[size=7]
SAMİ SELÇUK’TAN MEDYAYA HUKUK DERSLERİ[/size]
07.04.2010 12:06
Radikal yazarı [b]Murat Yetkin[/b], “[b]Balyoz[/b]” davasında meydana gelen son olayları Yargıtay Onursal Başkanı [b]Sami Selçuk[/b]’a sordu. Selçuk, yeniden tutuklama kararında ilk tahliye kararını veren yargıcın (Oktay Kuban) “[b]keyfilikle[/b]” suçlanmasını eleştirdi. “[b]Kanıtın yoksa, keyfi davrandın diyemezsin. Dersen yetkini aşmış olursun. Hukuk, kül yutmaz, açık kapı bırakmaz. “Keyfi” sözcüğünü kullanıyor, hem yargıya güveni sarsıyorsunuz, hem de Türkiye’yi ikiye bölüyorsunuz[/b]” dedi.
[b]Sami Selçuk’un son olaylarla ilgili olarak Murat yetkin aracılığıyla verdiği hukuk dersleri şunlardı:
[/b]"Balyoz soruşturmasında eski Birinci Ordu Komutanı Çetin Doğan dahil bir grup
görevde ve emekli subayın 1 Nisan’da tahliye edilip, 4 Nisan’da yeniden tutuklama kararı
alınması geniş tartışmalara yol açtı. Yeniden tutuklama kararı alan yargıcın, tahliye kararı alan yargıcın kararını keyfi olmakla suçlaması, dün medyada yankı buldu, hukukçuları da ikiye böldü.
Eski Yargıtay Başkanı ve Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Profesör Doktor Sami Selçuk ile dün bu konularda uzunca bir telefon görüşmesi yaptık.
Söylediklerini aynen yayımlıyorum:
* “Her iki karar da (salıverme kararı da, yeniden tutuklama kararı da) yasal çerçevede. Burada takdir yetkisi kullanılıyor. Bu, yargıcın takdir yetkisidir.
* Takdir yetkisinin iki türü vardır: 1- Gerekçe gösterilmesi, gerekçenin açıklanması gereken ve denetlenebilir olan tür. Buna karşı yasa yolu açıktır. Çünkü gösterilen o gerekçenin denetlenmesi gerekir. 2- Gerekçe gösterilmeyen tür. Buna yargı yolu açık değildir. Örnek; 301’inci madde... Adalet Bakanı’ndan gerekçe göstermesi istenemez. Çünkü ülke yararı açısından, dosyadaki kanıtlara bağlı olmaksızın, o davanın açılıp açılmaması gerektiğine karar veriyor. Fransızlar buna hukukta ‘tanrısal yetki’ der. Böyle bir yetkide gerekçe gösterilmesi esasen sakıncalı. Tartışmalara yol açar.
* Her takdir yetkisinde iki ilke gözetilir:
1- Bütün takdir yetkileri için geçerli olan, ‘Takdirin takdiri olmaz’ ilkesi. Takdirin ölçüsü yoktur; siz kanıtları güçlü bulur bir karar verirsiniz, ben zayıf bulur bir başka karar veririm. 2- Yasa, tutuklamalarda takdir yetkisi kullanırken ölçü getiriyor. Aynen okuyorum: ‘[font:d59e=Times New Roman TUR]İş[/font]in önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde tutuklama kararı verilemez’ diyor. Ceza Yargılama Yasasının 100’üncü maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi böyledir. Öbür fıkralarda da kimi ölçütler öngörülüyor: Şüphelinin kaçmayacak, kanıtların toplanmış olması,
karartılma tehlikesinin olmaması ve saire.
* Salıveren yargıç, bu gerekçeleri kullanıyor. Kaçma olasılığı yok, suçun niteliği değişebilir, kanıtlar toplanmış, bırakıyorum diyor. Bırakıyor.
Bu gerekçelerde yasa dışı bir durum yok. Ama savcı bu takdire katılmayabilir. Nitekim katılmıyor. Katılmıyor ise, işi itiraz merciine götürmek zorundadır. İtiraz merciine götürmüş, bu kez
merci takdir yetkisini kullanmış, yeniden
tutuklama kararı vermiştir. Gerekçesi belli:
Suçun ağırlığı, kanıtların somutluğu vb. Buraya kadar her şey yasa çerçevesinde.
* Ancak bundan sonra salıverme için gösterilen gerekçede “takdirin keyfi” olduğu belirtiliyor. Kıyamet de bundan kopuyor. Kopar elbette. Bir yargıca “keyfi karar veriyorsun” demesi hem inciticidir, hem de suçlayıcıdır. İncitici olduğu için yetki aşımına girer. Suçlayıcıdır. Çünkü görevde yetkini kötüye kullandın, yani T. Ceza yasasının 257. maddesine giren suçu işledin demektir.
O zaman bir suç işlendiğini öğrendin demektir.
Bunu kanıtlarıyla birlikte ilgili merciin önüne taşımak ve yargıç hakkında soruşturma açılmasını istemek zorundasın. Böyle bir suç duyurusunda bulunmadığın takdirde bu kez sen, T. Ceza yasasının 279. maddesindeki suçu işlemiş olursun.
* Kanıtın yoksa, keyfi davrandın diyemezsin. Dersen yetkini aşmış olursun. Hukuk, kül yutmaz, açık kapı bırakmaz. “Keyfi” sözcüğünü kullanıyor, hem yargıya güveni sarsıyorsunuz, hem de Türkiye’yi ikiye bölüyorsunuz. Bir de şu var: Karar açıklanarak soruşturmanın gizliliği çiğnenmiş, suç işlenmiştir.
* İnsanlar bana telefon ediyor, soruyorlar. Kimileri salıverme kararını, öbürleri tutuklama kararını alkışlıyor. Böyle bir tablo ortaya çıkınca, itiraz mercii kendi görev alanını aşınca, yargıya güven daha da yitiriliyor. En acı olanı da bu.
Haksız yere, yanlış kararlarla, insanlar yargıya güvenini yitiriyorlar. Çok üzücü.
* Kimse ‘12 Öfkeli Adam’ filmini unutmasın.
11 kişi suç var diyor, 1 kişi itiraz ediyordu.
Tartışıldı ve tek tek ikna süreci yaşandı, sonunda sanık aklandı. Hukuk bilincine erişmiş uygar bir ülkede hiç kimse yargıçların yerine geçerek hüküm kurmaz. Suçtur bu (basın yasası, m. 19, T. Ceza yasası, m. 288). Dosyayı incelemeden hiç kimse konuşamaz, değerlendirmede bulunamaz. Dahası incelese de bunları yapamaz. Yetki tekeli yargıçlarındır. Kimse şunları unutmasın. 2000 yıllık hukuk, her şeyi en ince ayrıntılarıyla düşünmüştür.
* Yargıçlık masal değildir. Dışarıdan gazel okumak hiç değildir. Yargıç için dosyada olan dünyada vardır, olmayan yeryüzünde yoktur.
Dahası kamuoyu diye bir kanıt kaynağı da hukukta yoktur; olamaz da.”
[b]
Odatv.com[/b]