TAM ZAMANINDA
Çarşambayı perşembeye bağlayan gece yani 4 ağustos günü Kırgızistan istihbaratına bağlı cezaevinde (SİZO) kaldığım 41 numaralı hücreden saat 2 civarında apar-topar alınarak, yetkili savcının nezaretinde yaklaşık 10 kişilik bir istihbarat ekibi tarafından Bişkek- Manas havaalanına götürüldüm. Ve bu arada Türkiye’den gelen iki interpol elemanına teslim edildim. Onların nezaretinde, 4 ağustos perşembe günü sabah saat 8.30’a doğru bindiğimiz uçak İstanbul ****** Havaalanı’na indi. Böylece şimdilik kaydıyla söylüyorum ki, yaklaşık 2,5 yıl yıl süren Türkistan’da sürdürdüğüm hayat son buldu. Şahsımın sürdüğü hayat son buldu, bulmasına ama şundan eminim ki davam adına bu hayatın etkileri benim oradan ayrılmamla birlikte, bitmemek üzere daha yeni başlamakta...
Türkistan coğrafyasının önemi başkalarının kavradığı kadar; şu gün dahi kavranabilmiş değil. Özellikle 2 mayıstan sonra müşahhas gelişmeler bu coğrafyanın, İBDA’yı kabul etme şartları bakımından ne kadar müsait ve verimli olduğunu bize göstermiştir. İBDA’nın etkisinin bu coğrafyada nerelere kadar uzandığını, üç aylık gelişmeleri yakından takip edenler yakin derecesinde şahit oldular. Bu etkinliğin muhtevasını ve derecesini bu kişiler buraya hissettirebildiler mi bilemiyorum, ama şu iki günlük gözlemim neticesinde maalesef İBDA’nın oralarda nasıl değerlendirildiğinin anlaşıldığının hissedildiğini söyleyebilmem oldukça zor.
3 Ağustos’un son dakikaları… Saat neredeyse gece yarısı 12… Yatsı namazı ve bir günlük kaza namazının ardından hücrede beraber kaldığım üç kişiden gözyaşlarımı saklamaya çalışarak ellerimi duaya kaldırıyorum;
‘’Yarabbi; güç ve kuvvet senin! Davamın sıhhat ve selameti, büyümesi ve gelişmesi için benim bir misyonum olacaksa; bunun için burada kalmam gerekiyorsa burada kalayım; Türkiye’ye gitmem gerekiyorsa Türkiye ye gideyim... İki hayırdan birini bana bir an önce nasip et.‘’
Namazı bitirip, seccadeyi toplarken Dağıstan’lı mücahit genç Nizam’a ve Rus genci Maksim’e, ‘’Majıt bıt , Ya idi Damay’’ diyorum; yani, ‘’Ben Türkiye ye gidebilirim. Maksim, “Beni bırakıp hiçbir yere gitmeyeceksiniz!” diyor..
Bu Maksim’in hikayesi enteresan, anlatmak uzun sürer... Yalnız onunla ilgili bir anektodu söylemeliyim... 44 numaralı hücreden, 41 numaralı hücreye götürüldükten yarım saat kadar sonra Maksim’i de yanıma getirdiler… Kafasındaki şapkadan ve temiz yüzünden olsa gerek ilk önce onu müslüman zannettim.. ‘’Müslüman mısın?’’ diye sormam üzerine gülerek ‘’Hayır Hristiyanım’’ cevabını verdi. Bir tanıdığının arabasında 11 kilo eroin yakalamışlar, bunun hiçbir şeyden haberi yok! Arabada olduğu için Maksim’i de almışlar... Ama istihbarat da savcı da O’nun suçsuz olduğunu biliyor...
Maksim’in ‘’Narkobaron’’ olduğunu öğrenince, bir komployla karşı karşıya olabileceğim ihtimali beynimi kemirmeye başladı... O gece uyuyormuş numarası içinde, sabaha kadar uyumadım. Hatta bir ara ‘’İlk önce ben harekete geçip, onu etkisizleştireyim’’ diye düşündüm. Daha sonra bunu Maksim’e anlattığımda neredeyse gülmekten çatladı ve her önüne gelene de anlatıyordu.
Sabah olunca Maksim beni gazetelerden tanıdığını söyledi ve şu ilginç anektodu aktardı: ’’Gazetelerde sizinle ilgili haberleri görünce, ‘inşaallah ben bu adamla beraber yatarım’ diye düşündüm. Beni bu kamera-hücreye getirdiklerinde, karşımda sizi görünce neredeyse şok geçirecektim’’
Daha sonra anladım ki beni işkillendiren Maksim’in o şok hali olmuş..
Dağıstan’lı Nizam ve Maksim benim Kırgızistan’da kalacağımdan emin olarak birisi kahve yapıyor, diğeri de yemem için tabakla kuruyemişi önüme koyuyor...
Maksim ayrıca bana hergün Rusça dersi de veriyor... Ve saat 1 civarında derse başlıyoruz… Önceki gün sahura kadar sürdüğümüz dersi, bu sefer kısa kesiyoruz.
Yarım saat 45 dakika sonra dersi bırakıp kendime bir kahve daha yapıyorum... Elimde kahve fincanıyla yatağa oturup, kahveyi içmeye hazırlanırken hücrenin kapısı açılıyor… Nöbetçi başka bir kata gideceğim ve eşyalarımı toplamamı söylüyor… Bu saatte hücreden nakil olmaz... Gece yarısı operasyonuyla yasadışı bir şekilde Türkiye ye gönderileceğim aklıma gelen ilk ihtimal. Başka bir ihtimal daha var ki, daha önce onunla tehdit edilmiştim, onun olmaması için dua ediyorum.
‘’Sizo’’ ya girerken üzerimden çıkan eşyalar tekrar imza karşılığı bana verildikten sonra savcının yanına çıkarılıyorum. Savcıyı görür görmez ‘’Türkiye ye mi?” diyorum.. Onun ‘’evet’’ demesi üzerine ‘’Niçin daha önceden haber vermediniz? Üstelik bu yasa dışı‘’ diyorum.. Savcı gönderileceğimi bir saat önce başsavcılığın emri üzerine öğrendiğini ve evden kalkıp, buraya geldiğini söylüyor... Ayrıca üzgün olduğunu da ekliyor.
Ben ise, bu gelişme karşısında kesinlikle üzgün değilim ve aklımda 2 saat önce ettiğim dua ile birlikte Türkiye’ye dönme heyecanını yaşamaya başladım...
Temmuz ayındaki duruşmadan sonra, Ağustos ayında böyle bir gelişmenin olacağını çok kuvvetli hissettiğimden, bu gece yarısı operasyonu beni hiç şaşırtmadı. Çünkü kamuoyu baskısı Kırgız hükümetini ve yargısını iyice bunaltmaya başlamış ve onları bu tiyatroya daha fazla devam edemez hale getirmişti. 1 Ağustos ‘taki son duruşmada yargının yaşadığı stres zaten iyice gün yüzüne çıkmıştı. Eminim ki bir duruşma daha olsaydı, mahkeme beni serbest bırakacaktı. Zaten zannedersem hükümet tarafından bu durum anlaşıldığından ‘’geceyarısı operasyonu’’ kararı alındı. Üç ay boyunca çeşitli pskolojik baskı yöntemleriyle benim Türkiye’ye dönme isteğimi belirten bir dilekçe yazmam istendi. Yani kendilerinin yapmakta zorlandıkları şeyleri bana yaptıracaklar, yasadışı bir yol izlememiş ve böylece de ‘’birilerinin’’ hışmından kurtulmuş olacaklardı. Son duruşmada benim bu durumu ifşa etmem üzerine bütün ümitler suya düştü ve kesinlikle dilekçe yazmayacağım anlaşıldı.
Yasadışı bir şekilde Türkiye’ye iade edilmemden sonra Kırgızistan’da ne tür gelişmeler olabilir, tam olarak ben de hesab edemiyorum. Fakat Kırgız Hükümeti’nin de benim de bildiğimiz bir gerçek var ki, o da, ‘’birileri’’ bu durumu kuvvetle muhtemel onur meselesi haline getirecek. Bu ‘’birilerinin’’ nasıl tavır alacaklarını daha sonra hep beraber göreceğiz. Çünkü Orta Asya geleneklerinin hala kuvvetle yaşandığı Kırgızistan da ‘’Kuday Konuğu’’na hiç kimse dokunamaz, o gitmek istemedikten sonra ‘’mihmana’’ git denemez..
Sizo’da geçirdiğim 90 günü ve bu 90 gün içinde olup bitenleri teferruatıyla yazmaya çalışacağım. Ümit ediyorum ki o bölge insanının dini ve siyasi durumuyla birlikte, ideoloji olarak İBDA’ya bakış açılarının anlaşılmasına katkı sağlayacak..
Terörle mücadele şubesindeki ‘’sohbet’’te yurtdışına gittiğime bir çok kişinin sevindiğini söylüyor… Sevinenler kimler, onların ideolojik, siyasi ve ahlaki durumlarının bir tarafına söyleyeceğim şudur;
Allah’ın izniyle gittiğimden daha güçlü olarak geri döndüm... Davamızın büyüklüğünü farklı bir coğrafyada bizzat yaşayarak müşahade ettim.. Devrimci mücadelede olması gereken farklı tecrübeler kazandım… Dönmem gerektiğine inandığım bir zaman diliminde de döndüm... ‘’Ocağın kızışmaya başladığı” şu dönemde inanıyorum ki , olmam gereken yerdeyim…
Bütün İslâm coğrafyasını bereketiyle sarıp-sarmalayan kutlu ay Ramazan, hamdolsun Allah’a ki, bizi de içine aldı.
Kulunu darda bırakmayan Allah’a sonsuz şükür!..
Ali Osman Zor