AKINCILAR
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

AKINCILAR

AKINCILAR FORUM
 
AnasayfaKapıGaleriAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 HALK ve HAK DÜŞMANI AKP

Aşağa gitmek 
5 posters
Sayfaya git : Önceki  1, 2, 3, 4, 5  Sonraki
YazarMesaj
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: OMUZ OMUZA   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 EmptyPtsi Nis. 05, 2010 8:47 pm

Konunun ilk mesajı :

[img]https://2img.net/r/ihimizer/img691/9577/tekeleylem.jpg[/img]


GEÇTİĞİMİZ HAFTA SONU, ANKARA'DA YENİDEN TOPLANDIKLARI İÇİN AKP'NİN ÜZERLERİNE POLİSİ SALDIRTTIĞI

TEKEL İŞÇİLERİNİN EYLEMİNDEN BİR ENSTANTANE!
Sayfa başına dön Aşağa gitmek

YazarMesaj
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 EmptyC.tesi Şub. 26, 2011 9:58 pm

SEN DE BUNDAN SONRA YAZMA AHMET ALTAN!..




Siz de diğerleri gibi İngilizce konuşabilirsiniz. Nasıl mı ? Tıklayın !

Ahmet Nesin yazdı

22.02.2011 16:44

Karakter boyutu :

--------------------------------------------------------------------------------

Ahmet Nesin’in blogunda Ahmet Altan’a “Bütün derin devleti sadece ordu olarak görüyorsun, siyasileri yok sayıyorsun” dedi. Nesin’in yazısı şöyle:

Taraf Gazetesi yazarı Ahmet Altan’ın önceki günkü yazısının başlığı “Konuşma”ydı. Bu yazıda Altan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Nerede Ergenekon, gösterin ben de üye olacağım.” tümcesini ele alıyor. Kılıçdaroğlu’nun bu tümcesini 2 şekilde okuyabilirsiniz, ya Ahmet Altan gibi hata diyebilirsiniz yada benim gibi “Kılıçdaroğlu bir zarf attı ve başta AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere kimilerinin bu tuzağa düşeceğini biliyordu…” diye yorumlayabilirsiniz. Neden böyle düşünüyorum, çünkü Erdoğan bana göre dolmuşa geldi ve “Çorum’a git, Sıvas’a git, Kahramanmaraş’a git…” diye yanıtlayınca hemen “Gittim ve senin bakanını gördüm…” yanıtını alıyor. Bence Kılıçdaroğlu yanıtını önceden hazırlamıştı ve birilerinin dolmuşa geleceğini biliyordu.

Siyasetin inceliğini bilmediği için Erdoğan’ın tufaya gelmesine şaşırmadım ama Ahmet Altan’ın tufaya gelmesine çok şaşırdım. Ben Ahmet Altan’a Kılıçdaroğlu’nun verdiği örneklerden çok daha fazlasını vereceğim. Neden veriyorum bu örnekleri, çünkü vereceğim örnek kişiler şu an Ahmet Altan’la aynı grup içinde yer alıyor da ondan.

Hepsi her anlamda aynı şeyi söylemeseler de bugün AKP’yi ve Erdoğan’ı destekleyen bir grup var. Bütün sorun bu grup içinde yer alan kişiler birbirlerinin geçmişini sorgulamıyorlar. Ahmet Altan yazısında “Var mı Erdoğan’ın bu sözlerine verecek bir cevabı olan? Danıştay cinayetini sahiplenecek olan var mı? Diyarbakır’da adamları öldürenleri savunacak biri var mı? Çorum’da, Sivas’ta, Kahramanmaraş’ta, Gazi Mahallesi’nde yaşananların büyük kışkırtma operasyonları sonucu gerçekleşmediğini iddia edecek kimse var mı? Kanlı 1 Mayıs’ta yaşananların bir “çete” işi olmadığını söyleyecek kimse var mı? Bir Erdoğan’a bakın, bir Kılıçdaroğlu’na.” diyor.

Danıştay cinayetinin derin devlet işi olduğu tamam, Türk Sol’u bütün bu cinayet ve olayların arkasında derin devlet olduğunu en az 50 yıldır söylüyor. Öncesini bırakın 12 Mart 1971’den itibaren hapsi ya da polisi tadan herkes bunu gayet iyi bilir ve söyler. Aramızdaki fark, biz bunu yıllardır söylüyoruz, sizler yeni söylüyorsunuz ve kendiniz keşfetmiş sanıyorsunuz. Peki Danıştay cinayetini işleyen kişinin yakalandıktan sonraki sloganını anımsıyor mu Ahmet Altan ya da hangi parti ve gençlik örgütünün adını vermişti. Yani derin devlet yine kimi kullanmıştı.

Diyarbakır’da öldürülenler hangi hükümetler zamanında, hangi komutanlar zamanında öldürülmüştür, bu dönemde Tansu Çiller ve Necmettin Erbakan’ın adları öne çıkıyor mu, çıkmıyor mu? Ne yaparsanız yapın bugün AKP’yi Refah Partisi’nden ayıramazsınız. O dönemde partili olan hatta kimileri bakan olan Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç gibi kişiler neden isyan etmediler, hiç düşündün mü Ahmet Altan. O dönemin kimi isimlerinin neden hâlâ Ergenekon davasına dahil edilmediği kafana soru olarak takıldı mı?

Sivas olayları deyince benim aklıma bir isim daha geliyor Ahmet Altan, eski Adalet Bakanı Şevket Kazan. Derin devleti, “Allah Allah” diye otele saldıranları, hepsini bir kenara bırakıyorum, babamı öldürmek isteyenleri savunan bir Adalet Bakanı’yla karşı karşıya kalıyorum ve ben bu ülkede demokrasi mücadelesi vermeye çalışıyorum Ahmet Altan. Sivas deyince aklıma o dönemin Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu geliyor, sonra mı ne oldu, iki dönem milletvekili oldu Karamollaoğlu ve daha da komiği Susurluk Komisyonu’nda görev aldı. Karamollaoğlu’nun bir tümcesini hiç unutmam Madımak Katliamı’ndan sonra “Gazanız mübarek olsun.”

Kahramanmaraş olayları deyince aklıma çok şey geliyor, o dönem gece sekreteri olan Can Ataklı’yla 3 gece nöbet tuttum ben Günaydın Gazetesi’nde Ahmet Altan. Doğu Perinçek’in partisinin il başkanıyla telefonla konuşurken “Heryerde ellerinde silahlarla dolaşıyorlar, kapı kapı dolaşıyor ve öldürüyorlar. Şimdi bizim partinin kapısı kırıldı……” seslerini unutamam. Evet Ahmet Altan, telefon kapanmadı sadece konuşanın sesi gitti, ben dinleyeyim diye kapanmadı o telefon, hâlâ o kişinin yada oradakilerin yaşayıp yaşamadığını bilmem ve içimde büyük yaradır bu. O dönemde Abdülkadir Aksu orada görevliydi Ahmet Altan, sanırım bir ara Emniyet müdürü olarak bir ara da Vali Yardımcısı yada vekili olarak. Wikileaks’de adı “Uyuşturucu ticaretinden şüpheleniliyor ve genç kızlara yatkındır.” Denilen Aksu’nun şimdiki görevi nedir biliyor musun Altan, Mecliste Wikileaks Araştırma Komisyonu Başkanı. Birileri seninle mi dalga geçiyor, benimle mi bilmiyorum!..

12 Eylül öncesi asker yönetime gelsin diye gazetelere tam sayfa ilan veren MHP MYK’sında kim vardı anımsıyor musun? Taha Akyol vardı. Nazlı Ilıcak’ın 12 Eylül yazılarını yazdım günlerce. Fethullah Gülen’in dergisinde yazdıkları ortada. 12 Eylül’ü hep sevmişler, hep pohpohlamışlar. Ve sen şimdi onlarla beraber darbe karşıtlığı yapıyorsun, hiç sorgulamadan, her zaman karşı çıktığım “Ne olursan ol gel” mantığıyla. Ne olursan ol gelme kardeşim demeyi öğrenmeden demokrasi savaşımı verilemez, bunu öğrenmen gerekir sanırım.

Sen de demokrasi mücadelesi verdiğini söylüyorsun ama aramızda bir fark var Altan, ben cinayet işleyenleri ve onlara hoşgörüyle bakanları ayırt etmeyi biliyorum. Bütün derin devleti sadece ordu olarak görüyorsun, siyasileri yok sayıyorsun. Demokrasiyi sadece ordu mu engelledi ya da siyasiler demokrat tavır almayı bilseydi ordu bunları yapabilir miydi, bir de buradan bak bence, tabii işine gelirse…

İşte benim de aklıma gelenler bunlar, başkalarına “Konuşma” diyeceğine bence sen de “Bunları anlayana ve kabul edene kadar yazma…”

Odatv.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: HALK DÜŞMANLIĞI   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 EmptyÇarş. Mart 02, 2011 2:37 pm

'TORBA YASA İLE SADECE EMEKÇİLERİN DEĞİL,
SENDİKACILARIN DA KAFASINA ÇUVAL GEÇİRİLDİ'




Geçmişte kafasına çuval geçirilen, yeni çuvallara karşı aşılı olmuş, tecrübe kazanmış ve daha dirayetli olmuştur diye beklenir.



8 yıldır emekçilerin kafasına çuval üstüne çuval geçirildi. Her defasında, emekçi örgütlerimizin yöneticileri reflekslerini biraz daha kaybettiler, gardları düştü, on yıllar boyunca eylemlerde pişe pişe kazandıkları tecrübelerini her defasında biraz daha unuttular.



Bu tespiti yapmak, sendika ve diğer emekçi örgütlerinin yöneticilerini aklıyor mu? Tam tersine, hem bunca saldırıdan gereken dersi çıkarmadıklarını gösteriyor, hem de son saldırının anlamına uygun davranmadıklarını.



Son torba yasa sırasında da, emekçi örgütlerimizin bizzat yöneticileri tarafından, ‘bu emekçilerin kafasına çuval geçirmektir’ diye açıklanmasına rağmen, bunun önemine uygun ağırlıkta bir tepki gösterememiş ve kanunlaşmasını engelleyememiş olmaları, aşılanmadıklarını göstertir.



Daha da vahimi, kimi sendikacılar, çuvalcının safına geçerek, kafasına geçirilen çuvalın ipini bağlamaya yardımcı oldu.

Bu sayede, son torba yasada da AKP kolaylıkla başarılı oldu.



Ama bu kez çuval, emekçilerin sadece bir kesiminin değil, tamamının kafasına geçirilmişti.



Sadece on üç milyon emekçinin değil, Türk-İş, DİSK, KESK, TMMOB, TTB, T. Kamu-Sen ve Birleşik Kamu-İş yöneticilerinin de kafasına çuval geçirildi.



Düşünelim, dört örgüt, bunun ‘çuval geçirmek’ olduğunu söylüyor ama Ankara’ya getirdikleri 10 bin kişi.



Ortada bir yanlışlık var.



Ya söylenen yanlış, emekçiler bu denli saldırı altında değiller, ya da yöneticilerin basiretsizliği ve gafleti söz konusu.



Tanıdık sendikacılarla konuştum, çoğu, tasarıda emekçiler aleyhine neler olduğunu bilmiyorlardı.



Kendisi bilmeyince üyesini nasıl eyleme ikna edecek!



Yasaya karşı olanları toplayalım;



KESK’in üye sayısı 209 bin.



TMMOB, bir kısmı kamuda çalışan 380 bin.



DİSK 100 bin



Ve TTB…



370 bin üyeli T. Kamu-Sen ve 25 bin üyeli Birleşik Kamu-İş’i de dahil edelim.



500 bin üyeli en büyük işçi örgütü olan Türk-İş ise, ne tasarıda neler olduğunu bile emekçilere anlatmıyor. Hükümetle sessiz görüşmeler peşinde.



Kafasına çuval geçirilenlerin toplamı, örgütlü olanlar iki milyon, örgütsüzlerle birlikte tam on üç milyon kişi. Aileleri ile toplumun yarısı. Torba yasa ile Türk milletinin yarısının kafasına çuval geçirilmiş, ama Ankara’da 10 bin kişi.

Devasa bir emekçi gücü, ama yerlere serilmiş, perişan olmuş boksör halindeki örgüt yöneticileri.

Bu çelişkinin cevabı bulunmak zorundadır.





Mehmet Akkaya

AYDINLIK – 1 Mart 2011

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: AKP ZULMÜ PERDE PERDE   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 EmptyÇarş. Mart 02, 2011 9:10 pm

Bir ktleye karşı olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.

Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.




Özkan ve Balbay tek kişilik hücrelere konuldu
Yaşar ANTER / MUĞLA, (DHA)
HÜRRİYET - 1 Mart 2011


Ergenekon davaları nedeniyle Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan ve aynı koğuşta kalan gazeteciler Tuncay Özkan ile Mustafa Balbay, bu gece yarısı gerçekleştirilen operasyonla tek kişilik hücrelere konuldu. Özkan yaşadıklarını İstanbul Baro Başkanı Ümit Kocasakal ve TBMM’ye gönderdiği dilekçe ile anlattı. Özkan’ın avukatı Ahmet Çörtoğlu da DHA’ya yaptığı açıklamada, "Yapılan keyfi uygulamadır. Bu karara itiraz edeceğiz" dedi.

Halen Ergenekon davası nedeniyle Silivri Cezaevi’nde bulunan gazeteci Tuncay Özkan,İstanbul Baro Başkanı Ümit Kocasakal ile TBMM İnsan Hakları Komisyonu’na gönderdiği dilekçelerde durumlarını anlattı. İlk dilekçeyi İstanbul Barosu’na gönderen Özkan, Mustafa Balbay ile Ergenekon davasından tutuklu olarak Silivri 4 nolu cezaevinde kalırken, 28 Şubat Pazartesi akşamı saat 21.00’de ’zor kullanma ve tehdit’ ile F-12 koğuşundan alınarak, Silivri 1 Nolu cezaevine nakledildiklerini kaydetti. Özkan, dilekçesinde yaşananları şöyle anlattı:

"1 nolu cezaevinde gece saat 02.30’da idare tarafından bir odaya alındık. Daha sonra bu odaya gelen yöneticilerle 50 kadar gardiyan Balbay ile beni ayıracaklarını, onu ve beni ayrı ayrı hücrelere koyacaklarını söylediler. Bunun Ankara’dan bakanlıktan gelen bir emir olduğunu ve asla değişmeyeceğini, Balbay ile ikimizin ayrılarak tek kişilik hücrelere konulacağımızı ifade ettiler. Bunu kabul etmeyince zor kullanmak üzere harekete geçtiler. Bunun üzerine tutanak tutulmasını, müzekere taleplerimizi geri çevirdiler ve fiziki şiddet kullanımı talimatını verdiler. Ancak araya giren gardiyanlar, idarenin talebini kabul etmemizle durdular. Ancak can güvenliğimiz ortadan kalktı. Ayrı ayrı hücrelere konulduk. Balbay F, ben B blok hücresindiyim. Yeni inşaat olduğu için burada kalmak yaşamak mümkün değil. Siyaset bürokrasiye ’Balbay ve Özkan’ı yok edin’ talimatı vermiş gibi saldırıyor. Şartlar inanılmaz kötü. ’Bana sen güçlüsün atlatırsın’ diyor idare. Mahkemede suçumu söylemeyenler, siyaseten ölüm cezası mı verdi? Bu faşizme karşı, baronuzu ve insan hakları derneklerini de uyararak canımıza kast eden bu uygulamaya müdahale etmesini talep ediyorum. Saygılarımla Tuncay Özkan."

TBMM’YE DİLEKÇE

Özkan, ardından TBMM İnsan Hakları Komisyonu’na bir dilekçe gönderdi. Bu dilekçede de kendileriyle beraber 54 kişinin daha benzer şekilde nakledildiğini belirten Özkan, "Can güvenliğimiz artık yoktur. Zor kullanılarak yapılan bu işlemle ilgili olarak İstanbul Barosu’na yaptığım başvuruyu dikkatinize sunuyor, Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay’ın siyasi hedef haline getirilip, AKP’li Adalet Bakanlığı ve bürokratlarınca can güvenliğinin yok edildiğini kamuoyuyla saygıyla paylaşıyorum" dedi.

SİLİVRİ 1 NOLU CEZAEVİ MÜDÜRLÜĞÜ’NE

Tuncay Özkan, Silivri 1 Nolu Cezaevi Müdürlüğü’ne yazdığı dilekçede de, kapatıldıkları hücre ve uygulanan insan haklarına aykırı muamele nedeniyle can güvenliğinden endişe ettiğini belirtti. Özkan şöyle devam etti:

"İnsan hakları il izleme komitesinin acilen çağrılmasını, kurum savcısı ile acilen görüşme isteğimin yerine getirilmesini, tecrit ve hücre cezası uygulamasının derhal sona erdirilerek Balbay ile koğuşa çıkartılmamı, yapılanlarla ilgili olarak idari soruşturma açılmasını ve bu konuda hem savcılığa suç duyurusunda bulunacağımı, hem de Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu ile Devlet Denetleme Kurulu’na şikayet dilekçesi vereceğimi tarafınıza bildiririm."

KARARA İTİRAZ EDECEKLER

Tuncay Özkan’ın avukatı Ahmet Çörtoğlu ise yaşananlar üzerine şok olduklarını söyledi. Balbay ve Özkan’ın hiçbir gerekçe gösterilmeden, sadece talimat üzerine hücrelere konulduğunu ifade eden Çörtüoğlu şunları söyledi:

"Kaldıkları yerler yeni inşaat olduğu için çok sağlıksız koşullara sahip. Ayrıca tek kişilik hücrelere konulması için idari ceza almaları veya disiplin suçu işlemeleri gerekiyor. Yapılan keyfi uygulamadır. Bu karara itiraz edeceğiz. Çünkü bu uygulama uluslararası sözleşmelere de aykırı. Şu ana kadar bize tek kişilik hücrelere konulmaları ile ilgili tek bir gerekçe göstermediler."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 EmptyÇarş. Mart 02, 2011 9:21 pm

ZULÜMHANEDEN EZİYETHANEYE
01.03.2011 23:41




Dün (28 Şubat) akşam saat 16:30 da gelen bir taleple Silivri Ceza ve İnfaz Kurumunda 4/5/8 numaralı bölümlerde kalan Ergenekon Tutuklularının hepsinin eşyalarının toplanılması ve başka bir yere nakline karar verildiği bildirildi. Taşınma sabaha kadar sürdü. Taşınma çok yoğun güvenlik önlemleri altında sürdürüldü, tutuklular sürekli güvenlik kontrollerinden geçirildiler. Ancak asıl süpriz taşınılan 1 nolu cezaevine gelindiğinde ortaya çıktı ve herkes şoke oldu. 1 nolu ceza evi henüz kaba inşaat halindeydi! İçerisi girilecek gibi değildi. Tutuklular ve cezaevi yönetimi arasında gerginlikler yaşandı. Tutuklular bunun bilerek yapıldığını ve 28 Şubata bilerek getirildiğini ve temizlenmemiş inşaat pisliği içindeki koğuşlara kasıtlı olarak konulduklarını söylediler. Özellikle 70-75 yaşlarında olan hasta paşalar temizlik çalışmalarında oldukça zorlandılar. Temizlik nedeniyle tutukluların elleri parçalandı, havanın çok soğuk olması, süpürgenin dahi bulunmaması gibi nedenler temizlikle uğraşmayı daha da zorlaştırdı. Gece başlayan sevk nedeniyle akşam yemeği ve sabah kahvaltısı bile alamadılar.

ADALET BAKANLIĞI: İDDİALAR GERÇEK DEĞİL

Öte yandan Adalet Bakanlığından şu açıklama yapıldı:

"Bugün (1 Mart 2011) bazı internet sitelerinde yayımlanan haberlerde, "Silivri Cezaevinde taşınma sırasında tutuklulara akşam yemeği ile sabah kahvaltısı verilmediği, tutuklulara kötü muamele yapıldığı, cezaevinin inşaat halinde olduğu ve yeterince ısıtılmadığı" yönünde gerçeği yansıtmayan iddialar gündeme getirilmiştir.

Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsünde inşaatları devam ettiği için daha önce açılamayan 1 ve 2 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumları inşaatların tamamlanmasının ardından faaliyete alınmıştır. Söz konusu cezaevlerinde inşaat faaliyetleri ve diğer eksiklikler tamamlanmış olup binaların ısıtılması konusunda da herhangi bir sorun yaşanmamaktadır.

Cezaevlerindeki yoğunluk nedeniyle ilgili Cumhuriyet Başsavcılığınca kampüsteki diğer binalar ile ve Metris 1 ve 2 Nolu T Tipi Ceza İnfaz Kurumlarından yeni açılan bölümlere hükümlü ve tutuklu nakilleri yapılmaktadır. Bu nakiller sırasında hükümlü ve tutuklulara akşam yemeği ve sabah kahvaltısı verilmiştir. Akşam yemeği ile sabah kahvaltısı verilmediği ve bazı tutuklulara kötü muamele yapıldığı iddiaları hiçbir şekilde gerçeği yansıtmamaktadır. Ayrıca cezaevinin inşaat halinde olduğu ve yeterince ısıtılmadığı iddiası da doğru değildir.”

İNSAN HAKLARI KOMİSYONUNA BAŞVURU

Tuncay Özkan’ın Avukatı Ahmet Çörtoğlu bu konuda TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanlığı’na şu başvuruyu yaptı:

"23.09.2008 tarihinden bu yana şuçunun ne olduğunu bilmeden tutuklu bulunan müvekkilim Ahmet Tuncay ÖZKAN 28.02.2011 tarihi gecesi kendisine tebliğ edilen cezaevinde yatacağı yerin değiştirilmesine ilişkin tebligata aldıktan sonra zor kullanma tehditi ve devamında zor kullanılarak yönetmeliklere, yasalara, uluslar arası sözleşmelere ve insan haklarına ilişkin temel düzenlemelere aykırı bir şekilde tek başına bir hücreye konmuş ve bundan sonra burada yatacağı kendisine bildirilmiştir. Konuya ilişkin ilgili kurum ve kuruluşlara yaptığı el yazısı başvuruları ekte tarafınıza iletilmekte olup bu durumun sonlandırılması için gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ve talep ederim.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: ET İTHALATI FACİAYA YOL AÇIYOR   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 EmptyÇarş. Mart 02, 2011 9:28 pm

Hangi Bürokrat Et İthalatı Yapıyor-Meclis Araştırması


Çapar Kanat



Nisan 2010’da kesilmiş ve dondurulmuş et, canlı kasaplık ve besilik hayvan ithalatında sıfır gümrükle ithal yetkisi münhasıran Et ve Balık Kurumu’na verildi.
Ağustos başlarında EBK’ tarafından yapılmakta olan ithalatla indirilemeyen et fiyatlarını bahane eden Müsiad Kurucu başkanı Erol Yarar ‘’ Et ve canlı hayvan ithalatının sıfır gümrükle yapılması yetkisinin Özel sektöre de verilmesini” istedi. Agustos 2010’ da özel sektöre sıfır gümrükle miktar, süre sınırlaması konulmaksızın ithalat yolu açıldı.

Dananın kuyruğu işte Agustos ayında koptu. Et, canlı hayvan, kasaplık hayvan ithalatındaki gümrük muayene işlemleri ile ilgili, Tarım Bakanlığı, ithalatçıların yapacakları ithalatı çok kolaylaştırıcı tebliğiler yayınlamaya, mevcut tedbirleri kaldırmaya başladı. Gümrüklemeler ile ilgili kaldırılan ve yeni yayınlanan tebliğler hayvan sağlığını, halk sağlığını hiçe saymakta idi.

2000’li yılarda Avrupa ülkelerinde deli dana hastalığının baş göstermesi sonucunda AB hayvanlarda sakadatın (akçiğer,beyin, kelle, ayaklar, iç yağı vb) kullanılmasını yasaklayarak bunların imhası kuralını getirdi.

Geçtiğimiz günlerde Tarım Bakanlığı ithal kesilen hayvanların sakadatlarının imhası ile ilgili bir genelge yayınladı.

Kim takar bu genelgeyi? At, eşek, katır eti satanlar, keller paça için 10 kğ’lık kelleyi, şiş kebab için 3-5 kilo ciğeri, kokoreç için beş altı kilo bağırsakları, ayak paça yemeği için canlı hayvanın ayakları imha eder mi?

Masa başında genelge yazarak halkın sağlığını korumak nerede görülmüş?

Burası Türkiye! Burada görülür. Halkın sağlığını korumanın yolu yurt dışından hayvan ithal etmemektir. Yerli üretimi artırmak için kafa yormaktır.

ET Balık Kurumu bile yerli canlı hayvan kesmiyor kesemiyor! Çünkü yerli hayvan pahalı. Onu pahalı kılan üreticinin satmama direnişi değil beslediği yemin pahalı oluşudur!

Et, canlı hayvan ithalatına başlanmadan önce bu ülkede deli dana hastalığına yakalanmış resmi sayı iki idi.

Sağlık Bakanlığına sorduk: Hayvansal hastalık kökenli hasta sayısı kaç? Cevap veriyorlar: Bu bilgiyi nerede kullanacaksın?

Halkın kendi sağlığı konusunda bilgilenmesinden korkuluyor!

Bu ülkede at, eşek eti satılmasın,yenilmesin diye et, canlı hayvan ithalatını başlatanlar ve devam ettirenler genelge ile sakadat satışını engelletmeleri ne kadar gerçekçi.

Atların, eşeklerin kesilip satılmasının, midelere indirilmesini mevzuatla engelleyemeyenler şimdi deli dana şüphelisi sakadatların satılmasının genelge ile önleneceğini sanmak kamuoyunda ” dostlar alışverişte görsüler ” den başka bir şey değil.

‘’ Kim takar Yalaova kaymakamı’’ nı ? Eşşek etini, at etini daha önce satanlar mı? Yoksa et italat lobicileri mi?

İthal hayvanların sakadatlarının imhası genelge ile her ne kadar emredilmiş ise de bir tek sakatat imha raporu yok Tarım Bakanlığı’nın elinde!

Tarım Bakanlığı Bürokratlarımız ot ilacı (ot zehiri ), tarımsal ilaçlar ithalat firma ortaklıklarına Agustos 2010 tarihinden itibaren Et, Canlı Hayvan İtahalatçılığını da kattılar!

Kimdir bu et, canlı hayvan ithalatçısı bürokrat veya bürokratlar?

‘’ Hangi Brürokrat Et İthalatı yapıyor ?‘’ sorusunu soruyoruz.

‘’ Hangi bürokrat ve/veya siyasetçi et, canlı hayvan ithalatı yapıyor ‘’ meclis araştırması yapılsın diyoruz.

Hangi ‘’ SİAD ‘’ üyesi et, canlı hayvan ithalatı yapıyor.

Canlı hayvan, et ithalatın da gümrük vergilerinin sıfırlanması yetmiyor mu? Halkın sağlığı da mı özel sektörün insaf ve merhametine terk ediliyor? Halkın sağlığı da mı sıfırlanıyor, ithalatçının çabuk ve hızlı para kazanması için!

Meclis Araştırması yapılsın istiyoruz? Hangi bürokrat ve siyasetçi et, canlı hayvan ithalatı yaptı ve yapıyor?

Et, canlı hayvan ithalatında halk sağlığına aykırı bir şekilde gümrüklerde gerekli kontroller yapılmadan, kontrolleri kolaylaştırıcı işlemler, genelgeler yayınlanmasını kimin istediği açığa çıksın istiyoruz.

Bir meclis araştırmasında hangi siyasetçinin, Tarım Bakanlığı’nda hangi bürokratın et, canlı hayvan ithalatı yaptığı ortaya çıkacaktır.

Bürokratın veya siyasetçinin bir şirkete ortak olması elbetteki kanunen yasak değildir. Milletveilleri, siyasiler etik (ahlak ) yasasına tabii olmasalar bile Genel Müdürler, Müsteşarlar, müsteşar yardımcıları, Genel Müdür yardımcıları, daire başkanları etik yönetmeliğine tabiidirler. Bu bürokratların etik yönetmeliğine göre yargılanmalarının önü açılmalıdır!

Tarım Bakanlığı içinde ve dışında hangi bürokratın, hangi siyasinin et, canlı hayvan, besi , kasaplık canlı hayvan ithal lobicisi olduğu meclis araştırması ile açığa çıkarılmalıdır!

Böylece üst düzey kamu görevlileri için yayınlanmış olan etik yönetmeliği çalıştırılmış olacaktır.

Et ithalatı açılmadan önce at,eşek eti haberlerini hangi siyasetçinin ve lobilerin medyaya pompaladığı da böylece açığa çıkacaktır.

Piyasa da yerli sakatat (kelle, ciğer, kol, bacak, bağırsak ) yoktur. Çünkü yerli canlı hayvan kesimi yok. İçeceğiniz ayak paça veya kelle paça, yiyeceğiniz kokoreç, beyin salatası ‘’ deli dana şüpheli’’ sidir biline!

Et Balık Kurumu’nda bile yerli kesim yok. Marketlerde yerli dana denilen de ‘’ ithal dana eti’’ nin taa kendisidir!

Bundan dolayı tüm sakatatlar ‘’ ithal ‘’ yani ”deli dana şüphelisi ‘’ dir. Kanıtı Tarım Bakanlığı’nın ‘’ ithal hayvanların sakatatlarını imha edin” genelgesidir.

https://groups.google.com/group/cigsutureticileri

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 EmptyPerş. Mart 03, 2011 7:49 am

Vicdana uymayan bir tatbikat
Türkiye'de adalet sistemi, sanığın hakkını yeterince korumuyor.
Meselâ, tutuklama kararı çok kolay verilebiliyor; Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) 100. maddesinde sıralanan bazı suçların işlendiği hususunda "kuvvetli şüphe" söz konusu olduğunda, kaçma, delilleri yok etme gibi olgular bulunmasa dahi, şüpheliler tutuklanabiliyor. Öteden beri uygulama böyle olmuş. Tabii bu durum, uluslararası standartla da ters düşen tatbikatın aynen sürmesi için gerekçe teşkil etmez.
Dikkat çekmek istediğim bir mesele var: Bugüne kadar pek farkına varılmayan aksaklıklar, generaller ya da basın mensupları tutuklanınca gündeme geldi. Hayırlı da oldu.
Dün gazetelerden, Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan'ın Silivri cezaevinde birbirlerinden ayrılarak iki farklı odaya konulduğunu öğrendim. Durum, Adalet Bakanı tarafından "Rutin uygulama" şeklinde değerlendiriliyor.
Sadullah Ergin, Balbay ve Özkan'ın fiziki imkân yetersizliği yüzünden aynı odada bulunduğunu, aslında bu suçlardan yargılanan kişilerin, yasaya göre, ayrı ayrı tutulmaları gerektiğini hatırlattı. Kararı, Ankara'nın değil, İnfaz Savcılığı'nın verdiğini söyledi.
Anlaşılıyor ki, yasaların ya da yönetmeliklerin değiştirilme zamanı geldi.
Tutukluluk sürelerinin uzunluğu ve tutuklama kararlarının yoğunluğu, demokratik standarttan sapma gösteriyor.
Ayrıca, İnfaz Savcılığı, daha esnek davranmalı ve tutuklulukları dahi tartışılan bu iki ismi "tecrit" anlamına gelen bir uygulamayla karşı karşıya bırakmamalıydı.
Ben, doğrusu, biraz empati yaparak Balbay ve Özkan'ın neler hissettiğini anlayabiliyorum.
Tatbikat yasalara uygun ama vicdana uymuyor.


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 EmptyPerş. Mart 03, 2011 10:40 am

Silivri'de hücre direnişi.

Doğu Perinçek de 4 Nolu Cezaevinden 1 Nolu Cezaevine nakledilenler arasında.

Perinçek şunları söyledi:
"İnsanı suç olmadan tek kişilik hücreye atabilirler mi?
Hücre, cezadır.
Derhal isyana başlarım. Onlar yıkılacak. Buraya onları tıkacağız.

1 Nolu Cezaevine nakil işlemi tamamen kanunsuzdur.
Tek kişilik hücreye konulursam açlık grevine başlarım.

Yönetmelikte böyle bir şey yok. Yalan söylüyorlar.
Hücre cezası disiplin suçu işlenirse verilebilir.
Bu tamamen kötü niyettir, kasıttır."

Tutsaklara yasa dışı hücre cezası veriliyor.

Hikmet Çiçek ve Mehmet Demirtaş, hücreye konulmak istenen koğuş arkadaşları Muzaffer Tekin'i vermediler.

Emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin, koğuş arkadaşları ile birlikte direnerek hücreye gitmeyi reddetti.
Görevliler Aydınlık yazarı Hikmet Çiçek'e: "İsterseniz siz de hücreye gidebilirsiniz" dediler.

Toplam 16 kişi, örgüt lideri olduğu iddiası ile tek kişilik hücrelere konulmak isteniyor.

Tutuklu avukatı hasan Gürbüz şunları söyledi:
"1 Nolu Cezaevinde Müdürden infaz memuruna kadar hepsi özel olarak seçildi.
Orada kimsenin can güvenliği güvence altında değil. Burası artık tam bir Guantanamo oldu."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 EmptyCuma Mart 04, 2011 7:16 pm

Halkın ve Siyasetin Gündemi!


Halkın ve Siyasetin Gündemi!

Prof. Dr. Özcan YENİÇERİ - 3 Mart 2011


Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), “2009 Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması” sonuçlarını açıkladı. Sonuçları şöyle: Türkiye’de en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grubun toplam gelirden aldıkları pay yüzde 47,6’dır. Yine en düşük gelire sahip ilk gruptakilerin toplam gelirden aldığı pay ise yüzde 5,6’dır. Bu duruma göre, en zenginlerin toplam gelirden aldığı pay, en fakir yüzde 20’lik gruba göre 8,5 kat fazladır.

Türkiye’de nüfusun yüzde 17.1’i yoksulluk sınırı altında yaşıyor. Ülkede 10 kişiden 6’sı yoksulluk riski altındadır. Nüfusun yüzde 59,3’ünün taksitler ve konut alımı dışında borçları var. Yüzde 87,4’ü tatil yapamıyor, eskimiş mobilyayı yenileyemiyor. Yüzde 43,9’u yeni giysi alamıyor.

Uygulanan ekonomik politikanın toplumu getirdiği yer zengini daha zengin, fakiri daha fakirliğe iten bir yer olmuştur. Gelir grupları arasındaki makas giderek açılmıştır. Yoksulluktan, açlıktan ya da borçlardan dolayı intihar eden, organ satan ve bataklıklara düşen insan sayısında korkunç bir artış vardır. Cinayet, boşanma ve yaşanan türlü çeşit aile facialarının artışının temelinde de uygulanan adaletsiz sosyal ve ekonomik politikaları görmemek doğru olmaz.

Bir ülkeyi yaşanır olmaktan çıkaran en önemli olgu, gelir ve adalet dağılımındaki haksızlıklardır. Yurttaşların sürdürülebilir bir hukuk düzenine ve tahammül edilebilir bir ekonomik sisteme sahip olmadıklarına yönelik bir algıya sahip olmaları durumunda ülke barışı tehdit altında demektir.

“Açlık aileyi yıktı!”

Bir gazete ‘Açlık aileyi yıktı’ başlığını atmış. Verilen haber şöyle: “Diyarbakır’da yiyecek olmadığı için çocuklarına kahvaltı hazırlayamayan 4 çocuk annesi, av tüfeğiyle yaşamına son verdi. Eşinin ölümü üzerine psikolojisi bozulan aile reisi de evini yakarak ortadan kayboldu”. Gazete bir ailenin dramı şeklinde haberi vermiş. Aslında Türkiye’de açlığın ya da yoksulluğun yıktığı aile değil bir anlamda aile kavramı ve kurumudur. İnsanların umutsuzluğa kapılmasına ya da çıldırmasına neden olan şey adaletsizlik, haksızlık, yokluk ve yoksulluk değil çıkış yolu bulamamalarıdır.

Türkiye’de bir yanda insanları ezen, yoksullaştıran ve yok eden diğer yanda ise hadsiz ve hesapsız zenginleştiren bir ekonomik düzen var. Ülkede sebepsiz zenginleşme, yolsuzluk ve yokluk ile kol kola yürüyor. Muhannete muhtaç insanlar ile köpeklerine doğum günü kutlayan insanlar yan yana yaşıyor.

Ülkenin iktidarı ve ana muhalefet lideri ise milletle dalga geçer gibi birbirleriyle ilgili uçuk ve ucuz konularla meşguller. Milletin sorunlarıyla değil birbirleriyle uğraşıyorlar.

Siyasetin gündemi ile halkın gündemi!

Ana muhalefet lideri ile iktidar arasında ‘yüksek siyaset’ ile ‘ileri demokrasi’ bağlamında yürütülen şu tartışmalara bakınız!

Kılıçdaroğlu, “Nerede bu Ergenekon, bulsam gidip üye olacağım”. Başbakan Erdoğan, “Danıştay 2. Daireye git, 1 Mayıs katliamını hatırla, Dersim’e git!” .

Başbakan Erdoğan, “kılavunuz doğru olmayınca gölü deniz zannedersiniz!”. Kılıçdaroğlu, “Vanlılar Van Gölü değil Van Denizi” derler.

Kılıçdaroğlu, ‘Benim kılavuzum belli Mustafa Kemal’dir’. Başbakan Erdoğan ise “Sen merdivene ters yönden Mustafa Kemal’in rehberliğinden girdiğini mi sanıyorsun?” Başbakan Erdoğan, “Kılıçdaroğlu merdivene tersten biniyor”. Kılıçdaroğlu, “Beygirden düştün... Futbol oynarken kolunu kırdın. Sen futbolu kolunla mı oynuyorsun...”

Bu tartışmaların vatandaşa ve ülkeye faydasının ne olduğunun insanların yeniden yeniden düşünmesinde yarar vardır.

Türkiye, son zamanlarda diplomalı işsiz yönünden tarihi rekor kıran bir ülkedir. Bunun sorumlusu da sekiz yıldır iş başında olan iktidardır. İktidar neden olduğu sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasi sorunları gözden kaçırmak için tartışmaları başka yönlere kaydırıyor. Ana muhalefet de bu oyuna geliyor.


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 EmptyPaz Mart 06, 2011 9:05 am

4-c Tekel işçisini intihar ettirdi
04.03.2011 - 08:39 Yazdır Arkadaşına gönder Manisa'nın Salihli ilçesinde adliyede 4-c'li olarak çalışan bir Tekel işçisi borçlarından dolayı intihar etti.

Manisa Salihli Tekel Yaprak Tütün İşletme Müdürlüğü'nün özelleştirilmesinin ardından işten atılan ve 2 ay önce 4-c'li olarak Salihli Adliyesi'nde işe başlayan işçi Alim Apaydın intihar etti.

43 yaşındaki Alim Apaydın'ın tarım ilacı içerek intihar ettiği açıklandı.

İntiharın nedeni: 4-c
Tekel işçisi Alim Apaydın'ın maddi sıkıntı yaşadığı ve bu yüzden intihar ettiği öğrenildi.

Salı akşamı saat 21:00 sıralarında Selendi ilçesinde vatandaşlar tarafından baygın halde bulunan Alim Apaydın'ın Selendi Devlet Hastanesi'ne kaldırıldığı, durumunun ağır olması nedeniyle Uşak Devlet Hastanesi'ne sevk edildiği ancak yolda yaşamını yitirdiği belirtildi.

Alim Apaydın'ın evli ve dört çocuk babası olduğu ifade edildi.

GÜÇDER'den çağrı
Tekel işçisi Alim Apaydın'ın intihar etmesinin ardından Kamuda Güvencesiz Çalışmaya Karşı İşçi Birliği Derneği (GÜÇDER) yazılı bir açıklama yaptı:

"TEKEL işçileri yaşasın!
Salihli’de Adliye’de çalışmakta olan TEKEL işçisi Alim Apaydın geçim sorunları nedeniyle intihar etti. Alim, 4 çocuk ailesiydi.

Geçtiğimiz sene Temmuz ayında borçlarından dolayı İzmirli bir TEKEL işçisi intihar etmişti.

Atamalar sonrası çeşitli bakanlıklara bağlı kamu kurumlarında çalışmaya başlayan TEKEL işçileri geçim sorunları yaşamaya devam ediyorlar. Ancak belirli illerde birliktelikler korunurken, ülke genelinde örgütlülük sürdürülemedi.

Örgütsüzlüğün çaresizliğe dönüştüğünü bugüne kadar ataması yapılmayan öğretmenlerin intiharları gösterirken, şimdi 4-c’li işçi kardeşimizin intiharı aynısını bize hatırlatıyor.

TEKEL işçilerinin ataması yapılmayan öğretmenler gibi bir “çaresizlik” gündemi oluşturmasına karşı derhal harekete geçilmelidir. Kurumlarda güvenceli, sendikalı işçiler 4-c’li işçilerle dayanışmalı, aynı ilde çalışan TEKEL işçileri birliklerini korumalıdır.

GÜÇDER olarak öğretmen intiharlarına işçi intiharlarının eklenmemesi için güvencesizliğe, sömürüye karşı birleşmesi, ülkenin can damarlarını kesen AKP Türkiyesi'ne karşı mücadelenin büyütülmesi çağrısında bulunuyoruz.

GÜÇDER Yönetim Kurulu"

(soL - Haber Merkezi)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 EmptyPaz Mart 06, 2011 9:07 am

Ertuğrul Özkök TC'nin Resmî Dilinin İngilizce olmasını istedi



Ertuğrul Özkök Canlı Yayında Bunu da Önerdi!

04.03.2011

Ertuğrul dün gece(03/03/2011) Faruk Mercan ve Mümtaz'er Türköne'nin konuğu olarak S Haber kanalındaydı.

Altına verilen "amiral gemisi" Türkiye'nin üzerinden hergün geçip, ondan sonra sanki attığı onlarca manşetten sorumlu değilmiş gibi pişkin pişkin gerekçelendirdi bütün şaibeli basın hayatını. Karşısında da nazik ev sahipleri vardı sonuçta. 28 Şubat sürecini hatırlattılar ama Emin Çölaşan'ın ipliğini pazara çıkaran kitabına hiç değinmediler.

Mümtaz'er Türköne, o kısa boyunu örttüğünü zanneden hobit duruşu ile , herzamanki iktidar benim sırıtışı ile dinledi konuğunu.

Bir ara ağzından,

"Tarihi biz yazacağız, aslanlar yazacak"

gibi bir laf kaçırdı. 12 Eylül darbesinden sonra Kenan Evren bile bu kadar kesin konuşmamıştı.

Bu arkadaşın bir bildiği var ki; sürekli-darbe "Ergenekon"'dan sonra Türk ordusunun lağvedilmesinden tutup, onlarca konuda bu şekilde ahkam kesmekten geri durmuyor. Bu özgüven boydan ve soydan kaynaklanamayacağına göre, altına o koltuğu verenlere bakmak lazım.

Faruk Mercan ise ekranda yeniden peydahlandı. Şıh Şamil gibilerinin "Ergenekon" vakanüvistliği yıpranmış olacak ki, ekranda yeni yüzlere ihtiyaçlara var.

Bakalım yeni "Ergenkon" vakanüvistlerinden Faruk Mercan sahiplerinin beklentilerini karşılayıp, her tutuklamayı "ileri demokrasi"nin bir adımı olarak pazarlamayı başarabilecek mi? Programa damgasını vuran sözler ise konuk Ertuğrul Özkök'e aitti.

Tabu kıran ama bir türlü sıkışıp kaldığı yarı-entellektüel , yarı-cahil tavanı kıramayan Ertuğrul Özkök, ezik bir kolonyal "entellektüel" olduğunu bir kez daha kanıtladı.

Özkök , programda Kürtçe konuşmanın serbest bırakılması ile ilgili tartışma sırasında aynen şunları söyledi :

"Türkiye'de anadil olarak İngilizce konuşulmalı. O zaman çocuklarımıza büyük iyilik etmiş oluruz. Ben Ertuğrul'dan çok çektim. Bakın Hindistan'a. Hintli işadamları uluslararası şirketlerde çok başarılı"

....

Ezik Ertuğrul'un ettiği şu laflara bakar mısınız...

"Ertuğrul" isminden çok çekmiş de, yurtdışında insanlar ismini telafuz edememiş...

Siz Batıda, yabancılar adını telafuz edemiyor diye ismini değiştirecek bir tane ezik , hele hele bir yazar/entellektüel tanıyor musunuz?

Siz halkı sefaletten kırılan, bir kaç cep alan dışında, altyapısı ve insanları dökülen Hindistan'ın İngilizce'yi ana dili gibi konuştuğu için kalkındığını savunan bir tane ezik gördünüz mü bugüne kadar?

Aksine ; Hindistan, İngilizce konuşmanın bir ülkenin kalkınmasının garantisi olmayacağının yegane kanıtıdır be ezik!

Hindistan'ın yurtdışında başarılı işadamları olduğu doğrudur ama bunun temel sebebi Hindistan'ın yurtdışında okuyan ciddi bir diasporası olması ve dolayısı ile Hintlilerin uluslararası firmalarda daha fazla iş bulmasıdır.

Biraz istatistik, biraz Hindistan, biraz sosyoloji öğren be ezik!

Binlerce yıllık tarihi olan bir toplumun ana dilini değiştirmeyi talep etmenin salaklığını, cahilliğini, mantıksızlığını ve ihanetini saymıyoruz bile.

Mümtaz'er Türköne ve Faruk Mercan gibi iki tipin, Ertuğrul Özkök gibi bir eziği konuk olarak ağırladığı ülkeden bir sahne ilettik sizlere.

Kaynak: Açık İstihbarat
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 EmptyPaz Mart 06, 2011 9:11 am

“Tecrit”in Düşündürdükleri


Merve Bildirici
4 Mart 2011

Ergenekon davasından tutuklu olarak yargılanan gazeteciler Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan, 28 Şubat tarihinde, bir gece yarısı operasyonu ile kaldıkları koğuşlarından alınarak tek kişilik odalara yerleştirildi. Yani ayrı bir tarafta tutulmalarına karar verildi, yani “yüksek güvenlik” gerekçesiyle inşa edilen F Tipi hücrelere gönderildi, yani tecrit edildi. “Uygulamanın keyfi olduğu” suçlamaları üzerine, Adalet Bakanlığı “Fiziki şartların uyması ile birlikte yasaların emrettiği uygulamaya tabi tutuldular” açıklamasıyla, olaya son noktayı koydu.

Peki, bir anda tecrit uygulamasıyla karşı karşıya kalan Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan kimdi? Hangi suçun ya da suçların altında imzaları vardı? Kirli ya da kanlı pazarlıklarla iç siyaseti kendi lehlerine şekillendirmek için kalemlerini oynatmışlar mıydı? Tüm bu soru işaretlerini yargıya taşıyan süreçte neler yaşanmıştı, hem bunları hem de mahkemeye sunulan delilleri hatırlamakta fayda var.

1 Temmuz 2008 tarihinde, Ergenekon soruşturması kapsamında Ankara’daki evinde gözaltına alınan ve bilgisayarındaki dokümanlarına el konulan Mustafa Balbay, olaydan 4 gün sonra serbest bırakıldı. Ancak 5 Mart 2009 tarihinde başka bir Ergenekon dalgası Balbay’ı bir kez daha emniyetin koridorlarına sürükledi. 6 Mart’ta da “Hükümeti düşürmeye teşebbüs” suçlamasıyla tutuklandı. Mustafa Balbay hakkındaki suçlamalar bununla da kalmadı. Balbay’ın bilgisayarından elde edildiği ileri sürülen günlüklerde, 2000-2005 yılları arasında, aralarında İlhan Selçuk’un da bulunduğu Cumhuriyet Gazetesi yazarları ve bazı komutanlar ile birlikte askeri darbe planladıkları iddia edildi. Balbay ise birbirinden farklı notların montajla farklı şekilde birleştirildiğini, yorumlar eklendiğini söyleyerek günlüğün bir iftiradan ibaret olduğu gerekçesiyle suçlamaları reddetti. Mustafa Balbay, 6 Mart 2009’dan bu yana “Ergenekon davasında hükümeti ve meclisi ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçlamasıyla Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunuyor.

Hafızamda, öfkeli bir yüzle, konuşmak yerine bağırmayı tercih eden üslubuyla ve ses tonuyla, bir şeyi eleştirebilme nezaketinden uzak, neyin öfkesi olduğunu anlayamadığım karşı ataklarla akılalmaz cümleler kuran biri olarak kalmış olan gazeteci namzedi Tuncay Özkan’a gelince… Özkan 23 Eylül 2008’de İstanbul Bebek’teki evinde gözaltına alındı ve tutuklandı. Hala da Silivri Cezaevi’nde yatıyor.

Buraya kadar tamam. Ortada Cumhuriyet tarihinin halihazırda devam eden en büyük operasyonlarından biri, Ergenekon soruşturması ve yeni gözaltılar var. Uzun sürmesi muhtemel, nereye evrileceği belli olmayan bir de mahkeme süreci. Özkan ve Balbay’ın yeni kaos ortamları yaratmak, geçmişi acılarla yoğrulmuş halkı bir kez daha ateşe atmak cüretini gösterip göstermedikleri, kollarını kıpırdatıp kıpırdatmadıkları adalet terazisinde tartılacak. Adaletin bir cetvel gibi toplumdaki eğrilerin üzerinden geçeceği günleri kimsenin kimseden esirgemeye hakkı yok ve bunu bir gün herkes anlayacak. Burada asıl ilginç olan, onlarca tutuklusu bulanan Ergenekon Davası’nda tecrit için Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan’ın seçilmiş olması. Balbay’ın, 28 Şubat günü kendilerine bilgi verilmeden işlem başlatıldığını ve infaz memurlarının ''zulümhaneyi şimdi göreceksiniz'' tehdidinde bulunduğunu iddia etmesi; belki “sütten çıkmış ak kaşık olmayan” Balbay ve Özkan üzerinden bir yaraya dokunur gibi tecrite, tecritte kalanların anılarına, tecritte yaşananlara dokunulmasını gerekli kıldı.

Tecriti en iyi anlatan sözlerden birini bundan binlerce yıl evvel yaşamış olan İranlı sufi Mansur el-Hallac söylemişti. El-Hallac’ın “cehennem” tasvirindeki, “Cehennem acı çektiğiniz yer değil, acı çektiğinizi kimsenin duymadığı yerdir” sözleri; yatağın, tuvaletin, bir masa ve sandalyenin, demir bir dolabın bulunduğu adım atacak yerin kalmadığı yerde 24 saat kendi sesini unutan mahkumların da sözüydü aynı zamanda. 858’de doğan, büyükbabası Zerdüşt inancına mensup olan, genç yaşında Kur'an-ı Kerim’i ezberleyen, kendini dünyevi meşgalelerden uzaklaştırıp diğer sufilerin eserlerini incelemeye adayan ve onların halkla paylaşmayı uygun bulmadığı öğretilerini halkın önünde ve yazılarında açıkça ifade etmekten çekinmeyen, yaşadığı vecd hallerinden birinde "Enel Hakk" yani "Ben Hakkım" anlamına gelen ifadeler sarfettiği öne sürülen ve 11 yıl Bağdat'ta bir hapishanede tutulduktan sonra halkın gözü önünde işkence edilip öldürülen El Hallac’tan günümüze düşen sözlerdi.

Ve 16 yıl F tipi cezaevinde yatan İspanyol Tomax Carrera Juarros tecrit için şöyle demişti:

“Kişiliğinizi parçalamaktan başka hiçbir amacı yoktur tecritin. İnsanların 15 gün tecritte kalarak konuşmayı nasıl unuttuklarını, daha doğrusu konuşmadıklarını gördüm. Dünyadan ve hayattan koparılmışsın, ama hala varolduğunu biliyorsun. Biliyorsun ki hala bir sesin var, ama senden alınmış istesen de sesin çıkmıyor.''

Kızıl Ordu fraksiyonu içinde yer alan ve 1977-92 yılları arasında Frankfurt F Tipi Cezaevi’nde yatan Gunter Sonnenberg ise o yıllarını şöyle anlatmıştı:

“İnsan uzun süre kapalı bir odada kaldığında, hiçbir ses duymadığı ve hiçbir insan görmediği zaman, pencereden dahi bakamadığı zaman yani ses, görme gibi uyarıcıları almadığı zaman hastalanıyor. Bu bir işkence. Hiç delil bırakmayan bir işkence. Yani vücutta herhangi bir yara izi yok. Ama insan farkediyor. Çünkü bilincini kaybediyor. Hafıza kaybediliyor. Gerçekle hayal arasındaki çizgi kalkıyor. İnsan konuşmayı da unutuyor, konuştuğunu ve düşündüğünü ayırt edemiyor. Yıllar sonra dışarı çıktığımda, insanlara soru soruyordum ama cevap alamıyordum. Çok kızıyordum. Sonra farkettim ki konuşmuyormuşum, sadece soruyu düşünüyormuşum... İnsan tecriti kelimelerle anlatamıyor. Serbest kaldıktan sonra tecriti insanlara anlatabilmek için birçok etkinliğe katıldım. Her seferinde farkettim ki, insan bunu anlatamıyor. Bunu ancak yaşayan anlayabilir. Tecritin insanın kişiliğine verdiği zararları hissediyorsunuz, ama anlatamıyorsunuz. Bunu anlatabilecek kelimeler yok.”

Bir ülkenin, bir insanın, bir hayatın, bir fikrin sesini tecrit ile kesmek… Tıpkı, İran’da 2009’daki seçimlerde Ahmedinejad’ın Cumhurbaşkanı ilan edilmesinin ardından çıkan olaylarda, sokaklarda Besij milislerince öldürülen insanların anısına düzenlenen törene gittiği gerekçesiyle tutuklanan ve 6 yıl hapis cezasına çarptırılan; 20 yıl film çekemeyecek, senaryo yazamayacak ve ülke dışına çıkamayacak olan İran’ın ödüllü yönetmeni Cafer Panahi gibi. Panahi’nin yerine Gazze’yi, bir devrimciyi, bir tarikat şeyhini, bir cüzamlıyı, bir AIDS’liyi , yasaklanan bir filmi ya da kitabı koymak; yaşamdan tecritin sessiz odalarına alınmak ve unutulmak…

Burada Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan’ın durumuna denk düşen sadece “tecritin” dillendiriliyor olması. Yoksa kendi görüşlerin çerçevesinde basını ve kimliğini kullanarak, bir takım güç odakları ile bir ülkeyi ve halkı kafalarında dizayn etmek cüretini göstermek, bunun için yer altına inmekten çekinmeden başka hayatları kurgulamaya kalkmak da en az tecrit kadar acı verici. 3 yıkıcı darbede de hayattan tecrit edilen insanlara arkanı dönerek yeni darbelere zemin hazırlayanların safında yeni roller üstlenenlerin kuyruklarına basılınca nasıl da canlarının yandığının delili aslında bu son yaşananlar. Balbay ve Özkan’ı bundan sonra nelerin beklediğini zaman gösterecek. Belki bu iki gazeteci serbest kalacak. Hayatlarına kaldıkları yerden devam edecekler. Tecritin düşündürdükleri ile onlara dokunmayan yılanların bin yıl yaşamayacaklarının farkına vararak hem de.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 EmptyPaz Mart 06, 2011 11:32 am

İşçi Partisi'nin yoğun çabaları sonucunda Perinçek hücreden çıkarıldı‏
Bununla ilişkili iletileri görmek için, iletileri konuşmaya göre gruplandırın.
04.03.2011


Hotmail Etkin Görünümİşçi Partisi AKP Ankara İl Binası İşgal Etti!

Git: Dailymotion
Videoyu oynat
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in Hücreye Atılmasını Protesto Eden İşçi Partisi Öncü Gençlik Üyeleri Kocatepe’deki AKP Ankara İl Binasını İşgal Ettiler!
00:03:38


Doğu Perinçek 2 Mart günü neden gösterilmeden hücreye atıldı.

Ancak haber bir gün sonra 3 Mart'ta duyuldu.
Parti örgütleri aynı gün eylemlere başladı

İşçi Partisi Öncü Gençlik üyeleri AKP Kadıköy İlçe Binasını işgal ettiler.
Yaklaşık 50 genç, binayı yumurta yağmuruna tuttular ve "Doğu Perinçek'e özgürlük" yazan bir pankart astılar.
Kapıya "Doğu Perinçek hesap soracak" diye yazdılar. Eylem yarım saatten fazla sürdü.
“Kahrolsun AKP diktatörlüğü” “Ergenekon tertibi, Amerikan oyunu” “Perinçek çıkacak hesap soracak” “Hainler mecliste, yurtseveler hücrede” sloganları eşliğinde İP İlçe binasına doğru yürüyüşe geçen gençleri balkonlara çıkan yurttaşlar alkışladılar.



İşçi Partisi Öncü Gençlik üyeleri AKP Ankara İl Binasını işgal ettiler.
İşgalin video kaydını izlemek için tıklayınız.
https://www.dailymotion.com/video/xhd37o_yyci-partisi-akp-ankara-yl-binasy-yygal-etti_shortfilms#from=embed
Gözaltına alınan gençler Çankaya Karakolu'na götürüldüler


İşçi Partisi Öncü Gençlik üyeleri AKP Denizli İl Binasını işgal ettiler.
Ancak elimizde görüntü yok.

İP İzmir İl Örgütü Adliye binası önünde uygulamayı protesto etti.
Eyleme 500 kadar yurttaş katıldı


İP Genel Merkezi - Ankara
Genel Merkez önünde basın açıklaması yapıldı ve Adalet Bakalnlığı'na dilekçe verildi.
Dilekçede özetle şunlar belirtiliyor:
"Ceza İnfaz Kurumları Tüzüğüne göre:
Her hangi bir hükümlünün tek kişilik odada tutulabilmesi için “tehlikeli hali”nin bulunması gerekir.
Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası almış olan hükümlü de tek kişilik odada barındırılır.
Tek kişilik hücrede barındırma, hükümlüler için geçerlidir.
Ancak Perinçek hüküm giymemiştir, yani hükümlü değildir. Yargılama devam etmektedir.
İdari ceza da almamıştır, disiplin suçu da işlememiştir.
Dolayısıyla Perinçek'in tek kişilik odada tutulması açıkça yasaya ve tüzüğe aykırıdır."


1000 civarında İşçi Partili, Adalet Bakanlığı önünde göster yaptı.
Yurt çapında İP il örgütleri Adliye binaları önünde gösteriler yaptılar.
İP İstanbul İl Örgütü 3 Mart akşamı İl Binası önünde güçlü bir gösteri yaptı. Eyleme 500 civarında yurttaş katıldı. Galatasaray Lisesi önüne doğru devrim şarkıları eşliğinde yürüyüş yapıldı.

Perinçek 4 Mart günü açlık grevine başlayacağını açıkladı.
Silivri Cezaevi önünde açlık grevi çadırı kurma kararı alındı.

Bu eylemler üzerine AKP hükümeti geri adım attı ve Perinçek hücreden çıkarıldı.

4 Mart saat 11:30 da Galatasaray Meydanı'nda yapılan gösteride İP Genel Başkan Yard. Erkan Önsel şu açıklamayı okudu:

"İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek 2 Mart 2011 (Çarşamba günü) tarihinde hücreye atıldı. Haberi aldığımız andan itibaren Türkiye’yi ayağa kaldırdık. İşçi Partisi’nin önderliğinde yapılan büyük eylemler sonucu Genel Başkanımızı hücreden çıkarttırdık.
Topyekun milleti hedef alan Ergenekon tertibi ancak yine milletin topyekun mücadelesiyle alt edilebilir.
Amerikan emperyalizmi milleti öncülerini esir alarak dağıtabileceğini sanıyor.
Büyük Türk Milletini dağıtacak, esir alacak bir güç daha anasından doğmamıştır. Ve yeryüzünde böyle bir güç yoktur.
Yıkılmakta olanların pusulası şaşmıştır. Türkiye üçbuçuk Fethullahçıya teslim olmayacaktır. Bunu milletimizin birikiminden ve tarih bilincinden biliyoruz. .
Ergenekon tertibindeki bu saldırılar şimdi milletimizi birleştirmektedir.
Millet birleşecek ve zalimleri iktidardan indirecektir.
Hücre zulmüne karşı partimizin büyük mücadelesi bir daha göstermiştir ki örgütlü halk gücü yenilmez!
Tayyip Erdoğan yıkılacak!
Abdullah Gül yıkılacak!"

Balbay ve Özkan hala hücrede....

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 EmptyPaz Mart 06, 2011 11:40 am

AKP, zulüm ve kibre boğuluyor.

Devrilmeleri yakın demektir.

"Ceza", nefsin ıslahı için bir vasıta...

Kendi koyduğu, uygulamkala yükümlü olduğu kanunlara uymayanlar, anasıyla zina etmiş gibidir.

İsterlerse, "ya bunlar da bize zamanında aynısını yapmıştı" desinler...

İslami ceza neşter gibidir, tedavi etmek maksat... Yarayı azdırıcı olmamak asıl. Oysa zulüm, nefslerde dava doğurur, adalet olmayınca da yara azar. Nihayetinde zararı yine, temsil ettiğini iddia edenin şahsında kabak başlara patlar. AKP zulmüne karşı durmalı. İslam böyleymiş denmemesi için. Az bir kitle de olsak, hakkı haykırmalı. Nihayetinde, kainetta gerçekleşmeyen her şeyin mesulü bizim adam olmamamızdansa, adam olmakla, yanlışlara karşı koymak süreci aynılaşırken, gün gelir zalim mazlum, mazlum zalim olur. Maharet, Zalime zalimliğinii zalimken ssöylemede. mazlum olmuş zalime, "ettiklerini buluyorsun" demek, maharet değil. Bilakis, bunda gizli bir çok nefs hilesi vaar. Zulme sessiz kaalarak onaylamak en hafifi ve daha neler. Bunun siyasi ve sosyal bir çok neticesi olduğu gibi, varoluş hakikatini de örselemeye kadar gider. Ey kainatın yüzü suyu hürmetine yaaratıldığına inandığımız Peygamber'in ümmeti, O, Mekke'de yardım isteyen bir çığlık duyduğunda, o çığlığın sahibinin önce geçmişine, diinine mi bakardı, yardımına koşmak için?

Allah, bir zalime cezasıını bir başka zalimin eliyle veriyorsa, bu, yine bizim adam olmamaızdan, adalet terazisni elimize alamayışımızdan. Biz adam olsak, o terazi elimzde olsa, adalet dağıtırdık...

Allah bir zalimi diğerine musallat kılar ama bir de iyiden kötüye gidenle, kötüden iyyie gelmeye çalışan arasında fark da vardır.

Allah bir zalimi diğerine musallat kılar ama bu o musalat olanın haklılığını göstermez. Allah'ın rızası, br zalimin zalim eliyle cezalandırılmasında mı yoksa adaletle muamele edilmesinde mi? Bu rıza mıdır, kaza mı?

Allah'ın kazası elbette tecelli edecektir ama, bu, zaliime karşı çıkmak mükelelfiyetini ıskat etmez. Adı üstünde, o da zalim. Diyalektik, nerde nereye bakacağını bilmek lazım. Yoksa, kazayı rıza zannedip, mesuliyetiini inkar etmek gibi bir yanlışa yol açılır. İşte, yanlış olan kadercilik de buradan doğar. İktidar mücadelesi, sürece bir yeriden müdahil olmaya ve fırsatları değerlendirebilmeye bağlı. Adaletin tecellisi için... Allah rızası için. "Kaza", "Rıza" da birleşir ve böylece adalet terazsini elinde tutanın tatbikatı vesilesiyle tecelli eder.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 EmptyPaz Mart 06, 2011 1:06 pm

Can Dündar Ada
can.dundar@e-kolay.net
Tüm Yazıları
06 Mart Pazar 2011 MİLLİYET
Arkadaşına gönderSitene ekleYazdır


Bilanço
Dün mesleğim adına bir “Özeleştiri” yaptım ya... Destek veren çok. Ama “Geçti Bor’un pazarı” diyenler de var.
Hükümet yanlıları ise, “Başkalarında sustun, kendi arkadaşlarına gelince sızlanıyorsun” diyorlar.
Hafıza kıtlığı, sevmediğim bir şeyi yapmaya zorluyor beni... Affınıza sığınarak, son 30 yılın kritik dönemeçlerinde kalemimin ne yazıp söylediğini kısaca hatırlatmak, okuruma hesap vermek istiyorum.
* * *
Hayatımın ilk ödülünü, Çağdaş Gazeteciler Derneği’nden, Uğur Mumcu’nun elinden aldım. 1981 yılıydı ve ödüle değer bulunan haberim 12 Eylül döneminde “gözaltında ölümler”le ilgiliydi. 30 yıl sonra hâlâ gözaltındaki haksızlıkları yazıyorum.
Dün 28 Şubat’ta ne yazmışım diye baktım. Şöyle demiştim:
“Bir atanmışlar kurulunun seçilmişlere politika dikte ettirebilmesini demokrasi adına savunabilmek mümkün mü? Balans ayarı, tank paletleriyle yapılmış bir demokrasiyi nasıl içinize sindirebiliyorsunuz?”
10 yıl sonra, 27 Nisan 2007’de bu kez AKP “e-muhtıra” yemiş. Yazımın başlığı: “Önce meclis, sonra ordu”.
“Genelkurmay’ın ‘e-muhtırası’, demokratik direnişi gölgelemiştir. Anayasa Mahkemesi’nin vereceği kararı şaibeli hale getirmiştir. Hükümete karşı yürüyen kitleler ‘darbe destekçisi’ konumuna itilmiştir. Türkiye yeniden bir ‘askeri cumhuriyet’ görüntüsüne bürünmüştür.”
* * *
1994’te DEP kapatıldığında, “Ben DEP’liyim” diye yazmıştım:
“Eskiden beri kötü bir huyum var: Ne zaman birileri bana bir şeyi zorla sevdirmeye ya da nefret ettirmeye kalksa, tam ters tepiyor. Kötülenen şeye kanım ısınıyor, övülenden soğuyuveriyorum. İşte bu yüzden bugün DEP’liyim.”
Ya Refah Partisi kapatıldığında?
İşte 17 Ocak 1998 tarihli yazım:
“(Kapatma kararı), Refah’ı vareden koşulların veya ona oy veren 6 milyon seçmenin beklenti ve rahatsızlıklarının sonu anlamına geliyor mu?
Elbette hayır! Biraz sağduyuyla bakabilen herkes görüyor ki, o koşullar orada oldukça Refah’ın misyonu sona ermeyecektir.”
* * *
3 Mayıs 1999’da, Merve Kavakçı’nın Meclis’ten kovulması üzerine şu satırları yazmışım:
“Beni asıl şaşırtan, çete davasından kaçmak, kirli dosyalarını kapamak, kanlı ellerini yıkamak için Meclis çatısı altına sığınmaya çalışan bu kadar isim varken DSP grubunun başörtülü bir kadını tek hedef seçmiş olması...
Öbürleri boyunlarındaki kravat sayesinde muteber olacak; suça günaha bulaşmamış tahsilli bir kadın başındaki örtü nedeniyle ‘düşman’ ilan edilecek.
Bunu içime sindiremiyorum.”
* * *
Bugün Balbay ve Özkan’ın F-Tipi hücrelere naklini eleştiriyorum; 13 Temmuz 2000 günkü yazımda İBDA-C’nin lideri Salih Mirzabeyoğlu’nun tecride tıkılmasını kınamıştım.
İsteyen, bütün bu yazıları internet sitemde (www.candundar.com.tr) bulabilir.
Darbe döneminde de, “mahalle baskısı” altında da, çifte standart uygulamaksızın, demokrasiyi, insan hakkını, hukuku savundum. Parti kapatmalara, muhtıralara, diktatör ruhlu liderlere, F-tipi hücrelere, işkenceye, sansüre karşı oldum. Susurluk’la, Ergenekon’la savaştım.
O yüzden bugün göğsümü gere gere, yaşanan hukuksuzluğu ve baskıları eleştirebiliyorum.
Önceki gün “karşı kamp”tan birçok kalem de aynısını yaptı; ilerde gururla anacağı yazılar yazdı.
Keşke herkes, özellikle de şu “kendine demokrat”lar da bir bilanço çıkarsa da kim, nerede ne tavır almıştı, hatırlasak...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 EmptyÇarş. Mart 09, 2011 9:15 pm

Kadınlar, HES'ler yüzünden vücutlarını sattılar!
Yusuf Yavuz

Kadınlar Gününde Kaş'ta düzenlenen 'Su ve Kadın' etkinliğine, Kaş'ta yaşayan Hintli eğitimci Shireen Weston'un açıklamaları damgasını vurdu. Weston, on yıl önce Türkiye'dekine benzer bir süreç yaşayan Hindistan'da HES'ler yüzünden bir milyon insanın evsiz kaldığını belirterek, "kadınlar para kazanabilmek için vücutlarını satmak zorunda kaldılar" dedi.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nde Kaş Kültür Evi'nde düzenlenen 'Su ve Kadın' etkinliğinde HES'ler tartışıldı. Etkinliğin açış konuşmasını yapan Kaş Kültür Evi yöneticisi Dilek Diker, su ve kadının ayrılmaz birer unsur olduklarını söyleyerek, kadınlar gününde bu gerçeğin altını çizmek istediklerini belirtti.

ANADOLU'NUN İSYANI AĞLATTI

Kaş Belediye Başkanı Abdullah Gültekin'in kadınlara yönelik yaptığı kısa konuşma ve kutlamanın ardından, HES'lerin neden olduğu doğa kıyımını anlatan Anadolu'nun İsyanı adlı belgesel film gösterildi. Ülkenin değişik yörelerinde yaşanan HES kıyımları ve yerel halkın tepkilerinin yansıtıldığı film kadınlardan yoğun ilgi gördü. Filmden etkilenerek gözyaşlarını tutamayan Müzehher Bora, Türkiye'de insanların giderek daha çok duyarsızlaştığını söyleyerek, " ağaçların kesilmelerine dayanamıyorum. Çocuğunuza zarar verilmesi gibi bir duygu bu. Kelimelere dökülmesi imkansız" sözleriyle tepkisini dile getirdi.

EGO KATLİAMI YAŞANIYOR

Filmin ardından konuşan Alakır Kardeşliği Platformu üyesi Bedia Tülüer, kadının yaratıcı gücünün doğayla özdeş olduğunu belirterek, HES'lerin neden olduğu doğa kıyımlarından örnekler verdi. Türkiye'nin bütün derelerinin eşzamanlı olarak özel şirketlere satıldığını belirten Tülüer, "erkeğin iktidar duygusu ve hırsı doğaya kıyıyor. Yaşanan bir ego katliamıdır" diye konuştu.

Doğanın da bir dayanma gücü olduğunu vurgulayan Tülüer, kadınların yaşananlara sessiz kalmasıyla bu suça ortak olunacağını öne sürdü. Konuşmasında Nisan ayında yapılacak olan Büyük Anadolu Yürüyüşü'ne de değinen Tülüer, "yaşam alanlarını savunan bütün kadınları Ankara'ya yürümeye çağırıyoruz" dedi.

KADIN TOPRAĞA BENZER

Geçtiğimiz günlerde üzerine yapılacak olan HES projesiyle gündeme gelen Kaş Kıbrıs Deresi kıyısındaki Kemer köyünde yaşayan Hatice Sarısaltuk da, yaptığı kısa konuşmada köylerine HES kurulmasına karşı olduklarını dile getirdi. Kadını toprağa benzeten Sarısaltuk, "kadın olmazsa hiç bir şey olmaz. Ben çocuklarımı köyümüzden geçen bu su ile besleyip büyüttüm. Özellikle kadınlar birlik olup, suyumuzu vermeyeceğiz. HES'i istemiyoruz. Bunun için bu yaşımda Ankara'ya kadar yürümeye razıyım" dedi.

HİNDİSTAN'A PARA GELDİ, DOĞA GİTTİ

Su ve Kadın etkinliğine katılan çok sayıda kadının arasında dikkat çeken Hint asıllı İngiliz yurttaşı Shireen Weston, etkinliğin ardından Hindistan'da HES'lerin neden olduğu sorunlarla ilgili sorularımızı yanıtladı. Eğitimci olan Weston, yedi yıldır Kaş'ta yaşadığını belirtti. HES'ler konusunda yaklaşık on yıl önce Hindistan'da da Türkiye'dekine benzer bir sürecin yaşandığını anlatan Weston, büyük şirketlerin baraj projeleri sonucunda kırsalda yaşayan yaklaşık bir milyon insanın evsiz kaldığını söyledi. Hindistan'da yaşanan bu sosyal sorunlara karşı hükümetin sessiz kaldığını vurgulayan Weston, uluslararası büyük şirketlerin yatırımları bulunan Hindistan'daki HES sürecinin halen devam ettiğini dile getirerek, "büyük şirketler daha çok para getirdiler ancak yaşam kalitesi düştü ve Hindistan'ın doğası tahrip edildi" diye konuştu.

HİNTLİ KADINLAR VÜCUTLARINI SATMAK ZORUNDA KALDILAR

HES yatırımlarının ardından kırsalda yaşayan Hintli kadınların büyük çoğunluğunun kentlere göç etmesiyle birlikte işsiz kaldıklarını anlatan Weston, mikro kredilerle desteklenen kadınların yaşamlarını devam ettirmekte zorlandıklarını belirterek, "kadınlar para kazanabilmek için vücutlarını satmak zorunda kaldılar. Ancak bazı kadınlar da farklı alanlardaki yatırımlarla birlikte hızla zenginleşerek materyalist oldular" dedi.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 EmptyCuma Mart 11, 2011 6:21 pm

Sağlık nasıl dönüştü, neye dönüştü?
11.03.2011 - 08:00 Yazdır Arkadaşına gönder “Sağlıkta Dönüşüm” süreci neredeyse tamamlanmış durumda. Planlayıcısı olmasa da en önemli uygulayıcısı olarak bu süreçle özdeşleşen AKP IMF, DB ve TÜSİAD’ın tüm isteklerini birer birer yerine getiriyor. Sağlık giderek ulaşılmaz bir hale geliyor.

Türk Tabipleri Birliği (TTB) bu pazar günü Ankara’da büyük bir miting düzenlemeye hazırlanıyor. Türkiye’nin dört bir yanından gelecek sağlık emekçileri ve yurttaşlar AKP’nin yürütücülüğünü üstlendiği “Sağlıkta Dönüşüm” programına karşı “çok ses tek yürek” olacaklar. 1980’li yıllarda başlayan ancak AKP’li yıllarda hızla ilerleyen “Sağlıkta Dönüşüm” IMF, Dünya Bankası ve TÜSİAD’ın ortak planı olmasıyla da dikkat çekiyor.

Dönüşüm’ün mantığı
1970’lerin başlarında üst üste yaşanan petrol krizleriyle kapitalist sistemde başlayan istikrarsızlık ve daralma, sosyal refah devletinin küçültülmesine odaklanan neoliberal politikalar ile aşılmaya çalışıldı. Aradan geçen on yıllar süresince neoliberalizm olarak anılacak bu politika, kendisini kent, eğitim gibi alanların yanı sıra sağlıkta da net bir şekilde gösterdi. Kent merkezlerindeki yaşam alanlarının sermayeye açılması anlamına gelen “kentsel dönüşüm” ile sağlık hizmetinin sermayeye açılması anlamına gelen “sağlıkta dönüşüm” ortak kökene dayanıyor.

Kökeni 12 Eylül’de
AKP’nin, kendi ürünü gibi göstermeye çalıştığı sağlıkta dönüşümün ilk adımları 12 Eylül ile birlikte atıldı. Daha önce insanların sağlıklı yaşamalarını sağlamak devletin bir sorumluluğu sayılırken 1982 Anayasası, bu zorunluluğu ortadan kaldırdı. Devletin sağlık alanındaki görevini “denetleyicilik” olarak tanımladı. 1982 Anayasası, herkesin sağlıklı bir yaşam sürdürmesini sağlamak amacıyla devletin sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet sunumunu düzenlemesini öngörerek, devlete yalnızca düzenleyici bir rol verdi. Böylece devlete ödevler yükleyen sosyal devlet anlayışının yerine düzenleyici devlet anlayışı getirildi.

Planın temelinde Dünya Bankası var
1986 yılında, DB’nin Nüfus, Sağlık ve Beslenme Bölümü, “Türkiye Sağlık Sektörü Araştırması”nı yaptırtı. Bu araştırmanın işaret ettiği doğrultuda Mayıs 1987’de ANAP hükümeti ilk somut adımı atarak, “3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu”nu çıkardı.

Devlet Planlama Teşkilatı’nın sağlık planının temel ilkelerini belirlemek üzere 1990 yılında yaptığı Sağlık Sektörü Master Plan Etüdü ile 1992 ve 1993 yıllarında yapılan Birinci ve İkinci Ulusal Sağlık Kongreleri, Ulusal Sağlık Politikası dokümanının hazırlanmasına yol açtı. Bu doküman 2000 yılına kadar “desantralize bir sağlık sistemi”, “aile hekimliği modeli”, “hastanelerin işletmeleştirilmesi”, “istihdamda merkeziyetçiliğin kaldırılması” ve “Genel Sağlık Sigortası (GSS) sistemi”nin kurulmasını hedefleyen temel belge. Oldu, AKP’nin bugün sağlık alanında uyguladığı politikaların temellerini görebildiğimiz bu dökümanın bir diğer özelliği ise IMF ve DB direktiflerini uyguluyor olmasıydı.

Programın 1990’lı yıllardaki adı “Sağlıkta Mega Reform Projesiydi”. Siyasi konjönktür gereği bu program uygulanamadı. Ama ülke gündemindeki yerini hep korudu. Programın en önemli özelliği ise, IMF ve Dünya Bankası’nın gelişmekte olan tüm ülkelere tavsiye ettiği tek tip bir sağlık programı olmasıydı.

TÜSİAD’dan tam destek
AKP hükümeti tarafından Haziran 2003 tarihinde kamuoyuyla paylaşılan “Sağlıkta Dönüşüm Programı” TÜSİAD tarafından, Eylül 2004 tarihinde yayımlanan “Sağlıklı Bir Gelecek: Sağlık Reformu Yolunda Uygulanabilir Çözüm Önerileri” raporuyla desteklenmiş ve “alternatifinin olmadığı” kamuoyuyla paylaşılmıştı.

İlk adım GSS
Tüm nüfusu sağlık güvencesi şemsiyesi altına alma ve finansmanda adalet iddiasıyla gündeme getirilen Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS), temel mantığı itibariyle sağlık hizmetleri ile finansmanının birbirinden ayrılmasını planlıyor. Temel teminat paketinin dar tutularak yurttaşları hizmetler karşılığında ek ödeme yapmaya veya özel sağlık sigortalarına yönlendirmeye dayanan GSS, defalarca iptal edilmiş ve Meclis’te yeniden çıkartılmıştı.

GSS’nin 1 Ekim 2008’de yürürlüğe girmesiyle birlikte sigortalılar için hak kayıpları dönemi başladı. Zorunlu sigorta ile ilgili altyapının kurulamamış olması nedeniyle uygulamanın bu yanı sürekli ertelendi. Herkesi sağlık güvencesi kapsamına alacağı iddiasıyla TBMM’den geçirilen GSS’nin daha ikinci yılı tamamlandığında gerçekler ortaya çıktı. Sağlık hakkını prim ödeme zorunluluğuna bağlayan GSS sisteminin bütün hükümleriyle uygulanmaya başlandığında milyonlarca yurttaş sistemden dışlanması ve sağlık hakkından mahrum kalması gündeme gelecek.

Aile hekimliği
Nüfus sayısına göre örgütlenen, kişiye ve çevreye yönelik koruyucu hekimlik hizmetlerini bütüncül bir yaklaşımla sunan ve ekip hizmeti yaklaşımı ile çok disiplinli bir hizmet anlayışını benimseyen 224 Sayılı Kanun’a dayalı sağlık ocağı sisteminin yerini “aile hekimliği” sistemi getirildi. Aile hekimliği uygulaması çevreye ve kişiye yönelik koruyucu hizmetleri ve çok disiplinli hizmet anlayışını parçalayarak, sadece kişiye yönelik koruyucu hizmetleri “aile hekimi”nin sorumluluğuna yüklemesiyle dikkat çekiyor.

Aile hekimliğine geçilmesi ile birlikte özellikle koruyucu hekimlikte çok ciddi aksamalar yaşanıyor, anne-bebek takipleri çok düşük oranlarda yapılabiliyor.

İşletme modeline geçiş
AKP Hükümeti, “Sağlıkta Dönüşüm” kapsamında, “ikinci ve üçüncü basamak sağlık hizmetlerinin hakkaniyete, halkın ihtiyaç ve beklentilerine uygun, kolay erişilebilir, verimli, kaliteli ve etkin biçimde sunulmasını sağlamak amacıyla” 2007 yılında Hastane Birlikleri Pilot Uygulaması Hakkında Kanun Tasarısı’nı TBMM’ye sundu Hastanelerin özelleştirilmesi sürecini en önemli adınlarından biri olan Hastane Birlikleri, Bakanlığa bağlı ikinci ve üçüncü basamak sağlık kurumlarını “kamu tüzel kişiliğine sahip” ve “özerk” “kamu hastane birlikleri” çatısı altında yeniden örgütlendiriyor.

Hastanelerin ihtiyaçlarını döner sermayeden karşılaması ve merkezi bütçeden hastanelere kaynak aktarılmaması da bu tasarının en önemli parçası. Sadece döner sermayeyle hastanelerin işlemesi demek ya hastanelerin kapısına kilit vurulması ya da masraflarını karşılayabilmesi için ticarethaneye dönmesi anlamına geliyor.

Sağlık Bakanığı’nın yapılandırılması
Sağlıkta Dönüşüm Programı adıyla yürürlüğe konan programın temel hedefinin, Sağlık Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı altındaki devasa bir sağlık hizmetleri örgütlenmesinin parçalanması ve imkanlar ölçüsünde özelleştirilmesi olduğu biliniyor. Bu amaç doğrultusunda sağlık hizmeti ve finansmanı birbirinde ayrılırken, sağlık ocakları kapatılıp birinci basamak sağlık hizmetleri aile hekimliği modeli çerçevesinde özelleştiriliyor.

İkinci ve üçüncü basamak sağlık hizmetleri alanında da bir yandan kamu hastaneleri özerkleştirilmeye (ve zaman içinde özelleştirilmeye) bir yandan da özel hastanelerin kuruluşu teşvik edilmeye devam ediliyor. Böylece, bakanlıkların kontrolündeki sağlık kuruluşları özerk birer “sağlık işletmesi”ne dönüştürülürken, bakanlık da yeni oluşmaya başlayan “sağlık piyasası”nın denetim ve düzenlenmesinden sorumlu bir birim durumuna getirilmeye çalışılıyor.

(soL - Haber Merkezi)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 EmptyCuma Mart 11, 2011 7:01 pm

“Yüzyılın projesi”nde fiyasko itirafı
10.03.2011 - 10:45 Yazdır Arkadaşına gönder Asrın projesi olarak sunulan BTC Boru Hattı, Türkiye'nin başına büyük bir çorap ördü. Hattın Türkiye bölümünü işleten BOTAŞ'a bağlı BIL, iflasın eşiğine geldi. BTC'de yaşanan tarihi fiyasko artık, hükümetin emrinde çalışan bürokratlar tarafından da açıkça kabul ediliyor.

Türkiye'nin imza attığı en önemli projelerden birisi olarak gösterilen Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı (BTC), ülkemizin Kürt bölgelerini çevreleyen bir hat çizmesi ve boru hattı ile boru hattının uzandığı arazi üzerinde Türkiye'nin inisiyatifsiz olması gibi siyasi tehditlerinin yanısıra ekonomik açıdan büyük zarar kalemi haline geldi.

Proje aşamasında sömürge anlaşmalarını aratmayan bazı taahhütlerin altına giren Türkiye, şimdi attığı bu imzaların faturasını ödüyor. Yaşanan ekonomik fiyasko, artık yetkili ağızlardan da açıkça itiraf ediliyor.

BTC'nin 1070 kilometrelik Türkiye bölümünü işleten BOTAŞ International Limited'in (BIL) Genel Müdürü İbrahim Palaz, ülkemize çıkardığı fatura her geçen gün kabaran BTC sözleşmesini sert bir şekilde eleştirdi. BP başta olmak üzere BTC ortaklarına isyan eden Palaz, "BTC konsorsiyumu, 2009'da 1.3 milyar dolar kâr etti. Bizim zararımız 93-94 milyon doları buldu. Böyle anlaşma koloniler devrinde bile yok. Biz varil başına 55 sent alıyoruz. Buna Hazine'nin aldığı pay da dahildir. Zararımız gittikçe büyüyecek. Çünkü maliyetler artıyor. Bu kabul edilemez” dedi.

BIL Genel Müdürü'nün 2011 yılında yaptığı bu açıklamanın işaret ettiği, oluşan zarar ve Türkiye'nin bu boru hattı faaliyetlerinde söz hakkının son derece kısıtlı olması, daha boru hattı daha açılırken 2006 yılında gündeme getirilmişti.

“Muhteşem” projede tarihi zarar
BTC, 2006 yılında devreye girdiğinde, Türkiye'nin sağlanan petrol akışından yılda 300 milyon dolar gelir elde edeceği belirtilmişti. Hattın tam kapasite çalışması yani günde 1 milyon varil petrol taşınması halinde hesaplanan bu gelire henüz ulaşılmış değil. Bu durum, Azerilerin vaat ettiği petrolün hattın tam kapasite çalışmasına yetmeyeceğine ve Türkiye'nin söz konusu geliri elde etmesinin güç olduğuna ilişkin görüşleri haklı çıkardı.


Hattın Türkiye'ye ekonomik yarar getirmesinin çok zor olduğu ve gelecek gelirin de çok uzun vadede inşaat maliyetini çıkaracağına soL 2006 yılında işaret etmişti: ...üstelik ekonomik değil
Boru hattının faaliyetinin 3. yılında BOTAŞ ile ilgili Meclis KİT Komisyonu'na sunulan Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu Raporu ile BOTAŞ adına hattın faaliyetlerini yürüten BIL'in bilgi notu, BTC fiyaskosunu gözler önüne sermişti.

Buna göre, ilk 3 yılda boru hattının faaliyetinden uğranan zarar 210 milyon dolara ulaşmıştı. BIL yetkilileri, BTC'nin proje aşamasında imzalanan uluslararası anlaşmaların şartlarında değişikliğe gidilmediği takdirde ise zararın daha da artacağı uyarısında bulunmuşlardı.

Son olarak, BIL Genel Müdürü Palaz, 2009 yılında 94 milyon dolar zarar ettiklerini belirtti. 2010 yılında ise 10 milyon dolar kâr ettiği bildirilen şirket, bu kazancını daha önce çektiği banka kredilerinin faizine harcadı. Nitekim, BIL 2009 Ekim ayında Meclis KİT Komisyonu'na sunduğu bilgi notunda şu ifadelere yer vermişti: “Sürekli zarar eden ve finansman ihtiyacını kısa ve uzun süreli krediler ile karşılamakta olan BOTAŞ BIL şirketinin, borçlarını tasfiye edebilmek amacıyla sermaye artırımı çalışmaları yapılmakta olup, 2007 yılı sonunda öz kaynaklarını tamamen yitirdiği ve yabancı kaynakları ile de zararlarını finanse eder duruma geldiği...”

BTC'nin Türkiye bölümünü işleten BOTAŞ'a bağlı BIL'in zarar etmesinin temel nedenleri ise Türkiye'nin hattan aldığı taşıma ücreti ve verginin sabit olması, boru hattının tam kapasite çalışmaması ve boru hattı istasyonlarında kullanılan enerjinin BP'nin manipülasyonu sebebiyle yüksek fiyatlı doğal gaz ile karşılanıyor olması.

Taşıma ücreti sabit
BTC'nin faaliyetlerini düzenleyen ve ortakların gelirlerini belirleyen anlaşmalar boru hattı işlerlik kazanmadan önce imzalandı. Bu anlaşmalarda, gelir ve gider projeksiyonları da belli varsayımlara göre yapıldı.

Türkiye’nin boru hattından akan petrolden aldığı taşıma ücreti ve vergi geliri, bu anlaşmalara göre 16 yıl süreyle sabit tutuldu. Türkiye, varil başına 55 sent gelir elde ediyor. Bu gelirin 35 senti taşıma ücreti, 20 senti ise alınan vergiden geliyor. Tarifenin, 17. yıldan sonra yani 2023'ten sonra projenin sona ereceği 2046'ya kadar taşıma ücretinin 43 sente, verginin de 37 sente çıkarılması mümkün olabilecek.

Dolayısıyla Türkiye'nin boru hattından elde ettiği gelir, akan petrolün dünya piyasalarında kazandığı değerden ve fiyatından bağımsız belirleniyor. BTC'de ana ortak BP'nin kârı, petrol fiyatlarının artmasıyla hızlı bir şekilde büyürken, BOTAŞ BIL'in geliri sabit kalıyor.

Gelir sabit ama yakıt maliyeti artıyor
Türkiye açısından boru hattının işletmesinde asıl sorun ise BTC'nin Türkiye'deki pompa istasyonlarında kullanılan yakıtın, projenin ilk gündeme geldiği dönemde petrol/akaryakıt olması ancak daha sonra ana şirket BTC Co. tarafından yani BP'nin müdahalesiyle, doğal gaz kullanılmasının dayatılması oldu.

Hattın proje aşamasındaki ilk döneminde varılan anlaşmada, varili 18 dolardan petrol sağlanması garantisi verilerek, pompa istasyonlarında yakıt olarak petrol kullanılması kararlaştırılmıştı. Yani kullanılan yakıta tavan fiyat garantisi getirilmişti. Türkiye, BTC'nin maliyet hesabında bu garantiyi veri almıştı. Ancak, daha sonra BTC Co. kullanılacak yakıtın doğal gaz olmasını dayattı ve bu doğal gaza herhangi bir tavan fiyat verilmesini engelledi. Bu nedenle, petrol fiyatlarının artışına bağlı olarak fiyatı artan doğal gazı kullanan BOTAŞ BIL, hattın işletilmesi sırasında ciddi zarar etmeye başladı.

Diğer yandan, maliyet hesabındaki varsayımlardan biri de, hattın tam kapasite çalışması idi. Ancak, boru hattı tam kapasiteye ulaşamadığı gibi, eğer Azeri petrolü dışında yeni kaynak bulunamadığı takdirde, hattan önümüzdeki dönemde daha az petrol akacak. Bu durum, BTC'den akan petrol miktarına göre elde edilen gelirin de düşük kalmasının nedenlerinden biri.

BTC'ye yüklenen petrol daha da düşecek
Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattından Nisan ayında 21.4 milyon varil petrol pompalanacağı tahmin ediliyor. Rakam Mart ayına göre 4.0 milyon varil gerileme gösteriyor. Tahmine göre, Nisan ayında günlük 713 bin 333 varil/gün petrol yüklemesi yapılacak. Mart ayı günlük yüklemesinin ise 819 bin 355 varil dolayında olacağı tahmin ediliyor.İş işten geçince...
Türkiye büyük umutlarla dahil olduğu ve büyük bir siyasi şova dönüştürülen açılış töreniyle işletmeye açılan BTC'de, uğranılan zarar sürdürülemez hale gelince, BOTAŞ başta BP olmak üzere BTC'nin diğer ortakları aleyhine 2009'da tahkim davası açtı. Dava gerekçesi ise hattın tam kapasite çalışmaması ve kullanılan yakıta fahiş fiyat ödenmesi nedeniyle uğranılan gelir kaybı oldu.

Boru hattı ile ilgili yaşanan her türlü sorunun, uluslararası tahkime gitmesi projenin kurucu anlaşmalarında kayıt altında olduğu için Türkiye, tahkim sonucunu bekleme ve gelecek karara uymak durumunda.


Türkiye, BTC için imzaladığı anlaşmalarla her tür anlaşmazlık durumunu uluslararası tahkimde çözmeyi taahhüt etmişti. Ayrıca projede direksiyon BP'ye çoktan verilmişti: Egemenlik kayıtsız şartsız BP'nin
Tahkim davası sürerken, BTC'nin diğer ortakları Türkiye'nin şikayetlerini görmezden gelmeyi sürdürüyorlar. Son olarak, 2010 Aralık ayında bir açıklama yapan BP Azerbaycan CEO'su Rashid Javanshir, Türkiye'nin rahatsızlığına ilişkin “Ücret artışı gündemimizde yok. Yapılan anlaşmalar ilgili tarafların imza attığı uzun vadeli anlaşmalar. Bunun değişmesi söz konusu değil” dedi.
(soL-Ekonomi)
[img]D:\RESİMLER 839 MB\btc[/img]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 EmptyCuma Mart 11, 2011 7:57 pm

11 Mart 2011
Antalya'da 3 günlük bebek donarak öldü

Soner KOCAER/ANTALYA, (DHA)

ANTALYA’daki Vakıf Zeytinliği içerisinde 3 günlük olduğu tahmin edilen bebek cesedi bulundu. Kız bebeğin soğuktan ölmüş olabileceği belirtildi.

Yenidoğan Mahallesi’nde bulunan Vakıf Zeytinliği’ne, bugün saat 17.30 sıralarında tuvalet ihtiyacını gidermek için giren bir kişi, kız bebeğe ait cesedi battaniyeye sarılı halde buldu. Durumun bildirilmesi üzerine gelen polis, olay yerinde inceleme yaptı. Sağlık ekipleri tahminen 3 gün önce öldüğü belirlenen kız bebeğin kıyafetlerinin ıslak olduğunu ve muhtemelen soğuktan donarak hayatını kaybetmiş olabileceğini kaydetti. Polis incelemesinin ardından bebeğin cesedi otopsi için Akdeniz Üniversitesi Hastanesi Adli Tıp Kurumu morguna götürüldü.

Asayiş Şube Müdürlüğü Cinayet Büro Amirliği dedektifleri, bebeği ölüme terk edenlerin arandığını, tüm hastanelerde inceleme yapıldığını ve son 1 haftalık Mobese kayıtlarının incelemeye alınacağını açıkladı.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 EmptyC.tesi Mart 12, 2011 8:52 am

Artvinlilerden Vali’ye HES tepkisi:


Halkın değil, HES şirketinin valisi!



Yusuf Yavuz

Artvin Valisi Mustafa Yemlihalıoğlu, Artvinlilerin Ankara’da düzenleyeceği HES’lerle ilgili iki paneli iptal ettirdi, Artvinli sivil toplum örgütleri ayağa kalktı. Aralarında CHP, MHP ve SP gibi siyasi partilerin de yer aldığı 18 sivil toplum örgütü ve meslek odası temsilcileri, valiyi halkın değil HES şirketlerinin yanında yer almakla eleştirerek halka şikâyet ettiler.



VALİ HES PANELİNİ ZORLA İPTAL ETTİRDİ

Artvin’de 170’in üzerinde HES projesi bulunuyor. Ancak bölgenin en önemli zenginliği sayılan doğal güzellikleri için tehdit oluşturan HES projelerine karşı mücadele yürüten Artvinliler, seslerini duyurabilmek için il dışında da etkinlikler yapıyorlar. 3-6 Mart tarihleri arasında Artvin Kültür ve Yardımlaşma Derneği tarafından Ankara’da organize gerçekleştirilen bu etkinliklerden biri de ‘Artvin Tanıtım Günleri’ başlığını taşıyordu. Ancak tanıtım günlerinde, halkı HES’lere karşı bilgilendirmeyi hedefleyen ‘Artvin’deki Enerji Yatırımları’ ve ‘Dereler ve Hidroelektrik Santralleri’ başlıklı iki panelin, Artvin Valisi Mustafa Yemlihalıoğlu tarafından etkinliğe iki gün kala iptal ettirildiği öne sürüldü.



REFERANDUM DÖNEMİNDE DE ZORLUK ÇIKARILDI

Artvinli sivil toplum örgütlerinin konuyla ilgili yaptığı ortak açıklamada, “etkinlik programında ve bütün davetiyelerde yer alan iki panel sayın valinin zorlamasıyla iptal edilmiştir. Her iki panel 1 Mart günü ‘bu panellerin yapılması halinde Tanıtım Günleri etkinliğinin tümünün iptal edileceği’ tehdidi ile programdan çıkarılmak zorunda kalınmıştır. Sayın vali benzer zorlukları daha önce 12 Eylül 2010’da yapılan referandum sürecinde güçlükle düzenlenen bir panel sırasında da göstermiş, o dönemde bu panel büyük zorluklarla gerçekleştirilebilmiştir” ifadelerine yer verildi.



HALK SİNRİDİLMEYE ÇALIŞILIYOR

Artvin ve ilçelerindeki idarecilerin HES şirketlerinin işlerini kolaylaştırmak ve her türlü engeli ortadan kaldırmak için azami çaba gösterdiğini öne süren Artvinli derneklerin açıklamasında, “zorunlu olan denetimler yapılmamakta, ruhsat ve izinler alınmadan inşaat izinleri verilmekte, izinsiz yapılanlar görmemezlikten gelinmektedir. Yörede yaşayan halkın düşüncelerine hiçbir zaman önem verilmemekte, halkın karşı çıktığı durumlarda öncelikle istihdam ve benzeri çıkar ve rüşvetlerle halk bölünmeye çalışılmakta, bu da olmazsa tehditlerle halk sindirilmeye çalışılmaktadır” denildi.



TARAFSIZ BİLE OLAMADI

Artvin halkının validen Artvin’in geleceğine katkıda bulunmasını beklediğinin vurgulandığı açıklamada, “ancak ilin sayın valisi göreve başladığı günden bu yana Artvin halkının ve esasen devletin valisi olmanın büyük onuru yerine siyasi iktidara yakın olma vizyonunu kendisi için yeterli görmüş, bütün kamu yönetimi ve idare hukuku kavramlarını bir yana bırakmıştır. Sayın vali HES’lere karşı haklı mücadelemizde bırakınız Artvin halkının yanında olmayı tarafsız bile olmamış, gerek kendisi ve gerekse kendisine bağlı bazı Kaymakamları ile HES şirketlerinin yanında olmuştur. Sayın valinin Artvin halkının valisi olmak gibi bir amacı olmamış, bunu önemsememiştir” görüşüne yer verildi.



VALİYİ HALKA ŞİKAYET EDİYORUZ

Yöre halkının, büyük bir sabır ve metanetle sularını ve topraklarını ve esasen yaşam haklarını savunmakta olduğunun vurgulandığı açıklamada, “hiçbir baskı ve zulüm sularımızı, derelerimizi, topraklarımızı ve yaşam alanlarımızı savunma mücadelemizde bizleri yıldırmayacaktır. Bu toprakları bizlere emanet edenler, yabancı su tekellerine ve kar hırsı ile vadilerimizi ve yeraltı zenginliklerimizi yağmalayanlara verelim diye canlarını vermediler. O kahramanların çocukları olanlar üzerlerine düşen görevi mutlaka yapacaklardır. Buna sayın vali de dâhil hiç kimse engel olamayacaktır. Tümüyle barışçıl, sadece bilgilendirme içerikli bir panele bile tahammül edemeyen bu anlayışı Artvin halkına şikâyet ediyoruz ” denildi.



ATVİN HALKI BİRARAYA GELDİ

Artvin’de her görüşten kişi ve kuruluşu bir araya getiren açıklamaya, Yeşil Artvin Derneği, CHP İl Başkanlığı, ******çü Düşünce Derneği, Erenler Köyü Dayanışma Derneği, MHP İl Başkanlığı, Artvin 78’liler Dayanışma ve Araştırma Der., Türkiye Su Meclisi, Artvin Küçük Sanayi Sitesi Başkanlığı, Avcılar Atıcılar Derneği, Eğitim-Sen, S.S.Artvin Bölgesi Ormancılık Koop. Birliği, -Tüm Bel-Sen, Artvin Kent Konseyi, Saadet Partisi İl Başkanlığı, DİSK Artvin İl Temsilciliği, TMMOB İl Sekreterliği, CUMOK Artvin Temsilcisi ve ARÇEP Artvin Çevre Platformu imza koydu.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 EmptyPaz Mart 13, 2011 5:16 pm

Halkın yüzde 46'sı geçinemiyor!
TÜİK'in yaptığı araştırmaya göre, halkın yüzde 46.2'si geliriyle ihtiyacını karşılamakta zorlanıyor.

13 Mart 2011, 14:41
Anadolu Haber

Asgari ücretlilerin ise yüzde 4.3’ü geçimini ‘kolaylıkla’ sağlayabiliyor


Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, halkın yüzde 46.2’si geliriyle ihtiyacını karşılamakta zorlanıyor. TÜİK’in Yaşam Memnuniyeti Araştırması’nın 2010 yılı sonuçlarından yaptığı hesaplamaya göre, ülke genelinde hanehalklarının yüzde 13.1’i geliriyle hanehalkı ihtiyaçlarını “çok zor”, yüzde 33.1’i de “zor” karşıladığını belirtti.

Geçim zorluğu yaşamadığını belirtenlerin oranı yüzde 39.6, geçimini kolay sağladığını belirtenlerin oranı yüzde 12.3, “çok kolay” geçindiğini belirtenlerin oranı da yüzde 1.9 oldu.

Asgari ücretli dikkat çekti

Gelir grupları itibariyle hanehalklarının ihtiyaçlarını karşılama düzeyine bakıldığındaysa, asgari ücretlilerin durumu dikkati çekti. Geliri 630 liraya kadar olan bu grubun yüzde 30.7’si çok zor, yüzde 42.4’ü de zor geçindiğini bildirdi. Bu gruptakilerden yüzde 22.4’ü geçimini “orta” düzeyde sağladığını ifade ederken, yüzde 4.3’ü “kolay”, yüzde 0.3’ü de “çok kolay” geçinebildiğini söyledi. Bu oranlar aylık geliri 3 bin 851 lira ve üzeri olan grupta ise tam tersi yönde sıralandı.
Bu kesim içinde geçinmekte “çok zorlanan” bulunmazken, zorlandığını belirtenlerin oranı yüzde 4.6’da kaldı. Söz konusu grubun yüzde 29.7’si orta, yüzde 47.2’si kolay, yüzde 18.5’i de çok kolay ay sonunu getirebildiğini kaydetti.





En çok zorlananlar kalabalık aileler
Hanehalkını oluşturan kişi sayısına göre geçinme düzeyine bakıldığında ise 7 kişi ve üzerindeki grubun ağırlığı dikkati çekti. 7 kişi ve üzerindeki hanehalklarında kolay ve çok kolay geçinebildiğini belirten kimse olmadı. Bu grubun yüzde 39.8’i “çok zor”, yüzde 7.4’ü “zor”, yüzde 52.9’u “orta düzeyde” geçimini sağlayabildiğini kaydetti.


4 kişiye kadar hanelerde zor geçindiğini belirtenlerin oranı yaklaşık yüzde 50 düzeyinde oldu. Bu gruplarda orta düzeyde geçimini sağladığını belirtenlerin oranı da yüzde 37-38 civarında oldu. Kolay ve çok kolay geçinenler yüzde 13-14 seviyesinde kaldı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 EmptyPaz Mart 13, 2011 5:44 pm

KESK: Güvencesiz Çalışma İntihar Ettiriyor
13.03.2011 Pazar 19:40Ekonomi Bu Habere 0 Yorum YapıldıBu Haber 1 Defa Okunmuştur 12P 14P 16P 18P

4/C'li çalışmanın intihar ettirdiğine dikkat çeken KESK, hükümeti, her gün yaşanan iş cinayetlerine karşı, "sendikanın yaptığı önerileri" dikkate almaya çağırdı.

4/C'li çalışmanın intihar ettirdiğine dikkat çeken KESK, hükümeti her gün yaşanan ve adı konulmamış bir savaş bilançosunu andıran iş cinayetlerine karşı “sendikanın yaptığı önerileri” dikkate almaya, esnek ve güvencesiz çalışma ile özelleştirme ve taşeronlaştırma uygulamalarına son vermeye çağırdı.

KESK, aksi takdirde yaşanan her intihardan, kalp krizinden ve iş cinayetlerinden AKP Hükümetinin sorumlu olacağını ileri sürdü.

KESK’ten yapılan açıklamada, “İşsizlik ve güvencesizlik ölüm demektir.

Bu ölümler her geçen gün artıyor. İntiharların ve iş cinayetlerinin sorumlusu Hükümettir.

Neredeyse her gün bir işyerinde, bazen birkaç işyerinde birden yaşanan iş kazalarında ölenlerin sayısı sadece son iki ayda 40’a, ataması yapılmayan öğretmelerden intihar edenlerin sayısı 22’ye ulaştı.

Manisa Salihli Tekel Yaprak Tütün İşletme Müdürlüğü’nün özelleştirilmesinin ardından işten atılan ve 2 ay önce 4/C’li olarak Salihli Adliyesi’nde işe başlayan işçi Alim Apaydın tarım ilacı içerek intihar etmesi ile bugüne kadar Özelleştirme sonucu intihar eden TEKEL işçisi sayısı 13 e çıktı” denildi.

Hükümeti ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yetkililerini, her gün yaşanan ve adı konulmamış bir savaş bilançosunu andıran iş cinayetlerine karşı önerilerimizi dikkate almaya, esnek ve güvencesiz çalışma ile özelleştirme ve taşeronlaştırma uygulamalarına son vermeye çağıran KESK, aksi takdirde yaşanan her intihardan, kalp krizinden ve iş cinayetlerinden AKP Hükümetinin sorumlu olacağını ileri sürdü.

“ÖZELLEŞTİRMENİN, İŞÇİ AZRAİL’İ ETKİSİ KENDİSİNİ GÖSTERİYOR”

Tekel işçilerinin 78 gün, Türkiye’ye ve dünyaya sabırla ve inatla özelleştirme yıkımının ne olduğunu anlattığını dile getiren KESK, açıklamasında iş güvencesinin yok edilmesi, her türlü mali ve sosyal hakka el koyulması anlamına gelen “4-C” köleliğini reddederek, ekmek ve onur savaşı verdiğini belirtti.

Özelleştirmenin, sadece ekonomik bir yıkım olarak kalmadığına işaret eden KESK, açıklamasında şu noktalara dikkat çekti:

“Başta sağlık, eğitim, büro, alt yapı, iletişim hizmetleri olmak üzere tüm kamu kurumlarında çalışan emekçiler sözleşmeli, taşeron, 4A, 4B, 4C, 50/D, ücretli, kapsam içi, kapsam dışı statülerine bölündü.

Aynı ya da benzer işi yapan emekçilerin ücretleri arasında farklılıklar oluşturarak hem daha az ücrete mahkum edildi, hem de emekçiler birbiriyle rekabete zorlandı.

İşsizliği artırdığı gibi insan haklarına aykırı kölece çalışma düzeni, iş cinayetleri ve intihar gibi sosyal etkileri ile özelleştirmenin ‘işçi azrail’i etkisi her geçen gün kendini göstermektedir.”

“TORBA YASA İLE TÜM KAMU EMEKÇİLERİNE 4/C; ESNEK, KURALSIZ, GÜVENCESİZ ÇALIŞMA DAYATILIYOR”

Bugün tüm kamu işyerlerinde kamu hizmetlerinin tasfiyesine yönelik önemli sorunlar yaşandığına kaydeden KESK, tüm hizmet birimlerinde çalışanların her geçen gün daha fazla iş yükü altında ezildiğini bildirdi.

Performansa dayalı, esnek ve güvencesiz çalışmanın, emekçilerde ciddi sağlık sorunlarına yol açtığı, kalp krizi ve ruhsal rahatsızlıkların yaygınlaştığını vurgulayan KESK, “Çalışanların sorunları görmezden gelinmekte, kamu hizmetinin bir bileşeni ve insan olduğu göz ardı edilmektedir.

Çalışma koşulları giderek ağırlaşmakta, buna karşılık ücretler ve sosyal haklar giderek gerilemektedir.

Bu durumda tüm özel ve kamu işyerlerinde çalışan emekçileri, statü ve sendikal farklılıkları bir kenara bırakarak taleplerimiz için KESK’e bağlı sendikalarımızda birleşerek son vermeye ve mücadeleye çağırıyoruz.

Diğer sendikaların sessiz kalarak onay verdiği Torba Yasa ile 4/C statüsünde çalışanlara aile yardımı verilmeyecek, güvencesizlik yaygınlaşacaktır.

Tüm 4/C’li Geçici çalışanları, Güvenceli iş için, diğer kamu emekçilerinin faydalandığı aile yardımı, damga vergisi muafiyeti, fazla mesai ücretinin ödenmesi gibi eşit haklar talebi için KESK’te örgütlenmeye ve birlikte mücadeleye çağırıyoruz” açıklamalarında bulundu.

“İNSANCA YAŞAM, GÜVENCELİ ÇALIŞMA HAKKI İÇİN TALEPLERİMİZ GERÇEKLEŞİNCEYE KADAR MÜCADELE EDEĞİZ”

KESK, insanca yaşam, güvenceli çalışma hakkı için taleplerini sıraladı:

-Kamu ve özel tüm işyerlerinde, kurum tabiplikleri yeniden tesis edilmeli.

-Tüm kamu ve özel işyerlerinde işçi sağlığı ve güvenliği önlemleri alınmalı, meslek hastalıklarına karşı korunma sağlanmalı.

-İşyerlerinin işçi sağlığı ve güvenliği denetimleri iş müfettişleri tarafından yaygınlaştırılmalı.

-4B, 4/C, 50D, statüsünde çalışan tüm sözleşmeliler kadroya geçirilmeli.

-Aynı işi yapan emekçilerin eşit mali ve sosyal haklardan yararlanması sağlanmalı.

-4/C li çalışanların diğer çalışanlar gibi aile yardımı alması sağlanmalı, fazla mesai ücretleri ödenmeli, izin hakları kullandırılmalı.

-Emekçilere dayatılan angaryaya artık son verilmeli, öğle tatili gaspı, zorunlu fazla mesaiye son verilmeli, yeterli sayıda kadrolu personel alınmalı.



Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 EmptyPaz Mart 13, 2011 6:40 pm

Tarımda Cumhuriyet tarihinin ithalat rekorunu kırdık!


Yusuf Yavuz



Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Genel Başkanı Dr. Turhan Tuncer, tarımsal desteğin azaltılmasıyla 2010 yılında cumhuriyet tarihinin ithalat rekoru kırıldığını söyledi. Tuncer, Kuzey Afrika'dan başlayarak yayılan isyanların gıda fiyatlarındaki artışı tetiklediğini belirterek, bunun daha büyük endişe ve korkuların kaynağı olacak uyarısında bulundu.



Tarım desteğinde kısıtlamaya gidilen Haiti, Bangladeş, Fas, Mısır, Tunus, Senegal, Zimbabve gibi yoksul ülkelerde ekmek isyanlarının ortaya çıktığını söyleyen ZMO Genel Başkanı Dr. Turhan Tuncer, 2009 krizinin etkisiyle gıda fitaylarının gerilemesine gerilemesine karşın, 2010 yılında yeniden yükselmeye başladığını belirterek buğday fiyatındaki artışın da son 6 ayda yüzde 100'ü geçtiğini kaydetti.



İSYANLAR ENDİŞE KAYNAĞI

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü'nün (FAO) hububat, yağlı tohum, süt ürünleri, et ve şeker fiyatlarının aylık değişimlerinin değerlendirildiği endeksin, Şubat ayında 236 puana yükseldiğini ve küresel gıda fiyatlarındaki artışın etkisiyle rekor seviyeye çıktığını söyleyen Tuncer, FAO'nun aylık gıda fiyatları endeksinin 1990'da açıklanmaya başlamasından bu yana en fazla, gıda krizinin yaşandığı 2008 yılı Haziran ayında artış göstererek ve 224 puana çıktığını anımsatara, "Tunus ve Mısır'da iktidarları deviren; daha sonra da Cezayir'den Yemen'e kadar Kuzey Afrika'da geniş bir coğrafyaya yayılan isyan ve protestoları tetikleyen küresel gıda fiyatlarındaki hızlı artışlar, giderek daha büyük endişe ve korkuların kaynağı olmaktadır" açıklamasında bulundu.



TARIM SEKTÖRÜ KÜRESEL ŞİRKETLERİN HAKİMİYETİNE GİRDİ

Diğer azgelişmiş ülkelerde olduğu gibi Türkiye'de de serbestleştirme, özelleştirme ve kuralsızlaştırma modeline dayalı neoliberal tarım politikalarının sürdürüldüğünü vurgulayan Tuncer, bu politikalar sonucu mülksüzleşen kırsal köylü nüfusun kitleler halinde kentlerin varoşlarına göç ederken; sektörde girdi temininden üretime, işlemeye, pazarlamaya kadar uzanan tüm süreçte tekelci ulus-ötesi şirketler hakimiyetlerini artırdığını belirtti.



BÜTÇEDEN TARIMA YÜZDE 2, FAİZE YÜZDE 23 PAY

Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) sonuçlarına göre Türkiye nüfusunun 73.7 milyon olduğunu kaydeden Tuncer, " 2010 yılında; toplam nüfus 1.2 milyon, kentsel nüfus 1.4 milyon kişi artarken; kırsal nüfus 25 bin kişi azalmıştır. Yani tarımda üretici nüfus artık kırlarda tutunamamaktadır. Siyasi iktidar tarımda üretimi teşvik etmek yerine açığı et, yağ, hububat, vb. ithalatı ile giderme kolaycılığına kaçmakta; yıllık büyümesi yüzde yarımın bile altına düşmüş olan tarımı, merkezi bütçeden faizin onda biri kadar bile desteklememektedir. Merkezi bütçeden tarıma destek olarak aktarılan kaynaklar faiz harcamaları ile kıyaslandığında, devede kulak kalmaktadır. Tarımın bütçeden aldığı pay yüzde 2'lerde iken faizinki yüzde 22-23 dolayındadır" açıklamasında bulundu.



MİLYONLARCA ÇİFTÇİ HAYAL KIRIKLIĞI İÇİNDE

İktidarın, 2011 için bütçeyi 312 milyar TL'ye çıkarırken, tarımsal destekleri 6 milyar TL'de tuttuğunu vurgulayan Tuncer, bu tutarın tarımda üretimi teşvik etmeyeceğinin açık olduğunu belirterek, "en son 24 Şubat 2011 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan prim desteklerine ilişkin Bakanlar Kurulu Kararı milyonlarca çiftçide hayal kırıklığı yaratmıştır. Buna göre destek konusu 17 üründen 12'sinde (yağlık ayçiçeği, dane mısır, buğday, arpa, çavdar, yulaf, tritikale, çeltik, kuru fasulye, nohut, mercimek ve kütlü pamuk) 2010'da olduğu gibi bu yıl da prim destekleri artırılmamıştır. Prim destekleri yalnızca çay ve zeytinyağı ile üretimi yaygın olmayan soya, aspir ve kanolada artırılmıştır. Hububat, bakliyat ve 1 milyon ton üretim açığı olan pamuk destekleme primleri son üç yıldır artırılmamaktadır. Bu arada 2010 yılı itibariyle üretimin buğday, arpa, mısır, nohut, şeker pancarı gibi temel ürünlerde 2009 yılına göre daha düşük olduğunu hatırlatmamız gerekmektedir" diye konuştu.



TARIM ÜRÜNLERİNDE CUMHURİYET TARİHİNİN İTHALAT REKORU KIRILDI

"Üretimi artmayan bir ülkenin ithalatının artmasından daha doğal ne olabilir?" sorusunu yönelten Tuncer, "nitekim ülkemizde 2010 yılı itibariyle tarım ürünleri ithalatında Cumhuriyet tarihinin rekoru kırılmıştır. Uluslararası standart sanayi sınıflamasına göre 2010 yılında ithalat 6.5 milyar dolara ulaşmıştır. İktidarın hep ihracat rekoru kırmakla övündüğü Uluslararası Standart Ticaret Sınıflamasına göre de ithalat 12.9, ihracat ise 12.7 milyar dolardır. Yani 200 milyon dolarlık açık vardır" dedi.



TÜRKİYE KURBANLIK İTHAL EDER HALE GELDİ

Türkiye'nin artık tarım ürünleri dış ticaretinde net ithalatçı konumunda olduğunu da belirten Tuncer, yıllarca uygulanan neoliberal hayvancılık politikalarının sonucunu verdiğini; Türkiye'nin 2010 yılında canlı hayvan ve et ithalatının yanı sıra kurbanlıklarını da ithal eder hale düşürüldüğünü ifade etti. 2010 yılında canlı hayvan ve et ithalatının Türkiye'ye maliyeti 600 milyon doları bulduğunun altını çizen Tuncer, "Türkiye kendi besicisinden esirgediği destekleri ithalat parası olarak yabancı ülkelere akıtmıştır. Hububat için ödenen bedel 1 milyar doları, bitkisel yağ ve yağlı tohumlar için ödenen bedel ise 2.5 milyar doları aşmıştır. Tütün için bile 400 milyon dolara yakın ithalat parası ödenmiştir. Türkiye tarım ve gıdada ulus-ötesi tekellerin pazarı olmaktan ve ithalat sarmalından kurtulmak için; neoliberal politikalar dayatan tasfiye programları yerine kendi insanının ihtiyaçlarına ve ülkenin özgül ekolojik koşullarına uygun bilim, emek ve üretim odaklı tarım politikalarına geçmek zorundadır" diye konuştu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 EmptyPaz Mart 13, 2011 8:25 pm

Ekonomi Büyürken Ücretler Küçüldü

13.03.2011


Türkiye'de makro ekonomik büyüme vatandaşa yine yansımadı. 2010'da ücretlerde gerileme 2007'ye göre yüzde 8.24'ü buldu.

Ekonomideki olumlu performans yine ücretlere yansımadı. Türkiye'de ekonomi büyürken 2010'da ücretlerde gerileme 2007'ye göre yüzde 8.24'ü buldu.
Son 3 yıllık süreçte reel birim ücretlerde ciddi kayıpların yaşandı. 2008 yılında reel birim ücretlerde yaşanan gerileme 2009 yılında kısmi ve sınırlı şekilde toparlandı, ancak 2010 yılında reel birim ücretlerde gerileme sürdü.

DİSK-AR tarafından Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Sanayi üretim endeksi, TÜİK Sanayi işgücü girdi endeksleri ve TÜİK Tüketici Fiyat Endeksi üzerinde yapılan hesaplamalara göre, sanayide brüt reel birim ücretler, kriz öncesi dönem olan 2007'ye göre yüzde 8,24 oranında geriledi.

Son 3 yıllık dönemde sanayide reel birim ücretlerin en fazla gerilediği sektörlerin başında, yüzde 35 ile ağaç ve ağaç ürünleri, yüzde 34 ile elektrik gaz, buhar ve iklimlendirme üretimi ve dağıtımı, yüzde 33 ile diğer imalatlar, yüzde 18,5 ile tekstil sektörü geldi. Otomotivde reel birim ücretlerde gerileme yüzde 13,4'ü buldu.

Reel birim ücretler 2010 yılında da, bir önceki yıla göre yüzde 1,93 oranında düşüş gösterdi.

Buna göre geçen yıl tütün ürünleri imalatında yüzde 21 oranında görülen ücret gerilemesini, otomotiv sektörü yüzde 14,89 oranıyla, sermaye malı imalatı yüzde 12,17, elektronik ve optik ürünleri imalatı yüzde 12, enerji sektörü yüzde 11,6 ve fabrikasyon metal ürünleri imalatı yüzde 5,21 oranıyla izledi.

Sanayi istihdamında da 2007 yılı rakamlarına ulaşılamadığı dile getirilen raporda, üretimin sanayi sektöründe 3 yıl öncesi rakamları yakalarken, istihdamda kriz öncesi rakamlara ulaşılamamasının en önemli nedenlerden birinin "işten çıkartılan işçilerin geri alınmaması ve işverenlerin aynı işi mevcut kadrosu üzerinden daha yoğun ve esnek çalışma ile gerçekleştirmeyi tercih etmesi" olduğu belirtildi.

Rapora göre, 2007 yılında sanayide çalışan her 100 kişiye karşın 2010 yılında 95 kişi yer aldı.

İstihdam kaybı sermaye malı imalatında yüzde 9,35, enerjide yüzde 6,98, dayanıklı tüketim malı imalatında yüzde 5,11, ara malı imalatında ise yüzde 4,66 düzeyinde gerçekleşti.

Sektörlere bakıldığında en yüksek istihdam kaybı yüzde 20,42 oranıyla tütün imalatında görülürken, bunu yüzde 16,15 ile tekstil sektörü, yüzde 15,60 ile elektronik ve optik ürünlerin imalatı, yüzde 12,26 ile diğer ulaşım araçları imalatı, yüzde 9,32 ile motorlu taşıt üretimi izledi.

İşçi başına üretkenlik 3 yıllık süre zarfında yüzde 7,53 düzeyinde yükselirken, aynı dönem için sanayide verimlilik, dayanıklı tüketim malları imalatında yüzde 17,89, enerji sektöründe 14,57, aramalı imalatında yüzde 7,27, dayanıksız tüketim malı imalatında yüzde 6,56, sermaye malı imalatında 1,55 oldu. Reel birim ücretlerin gerilediği 2010 yılı için ise işçi başına üretkenlik ortalama yüzde 8,19 olarak gerçekleşti.



Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 EmptySalı Mart 15, 2011 12:24 pm

Sıcak para felakete götürür
Duayen ekonomist Prof. Kazgan, CHP'nin aile sigortası sisteminin işlemeyeceğini savunarak, AKP'nin ayni yardımını daha rasyonel bulduğunu söyledi. Kazgan AKP'nin ekonomi politikalarını eleştirdi: Dış borcumuz 2.5 katına çıktı. Böyle devam ederse Yunanistan gibi iflas ederiz. Sıcak paraya bağlı ekonomiyi benimseyen ülkeler felakete gitti

Burcu BULUT/ burcu.bulut@aksam.com.tr
15 Mart 2011



Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gülten Kazgan, Türk ekonomisini en iyi bilen isimlerden biri. Bu alanda sayısız yazılı eseri bulunan Kazgan'a 'yoksulluk ve seçim öncesi partilerin projelerini sorduk. Kazgan, CHP'nin aile sigortası projesinin Brezilya'da iyi işlediğini ama Türkiye'ye uygun bir sistem olmadığını savundu. Kazgan AKP'nin ekonomi politikalarının da yanlışlar içerdiğini söyledi. Kazgan, son ekonomik değerlendirmeleri, partilerin bu konudaki politikalarını değerlendirdi.

- EN BÜYÜK EKONOMİ KALKINMAYA YETMİYOR: Türkiye dünyanın 16. büyük ekonomisi doğru ama OECD ülkeleri arasında gelir dağılımı açısından en kötü durumda olan ülkeden biri yine Türkiye. Diğeri ise Meksika. TÜİK yeni bir araştırma yaptı, orada ailelerin yaklaşık yüzde 47'sinin geçinemedikleri ortaya çıktı. Bu ailelerin büyük bir çoğunluğu asgari ücretle çalışanlardan oluşuyor. Türkiye'de yoksulluk çarpıcı bir boyutta. Yoksulluğun en yoğun yaşandığı yerlerden biri de köy ekonomisi. Köy ekonomisinde para girişi küçük ama nüfus yapısı itibarıyla büyük bir kesit var. Nitekim göçler bu nedenle gerçekleşiyor. Türkiye'de gelir dağılımı oldukça kötü. Bunu, insani gelişme endekslerine baktığınız zaman da açıkça görüyoruz. Bu endeksler Türkiye'nin durumunun ne denli ciddi olduğunu gösteriyor. Basın özgürlüğünde, kadın haklarında, gelir dağılımında hep sonlardayız. İşsizlikte ise ipi göğüslüyoruz. Demek ki dünyanın 16. büyük ekonomisine sahip olmak, kendi içimizde kalkınmaya yetmiyor.

- YAPISAL BOZUKLUK VAR: Refah dağılımı yoğun biçimde tepede toplanıyor. Finansal sisteme dayalı olarak büyümede bu arıza daima mevcut. Mesela Amerikan ekonomisi de öyledir. Finans kesimi Amerika'da toplam ekonomi içindeki karların yüzde 40'nı oluşturuyor. Türkiye'de de aşağı yukarı buna benzer bir durum var. Borsadaki kazançları görüyoruz. Ekonominin 2000'li yıllarda girdiği, finansal kazanç ağırlıklı yapı, ortaya koyuyor ki Türkiye ekonomisinde bir yapısal bozukluk mevcut.

- ÜÇ ÇOCUĞU HEP YOKSULLAR YAPIYOR: TÜİK'in son araştırması yoksulluğun çoğunlukla kalabalık, çok çocuklu ailelerde olduğunu ortaya koydu. Geçenlerde bir dergide bir genç kadın 'Ailemizde 21 çocuk var' diyor. 21 çocuklu bir ailede köy ağası bile olsanız varlıklı olamazsınız. Başbakan Erdoğan 'üç çocuk, dört çocuk' diyor ama bu çocukların hep yoksul ailelerde dünyaya geldiğini göz ardı ediyor. Yoksul aileler doğum kontrolünü bilmedikleri için 'tanrı verdi oldu' anlayışı içindeler. Bu nedenle doğum kontrolünü aile planlaması içinde etkin bir biçimde yeniden devreye sokmak şart.

- KATOLİKLERDE DE VARDI: Başbakan'ın üç çocuk çağrısı dini inancını ortaya çıkarıyor. Katoliklerde de bu vardır. İtalya'da Katolik inancına bağlı doğumların yoğun olduğu yıllarda insanlar nüfusu kontrol edemiyorlardı. 19. yüzyıl sonunda İtalya'nın durumu böyleydi ama sonra bu Katolik inancı yendiler, doğum kontrolüne geçtiler. İtalyan nüfusu durgunlaştı. Türkiye'de bu dini inanç hala devam ediyor. Türkiye'nin bir diğer eksikliği tasarruf oranının çok düşük olması ve 2000'li yıllarda bu oran yüzde 14'e kadar düştü. Bu durum dış borçlanma ile yatırımların finanse edildiğini gösteriyor. Bunun için bir an önce yeni bir büyüme modeline geçmek lazım.

- DIŞ BORCUMUZ 2.5 KATINA ÇIKTI: Türkiye'nin dış borcu 1999 itibarıyla 100 milyar dolar iken, AKP döneminde bu rakam yaklaşık 250 milyar dolara çıktı. Bu kadar hızlı borç artışı olamaz. Tabii yatırım yapılmıyor ve bu nedenle istihdam da yaratılamıyor. Bu gayet açık ve net. Sıcak para akışını bitirmek lazım.
Türkiye belirli alanlarda ithal ikamesine gitmek zorunda. Çünkü cari işlemler açığının büyük bir kısmı bundan kaynaklanıyor. Enerji alanında ithal ikamesi yapılmaması çok kötü. Kendi enerjimizi üretmeye başlamanın vakti geldi geçiyor. Türkiye on yıl daha böyle açık vermeye devam ederse Yunanistan'a döner iflas eder. Tarımda da birtakım temel hammaddeleri ithal ediyoruz. Böyle bir ekonomik yapı sakat bir ekonomik yapıdır. Türkiye büyüme modelini mutlaka IMF modelinden ayırmalı.

ARJANTİN ÖRNEĞİ
- SICAK PARA BUGÜN VAR YARIN YOK: Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz gazetelere beyanat verdi, '10 milyar dolar çıktı, tekrar girdi' diye. İsmi üzerinde bu sıcak paradır. Yani bugün var yarın yok. 2002'den bugüne kadar Türk ekonomisi sıcak paraya bağlıydı. Ama hangi ülke bu sistemi benimsediyse, sonunda büyük felaketlere maruz kalmıştır. Arjantin bunun tipik örneğidir. Arjantin yüksek enflasyonu kaldırayım derken bildiğiniz gibi sonunda iflas etti. Bu nedenle iç tasarrufta artış sağlamak şart. Sonra ithal ikamesi ve ithal ikamesi yaptığınız sektörler için gümrük vergisi getirmeniz gerekiyor. Ayrıca gümrük vergilerinde de farklılaştırılmış yeni bir gümrük tarifesi cetveline geçmeli.

BİZDE UZLAŞI ZOR ZANAAT
- KOALİSYON İŞLEMİYOR: Siyasi ve ekonomik istikrar için tek parti iktidarı şart değil. Taban tabana zıt hükümetler olmamak kaydıyla, kafa kafaya verip herkes birbirinin fikrinden yararlanabilir. Hatta bence tek bir bakış açısı ile alınacak kararlardan çok daha etkili olur. Yalnız son derece sert, bağnaz olan bir kesimle işbirliği yapmak da kolay değildir. Yani ancak fikir esnekliği olan partiler diğerlerinin görüşlerinden yararlanmayı bilirler. Maalesef Türk kültüründe eleştiri, eleştiriden faydalanarak yeniye geçiş diye bir anlayış yok. Bunun yerine kavga, dışlama var. Bu büyük bir eksiklik. Türkiye'de uzlaşı zor zanaat. 1990'lı yıllarda koalisyonların ortalama ömrü bir buçuk yıl oldu.

- AK PARTİ BAĞNAZ BİR PARTİ: AK Parti 'statükocu' değil bence bağnaz bir parti. Yani dogmatik. Belirli dini dogmalarla hareket ediyor ve o dini dogmaların gevşetildiği yerlerde çok ilginç alanlar. Mesela finansal ekonomi kurmayı tasarlıyorlar ama kurmayı planladıkları o finansal ekonomi faize, para üzerinden para kazanmaya bağlı. Bu kabul edilemez bir model. Diğer taraftan 'kadın başını bağladı, bağlamadı' gibi saçma sapan işlerde dini kurallar ortaya atıyorlar. Son derece tutucu, muhafazakar bir bakış açısına sahipler. İçki tartışması bunun tipik bir örneği değil mi?

- AİLE SİGORTASI ERKEĞİN İHTİYAÇLARINA GİDER: CHP'nin aile sigortası projesinin bir benzerini Brezilya yaptı. O dönem, hammadde fiyatlarında inanılmaz artışlar olmuştu. Biliyorsunuz Brezilya çok büyük çapta bir hammadde ihracatçısı bir ülke. Dolayısıyla ihracat geliri ithalatını aşıyordu bu imkandan yararlanıp aile sigortasına benzer bir sürekli ödemeli sistem getirdi ve bu sistem orada işledi. Ama Türkiye'deki düşük gelirli aile yapısını düşündüğümde her ay para vermenin kimin işine yarayacağını bilmiyorum. Çünkü bu ödenek direkt erkeğin ihtiyaçlarına gidecek. Bu artık içkiye mi, kumara mı, kadına mı gider orası bilinmiyor. Çevremdeki düşük gelirli aileleri izliyorum ve görüyorum ki kadınların kazançlarını almak için erkekler büyük mücadele veriyorlar. Bence AKP doğru yapıyor. Türk aile yapısı açısından, ayni olarak yardım yapmak, parasal olarak destek vermekten daha rasyonel.

HER YILA 1.5 MİLYON GENÇ
- GERÇEK İŞSİZLİK ORTAYA ÇIKMALI: İşsizlik en yüksek oranda gençlerde. Yetişen genç kuşak artık öyle bir sayıya geldi ki yılda bir buçuk milyon artıyor. Türkiye'nin bu oranda yatırım yapıp, bu gençlere iş bulması mümkün değil. Tabii bir de gerçek işsizlik rakamı var. Bunu bilmiyoruz. Çünkü Türkiye'de kayıt dışı ekonomi diye bir kavram var. Kayıt dışı işsizlik oranının yüzde 20-40 arasında değiştiği söyleniyor. Bu konuyu netleştirmek çok önemli.

- EV EKONOMİSİ BÜYÜYOR: Türkiye'de büyüyen bir ev ekonomisi var. Orada kadınlar çalışıyor genelde. Parça başı üretilen emek yoğun sanayilerle bağlantılı olarak aile ekonomisi içinde üretim yapan ya da herhangi bir işyerinde çalışmadan parça başına ücret alan bir kesim var. Frederick Edrich Vakfı'nın Bursa üzerine bir çalışması vardı. Bursa'daki ev ekonomisi üzerine. Demek ki ev ekonomisi Bursa'da işliyor. Örneğin İstanbul'da Yenibosna tarafındaki bir gecekondu bölgesinde de söz konusu. Orada tanıdığım bir kadının görevi üretilen malı toplayıp, üreticiye intikal ettirmekti. Yani geçimini ev ekonomisinden sağlıyordu. Kazancını ev ekonomisinden sağlayan kadınların sayısı çok.

Doktorla, asgari ücretli aynı vergiyi ödüyor
- VERGİ TOPLAMADAN EKONOMİ DÜZELMEZ: Bence Türkiye'ye çok sıkı bir vergi denetim sistemi gelmesi lazım. Doktor, eczacı, avukat gibi serbest eğitim erbapları maalesef yüksek eğitimli oldukları halde asgari ücret düzeyinde vergi veriyorlar. Bu kabul edilebilir bir olay değil. Gelir vergisi aynı zamanda birtakım reel göstergelere dayalı olarak toplanmalı. Oturduğu ev, oda sayısı gibi. Vergi toplamadan ekonomi düzelmez. Türkiye vergi gelirlerini artırmalı. Reel bir takım göstergelerle desteklenip doğru dürüst vergi toplanırsa vergi reformunun cari açığı kapayacağına inanıyorum. Yüksek gelir düzeyine sahip kesimin çoğu doğru dürüst vergi ödemiyor. Bu yüzden Türkiye'de bir vergi reformu ile devlet gelirlerinin sağlamlaştırılması lazım.

- CARİ İŞLEM AÇIĞI BÜYÜK TEHDİT: IMF de söylüyor Türkiye'deki en ciddi tehlike cari işlem açığıdır. Mesela dillerden düşmeyen Mali programda cari işlemler nasıl dengeye sokulur bu belirtilmemiş. Bu nasıl olur? Açığı veri olarak kabul ediyorlar olamaz böyle bir şey. Tüm bu yapısal hastalıklardan kurtulmak şart.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP - Sayfa 2 EmptySalı Mart 15, 2011 2:04 pm

4/C’li işçiler: Ankara sokaklarını kaynatırız 15 Mart 2011 15:56Ekonomi 0 yorum134 okunmaA A A A A A Bu haberi yazdır Favorilerine Ekle Anayasa Mahkemesi Raportörü’nün “4/C Anayasaya uygundur” şeklindeki kararı üzerine Ankara’da toplanan 4/C’li işçiler, 44 bin özelleştirme mağduru 4/C’li çalışan için hak talebinde bulundu.
Türkiye’nin dört bir yanından 4/C statüsünde çalıştırılan işçiler Ankara’ya gelerek, Anayasa Mahkemesi Raportörü’nün “4/C Anayasa’ya uygundur” şeklindeki kararını kınadı. Abdi İpekçi Parkı’nda toplanan 4/C’liler, “4/C açlıktır sefalettir; AKP torbanı al başına çal; 4/C’yi kaldırın ölümleri durdurun” şeklinde sloganlar atarak, bir basın açıklaması yaptı. Basın açıklamasına aralarında Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanlığı’na vekalet eden Türk Eğitim-Sen Başkanı İsmail Koncuk, Türk Büro-Sen Başkanı Fahrettin Yokuş, Türk Sağlık-Sen Başkanı Önder Kahveci ve KESK’e bağlı Büro Emekçileri Sendikası’nın yöneticileri de katıldı. Burada grup adına basın açıklamasını okuyan özelleştirme mağduru TEKEL çalışanı Kenan Aslantaş, 44 bin 4/C’linin yoksulluğa mahkum edildiğini savundu. Kendilerinin meslek sahibi iken vasıfsız personeller haline getirildiklerini ifade eden Aslantaş, “750-800 TL arasında aylık alıyoruz. Bizler çadırda yaşamıyoruz. Bizimde diğer aileler gibi ihtiyaçlarımız var. Bu parayla biz mutfak ihtiyacımızı dahi karşılayamıyoruz” dedi.

Kendilerine layık görülen ücreti “zulüm ve adaletsizlik” olarak değerlendiren Aslantaş, “Hak mücadelemiz için 78 gün Ankara sokaklarında yattık. Gerekirse 178 gün daha yatarız. Biz 2. Sınıf vatandaş mıyız. Anayasa Mahkemesi’nden ‘4/C Anayasa’ya uygundur’ şeklinde bir karar çıkarsa Ankara sokaklarını kaynatırız” dedi. Aslantaş, şuan 4/C’lilerin yılın 11 ayı çalıştırıldığını ifade ederek, 12 ay çalışmak istediklerini söyledi.

Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanlığı’na vekalet eden İsmail Koncuk ise burada bir açıklama yaparak, “Umarız, Anayasa Mahkemesi insani bir karar verir. Bunlar bizim insanımız. ‘İnsanı yaşat ki devlet yaşasın’ anlayışının altında esasen böyle bir hoşgörü yatmaktadır” dedi.(

ANKA

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
HALK ve HAK DÜŞMANI AKP
Sayfa başına dön 
2 sayfadaki 5 sayfasıSayfaya git : Önceki  1, 2, 3, 4, 5  Sonraki

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
AKINCILAR :: UMUMİ :: Siyaset :: AKP-
Buraya geçin: