TEFEKKÜR
MUTLAK HAKİKATI ARAMAK
*Sizin yanınızdan 3 (üç) rakamı koşarak gitti mi?
Üçgen şekli size selam verip geçti mi yanınızdan?
Bunlardan önemlisi, saçma gibi görünen bu beyin ürünlerinin beynimizde nasıl oluştuğunu düşündük mü? Tabiatta bulamayız bu kavramları. Tabiatta var olan her şeyin beynimizde var olan karşılığını bulup çıkarıyoruz, onlara bir isim, onlara bir mana veriyoruz. Doğada var olan her şeyin nasıl oluştuğunu, ne işe yaradığını, bunların ne zaman, nasıl kullanılacağını biliyoruz. Peki beynimizde olup doğada var olmayan kavramların nasıl oluştuğunu bilebiliyor muyuz? Üç, kare, büyük-küçük, uzun-kısa, güzel-çirkin, nedir bunlar? Gösterin doğadaki karşılığını. Olmayan şey gösterilemez.
Aslında burada sorulacak en önemli soru bunlar bizim beynimizde doğuştan mı var; yoksa sonradan mı öğreniyoruz? Beynimizde var olup, doğada var olmayan binlerce kavram kaynağını nereden alıyor. Kaynağı elbette Mutlak Hakikattedir. Yani her şeyin başlangıç ve bitiş noktası olan Allah (c.c.) de.
*Allah (c.c.) kendinden var olan sonsuz büyüklüğü, güzelliği bu yolla göstermeye çalışmıştır. Zaten insanın yaratılış gayesi de bu değil mi? Yani biz insanlar, sonsuz evrendeki güzellikler, Allah (c.c.)’ın yansımasın değil miyiz?
Allah (c.c.)’ta var olan güzellikler neler olabilir ki? Aslında bunları sınıflandıramayız. Sonsuz evren, güneş sistemi, bitkilerin oluşumundaki incelikler, koca koca dağlar, tepeler ve en önemli varlığı insan… bunlar Allah (c.c.)’ın var olan güzelliklerinin insan beyninde ifade edilmesi için yukarıda saydığımız mefhumları oluşturmuştur.
*Acayip ve saçma gibi görünecek ama şöyle bir şey düşünün: Doğduğunuz günden itibaren, beyninizde herhangi bir sayı, bir şekil ismi veya uzun-kısa, küçük-büyük, güzel-çirkin ve daha nice mefhumları, beynimizde yok sayalım. Beynimizde sadece Allah kelimesi ve ona karşı yapacağımız görevlerin neler olduğu hakkında bilgilerin var olduğunu sayalım. Böyle bir vaziyette iken ne kadar ayrıntılı düşünebilirdik ki?
İnsanın yaratılış gayesini nasıl bulabilirdik? En önemlisi Allah (c.c.)’ı nasıl ifade edebilirdik? Ona ne derdik acaba? Ya kendimiz gibi bir varlık, veyahut daha nice isimler takardık. İşte o zaman monoton bir varlık olduğumuzu anlardık. Amaçsız, gayesiz bir varlık. İşte bugün bunları düşündükçe, Allah (c.c.)’ın bize verdiği, en büyük nimetlerden birinin de, bu varlıklar olduğunu anlıyoruz.
İşte bugün bunları düşündükçe, Allah (c.c.)’ın bize verdiği, en büyük nimetlerden birinin de bu mefhumlar olduğunu anlıyoruz.
*Namaz kılıyoruz, oruç tutuyoruz, Allah (c.c.)’a karşı ne kadar görevimiz varsa yerine getiriyoruz. Peki, bir gün de Allah (c.c.)’ı düşünüyor muyuz?
İbadet etmek, tam manasıyla Allah (c.c.)’ın varlığını düşünmek midir? Evet tabi ki, ibadetlerimizi yapmalıyız. Fakat, O’na yakın olmak için, O’nu daha iyi anlamalı ve tanımalıyız. Elbette O’nu göremeyiz fakat gördüğümüz her şeyde O yok mu?
Allah (c.c.)’ın varlığını maddede de görebiliriz. Bir maddenin atomunda bile O vardır. Bunu şu örnekle açıklayabiliriz: Yakın zamanda, maddenin en küçük zerresi dediğimiz atomu bulduk, daha sonra, bu parçalanmaz denen maddeyi parçaladık ve moleküllerini bulduk. Ya bundan sonra ne olacak, tabi ki bu böyle sürekli devam edecek yani, sürekli o maddeyi parçalamaya çalışacağız. Bu işin sonu ne olacak, elbette parçalanmaz bir zerreciğe ulaşacağız. İşte tam o noktada o zerreyi bir tek Allah (c.c.) parçalar diyeceğiz. Yani Allah (c.c.)’ı bulacağız. Şahsıma bütün bunları düşünmek ve araştırmak bulmak, Allah (c.c.)’ı en iyi arama yöntemidir.
*Bize din olgusu verilmeseydi Allah (c.c.) nasıl düşünürdük? O’nu nasıl arardık? Ruhsal yalnızlığımızı, nasıl doldururduk? Elbette O’nu, düşünerek bulan birisi çıkardı aramızdan. İşte o zaman, şöyle bir genelleme yapardık: “Düşünmek Allah’ı aramaktır” derdik. Buna müşahhas bir örnek vermek gerekir. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de de belirttiği üzere:
Hz. İbrahim Aleyhisselam, peygamber olmadan önce putperest bir kavim içinde yaşamaktaydı. Fakat, kendisi onlar gibi düşünmüyor, putlara tapmanın manasız boş bir inanç olduğunu söylüyordu. Mutlak bir varlığın olduğunu, düşünüyordu.
Yalnız kaldığı zamanlarda, hep aynı hisler beynini tırmalar, gerçek olan bir şeyin olduğunu düşünür ve onu arardı, ona ulaşmak isterdi.
İlk önceleri, benim tanrım yıldız olsun dedi. Çünkü: çok yüksekteydiler ve çok güzel parlıyordu. Daha sonra yıldızdan büyük olan ay üzerinde düşünmeye başladı. Hem çok büyük, hem de gece ortalığı aydınlatıyordu. Fakat, ay sabah olunca yok oluyor, ya da çok siliklenmiş bir şekilde görünüyordu. Bunun üzerine, güneş üzerinde düşünmeye başladı. Her şeyden çok büyük ve her tarafı aydınlatıyordu. Fakat, o da, akşam olunca yok oluyor, batıp kayboluyordu. Böylece Hz. İbrahim sürekli mutlak olanı aradı. En sonunda, Allah (c.c.) ona peygamberlik görevini verdi ve sonsuzluğu buldu.
*Bu yazımda anlatmak istediğim konu nasıl düşündüğümüzdür. Sadece, dünyada var olan şeyler üzerinde düşünüşümüz üzerinde bir tenkit idi. Acaba bir şey hakkında düşünürken kaynağını bulabiliyor muyuz? Yaradılış gayemizi anlayabiliyor muyuz?...
...
G.Çağıl