AKINCILAR AKINCILAR FORUM |
|
| FÜZE KALKANI: NATO'DAN ÇIKMAK HAYAT MESELESİ | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: FÜZE KALKANI: NATO'DAN ÇIKMAK HAYAT MESELESİ Cuma Ekim 15, 2010 10:33 pm | |
| Konunun ilk mesajı :
15 Ekim 2010
İşçi Partisi Genel Başkan Vekili Mehmet Bedri Gültekin:
Füze Kalkanı projesi, Türkiye’nin, Amerikan çıkarları adına ateşe sürülmesidir!
AKP Hükümeti, geçtiğimiz yıllarda Çek Cumhuriyeti ve Polonya’nın reddettiği Amerikanın füze kalkanının, Türkiye’ye yerleştirilmesini kabul etmeye hazırlanıyor.
Sormak gerekiyor: Türkiye’nin hangi komşusu ile sorunu vardır ki, füze kalkanına ihtiyaç duysun?
Türkiye’nin Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi ve Ermenistan hariç hiçbir komşusu ile en ufak bir sorunu yoktur.
Yunanistan NATO üyesi, Rum kesimi, üye olmaya çalıştığımız AB üyesidir.
Ermenistan ise “stratejik müttefikimizin” ve Avrupa’nın koruması altındadır. Dolayısı ile Füze sisteminin bu ülkelere karşı konuşlandırılması söz konusu değildir.
Diğer komşularımız, Rusya, İran, Irak, Suriye ve Bulgaristan ile ise en ufak bir sorunumuz yoktur.
O halde neden komşularımızın güvenliği için tehdit oluşturabilecek bu sistemler, Türkiye’ye yerleştirilmek istenmektedir?
TÜRKİYE’NİN DEĞİL, AMERİKA’NIN ÇIKARI
Çünkü Amerika Bölgemizde tam on yıldır bir saldırı savaşı yürütmektedir. Irak ve Afganistan’ı işgal etmiştir.
İran’a yönelik kuşatma ve saldırı hazırlıkları herkesin malumudur.
İsrail saldırganlığına verdiği destekten dolayı bütün Arap Dünyasını karşısına almıştır.
Batı Asya’nın enerji rezervleri konusunda Çin, Rusya ve Hindistan gibi Asya’nın büyük devletleri ile rekabet halindedir.
İşte bütün bunlardan dolayı Türkiye değil ama Amerika; bütün bir Asya kıtası ile husumet halindedir. Saldırgan politikasını güçlendirecek ve yürütülmesini kolaylaştıracak yeni araçlara ihtiyacı vardır.
Kısacası Amerika kendi çıkarı için Türkiye’yi ateşe sürmektedir. Hiçbir sorunumuzun bulunmadığı, tam tersine gelişen ilişkilere ve geniş işbirliğine sahip olduğumuz komşularımız ile Türkiye karşı karşıya getirilmektedir.
AKP HALKI ALDATIYOR
Türkiye, Amerika’nın jandarması değildir. Türk milleti Amerikan çıkarları için ateşe atılamaz.
Varlığını ve geleceğini Amerika’nın desteğine bağlamış olan AKP Hükümeti, şimdi bu projeyi Türk milletine kabul ettirmenin yolunu aramaktadır.
AKP yetkilileri, bu sistemin İran ve Suriye’ye karşı olmadığının açıklanması durumunda Türkiye’ye kurulabileceğini söylemektedirler.
Çocuk mu kandırmaktadırlar? Peki İran’a karşı değil de kime karşı kurulmaktadır? Hangi tehdide karşı kurulmaktadır?
Amerika’nın saldırganlığına karşı mazlum ülkelerin vatanlarını savunması Türkiye için tehdit olamaz!
TÜRKİYE NATO’DAN ÇIKMALIDIR!
Gene AKP yetkilileri, “projenin NATO savunma sistemi dahilinde olması halinde kabul edilebileceğini” söylemektedirler.
Güvenliğimiz ile ilgili her gelişme ile birlikte bir kez daha kanıtlanmıştır ki, NATO; Türkiye’nin savunması ve güvenliği açısından bir şemsiye değil, tam tersine bugün Türkiye’nin toprak bütünlüğüne ve iç barışına yönelik tehdidin üzerindeki şemsiyedir.
Ege ve Kıbrıs’tan Türkiye’ye yönelik tehditler NATO koruması altındadır.
Ülke bütünlüğüne yönelik ayrılıkçı terör Batı dünyasının himayesinde sürdürülmektedir. Abdullah Öcalan, NATO’dan, Kürt sorununa müdahil olmasını istemektedir.
Füze kalkanı ile ilgili gelişmeler de göstermiştir ki, NATO’dan çıkmak Türkiye için artık bir varlık sorunu haline gelmiştir.
BÜTÜN PARTİLERİ GÖREVE ÇAĞIRIYORUZ!
Meclis’te temsil edilen bütün Partileri CHP, MHP, DSP ve BDP’yi göreve çağırıyoruz.
Emperyalist ABD’nin Batı Asya’nın enerji kaynaklarına sahip olmak için yürüttüğü saldırgan politika karşısında sessiz kalınamaz.
Amerikan çıkarları uğruna Türkiye’nin dost ve kardeş ülkelerle çatışmalar içine sürüklenmesi planlarına karşı direnmek bir vatanseverlik görevidir.
AKP milletvekillerine sesleniyoruz! Füze Kalkanı projesine “Evet” demek ağır bir tarihi sorumluluktur. Bunun hesabını hiç kimseye veremezsiniz! Sizin göreviniz Amerika’yı değil, Türkiye’yi düşünmektir!
Bütün milletimize sesleniyoruz. Türkiye’ye büyük bir tuzak kurulmaktadır. Çöküşe gitmekte olan ABD emperyalizmi, kendisiyle birlikte Türkiye’yi de uçurumdan aşağı atmak istemektedir.
İşçi Partisi olarak bütün milletimizi, bütün yurtseverleri Türkiye’nin dört bir yanında bu meşum plana karşı sesini yükseltmeye; Vatanımızı ve geleceğimizi savunmaya çağırıyoruz.
En son AZYA tarafından C.tesi Ekim 16, 2010 11:08 am tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: FÜZE KALKANI: NATO'DAN ÇIKMAK HAYAT MESELESİ Salı Kas. 23, 2010 4:25 pm | |
| Her şeyin altında bit yeniği ararken AKP'yi bir türlü görmek istemeyenlere soralım, bu anlaşmanın suçlusu da mı derin devlet, pradigma, sistem, TSK vs vs...
AKP'nin bu yaptığına da anti-emperyalizm atfedecekler elbette çıkacaktır.
Kimi namuslular da, doğru olanı yaptı, olması gereken Türkiye'nin Batı Blokunda yerini almaasıydı diyecektir.
Cumhuriyet gazetesi gibi işbirlikçi Kemalistler ise, Türkiye'nin İran olmasının önüne geçildi, yaşasın laiklik, Batıcılık naraları atabilirler ve AKP'nin burnu sürtüldüğü için zevkten dört köşe olabilirler.
AKP'ye kanan kimilerinin aklını başına getirmesi bakımından değerlendirebileceğimiz gibi, -ki içeride asıl faydası bu olur- bunun yanında asıl olarak kaybedilmiş bir davadır. Asıl zafer, AKP'ye, bu imzayı attırmamak olurdu. Tabi bu durumda da, AKP'nin anti-emperyalist olduğunu iddia edenler, AKP'nin politkalarında keramet arayanlar, ortalığı birbirine katardı. Hoş şimdi de katıyorlar ya. Medya onların ellerinde. Biz, baştan beri AKP'nin ne mal olduğunu söleyerek, üzerimize düşeni yapmaya çalıştık, insani mesuliyet ve memuriyeti ifa. Bu noktadan sonra, her şerde bir hayır vardır diyerek, meseelenin ısrarla üzerine gitmeye devam edeceğiz elbet. Daha bunun meclis oylaması olacak, ülkeye yabancı asker konuşlanması, meclisten geçmeden, hükümetin ağzından çıkan lafla olmaz. Milletvekillerine propaganda saldırısı başlatmak lazım. Bu dünyada ve öte dünyada bu işin hesabını veremeyeceklerini anlatmak lazım. malum, geçen 1 Mart tezkeresi, rüyalara giren büyüklerin ihtarına uymak zorunda kalan vekillerin oylarıyla kabul edilmemişti. RTE, "tezkereye hayır, bana hayır!" demesine mukabil, tezkere geçmemişti. Savaş devam ediyor.
Diğer yandan, AKP'liler, utanmadan, işbirlikçiliğine, satılmışlığa, müslüman kanı dökmeye, Türk dış politikasında hükümeti destekleyin diye propaganda yapmaktalar. | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: FÜZE KALKANI: NATO'DAN ÇIKMAK HAYAT MESELESİ Salı Kas. 23, 2010 4:55 pm | |
| İşte, yediklerini, "muzdu, hıyardı" diye tevil edenlerden biri daha: Ahmet TAŞGETİREN 23 Kasım 2010 Salı Ahmet TAŞGETİREN atasgetiren@bugun.com.tr Arkadaşınızın mail adresi: Gâvurun kalkanı mı, yoksa ne? Şu sözler Saadet lideri Erbakan'a ait: "Gâvurun füze kalkanından bize hayır gelmez. Müslüman ülkelerin kendi kalkanlarını kendileri kurmaları gerekir." Bunlar, NATO'da varılan çözüme en cepheden itiraz. Tabii, bu açıdan bakıldığında, Türkiye'nin başarı olarak nitelediği uzlaşma da Saadet nezdinde başarı olarak kabul edilmemiş oluyor. Füze kalkanı bu haliyle "Gâvurun füze kalkanı", bize lazım olan ise "Müslüman ülkelerin oluşturacağı kalkan." Acaba bu yoruma, dün aynı mecrada yol almış olan ve bugün, cumhurbaşkanı, başbakan, dışişleri bakanı olarak reel-politik'i inşa eden ve alınan sonucu başarı olarak niteleyen kadrolar ne der? Belki şunu der: - Acaba Türkiye'de bir Saadet iktidarı olsaydı, son NATO görüşmesinde, ucu NATO'dan çıkmaya varan bir tercihi uygulamaya koyar mıydı? - Acaba "Gâvurun kalkanı"na mukabil bir "Müslüman kalkanı" oluşturabilmek için Türkiye harekete geçer miydi ve böyle bir oluşum başarıya ulaşır mıydı? Yani Müslümanlar şu anda böyle bir kalkan oluşturma iradesine sahip miydi? Ben, AK Parti'nin oluşum sürecinde, diğer alanlar yanında, bir de Refahyol'a ilişkin dış politika özeleştirisi yapıldığını düşündüm hep. Bu noktada, Erbakan Hoca'nın "meydan okuyucu" dış politika eğilimi yerine, öncelikle Amerika, AB gerçekliğini gören ve bu gerçeklikler içinde Türkiye'ye yol açmayı hedefleyen bir politika benimsendiğini sanıyorum. Bunu AK Parti beyin kadrosu, bir boyun eğme olarak görmediler. Diplomasi ile sahip olunan güç arasındaki ihmal edilmez alakadan yola çıkarak, bir yandan içeride ve dışarıda güçlenmeyi, o ölçüde de zaman içinde bağımsız politikalara yönelmeyi arzuladılar. Aslında, diplomasi ile güç arasında mutlak bir alaka bulunduğunu düşünmeyecek bir dış politika mimarisi olamaz. Ben, Erbakan Hoca'nın da fiili görev üstlenme durumunda, güç ile diplomasi arasındaki ilişkiyi ihmal edeceğini sanmıyorum. Burada AK Parti diplomasisine yöneltilecek en güçlü eleştiri, hiç şüphesiz, sağlıklı bir reel-politik değerlendirmesi yapıp yapmadıklarıdır. Denebilir ki: Kendi gücünüzü ve o güce ilave edilecek İslam gücünü az gördünüz, buna karşılık ABD'yi, AB'yi çok güçlü gördünüz, oradan gelen tehditlere boyun eğdiniz. Acaba böyle mi olmaktadır? Ben, Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun, Batı'nın hesaplarına ilişkin hiçbir değerlendirme yapmadıklarını, NATO'nun yeni konsepti belirlenirken, Batı'daki İslamofobi'nin etkisinden kaygılanmadıklarını, İslam coğrafyasına ilişkin hiçbir duyarlılık sergilemediklerini aklıma getirmem. "Türkiye'nin stratejik derinliği" üzerindeki hassasiyet ve 8 yıldır bu yönde atılan adımları berhava etmek anlamına gelecek bir NATO misyonuna "Evet" demelerini beklemek, akla ziyan olur. Erbakan Hoca demiş ki: "İran'a karşı füze kalkanına bizden korktukları için evet diyemiyorlar." İyi ya işte, ülkede iktidar-muhalefet ilişkisi de böyle olur. Muhalefet iktidarı korkutur veya iktidar muhalefetten korkmayı bir diplomasi malzemesi haline getirir ve ülkenin menfaatleri korunmuş olur. Şu kesin: AK Parti iktidarı, Batı'ya endeksli bir dış politika uygulamıyor. "Eksen kayması" tartışmaları bu yüzden çıkıyor. Ama Batı ile cepheleşen bir dış politikayı da tercih etmiyor. Burada hükümete yönelecek eleştiriden önce "Türkiye Batı ile cepheleşen bir dış politikanın yükünü taşıyabilir mi, bunu sürdürebilir mi?" sorusuna cevap vermek gerekiyor. Benim gördüğüm, Türkiye'nin "Vazgeçilemezliği"ni sonuna kadar kullanan bir diplomasi uyguladığıdır. Burada dışarıdan bakıldığında "Şunu da elde edebilirdiniz" demek mümkündür. Ama sonuçta, devreye sokabileceğiniz imkânı işin içinde bulunanların daha iyi bildiği de muhakkak. Tahlillerimizi yaparız, eleştirilerimizi dile getiririz, yapılmasını gerekli gördüğümüz şeyleri net olarak ortaya koyarız, bunların hepsi önemlidir, hepsi işi fiilen yürütenlerin diplomatik gücüne güç katar ama son reel-politik değerlendirmeyi fiilen işi yürütenler yaparlar. Ben şu andaki iktidarın, Batı'nın hesapları konusunda duyarlı olduklarını, Türkiye'nin stratejik derinliğinin farkında olduklarını, Türkiye'nin Ortadoğu ile ilişkisinin Batı'dan çok farklı olduğunu bildiklerini, gündemde "tarihin normalleşmesi" gibi bir mesele bulunduğunu, bu normalleşme hadisesinin en hayati alanının İslam coğrafyası olduğunu gördüklerini düşünüyorum. NATO'nun Lizbon toplantısı, evet önemlidir ama tarihin normalleşmesi denen süreç, daha birçok etkenin devreye girmesi ile gerçekleşecektir. Devreye girecek etkenler arasında ise İslam dünyasının normalleşmesi en başta gelmektedir. Refahyol iktidarının en önemli stratejik hamlesi olan D-8'in hayatiyet kazanması için bile, bu etkenin normalleşmesinin gerekli olduğu, zaman içindeki gelişmelerle görülmüştür. | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: FÜZE KALKANI: NATO'DAN ÇIKMAK HAYAT MESELESİ Salı Kas. 23, 2010 5:11 pm | |
| Türkiye bu 'çarkı' okuyamadı Başbakan Erdoğan'ın NATO Balistik Füze Savunma Sistemi'ne ilişkin söylemi 8 gün içinde değişti fakat medya bu değişime ilgi göstermedi.
Cumhuriyet
Ankara Büro- Eğitimde Fatih Projesi İş Birliği Protokolü’nün dünkü imza törenine katılan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, NATO Balistik Füze Savunma Sistemi’nin komutasının kimde olacağına ilişkin bir soru üzerine “Bunlar bundan sonra yapılacak olan birleşimlerde, bir araya gelmelerde o zaman tespit edilecek. Şu anda tabii komuta şu ülkededir diye belirlenmiş bir şey söz konusu değil. Fakat biz tabii buranın komuta sisteminin tamamıyla NATO’da olması gerektiğini söyledik ve bunu savunduk. Bundan sonraki gelişmelere göre de tavrımız, ülkemizle alakalı bir konuda gelişmeler hangi noktaya gelecek, bunu şu anda bilemediğimiz için bir şey söylemek erken olur. Ama komutanın kesinlikle NATO’da olması gereğini ifade ettik” demişti.
Oysa yine Erdoğan, 15 Kasım’da Bangladeş ziyareti dönüşü ****** Havaalanı Devlet Konukevi’nde yaptığı basın toplantısında “Özellikle topraklarımızın genelinde böyle bir şey düşünülüyorsa zaten kesinlikle bu bize verilmeli, aksi takdirde böyle bir şeyin kabulü mümkün değil” diye konuşmuştu. Erdoğan’ın bu sözleri, Anadolu Ajansı’nın 15 Kasım’da abonelerine geçtiği haberde de aynen yer almıştı.
Ancak Başbakan Erdoğan’ın söyleminde 8 gün içerisinde gerçekleşen bu değişim nedense medyada ilgi görmedi. Cumhuriyet, Erdoğan’ın açıklamalarını “Başbakan’dan füze çarkı” başlığıyla okurlarına ulaştırırken, diğer gazetelerin “Füze sisteminin komutası NATO’da olmalı”, “Nato komuta etsin”, “Erdoğan: Komutanın kimde olacağı belli değil”, “Füzede komuta NATO’da olacak” gibi başlıklar kullanması dikkat çekti. Böylece Başbakan Erdoğan’ın söylemindeki çelişki milyonlarca kişinin gözünden kaçmış oldu.
23 Kasım 2010
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: FÜZE KALKANI: NATO'DAN ÇIKMAK HAYAT MESELESİ Salı Kas. 23, 2010 5:13 pm | |
| Bahçeli'den hükümete NATO tepkisi MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, NATO Lizbon Zirvesi kararlarının Türkiye için tatmin edici olmaktan çok uzak olduğunu belirterek, "Ortada ne bir başarı diye sunulacak gelişme ne de zafer diye yutturulacak diplomatik netice vardır. Biz olmasaydık, NATO toplantısı on dakikada biterdi sözlerinin hiçbir anlamı ve değeri yoktur" diye konuştu.
ANKA
Ankara- MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 9 günlük Kurban Bayramı tatilinin ardından partisinin Meclis grup toplantısında gündemdeki konuları değerlendirdi. Kurban Bayramı tatilinde yaşanan trafik kazalarına ve bilançosuna dikkat çeken Bahçeli, "Duble yol yapmakla övünen AKP iktidarını, kazaların nedenleri ve önleyici tedbirlerin bir an önce alınması üstüne düşünmeye, özellikle şehir içi trafiğindeki artan yoğunluğun hafifletilmesi amacıyla lazım gelen girişimleri başlatması için gecikmeksizin harekete geçmeye davet ediyorum" dedi. Bahçeli bayram tatili süresince meydana gelen kazalarda yaşamını yitirenlerin ailelerine de başsağlığı diledi.
Bahçeli, yarın kutlanacak olan Öğretmenler Günü'nü hatırlatarak, milli kimliğin oluşmasında, tarih şuurunun özümsenmesinde, millet bilincinin anlaşılmasında ve yerleşmesinde öğretmenlerin önemli bir işlevi olduğunu söyledi. Eğitim sisteminin AKP hükümeti döneminde yapboz tahtasına dönüştürüldüğünü ifade eden Bahçeli, öğretmenlerin elinden tutulması, layık oldukları ekonomik ve sosyal seviyeye taşınmalarının vaktinin geldiğini kaydetti. Bahçeli öğretmenlere yönelik önerilerini ise "ek ders ücretlerinin yükseltilmesi ve tatillerde de verilmesi, yıpranma tazminatı almaları, eğitim ve öğretim tazminatının yükseltilmesi, taban aylığının artırılması, büyükşehirlerde lojman imkanı sağlanması, sözleşmeli öğretmenlerin sorunlarının çözülmesi ve aday öğretmenlerin atanmasıyla ilgili engellerin ortadan kaldırılması" olarak sıraladı.
AKP'nin 8 yılı
Bahçeli, grup toplantısında, 18 Kasım'da AKP'nin iktidarının 8'nci yılını doldurduğunu hatırlattı. AKP'nin demokrasinin imkanları sayesinde elde ettiği hükümet etme görevini layıkıyla yerine getiremediğini, döneminde yozlaşma, yoksulluk ve yolsuzluğun genel geçer kural haline geldiğini ifade eden Bahçeli, "AKP'yle geçen yıllar milletimizi yormuş, hırpalamış, bunaltmış ve umutsuzluğa sevk etmiştir" dedi. Türkiye'nin AKP'yle birlikte çivisinin çıktığını, adi suçlarda artış yaşandığını da vurguladı. Bahçeli şöyle konuştu: "AKP'yle birlikte Cumhuriyetimizin temelleri sarsılmış, milli kabullerimizle hesaplaşmak isteyen çevreler iştahlanmıştır. Hıyanet saklandığı mahzenden başını çıkartmış, fitne belini doğrultmuş, Türk'e düşmen çevreler AKP'nin sönmeye yüz tutmuş ampulünün altında bir araya gelmişlerdir. Milli devlet yapımız AKP'yle birlikte arkadan hançer üstüne hançer yemiş, bölücü mihraklar kolları sıvayarak hain taleplerini birer birer kendilerine çanak tutan bu iktidarın önüne koymuşlardır. AKP ülkemizi soymak ve milletimizin kardeşliğini sakatlamak için tek başına iktidar olmak istemiştir. Türk'ü etnik yapı mertebesine indirmek için iş başına gelmesi istenmiştir. Bu uğursuz yolda da kararlılıkla devam etmektedir. Bağımsızlığımızı, egemenliğimizi Brüksel'e devretmek için tek başına olması gerekmiştir. Eşkiyayı ovaya indirmesi, Kandil'le mutabakat sağlaması, İmralı canavarının affedilmesi için iş başında olması gerekmiştir. Bu siparişlerin gereğini yapmak kaydıyla kendisini destekleyen küresel çevreleri hiç yanıltmamıştır."
"PKK açılımının kurdelesinin kesilmesi, peşmerge reislerinin kabul görmesi ve bin yıllık kardeşliğin tarumar edilmesi" için AKP'nin iş başında olmasının istendiğini de savunan Bahçeli, "MHP olarak milli kaygıları olan AKP'ye oy vermiş kardeşlerimizi ve diğer partilere destek vermiş vatanseverleri de yanımıza alıp tam bir güç birliği yaparak ihanete asla geçit vermeyeceğiz" dedi.
Gül'e tepki
Bahçeli konuşmasının son bölümünde ise NATO Lizbon Zirvesi'ni değerlendirdi. NATO toplantısından sonra sanki Türkiye'nin tezlerinin belirleyici olduğu gibi yanlış ve aldatıcı bilgiler verilmesinin talihsizlik olduğunu ifade eden Bahçeli Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Lizbon'a giderken yaptığı açıklamaları da değerlendirdi. Gül'ün, NATO-AB ilişkileri bağlamındaki bir soruya 'kendisinin NATO toplantısına gittiği, AB zirvesine gitmediği' karşılığını verdiğini hatırlatan Bahçeli Gül'ün 19 Kasım 2002 tarihindeki NATO Parlamenter Asamblesi 48'nci Genel Kurul kapanış konuşmasını hatırlattı. Bahçeli, "Sayın Gül o tarihte NATO ve AB'nin rollerini birbirlerini tamamlayacak şekilde oluşturmaları ve işbirliği ruhuyla hareket etmeleri halinde endişe etmeye gerek olmadığını vurgulamıştır. NATO ile AB'nin kaderini adeta örtüştüren bu yaklaşımlardan sonra bugün daha farklı bir noktada bulunulması dış politikadaki sapmaların, kırılmaların ve teşhis hatalarının bir kanıtı olmuştur" dedi.
Başbakan Erdoğan'ın NATO toplantısına katılmamasını eleştiren Bahçeli, şöyle konuştu: "Zımnen de olsa bugün AKP hükümeti füze savunma sistemini gerektiren potansiyel tehdit kaynağının İran olduğunu kabul etmiş, ancak bu ismin kamuoyuna açıklanacak metinlerde açıkça zikredilmemesini isteyerek görüntüyü kurtarmaya çalışmıştır. Türk milletinin aklı ve idrakiyle alay edercesine 'hiçbir komşumuzu tehdit ve hedef tanımlaması içinde göremeyiz' diyen Başbakan'a sormak isterim ki; siyasi hesaplarla kendinizin gitmeye cesaret edemediği Lizbon zirvesinde Cumhurbaşkanı tarafından onay verilen füze savunma sistemi İran'a karşı değilse hangi potansiyel tehdit kaynağı ülkeye karşıdır? Tehdit kaynağı İran değilse Senegal midir, Küba mıdır, yoksa Rusya mıdır? İran değilse hedef Afganistan mıdır, Hindistan mıdır? Gerçekler gün gibi ortadadır. Füze kalkanının kurulacağı ülke Türkiye olarak belirlenmiş adeta başta AB olmak üzere NATO üyesi ülkelerin güvenliğini sağlamak için bütün riskler üstlenilmiştir."
NATO Savunma sistemlerinde komuta-kontrol sorumluluğunun münferit ülkelere değil NATO askeri karargahına ait olduğunun bilinen bir gerçek olduğunu ifade eden Bahçeli, "Ortada ne bir başarı diye sunulacak gelişme ne de zafer diye yutturulacak diplomatik netice vardır. Biz olmasaydık NATO toplantısı on dakikada biterdi sözlerinin de hiçbir anlamı ve değeri yoktur. Sürekli sahte diklenmelerle, hamasi sözlerle iş politikaya dönük mesaj veren AKP iktidarı, NATO toplantısında ağzına bir parmak bal sürülerek geri gönderilmiştir" diye konuştu.
23 Kasım 2010
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: FÜZE KALKANI: NATO'DAN ÇIKMAK HAYAT MESELESİ Salı Kas. 23, 2010 5:20 pm | |
| 'Türkiye'nin kalkana katılmayı neden kabul ettiği incelenmeli' İran Press TV tarafından yayımlanan bir yorumda ilgili İranlı kuruluşların, Türkiye'nin füze kalkanı planına katılmayı neden kabul ettiğini incelemeleri gerektiği belirtirken, "Ankara'nın, İran'ın adını (NATO'nun) tehditler listesinden kaldırarak otomatik olarak Tahran'a yönelik tehditleri yok edeceğine gerçekten inanıp inanmadığı sorgulanmalıdır" ifadeleri kullanıldı.
ANKA
Tahran- NATO Zirvesi'nde füze kalkan sisteminin onaylanması ve Türkiye'nin bu konudaki tavrı İran medyasında da tartışılıyor. İran Press TV tarafından yayımlanan bir yorumda ilgili İranlı kuruluşların, Türkiye'nin füze kalkanı planına katılmayı neden kabul ettiğini incelemeleri gerektiği belirtilerek, "Ankara'nın, İran'ın adını (NATO'nun) tehditler listesinden kaldırarak otomatik olarak Tahran'a yönelik tehditleri yok edeceğine gerçekten inanıp inanmadığı sorgulanmalıdır" denildi. Press TV'nin yer verdiği yorumda Türkiye'nin kalkan sistemi için seçilmesinin, Ankara'nın İran ve Ortadoğu ülkeleriyle bağlarını önemli ölçüde geliştirdiği bir döneme rastlandığı belirtildi.
'Ankara önce kesinlikle reddetti ancak sonra razı oldu'
"Başka bir deyime, Türkiye, Ortadoğu'daki rolünü İran ile daha iyi ilişkilerin yoluyla yoğunlaştırdı" denilen yorumda Ankara'nın önce kalkan önerisini "kesin bir biçimde reddettiği" ancak daha sonra "AB hırsı" olan Türkiye'nin, "Batı'nın artan baskılarının karşısında razı olduğunu ve tutumunu denkleştirmeye çalıştığı" öne sürüldü.
Press TV, Rusya ile NATO arasında varılan anlaşmanın da "İran'a karşı önemli bir NATO tehdidi" oluşturduğunu savunduktan sonra ilgili İranlı kuruluşların yeni planlar ve NATO stratejilerinin İran'ın güvenliğini nasıl riske atabileceğini incelemeleri gerektiğini belirtti. Yorumda şöyle devam edildi: "Ancak, yapmaları gereken başka bir şey de, Türkiye'nin savunma kalkan planına katılmayı neden kabul ettiğini incelemektir. Ankara'nın, İran'ın adını, (NATO'nun) tehditler listesinden kaldırarak otomatik olarak Tahran'a yönelik tehditleri yok edeceğine gerçekten inanıp inanmadığını sorgulamalıdır."
Yoruma son verilirken de "İran için bir ABD, İsrail ve NATO tehdidi tek ve aynıdır ve Tahran bunlar konusunda uykusuz kalmayacak. Ancak bu, ABD tarafından hazırlanan İran karşıtı komploların görmezlikten gelineceği de demek değil" sözleri de kullanıldı.
23 Kasım 2010
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: FÜZE KALKANI: NATO'DAN ÇIKMAK HAYAT MESELESİ Salı Kas. 23, 2010 9:26 pm | |
| Rifat SERDAROĞLU - İzmir - 23 Kasım 2010 Salı
--------------------------------------------------------------------------------
Yıldız savaşları/Füze kime batacak?
Son yıllarda Füze Kalkanı olarak da ifade edilen, Uluslararası Füze Savunma Sistemi, esas itibariyle 1980’li yıllarda başlayan ve Yıldız Savaşları adı ile bilinen bir ABD projesidir.
Tehdidin karşılanmasındaki ana strateji, Soğuk Savaş döneminde de olduğu gibi, tehlikeyi Amerika kıtasından uzakta önlemektir. Strateji 3 safhalı bir sistemi öngörmektedir. Birinci safha; Sistemin, tehdidin geleceği(İRAN) ülkeye en yakın dost ülkeye(TÜRKİYE) kurulmasıdır. İkinci safha; Sistemin ikinci ayağının Avrupa’da kurulmasıdır. Üçüncü safha; Sistemin Alaska ve Kolorado’da konuşlandırılmasıdır. Bu sistemin ilk ayağının Türkiye’de kurulmak istenmesinin öncelikli ve önemli sebebi İsrail’in olası bir İran füze saldırısına karşı korunmasıdır. İran’ın elindeki “Şahap 3” füzelerinin menzili 2000-2500 km’dir. Bu füzelerin Türkiye ve İsrail dışında herhangi bir NATO ülkesine ulaşması mümkün değildir.
Bölgemizdeki çatışma olasılıkları içinde en yüksek ihtimalli olanı, İran İle İsrail arasındaki bir çatışmadır. İsrail’in evvelce Suriye ve Irak’ta yaptığı gibi, İran’da nükleer silah üretebileceğinden kuşkulandığı tesisleri imha etmesi ihtimali yüksektir. İran böyle bir durumda Şahap-3 füzelerini kullanarak İsrail’i vuracaktır. İsrail’in füze kalkanı, kendi başına böyle bir saldırıyı karşılayacak kapasiteye sahip değildir. Hafızalarımızı yoklarsak; ABD’nin Irak’ı işgali sırasında, Türkiye’ye Irak’tan yapılabilecek füze saldırısını engellemek için Patriot füzelerini, bir Nato Ülkesinin vetosu sebebiyle alamamıştık. Bugün benzeri bir durum meydana gelse, biz kendimizi savunmak için Nato’dan Patriot füzelerini geçici olarak dahi alamayacağız, ama başka ülkeleri savunmak için icabında kendi ülkemizin hedef haline geleceği projeyi onaylayacağız. Bizden istenen de budur. Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın ifadelerinden anladığımız kadarıyla, Hükümet bu ön izni çoktan vermiş bile…
İnsanın sinirlerini hoplatan, asabını bozan konular şudur; *Türkiye için, insanlarımız ve geleceğimiz için bu kadar önemli bir konuda AKP Hükümeti niçin Türk Milletini bilgilendirmez? Haydi işin gizliliği var diyelim, TBMM’deki muhalefet parti liderlerine niçin bilgi vermez? *Türkiye, kendi topraklarında kurulacak bu sistemin kullanılmasını istemezse, bunu engelleme olanağı bulacak mı? *Bu sistemin kullanılmasına karar vermek, işin doğası gereği sadece “bir anlık” meseledir. Bu sistem Türkiye’nin bilgisi dışında kullanıldığı zaman, gerek İran ile, gerekse diğer Müslüman ülkelerle ilişkilerimiz ne olacak ve o zaman yanımızda hangi ülkeler olacak? Başbakan Erdoğan’ın çok önemli dış politika konularında, düşünmeden söz vermesini, sonra vazgeçmesini defalarca yaşadık. Bu acemice davranışlar Türkiye’ye büyük maliyetler olarak geri dönüyor. Başbakan’ın umurunda değil. O, mahalle kabadayısı ağzıyla en ciddi dış politika konularını bile iç politika malzemesi yapmaya, kendi tabanına mesaj vermeye devam ediyor. Başbakan’ın şahsında yıpranan ve güven kaybeden Türkiye olmuş, kimin umurunda? Başbakan’ın Dış Politikada yaptığı şu zikzaklar onun, uluslararası platformlarda güvenilirliğini nasıl zedelediğini, Cumhurbaşkanı Gül’ü ne kadar zor durumda bıraktığını çok açık anlatıyor; *Meşhur 1.Mart tezkeresini TBMM’den kolaylıkla geçireceğini, bunun için yeterli çoğunluğa sahip olduğunu ve bu konuya “bitti” gözüyle bakmasını ABD Başkanına söyleyen kişi AKP Genel Başkanı Erdoğan idi. O tarihte Başbakan Abdullah Gül idi. Verilen söz tutulamadı. O günden bu yana Kürtçü-Bölücü hareket ABD’nin denetiminde organize şekilde adım adım ilerliyor. Nereye varacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz… *İsveç Parlamentosu Ermeni Soykırım iddialarını onayladı. Başbakan Erdoğan, tepki olarak Büyükelçiyi geri çekti. İsveç geri adım atmadı. Büyükelçi paşa paşa 19 gün sonra İsveç’e geri döndü… *İsrail’e defalarca “Terörist Devlet” yakıştırması yapıldı. Karşılık olarak Büyükelçimizi alçak koltuğa oturtup hakaret ettiler, Mavi Marmara konusunda 9 vatandaşımız öldürüldü. Bizzat Başbakan “İsrail özür dileyecek-tazminat ödeyecek” dedi. İsrail, Mavi Marmara gemisi baskınına katılan komandolarına madalya verdi, özür de dilemedi. Türkiye Dışişleri Bakanı, İsrailli Bakanla otel odasında buluştu… *ABD’de kabul edilen Ermeni tasarısına kızdı, “daha da Amerika’ya gitmem” dedi, gel dediler 6 gün sonra gitti… *NATO Genel Sekreterliğine aday olan Rasmussen’e, karikatür krizi sebebiyle kızdı ve 3 Nisan’da, “Bu kişiye oy vermeyeceğiz” dedi, ertesi gün “Obama kefil oldu” dedi ve oy verdi… *Son olarak, “kumanda bizde olmazsa, füze kalkanına onay vermem” dedi, olanı sizler görüyorsunuz. Füzelerin kumandası Nato’da yani Amerika’da, televizyon kumandası bizim elimizde!...
Türkiye’nin NATO üyesi olması, NATO’nun her dediğini yapması demek değildir. Türkiye, hem imza koyduğu uluslararası belgelerin gereğini yerine getirecek, hem de kendi menfaatlerini mutlaka koruyacaktır. Bunun için asırlar boyu, Türk Milleti olarak yaşadığımız olaylar sonucunda sahip olduğumuz devlet tecrübesinin hafızası olan “Dışişleri Bürokrasi’sine” güvenmemiz ve danışmamız gerekmektedir. En önemlisi, dik durmasını bilecek ve verdiği sözleri tutacak bir “Milli Hükümete” ihtiyacımız vardır. Hatırlayacaksınız, başımıza bazı NATO Ülkeleri tarafından bela edilen PKK Terörüne karşı, NATO desteği istediğimizde, destek yerine hava almıştık…
Sonuç olarak; Türkiye’den istenenler şunlardır; *Türkiye’nin cennet yaylalarına, “Manyetik Savunma Silahı” olan bu sistem kurulacak, insanlarımız tabiat örtümüz, hayvanlarımız ve geleceğimiz hem manyetik serpinti, hem de bu silahların kullanılması sırasında nükleer serpinti altında kalacak, ama biz bu sistemin kullanılması sırasında, o sistemi kullanan ilk el olmayacağız. O füzeler ne zaman, nerede, hangi şartlarda patlar bilemem ama, eğer Başbakan Erdoğan bu şarlatanlığa izin verirse Haziran 2011’de yapılacak genel seçimde, AKP öyle bir patlar ki, en ufak parçasını Yüce Divanda toplarsınız… Şimdi anladınız mı, “sıcak para” baskısı ve plansız borçlanma bir ülkenin yöneticilerine neler yaptırabiliyormuş!... Not: Ulemadan Üfürükçü Hoca’dan mesaj var; “Ey AKP’ye her seçimde destek olan cümle cemaat, tarikat, tekke, zaviye, cübbeli- cübbesiz, göbeğine kadar sakallı-sakalsız ulemalar ve Okyanus ötesinin neferleri hepinize müjdeler olsun. Bundan böyle kimse İsrail’e füze ile saldıramayacak. AKP Hükümetinin verdiği onayla yapılacak füze kalkanının yanına “AKP Kalkanı” yapılacak ve hepiniz İsrail’i koruyacaksınız. Haydi gazanız mübarek olsun!...”
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: FÜZE KALKANI: NATO'DAN ÇIKMAK HAYAT MESELESİ Salı Kas. 23, 2010 10:14 pm | |
| 23 Kasım 2010 Cüneyt ÜLSEVER culsever@hurriyet.com.tr Tahran’a pirince giderken Lizbon’da... 19-20 Kasım’da Lizbon’da dananın kuyruğunun kopacağını, konu hemen hemen Türkiye’de kimsenin dikkatini çekmez iken, daha 20 Ekim 2010’da gündeme getirdim. Yine aynı konuda 26 Ekim 2010’da yazdığım yazıda Ahmet Davutoğlu’nun: “Biz çevremizdeki hiçbir komşumuzdan bir tehdit algılaması içinde değiliz. NATO’ya dönük de bir tehdit algılaması veya tehdit oluşturduğu kanaatinde değiliz” sözlerinin anlamsızlığını vurguladım. Ahmet Davutoğlu’nun balonunun 19-20 Kasım’da söneceğini o tarihte ilan ettim. “Mesele Türkiye’nin kendi durumunu veya Ahmet Davutoğlu’nun NATO’ya yönelik tehdit algılamasını nasıl kavradığı değil, bizzat NATO’nun nasıl kavradığıdır. Üstelik, Davutoğlu’nun görüşüne Suudi Arabistan, Mısır, Körfez ülkeleri gibi Ortadoğu ülkeleri de katılmıyor.” (Hürriyet-26 Ekim 2010) 9 Kasım 2010 tarihli yine “Lizbon” ile ilgili yazımda Türkiye’nin ne kadar kulp bulursa bulsun füze kalkanına “Evet” diyeceğini ilan ettim. Ücretini de biçtim: “Bırakın Ortadoğu’nun sokaklarındaki algılamayı, (AKP) kendi muhafazakâr tabanında bile ‘Hıristiyanlarla bir olup, daha da ötesi Siyonist İsrail’i korumak için Müslüman dostlarına karşı geliştirilen şer cephesine katılmış’ olarak algılanacak!” (Hürriyet-9 Kasım 2010) 7 Kasım 2010’da konu ile ilgili olarak CHP’yi uyardım. (3 gün sürecek dizi yazımda sıra CHP’ye de gelecek.) * * * 19-20 Kasım tarihlerinde Lizbon’da yapılan NATO toplantısında benimsenen ve reel politikaya (pragmatik algılamaya) dayanan “Yeni Stratejik Konsept” Ahmet Davutoğlu’un ideolojik politikaya dayalı “Stratejik Derinlik” konseptini çöpe atmıştır. Türkiye’nin sadece ülke adı benimsenmemesi talebi “Zaten kediye kedi denir” şiarı ile kabul görmüş, Türkiye’nin diğer talepleri ya gündeme alınmamış ya da ileriye ötelenmiştir. Zaten, bu taleplerde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ısrarlı olmamıştır. (The Wall Street Journal-19 Kasım 2010) * * * Ama yine de yandaş gazeteciler şöyle yazabildiler: “Günlerdir uluslararası düzeyde basına yansıyan çalkantılardan sonra belki inanması zor ama görünen o ki, Türkiye NATO’da hemen hemen istediği her şeyi elde etti, bir Türkiye-NATO krizi yaşanmadı ve yaşanması bir yana NATO’nun Amerika’nın ardından en etkili üyesi olarak Lizbon’da öne çıktı.” (Cengiz Çandar-Radikal-21 Kasım 2010) Majestelerinin gazetecisinin yukarıdaki sözleri ve bizzat Majestelerinin “Biz olmasak toplantı 10 dakikada biterdi!” açıklamaları Batı’da diplomatları, diplomasi alay etmelerine engel olsa da, gülümseten açıklamalar olmuştur. Toplantının en çok dikkati çeken ülkeleri muhakkak ki Rusya ve Afganistan’dır. Biz “mızıkçılık” etmeyince sırtımız sıvazlanarak gönlümüz alınmıştır. Herhalde Cengiz Çandar her sırtı sıvazlandığında kendisini çok etkili zannediyor. * * * Kim ne derse desin, alınan “Türkiye’ye füze kalkanı yerleştirme” kararı: 1) İran’a karşıdır. 2) Korunulması planlanan ilk ülke evvel emirde İsrail’dir. Nitekim İran hemen sert tepkisini koydu: “İran Savunma Bakanı General Ahmed Vahidi, NATO’nun İslam’ın yayılmasını ve yükselmesini önlemek ve İran’ın İslam Devrimi’nin etkinliğini kontrol etmek için bir askeri kuşak oluşturmaya çalıştığını ama başarısız olduğunu söyledi. ‘NATO’nun Irak ve Afganistan’daki saldırılarının asıl amacı İslam’ın yayılmasını ve İslam Devrimi’nin etkisini önlemektir’ diyen Vahidi, 10 yıllık işgalin ardından ellerinde Irak’ta ölen 1.5 milyon insan ile Afganistan’da ölen 1 milyon insandan başka bir şey olmadığını belirtti.” (Hürriyet-Web-22 Kasım 2010) Yarın: Yol ayrımına nasıl gelindi? | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: FÜZE KALKANI: NATO'DAN ÇIKMAK HAYAT MESELESİ Salı Kas. 23, 2010 10:20 pm | |
| İhanetin çapını görmek bakımından, [quote]Eskişehir ve İzmir’deki NATO karargahları kaldırılacaktı, şimdi aksine daha da genişletilecek.[/quote] 23 Kasım 2010 Mehmet Ali BİRAND mabirand@e-kolay.net Ankara, uçurumun kenarında durdu NATO'nun Lizbon doruğunda, Washington’un önerdiği Füze Projesi'ni, her istediği kabul edilmemesine rağmen onaylayan Türkiye, ABD ile ilişkilerinde kırılma noktasının ucundan döndü, zaman kazandı. Ancak, tehlike henüz tamamen geçmiş değil. Daha müzakeresi yapılacak birçok sorun var. Bu anlaşmanın Türkiye’ye ne getirip ne götürdüğünü, Ankara’nın neden ve nelere itiraz ettiğini biliyor musunuz? Bugüne kadarki yaklaşımını sürdürdüğü, verdiği sözlerden caydığı taktirde, Ankara’yı neler bekliyor biliyor musunuz? Geçen hafta Washington’daydım ve nabız tuttum. Karşılaştığım manzara çok karanlıktı. Bu hafta size, Washington’da kaynayan AKP kazanını anlatacağım. Türk kamuoyu pek farkına varmadı, ancak ABD ve NATO ile ilişkiler açısından, Ankara geçen hafta sonu Lizbon doruğunda, isteklerinin tümü kabul edilmemesine rağmen, tutumunu değiştirmesi sayesinde, kelimenin tam anlamıyla, uçurumun kenarında durdu. Önceki yaklaşımını sürdürseydi, uçuruma düşmesi işten bile değildi. Bu sonucu, başta Gül’ün ısrarı ve Erdoğan’ın onayı sağladı. Ancak yine de her şey bitmiş değil. Ak Parti iktidarı, önümüzdeki çalışma döneminde itirazlarını tekrarlarsa, yine kıyametlerin kopacağını bilmemizde yarar var. Ankara’nın ortaya attığı itirazlar ve genel tutumu, Washington ve diğer bazı NATO başkentlerinde ipleri öylesine germişti ki, NATO tarihinin en önemli doruğu olarak nitelenen bu toplantıdaki olası bir Türk vetosu, Türk-ABD ilişkilerinde büyük bir kriz başlatabilecekti. Ankara, durmasını bildi. Bu tutumuyla -şimdilik - şu pratik sonuçları elde etti: - Türk-Amerikan ilişkileri, şimdiye kadar görülmemiş bir krizden kurtarıldı. İlişkilerdeki gerilimin patlama noktasına gelmesi ertelendi. - ABD Kongresi'ndeki olumsuz havanın artması engellenmiş, hatta Türkiye’nin beklediği büyük silah alım paketinin onaylanması ümidi dahi doğdu. - Türkiye’nin elindeki füze sistemleri de, NATO şemsiyesi altına sokulabilecek. - Eskişehir ve İzmir’deki NATO karargahları kaldırılacaktı, şimdi aksine daha da genişletilecek. * * * GÜNEYDOĞU DIŞARIDA KALACAKTI... NATO projesi, üye ülkeleri olası bir Balistik (Atmosfere çıkıp, uzun menzile giderek hedefini vurabilen füze cinsi) ve kısa-orta-uzun menzilli füze saldırılarına karşı korumayı amaçlıyor. NATO ülkelerini vurabilecek -düşman olarak nitelenen- 30 ülke ve terör örgütü sayılıyor. Bu sistem şöyle işleyecek: Belirli yerlere radarlar yerleştirilecek. Olası bir saldırı durumunda, bu radarlar füzeyi gördüğü anda, Akdeniz başta olmak üzere, NATO gemilerinde konumlandırılmış anti- balistik füzelere komut verecek ve düşman füze havadayken patlatılıp etkisizleştirilecek. TÜRKİYE'NİN SORUNU VARDI... Türkiye açısından en önemli sorun, sistemin, ülkenin topraklarının tümünü kapsayamamasıydı. Nedeni de, Güneydoğu'ya yerleştirilecek radarın, teknik nedenlerle, bölgenin tümünü güvence altına alamaması. Güneydoğu bölgesinin bir bölümünün koruma dışı kalması. Oysa, İran ve Suriye başta olmak üzere, dünya da 30 ülkede kısa-orta menzilli füze var. İşte bunlara karşı korunma için ABD, haritadaki (yaklaşık olarak) çizgili bölgeye, Patriot ve THAAD füzeleri yerleştirecek. * * * TÜRKİYE’NİN İTİRAZLARI TEPKİ ALDI, ANCAK ... Türkiye, bu projeyi birkaç açıdan rahatsızlıkla karşıladı. Uzun süre direndi, birçok sakınca ortaya koydu. Washington’da ve NATO çevrelerinde tüyleri diken diken eden ve “bardağı taşıracak son damla” diye nitelendirilen bir tutum takındı. Bunun bir bölümü iç politika, diğer bölümü de haklı bazı kaygılardan kaynaklandı. GÜL İTİRAZI KALDIRDI... - Türkiye’nin bu sisteme itirazının bir bölümü iç politika kaynaklıydı. Seçim arifesinde, muhalefetin Ak Parti‘yi “Sözünde duramayan, İran-Suriye ve Rusya’ ya güvenceler verip, bölgenin lideri, efelenmesi gösterip, ardından ABD’ye boyun eğen iktidar” diye suçlamasından çekinildiği için ayak süründü. Seçim sonrasına bırakılması tercih edilirken, işin Lizbon’da bağlanması rahatsızlık yarattı. Bu projeye diğer bir itiraz da, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’ndan kaynaklandı. Sisteme Türkiye’nin katılmasının, bölgede kurulmaya çalışılan dengeleri bozacağını söyleyen ve konuya ideolojik yaklaştığı izlenimini veren Dışişleri Bakanı’nın itirazları büyük ölçüde, Cumhurbaşkanı Gül’ün ısrarı sayesinde aşılabildi. YİNE İRAN'I KOLLUYOR... - Türkiye, bu sistem onlara karşı yapılmış olmasına rağmen, özel ilişkiler geliştirdiği İran veya Suriye’nin açıkça adlarıyla anılmamasını istedi. Bu konuda ısrarı hem Washington da, hem de diğer NATO başkentlerinde, Türkiye’nin yine ABD’nin baş düşmanı sayılan İran’ı kolladığı eleştirileriyle karşılandı ve büyük alerji yarattı, ancak sonunda, bu itiraz da kabul edildi. GÜNEYDOĞU’YA FÜZE... - En önemli ve haklı gerekçelere bağlanan, diğer iki itirazdan biri, projenin Türk topraklarının tümünü kapsamaması ve Güneydoğu’nun bir bölümünün korunma dışında kalmasıydı. Bu konuda da Ankara, Güneydoğu’ya Patriot ve Thaad füzeleri konularak tatmin edildi. DÜĞMEDE PARMAĞIN OLAMAZ... - Türkiye, füzeleri harekete geçirecek olan düğmede parmağının bulunmasını istiyor. Bu isteğimiz, NATO kararlarında herkesin parmağı bulunduğu dolayısıyla ayrıcalıklı bir muamele yapılamayacağı yanıtıyla reddedildi. RİSK ALIYORUM PARA VERMEM... - Sonuncu sorun, projenin maliyeti konusunda çıktı. Ankara, büyük harcamalar gerektirecek olan bu sistemle risk aldığını, zira radarın hedef olacağını, ayrıca bu sistemin bölgeyi kapsaması için konacak olan ek Patriot ve Thaad füzeleriyle ilgili faturanın da ekleneceğini belirterek, harcanacak paranın büyük bölümünün ABD tarafından karşılanmasını istiyor. Bu konuda henüz kesin bir sonuç alınmadı. İlerde bir çözüm bulunabileceği belirtiliyor. YARIN ABD’DE, ERDOĞAN VE DAVUTOĞLU KAZANI KAYNIYOR Washington’da çalmadığım kapı, konuşmadığım ilgili kalmadı. Kapalı kapılar arkasında değil, artık kapıyı açıp bağırarak söylenen sözleri duydukça içim kabardı. 40 yıldır ABD-Türkiye ilişkilerini izlerim, 1974’deki ambargo dönemi dahil, böyle şeyler duymadım. “Kırk katır mı, kırk satır mı” örneğindeki gibi, her binada farklı kazanlar kaynatılıyor. Hele birkaçı var ki, gelecek açısından son derece kaygı vericiydi. İlişkiler böyle giderse, herkese çok ağır faturalar çıkacak gibi görünüyor. Bakın, Türkiye için kim ne diyor? | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: FÜZE KALKANI: NATO'DAN ÇIKMAK HAYAT MESELESİ Çarş. Kas. 24, 2010 10:15 am | |
| İnsanlığın önündeki en büyük tehdit: NATO!.
Yusuf Kaplan 22 Kasm 2010 NATO`nun kuruluşu da, varoluşu ve varlığını sürdürüş gerekçeleri de, geleceği de sorunludur ve tartışmaya açıktır.
Yani NATO`nun esaslı bir meşrûiyet problemi vardır. Bugün tartışılması gereken asıl yakıcı sorun, NATO`nun varlığı ve meşrûiyeti olması gerekirken, NATO`nun dünyanın geleceğinin şekillendirilmesinde nasıl kilit rol oynayabileceği konuşulabilmektedir. Hele de Türkiye gibi özellikle de yakın dönemde ilkeli bir dış politika izleyen, uluslararası ilişkiler terminolojisine modern tarihte -belki de- ilk kez güvenilirlik, erdem, vicdan, ahlâk gibi kadîm metafizik kavramları girdiren bir ülkenin son Lizbon toplantısında takındığı tavırla, her bakımdan köklü, sorgulanması gereken bir kimlik krizi yaşayan ve meşrûiyeti tartışmaya açılması gereken NATO`nun meşrûlaşmasına yaptığı katkının hiç de küçümsenecek bir katkı olduğu sanılmasın.
NATO`nun varlık nedeninin neden tartışmalı ve meşrûiyet sorunuyla malul olduğu meselesi hakkında -nedendir bilinmez- pek üzerinde durulmayan bir iki temel meseleye dikkat çekmek gerekiyor.
Öncelikli olarak, NATO`nun kurulmasında İngilizlerin pek bilinmeyen bir rolleri vardır: NATO`nun "beyni" ya da "gizli el"i, dün de İngilizlerdi; bugün de İngilizlerdir. NATO`nun giriştiği her operasyonun gerisinde Amerikalıları lojistik, diplomatik, stratejik ve tabiî askerî olarak destekleyen, kışkırtan aktör hep İngiltere olagelmiştir: Son çeyrek asırda, Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu`da (yani Osmanlı coğrafyasında) Amerika`nın NATO üzerinden gerçekleştirdiği operasyonların -çoğunlukla gerçek olmadığı daha sonra ortaya çıkan- gerekçelerinin üretilmesinde ve NATO operasyonlarının meşrûlaştırılmasında hep İngilizler belirleyici roller oynadılar ve nüfûz alanlarını -çaktırmadan- alabildiğine genişlettiler.
Unutmayalım: Amerikalılara NATO`yu kurdurtan ve ABD`yi Avrupa`ya müdahale etmeye kışkırtan kişi Churchill`dir. Churchill, Amerikalılara, "eğer Avrupa`ya müdahale etmezseniz, biz Avrupa`da birbirimizi yiyeceğiz, , siz de dünya gücü olma fırsatını kaybetmiş olacaksınız" diyerek NATO`nun kurulmasına ve ABD`nin Avrupa (gerçekte Osmanlı) coğrafyasına yerleşmesinde belirleyici rol oynadı.
Buradan da anlaşılabileceği gibi, NATO`nun kuruluşunun görünüşteki gerekçesi, iki paylaşım savaşıyla birlikte harab-u tûrâb olan Avrupa`nın -Anglo-Amerikan hegemonik çatısı altında- toparlanmasıdır. Ama asıl görünmeyen gerekçesi, Toynbee`nin "durduruldu" dediği Osmanlı medeniyetinin çocuklarının yeni bir medeniyet sıçraması gerçekleştirmesini nihâî olarak önlemektir.
Bunun için Türkiye, aslâ kendi hâline bırakılmamıştır; bugünden sonra da kendi hâline bırakılmak istenmiyor. O yüzden Türkiye, NATO`ya alınarak, enterne -dolayısıyla hadım- edilmeye çalışıldı.
Fakat evdeki hesabın çarşıdaki pazara -her zaman- uymadığı görülüyor: Öncelikli olarak, Türkiye`nin NATO`ya girmesi, Türkiye`nin tarihte tatil yapmasına yol açmışsa da, Türkiye`nin Batı`dan gelecek ölümcül, yok edici darbeyi savuşturmasına; bu arada zaman kazanmasına; en önemlisi de toparlanmasına ve şu geçtiğimiz süreçte gözlendiği gibi kendine gelerek, rotasını bularak dünyanın geleceğinin şekillendirilmesinde yeniden gözardı edilemeyecek bir güç, bir aktör konumuna yükselme sürecine girmesine de yol açmıştır.
O yüzden Türkiye, mevcudiyetiyle, NATO`nun tartışmalı varlığına meşrûiyet kazandıran bir rol oynuyor olsa da, aynı zamanda NATO`nun "serseri mayın"ı andıran gücünü ve stratejisini az biraz da olsa frenlemeye çalışıyor. Ancak bu arada Türkiye, kendi rolünün, yeniden tarihî bir yürüyüşe soyunma imkânlarının tehlikeye girme riskiyle karşı karşıya olduğunu da mutlaka göz önünde bulundurmalı.
Çünkü şu ân yeni bir dünya kuruluyor ve NATO, kurulmakta olan yeni dünyanın önündeki en büyük engeldir. Ve meşrûiyeti sadece kaba güce dayanmasından ötürü sorunlu olan ve bu nedenle istediği yeri, istediği gerekçeyle işgal eden bir "serseri mayın" gibi hareket eden NATO, dünyanın önündeki en büyük tehdittir.
Lizbon toplantısında NATO`nun Uzak Asya`yı tehdit olarak konumlandırması madalyonun görünen yüzüdür; madalyonun görünmeyen yüzünde, NATO`nun hedefinde, Türkiye`nin, enterne edilerek, yeni bir tarihî yürüyüşe soyunmasını önleme kaygısı gizlidir.
Kaynak: Yeni Şafak
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: FÜZE KALKANI: NATO'DAN ÇIKMAK HAYAT MESELESİ Çarş. Kas. 24, 2010 10:20 am | |
| Yusuf Kplan, genel doğruları sıralamakla mesuliyetten kurtulamaz. Mücadelede asıl, hedef küçültmektir. NATO demek AKP demek olduğunu belirtmesi ve AKP'yi hedef tahtasına oturtması gerekirdi ama bunu yapamıyor. Yapmadığından dolayı da kısır bir döngü içerisinde kıvranıp duruyor. Kaplan'ın bunun farkında olduğunu biliyoruz ama işte mücadelede karar ve kesin tavır, kolay olmayan bir şey. BU kolay olmadığından, AKP'nin bokunda boncuk aracasına girilen tevil vs çabaları. Kolay değil tabi. Mesele zaten burada, bütüne talip olabilme gücü, kararlılığı, cesareti, anlayışı yoksa, başlarsın mevcudun içinden faydalı tarafları görmeye ve göstermeye. Herkese bir teselli lazım. | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: FÜZE KALKANI: NATO'DAN ÇIKMAK HAYAT MESELESİ Çarş. Kas. 24, 2010 10:25 am | |
| 24 Kasım 2010 Sabahattin ÖNKİBAR sonkibar@gmail.com [color:53b2=red]AKP’den İsrail’e korumaya Evangelist müminlerin (!) suskunluğu![/color] Soru: Füze Kalkanı niçin gündeme geldi? Cevap: İran’ın balistik füzelerinden korunmak için! Soru: O füzelerden öncelikli olarak korkan kimdir! Cevap: İsrail! Tablo budur ve gerisi laf-ı güzaftır! Şu halde AKP Füze Kalkanına Türkiye’de konuşlandırma imkanını vererek aslında İsrail’e kollarını açıyor ve onu İran’a karşı korumaya alıyor! Evet, AKP tartışmasız olarak İsrail’e koruma polisliği yapıyor! İran isminin anlaşma metnine girmesini istememek de bunu gizlemek içindir! Türk halkını sürü gibi mütalaa edenler böyle bir gizleme ile İsrail için yapılacak fedailiğin örtüleceğini düşündüler! İyi de soruyorum, nerede kaldı o “One Minute” efelenmesi? Hani Kudüs’ün kaderi ile İstanbul’un kaderi ayrı değildi? Hani Gazze ile Ankara aynıydı? Hani Ramallah ile Konya aynı kaderi paylaşıyordu? Hani masum bebekleri bile katledenlerle Türkiye mücadele edecekti? Hani dünya sırtını dönse de Türkiye Filistin’in yanında olacaktı? Hani İsrail af dilemeden yüzüne bile bakılmayacaktı? Başbakan Erdoğan’ın kısa bir süre önce Konya meydanında ettiği o sözlerle atılan imzayı karşılaştırın lütfen! Ya o konuşmada söylenenler doğru değildi, ya da üç gün önce atılan o imza yanlış! Soruyorum, AKP, NATO zirvesinde böyle bir dayatmaya neden boyun eğdi? Türkiye kısa bir süre önce kıyasıya hedef aldığı İsrail’in korumalığına nasıl soyundu? Ey sözde mukaddesatçılar neredesiniz! Ey güya kendini Filistin davasına adayan İHH, niye susuyorsun? Ey kendini islam mücahidi diye satan bezirganlar neden feveran etmiyorsunuz? Demek ki sizin derdiniz Filistin, şu bu değil, sadece ve sadece istismarmış! Irak’ta yüzbinlerce Müslüman katledilirken, onbinlerce Müslüman hanımın ırzına geçilirken desteklediğiniz iktidara halel gelmesin diye sustuğunuz gibi şimdi de İsrail’e polislik yapılmasına susuyorsunuz, zira büyük patron, yani ABD öyle istiyor değil mi? Yok yok, siz aslında Yaradana değil güce, yani Washington’a iman ediyorsunuz? Öyle olmasa, zulümleri çıkar hesabıyla tasnife tabi tutmadan topyekün karşı çıkardınız! Gazze’ye yardım gemisi olayında sokağa doluşup bayrak yakanlar, hangi deliğe girdiniz? Bir kere daha boyanız döküldü, foyanız ortaya çıktı! Siz Hazreti Muhammed’in müslümanı değil, Paxamericana’nın Evangelist müminisiniz! BM’de öyle, NATO’da böyle ! Hatırlayın, kısa bir süre önce Türkiye, Birleşmiş Milletler’de İran’a yaptırım teklifine hayır oyu kullanmıştı. Peki ama yakın gelecekte böyle bir politika izleyen Türkiye, şimdi niçin bırakın yaptırımı, İran’a adeta fiili bir cephe açıyor? Bu nasıl bir dış politikadır ki, birkaç ay içinde taban tabana zıt şeyler yapılıyor? Kim bundan sonra Türkiye’ye inanır ve ciddiye alır? İşte AKP’nin sıfır sorunlu dış politika dediği yutturmaca budur! Hem müslümanların güya liderliğine oynayıp İran’a da göz kırpacaksınız, hem de ABD ile AB’ın dayatmalarına boyun eğeceksiniz?İç politikaya endeksli dış politika yaparsanız varacağınız yer burasıdır! Anlamadığım bir şey de muhalefetin bu rezaleti neden teşhir etmediğidir? POPÜLİZM GETİRİR Mİ, GÖTÜRÜR MÜ?.. AKP - Hizbullah, CHP - BDP, öyle mi? CHP Parti Meclisi Üyesi Hüseyin Yaşar, AKP’nin Güneydoğu’da yıllardır Hizbullah’la ittifak yaptığını, dolayısı ile kendilerinin de BDP ile ittifak yapmak zorunda olduklarını açıkladı. Evet bu beyan Hüseyin Yaşar’a aittir ve ağzından işittik. Şimdi bu söz ortada iken, CHP kurmayları, “olmayan şeyi niçin tartışıyoruz” diyemezler, zira bakın Parti Meclisi üyesi bunları söylüyor... CHP yönetimi bir şeyin hala farkında değildir. Temenni ile realite farklı şeylerdir. CHP’nin Güneydoğu’dan oy alması elbette temenni edilir ancak, var olan realite bunu engelliyor, zira bulunulan politizasyon ortamı bölge insanının ırkçısını BDP’ye, dincisini de AKP’ye ram etmiş durumda... Efendim “amacımız bunu bozmak demeyin” olmaz, bozulamaz. Tersine onu bozayım derken imajınızda gedikler açarsanız ve sahil hattında düşüşe geçersiniz. Kemal Kılıçdaroğlu, Tunceli meydanında “PKK’ya af ” dedi de CHP Güneydoğu’dan oy mu aldı? CHP aftan öte hangi vaadde bulunacak da oy alacak? CHP’nin Güneydoğu tantanası popülizmi çağrıştıran kuru şovlara endekslidir ve oy olarak getirisi yoktur! Getirse bile o tür bir politika emin olun getirdiğinin iki katını geri götürür!. Habur olayında Anadolunun feveranı ortada iken CHP liderliğinin bunu görememesi anlaşılabilir değildir... | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: FÜZE KALKANI: NATO'DAN ÇIKMAK HAYAT MESELESİ Çarş. Kas. 24, 2010 11:28 am | |
| Sıfır Sorundan Sonsuz 'Küresel' Sorunlara 24.11.2010 - 07:17 Yazdır Arkadaşına gönder AKP Yönetimi, özellikle Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun yazdıklarıyla söylediklerinde ifadesini bulan, 'komşularla sıfır sorun politikası'nı uyguladığını belirtiyor. Gezegenin durumu, hegemonik mücadeleler; son olarak dünya kamuoyunun gündemine sokulan döviz savaşları, füze kalkanı ve siber savaş başlıkları, bu politikanın 'iyi' niyetle uygulanmaya çalışıldığı kabul bile edilse, başarısızlığa mahkum olduğunu gösteriyor. Sıfır sorun derken, çok sayıda, sonsuza uzanabilecek bölgesel ve küresel sorunlarla aynı anda uğraşılması söz konusu olabilir, bu, doğallıkla, sadece AKP'nin değil, Türkiye'nin ve üzerinde yaşayan milyonlarca insanın geleceğini yakından ilgilendirir.
Türkiye, hem tarihinden, coğrafyasından gelen koşullar nedeniyle çevresinin, bölgesinin ve emperyal güçlerin ilgilerinden kurtulamıyor; hem de İnönü-Bayar politikalarından kaynaklanan ve giderek artan bağımlılık ilişkileri nedeniyle kendi başına bırakılmıyor. O zaman, gezegende neler olduğunu kısaca değerlendirmeye çalışmakta yarar olabilir.
ABD-Çin Çatışması Amerika Birleşik Devletleri'nin, bağımlılıktan başka bir seçenek görmeyenlerce tek süper güç olarak tanımlanmasının üzerinden yirmi yıla yakın bir zaman geçti. Bu yirmi yıla, 1970'lerden itibaren başlayan kapitalizmin krizinin giderek güçlenmesi damgasını vurdu. Kapitalizmin krizi, her krizinde olduğu gibi, karlılığın düşüşüyle kendini gösterdi. Tek süper güç, daha doğru bir tanımlamayla hegemonik güç, gücünü yitirmeye başladı. Buna, sosyalizmden kapitalizme transfer olan bir başka gücün giderek genişlemesi eşlik etti. Çin, ilgilenenlerin, tümümüzün bildiği gibi, kapitalizmin en önemli göstergelerinden biri olan büyüme hızını yıllardır ABD ve Batı'nın kıskançlığına karşın yüksek bir düzeyde sürdürmeye devam ediyor. Çin'de, büyük bir sermaye birikimi yaşanıyor. Trilyonlarca dolara varan bu birikim, Çinliler isteseler de istemeseler de, onları, hegemonik bir güç olmaya zorluyor. İhtiyacı olan enerjinin, minerallerin, piyasaların, gıda ve suyun geleceğini güvence altına almak isteyen Çin, Latin Amerika'dan Afrika'ya, Ortadoğu'dan Ortaasya'ya ve Avrupa'ya kadar etkisini artırmaya gayret ediyor, hegemonik güç olmaya yönelmenin gereklerini yerine getiriyor. Hegemonik güç olmanın 'olmazsa olmaz'ı sayılan kültürel etkinliği sağlayabilmek için de elilnden geleni, örneğin Çin Sineması'ndaki yeni gelişmelerde görüldüğü gibi, yapmaya çalışıyor.
Kamuoyuna döviz savaşları diye yansıyan tartışmalar, her ne kadar Amerika Birleşik Devletleri ile Çin'in birlikte yarar sağladıkları koşullardan örnekler sunsa da, uzun vadede hegemonik güç çatışmalarının güçleneceğini gösteriyor. Füze Kalkanı'nın doğrudan ABD – Çin gerginliğiyle bir ilişkisi olmadığı açık; ancak, ABD'nin Avrupa'ya 'kaybettiği' İran'ı yeniden kendi yanına çekebilme olanağını yaratacağı – Obama Yönetimi'nin Çin'in çevresinde önemli bir olanak elde edebilmesiyle de paralel- ve büyük bölümü ABD'li, tümü Batılı silah üreticilerini sevindireceği de kuşkusuz. Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, bu nedenle kediye 'kedi' diyor, ülkesi silah üretip satacak çünkü bu projeyle, sonunda 'çevre' ülkelerden sayısız insanın öleceği, yaşamını sürdürebilenlerin berbat bir ortamda sürüneceği 'düşük yoğunluklu'-sempatik görülmeye çalışılan savaşlar uyarınca ve de köpeğe 'köpek' denmesi gerektiğini de çağrıştırıyor, çağrıştıracaksa. Siber savaş ise bir başka alem; burada Çin'in adı açıkça ve sıkça geçiyor. New Yorker'da Seymour Hersh bu konuyu uzunca işlemiş ve ABD'li istihbarat uzmanlarının, Çin'in siber alandaki girişimlerini 'abarttıklarını' da vurgulayarak, bu konuda önlem diye önerilen yatırımların tutarının milyarlarca dolara mal olacağını belirtmiş. Askeri ihalelerde zaten yer alan siber alanın, yaratılan Çin korkusu ile, bu payını olağanüstü genişleteceğini de deneyimli gazeteci açıkça yazmış. Askeri harcamalar, sanıldığı gibi sadece 'hard', yani silah; tank, top, tüfek, gemi, uçak, helikopterden ibaret değil; tekstilden gıdaya, kimyadan ilaca, ar-ge'den doğrudan teknoloji yatırımlarına, istihbarattan bilişime ve daha bir çok alana uzanıyor. Anlaşılıyor ki, ABD ve Batı söz konusu olduğunda tüm bu alanlarda 'etkinlik' gösterenler, gelecekteki siparişlerini askerlerden almaya pek meraklılar. Üreticiler askerleri ve bilgileri kendilerinden menkul uzmanları, askerler politikacıları, politikacılar ve üreticiler medyayı, hollywood'u ve üniversiteleri daha çok silah üretip satma konusunda ellerinden geleni yapmaya 'ikna' etmeye devam edecekler.
Silah üreticileri –kavramın genişliğine dikkat çekmiştik- daha çok silah ve askeri ürün satabilmek için, bağımlı 'çevre' ülkelerini baskı altına alacaklar, alıyorlar ve bu ülkelerin belki milyarlarca dolarlarını sağlık eğitim gibi hizmetler yerine silah ve bağlantılı 'yatırım'lara yönelterek sömürülmelerine yol açıyorlar.
Bir Kuzey Atlantik İttifakı olan NATO'nun küreselleşmesi ve 'dost' ülkelerle de genişlemesi, ABD'nin Çin'le gerçekleşeceği beklenen çatışmasına hazırlık anlamı taşıyor. Öyle ki, bir dönemin 'Soğuk Savaş' tarafı olan Rusya bile 'Merkez' ülkelerle, sevinerek birlikte davranmaya çalışıyor. Adı federal olan ancak pratikte yüksek merkezi özelliklerle işleyen Almanya'nın ekonomik durumunun iyiliği, 'Merkez' ülkeler arasında kıskançlıkla düşmanlık karışımı duygularla karşılansa da, kısa ve orta dönemde bu ülkenin ABD politikalarıyla ciddi biçimde karşıtlık içine girmesi beklenmiyor.
Gericilikten medet ummak Türkiye, kısaca özetlemeye çalıştığımız değerlendirme bağlamında, bağımlılık ilişkilerinin sürekliliği dışında, neler yapıyor?
AKP Yönetimi, oligarşi açısından zorunluk taşığı anlaşılan bazı değişiklikleri yapıyor örneğin, Cumhuriyet'in kuruluş kolonlarından biri olan Türklüğü geriye itiyor, müslümanlığı yeni ve güçlü bir kolon haline getirmeye çalışıyor. İslamlaşma, gericiliğin güç kazanma arzusunun yanısıra, sözünü ettiğimiz dehşet ortamında ayakta kalabilmenin bir gereği olarak da yürütülüyor. Oligarşi, geleceğin ister istemez sunacağı karmaşık ortamda ancak müslümanlığa dayanılarak ayakta kalabileceğini düşünüyor. Sıfır sorun politikası da bu bağlamda uygulanmaya çalışılıyor. Hard power soft power tartışmaları da, olanca yanlışlığıyla, bu çabalara ekleniyor. Hard power olmadan soft power politikasının yürütülemeyeceği, sanki bu konuları onlardan başka bilen yokmuş gibi, ısrarla unutturulmaya çalışılıyor. Hard power sahibi olabilmek için önce güçlü bir endüstriye gereksinim var –unutulmasın, kapitalizm bağlamında değerlendiriyoruz- , yüksek katma değerli alanlarda üretim yapma zorunluğu var. Her ne olursa olsun cep doldurma yok. Cebini doldur da, önce yüksek katma değerli üretim yap, bunun için gerekli teknolojiyi üret, çok üret, çok sat, cebini doldur. Ha, bu arada, unutmayalım, güç sahibi olabilmek için sınıf mücadelelerine de, sınıf mücadelelerinin toplumu ilerletici etkisine de ihtiyacın var, isteyerek değil tabii, gelişmelerin sonucu olarak, ancak sen muhalefeti sadece ezmeyi, slogan attılar diye çocukları yargılamayı, direndiler diye işçileri işten atmayı biliyorsun. Böyle, ne hard power sahibi olunur, ne de bu güç varmışçasına komşularına soft power uygulama simülasyonu yapılır. Ortadoğu gibi politikanın iyice kaşarlandığı, doğruları konuşmanın acımayla karışık şaşkınlıkla karşılandığı bir bölgede hem de, soft power uyguladığını sanırken, karşındakilerin, kendi işlerine geldiğinde sana sere serpe ve sürekli yalakalık etmelerinden kaynaklanan başdönmesi ve kendini beğenmişlikle, bir bakarsın kendin de perişan olmuşsun, ülkeni de mahvetmişsin. Açıkcası, bağımlılığın gericilikle soslandığı bu politikayı uygulayanların perişan olmalarından üzüntü duyulamaz. Ancak, ülkelerini mahvetmelerine de olanak verilmemesi lazım. Bu nedenledir ki sosyalistlerin, devrimcilerin bir araya gelmeleri gerekiyor, sadece tartışmak, mücadele (İcabı'nda birbirlerine karşı da) edebilmek için bile, bir ülkenin üzerinde yaşamak gerekiyor. Sınıf mücadelesi verebilmek, hakları koruyup artırabilmek, özgürlük alanlarını genişletebilmek, insan onuruna yaraşır bir yaşam kurabilmek için, önce bir ülkeye sahip olmak zorunlu. Kapitalizmin krizi, bu kriz nedeniyle yaşanacak çalkantılar sonucu gezegende bir çok şeyi değiştirebilecek koşullar içeriyor. Dünya, yok olmuş ülkeler, diller, kültürler, dini ve etnik sıkıntılar mezarlığı aynı zamanda.
Var olmaya, insan gibi yaşamaya devam edeceksek, sözümüzü duyurmalı, sesimizi yükseltmeli ve ancak insanlık onurunun bir arada yaşama nedeni olabileceğini, dini ya da etnik sıkıntılarla ne geçmişte herhangi bir gelişme sağlandığını, ne de bundan sonra bu tür sıkıntılardan hareket edilerek olumlu bir sonuç elde edilemeyeceğini sürekli vurgulamalıyız. Bunun için de, bu bilince sahip olan insanların bir araya gelmelerinden, sosyalistlerin, devrimcilerin güçlerini birleştirmelerinden daha doğal, zorunlu, onur verici ne olabilir?
(90. Yıl'ın, bu yolda başarılar sunması dileği ile...)
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: FÜZE KALKANI: NATO'DAN ÇIKMAK HAYAT MESELESİ Çarş. Kas. 24, 2010 11:31 am | |
| Yukarıdaki yazıda da görüldüğü gibi, AKP'nin ihaneti kolayca İslam'a maledilebilirken, AKP'ye verilen destekle bu ihanete ortak olunmakta.
Süfyan, müslümanların arasından çıkacak ve herkesi kandıracaktı ya.
Sabah imanlı kalkan akşama imansız varacak, akşam imanlı yatan, sabah imansız kalkacak.
Nasıl olacaktı peki?
Hangi vesile ve vasutayla?
Demirel bile...
Demirel, nurcuların bir kısmını kandırabilmişti, oysa AKP ile ekseriyet o kervana katıldı.
Süfyan'la mücadele, imani mücadelenin başında geliyor. | |
| | | Erhan Eren
Mesaj Sayısı : 76 Reputation : 0 Kayıt tarihi : 17/05/09
| Konu: Geri: FÜZE KALKANI: NATO'DAN ÇIKMAK HAYAT MESELESİ Perş. Kas. 25, 2010 5:56 pm | |
| Asım Yenihaber - Yeni Akit 2010-11-24 Lizbon Zaferi!
“Lozan Zaferi”nin yanında “Lizbon Zaferi”nin esamisi okunur mu? Ölçü olarak “verilenler”i esas alırsanız, Lozan’la Lizbon asla yan yana gelmez. Arada büyük büyük uçurumlar vardır çünkü.
Hatta, Lizbon’da verilenler, Lozan’da verilenlerin hatırınadır.
NATO’nun Lizbon toplantısı, 21. Yüzyıl Türkiyesinin 20. Yüzyıl mirasıyla hesaplaşmasının fırsatı olabilir miydi?
Olabilirdi belki!
Fakat Türkiye’nin en azından daha bir müddet batı sistemi yapılanmasından sıyrılması mümkün görünmüyor. Bu yüzden, batı sistemi içinde kalarak kendini korumak için sınırlar zorlandı. Sınırlar zorlanırkan hayli sıkıntı çekildiği anlaşılıyor.
Lizbon zirvesinde Türkiye isteklerinin tamamını kabul ettiremedi. Dünyanın son blok paktı olan NATO’ya çalım atmak, farklı bir dünya kurmak için gemileri yakmak demekti. Hani Lozan’ın baş kahramanı İsmet Paşa’nın 1964’de Kıbrıs’a askerî müdahale sözkonusu olduğunda “hayır! O silahlar NATO’nun, kullanamazsın!” diyen ABD başkanına karşı bir iç mırıldanma olarak dile getirdiği görüş hâlâ hatırlardadır: “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de o dünyada yerini bulur!”
İsmet Paşa sadece mırıldandı. Yoksa yeni bir dünya kurmak gibi bir iradenin sahibi olması mümkün değildi.
Neden değildi?
Lozan’dan yeni bir dünya kurmamanın en ağır taahhütleri omuzlarındaydı. Yeni Türkiye; Lozan’da verilen bu tavizler, taahhütler üzerine kuruldu. Türkiye kesin olarak batı sisteminin parçası olmayı kabul etti. Onların dış düşmanı İslâm’la, içeride mücadele etmeyi taahhüt etti.
Türkiye Cumhuriyeti’nin tek parti dönemi iç düşmanla, İslâm’la açık mücadelenin tarihidir.
Ondan sonraki dönemi ise örtülü mücadele tarihi olarak okunmalıdır.
“İrtica ile mücadele” Türkiye’nin kırmızı kitabından yeni çıkarıldı.
Neydi bu irtica Allah aşkına?
Kur’an okumak irtica! Dinini öğrenmek irtica! Allah demek irtica! İnandığını yaşamak irtica! Örtünmek irtica!
Türkiye NATO’da kalarak İslâm’la mücadeleden tam manasıyla vazgeçebilir mi?
Lizbon’da Türkiye bunu kabul edilebilir çerçevelerde savundu. Ne batı sisteminin ağababaları fazla ileri gidebildi, ne de Türkiye.
Bir noktada duruldu. Bize göre problem donduruldu. Batının patronu, dünya hakimiyetini NATO yapılanmalarıyla süreklileştirmek istiyor. Bu süreklileştirme, enerji merkezi İslâm dünyasının sıkı kontrolünden geçiyor.
Batı iki yüz yıldır karşısında bugünün Türkiyesi gibi dişe diş diplomasi mücadelesi veren bir figür görmedi.
“Lozan Zaferi”, gerçek ismi “Yakın Şark İşleri Konferansı”nın yanlış tercümesinden başka bir şey değildi.
Türk delegasyonu, konferansın adını bile değiştirememişti!
Lozan batının Osmanlı’ya karşı nihai zaferi idi. Bu zaferden batı sistemine tabi bir Cumhuriyet çıkarmak ise, yeni Türkiye’yi kuranların zeferi!
Batılı güçler bu zaferi yeni Türkiye’yi kuranları ödüllendirerek kutladılar. Onlar Türkiye Cumhuriyetini kurdukları için değil, Osmanlı Devletini yıktıkları için büyük sayıldılar!
Lizbon zafer mi?
Bu Lozan zaferi söylemine; ancak Abdullah Gül’ün, Tayyip Erdoğan’ın ve Ahmet Davutoğlu’nun batı tarafından ödüllendirilmesi halinde inanabiliriz. Fakat manzara hiç de öyle görülmüyor. ABD’nin bu üçlüden kurtulmak için fırsat kolladığından şüphe yok. Hatta fırsat oluşturmak için olmayacak şeyler yapabileceğini tahmin etmek güç değil!
| |
| | | Erhan Eren
Mesaj Sayısı : 76 Reputation : 0 Kayıt tarihi : 17/05/09
| Konu: Geri: FÜZE KALKANI: NATO'DAN ÇIKMAK HAYAT MESELESİ Perş. Kas. 25, 2010 5:58 pm | |
| Hasan Karakaya - Yeni Akit 2010-11-25 Lübnan dönüşü Erdoğan’a ne soracağız?
Sizler bu yazıyı okurken, ben, sayın Başbakan Tayyip Erdoğan’la birlikte, Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta olacağım... Henüz “ziyaret programı”nı tam olarak bilmemekle birlikte, öyle sanıyorum ki, “yoğun bir program”a tanık olacağız... Bir yandan “ikili görüşme”ler, bir yandan “ikili anlaşma”lar, “ziyaret”ler, “okul ve hastane açılışları” derken; anlaşılan, tam bir “koşturmaca” yaşayacağız... “Beyrut ziyareti”nin birinci gününü bugün, ikinci gününü de yarın “haber”lerimizden okuyacaksınız... Mümkün olduğu kadar, “ziyaretin detayları”nı aktarmaya çalışacağım... Ama “izlenim”lerimi ve eğer mümkün olursa, “Erdoğan’la yapacağımız sohbet”in ayrıntılarını dönüşte yazarım inşaallah... Malûm, gündem yoğun!.. Konu çok, soru çok!.. Bir yanda “Nükleer Kalkan Projesi”nin perde arkası, bir yanda “CHP-BDP ittifakı” ile ilgili düşünceleri... Bir yanda “Eğitimde atılan dev adım”lar, bir yanda “Dolmabahçe Buluşmaları” kapsamında, pazar günü “rektörler”le görüşecek olması... Herhalde, ben ve meslektaşlarımız bu konularda sorular soracak ve “Erdoğan”dan cevaplar” alacağız... Dedim ya; gündem yoğun... Konu çok, soru çok!.. CHP-BDP İTTİFAKI! Gerçi, Tayyip Bey; salı günkü AK Parti Grubu’nda yaptığı konuşmada, muhtemel soruların çoğuna cevap verdi ve “görüş”ünü açıkladı. Meselâ, “ittifak” meselesi... Tayyip Bey, dedi ki; “CHP ve BDP'nin nasıl bir ilişki içerisine gireceklerini halkımız merak ediyor... Anayasa değişikliği sürecinde CHP ve BDP'nin tutumu örtüşmüştü. Seçime girebilmek için, barajı geçebilmek için her yol mübahtır anlayışı kimseye fayda sağlamaz. Siyaset ilkeli olmayı, dürüst olmayı, tutarlı olmayı gerektirir. Milli değerlere yaklaşım, inanç özgürlüğü, laiklik, Sosyalist Enternasyonal gibi konularda iki partinin üst yönetiminin örtüştüğünü zaten biliyoruz. Ama biz, şunu da merak ediyoruz; Acaba, CHP, BDP'nin Paris'te Sosyalist Enternasyonalde terör örgütünü meşrulaştırma girişimlerine nasıl bakıyor, bunu nasıl değerlendiriyor. Acaba, BDP, CHP'nin Ergenekon avukatlığı konusunda ne düşünüyor.” Gerçekten iyi bir soru; CHP, “PKK’nın meşrulaştırılması” girişimlerine ne diyor?.. BDP de, “CHP’nin Ergenekon Avukatlığı” konusunda ne düşünüyor?.. Tamam, bir “ittifak” arayışınız var... Sürdürülen görüşmeleri “inkâr” veya “tevil” etmeye çalışsanız da; kapalı kapılar ardında, hiç olmazsa bir “seçim ittifakı” kurmaya çalıştığınızı “Mısır’daki sağır sultanlar” bile duydu, biliyor!.. İyi de; Bir yanda “Ergenekon avukatı” bir parti, bir yanda; “faili meçhul cinayet”ler, “baskı” ve “dayatma”lardan şikâyet eden “Ergenekon mağduru” bir parti, nasıl “ittifak” yapacak, bunu “taban”larına nasıl anlatacak?.. CHP malûm; “statükoyu savunan” bir parti... BDP ise, “statükonun değişmesini” isteyen bir parti!.. Nasıl “ittifak” kuracaklar!.. BDP, “Kürt meselesi”ni içinden çıkılmaz hâle getiren “zihniyet”in siyasi temsilcisi... CHP ise “ulusalcı” bir parti!.. Acaba, nasıl “ittifak” kuracaklar?.. Gerçi, kurmadılar değil!.. Referandum sürecinde CHP, “Hayır” diyerek, BDP de “Boykot” ilân ederek, “demokratik anayasa”nın önünde “engel” oluşturmaya çalıştılar... Bakalım, bu defa hangi konuda ittifak kuracaklar?.. “AK Parti karşıtlığı”nda ittifak edip de, “AK Parti’yi iktidardan düşürmeyi” mi hedefliyorlar?.. Niye olmasın?!? Ama, şunu da unutmasınlar; Bazı pehlivanlar, “kendi oyunları” ile “tuş” olurlar!.. Çünkü millet, “oyunu” görüyor!.. FÜZE KALKANI MESELESİ Gelelim “füze kalkanı” meselesine... Tayyip Bey’e, elbette bu konuyu da soracaktık... Ama sormaya fırsat kalmadan, bu konudaki “endişeleri” giderici şöyle bir açıklama yaptı: “Füze savunma sistemiyle ilgili yazılıp çizilene bakılınca ciddi bir bilgi eksikliği olduğunu görüyoruz... Maalesef bazı medya grupları ve partiler de yanlış bilgilendirmelerle bu konuyu çarpıtıyor ve istismar ediyorlar. Bu ülkenin başında AK Parti iktidarı var ve bu iktidar, bu ülkenin değerlerine kimseyi sataştırmaz, kimseyi de bu ülkenin değerleriyle oynattırmaz. Bu ülkenin onuru, haysiyeti iktidarımıza kadar çok darbeler yemiştir. Bunları biz hep yaşadık, hep gördük ama 8 yıllık iktidarımız bir izzetin, bir onurun, şerefin ortaya çıkmasıdır. Şu hususu da özellikle belirtmek istiyorum: NATO bir saldırı değil, savunma sistemidir... NATO'nun varlık sebebi, üye ülkelerin savunmasına katkıda bulunmaktır. NATO'nun füze savunması mimarisinin kurulmasındaki amaç, balistik füze kurulmasının beraberinde getirdiği risk ve bununla beraber tehlikenin bertaraf edilmesi her bir müttefikin güvenliğinin ve savunmasının sağlanmasıdır.'' İRAN’DAN TEŞEKKÜR! Ne yalan söyleyeyim; Tayyip Bey’in verdiği bu “teminat”tan sonra, hayli rahatladım... Peki, İran da “rahat” mı?.. İşte Tayyip Bey’in cevabı: “Bazı Avrupa ülkelerinin tüm ısrarlarına rağmen Türkiye'nin çabaları sonucu, tehdit ülke ismi telâffuz edilmedi... İranlı dostlarımız verilen mücadeleden dolayı bizlere teşekkür ederken, buradaki birilerine ne oluyor da; kalkıp böyle kendilerine göre bir şeyler icat ediyorlar anlamak mümkün değil... Temel yaklaşımımız düşman üretmek değil, dost kazanmaktır. Biz komşularla sıfır sorun politikası izliyoruz... Komşularımız da bu yaklaşımımızdan son derece memnun ve Türkiye'ye tam bir güven içindeler. Ancak bazı siyasetçiler, kraldan çok kralcılık yapıyorlar. Kusura bakmasınlar. Türkiye her zaman ilkeli olmuştur, dürüst olmuştur, doğru bildiği yolda taviz vermeden ilerlemiştir. Dün eksen kaydı diyenler, nasıl kara propaganda yapıyorduysa bugün de Türkiye komşularına sırtını döndü diyenler kara propaganda yapıyor. Biz ne komşularımızın hakkını, hukukunu çiğnetir, kardeş milletlerin aleyhine bir karar alırız ne de Türkiye'nin ulusal çıkarlarını, milletimizin uluslararası çıkarlarını heba ederiz.” Gördünüz ya; Daha “dönüş yolu”na girmeden, daha uçağa bile binmeden, bizim soracağımız bütün sorulara cevap verdi Tayyip Bey... Peki, o zaman; “Uçakta” ne soracağız biz?.. Herhalde buluruz bir şey... Bulduğumuz, sorduğumuz şeyleri de, inşaallah dönüşte sizlerle paylaşırız. Şimdilik Allahaısmarladık...
CHP’de yeni moda: ******cılık! Atasözlerimiz arasında; “Kör ölür, badem gözlü olur... Kel ölür, sırma saçlı olur” diye bir “ironi” vardır... Gerçi, Bay Deniz ****** henüz ölmedi... Üstelik “kör” de değil, “kel” de... Ama, görünen o ki; “Kılıçdaroğlu’nun tornistanları” yüzünden, “Bulunmaz Hint kumaşı” hâline gelmiş!.. CHP içindeki “******cılar”ın sayısı her geçen gün artıyormuş... Hatta, neredeyse; ******’ın dizlerine kapanıp; “Biz ettik, sen etme!.. N’oolur partinin başına geri dön” diye yalvaranlar bile varmış!.. Bay ****** da, bunlardan “güç” alarak, “Kılıçdaroğlu’nun politikaları”nı daha açıktan ve daha sert dillendirmeye başlamış... Öyle ki, Kılıçdaroğlu’nu; “CHP’nin eksenini kaydırma” diye uyarmış!.. Benim gördüğüm şu: CHP’de sular hâlâ durulmadı... Önder Sav’ın gitmesi, “kaynaşma”ya değil, “kaynama”ya yol açtı... Haa, bu arada; Önder Sav da, yavaş yavaş “******’a yanaşmaya” ve birlikte “Kılıçdaroğlu’nu devirmeye” çalışıyormuş... Sizin anlayacağınız; ufukta, “yine ve yeniden bir kurultay” var... Bakalım, Kılıçdaroğlu, “******-Sav ikilisi”ni ekarte edip, partinin başında kalabilecek mi?.. En iyisi beklemek... Bakalım, ne “gurultu”lar çıkacak?
| |
| | | Erhan Eren
Mesaj Sayısı : 76 Reputation : 0 Kayıt tarihi : 17/05/09
| Konu: Geri: FÜZE KALKANI: NATO'DAN ÇIKMAK HAYAT MESELESİ Perş. Kas. 25, 2010 6:18 pm | |
| Aktardığım iki yazıdan birincisini en veciz şekilde anlatmak gerekirse bilirsiniz iki veled-i zina tartışırken birisi diğerine o.. çocuğu diye hakaret(?) etmiş üçüncü kişiler nereden biliyorsun diye sorunca "v benim annem onun annesini kerhanede görmüş"..Evet yazının ana fikri bu kıssayı tedai ettirdi..Arkadaş sizin alemet-i farikanız daha doğrusu hikmet-i vücudunuz Lozan sövgüsü üzerine bina edilmedi mi? Bu aymazlık bu utanmazlık neyin nesi?Lozan'ı imzalayanlar tukakaydı peki siz neyin nesiniz?Ayrıca 60 senedir iktidarın içindesiniz (kıyısından köşesinden de olsa) bu şikayet neyin nesi?
İkinci yazı bir insanın hakikat karşısında alçalacağı en dip noktayı göstermesi bakımından mühim..Rahmetli Üstad'ın tabiriyle hakikati bayıltıp ırzına geçen adam..NATO savunma örgütüymüş de bilmem neymiş...Adama sormazlar mı behey alçak NATO Afganistan da neyi savunuyor? | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: FÜZE KALKANI: NATO'DAN ÇIKMAK HAYAT MESELESİ Perş. Kas. 25, 2010 8:45 pm | |
| Yazıları okuduğumda sorulması gereken soruları not etmiştim ama zaten Erhan Eren sormuş.
En bariz soru, madem NATO Csavunma örgütü de, Afganistan'da ne işi olduğu? Hem onların savunma örgütü dediğine, biz, Kuzey Atlantik Terör Örgütü demekteyiz.
Asım Yenihaber kategorik ayrımlara gitmiş, Tek Parti İslamla açık mücadele, sonraki dönem örtülü mücadele diye. Buna göre, devir, islam'ı ihya devri oluyor. Veya, örtülü mücadelenin kemali... Emperyalizm, Türkiye'yi tamamen kaybetmemek için bunlara yol verdi, bunların adam yerine konulmasının sebebi biziz. Biçilen misyon malum, Protestan bir İslam, dinin aslını dönüştürerek tesirsiz kılmak. Reel politik dedikleri işbirlikçiliğe ram etmek. Cihad kaçkınları. Süreç içerisinde imanıi pozisyonlar da netleşiyor, Vetire, kimin ne mal olduğunu meydana çıkartıyor. Ve buradan ötesi yok, artık yolun sonuna gelindi.
İrtica tehdit olmaktan çıkarılmış. Evet, RTE ve Fetullah rejim için tehlikelid eğil artık, yeni statüko, paradigma, derin yaapı artık onlar, ama Mirzabeyoğlu ebed müddet hapiste çürümeye mahkûm. Bakalım Allah kime müsaade edecek?
Hasan Karakaya denen herifse tutmuş, CHP-BDP ilişkiisne kafayı takmış. Dedik ya bunların işi ceset tekmeleyerek, kendi şeytanlıklarını, şeytanın kendi bedenlerinde yeniden can bulmuş olmasını gizlemek. Neymiş, CHP terörü meşrulaştırıyormuş filan, iyi de APO ordan en üst perdeden en cesaretli şekilde bu dönemde konuşuyor, açıkça seçilmiş belediye başkanını tehdit ediyor. Bu kadar pervasız olabilmeyi kime borçlu? Şekli demokrasiyi kutsayanlar, seçilmiş belediye başkanına yapılaan bu tehdit karşısında niye tavır almıyor?
Bir de şu referandum hikayesi, "demokratik anayasa" palavrası var ki, nerenizle gülerseniz gülün.
En büyük palavra, en sona: 8 yıllık iktidar, izzetin, onurun, şerefin ortaya çıkmasıymış.
Son söz: RTE'nin teminatları Karakaya'yı rahatlatmış. Dedik ya, yediklerini hıyar ve muza tevil etmekte uzmanlaştılar. Bu rahatlatılmanın üzerine bir de sigara içmştir artık. | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: FÜZE KALKANI: NATO'DAN ÇIKMAK HAYAT MESELESİ Perş. Kas. 25, 2010 9:18 pm | |
| Mehmet Ali Birand Yazıyormabirand@e-kolay.net ABD'de, Erdoğan ve Davutoğlu kazanı kaynıyor 24 Kasım 2010
Obama'nın en büyük hayal kırıklığı: Erdoğan Obama yönetiminin Türkiye ile ilişkilerini yakından izleyen bir yetkiliye göre, Başkan’ın büyük hayal kırıklığı, Başbakan Erdoğan’ın tam 45 dakika süreyle ricalarda bulunmasına rağmen, İran konusundaki oyunu değiştirmemesi ve İsrail konusunda da son derece sert konuşmalar yapması. Toronto kentindeki son görüşmenin içeriğini bilen bir diğer Amerikalı yetkiliye göre , bu görüşme iki müttefik arasındaki bir diyalog gibi değil, “Birbirine çok kızgın iki eski dostun hesaplaşması gibi sert” geçmiş. Beyaz Saray’da şu sıralarda Türkiye hiç popüler değil. Oysa Obama, yönetime ilk geldiğinde Türkiye’ye öncelik vermişti. “Model Ortaklık” deyimini kullanmış, Stratejik İşbirliği- Stratejik Ortaklık’ tan söz etmişti. Ancak, Türkiye’nin İran ve İsrail’e karşı uyguladığı politikalar, ilişkilerin kırılmasına yol açmış durumda. Bugün artık ne Model Ortaklık , ne de Stratejik Ortaklık’ tan söz ediliyor. Türkiye ile ilişkiler sorulduğunda , şöyle nitelemelerle karşılaşıyorsunuz: “... Kaybedilen eski bir dost...” “...Güvenilmeyen bir NATO müttefiği...” “...Kendi kafasına göre takılan bir ülke...” Hiç abartmıyorum. Duyduklarım içimi kararttı.
Türkiye artık kabına sığamıyor... Bu duruma gelmenin iki temel nedeni var : Başta, Türkiye’nin eski politikalarının dışına çıkması , kabına sığamaması ve dünyayı eskisine oranla daha farklı görmesi geliyor. Kendini, bölgede faal ve sorunlara katkıda bulunan bir güç olarak niteliyor. Bu hedefe giderken atılan adımlar da Washington’u sinirlendiriyor. Eski büyük abi, bugün küçük kardeşin kendi başına buyrukmuş gibi davranmasını kaldıramıyor. Eski alışkanlıklarını değiştiremiyor. “...Pkk’nın ulusal sorununuz olduğunu söylediniz, size yardımcı olduk...İran konusu bizim için ulusal sorundu, siz ABD’nin koskoca Başkanını 45 dakika süreyle rica etmesine aldırış bile etmeden vetonuzu kullandınız. Bizi yanlız bıraktınız. Bunun neresi müttefiklik.Bu ilişkinin artık tadı kaçtı...” diyen Amerikalı yetkili, Beyaz Saray’daki havayı böyle yansıtıyordu.
Obama yine de, Türkiye projesini bırakmıyor Tüm kızgınlık ve kırgınlığa rağmen, Başkan Obama’nın hala Ak Parti iktidarıyla ipi kopartmak istemediği ve özellikle haziran 2011 seçimlerinin sonrasına kadar da bekleyeceği belirtiliyor. Beyaz Saray’daki Türkiye gerilimini biraz olsun yatıştırmanın yolunu gösteren yetkilinin sözleri ilginçti: “...Başbakan ve Dışişleri Bakanınızın, İsrail konusunda öylesine sert söylemleri var ki...İran konusunda da, burayı havaya fırlatan öylesine konuşmaları var ki...Biraz olsun sussalar , seçimlere kadar havadaki elektriği azaltalım...Başkan temkinli olmasa, yönetim bürokrasisi Türkiyeyi parçalayacak. Asıl kızgınlık büroklarda var...”
Dışişleri kızgın, Pentagon sessiz... Peki, Türkiye’nin ne zaman başı derde girse hemen kapısını çaldığı, eski müttefiklerindeki hava ne? Oralarda da Türkiye’ye kötü gözle bakılıyor. Dışişleri Bakanlığı bürokrasisini, Bakan Hillary Clinton’un bir oranda kontrol altında tuttuğuna dikkat çeken bir diplomat, “Dışişleri geleneksel olarak Türkiye’yi yakın dost olarak görürdü. Özellikle AKP’nin iktidara gelişinde ve ilk yıllarında destek verdi. Bugün bazılarımız kişisel bir ihanete uğradıkları görüşündeler. Hillary olmasa, durum çok daha kötü olurdu. Hillary ve Obama, tepkileri bir ölçüde yumuşatıyorlar” derken, dışişlerindeki havanın da pek parlak olmadığını söylerken , kişisel tepkilerini de hiç saklamadı. Pentagon deseniz, orada derin bir sessizlik var. Türkiye tarafından , Irak istilası öncesindeki tezkere olayında arkadan hançerlendiğine dikkat çeken bir kaynağın şu sözleri dikkatimi çekti: “...Pentagon, TSK ’nın başına gelenleri biliyor. Araya girse bu defa TSK’ya tepkilerin artacağı düşünülüyor. Bundan dolayı sessizler... Ancak şunu bilin ki, Pentagon Türkiye’yi yeni değil, tezkere olayında sildi. Bir daha eski ilişkilere dönülmesi söz konusu olamaz...Soğuk ve mesafeli bir ilişki devam eder...Hele Pkk konusunda fazla bir beklentiye girmeyin...” Özetle, Ankara için Washington, şu sıralarda kapıları kapalı bir başkent. Kimse Türk’lerle karşılaşmak istemiyor, hele herhangi bir konuda ricacı olacak Türk yetkililere kapılar kapalı tutuluyor.
YARIN: Yahudi Lobisi sırt dönünce herşey değişti... • Yahudi Lobisi Türkiye’ye resmen dişlerini gösteriyor. Washington onların arka bahçesi. Kongrede, medya’da, Üniversitelerde, Sivil Toplum Örgütlerinde hangi kapıyı açsam, şimdiye kadar Türkiye’yi kollayıp koruyan lobinin temsilcileriyle karşılaştım. Ateş püskürüyorlar. Açıkça güç gösterisi yapıyorlar. Amerika başta olmak üzere, batı dünyasını nasıl etkileyeceklerini gösteriyorlar. Henüz ipi kesmiyorlar, ancak “Eğer daha ileri giderseniz, ipinizi de keseriz” mesajı veriyorlar.
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: FÜZE KALKANI: NATO'DAN ÇIKMAK HAYAT MESELESİ Perş. Kas. 25, 2010 9:37 pm | |
| MAB, efendileri adına sopa gösterme işini mükemmel icra etmiş, aferin ona...
AKP için ne demiştik, "tampon, arada ezilecek"...
Yani, bazı şeyler AKP'nni elinde değil, onlar da biliyor ama istiyorlar. Denize düşern yılana da sarılır, eline ne geçerse ona da. AKP'nin yapabileceği fazla bir şey yok. Bunu AKP'nin direnişi olarak sunmak ahmaklık. AKP bunların şikayet ettiği kadarını bile yapmamış olsa, seçimleri kazanabilir miydi? Mesele şu ki dünya emperyalizm için daralmakta, batınca AKP'ye tutundular ama AKP'nin bu sıkleti çekmeye gücü yetmez. Burada bizim içn ayırdedici keyfiyet, iyiden kötüye doğru gidiş ki AKP bu yolu tercih etti, şimdi debelensin bakalım. Unutmayalım, demirel bile kendisini iktidara getirenlerin aleyhine, gün geldi Sovyet Rusya'yla ilişkiye girmek durumunda kaldı, o da kendi devrilmesine sebep oldu. Menderes için ha keza.
AKP'nin ipleri kesilecekmiş, AKP icraatlarında menfaat arayanlar düşünsün.
Denilebilir ki, "şu yaptığı fayda etmedi mi?"
Cevabımızı tekrarlayaalım, biz hepçiyiz, gerisini anlamayız, kaldı ki iktisatta malum, kötü karar dahi kendi marjinal faydasını doğurur. Buna bakıp, sevinmek, olmaz. Bilakis, AKP'nin iktidara getirilişi, bizzat yolu kessin diyedir ki, orda aslolan kazanç değil, kayıp. Üstad'ın, "hohlaya hohlya buzdağını erittik, şimdi de geç geçebilirsen çamurdan" dediği halin ileri versiyonu. İklim yumuşayınca tğreyen kurtçuklar, iktidara gelecek kadar irileşti. Bu da aslında hayatlarını sonuna delalet.
Diğer yandan, yapılması gerekenleri yapmak yerine, nasıl olsa bu iş olacak diye kendi kendilerine teselli arayanlar, veya AKP'ye destek olarak bunu gerçekleşeceğini zannedenler veya öyle de olsa böyle de olsa nasıl olsa gelinecek diyerek, yapılan işin sancısını çekmeyenler, onlara Fikret Başkaya'nın sözünü hatırlatmalı: "Sen yıkmazsan, yıkılmaz!" Yıkılırsa da sen yıkmış olmazsın, başkaları yıkmıştır. ha, iddian olmasa, iddialı gözükmesen mesele yok da bir de çıkıp devrimcilik iddiasıyla ortalıkta dolaşarak, milletin yönünü de saptırmasalar... | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: FÜZE KALKANI: NATO'DAN ÇIKMAK HAYAT MESELESİ Perş. Kas. 25, 2010 9:39 pm | |
| ABD-NATO FÜZE KALKANI VE ARKA PLANI HALUK DURAL Ulusal Strateji Merkezi (USMER) İstanbul Başkanı Füze Kalkanı nedir? ABD Başkanı Reagan zamanında başlatılan YILDIZ SAVAŞLARI projesi, esas itibariyle düşman füzelerini uzayda lazer toplarıyla vurmak için geliştirilen bir proje olup, zaman içinde proje maliyetinin çok yükselmesi ve gerekli teknolojik ilerlemenin sağlanamaması nedeniyle rafa kaldırılmıştır. Bunun yerini, ABD'nin balistik füze saldırılarına karşı korunması için, geliştirilmeye başlanan FÜZE KALKANI projesi almıştır. Füze kalkanının esası, bir balistik düşman füzenin, füzesavar bir füzeyle vurulmasıdır. Balistik Füzeler Balistik füze, menzile bağlı olmaksızın, atıldığı yerden hedefine varana kadar bir parabolik rota üzerinde hareket eder. Bu rota başlıca dört bölümden oluşur: i)- itme evresi (boost phase), motorların yakıt bitene kadar çalıştığı kısım, ii)- yükselme evresi (ascent phase), yakıtın bitmesinden sonra atmosferden çıkıp, füzenin ağırlığı ile yerçekiminin dengelendiği ve artık yükselmenin durduğu zirveye (apogee) varış, iii)- düşme evresi, füzenin yerçekimi etkisiyle hızlanarak alçalması (descent phase) ve son olarak iv)- son evre (terminal phase), füzenin yeniden atmosfere girip hedefe ulaşması. Ana yakıtı yükselme evresinde bitmiş olan füzenin düşme ve son evrelerde sadece hassas hedef ayarlaması yapan küçük motorları bulunabilir ve füze bu nedenle büyük rota değişiklikleri yapamayacağı için bu iki evrede; atmosfer dışındayken yüksek irtifa füzesavar füzeleri veya atmosfer içindeyken orta irtifa füzesavarlar tarafından vurulur. Balistik füzelerin 1000-9000 km olan menzilleri ile kıyaslandığında füzesavarların menzilleri 45-400 km gibi küçük kaldığından, füzesavar füze bataryaları, hedef ülke topraklarında kurulur. ABD füzesavar sisteminin çalışma esası Bir kıtalararası balistik füze (ICBM inter-continental balistic missile) ateşlendiği zaman uydular tarafından algılanır ve kontrol merkezine bildirilir. Füze, geliştirilmiş erken uyarı radarları (upgraded early warning radars) tarafından izlemeye alınırken, ayrıca radar dalgalarının X bandında (dalga boyu3 cm) çalışan X-bandı radarı ile hassas rota tayini yapılır. Rotası kesinleşen füze atmosfere girince, denizde veya karada konuşlandırılmış füzesavar füzesi ateşlenir. Balistik füzenin yolunu kesen füzesavar onunla çarpışarak veya yakınında infilâk ederek, düşman füzesini imha eder. ABD füzesavar sistemi kademeleri ABD tarafından geliştirilen füzesavar sistemlerinde; 300-1000 km kısa menzilli balistik füzelere (SRBM) karşı, hedef ülke topraklarına yerleşen Patriot PAC-3'ler (Patriot Advanced Capability), 1000-3000 km orta menzilli füzelere (MRBM) karşı yine hedef ülke topraklarına yerleştirilen THAAD (Terminal High Altitude Defense) füzeleri, 3000-5500 km ara menzilli füzelere karşı denizde gemi veya platformlarda konuşlu Aegis (Aegis Missile Defense Ships and Aegis Ashore platforms) füzeleri ve 5500 km'den daha uzun menzilli kıtalararası füzelere karşı ise merkezi ölçüm ofisi (Central Measurement Office-CMO) için yüksek irtifada Aegis füzesavarları için veri toplanır. Türkiye'ye yerleştirilmek istenen füze kalkanı ABD-NATO Projesi Türkiye'ye 2 adet AN/TPY-2 Forward-Based X-Band radarı (Army Navy/Transportable Radar Surveillance) yerleştirilecektir. Bu radarların menzili 4300 km'dir. Balistik füzelerin yörünge tayinini hassas şekilde yapan bu radarlar, ABD ordusunun Yüksek İrtifa Hava Savunma füze sistemi THAAD (Terminal High Altitude Defense) ve Patriot PAC-3 (Patriot Advanced Capability) ve ABD Aegis füze savunma gemi ve kıyı platformlarına (U.S. Aegis Missile Defense Ships and Aegis Ashore platforms) bağlanacaktır. Sistemin komuta ve kontrolü sadece ABD'ye aittir. Türkiye'ye yerleştirilmek istenen Patriot ve THAAD füze bataryalarının dışında ABD, Akdeniz ve Karadeniz'de Aegis sistemiyle donanmış füze kruvazörlerini dolaştırmak istemektedir. Nitekim, şimdiden İsrail'e AN/TPY-2 radarları yerleştirilmiştir. Füzelerin özellikleri Patriot Füzeleri ABD Patriot PAC-3 (Patriot Advanced Capability) Füzeleri, menzil 15-45 km, hız 5 Mach, uçak ve füzelere karşı kullanılır. Patriot PAC-3 Özellikleri Tip Tek-kademe Boyu 5.2 m Çapı 25 cm Maksimum Hız Mach 5 Maksimum irtifa 10-15 km Maksimum menzil : Uçaklara karşı 15 km Maksimum menzil : Füzelere karşı 15-45 km THAAD Füzeleri ABD THAAD (Terminal High Altitude Area Defense) füzesi, menzil 200 km, uçuş tavanı 150 km, Hız 2,8 km/s olup, orta menzilli balistik füzelere karşı kullanılır. THAAD Füzesi Özellikleri THAAD Füzesi Özellikleri Tip Tek-kademe Boyu 6,17 m Çapı 0,34 m Maksimum Hız 2,8 km/s Maksimum irtifa 150 km Maksimum menzil : Füzelere karşı > 200 km AEGIS Füzeleri Aegis gemilerinde veya platformlarında kullanılan SM-3 (RIM-161) füzesavar füzeleri; uçak, gemi, balistik ve seyir füzelerine ve alçak yörünge (250 km) uydularına karşı kullanılmaktadır. RIM-161, SM-3 Özellikleri Tip Aegis Balistik Füze Savunma Sistemi Boyu 6,55 m Çapı 0,34 m Maksimum Hız 9600 km/h Maksimum irtifa >160 km Maksimum menzil : Füzelere karşı >500 km Bu "Füze Kalkanı" konusu 2006 yılından beri ABD'nin isteğiyle bir yanıp, Rusya'nın direnciyle bir sönen projeyle, Bush yönetimince Polonya ve Çek Cumhuriyeti'nde kurulacaktı. Ancak, Rusya buna direnmiş, bu maksatla Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Anlaşması (AKKA)'dan bile çekilmiş, hatta yıllardır unutulan Kuzey Denizi'nde uzun menzilli keşif uçaklarını kullanmaya başlamış, NATO'yu tedirgin etmişti. Türkiye, kendi millî ihtiyaçlarına göre bir yüksek irtifa hava savunma sistemi kurmak çabasındayken, 2008 Bükreş zirvesinde kararlaştırılan Füze Kalkanı kurulması konusu, 14 Ekim 2010 tarihinde Brüksel'de gerçekleşen NATO Dışişleri ve Savunma Bankaları Toplantısında, Avrupa'yı bir nükleer başlıklı kıtalararası balistik füzeye karşı koruyabilecek "Füze Kalkanı" inşası yeniden gündeme geldi. ABD-NATO tarafından Türkiye'ye yerleştirilmek istenen füze kalkanının "İran'a karşı" olduğu yüksek sesle dillendirilmesine rağmen, NATO dokümanlarında ne İran, ne Suriye, hatta ne de Rusya "tehdit" olarak yer almaktadır. Basına yansıdığı kadarıyla, 27.Ekim.2010 günü toplanan MGK'nda kabul edilen yeni Millî Güvenlik Siyaset Belgesi'nde (MGSB) Rusya, İran, Irak ve Yunanistan Türkiye için dış tehdit kapsamından çıkarılmıştır. Türkiye - İran sınırı 1639 Kasr-ı Şirin anlaşmasından beri hiç değişmemiş olan yegâne sınırdır. Diğer bir deyişle bugün İran'dan Türkiye sınırına bir tehdit yoktur. Ayrıca İran, PKK'nın kolu olan PEJAK'ı vurmakta, TSK ile koordineli ortak harekât yapmaktadır. Geçmişte İran'ın Türkiye'ye rejim ihraç etmek istediği iddia edilmişse de bugün buna gerek yoktur, zira Türkiye zaten "lâiklik karşıtı eylemleri odağı" olmaktan hüküm giymiş bir parti tarafından yönetilmektedir. Yani İran, Türkiye için başka ülkelerle kıyaslandığında dış tehdit sıralamasının en altında yer alabilecek durumdadır. İran'ın kendi geliştirdiği Şahap-3 (Göktaşı-3) balistik füzelerinin menzili 2000 km, hızı 4900-5100 km/s cıvarında olup, bazı Balkan ve doğu Avrupa ülkeleri menzil içinde kalmaktadır. Buna karşın, İran ile hiçbir Avrupa ülkesi arasında, İngiltere hariç, bir husumet yoktur. Özellikle Almanya ve Fransa'nın İran'da önemli yatırımları vardır. Bu durumda İran nükleer silah üretse bile, Avrupa ülkeleri için de dış tehdit olmaktan uzaktır. Çünkü İran'ın tehdit algılamasında en başta iki ülke bulunmaktadır; ABD ve İsrail. İranlı strateji uzmanı Mohsen Rezaee'nin 18.Haziran.2010 tarihli "Gelecek Onyılda İran'ın Ulusal Güvenlik Stratejisi" isimli makalesinde belirttiği üzere: İran'ın sahip olduğu ulusal üstünlüklerin yanısıra şu kırılganlıkları vardır: - Suudi Arabistan, Türkiye ve Pakistan ile yaşanan rekabet, - İran'ın millî sınırları içine sıkıştırılması veya Tahran'ın Amerikan emirlerini ve hegemonyasını kabule zorlanmasıdır. İran'a yönelik bu tehdit daha net ifade edilirse; 1- Sömürgeleştirme : ABD'nin bu tavrı bölgesel güvensizliğin ana kaynağı olup Irak, Afganistan işgali ve Lübnan'a saldırılar ile Irak'tan İran'a yönelik saldırılar, Taliban'ın beslenmesi ve İran'daki Halkın Mücahitleri Örgütüne destek, 2- Siyonizm : İsrail'in siyonizm tehdidi Filistin'den Suriye, Lübnan ve Mısır'a doğrudan ve diğer bölge ülkelerine dolaylı yoldan güvensizlik taşımaktadır. Gerçekten de bugün İran, Gürcistan'dan Afganistan'a kadar uzanan bir dizi Amerikan askerî üssüyle kuşatılmış durumdadır. Amerikan ambargoları İran'ı ekonomik açıdan zorlamaktadır. Ayrıca İran'a karşı çeşitli askerî müdahale planları havalarda uçuşmaktadır. İtalyan strateji uzmanlarının senaryolarına göre; İsrail'den İran'ın nükleer tesislerine karşı yapılacak hava saldırıları değişik seçenekleri içermektedir: Birincisi, İncirlik üssünde ikmal yaptıktan sonra Türk hava sahasından, ikincisi Ürdün-Irak hava sahasından ve üçüncüsü ise Suudi Arabistan hava sahasını kullanmayı öngörmektedir. Ayrıca İran hedeflerine karşı İsrail balistik füze saldırısı öngörülmektedir. İsrail'in bu amaçla kullanabileceği Jericho sınıfı kendi yapımı balistik füzeleri bulunmaktadır. Özellikle Jericho-3 balistik füzesi 7900 km menzili ile Avrupa'nın tamamını hedef alabildiği gibi, nükleer, biyolojik ve kimyasal başlıklar taşıyabilmektedir. İsrail'in 1960'lı yıllardan beri ABD yardımıyla nükleer silah ürettiği ve halen elinde, çeşitli güçlerde ve tiplerde atom bombaları (1999'da 60-80) olduğu kesin olarak bilinmektedir. Türkiye ve Avrupa'nın tamamı, İsrail'in balistik füze menzili içinde ve nükleer tehdidi içindedir. İran ile kıyaslandığında ise; İsrail PKK'ya silah, eğitim, ikmal ve her türlü desteği vermektedir. İsrail, Mavi Marmara gemisine saldırıp 8 Türk, 1 Türk kökenli ABD vatandaşını öldürmüştür. Aynı İsrail Mavi Marmara olayından sonra Yunanistan ile (16-17).08.2010'da Netanyahu'nun ziyareti sırasında Türkiye aleyhine stratejik ve askerî işbirliği anlaşması yapmış olup, Akdeniz ve Ege'de ortak askerî tatbikatlar yapmaktadırlar. Bu durumda, eğer bir devletin nükleer silahlara ve uzun menzilli balistik füzelere sahip olması, menzil içindeki ülkeler açısından bir TEHDİT ise en başta Türkiye ve pek çok Avrupa ülkesi İsrail'i dış tehdit olarak algılamalıdır. İran nükleer silah üretse bile, balistik füzelerinin menzili Avrupa'nın sadece yakın ülkelerini kapsayacak kadardır. O zaman ortaya iki olasılık çıkmaktadır: (i)- Ya bu sistem halâ Rusya'ya karşı, ya da çift maksatlı (yani hem Rusya'ya, hem de olası bir İran saldırısına karşı) düşünülmektedir, (ii)- veya, büyük bir ihtimalle İsrail'i olası İran nükleer başlıklı füzelerinden korumak içindir. Şeklinde bir çıkarsama yapılabilir. Ancak, son Millî Güvenlik Siyaset Belgesi'ne göre İran dış tehdit kapsamından çıkartıldığına göre ABD-NATO tarafından Türkiye'ye yerleştirilmek istenen füze kalkanındaki THAAD ve Patriot PAC-3 füzelerinin İran'dan Türkiye'ye atılacağı iddia edilen balistik füzelere karşı olamaz. Eğer bu füze kalkanı İran'dan İsrail'e atılacak balistik füzelere karşı düşünülüyorsa, THAAD'ın 200 ve Patriot PAC-3'ün 45 kilometrelik menzilleri, İran'dan Avrupa'ya veya İsrail'e atılacağı varsayılan 2000 km menzilli Şahap-3 füzelerine karşı etkin olamayacak kadar kısadır. Zaten bu füzeler, saldırgan balistik füzelerin tekrar atmosfere girdiği "alçalma evresinde" füzenin hedefe yaklaştığı sırada etkindir. Bu nedenle, THAAD ve Patriot PAC-3 füze kalkanları özellikle İsrail gibi hedef ülkelere kurulmalıdır. ABD-NATO Füze Kalkanının Asıl Hedefi Türkiye kurmayı düşündüğü 8 adet kendi millî yüksek irtifa füze kalkanı bataryalarının 2 tanesini Ankara ve İstanbul'a diğerlerini ise tehdidin değişmesine bağlı olarak seyyar konuşlandıracaktır. Halbuki, ABD-NATO bataryalarının nerelere yerleştirileceği henüz açıklanmamış olmakla beraber, İran tehdidi bahanesiyle sadece Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerine konuşlandırılacağı yönünde bilgiler dolaşmaktadır. Yani, Yunanistan-Ermenistan ve yine Yunanistan-İsrail arasında stratejik ve askerî işbirliği anlaşmaları imzalanmışken, Yunanistan'ın Türkiye sınırına AB sınır birlikleri yerleştirilirken, Yunanistan karasularını 12 mile çıkarmaktan vazgeçmemişken, kimse ABD-NATO füze kalkanının tehdit algılanan bu sınırlara yerleştirilmesin bahsetmemektedir. Bu füze kalkanının Türkiye'ye yerleştirilmesi; (i)- Türkiye ve İran arasında husumete yolaçacaktır. (ii)- Güneydoğu ve Doğu bölgelerimize NATO şemsiyesi altında ABD askerlerinin yerleşmesini sağlayacaktır. (iii)- Komuta ve kontrolü tamamen ABD elinde olacağı için, kime karşı, ne zaman kullanılacağı Türkiye'nin bilgi ve yetkisi dışında olduğundan Türkiye için büyük bir tehdit oluşturacaktır. Bu durumda İran'dan gelmeyen bir tehdide teknik olarak karşı koyma imkânı olmayan ama ısrarla Güneydoğu Anadolu bölgemize yerleştirilmek istenen ABD-NATO füze kalkanı, bu durumda kime karşı kullanılacaktır? Bu soruyu cevaplamadan önce Haziran 2011 seçimleri sonrasına kadarki dönemde gerçekleşebilecek muhtemel gelişmeleri hatırlayalım: Yeni MGSB'ne göre Rusya, İran, Irak ve Yunanistan dış tehdit kapsamından çıkarıldığına göre, TSK'nin yeniden yapılandırılmasıyla mevcudu 300.000'e indirilecek, sınır birlikleriyle ilgili yasa çıkartılıp, İçişleri Bakanlığı'na bağlı olarak kurulacak "Sınır Birlikleri", TSK'nin öncelikle Irak sınırından geri çekilmesiyle boşaltılacak Irak sınırına yerleştirilecek, Jandarma teşkilatı, TSK'den kopartılıp, İçişleri Bakanlığına bağlanacak, görev alanı ve yetkileri budanacak, Eğer AKP, Haziran 2011 seçimlerini istediği çoğunlukla kazanırsa, Anayasanın ilk üç maddesini değiştirip, Türkiye'yi federal yapıya geçirecek, anayasaya PKK'nın isteği doğrultusunda "Kürt Halkı" ibaresi sokulacak, Özal'ın Cumhurbaşkanı olduğu 1991 yılında 3723 sayılı ve 12.04.1991 tarihli yasa ile TBMM tarafından onaylanan Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı anayasal güvenceye bağlanacak ve ayrılıkçı Kürt hareketinin isteği doğrultusunda (ABD+AKP+BDP+PKK+Barzani) işbirliğiyle, 15 Kasım 2010 tarihinde Paris'te Talabani ile görüşen CHP Talabani'nin isteği doğrultusunda hareket ederse AKP'nin Kürt açılımına CHP'nin vereceği destekle, Güneydoğu ve Doğu bölgesine "Özerklik" verilecek, Irak'taki ve yurtiçindeki PKK militanlarına af getirilerek, yurda girişleri ve BDP'li belediyelerde istihdam edilerek, özerk bölgenin milis kuvveti oluşturulacak, Ayrılıkçı Kürt Hareketi BM'e başvurup, İkiz Sözleşmeler'in birinci maddesine göre, Türkiye'den ayrılıp, Kuzey Irak'taki Barzani ile birleşmek üzere "Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı" için plebisit isteyecekler, ABD'nin Irak'tan çekeceği 50.000 kişilik muharip birlikleri ağır silahlarıyla birlikte İskenderun ve Mersin limanlarından gitmek üzere Zaho'dan Türkiye'ye girmeye başlayacaklar, 18 ay sürecek çekilme sırasında Güneydoğu Anadolu bölgemizde karakollar kuracaklar, yani bölgeyi fiilen işgâl ederek, ayrılıkçı hareketlere askerî koruma sağlayacaklar, Ülkemizin işgali ve bölünmesine karşı, Türk halkı ve Ordusu, vatanın bölünmez bütünlüğünü korumak üzere harekete geçecekler, Bölgede, bugüne kadar provaları yapılmış olan "Kalkışma" başlatılacak ve buna ABD destekli Barzani fiilen katılacaktır. Türk Ordusu Barzani'ye ve ayrılıkçı harekete ve onlara koruma sağlamak için çekilme bahanesiyle bölgeye yerleşen Amerikan kuvvetlerine müdahale ettiğinde, Acaba, Türk Hava Kuvvetleri karşısında, İran'a karşı yerleştirildiği iddia edilen ABD-NATO füze kalkanının THAAD ve Patriot füzelerini mi bulacaktır? ABD-NATO füze kalkanı konusunda, bütün Türk Halkı, başta CHP olmak üzere tüm yurtsever partiler bu melaneti doğru görmeli ve bu projeye engel olmak için tüm güçlerini birleştirip seferber etmelidir. http://ulusalkanal.com.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=18120:abd-nato-fueze-kalkani-ve-arka-plani&catid=47:editoeruen-sectikleri | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: FÜZE KALKANI: NATO'DAN ÇIKMAK HAYAT MESELESİ Cuma Kas. 26, 2010 10:36 pm | |
| TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI’NA
Aşağıdaki sorularımın, Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından yazılı olarak yanıtlanması isteğimi bilgilerinize sunarım.
Saygılarımla. 25 Kasım 2010
Süleyman Yağız
DSP İstanbul Milletvekili
Tarih, 15 Kasım 2010… Konu: Füze kalkanının komutası…
“NATO'nun bir üyesi olarak şüphesiz ki bu konuda atılacak bir adım ve bu işin komutasının kime verileceği konusu çok önemli. Özellikle bu konu topraklarımızın genelini teşkil ediyorsa komuta kesinlikle bize verilmelidir. Komutanın başka bir ülkenin kontrolünde olmasının kabulü söz konusu olamaz.”
Tarih, 22 Kasım 2010… Konu: Yine füze kalkanının komutası…
“Buranın komuta sisteminin tamamıyla NATO'da olması gerektiğini söyledik ve bunu savunduk. Bundan sonraki gelişmelere göre de tavrımız ülkemizle alakalı bir konuda, gelişmeler hangi noktaya gelecek bilemediğimiz için şu anda bir şey söylemek erken olur. Komutanın kesinlikle NATO'da olması gereğini ifade ettik ve NATO, malumunuz olduğu üzere bir saldırı sistemi oluşturmuyor, bir savunma sistemi oluşturuyor.”
Bu sözler çerçevesinde sormak istiyorum:
1- Bir hafta arayla söylenen ve birbiriyle çelişen bu sözler size mi aittir?
2- İkisi de size aitse hangisi doğrudur? Hangi sözü dikkate almamız gerekmektedir? Sonuç itibariyle füze kalkanında komuta Türkiye’ye mi, NATO’ya mı verilmelidir?
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: FÜZE KALKANI: NATO'DAN ÇIKMAK HAYAT MESELESİ C.tesi Kas. 27, 2010 12:03 am | |
| [color:f880=red]ARŞİV'den:[/color] CUMHURBAŞKANI ABROMOWİTZ'E "İRAN'I DURDURMALIYIZ" DEDİ 24.04.2010 08:32 ABD'li kuruluş Council of Foreign Relations 17 Nisan’da New York’ta Türkiye’nin dış politikasının tartışıldığı bir toplantı düzenledi. Türkiye üzerine “uzmanlıklarıyla” yakından tanığımız Henry J. Barkey ve Hugh Pope katılımcılar arasındaydı. Konu İran’a geldiğinde, Henry J. Barkey, Türkiye’nin ikili oynadığını söyledi: “Burada bizim sorunumuz, Türkler’den birbirinden tümüyle farklı iki mesaj alıyor olmamız. Bir yandan, biraz önce söylediğim durum var: kamuoyuna yapılan açıklamalarda sorunların kaynağında İran’ın değil, İsrail’in bulunduğu vurgulanıyor. Ama sahne arkasından, bizlere, Dışişleri Bakanlığı düzeyinde söylenen başka– hatta bu hafta, geçtiğimiz haftasonunda Türkiye’ye ziyarete giden, içinde Morton Abramowitz’in de bulunduğu Amerikalı heyete Türkiye Cumhurbaşkanı, İran nükleer silah peşindeyse onu durdurmalıyız, diyor.” Barkey'in adını verdiği ABD eski Büyükelçisi Morton Abromowitz, geçtiğimiz günlerde Türkiye'ye gizemli bir ziyaret gerçekleştirmiş ve ANKARA'DA Abromowitz'in ziyaretleri çok konuşulmuştu. Barkey sözlerine şöyle devam etti: “Türkler BM Güvenlik Konseyi’nde. Yaptırımlar lehine oy kullanmayacaklardır. Şanslıysak, çekimser oy kullanırlar. Bu yola gitmezlerse, çok, çok ciddi bir kriz yaşanır; ancak, yaptırımlara karşı oy kullanacaklarını da sanmıyorum.” Odatv.com http://akincilar.web-rpg.org/akp-f58/akp-ran-konusunda-da-kl-oynuyor-t1237.htm
En son AZYA tarafından C.tesi Kas. 27, 2010 12:18 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: FÜZE KALKANI: NATO'DAN ÇIKMAK HAYAT MESELESİ C.tesi Kas. 27, 2010 12:06 am | |
| [color:b667=red]ARŞİV'den:[/color] Dış politikada büyük dönemeç: İran! 8 Nisan 2010 HÜRRİYET[url=http://www.hurriyet.com.tr/index/cüneyt_ülsever]Cüneyt ÜLSEVER[/url] DÜN yazdım. ABD Dışişleri Komisyonu’nun aldığı “Ermeni soykırımı” ile ilgili tavsiye kararı ardından yaşananlar dış politikamızın cafcaflı sözler dışında hiçbir değişime uğramadığını gözler önüne açıkça serdi. Batı’dan, Ermeni meselesinde veya herhangi bir şekilde salvo yediğimizde önce nasıl esip-gürlediğimizi, ardından da Bayan Clinton uyarınca, nasıl sesimizi kısıp “aklı selimin gerektirdiğini” yaptığımızı bir kez daha gözler önüne serdik. Dış politikada değişen bir şey yok. Eski tas eski hamam! Batı önce esip-gürleyeceğimizi, ardından da kuyruğumuzu kısıp yerli yerimize oturacağımızı yılların tecrübesi ile zaten biliyordu. Ancak bu sefer bir kazancımız oldu. i) Komşularla sıfır sorun hedefinin, ii) oynak eksenli dış politika söyleminin, iii) ABD’den bağımsız tavır alma lafzının nasıl koca bir akademik tahayyül olduğu gözümüzün içine batırılarak hepimize öğretildi. Ama esas rüyadan uyanma salvosu henüz yolda! * * * İran’a nükleer inadı nedeniyle uygulanacak yaptırımlar eli kulağında! Yaptırımlara BM Güvenlik Konseyi’nde Çin’in de “hayır” demeyeceği açıkça ortaya çıktı. Biz ya, Rusya -onun da son ana dek ne yapacağı belli olmaz- ile birlikte birkaç “aykırı” ülke yanında “çekimser” kalacağız, ya da imama uyup, divana duracağız. Ben bugünkü yazımda herhangi bir tahminde bulunmadan bir senaryo yazacağım. * * * TC Başbakanı tarafından defalarca ilan edildiği üzere, bizim resmi görüşümüze göre; İran’ın nükler araştırma girişimleri kendi ihtiyaçlarına yönelik ve barış niyetli. Kaldı ki, bölgede nükleer çalışmalarından kaygı duyulması gereken bir ülke varsa o da İsrail! Bu görüş, i) komşularla sıfır sorun hedefine, ii) Batı ile aynı fikirde olmak zorunda olmayan Türkiye’nin oynak merkezli dış politika söylemine, iii) seçilmiş bir güç olarak hükümetin ABD’den bağımsız tavır alma lafzına tamamen uygun. Eğer İran’a herhangi bir yaptırım söz konusu olursa, Türkiye’nin söyleminde tutarlı olmak için, buna “hayır” demesi lazım. İşte sorun burada! Türkiye İran’a karşı başını ABD’nin çektiği bir yaptırım karşısında yedi düvele ilan ettiği “bağımsız” politikasını uygulayabilecek mi? * * * Uygulamasına herhangi bir fiziki engel yok. Herkes takar çantasını kendi koluna herkes gider kendi yoluna! Hükümet çantasını koluna takıp, kendi yoluna gider mi? Bilemem! Ama “Eskilerin yolu eski ve denenmiş yoldur, yoldan ayrılan kuzuyu kurt kapar, bakmayın siz bizim dayılanmalarımıza” denirse, Türkiye Cumhuriyeti bundan böyle değil yedi düvele, Süleyman Demirel’in Fırat kıyısındaki sağır çobanına bile “Komşularla sıfır sorun hedefine dayanan, ABD ve diğer güçlerden bağımsız icra edilen, oynak eksenli dış politika uyguluyoruz” masalını yutturamaz. * * * Bakalım, muhafazakâr seçmen hükümeti İran’ın yanında durmaya ikna edebilecek mi? Yoksa, “İran’a yaptırımlar meselesi” bir milletin topluca “one minute” rüyasından uyanması için son durak mı olacak? http://akincilar.web-rpg.org/akp-f58/di-poltka-t1087.htm | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: FÜZE KALKANI: NATO'DAN ÇIKMAK HAYAT MESELESİ Çarş. Ara. 01, 2010 9:10 pm | |
| İran, füze kalkanına karşı tavır aldı +++++++++++++++++++++++++++++ Ali Serdar Bolat 29 Kasım 2010 Recep Bey'in "Füze kalkanı anlaşmasında İran'ın adı yok" açıklamasına kimse kanmadı. İran, dolmayı yutmadığını gayrı resmi olarak açıkladı. Devrim Muhafızları Komutanı Hacızade şöyle konuştu: "Topraklarını bize karşı füze fırlatma rampası olarak kullandıracak her ülke düşman muamelesi görecektir" Demek ki, İran, "füze kalkanı" diye yutturulmaya çalışılan şeyin kalkan falan olmayıp "İran'a füze fırlatmak için rampa" olduğunu biliyor. Böylece, Amerika ve Avrupa emperyalistlerinin Türkiye ile İran'ın arasına kama sokma çabaları Recep ve Gül Beyler sayesinde bir adım daha ilerleme kaydetti. Dışışleri Bakanı Davutoğlu, "NATO'nun karar alma sürecine dahiliz, komşumuz olan ülkeleri hedef tanımlaması içinde görmek istemeyiz" demesi de seçmenlerini kandırmaya yöneliktir. Çünkü herhangibir NATO ülkesi bir ülkeden tehdit algıladığını söylerse, bu tehdide karşı tüm NATO ülkeleri tavır almak zorundadır. Mesela: "Hayır, bana ne, Fransa İran'dan tehdit algılamış ama ben algılamıyorum" deme hakkımız yok ki. Dolayısıyla, Davutoğlu'nun bu tevil çabası boşunadır. Ayrıca, NATO'nun 17 Mayıs 2010'da kabul edilen yeni stratejik konseptinin Füze Kalkanı ile ilgili ilk cümlesi şöyledir: "Defending against the threat of a possible ballistic missile attack from Iran has given birth to what has become, for NATO, an essential military mission" Türkçesi: İran'dan gelebilecek olan bir füze saldırısına karşı savunma NATO için temel bir görev haline gelmiş. Davutoğlu "Konseptin hazırlık sürecine aktif katkı verdik" demişti ve yukarıdaki cümleyi hazırlayan heyette emekli büyükelçi Ümit Pamir de vardı. Yani İran'ı hedef gösteren yeni NATO konseptinin hazırlanmasına AKP hükümeti aktif olarak katılmıştı. Hedefin İran olduğu NATO'nun temel belgesinde yazdığına göre, anlaşmada yazılmamış olması bir anlam ifade etmiyor. İran, Lizbon'da anlaşmanın imzalanması sürecinde Şahap-3 füze denemesi yaparak hem bu tehdide cevap vermiş, hem de bu anlaşmanın kendisine karşı yapılmış olduğunu bildiğini anlatmış oldu Gerçi anlaşmada Füze Kalkanını oluşturan füzelerin NATO dışındaki ülkelerden atılacak olan füzeleri vurmak için harekete geçirileceği yazılmış olsa da, Amerika'nın yüksek menfaatleri İran ile Türkiye'nin savaşmasını gerektirdiği an "yanlışlıkla" düğmeye (pardon butona) basılmayacağının garantisi nedir? Sonuçta "füze kalkanı" denen şey de bildiğimiz kalkan falan değil, füzelerden oluşan bir sistemdir ve bu sistemden atılan füzeler İran'dan atılan bir füzeyi vurabildiği kadar, İran'ın herhangi bir yerindeki tesisleri de vurabilir. Ayrıca, diyelim ki Avrupa'ya atılmış olan bir atom başlıklı füze, Türkiye'deki kalkandan atılan bir füze ile vurulmuş olsun. Bu durumda patlayacak olan bombadan yayılacak radyoaktif serpintiler Türkiye üzerine düşecektir. Yani Avrupa veya İsrail korunsun diye radyasyonu yemeye razı olacağız. Radyasyonu biz yiyelim, biz ölelim, yeter ki Batılı dostlarımız radyasyona maruz kalıp ölmesinler. Bu mudur AKP'nin "Müslüman"lığı? Bizim irademiz dışında başka ülkeleri vurabilecek bir sistemin topraklarımız üzerinde kurulmasına izin vermek, Türkiye'nin (artık geriye ne kadarı kalmışsa) bağımsızlığından vazgeçmek demektir. ******'ün "Tam bağımsızlık" düsturuna aykırıdır ve asla kabul edilemez. İsrail'in, Avrupa'nın bekçi köpeği durumuna getirilmek isteniyoruz. Karşı çıkalım.
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: FÜZE KALKANI: NATO'DAN ÇIKMAK HAYAT MESELESİ Çarş. Ara. 01, 2010 9:45 pm | |
| Füze Kalkanı için Meclis onayı almamak ağır cezalık suçtur ++++++++++++++++++++++++++++++++++ Ali Serdar Bolat 30 Kasım 2010 Füze Kalkanı kurulması için topraklarımızın bir kısmı yabancılara tahsis edilecek ve buralara çok sayıda yabancı asker yerleştirilecektir. En azından 4 ayrı yerde her biri İncirlik Üssü büyüklüğünde füze üsleri kurulacaktır. Biz bir İncirlik ile baş edemezken, oradan kalkan Amerikan uçak ve helikopterleri PKK'ya yardım malzemeleri atmaktan tutun da Irak'ı bombalamak gibi türlü melanetler yaparken şimdi başımıza 4 İncirlik daha musallat olacaktır. Anayasamızın 92. Maddesi şöyle diyor: "Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası andlaşmaların .... gerektirdiği haller dışında.... yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunmasına izin verme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi'nindir" Bu maddeye göre, Füze Kalkanı anlaşması Meclis onayına sunulmalıdır. Çünkü Füze kalkanı için kurulacak üslere yabancı askerler (çoğunlukla Amerikalılar) yerleşecektir. Şimdi AKP şöyle bir itiraz yapacaktır: "Türkiye'nin taraf olduğu NATO andlaşmasına göre bu üsler kurulacak. Dolayısıyla Meclis onayı gerekmez" Fakat, üslerin topraklarımızda NATO bünyesinde kurulması "uluslararası andlaşmalar" kapsamına girmiyor. Çünkü NATO Andlaşması ile Füze Kalkanı uyumlu değildir. 18 Şubat 1952 tarihinde 5886 sayılı yasa ile katılım protokolünü kabul ettiğimiz 24 Ağustos 1949 tarihli NATO Andlaşması sunumunda: "Bütün halklar ve bütün hükümetlerle barış içinde bir arada yaşama" arzusundan bahsedilmekte, ve bu yapılanma: "herhangi bir uluslararası anlaşmazlığı, uluslararası barış ve adaleti tehlikeye sokmadan barışçıl yollarla çözmeyi ve uluslararası ilişkilerinde BM'in amaçlarına aykırı olacak şekilde güç kullanımı ve tehdidinden sakınmayı" taahhüt etmektedir. Yani NATO Andlaşmasında, bir üye ülke topraklarına diğer bir ülkeyi tehdit eden silahların konuşlandırılmasını gerektirecek bir madde bulunmamaktadır. Aksine "güç kullanımı ve tehdidinden sakınmayı" öngörmektedir. Füze kalkanı ise komşularımıza karşı tehdit oluşturmaktadır. Dolayısıyla, Füze Kalkanının topraklarımıza yerleştirilmesi NATO Andlaşması ile uyumlu değildir. Bu nedenle Meclis onayı gerekmektedir. "Devlete Karşı Savaşa Tahrik" suçu ++++++++++++++++++++++++++++++ Öte yandan, Türk Ceza Kanunu 304. Maddesi şöyle demektedir: "Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı savaş açması veya hasmane hareketlerde bulunması için yabancı devlet yetkililerini tahrik eden veya bu amaca yönelik olarak yabancı devlet yetkilileri ile işbirliği yapan kişi, on yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır" Topraklarımıza Füze Kalkanı kurulması, İran devlet yetkililerini Türkiye'ye karşı hasmane davranışlarda bulunmaları için tahrik etmektedir. Nitekim, İran Devrim Muhafızları Komutanı Hacızade: "Topraklarını bize karşı füze fırlatma rampası olarak kullandıracak her ülke düşman muamelesi görecektir" diyerek, Füze kalkanı topraklarımıza konuşlandırılırsa Türkiye'yi düşman olarak göreceklerini açıkça ifade etmiştir. Bu durumda, Füze Kalkanı Andlaşmasını imzalayan AKP kodamanları, TCK 304. Maddesinde gösterilen suçu işlemiş olmaktadırlar. İran'ı Türkiye'ye karşı hasmane hareketlerde bulunması için tahrik etmiş olmaktadırlar. Cezası 10 ila 20 yıl arası hapistir. Evet, onların Milletvekili olması dolayısıyla dokunulmazlıklarının bulunması şu anda adli işleme olanak vermemektedir. Ancak, Milletvekili, Bakan, Başbakan, Cumhurbaşkanı olmak suç işleme özgürlüğü getirmez ve bu sıfatları sona erdiğinde yargılanmalarının önünde bir engel kalmaz. Türk Ceza Kanunu 306. Madde ++++++++++++++++++++++++++ "Türkiye Devletini savaş tehlikesi ile karşı karşıya bırakacak şekilde, yetkisiz olarak ... hasmane hareketlerde bulunan kimseye 5 yıldan 12 yıla kadar... Fiil sadece yabancı devletle siyasi ilişkileri bozacak.... nitelikte ise 2 yıldan 8 yıla kadar hapis cezası verilir" +++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++ Geniş bilgi için bak: "TBMM onayı alınmaması ağır cezalık suçtur" Avukat Mehmet Cengiz, İP Genel Başkan Yardımcısı Aydınlık, 28 Kasım 2010; Sayfa 16-17 +++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++ | |
| | | | FÜZE KALKANI: NATO'DAN ÇIKMAK HAYAT MESELESİ | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|