irak Kürdistan’ının güneyinde Süleymaniye’nin dışında küçük bir binalar grubu, gri ve toprak rengi duvarların arkasında bulunmaktadır. Üstteki bir duvarda, altın ve gök rengiyle parlayan büyük beyaz bir işarette Arapça ve İngilizce harflerle: Medes Klasik Okulu yazıyor. Bu bölgedeki, “Hıristiyan dünya görüşü”nü öğreten üç özel okuldan birisidir bu; Tennessee’li Amerikan evangelistlerin el işi. ABD işgalinden beri, Amerikan evangelistleri Kuzey Irak’ta sadece okullar değil aynı zamanda yazılı basın, radyo istasyonları, kadın merkezleri, sağlık ve diş klinikleri ve kiliseler açtı. Ve hepside Kürdistan hükümetini rızası ve yardımıyla. Bu işlerin birçoğu Amerikan savunma bakanlığı ve dışişleri bakanlığı vasıtasıyla ulaştırılan, ABD vergi mükelleflerinin dolarlarıyla finanse edildi. Yıl 2003… 350 papaz ve kilise lideri, Kürdistan Bölgesel Hükümeti başkanı Mesut Barzani tarafından sıcak bir şekilde karşılandıkları Kerkük’te toplandı. Bu toplantıda, Nashville’de bir evangelist organizasyon olan Servant Group International’ın lideri George Grant şunları deklare etti; “ İsa her şeyin üzerinde olan Rab’dır; O her Molla’nın, her Ayetullah’ın, her İmamın ve her Mehdilik iddiasındaki kişinin üzerinde Rab’dır; O bütün yeryüzünün ve hatta Tanrısıdır, hatta Irak’ın bile.” CENTCOM dokümanları gösteriyor ki, 2005 ve 2007 yılları arasında, DOD’s Joint Contracting Command Irak/Afghanistan, Kürt şirketi Daban Grup’a en az $465,639 ödedi. Bu para Grant's School of the Medes’in inşaatı içindi. Aynı zamanda bundan iki yıl önce Amerikan dış işleri bakanlığından on binlerce dolar, Kuzey Irak’ta Sağlık Hizmetleri Ortaklığı adında bir programla çeşitli Servant Group evangelikan ve insani projelerine aktı. Kürdistan’da evangelikan varlığına Bölgesel Hükümet’in desteğine karşılık olarak, Doug Layton, başka bir Tennessean ve bir Servant Group kurucusu, Kürdistan Bölgesel Hükümeti için Bush zamanında Washington’da hayati bir irtibat işlevi gördü. Orada Kürt halkla ilişkiler çabalarını yöneterek, evangelikan iş adamlarını bolgede yatırıma teşvik etti. Açık Toplum Politikası Merkezin’de (Open Society Policy Center) yüksek bir Orta Doğu analisti olan Mike Amitay “Irak savaşının başlamasından beri, [Massoud] Barzani ve Kürt Bölgesel Yönetimi, Bush yönetimi ve onun sağcı evangelikan Hıristiyanlarına oynadı” dedi. “ parayı ve gücü orada gördüler. Barzani onların okul ve kilise kurmalarına müsaade ederek ihtiyacı olanları elde edecekti.” Ama, Amitay “ Kürdistan’da İslami partilerin yükselişi ve Asurlu Amerikan evangelikan biricikliği ve din propagandasıyla, onlar ateşle oynuyordu.” diye ekledi. [b]Tennessee Waltz[/b] Saddam Hüseyin’in 1988’de Halepçe köyüne kimyasal silahlarla saldırmasıyla, Kürdistan’dan 14,000 kadar mülteci Nashville’ye gitti. Şimdi burası Amerika’da en çok Kürt nüfusa ev sahipliği yapan şehir. 1992’de, Servant Group International’dan Nashville evangelisti bir kadro, bunlara çok sayıda inanan Kürt’de dahil, birkaç blok ve müzik meydanı işgal eden bir mega-kilise olan Belmont Church’deki üslerini terk ederek, Irak Kürdistan’ına geldi ve orada bir yer açtılar. Orada Kürtçe İnciller, çantalar dolusu nakit para ve sağlık araç gereçleri paketleyerek, Türk-İran sınırında bir “Hıristiyan Kırallığı” kurmak için uzun vadeli bir plan devreye soktular. Servant Group 20 yıl kadar önce Kuzey Irak’a gelmesinden sonra Türkiye’de, Orta Asya’da Endonezya’da, Almanya’da ve Norveç’de varlığını artırarak ofisler, papazlıklar ve okullar açtı. Bölgede yedi yıllık Amerikan yönetiminden sonra bunlar, Barzani’nin Kürt Demokrat Partisi ile Celal Talabani’nin Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin Koalisyon yönetimi altında olan Kürdistan Bölgesel Yönetiminin içlerine sızdılar. Kürdistan Kalkınma Şirketindeki Layton’dan gelen yardım ve Washington’daki Cumhuriyetçi lobilerle Kongre Üyeleriyle olan bağlantıların desteğiyle, uluslar arası ticaret imtiyazları ve sondaj kontratları elde ettiler ve United States Agency for International Development (ABD Uluslar Arası Kalkınma Ajansı-USAID) ve DOD ( Amerikan Savunma Bakanlığı) paralarını kendi misyonları için akıtarak, kendi Hıristiyan okullar zincirini kurdular. Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KRG), Servant Group'un papazlarını ve okullarını toprak ve bina bağışı ve diğer iyiliklerle desteklediler. Servant Group ve onun ortakları kendi ordu modeli evangelizmleriyle sivrildiler (onlar buna “spritual warfare” diyorlar yani “ruhani savaş”); onların bu “çadır yapma” ya da “Krallık Ticareti” gibi gizleme taktikleri ( onlar bir ülkeye, evangelizmi gizlemek için, seküler bir ticaret görüntüsüyle girerler); onların istihbarat toplamaları ki onlar buna “manevi haritalama” diyorlar ( evangelist timlerin komşu ülkelerden diğer tüm ülkelere, demografik, tarihi ve coğrafi verileri içeren “alan araştırması” yapmaları); İslam’a karşı içselleştirilmiş bir düşmanlık; ve onların hükmedici “Kırallık Şimdi” (Kingdom Now) dünya görüşü (neo-Kalvinist otoritercilik ve “Yeni Havarici” (New Apostolic) Pentecostalism (çok duygusal ayinleri ve tutucu dini akideleri olan Hıristiyan mezheplerine ait), en iyi bilinen taraftarı Sarah Palin olan, Tanrı’nın Meclisinin bin yıllık mezhebi) [center][img(512px,341px)] http://www.timeturk.com/images_1/news/170720100939209396299_3.jpg[/img][/center] Servant Group çok kurnaz bir şekilde kendilerini, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne ve Bush/Cheney Irak Savaşı çabalarına değerli varlıklar olarak sundu. Bu grup’un Bush yönetimiyle yakın bağları vardı: 2004 yılında bir bestseller olan Stephen Mansfield’ın ‘The Faith of George W. Bush’ (George W. Bush’un İmanı) kitabında Bush’u Beyaz Saray’daki “Tanrı’nın adamı’ olarak portrelendirdi. Servent Group’a ev üslüğü yapan Nashville’deki Belmont Kilisesinde 2002’ye kadar beş yıl boyunca papazlık yaptı. Mansfield öncelikli vaiz olarak Servent Group’la birlikte, Kürtlere karşı evangelikan din propagandası aleti olarak yoğun bir şekilde kullanılan İnciller ve İsa filmleri getirmek için seyahat etti. Mansfiel ve Grant birlikte, Kürdistan’da kalkınma projelerine yatırımda bulunanlara American Destiny (Amerikan Kaderi) adı verilen, “açık Hıristiyan ticaret icraları” konsorsiyumu için danışmanlık hizmeti verdi. 2002’de bir görüşmede, bir Association of Classical and Christian Schools bülteninde, bir Klasik Okul öğretmeni ve eğitmeni olan Mary Yacoubian, Servent Group’a katılmasının gerekçesini “ onlarsadece her şehirde bir kilise kurmakla yetinmiyorlar. Onların amacı milleti gerçek manada ‘disipline’ etmek ve İsa’nın Krallığını toplumun her alanında kurmak: hükümet, sanat, sağlık, eğitim vb.” İslam’ı “korku üzerine üzerinden üretilen bir din” olarak adlandırdıktan sonra Yacoubian coşarak “Biz aynı zamanda bahçemizdeki küçük bir plastik havuzda inananların vaftiz olduğuna şahit oluyoruz! Sadece bir düşünün. İslam’a kayan erkekler ve kadınlar şimdi İsa’ya dönüyor.” dedi. Yacoubian’ın beyanları evangelikanların biricik inançlarının tehlikeli olan kalbini yansıtıyor- onların bu “Tanrının Kırallığı” (Kingdom of God) anlayışı, Amerikan patentli Hıristiyan toplum, idare ve kapitalizmin dışında bütün olasılıkları hariç tutar. [b]Başarılı Olarak İyiye Gitmek[/b] Douglas Layton bu başarıların merkezinde yer alıyor. Uzun zamandır bir ‘Hıristiyan Yeniden İmarcısı’ ve George Grant’a yakın bir meslektaş olan Andrew Sandlin,Ocak 2002’de yayınlanan the Forerunner adlı kitabında Layton’ı Kürdistan’ın içine yaptığı tutkulu akınlarından dolayı methediyor. “ Eğer biz misyonerleri destekleyeceksek, kültürleri yeniden ele geçmek için dünyanın dört bir yanına gidenlerini destekleyelim, orda burada birkaç kişi kazanlarını değil” diye yazdı Sandlin. “Kürdistan’da Kuzey Irak’ta Doug Layton’ı şöyle mütalaa edin; yenden,yeni Hıristiyan okulları, yeni Hıristiyan ticaretleri inşa eden birisi. Kiliseler inşa etmekle yetinmeyen, bütün Hıristiyan kültürünü orada isteyen birisi.” Layton 2000 yılında kendi misyonunu zarif bir şeşle de beyan ettiği, ortak yazarlığını yaptığı kitap olan ‘Our Fathers Kingdom: The Church and the Nation’ı( Bizim Tanrımızın Krallığı: Kilise ve Ulus) yayınladı: “ Eğer komünistler ve Müslümanlar milletleri ele geçirebiliyorsa, bizim Tanrımızda bunu yapabilir!” Bu kitabın ortak yazarı, George Oits, ‘Manevi Savaş’ hareketinde gerçek bir generaldir. Bu “İsa’nın Krallığını” kurmak için “bölgesel taleplere” karşı verilen savaşta evangelikanların kendi tanımladıkları bir ordudur. George Oits küresel bir evangelikan ajans başkanlık ediyor. The Sentinel Group, hareketin yönlendirmek (din değiştirtmek) istediği ülkelerde “alan üniteleri” (field cells) kurarak, hedeflenen bu yönlendirme için demografik veriler toplamaktadır. Orta Amerika ve Ortadoğu’da birkaç ülkeyi de içeren bu faliyet şu anda Uganda ve Irak’ta yürürlüktedir. Bu veriler, “Manevi Haritalama” projesinin bir parçası olarak Sentinel’in bilgisayırına gonderildi. Layton, Ortadoğu’da evangelizmin meşru sınırlarını zorladı. Alman mahkemesi dokümanlarına göre Layton 1993’te bir Kuzey Irak kasabası olan Dohuk’ta halka açık bir şekilde Kürdistan’ın “eğer Kürtler İsa’yı takip ederse” kendi vaat edilmiş toprakları olacağını ve “ İslam’ın onlara talisizlikten başka hiçbir şey getirmeyeceğini” vaaz ettiği için tutuklandı. Bu konuşması kızgın sokak protestolarına sebep oldu ve tutuklanmasından sonra ona ülkeyi terk etmesi emredildi. O da KDP için Washington’da kişisel olarak lobi yaparak Council for National Policy’de konuşmalar yapıp Kongre dinletilerine tanıklık ederek bağımsız bir Kürdistan ve özelliklede Barzani’nin KDP’si için taraftarlık yaparak durumunu iyileştirmeye çalıştı. 1996’da Kürdistan’a geri döndü. 2009’un sonlarına kadar Kürdistan Kalkınma Şirketinin Erbil direktörü olarak hizmet etti. Kürdistan Bölgesel Yönetiminin sponsorluğu ile girişilen Kürdistan Kalkınma Şirketi 2004’te kurularak “Irak Kürdistan Bölgesinde ticaret ve yatırım imkânlarını artırmak için” kurulmuştu. TİMETÜRK | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ATEŞKES SONA MI ERDİ? C.tesi Tem. 17, 2010 10:37 am | |
| İşbirlikçiler haliyle efendilerinin kültürlerine de "geç" diyor. Bu misyoner okulları osmanlı'nın sonunu da hazırlamıştı. Şimdi de Irak ihanetinin ardından, Kürtler ihanet ve işbirliğinde yarışa katılmakta geç kalmadılar. Yağlı lokmalar tıkınıp, ya misyoner okullarına ya da fettoşunkilere gidecekler. Çocuklarını ya Hristiyan misyonerlerinin okullarında yetiştirip monşer yapacaklar ya da fetullahın okullarında dini bütün, beş vakit namazlı işbirlikçi mürted münafık. Bu namazında niyaazında, kimseye zararı olmaz, şahsi hayatında doğruluk abidesi, sosyal ilişkilerinde düzgün ve örnek gösterilecek bir hayat yaşayan insancıklar, vatanı satmışlar, ne gam... | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ATEŞKES SONA MI ERDİ? Cuma Ekim 08, 2010 8:49 pm | |
| Öcalan ile görüşmeler neden engelleniyor? ANF09:39 / 06 Ekim 2010 BURSA - Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'la haftalık görüşmelerini gerçekleştirmek üzere İmralı'ya gitmek için Gemlik'e gelen avukatları 'koster bozuk' gerekçesiyle geri çevrildi. Öcalan’ın avukatları ile olağan görüşmesi en son 16 Eylül’deki Hakkari saldırısından bir gün sonra gerçekleşmişti.
Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Ömer Güneş, Yasin Sarıtaş ve Mehmet Denizbüyük, müvekkilleri Öcalan'la görüşmek üzere sabah saatlerinde Bursa'nın Gemlik ilçesine geldi. Gemlik Jandarma Komutanlığı'na geçerek işlemler için bir süre bekleyen avukatlar İmralı'ya gidecek olan kosterin ''bozuk'' olduğu gerekçesiyle geri çevrildi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın avukatları ile olağan görüşmesi en son 17 Eylül günü gerçekleşmişti. Bu görüşme de 16 Eylül’de 9 sivilin katledildiği Hakkari saldırısından bir gün sonrasına denk geliyor. Öcalan, son görüşmesinde Hakkari’deki saldırıyı değerlendirerek, “Yapılan bu son patlamayla buradaki görüşmeler dinamitlendi, bombalandı. Bu görüşmeler oldukça verimli geçiyordu, umutluydum” demişti.
SALDIRILAR BİR CEMAAT OPERASYONU DEMİŞTİ
Daha sonra avukatları ile görüşmeler çeşitli gerekçelerle engellenirken, 27 Eylül’de DTK Eşbaşkanı Aysel Tuğluk’un Öcalan ile beklenen görüşmesi gerçekleşti. Öcalan bu görüşmede ise Hakkari’deki saldırı için Ankara merkezli bir karar olabileceğini söylemişti. Öcalan, sivillerin katledildiği Hakkari saldırısı ile öldürülen bir imam arasında olası bir bağ kurmuş, “Bu olayla deniliyor ki ‘sen benden bir kişi öldürürsen ben senden yirmi kişiyi öldürürüm’ diyor. İşte 1700 Kürt siyasetçinin tutuklanması da bir cemaat operasyonudur. Bu merkezi bir karar olabilir” diye kaydetmişti.
Öcalan, PKK’ye karşı diplomasi trafiğine de dikkat çekerek, “Başbakan ne yapmaya çalışıyor? Bu kadar dış seferler neyin nesi? Dışarıda ne var, sorun ancak burada çözülür” tepkisini dile getirmişti.
YEŞİL TÜRKÇÜ FAŞİZM!
Öcalan, Tuğluk ile görüşmenin yapıldığı hafta özellikle gelişen yeni “Yeşil Türkçü Faşizme” işaret ederek şunları kaydetmişti: “75 yıl Beyaz Türk Faşizmi egemendi şimdi ise Yeşil Türkçü Faşizm her yönüyle örgütlenmiştir. Bunun içinde ABD’si de Irak’ı da var. Bir ucu okyanus ötesindedir, bir ucu Kürdistan’da Güneydedir. Ben buna ‘yeni hegemonya’ diyorum. AKP, evrensel Yahudilik ile İsrail Siyonizmi arasındaki çelişki ve çatışmalardan ustaca yararlanıyor. Sırtını evrensel Yahudiliğe dayayarak İsrail Siyonizmine karşı çıkıyor! Eğer sırtını evrensel Yahudiliğe dayamazsa bu karşı çıkışı yapamazdı, bu gücü kendisinde bulamazdı. AKP, bir tarafta ABD ve İngiltere bir taraftan da evrensel Yahudilikle cemaatin gücünü arkasına alıyor. AKP, bu uluslar arası hegemonyanın politikalarının yürütücüsüdür. Cumhuriyetin kuruluşundan önce Osmanlı döneminde İstanbul’da bir Yahudi sermaye gücü vardı, Osmanlı yönetimi-iktidarı üzerinde etkisi güçlüydü. Hatta Kırım’da olduğu gibi bazı Türk devletlerinin kuruluşunda etkili olmuşlardır -İlginçtir takip ettim Davutoğlu kızını bir Kırım Türkü’ne vermiş- Bunlar Cumhuriyetle birlikte bu gücünü artırarak devam ettirdi.”
Öcalan kendisiyle yapılan görüşmelere de dikkat çekerek çözüm önerilerinde bulunmuştu: “Buradaki görüşmelerin sonucunu karşılıklı üzerinde uzlaşılacak iki protokol şeklinde ele alıyorum. Biri güvenlik boyutu-protokolü, diğeri de demokratik haklar ve anayasa boyutu-protokolü. Bu protokoller seçimlerden sonra oluşacak parlamentoya sunulabilir.”
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ATEŞKES SONA MI ERDİ? C.tesi Ekim 09, 2010 4:30 am | |
| ERGENEKON-PKK DENGESİ KURULABİLECEK Mİ
04.10.2010 22:13
Karakter boyutu :
--------------------------------------------------------------------------------
Cumhurbaşkanı Gül’ün TBMM’nin yeni dönem açılışında yaptığı konuşma medyaya göre, “demokrasi manifestosu” gibiydi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da, “Güzel mesajları oldu. Beklentilerimin bir kısmını konuşma metninde gördüm” diyerek, Gül’e teşekkür etti. O konuşmanın gerçek şifrelerini iki ismin çözdüğü anlaşılıyor. Biri Öcalan’ı ilk sorgulayan isim olan Silivri’deki emekli Albay Atilla Uğur, diğeri de BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş!..
Son 1 yıl içinde “Kürt sorunu” konusunda, “Tarihi fırsatla karşı karşıyayız… Biz çözmezsek, başkaları çözer” diyen, ilk kez “Kürdistan” ifadesini kullanarak, “açılımları” tetikleyip, “gönülleri fetheden”, referandum sürecinde de “istihbarat birimlerinin terör örgütüyle görüşmesini” sahiplenen Gül’ün, TBMM’nin açılışında verdiği yeni mesajlar şunlardı:
“Cumhurbaşkanı olarak tüm yönleriyle, tüm detaylarıyla, tüm arka planıyla bilerek, konuşuyorum” diyerek, adeta İmralı-Kandil-Erbil görüşmelerinden birebir haberdar olduğunu açıkladı. Haziran’daki MGK toplantısından sonra Gül, Erdoğan ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın mini bir zirve yaptığını, Fidan’ın bundan sonra harekete geçtiğini duyurmuştuk zaten. Gül’ün o sözlerinden sonra şunu düşündük; “Acaba Öcalan ısrarla ‘Bu bir devlet projesi. Benimle hükümet değil, devlet görüşüyor’ ve Erdoğan, ‘Biz değil, devlet görüşüyor’ derken, görüşmelerin arkasında başka bir adresin olduğunu mu ima ediyor?” !..
“KARŞILIKLI ATEŞKES”İN KABULÜ VE HAKKARİ’DE “PİLOT” UYGULAMA MI?
Gül’ün ikinci önemli ifadesi, “Güvenlik güçlerimize ve vatandaşlarımıza yöneltilen tek bir silah bile olduğu müddetçe bunun cevabı en sert şekilde verilecektir” sözüydü… PKK bir süredir “silahların karşılıklı susturulmasını” yani, güvenlik güçlerinin de “ateşkes” ilan etmesini istediğine göre, bu ifadeyi tersinden okuyalım; “PKK saldırmadıkça, güvenlik güçleri de harekete geçirilmeyecek” denmiş, bir anlamda “karşılıklı ateşkes” talebi devlet katında kabul görmüş olmuyor mu?
Geçtiğimiz Mayıs ayı sonunda Gül’ün Kazakistan seyahatine katılan BDP Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis, Gül’ün kendisine,‘Devlet cephesinden de bazı kesimler operasyon yapılmasını istemiyor. Doğrusu asker de operasyon yapmayı çok istemiyor’dediğini iddia etti ve bu yalanlanmadı… Kandil’deki Karayılan, Hakkari’de 9 PKK’lının öldürülmesinden sonra, “Bu kalleşliktir. Sözlerinde durmayacaklarını biliyordum” mealinde bir açıklama yaptı… Başbakan Erdoğan’ın bir gazeteciye, “Operasyon hakkında bilgim yok. Referandum öncesinde bana karşı yapılmış bir operasyon” dediği öne sürüldü… PKK, 9 teröristin öldürülmesine misilleme olarak Hakkari’de yolcu minibüsüne mayınlı saldırı düzenledi, 9 vatandaşımız öldürüldü. Taraf Gazetesi, bu saldırının ardından bölgede operasyon yapılmadığına dikkat çekti… Bazı AKP’liler ve STÖ’ler, PKK’nın sınır dışına çekilmesini, güvenlik güçlerinin de bunu seyretmesini önerdi… Bunların hepsini “spekülasyon” sayıp, geçelim. İyi de acaba şunlar neyin göstergesidir?
Geçen hafta Türk gazeteciler aracılığıyla gövde gösterisi yapan Barzani’nin Başbakanı Behram Salih, Türkiye’den askeri operasyonları durdurmasını istediklerini tekrarlayıp, “çözüm” konusunda, “Benden detay istemeyin” dedi (Demek ki detaylara vakıf) ve en önemlisi, “Ordu ve siyasetin Kürt politikasında farklı düşündüğünün farkındayım. Türk Ordusu Türk Milletinin ulusal ordusudur ve Türkiye’nin çıkarlarını gözetir. Bu yüzden TSK’nın, PKK’yla mücadelesi tek geçerli yöntemdi. Erdoğan hükümeti bu konuya bakışı kökten değiştirdi” tespitini yaptı!..
İktidara yakın Yeni Şafak Gazetesi, referandumdan beri gündeme getiriyordu, bugün daha bir ete kemiğe büründürdü ki, “Genelkurmay Başkanlığı’nca kışa hazırlık amacıyla yapılması planlanan geniş çaplı operasyon, çözüm sürecine zarar vermemek için” durdurulmuş!..
Özellikle Emre Taner döneminden beri MİT’in görüşlerine tercümanlık yaptığı belirtilen eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş yine bugün Todays Zaman aracılığıyla, “Diyalog süreci rayında girmişken, PKK saldırı düzenlemedikçe, askerler operasyon yapmamalı” önerisinde bulundu!..
PKK ile arabuluculuğa karşı çıkılmasını “Kemalist refleks” olarak nitelendiren AB’nin fahri Türkiye Temsilcisi Cengiz Aktar da “güven” için öncelikle “korucuların silah bırakmasını” istedi… (PKK’nın ‘kurtarılmış bölge” saydığı Hakkari’de korucuların silah bırakması, Başbakan Erdoğan’ın Hakkari için özel bir programdan bahsetmesi, İçişleri Bakanı Atalay’ın buraya gidişiyle birlikte ‘tampon bölge’ söylentilerinin ortaya çıkması da herhalde tümüyle tesadüf!.. Şimdilik bu yol haritasının, Hakkari’nin Öcalan’ın söylediği ‘öz savunma’ alanı veya Kandil ve Mahmur’dakilerin yerleştirileceği BM gözetimindeki ‘tampon bölge’ yapılmasına çıkacağını vurgulamakla yetinelim.)
ERGENEKON-PKK DENKLEMİ YA DA NE KADAR EKMEK O KADAR KÖFTE
TBMM’deki konuşmasında Cumhurbaşkanı Gül’ün en takdir toplayan sözü tabii şu oldu: “Yargılama sürecinde gecikmelerin, sebebi ne olursa olsun tutukluluğu fiili bir mahkûmiyet durumuna dönüştürülmemesi gerekir. ‘Geç tecelli eden adaletin adaletsizlikten farklı olmadığı’ anlayışı ile gerekli yasal düzenlemelerin en kısa zamanda hayata geçirilmesi büyük önem taşımaktadır.”
Bundan Gül’ün, “Ergenekon tutuklularını” kast ettiğisonucu çıkarıldı. O sözlerin kapsamında, PKK ve İmralı’nın derhal serbest bırakılmasını istediği KCK’lıların da olabileceği uyarısını yapıp, şunları soralım:
- Haziran 2007’de daha Ergenekon ve devamındaki davaların adı ortada yokken, Ümraniye’de bulunan bombaların ardından yakalanan emekli askerlerin siyasi motivasyonla hareket ettiğini belirtip, “Böyle dört-beş oluşum var ve aralarında güçlü bir irtibat var” diyen,
- 9 Temmuz 2007’de kendisine yakın birkaç gazeteciye yazılmamak kaydıyla, “Ümraniye soruşturmasına dikkat edin, o iş çok büyüyecek” tüyosunu veren,
- Sonraki aylarda, “Ergenekon davasının Türk tarihinin en önemli siyasi davası” olduğunu söyleyen Gül’dü.
Acaba ne oldu da 3 yıldır Silivri’den yükselen feryatlar nihayet duyuldu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Ceza İnfaz Yasası’nı değiştireceklerini açıkladı?.. Bu gelişme; Gül-Erdoğan arasındaki Cumhurbaşkanlığı rekabetinin bir sonucu olarak Ergenekonculara bile “selam” diye izah edilebilir. Ancak galiba ondan ibaret değil. “Kürt açılımı”nın ikinci perdesinin açıldığı, PKK ile pazarlıkların, özerkliğin, affın, Türklük tanımı ile Anayasa’nın ilk üç maddesinde değişikliğin alenen konuşulduğu, Cengiz Çandar’ın ifadesiyle “Türkiye’nin kıvama geldiği” günlerden geçiyoruz!..
Birinci “Kürt açılım”da iktidar yandaşları, “Çözümün önü, Ergenekon davası sayesinde açıldı” diye düğün-bayram yapmadılar mı? Hep bir ağızdan, “Türkiye’nin demokratikleşmesi için Ergenekon’da sonuna kadar gidilmeli… Böyle ulvi bir amaç için ufak-tefek hukuk ihlalleri görmezden gelinmeli” şarkısı söylemediler mi?
Dikkatlerden kaçtı; Daha düne kadar aynı koroya dahil olan, Fethullah Gülen’in Türkiye’ye dönebilmesini bile “Ergenekon davalarına” bağlayıp, “Sonuna kadar gidilmesini” isteyen cemaatin önemli ismi Hüseyin Gülerce, Cumhurbaşkanı Gül’ün Meclis’te konuşacağı gün “tesadüfen” şunları yazdı:
“Ergenekon davasıyla ilgili olarak, uzayıp giden duruşmalar, artık vicdanları isyan noktasına getirmiştir. Geç gelen adalet, adalet değildir. Ergenekon davası ciddiyetini ve önemini kaybetmemelidir. İki yıldan fazladır tutuklu olan, durumu netleşmemiş insanların varlığı, kaygı ve endişe doğurmaktadır.”
Referandumdaki “evet”in, merkez medyayı sakinleştirdiği, ayaklarını yere daha bir sağlam basmasını sağladığı yorumunu yapan Gülerce, “demokratikleşme” ve “Ergenekon davasını önemseyen medya”ya, yani hem “açılımcı” olan, hem Ergenekon mahkemesini Silivri’den önce manşetlerinde kurup, hükmü veren kendi kendilerine de şöyle bir “sorumluluk” yükledi:
“Biz de üslubumuzu yumuşatmalıyız. Sertliğe sertlikle cevap vermemeliyiz. Kendimize yakışanı yapmak noktasında daha fazla hassasiyet göstermeliyiz…”
Tüm bunlardan çıkartılabilecek sonuç ne mi; Ergenekon davası ve PKK arasında resmi denge kurulmuş ve ikinci açılıma desteğin “tutuklama” değil, “tahliye” politikaları üzerinden yürütüleceği ilan edilmiş, bir anlamda “Ne kadar destek, o kadar tahliye” denmiştir!..
En başa, “Gül’ün şifrelerini sadece Silivri’deki Atilla Uğur ve BDP Genel Başkanı Demirtaş çözdü” tezimize dönersek; Gül’ün Meclis kürsüsünde konuşmaya başladığı dakikalarda 2. Ergenekon’dan tutuklu olan emekli Albay Atilla Uğur şunları söylüyordu:
“Abdullah Öcalan ve PKK ile yapılan görüşmeler bir ihanettir. Ben bu işin içinden geldim. Öcalan yakalandığındaki sorgusunda, ‘Ne olur beni asmayın’ diye yalvarıyordu. Can korkusundan her şeyi söyledi. ‘Biz Güneydoğu ve Doğu Anadolu’yu istemiyoruz, biz bütün Türkiye’ye talibiz’ demişti. Şu anda onu görüyorum. Bütün Türkiye’ye talipler. Yarın onlarla birlikte gelen affı ben kabul etmiyorum. Beni buradan çıkaramazsınız. Onlarla aynı aftan yararlanmayı şerefsizlik kabul ederim!..”
BDP Genel Başkanı Demirtaş ise, “Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanları tarafından bugüne kadar yapılmış en cesur konuşma” dedi!.. Her iki ismin de kendi açılarından en doğru teşhisi yaptığı ortada… Eğer gündem izin verirse, “Gül’ün reçetesini” bir başka yazıda değerlendireceğimizi belirtip, şu tespitimizi aktarmakla yetinelim:
Birinci açılımda otobüsü arkadan ittiren Cumhurbaşkanı Gül, bu defa direksiyonunun başına bizzat geçti… Erdoğan ve iktidarı da tüm imkan ve gücüyle ona yetişmeye çalışıyor!..
Müyesser Yıldız
Odatv.com
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: PKK SÜRE UZATTI Ptsi Kas. 01, 2010 10:15 pm | |
| PKK eylemsizlik süresini uzattı! -------------------------------------------------------------------------------- Tarih : 01.11.2010 22:25:29 -------------------------------------------------------------------------------- TERÖR örgütü PKK, sözde ‘eylemsizlik’ kararını önümüzdeki yılın Haziran ayında yapılması beklenen genel seçimlere kadar uzattığını açıkladı. -------------------------------------------------------------------------------- Karakter boyutu : Bölücü örgütün üst organı olan ‘Kürdistan Topluluklar Birliği'nin (KCK), açıklaması, PKK'ya yakınlığı ile bilinen Fırat Haber Ajansı'nda yer aldı. Örgüt eylemsizlik sürecinin 2011 seçimlerine kadar uzatıldığını, bu sürecin kalıcı hale dönüşmesi için operasyonların durdurulması, tutuklu Kürt siyasetçilerinin serbest bırakılması, bölücübaşı Abdullah Öcalan'ın sürece aktif olarak katılmasının önünün açılması ve yürütülen diyalogun müzakere düzeyine çıkarılması, ‘Anayasa ve hakikatleri araştırma' komisyonlarının kurulması, yüzde 10'luk seçim barajının kaldırılması istendi. Örgütün 13 Ağustos’ta başlayan ve 30 Eylül’de 1 ay daha uzatılan sözde eylemsizlik kararına karşılık hükümetin ciddi ve güven verici adım atmadığı ileri sürüldü. Askeri operasyonların geçmişe oranla azalmasına karşılık sürdürüldüğü, tutuklananların da serbest bırakılmadığı iddia edilirken, “Bu dönemde kayda değer tek gelişme önderliğimizle (Öcalan) diyalogların sürdürülmesi olmuştur. Buna karşılık eylemsizlik ortamı, referandumun olumlu koşullarda yapılmasını sağlarken, devlet ve hükümet buna doğru yaklaşmayıp daha çok siyasi çıkar sağlamayı esas almıştır” iddiasında bulunuldu. Örgüt açıklamasında sorunun kamuoyunda tartışılması ve bazı çevreler ile devlet içindeki bir kesimin diyalog ve çözüm eğiliminde olduğunu bunların olumlu gelişme olduğunu iddia edildi. SALDIRIYLA İLGİMİZ YOK TERÖR örgütü PKK, İstanbul Taksim'de 15'i polis 32 kişinin yaralanması ile sonuçlanan canlı bomba eylemi ile ilgisi olmadığını da öne sürdü. Fırat Haber Ajansı'nın örgütten yapılan açıklamaya dayandırdığı haberinde, PKK'nın eylemsizlik sürecini uzatma kararını aldığı, ‘barış ve demokratik çözüm' için tarihi bir adıma hazırlandığı günde böyle bir eylemin örgüt tarafından düzenlenmiş olamayacağı ileri sürüldü. Örgüt adına yapılan açıklamada, “Ne hareketimizin yönetimi ne de bize bağlı herhangi bir birimin böyle bir eylem ve planlaması asla söz konusu değildir. Bu eylemle hiçbir biçimde herhangi bir ilgimiz yoktur. Kaldı ki, sivil insanların zarar görebileceği böylesi eylem biçimleri hareketimizin tarzı olamaz” iddiasında bulunuldu. kaynak: http://haber.gazetevatan.com/pkk-eylemsizlik-suresini-uzatti/337910/1/Gundem | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ATEŞKES SONA MI ERDİ? Ptsi Kas. 01, 2010 10:18 pm | |
| Müzakere başladı -------------------------------------------------------------------------------- Tarih : 01.11.2010 22:22:21 -------------------------------------------------------------------------------- DTK Eşbaşkanı Aysel Tuğluk ile Abdullah Öcalan arasındaki görüşme sona erdi -------------------------------------------------------------------------------- İmralı’da neler konuşulduğunu Tuğluk açıkladı. DTP’nin eski milletvekillerinden; DTP Eşbaşkanı Aysel Tuğluk, bugün İmralı’ya giderek avukatı sıfatıyla Abdullah Öcalan'la görüştü. Dönüşte, görüşmeyle ilgili önemli açıklamalarda bulunan Tuğluk, bir süre önce kesildiği yönünde haberler çıkan ‘Öcalan’la devlet arasındaki görüşmelerin devam ettiğini' söyledi. Öcalan’ın, yapılan görüşmeleri 'nitelikli, ciddi ve önemli' olarak değerlendirdiğini söyleyen Tuğluk, Öcalan’ın, 'artık sürecin diyalogdan müzakere sürecine geçtiği' sözlerini aktardı. Öcalan’ın, 'devletin de barıştan yana olduğunu gördüm’ dediğini belirten Tuğluk, siyasi partilere yönelik eleştirlerde bulunan Öcalan’ın AKP, CHP ve MHP’nin nemalanmak için süreci baltalayabileceklerini söylediğini ifade etti. Hakikatleri araştırma komisyonu kurulmasını isteyen Öcalan’ın, bu komisyonun alacağı her karara uyacağını beyan ettiğini belirten Tuğluk, hatta Öcalan’ın, komisyonun elemsizlik, silah bırakma gibi kararlar alması durumunda da, bunların uygıulanması için çaba sarf edeceğini söylediğini kaydetti. Öcalan’ın sürecin dışına çıkmadığını ve verilecek her türlü aktif görevi devam ettireceğini söyleyen Tuğluk, basında yer alan 'Karayılan’dan Öcalan’a mektup götürdüğü' haberlerine de 'böyle bir mektup yok' yanıtını verdi. Görüşmeye gitmeden önce eylemsizlik kararının seçime kadar uzatıldığını bildiğini söyleyen Tuğluk, bunun Öcalan’ın da bilgisi dahilinde gerçekleştiğini söyledi. MİT mensuplarının da görüşmeye katıldığı dedikodularını yalanlayan Tuğluk, eylemsizliğin, sürecin barışa evrilmesi için önemli olduğunu kaydetti. kaynak: http://haber.gazetevatan.com/muzakere-basladi/337966/9/Siyaset | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: ÇÖZÜMÜ TARTIŞMAK Çarş. Kas. 03, 2010 1:44 pm | |
| Olmak ya da Olmamak
Mehmet Bedri Gültekin
Çözümü tartışmak (9)
TÜRKİYE’NİN ÇÖZÜMÜ
Şimdiye kadar yayınladığımız sekiz yazıda, bugünün koşullarında, Federasyon veya Bölgesel Özerklik gibi çözümlerin Türkiye için neden uygun çözümler olmadığını açıklamaya çalıştık. Sorunu, çözümü üniter yapıyı koruma temelinde bulmak gerekiyor. Bu nasıl olabilir?
Önce şu temel soruya cevap verelim: Son otuz yılda yaşanan gelişmeler, Irak’ın kuzeyinde fiilen kurulmuş olan devlet, Türklerle ayrı ayrı yollara gitmeyi hareket noktası olarak alan Kürt milliyetçiliğinin bugün Bölgenin en büyük siyasal gücü haline gelmesi, Amerika’nın Bölgedeki askeri varlığı, Türkiye’nin AB kapısına bağlı olması ve işbaşında AKP gibi emperyalist projelerde roller üstlenmiş bir iktidarın bulunması… Bütün bu etkenlerle birlikte düşünüldüğünde, Türkler ve Kürtlerin, hala tek bir Millet olarak yollarına devam etmesi mümkün müdür?
Evet, mümkündür.
Ama bu “mümkün”, ancak yeni bir “Devrim” ile söz konusu olabilecektir. Yani yeniden 1920’lerin ölçülerinde bir Devrim, Türk ile Kürt’ü yeniden, daha önce olduğundan daha güçlü bir şekilde bir araya getirebilir.
Devrim yaparsak birliğimizi muhafaza edebiliriz.
Devrim yapamazsak bölünürüz.
Devrim’in olmaması yani Amerika’nın kazanması durumunda ne olacağı bellidir.
Bu sorunun da cevabı açıktır. İşte o zaman bin yıldır bir arada olan ve son yüzyıl içinde iki büyük devrime ortaklaşa sahiplik ederek tek bir millet olma yolunda önemli bir mesafe alan Türkler ve Kürtler, bundan sonra ayrı ayrı milletler olarak yollarına devam edeceklerdir.
Bu ihtimal şimdi ciddi olarak önümüzde duruyor.
Elbette böyle bir gelişme, Bölge halkları arasında ve tabi ki en başta Türkler ve Kürtler arasında sonu gelmez çatışmalar anlamına gelecektir.
DEVRİM KAÇINILMAZDIR
Yeniden 1920’ler ölçeğinde bir antiemperyalist ve antifeodal devrim gerçekçi midir? Evet, gerçekçi olmanın ötesinde, böyle bir devrim kaçınılmazdır.
Amerika kaybediyor. Batı emperyalizmi tarihinin en büyük bunalımını yaşıyor ve bulabileceği bir çözüm de yok. Amerika yaşadığı çöküşten kurtulmak için bütün gücüyle Bölgemize ve özellikle Türkiye’ye abanmış durumda.
Amerika’nın “Kürt uzmanı” CIA görevlisi Henry Barkey, son olarak yazdığı makalede Amerikan yönetiminden Kürt sorununun istedikleri şekilde çözümünü sağlamak için Türkiye’nin “içişlerine müdahale edilmesini” istedi.
Henry Barkeyler son zamanlarda alevlenen federasyon ve özerklik tartışmalarının gerçek sahipleridir.
Ama Amerika’nın, bu niyetini gerçekleştirebilmesine olanak yok.
Ne ekonomik durumu, ne askeri gücü, ne de Amerikan toplumunun içinde bulunduğu ruh hali, bu mücadeleden başarıyla çıkmasına olanak veriyor.
Amerikan toplumu, bütün kapitalist toplumlar gibi büyük bir çürüme içindedir ve geleceğe ilişkin iddiasını kaybetmiştir.
Amerika kaybedecek ve Amerika’nın başarısına endekslenen bütün projeler de başarısızlığa uğrayacaktır.
Kürtleri, Türklerden ayırma projesi de bir Amerikan projesidir ve başarısı Amerika’nın başarısına bağlıdır.
SORUNUN ÇÖZÜMÜ
Amerika’nın çözümü gerçekleşmeyecek ama Türkiye, Kürt sorununda, yeniden 1920’lerin çözümüne olduğu gibi dönemez. Yani Kürtlerin varlığını ve etnik farklılıktan kaynaklanan demokratik haklarını kabul etmeyen bir zorla asimilasyon politikasını bundan sonra artık hiç kimse düşünemez.
Kürtlerin etnik farlılıktan kaynaklanan demokratik haklarının hemen hemen tamamı, bugün esas olarak gerçekleşmiş durumdadır. 1960’lardan bu yana verilen mücadelelerin sonucunda bütün bu demokratik haklar fiilen kazanılmıştır. Kazanılan hakların çok önemli bir kısmı yasal güvencelere kavuşturulmuştur.
Artık bundan sonra geriye dönülemez.
Kürtçe radyo televizyon yayını, Kürtçe öğrenim kurumlarının açılabilmesi, Kürt kültür kurumlarının serbestçe örgütlenebilmesi ve faaliyeti, Kürtçe dergi ve gazete yayını; bunlar esas olarak bugün kazanılmış haklar durumundadır.
Kürt yurttaşların istekleri göz önüne alınarak eksik kalan başka ne varsa saptanabilir ve bunlar da gerçekleştirilir.
Kritik nokta bütün bu düzenlemelerin üniter yapı içinde ve kendi inisiyatifimizle gerçekleştirmemizdir.
Özellikle 2000’li yıllarda yapılan kimi düzenlemelerin, Türkiye’nin inisiyatifi ile gerçekleştiğini söylemek mümkün değildir.
Böyle olduğu içindir ki bu düzenlemeler sonuç olarak Türk ile Kürdü birbirinden ayıran, Kürt yurttaşların bakışlarını Ankara’dan Brüksel ve Vaşhington’a çevirmelerine yol açan sonuçları olmuştur.
Üniter yapıyı koruyarak ve kendi inisiyatifimizle üreteceğimiz çözüm. İşte bu, ancak bir Devrim’le olabilir.
PROGRAM
Bir Devrim’le işbaşına gelecek Milli Hükümet çözüm programını hayata geçirebilir. Bu Programın belli başlı maddeleri şunlardır.
1. Tam bağımsızlık. AB’ne üyelik başvurusunun geri çekilmesi, NATO’dan çıkılması ve BOP gibi emperyalist dayatmalara tavır.
Antiemperyalizm ve Ortaçağ gericiliğine karşı tavır temelinde, etnik kökeni ne olursa olsun bütün yurttaşları “büyük millet” anlayışı temelinde kucaklamak.
2. Kürt yurttaşların etnik farklılıktan kaynaklanan tüm demokratik haklarının yasal güvenceye kavuşturulması.
3. Etnik temelde örgütlenmeye hayır. Batı destekli bölücülüğe karşı kararlı tavır.
4. Toprak ağalığının ve diğer feodal kalıntıların tasfiyesi. Kürt yoksullarını toprak ve özgürlükle buluşturmak.
Planlı ve halkçı kamu ekonomisiyle Bölgeler arası dengesizliği gidermek.
5. Türkiye, Suriye, Irak, İran ve Azerbaycan arasında Batı Asya Birliğini gerçekleştirmek.
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: İMRALI PROTOKOLLERİ Cuma Kas. 19, 2010 6:47 pm | |
| İmralı'dan çıkan protokoller FATİH ALTAYLI Öcalan'ın "Devletle imzaladık" dediği çifte protokol için avukatı konuştu: "Bu konuda bir uzlaşma sağlandı" 19 Kasım 2010 Cuma, 13:11:33 .Terör örgütünün hapisteki lideri Abdullah Öcalan, bir süreden beri bir “protokol” söylemi içinde. Devlet adına kendisiyle görüşen yetkililerle “bir protokol” üzerinde çalıştığını sık sık vurguluyor. Öcalan iki protokolden bahsediyor sürekli. Bunlardan biri “güvenlik” diğeri ise “siyasi” protokol. Güvenlik protokolü daha çok Öcalan’ın kendi durumu, hapishanedeki yaşantısı ve sonrasıyla ilgili. Siyasi protokol ise Kürt sorununun bundan sonra hangi aşamalardan geçerek çözüleceğini içeriyor. Geçen hafta bir gazetede, Öcalan’la bazı protokollerin imzalandığına ilişkin bir yazı yer aldı. Bunun üzerine arkadaşlarımdan, Öcalan’ın avukatlarını arayıp “protokollerin imzalanıp imzalanmadığına ilişkin” bilgi almalarını rica ettim. Zülfikar Ali Aydın, Öcalan’ın avukatlarıyla görüştü. Görüştüğümüz avukatın adı bizde saklı. Kendisi adının yayınlanmamasını rica etti. Bunun gerekçesini de “Biz bir grup avukat olarak bu görevi üstlendik. İçimizden birinin adının öne çıkmasını arkadaşlarımıza haksızlık olarak gördüğümüz için ismimizle açıklama yapmıyoruz” diye gösterdi. Öcalan’ın avukatı “protokol iddiasını” onaylıyor. Ancak “Adını protokol olarak koymak doğru mu ya da yazılı bir protokolden söz edebilir miyiz emin değilim” diyor. Avukatının verdiği bilgiye göre, Öcalan’la yapılan müzakereler sonucunda öncelikle “sorunun teknik olarak hangi çerçevede ele alınması gerektiği” konuşulmuş. Ardından “görüşmelerin nasıl ve hangi şartlarda, hangi sınırlar içinde yürütüleceği” konusunda bir prensip anlaşmasına varılmış. Avukat, “Bunlar yazılı bir metne bağlandı mı bilmiyorum. Öcalan bize güvenlik ve siyasi protokolden bahsetti ve bunların barışın garantisi olacağını söyledi. Bu konuda bir uzlaşma sağlanmıştır” diyor. Aynı avukata göre, Öcalan AKP’nin verdiği sözleri tutmamasından da şikâyet ediyor. “Anlaşılıyor, ancak verilen sözler var, bunlar yerine gelmiyor. Yeni Anayasa yapılmadan, PKK’yı tasfiye edecek girişimler, niyetler bitmeden silahsızlanma olmayacağını görüyoruz. PKK bu aşamada kesinlikle sınır dışına çıkmaz” diyor avukat. Öcalan’ın avukatı, “Yazılı hale getirilip imzalandı mı bilmiyorum” dediği protokolün maddelerini de sıralıyor.
Buna göre “yazılı veya yazısız” protokol şöyle: 1. Asker operasyon yapmayacak. PKK çatışma şartları oluşturmayacak, çatışmaya girmeyecek. 2. Yeni Anayasa’da Kürtlerin vatandaşlık hakları yeniden kapsayıcı bir dille tanımlanacak. Dil ve kültürel hakları Anayasal güvence altına alınacak. 3. Kürt sorununun çözümü için PKK-KCK ile dolaylı da olsa görüşmeler yapılacak. Silahların tasfiyesi için ortak bir görüş oluşturulacak. 4. PKK’nın yaptığı infazlar ile son 25 yılda Güneydoğu’da resmi görevlilerin terörle mücadele adı altında yaptıkları hukuksuz eylemleri araştıracak bir “Hakikatleri Araştırma Komisyonu” kurulacak. PKK bu komisyonun istediği bilgileri verecek, arşivlerini açacak. İlgili devlet görevlileri de ifade verecek. 5. Öcalan’ın cezaevi koşulları seçim sürecine kadar iyileştirilecek. (Gazete, dergi, televizyon gibi mahkûm haklarından yararlanmak ve diyalog sürecinde örgüte hâkim olabilmek için PKK ve DTP’den çözüm sürecinde yer alacak isimlerle denetimli olarak iletişim kurmasına izin verilmesi.) Seçimin ardından silahsızlanma aşamasına geçildiğinde Öcalan’ın İmralı’dan çıkarılarak ev hapsine alınmasına imkân sağlamak için kamuoyu oluşturulacak. 6. KCK operasyonlarında tutuklanan belediye başkanları ve BDP’liler, mahkeme tarafından duruşmalar sırasında tahliye edilecek. Genel af, seçim sonrasında değerlendirilecek. Seçim barajı düşürülerek özellikle Güneydoğu’da oyların Meclis’e daha fazla yansımasının önü açılacak. Öcalan’ın avukatının açıkladığı maddeler bunlar. Bu arada Diyarbakır Belediye Başkanı’nın geçtiğimiz günlerde söylediği, “Artık silahsız diyalog sürecinin başlaması gerektiği” yolundaki sözlerine Öcalan tarafından verilen “ayarı” da unutmamak gerekiyor. Öcalan, “Silahları bırakırsak hiçbir gücümüz kalmaz ve bizi ezerler. Bunu söylemek sana mı kaldı” diyerek Baydemir’i fırçaladı ve bundan sonra çıkabilecek seslerin de önünü kesti. Tüm bunlara bakıldığında önümüzdeki dönemde “beklenmedik” ve “şaşırtıcı” gelişmelerin olabileceğini söylemek mümkün.
Tedavi şart Acaba bu işi yapmasam mı? Bu paranoyak, hatta psikopatik yaklaşımlar karşısında nasıl bu işi sürdüreceğim? THY bavulumu “yine ” kaybedince, “Bilgisayarım da bavulda olduğu için yazımı yazamadım” dedim ya. Gelen e-mail’lere bakın, işimizin ne zor olduğunu anlayın. Birkaçı şöyle demiş: “Bavulunuz falan kaybolmadı. THY özelleştirilecek. Siz de satın almak istiyorsunuz THY’ yi. Şirketin değeri düşsün de ucuza kapatın diye bunları yazıyorsunuz.” Yuuuh! Bin kere memnuniyetimi de yazmışım THY’den, o zaman ne istiyordum peki. Bazıları da şöyle yazmış: “Bavulunu doğru düzgün teslim etseydin kaybolmazdı. Şöhretine güvendin. Alsana böyle oldu.” Yuhhhh! Meydana iki saat önce gitmişim. Bavulumu herkesten önce vermişim. İki bavulumdan biri gelmiş, biri kalmış. Çünkü THY önce büyük uçak için bilet satmış. Sonra uçak küçülmüş. 60 kadar yolcu dışarıda kalmış. Uçağın içinde kavgalar çıkmış. Bazı yolcular uçamamış. Uçamayan yolcuların valizleri indirilir ken benimkini de indirmişler. Ama suçlu benim. Ben bu düşüncelerdeki insanlara acil tedavi öneriyorum. Başka bir şey değil.
İzlenim Bayram öncesi birkaç gün Paris'e gittim. Yaptıklarımı bir ara anlatırım. Merak ediyorsanız tabii. Çarşamba günü dönerken uçağa yerleştik. Birden kapıdan Kemal Kılıçdaroğlu girdi. Yanında birkaç partiliyle. Herkesle selamlaştı, tokalaştı. Yerine oturdu. Biraz sohbet ettik. Yanımda eşim vardı. Benim değil ama onun izlenimi bence önemliydi. Ve Kemal Kılıçdaroğlu için şöyle bir yorum yaptı: "Ne kadar nazik." Eşim, politikacıları pek sevmez. Daha doğrusu politikacıların bulunduğu ortamlarda bulunmak istemez. Gelmez. "Ne demek nazik" dedim, "Uçağa binmiş. Millete hakaret edecek hali yoktu ya." "Onu demek istemedim" dedi ve neyi kastettiğini özetledi: "Politikacılarda benim gördüğüm bir şey var. Bir yukarıdan bakış. Bir küçümseme. Önemli adam olduğunu hal ve tavırlarıyla hissettirme. Halka yakın gibi davranıp aslında halka yukarıdan bakma. Anlatması zor. O bir tavır. Hissedilen bir şey. İlk defa bir politikacıda böyle bir tavır görmüyorum." Acaba "Kılıçdaroğlu'nda lider özelliği" yok diyenlerin bahsettiği şey de bu olmasın, diye düşündüm.
Not: Kılıçdaroğlu'nun bu tavrının çok benzeri rahmetli Bülent Ecevit'te de vardı. Cep telefonundan arayacağı zaman asla sekreterine aratmaz, doğrudan kendi arardı. Bir gün tatildeyken cepten aramış, ben denizde olduğum için telefonu eşim açmıştı. Eşim karşısında doğrudan Başba-kan'ı bulunca şaşırmış, "Çağırayım denizde" deyince Bülent Bey, "Rahatsız etmeyin, gelince beni bu numaradan arasın" demişti ve ben aradığımda telefonu kendisi açmıştı.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ ? Kendimizi adam zannetmediğimiz zaman. . | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: İŞBİRLİKÇİLERİN IRAK TARTIŞMALARI Salı Kas. 23, 2010 4:12 pm | |
| Talabani'den 'yanlış at' açıklaması hurriyet.com.tr / DIŞ HABERLER 22.11.2010 Irak lideri Celal Talabani, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından hayretle karşılanan "Türkiye seçimlerde yanlış ata oynadı" sözlerinin kendisine ait olmadığını savundu.
DHA'nın haberine göre, Irak'taki son seçimlerde kendisini desteklemediği iddiasıyla Ankara’ya sitemde bulunan Talabani, sözlerinin hem Türkiye, hem de eski Başbakan Allavi'nin El Irakiye grubu tarafından eleştirilmesi üzerine yazılı bir açıklama yaptı.
Yapılan açıklamada, Irak Cumhurbaşkanı Talabani’nin lideri olduğu Kürdistan Yurtsever Birliği’nin internet sitesinde röportajın aslı yayımlandı. Açıklamada Talabani’nin parlamento içinde yer alan veya dışında kalan hiç bir grubun ismini kullanmadığı ifade edildi.
Talabani'nin, Paris'te Sosyalist Enternasyonal'e katıldığı sırada verdiği röportajda, Irak’taki hükümet kurma sürecinde Ankara’nın Allavi’nin kurduğu koalisyonu destekleyerek, yanlış ata oynadığını söylediği bildirilmişti. Talabani'nin ayrıca, "Türkiye’nin Irak politikası yanlıştı ve başarılı da olmadı" ifadesini kullandığı belirtilmişti.
GÜL: HAYRET ETTİM
Talabani’nin bu çıkışına Cumhurbaşkanı Gül tepki göstererek, "Açıklamalarına hayret ettim. Aksine bu süreçte en samimi biz davrandık” demişti. Gül, “Kendisini desteklemediğimizi ve Cumhurbaşkanı olmasını istemediğimizi söylemiş. Nereden çıkardı bunları bilmiyorum. Ama üzüldük ve hayretle karşıladık. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra onu ilk arayan ve kutlayan yine ben oldum" diye konuşmuştu.
ERDOĞAN: HİÇBİR PARTİYE DESTEK OLMADIK
Talabani'nin açıklamalarına ilişkin bugün gazetecilerin sorularını yanıtlayan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da Türkiye'nin Irak seçimlerinde hiçbir siyasi partiye destek vermediğini belirtti.
Ankara'da Rixos Grand Otel'de, Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu ile Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'ın imzaladığı, FATİH Projesi'nin imza törenine katılan Erdoğan, "Her siyasi parti kendi gücü, kendi kabiliyeti içerisinde orada çalışmalarını yapmıştır. Fakat seçimlerden sonra bizimle bazı istişareler yapılmıştır. Bu istişareler içerisinde Sayın Talabani'nin dışında herkes gelip bizimle burada görüşmeler yapmıştır. Biz de kendilerine kanaatlerimizi, düşüncelerimizi ifade etmişizdir. Olayın aslı budur” diye konuştu.
Talabani’ye hayret ettim Metehan DEMİR 22.11.2010 Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, son seçimlerde kendisini desteklemediği iddiasıyla Ankara’ya sitemde bulunan Irak lideri Celal Talabani’nin bu çıkışına tepki gösterdi ve “Açıklamalarına hayret ettim. Aksine bu süreçte en samimi biz davrandık” dedi. Lizbon’daki NATO zirvesi dönüşü uçakta açıklamalarda bulunan Gül, Talabani’nin çıkışına bir anlam veremediklerini belirterek şunları söyledi:
İlk kutlayanım “Kendisini desteklemediğimizi ve Cumhurbaşkanı olmasını istemediğimizi söylemiş. Nereden çıkardı bunları bilmiyorum. Ama üzüldük ve hayretle karşıladık. Irak ile ilgili olumusuz hiçbir cümlemiz olmadı. Aksine Irak’ın başından beri egemenliğine önem verdik. Yaşanan demokratik süreci destekledik. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra onu ilk arayan ve kutlayan yine ben oldum. Bayramın 1.günü tebrik mesajı da gönderdim. Ankara asla dengeleri bozmadı ve oluşan süreç de Talabaninin lehine gelişti.” (Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da Irak’ta tüm taraflara eşit mesafede olduklarını belirterek, ‘Aksine Iak’ta Cumhurbaşkanının seçilebilmesi için meclis başkanının belirlenmesi gerekiyordu. Biz o zor dengeleri ayarlayıp sürecin önünün açtık” dedi.)
Herkes bizi övdü “Zirve her açıdan faydalı oldu. Her gören bizim ekonomik büyümemizi ve başarılarımızı övdü. Ben de ‘2001’de herkes dersini aldı ve ona göre davrandı’ dedim. Afganistan konusu da gündeme geldi. Orada önemli olanın kalpleri kazanmanın önemli olduğunu anlattım. Bugüne kadar 12 bin Afgan askeri eğitmişiz. Şimdi polisler de olacak. Amerikalılar oraya gittiğinde hapishane yapmış. Biz ise soğuk hava deposu yaptık. Bu nedenle konuşmalarımda bu kadar enerji para harcıyorsunuz ama bu toprakları bilmiyorsunuz. O nedenle işin içinden çıkamıyorsunuz. Aramızdaki fark bu diye söyledim.”
Ona önem veriyoruz
Cumhurbaşkanı Gül, Lizbon’da ABD Başkanı Barack Obama ile kısa görüşmesine dair şunları söyledi: “Obama ile Amerikan kongresinde aleyhimize yaşanan üstü kapalı engellemeler (Kongre’de bekleyen insansız hava aracı ve süper kobralar) hakkında konuştuk. Ankara’ya bir türlü atanmayan büyükelçi meselesini gündeme getirdim. Irak konusunda bize teşekkür etti. İran meselesinde de bizi en azından dinliyor ve anlamaya çalışıyor. Türkiye ile ilgili elinden geleni yapacağına inanıyoruz. Biz onu destekliyoruz ve onun güçlü ve başarılı olmasını istiyoruz. Sohbet sırasında ona ‘senin A Takımı’nı, adamlarını senden önce tanırım’ dedim. Obama’ya önem veriyoruz.”
Irak'taki belirsizliğin esas kazananı Kürtler Mustafa KARAKUŞ/hurriyet.com.tr 12 Kasım 2010 Irak'ta yeni hükümetin kurulmasında anahtar rol oynayan Iraklı Kürtler, Nuri El Maliki'nin başbakan olması için iki önemli taviz aldı: Kerkük'te daha fazla söz sahibi olmak ve petrol gelirini arttırmak.
Irak'ta 8 aylık bir siyasi belirsizliğin ardından yeni hükümetin kurulması için anlaşmaya varıldı. Hükümetin kurulmasında Iraklı Kürtler anahtar rol oynadı. Hatta yeni hükümet üzerine varılan anlaşmanın toplantısı Kürt lider Mesud Barzani'nin Bağdat'taki evinde yapıldı.
Irak'taki tüm siyasi grupların, cumhurbaşkanının Kürt kökenli Celal Talabani, başbakanın Şii Nuri El Maliki ve meclis başkanının Sünni olacağı konusunda anlaştığını bizzat Barzani kendisi açıkladı. Daha sonra Irakiye Bloku meclis başkanı olarak Usame El Nuceyfi'yi seçti.
Barzani, seçimlerde birinci parti olarak çıkan Irakiye Bloku'nun lideri eski başbakanlardan Iyad Allavi'nin de Stratejik Politika Konseyi Başkanlığı'na getirileceğini uluslararası haber ajanslarına yine kendisi söyledi.
KÜRTLER ABD'Yİ DİNLEMEDİ 2011 yılı sonunda Irak'tan tamamen çekilmeyi planlayan Obama yönetimi, cumhurbaşkanlığı koltuğunu Kürtlerin, Sünnilere bırakması için baskı yaptı. ABD'nin tamamen çekilme kararıyla Irak'ı İran'ın kucağına ittiğini düşünen Irak'ın kuzeyindeki Kürt yönetimi, yeni hükümetin kurulması aşamasında ABD'nin isteklerini kulak ardı etti.
Hükümet kurulması çalışmalarında önemli bir rol üstlenen Kürt milletvekili Mahmud Othman, ABD'nin çekilme kararına tepkisini şöyle dile getirmişti: "Amerika'nın artık ne söylediği bizi ilgilendirmez. ABD'nin oynayacağı role bağlı kalmam söz konusu değil. Amerika, Irak'ı İran'a teslim etti. Onların artık bir rolü ve önemi kalmadı."
MALİKİ'NİN BAŞBAKAN OLMASI İÇİN ÇALIŞTILAR Bu açıklamanın ardından Kürtler kendi aralarında birliği sağlayarak, başbakan Nuri El Maliki'nin yeniden bu göreve gelmesi için çalışmaya başladı. Kürtlerin Maliki'ye verdikleri destek karşılığında iki önemli taviz aldığı uzmanlar tarafından belirtiliyor.
• Kerkük konusunda daha fazla söz sahibi olmak • Petrol kanununda değişiklik yaptırarak ihracatını arttırmak
Nitekim Irak'ta yeni hükümetin kurulması konusunda anlaşmaya varıldığının açıklanmasının ardından enerji şirketleri memnuniyetlerini dile getirdi.
Kuzey Irak'ta önemli faaliyetleri bulunan Norveç petrol şirketi DNO, yeni hükümetin kurulmasının Kürt bölgesinde petrol ihracatı için "dönüm noktası" olduğunu belirtti.
DNO'dan yapılan açıklamada, Kürtlerin Nuri El Maliki'nin başbakan olmasını desteklemesinin bölgede petrol ihracatının daha hızlı gerçekleşmesine yardımcı olacağı vurgulandı. Irak'taki Petrol Kanunu'na göre petrol gelirleri Irak halkı tarafından eşit paylaşılır hükmü yer alıyor. Ancak Iraklı Kürtler petrol rezervlerinin büyük kısmını kendi toprakları içinde olduğunu belirterek bu konuda daha fazla pay ve söz hakkı istiyor. Bu istek kabul edilmeyince bölgede petrol ihracatı önemli ölçüde durduruldu.
KERKÜK KONUSUNDA TAVİZ ALINDI
Ortadoğu uzmanları Irak'ın kuzeyindeki Kürt yönetiminin Kerkük'ün statüsü konusunda Nuri El Maliki'den tavizler aldığını belirtiyor. Maliki'nin özellikle Kerkük çevresindeki petrol sahaları için önemli tavizler verdiği iddia ediliyor.
HÜKÜMETİ KURMA GÖREVİ MALİKİ'YE VERİLDİ
Irak Cumhurbaşkanlığı görevine ikinci kez seçilen Celal Talabani, hükümeti kurma görevini Nuri Maliki'ye verdi.
Irak Milli Meclisi'nde yapılan oylamanın ikinci turunda Cumhurbaşkanlığına yeniden seçilen Talabani, yemin ettikten sonra yaptığı konuşmada, Irak Anayasası'nın kendisine verdiği yetkiyle yeni hükümeti kurma grevini Nuri El Maliki'ye verdiğini açıkladı.
SEÇİMİ ALLAVİ'NİN IRAKİYE BLOKU KAZANMIŞTI
Irak'ta 7 Mart tarihinde yapılan seçimlerden eski başbakanlardan Iyad Allavi'nin liderliğini yaptığı Irakiye Bloku kazanmıştı. Başbakan Nuri El Maliki'nin Şii İttifakı ise mecliste ikinci güç olmuştu. Ancak Irak'ta siyasi gerginlik sonucu 8 ay hükümet kurulamadı.
Kürtler, Şii İttifakı ve Irakiye Bloku önceki gece bir araya gelerek yeni hükümet konusunda anlaştı. Anlaşmaya göre cumhurbaşkanı Kürt kökenli Celal Talabani, başbakan Şii Nuri El Maliki ve meclis başkanı da bir Sünni oldu.
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ATEŞKES SONA MI ERDİ? Salı Kas. 23, 2010 4:12 pm | |
| İsmail Küçükkaya ismail.kucukkaya@aksam.com.tr 'Türkiye ile stratejik ortağız' Kuzey Irak siyasetinin en etkili ismi Neçirvan Barzani'den çarpıcı tanımlama: Paris'te bir otel lobisi... Bayramın üçüncü günü. Uzak bir köşede belli belirsiz bir hareketlenme... Korumalar görüyorum, dikkat çekmemeye ve 'önemli kişiye' belli bir mesafede durmaya çalışıyorlar. Adam tek başına kahvaltı yapıyor. Sonra gazetelerini okuyor. Nöbetleşe görev yapan korumaların çoğu Batılı, Ortadoğulu da var. Gözüm orada, bakıyorum tanıdık bir sima: Neçirvan Barzani... Kuzey Irak siyasetinin en etkili isimlerinden, belki de birincisi. Erbil hükümetinde, o çalkantılı dönem boyunca yedi yıl başbakanlık yaptı. Kendisiyle dört beş yıl kadar önce Erbil'de tanışmıştım. Şu anda KDP'nin genel başkan yardımcısı. Batılı ülkelerle temaslar ağırlıklı olarak ondadır. Türkiye dosyası ise tamamen Neçirvan Barzani'nin elinde. Çoğunu kamuoyu bilmez, Ankara'yı sık sık ziyarete gelir, devletle de hükümetle de görüşür. Yanına gittim, bayramını kutladım, önce biraz tedirgin oldu, korumalarına baktı, onlar hemen yanımıza geldiler, kendimi tanıttım, bir dakika kadar sonra yanlarından ayrıldım. Yaklaşık 10 dakika geçti, son derece kibar yardımcısı Amir Bey beni buldu ve 'Beyefendi size bir kahve ikram etmekten memnuniyet duyacaklar' dedi. Saat ayarlamaya çalıştık, fakat ben Türkiye'ye dönecektim, 'kısa bir istişare' yaptılar, sonrasında 'buyurun, şu anda sizi bekliyor' dediler. TALABANİ'DEN FARKLI DÜŞÜNÜYOR Barzani'nin yanına gittim, oturduk ve sohbete başladık. Önce biraz bayramı, bayramları konuştuk, sonra siyaseti, Ortadoğu dengelerini, Türkiye-Irak ilişkilerini, PKK sorununu ve Kürt açılımını... Dünyadaki gelişmeleri çok yakından takip ettiği her sözünden belli oluyordu. Akıllı ve kültürlü bir isim, Neçirvan Barzani. 'Bir gazeteci olarak, Türkiye'de sizin hem hükümet hem devlet katında ayrı bir yeriniz olduğunu biliyorum' diye söze başladım. Öyledir, deyim yerindeyse 'Ankara'da akredite bir isimdir'. Çok kısa süre önce Başkent'e gelmiş ve Başbakan Erdoğan'la iki saatlik bir görüşme yapmıştı. O zirveyle ilgili kulislere yansıyan hava olumluydu. Sözü hemen Irak'taki yeni hükümete getirdim. Yabancı ajanslarda ABD'nin Talabani'yi yeni dönemde devlet başkanı olarak görmek istemediğini okumuştuk. Talabani de 'Ankara beni istemedi, yanlış ata oynadı' diye sitem etmişti. Nitekim dün Gül'ün 'Talabani'nin neden öyle konuştuğunu anlamıyorum' sözleri gazetelere yansıdı. Neçirvan Barzani, Talabani'nin yakınmasını biliyordu, yorumu 'içeriden bir isim olarak' çok farklıydı. Aynen aktarıyorum: 'Milliyet'teki röportajı okudum, ben farklı düşünüyorum. Türkiye hükümet kurma çalışmalarında yapıcı ve pozitif bir rol oynadı.' Sonra yeni hükümetteki, üst düzey pozisyonlardaki Türkiye'ye yakın bazı isimlerden söz etti ve 'Ankara'nın katkısıyla seçildiler, aksi halde olmazdı' dedi. Barzani'nin ardından çok daha kapsayıcı şöyle bir değerlendirmede bulundu: 'Türkiye olmadan, Ankara katkı vermeden Irak'ta gelişme yaşanmaz.' Peki yeni hükümetteki İran etkisi? Barzani önemsemiyor, abartılı buluyor. 'İlgili bütün aktörlerin az ya da çok etkisi var. Ama son kararı Irak verdi. Bu, mevcut şartlarda bulunabilecek en iyi seçenekti, sorun yok' diyor. 'KÜRT SORUNU DEĞİL, PKK SORUNU' Barzani, Batılı literatürü kullanarak, derinlemesine jeostratejik analizler yaptı ve 'Türkiye ile Irak Kürtlerinin stratejik ortak olduğunu' söyledi. İlginç bir tanımlama. Aklım Washington'a gitti, 2005'e... O dönemin Başkanı Bush, Erdoğan'la görüşmesinden sonra 'Türkiye ile ABD stratejik ortaktır' demişti. Şimdi aynı nitelemeyi Barzani'den bu kez Türkiye-Irak, daha doğrusu Türkiye-Kuzey Irak bağlamında işitiyordum. Barzani, stratejik ortaklığın zeminini de gayet kapsamlı biçimde oluşturuyordu: 'Irak zengin bir ülke. Bizde, sizde olmayan bir zenginlik var: Gaz ve petrol. Siz de bizim dünyaya açılacak kapımızsınız. İki tarafın birbirinden alabilecekleri var. Herkes kazanır. Türkiye olmadan hiçbir şey olmaz. Ekonomik bütünleşmeyi sağlamalıyız. Hava olumlu, Başbakan Erdoğan'la geçen ay iki saatlik çok yapıcı bir görüşme gerçekleştirdik.' Barzani'nin açıklamalarındaki bir nüans dikkat çekiciydi. Üstüne basa basa 'Kürt sorunu değil, PKK sorunu' diyordu. 'Evet' dedi 'Bu PKK sorunu.' 'SİLAHLARI BIRAKIP TÜRKİYE'YE DÖNMEYE İKNA ETMEK İSTİYORUZ' O halde çözüm ne? 'Biz Türkiye'nin açılım politikasını destekliyoruz. Bölge barışı için önemli. Askeri çözüm olmuyor, işte olmadı. Konu AKP konusu da değil, devletiniz de böyle düşünüyor. Barışçıl bir çözüm peşindeler bunu görüyoruz. Tek çözüm var diyalog. İşlerin kolay olmadığını biliyoruz. Taleplere bakıyoruz, Türkiye Cumhuriyeti'nde anayasayı değiştirmek kolay olabilir mi?' Neçirvan Barzani'ye 'Katkı verin, terör sorunu çözülsün, Türkiye'nin sizden beklentileri var' diyerek neler yapabileceklerini soruyorum: 'Biz, PKK'lıları silahları bırakmaya ikna etmek ve Türkiye'ye dönmelerini sağlamak durumundayız. Bunu istiyoruz. Şartların oluşması gerek, çabalar var. Bizim için (Irak'ta) federalizm en iyi çözüm. Bölünme değil. Kürt, Şii, Sünni, Arap, Türk hepsinin sistemde kalması... Türkiye stratejik ortaklığımız gereği hem Sünni Araplara hem Kürtlere yakın olabilir.' Burada araya girdim, 'aynı anda mı?' diye sordum Hiç tereddüt etmeden 'aynı anda' diye yanıt verdi. AVRUPA STRATEJİK DÜŞÜNÜYOR, ABD TEREDDÜTLÜ Sohbetin sonlarına yaklaşıyorduk. Bir ara yanımıza Barzani'nin küçük oğlu geldi, çok sevimli bir çocuk. 'Baban seni Disneyland'e götürdü mü?' diye sordum, 'not yet' (henüz değil) dedi. 'Son iki sorum var' diyerek 'Türkiye'nin geleceğini nasıl görüyorsunuz, bir bölünme olasılığı söz konusu olabilir mi?' dedim, hiç duraksamadan 'Söz konusu bile olmaz' yanıtını verdi. Sonra 'Siz büyük resme bakıyorsunuz, peki ABD ve Avrupa'nın Ortadoğu'ya, Türkiye ve Irak'a bakışını nasıl yorumluyorsunuz?' diyerek son soru hakkımı kullandım. Yanıtı şöyle oldu: 'ABD tereddüt içinde. Washington, çok taraflı siyaset uygulamaya çalışıyor. (detaya girdi ama onları geçiyorum i.k.) Avrupa ise stratejik yaklaşıyor. Onlar esnek. Enerji güvenliği açısından bakıyorlar. Biz de üç-dört yılımızı bölgenin enerji güvenliğine ayırdık. Baktık, Avrupa için Rusya ve İran var, güvenilir kaynaklar değil. Geriye biz kalıyoruz. Türkiye üzerinden Avrupa'ya gaz ve petrol ihracatı çok stratejik önem taşıyor.' İsmail KÜÇÜKKAYA/PARİS | |
| | | | ATEŞKES SONA MI ERDİ? | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|