[size=18] Bunun adı çok yönlü politika”
[b]Türkiye’yi yakından tanıyan ABD’li düşünce kuruluşu uzmanı Henri Barkey HABERTURK.COM’a konuştu…[/b]
[b]ÖZEL RÖPORTAJ / BELKIS KILIÇKAYA [/b]
Lehigh Üniversitesi uluslararası ilişkiler bölümü öğretim üyesi ve Carnegie Endowment adlı düşünce kuruluşu uzmanı, Kürt sorunu üzerine kitaplarıyla da tanınan Henri Barkey İstanbul’daydı.
Barkey’le İstanbul ziyareti sırasında Türkiye’de demokratik açılım sürecindeki başlıca aktörleri konuştuk. Diyarbakır ziyaretinin ardından görüştüğümüz Barkey, Obama yönetiminin Türkiye’ye bakışına ilişkin güncel soruları da cevapladı.
İşte Barkey'nin çarpıcı değerlendirmeleri...
[b]“YENİ BİR HEYECAN DOĞMUŞTU”
Demokratik açılım projesi başlatılmasından bu yana bir yıldan fazla bir süre geçti. Bir açılım oldu mu sizce?[/b]
Açılımı niye yapıyorsun, çünkü ortada ciddi bir problem var… Tabii ki önce bunu konuşmak lâzımdı. Dolayısıyla açılım önce bu konuyu konuşmaktı esasında. Pek çok toplantı yapıldı, başbakanın, içişleri bakanının önemli beyanları oldu. Söylem çok önemliydi. Şimdiye kadar dışlanmış bir topluluk vardı orada. Hor görülen, terörist diye bakılan, tam vatandaş sayılmayan bir topluluk. Sonra bir başbakan kalktı, “Ben sizin acınızı paylaşıyorum” dedi. Bu simgesel olarak çok önemli bir beyandı. Başbakanın söylediği gibi annelerin gözyaşları arasında fark yok. Çocuğu dağa çıkan annenin de, çocuğunu askere yollayan annenin de acısı, hisleri, gözyaşları aynı. Muhatap alındılar. Dolayısıyla yeni bir heyecan doğdu. Ben o sıralarda artık bu işten geri dönüş olmadığını düşünüyordum. Bunu derken hükümetin geri dönemeyeceğine inanma, inanmama meselesi değil tabii; Sezar’ın Rubikon’u geçmesi, yani “Geri dönüşü olmayan noktayı da geçmek” manasına geldiği kanaatindeydim. Ama açılımın kapanmaya yüz tuttuğunu görüyorum ve bunun çok tehlikeli olduğunu düşünüyorum.
[b]“HABUR’DAN DÖNÜŞ ÇARPITILDI”
Açılımdan kapanmaya yüz tuttuğunun alâmetleri yahut dayanakları neler?[/b]
Tam kapanmamış olabilir, hâlâ böyle bir ümidim var. Ancak açılımla beraber devlet ve hükümet politikaları paralel seyretmedi. Hükümet de hep aynı çizgide olmadı. Bir KCK davası var, 1300 kişi hapse atıldı ve bir yıldan fazladır oradalar. Habur’dan gelenlerin bir kısmı hapiste… Ki açılımın en önemli ayağı, en önemli göstergesi buydu. Çok önemli bir simgeydi. Neydi insanların isteği, dağa giden ya da hapiste olan çocukların, gençlerin geri dönmesi. Habur dönüşü, işte bu açıdan çok önemliydi, bunun ifadesiydi. Açılıma inanmışlardı. Maalesef medya ve bir sürü siyasi parti, bunu PKK’nın zaferi gibi yorumlayıp sundu ve çarpıttı bu meseleyi. Oysa bilâkis bu, PKK’nın “bu savaş bitti, seviniyoruz, eve dönüyoruz” mesajıydı. DTP’nin kapatılması keza. Uzun süredir bekleyen bir davaydı. Anayasa Mahkemesi alelacele karar verdi. İçeriğine de bakınca pek çok acemilik fark ediliyor. Sonra Ahmet Türk gibi DTP’nin içinde güvercin kanadın temsilcisi olan, Türkiye’nin her tarafında sevilip sayılan bir adamı politikadan men ettiler. Bu saçmaydı. Yargının içinden bir tepki vardı belki açılıma, bilmiyorum. Ben mesela genelkurmay başkanının açılıma olumsuz bakmadığı, en azından karşı çıkmadığı düşüncesindeyim. Savaşın tek çıkış olmadığını gördüğünü sanıyorum. Ama tabii bu ordunun tamamının paylaşmadığı bir durum da olabilir.
[b]Aynı süreçte sizce PKK nasıl bir tutum izledi?[/b]
PKK bir şekilde hükümetle beraber çalışmış olabilir. Aksi takdirde Habur’dan nasıl döneceklerdi? PKK dön demeden dönemezlerdi. Bana anlatıldığı kadarıyla o zamanki adıyla DTP bile Habur’dan dönüş kararından bir iki gün önce haberdar edildi. Devlet bunu kiminle konuştu? Belli ki bir koordinasyon oldu ikisi arasında.
[b]“KILIÇDAROĞLU’NU ANLAMIYORUM”
Açılımdan söz ederken sıklıkla medyayı eleştiriyorsunuz…[/b]
Tabii ki, medyanın rolü çok önemliydi bu meselede. Bir kere her şeyi muazzam abartmaları, tahrik etmeleri söz konusuydu… Türkiye’de gazetelerin çoğunun bu meseleye ilişkin söylemi çok sert oldu. Mesela; “Haddini bilmeyen başkan!” Böyle başlık olur mu? Sonra, en önemlisi Habur’dan dönüşü “PKK’nın zaferi” gibi sundular. Ki asla doğru değil bu meseleye böyle bakmak. Bunlar çok tahrik edici, abartılı yorumlar. Sanki devamlı bir kriz atmosferini sürdürmeyi istiyor gibiler. Hükümet bunun önüne geçmek istedi galiba. Ama ne kadar başarılı oldu tartışmalı.
[b]Açılımla beraber muhalefetin politikası nasıl etkilendi? CHP, MHP ve BDP bu süreçte nasıl bir rol ve politika üstlendi?[/b]
AK Parti’yi ihanetle suçladılar. CHP ki, eskiden bu konuda raporları olan bir partiydi, şimdi artık Kürt sorununu inkâr eden bir söyleme sahip. Son derece sorumsuz bir politika götürdü CHP. Şimdi Kılıçdaroğlu’nun söylemine gelince onu da hiç anlamıyorum. Bir gün bir şey söylüyor ertesi gün başka bir şey. Bütün darbelerin CHP’nin iktidara gelmesine mani olmak için yapıldığını söyledi mesela, inanamadım. Ya Türkiye tarihini bilmiyor ya başka bir gezegenden söz ediyor. MHP ise çok enteresan, Türk milliyetçiliği dışında hiçbir projesi yok. Bu açıdan Kürt meselesine bakılınca onlar açısından bir antitez. Ama diğer taraftan Bahçeli, MHP’lileri ciddi oranda kontrol edebildi. Belki “Bir kere bırakırsak kontrol edemeyiz” diye, sonunda kendisinin de sorumlu tutulabileceğinden korkuyor. BDP ise bir yandan kaygılı bir yandan da AK Parti’nin açılımdan çark etmesiyle güçlendiler, Kürt hareketinin temsilcisi haline geldiler. AK Parti’den BDP’ye bir kayma var ama AK Parti’ye oy verecek de çok Kürt var. Sadece daha dindar ya da çok dindar oldukları için de değil, hükümette bir parti olması sebebiyle, ya da PKK’ya ve BDP’ye alerjisi olan yahut onları desteklemeyen Kürtler de var. Bazı açılardan da kabul etmek lâzım ki AK Parti iyi işler de yaptı. Sağlık alanında yaptıkları mesela, yahut Diyarbakır’a gidince insan görüyor bir iktisadi etkinlik de söz konusu artık.
[b]“ÖFKE ARTIYOR”
BDP’nin PKK’yla göbek bağını koparamamakla suçlanmasını nasıl yorumluyorsunuz?[/b]
Şunu anlıyorum, İstanbul’da oturan biri BDP’nin PKK’yla göbek bağını koparmasını isteyebilir, gayet normal ve anlaşılabilir bir şey. Ama öte yandan şunu unutmamak lâzım, PKK BDP’yi kontrol etmiyor, PKK aslında seçmen üzerinde etkili. BDP de o seçmenden oy alıyor. Aslında göbek bağı direkt değil dolaylı. Yani bu bir etik, prensip meselesi değil. BDP orada, PKK’yı karşısına alsa, nasıl politika yapacak?
[b]Uzun yıllardır ilk defa bölgeye gittiniz, Diyarbakır’daydınız. Çok depresif döndüğünüzü söylediniz, neden?[/b]
Diyarbakır’da herkes bir Türk - Kürt kavgasından endişe ediyor. Hatay ve İnegöl olaylarının bir kışkırtma olduğunu düşünüyorlar. Ben provokasyon mu yoksa doğal bir şey mi, bunu bilmiyorum. Ama her halükârda tehlikeli bir durum. Ayrıca çatışma bugün provokasyonla olur, yarın provokasyona ihtiyaç da olmayabilir. Türkiye’de Kürtlere iş, ev vermemek önceden çok az vardı. Ama artıyor. Bu konuda da medyanın sorumsuzlukları oldu. Gençlerin öfkesi çok mühim, çok dikkat edilmesi gereken bir durum. Bu çok önemli bir potansiyel tehlike. Bölgede yaşayan ve bölgede olmayan gençler; onlar artık kimseyi dinlemiyor. Geçenlerde bir nümayiş oluyor Diyarbakır’da, polis geliyor, gençlerden bir grup polisin üzerine yürüyor. BDP’liler mani olmaya çalışıyor. Ve gençler bu sefer ellerindeki taşları onların üzerine fırlatıyor. “Çıkın aradan” diye bağırarak! Sur belediye başkanının oğlu mesela, babası hüküm giyiyor, cezaevine atılıyor. Oğlu “Sen demokratik mücadeleden bahsediyorsun ama bu palavra, önce kendi durumuna bak” diyor ve 16 yaşında dağa çıkıyor. Adam bir yıldır oğlundan haber alamıyor. İstanbul’daki gençlerde de öfke var.1990’larda buraya göç etmek zorunda kalan insanlar kendilerini varoşlarda çok güç koşullarda bulmuşlardı. Tek kaygıları ekmek ve barınak bulmaktı. Ancak bu ailelerin çocuklarının bugün ne güneydoğuyla, ne yaşadıkları şehirle bir ilişkileri var. Kimlik dertleri var, yaşadıkları yerler kötü, dışlanmışlık var, varlıkları tanınmıyor, ne olduklarını öğrenmeye çalışıyorlar. Zorunlu bir göçün psikolojisini yaşıyorlar. Son derece öfkeliler ve bir gün bu öfkelerini çok kötü biçimde ortaya koyabilirler.
[b]“ABD PARÇA PARÇA BAKAR”
Bunun önüne geçilemez mi?[/b]
Elbette geçilebilir. Ben açılım bir kez başlayınca önüne geçemezsin derken bunu kast ediyorum. Açılımdan vazgeçmemek lâzım. AK Parti muhafazakâr bir parti olarak diğerlerine göre daha avantajlı bu konuda, demokratik ilerlemelere ön ayak olmak için. Türkiye’de toplum daima muhafazakârların ağırlıklı olduğu bir toplum oldu. Dolayısıyla AK Parti’nin avantajı var, bu meseleyi ve çözümünü halka daha kolay anlatabilir. Anlatamadı, ama anlatması gerekiyor. Bu arada tabii muhalefet de etrafı galeyana getirmeye çalışıyor.
[b]Obama yönetimi açılım sürecini izliyor mu?[/b]
Obama yönetimi açısından Amerika’da izlenmesi gereken o kadar çok mesele var ki… Kasım’da seçimler var, Afganistan’da savaş iyi gitmiyor. Çin, Kuzey Kore, İran var. Ajandasında bu mesele yok. Ayrıca Amerika’dan izlenecek kadar ortada görünen de bir şey yok. ABD Türkiye’ye bakarken parça parça bakar. Türkiye -Ermenistan, Türkiye-İran gibi…
[b]“TÜRKİYE ALTTAN HALIYI ÇEKTİ”
Bu konularda Ankara’nın son politikaları Obama yönetimi açısından nasıl değerlendiriliyor?[/b]
Obama için Ermenistan’la protokol çok önemliydi. Çünkü soykırımı tanımak seçim vaadiydi. Protokollerin hayata geçmesi hem bu açıdan önemliydi, hem de dış politika hanesine yazılacak önemli bir gelişme olacaktı. Biliyorsunuz gelir gelmez bu meseleye el atmıştı. İran meselesine gelince, Türkiye’de bilhassa hükümet Obama’nın İran politikasını Yahudi lobisi ve İsrail’in etkisiyle götürdüğüne inanıyor. Dolayısıyla bunun üzerinden bir politika yapıyor. Obama açısından İran politikası direkt bir öneme sahipti. “Yönetime gelirse herkesle konuşacağını” vaat etmişti. Gerçekten de konuştu, aracı gönderdi İran’a. Obama açısından bir diğer önemli hedef nükleer silahsızlanmaydı. Bunu başlatmak en önemli hedeflerinden biriydi. Prag’da biliyorsunuz bir konuşma da yapmıştı. Ancak İran nükleer konusundaki tutumunu sürdürdüğü sürece Obama Rusya’yla yaptığı nükleer silahsızlanma anlaşmasını Kongre’den geçiremez. Bir gelişme olması lâzım. Bunun için o kadar ısrarlı oldu ve nihayetinde yaptırımlara gitti. Yine aynı nedenle Türkiye’nin BM’deki vetosu Obama açısından hayal kırıklığıydı. İranlılar bizimle oyun oynadılar, tam yaptırımlar görünürken Türkler’le yakınlaştılar diye düşünüyordu Amerikan yönetimi. Bir mektup hadisesinden söz ediyor Ankara. Ama Obama yönetiminin mektubu ve anlaşmanın gerçekleşmesi arasında bir buçuk aylık bir süre var. Ayrıca yaptırımlarda çok önemli bir husus var. İlk defa hem Çin hem Rusya’nın yaptırımlara katılması çok önemli bir başarı. Tam o sırada Türkiye geldi, altından halıyı çekti…
[b]“BUNUN ADI ÇOK YÖNLÜ POLİTİKA”
Ama bir taraftan da Amerikan yönetimi yetkilileri hatta Clinton da, Türkiye cephesinde böyle açık bir kanal kalmasının iyi olduğu yönünde beyanlarda bulundu.[/b]
Yaptırımlar geçti. Tabii Türkiye’yi de çok kırıp dışlamak istemiyor. Bir yandan da doğru tabii bir kanal var. Bu anlaşmanın bir manası yok artık ama açık bir kanal var.
[b]İsrail - Türkiye ilişkilerinde yaşanan hadiseler Obama yönetimine nasıl yansıyor?[/b]
Önce şunu hatırlatmak lâzım: İşler Türkiye’deki gibi değil Amerikan yönetimi için. ABD’de hükümet var, Kongre var, kamuoyu var. Türkiye’de hükümetin meclisi kontrol etmesi gibi Obama kongreyi kontrol edebiliyor değil. Türkiye’nin Davos’ta başlayan bir söylemi var. Başbakanın üslubu hem sertti hem de sürekli bir tekrar söz konusuydu. Türkiye İsrail’in karşısına geçti, “İran’ın yok ama İsrail’in nükleer silahı var” dedi. Evet, istiyorsa İsrail’i eleştirsin tabii, bu onun hakkı ama İsrail, Pakistan ve Hindistan nükleer silahsızlanma anlaşmasını imzalamış ülkeler değil ki! İran bu anlaşmanın bir parçası olduğu halde bu yola gidiyor.
[b]Biliyorsunuz bir süredir, hem ABD’de hem Türkiye’de kimileri Türkiye’nin dış politikasında eksen kayması yaşandığını öne sürüyor…[/b]
Hayır, Türkiye çok yönlü bir dış politika izliyor. Çok önce yapılması gereken şeyleri şimdi yapıyor. Ben eksenin kaydığı düşüncesinde değilim. Nereye kayıyor eksen, nereye kaymış? Doğu diye bir şey yok ki Batı diye bir şey var. Yani batıda NATO var, Avrupa Birliği var, bir yığın kurum ve kuruluş var. Doğu neresidir, orada ne var, doğu diye bir yer yok! Türkiye Ortadoğu’da söz sahibi hatta çok söz sahibi olmak istiyor. Bir dereceye kadar da oldu. Niçin bir dereceye kadar derseniz; Suudi Arabistan ve Mısır bundan hoşlanmıyor. Başar Esad İsrail’in dostu değil, ama geçenlerde “İsrail’i dışlayarak Ortadoğu’da politika yapamazsın” dedi. Doğru, İsrail hem Ortadoğu’nun gerçeği hem de en önemli aktörü. Türkiye ayrıca başka bir şey daha yaptı, FKÖ’ye karşı Hamas’ın yanında yer aldı ve FKÖ’yü de karşısına aldı…[/size]