[img]
http://www.timeturk.com/images/news/180720102005104369743_2.jpg[/img][size=24][color:2aa3=red]
Fransa Afrika'dan milim kıpırdamadı[/color]
[/size]
[size=18][color:2aa3=orange]
Tam da sömürgeciliğin sona erişinin kaçınılmaz olduğunu anladığı anda gerçek bir deha şaheseri ortaya koyan Paris, Afrika'dan bir milim bile kıpırdamadan 'çekildi.' Bugün Fransa dünyada hiçbir şey değişmemişçesine Afrika'yı istikrarsızlaştırmayı ve sömürmeyi sürdürüyor. [/color]
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve ABD Başkanı Barack Obama neredeyse seçilir seçilmez Afrika’ya önemli ziyaretler yapma planlarına girişti. İki başkanın, uzun yıllar önce küresel ilişkiler açısından önemsiz olduğu tescillenen bir kıtayla alâkadar olmaktan daha ağır öncelikleri vardı. Fakat sonradan şu ortaya çıktı: Bu tuhaf ‘Afrika’yla konuşma’ talimi, iki çiçeği burnunda Batılı lidere tam da yaptıklarını söyledikleri şeyi somutlaştırmak, yani ‘geleneksel iş görme şekline bağlı kalmayan bir liderlik’ ortaya koymak yönünde mükemmel bir fırsat sundu.
Velhasıl iki misafir geldi ve kendilerini kıtanın dostları olarak sundu; gerçekten de öyle derin şefkat besliyorlardı ki, Afrika’yla ilgili genelde perde arkasındaki fısıltıların konusu olan nahoş hakikatleri yüksek sesle dile getirmekten korkmadılar. Tasına iki kuruş atmadan önce dilenciye aptalca ders veren centilmenler gibi, Afrika’ya doğuştan bir üstünlük hissiyle adım attılar. Bu hissiyatları elbette ki,
dilencilerin, yani bizzat Afrika ülkelerinin aksine, işlerin bu kadar berbat hale gelmesini engellemek için ellerinden geleni yaptıkları inancından kaynaklanıyordu. Görünen o ki Obama ve Sarkozy dünyanın en sorumsuz ülkelerine aklı mantığı öğretmek arzusuyla yanıp tutuşuyordu.
Sarkozy başkan bile seçiyor
Fakat tarih bu kadar utanmazca nasıl tekrar yazılabilir! Obama’nın geçen yılki Gana ziyaretinde nazik davrandığı muhakkak. Ancak ona bile, Soğuk Savaş’ta ABD’nin çok sayıda ülkeyi nasıl bugünün ‘başarısız devletleri’ne doğru ittiğini hatırlatmak gerekiyordu. Bununla birlikte iki başkan arasında sitemi en fazla hak edenin Sarkozy olduğuna da şüphe yok. Zira modern siyasetin yıllıklarında, Fransa’yla eski imparatorluğu arasındaki güçlü, ayrılmaz sinerjinin bu kadar ileri boyutta olduğu bir dönem görülmemiştir. Paris, tam da sömürgeciliğin sona erişinin tarihsel açıdan kaçınılmaz olduğunu anladığı anda, gerçek bir siyasi deha şaheseri ortaya koydu: Afrika’dan çekilmek için gereken her şeyi üstlendi ve bunu aslında bir milim bile kıpırdamayacağı bir tarzda yaptı.
General Charles de Gaulle’ün güvenilir danışmanı Jacques Foccart, bu sömürge sonrası hilesinin mimarıydı. Yöntemleri basitti: Bazıları Fransız uyruğunda olan güvenilir Afrikalı siyasetçileri, bu yeni 14 devletin başkan koltuğuna oturtmak ve doğal kaynaklar üzerindeki sıkı kontrolü sürdürmek. Bu tabiatıyla yolsuzluğu ve istikrarı besleyen bir sistemdi ve muazzam insan hakları ihlalleri olmaksızın devam edemezdi.
Fakat kimin umurunda; Afrika’nın yeni diktatörleri rahatça uyuyabilirdi. Kıtadaki yaklaşık 60 bin askeri sayesinde Fransa tek bir hareketle diktatörlerin imdadına koşabilirdi. Bu zaten belli maddelerin gizli tutulduğu savunma anlaşmalarının parçasıydı. Fransa gizli servisi de gerektiğinde, diktatörlerin hasımlarını yok etme görevini yerine getirmeye hazır ve nazırdı. Bu şekilde ortadan kaldırılan Afrikalı muhalif listesi dehşet verici uzunluktadır.
Gerçekte Fransız modelinin en büyük hatası baştan beri var olması değil, Soğuk Savaş’tan sonra da büyük bir arsızlıkla ayakta kalmasıydı. O dönemde Moskova ve Washington kendi nüfuz alanlarında çok daha vahşi davrandığından, Paris’in Afrika’daki müdahaleleri nispeten makul görünüyordu. Fakat bugün Britanya başbakanının Gana veya Kenya başkanlarının belirlenmesi sürecine burnunu sokması tahayyül edilemez. Peki ya Sarkozy’nin? Geçen yıl Ali Bongo Gabon‘un tartışmalı başkanlık seçiminden zaferle çıktığında tam da bunu yaptı. Fransa cumhurbaşkanı, Bongo’nun babasının koltuğuna oturmasını destekledi. Bildiniz: Baba Bongo’yu da 1967’de De Gaulle koltuğa oturtmuştu. Jacques Chirac da 2005’te Togo lideri General Gnassingbe Eyadema’nın oğluna benzer biçimde destek vermişti.
Nijer’in uranyumu Fransa’nın...
Ve bu böyle gidiyor: Fransa, sanki dünyada hiçbir şey değişmemişçesine, Afrika ülkelerini istikrarsızlaştırıp tahrip ediyor. Gerçekten de bütün eski Avrupalı sömürgeci güçler arasında, Fransa sömürgecilikten vazgeçmeyi reddedişiyle eşi benzeri olmayan bir yer teşkil ediyor. Ve Paris’le böyle bir ‘dostluğu’ reddeden ülkeler (Vietnam, Madagaskar, Kamerun ve Cezayir), özgürlüklerinin bedelini yüz binlerce canla ödedi.
Fransa’nın Üçüncü Dünya fiyatlarıyla uranyum çıkarmaktan hiç gocunmadığı Nijer’i ele alın. Fransa bu işi öyle vampirce koşullarla yürütüyor ki, tarıma dayanan bu ülkede tarım yapmak imkânsız hale geldi. Fransa’nın uranyum ihtiyacının yüzde 40’ını karşılamaya intihardan farksız şekilde seferber edilen Nijer, dünyanın muhtemelen ikinci büyük uranyum üreticisi, fakat aynı zamanda bugün dünyadaki en yoksul ülkelerden biri. Ve Paris bu ülkenin olduğu gibi kalması için her şeyi yapıyor; ülkenin ilk devlet başkanı Hamani Diori’nin 1974’te, ülkesinin madenlerin çıkarılmasından zerre kadar fayda sağlamadığını söylemesinin ardından devrilmesinin Fransa gizli servisinin işi olduğu yaygın bir söylentiydi. Nijer’in mevcut istikrarsızlığı (1996’dan bu yana üç askeri darbe ve süregiden bir iç isyan) Fransa’nın bu stratejik kaynağı kontrol etme gayretiyle doğrudan bağlantılı.
Yıllar boyu birçokları Fransız usulü sömürgeciliğin bir anakronizm haline geldiğini ve eninde sonunda doğal bir ölümle ortadan kalkacağını sandı. Ancak Gabon ve Çad’da, Nijer ve Kongo Cumhuriyeti’nde izdivaç öyle veya böyle işlemeye devam ediyor ve ufukta sona ereceğine dair hiçbir işaret yok. Fransa perde arkasında ipleri, hiçbir halk isyanının aradaki bu kirli bağı hedef alamayacağı şekilde elinde tutmaktan gayet memnun.
‘Büyük çocuklar’
Tam tersine, Fransız liderler Afrikalı muhataplarında derin bir suç ortaklığı hissiyatını beslemek için elinden geleni yapıyor. De Gaulle’ün danışmanı Foccart hatıralarında, Afrikalı devlet başkanlarıyla protokollerin gerektirdiğinin çok ötesinde, derinlemesine şahsi ilişkiler sürdürmenin önemini vurguluyordu. De Gaulle Orta Afrika Cumhuriyeti lideri Jean-Bedel Bokassa’nın kendisine sürekli ‘baba’ demesinden rahatsız oluyordu, fakat Fransa’nın tropikal ağaç ve elmas kazançlarını tehlikeye atmamak için elbette ki dilini tuttu. Afrikalı suç ortaklarının, iyi yiyecekler konusunda daha az ukala, hatta açık saçık şakalara düşkün olan, yani kısacası çok da karmaşık bir adam olmayan Chirac’la kendilerini daha rahat hissettikleri söyleniyordu.
Bu felsefe, rahatsız edici bir düşünceden kaynaklanıyor: Chirac’ın da vaktiyle dediği gibi, Afrikalılar ‘neşeli tabiatlıdır’, sadece büyük çocuklardır. Bu olgunlaşmamışlık varsayımı, Fransa’nın Afrika’da, kendi sınırları dahilinde hayal bile edilemeyecek, akıl almaz derecede anti-demokratik davranışlar sergilemeye kendini yetkili saymasına yol açıyor. Ne yazık ki benim kıtam her gün bu gerçeklerle yaşıyor; bu gerçekliği, eğitime, sağlık hizmetine, hatta yeri geldiğinde bir tas pirince muhtaç olan her bir vatandaş yaşıyor. Öte yandaysa yemekten tıksıracak hale gelen bir Fransa var. [/size]
(Temmuz/Ağustos 2010)
Radikal