[img]
http://www.timeturk.com/images/news/060820101541264847045.jpg[/img][size=18]
[color:1211=yellow]
Müslümanların buraya girişi yasak!
[/color]
İsmi Raymond Earl Knaeable olan, 29 yaşında bir Amerikan vatandaşı. Knaeble 2006 yılından beri Kuveyt’e ITT Sistem için çalışıyordu. 2008 yılında Müslüman oldu ve İslam dini hakkında yanlış anlaşılmaları düzeltmek için bir web sitesi kurdu… Bir sınava girmek niyetiyle ABD’ye uçtu. Ve o dakikada havaalanına girişten men edildi. İlginçler zinciriyle dolu bu hikâye, aslında Arap ve İslam dünyasıyla yakın bağları olan eski masal ülkesi bütün Amerikan vatandaşları nasıl bir risk altında olduğunu göstermesi bakımında da çok önemli bir örnek.
[/size]
[size=24][color:1211=orange]
Amerikan Adalet Sisteminin Kaderi
[/color]
[/size]
Lavrence Davidson*[size=18]
28 Haziran 2010 tarihinde CNN.com’da önemli ve trajik bir hikâye yazılıydı. Bu hikâyenin başlığı şöyleydi: “Amerikan ordusu emektarları Kolombiya’da, ‘kötü tuzaklardan uzakta oldukları’ hissi içindeler.”
İsmi Raymond Earl Knaeable olan, 29 yaşında bir Amerikan vatandaşının hikâyesi bu. Knaeble 2006 yılından beri Kuveyt’de, ITT Sistem için çalışıyordu. 2008 yılında Müslüman oldu ve İngilizce konuşanlar arasında din hakkında yanlış anlaşılmaları düzeltmek için bir web sitesi kurdu. İslam’ın barışçıl bir din olduğunu ortaya çıkarmak için çalışıyordu. Son zamanlarda Kuveyt’den Bogot’a, Kolombiya’ya, kendi nişanına katılmak için gitti. Daha sonra, Katar’da bir ITT işine başlamak için, fiziksel bir sınava girmek niyetiyle ABD’ye uçtu. Ve o dakikada havaalanına girişten men edildi. İlginçler zinciri işte tam burada başladı. Knaeble’ye teklif edilen iş geri çekildi ve sonunda kuruşsuz ve köşeye sıkışmış bir durumda Kolombiya’da kalakaldı. Yetkililere neden bu muameleye maruz kaldığını sorduğunda kimse ona bir cevap vermedi. Ama açıktı ki; FBI onun ismini uçağa binmekten men edilenler listesine eklemişti. Bu şekilde o, Kafka’nın ‘Mahkame’sinde ki Josef K.’nın durumuna düşmüştü.
Bu trajedi, Amerikan Adalet sistemi hakkında birçok soru işaretine yol açıyor. Bizim bürokrasimizin uygun adım marş emirleri, özelliklede FBI ve 2010 yılında bir Amerikan vatandaşı olmanın değerinin ne olduğu noktasında. 11 Eylül saldırılarından beri bizim adalet standartlarımızda bir erozyon oluyor. Aslında hakikaten milli hükümetin kendi anayasal kurallarını ihlal ettiği konusunda çok şüphe var. Nitekim hükümetin savı şu; Amerikan vatandaşlarını ve sakinlerini, bir sebep göstermeksizin ‘yasal’ bir mahkeme kararıyla tutuklu tutulabilir. Bu keyfi kararlar avukat-müvekkil ilişkilerindeki hakların sonu olma durumunda. Bu adam kaçırma ve işkence etme hadisesi ABD’yi, dünya çapında terörist operasyonlar yürüten süper güç konumuna düşürüyor. İddiaya göre, bu son pratik askıya alınmış durumda.
Diğerleriyle birlikte böyle politikaların uygulanması, kongrenin ‘uygun adım’ emriyle birlikte, yürürlükte olan hükümetin “hukuki yaptırımlarını” ve “ istihbarat” servislerini dönüştürdü. Bu gizli hukuksuzlukları onaylamak, bu tip bürokrasilerin doğasında var.
Bu biraz kafa karıştırıcı olabilir. Ama gerçek şu ki; böyle gizli servislerin iki değişik kural listesi vardır ve bunlar tam olarak birbirine uyumlu değildir. Bunlardan birisi bürokratlar ve acenteler tarafından uygulanan ve desteklenen kurallardır. Bu kurallar acentelerin (gizli servisler) ve sıradan insanların hareketleriyle alakalıdır. İkincisi ise bürokrasinin kendi kültürünü oluşturan gelenekler bütünüdür.
Bunlar, yılların uygulamalarıyla şekillenmiştir ve beklide gizli servislerin görevlerini etkili bir şekilde yerine getirebilmeleri için yasal olmayan uygulamalara cevaz verebilir. Bu iki farklı kurallar bütünü arasında çekişme vardır ama normal şartlarda hukuk üstün gelmelidir. Üstün gelemediği zaman soruşturma başlatılır ve skandal olur. Bunun sonucu olarak insanlar genelde işlerini kaybederler. Ancak ‘11 Eylül’den sonra, CIA ve FBI gibi gizli servislerin gayrı hukuki faaliyetlerine karşı kasti bir göz yumma var gibi gözüküyor. Hükümet sessiz kalmayı seçmekte ve böylece görevin yerine getirilmesinin önüne hukukun engel olarak çıkmasını önlemektedir. Bush’un Adalet Bakanlığı bu kokuşmuş uygulamaya başladı ve Obama yönetimi de bu örneği devem ettiriyor.
Bunun sonucu olarak sorumuzu sarabiliriz: Mevcut durum altında bir Amerikan vatandaşı olmanın değeri nedir? Raymond Earl Knaeble için bunun cevabı, bunu çok az değeri olması ya da hiçbir değerinin olmamasıdır. Aslında başka herhangi bir ülkenin vatandaşı olması onun için çok daha iyi olacaktı. Ve o bu durumda olan tek kişi değil; Arap ve İslam dünyasıyla yakın bağları olan bütün Amerikan vatandaşları risk altında. Bu insanlar bizim toplumumuzun üyeleri ve mütemadiyen bağnaz kişiler tarafından rahatsız ediliyorlar. Ve görünen o ki; hukuksuzluk içinde olanlar arasında yerel Şerif ofislerinden Göçmen Bakanlığına, FBI’den Dışişleri Bakanlığına birçok kurum var. Durum öyle bir kötü hal aldı ki; Amerikan-İslami İlişkiler Konseyi bir uyarı yayınlayarak, ülke dışına seyahat edecek olan Müslüman ABD vatandaşlarının sürgün edilme riski olduğunu bildirdi. Ve bir uyarı daha; eğer bir Amerikan vatandaşı İsrail-Filistin’e seyahat eder ve işgal altındaki toprakları ziyareti esnasında İsrail askerleri tarafından rahatsız edilirse, kendi ülkelerinin yetkililerinden hiçbir yardım göremeyeceklerdir.
John Locke (1632-1704) tarafından yayınlanan hükümetin Sosyal Anlaşma teorisine göre, hükümet kendi vatandaşlarının haklarını garanti altına almıştır. Buna karşılık olarak da vatandaşlar, bu garanti devam ettiği müddetçe hükümetlerini desteklemek, vergilerini ödemek ve ülkeye sadık olmak gibi yükümlülüklerle mükelleflerdir. O günden sonra bu hakların garantisi hususu genişletilerek anayasal bir güvenceye kavuşturuldu. Bu haklar hala dünyanın dört bir tarafında takdir ediliyor. Son olarak John, eğer hükümet kendi kanunlarına uymazsa ne olacağı konusunda çok netti bir tablo ortaya koydu. Bana 11 Eylül’den beri Amerikan hükümetinin bir kısmı hukukun dışında hareket ediyormuş gibi görünüyor.
Şimdi yazıya ilk başladığımız örnek olan Knaeble ile bitirelim. O yanlışlıkla bu muameleye maruz kalan birisi değildi. “Vatansız bir adam” (A Man Without a Country) filmindeki karakter gibi ABD’ye lanet okuyan ve halkının kötülüğünü isteyen birisi değildi o. Kesinlikle değildi. O hukuksuz Amerikan gizli servislerinin kurbanıydı. “ABD’ye yönelebilecek muhtemel tehlikeleri defetme” görevini yerine getirmek için kurban edilen bir çoklarından birisiydi. Tek açıklaması bu. Bizlere bürokratlar bizim bilmediğimiz şeyi bildikşlerini söylediklerinde buna inanmamız isteniyor. Böylece hayatlarımızı hiç ceza almadan mahvedebilsinler. Açıkçası şu ki, birisi FIA’e, KGB gibi hareket edebileceğini söylemiş.
Bulunduğumuz nokta bu ve bu çok ciddi bir problem. Demokratik hükümetler, kendi hukuklarının düşmanı gibi çalıştırmamalılar. Ama çok korktukları zaman, imkansız olan bir mükemmel güvenlik için hukuğu kurban ediyorlar. Eski meclis üyeleri, yanlarında anayasa kitapçığı ile dolaşırlardı. Merak ediyorum bugün onların mirasçılarından kaç tanesi bu anayasayı okudu. Hadi ümit edelimde eskiler bu anayasayı kendileriyle birlikte mezara götürmüş olmasın.
[/size]
Lavrence Davidson: Pensilvanya’da West Chester Üniversitesin’de Ortadoğu tarihçisidir ve yayınlanmış bir çok kitap ve makalesi vardır.
Bu makale Turgut Alp Boyraz tarafından tercüme edilmiştir.