AKINCILAR
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

AKINCILAR

AKINCILAR FORUM
 
AnasayfaKapıGaleriAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 HALK ve HAK DÜŞMANI AKP

Aşağa gitmek 
5 posters
Sayfaya git : 1, 2, 3, 4, 5  Sonraki
YazarMesaj
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP Empty
MesajKonu: OMUZ OMUZA   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP EmptyPtsi Nis. 05, 2010 8:47 pm

[img]https://2img.net/r/ihimizer/img691/9577/tekeleylem.jpg[/img]


GEÇTİĞİMİZ HAFTA SONU, ANKARA'DA YENİDEN TOPLANDIKLARI İÇİN AKP'NİN ÜZERLERİNE POLİSİ SALDIRTTIĞI

TEKEL İŞÇİLERİNİN EYLEMİNDEN BİR ENSTANTANE!
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP Empty
MesajKonu: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP EmptyPaz Ekim 10, 2010 7:11 pm

Yeşil kartlar karışınca 10 çocuk annesi cezaevine girdi

Gözü yaşlı çocuklar, 504 TL cezayı ödeyemediği için cezaevine atılan annelerinin olduğunu söyledi
09 Ekim 2010, 19:26
Anadolu Haber

Gaziantep'te yeşil kartlı olan bir anne 10. çocuğunu dünyaya getirmek için hastaneye yanlışlıkla akrabasının yeşil kartı ile gidince dolandırıcılıkla suçlanılarak 504 TL para cezasına çarptırıldı. Aile istenen parayı ödeyemeyince, 10 çocuklu anne cezaevine konuldu.

2009 yılında hamile olan anne Bedriye Demir, Temmuz ayında doğum sancısıyla okuma yazma bilmeyen kızları tarafından hastaneye kaldırıldı. Hastanede annelerini yatıran kız çocukları getirdikleri yeşil kartın bir süre önce evlerine gelen bir akrabalarına ait olduğunu kayıt sırasında öğrendi. Doğum telaşına kapılan çocukları, geçerlilik süresi devam eden yeşil kartı getirmek yerine, annelerinin sağılık sorunu yaşamasından endişe ederek acil olarak işlemlerin bu şekilde devam ettirdi.

Doğumun ardından kendisine ait olmayan bir yeşil kartla işlem yapıldığı fark edilen 10 çocuk annesi Bedriye Demir hakkında suç duyurusunda bulunuldu. Bunun üzerine birkaç kez ifade için adliyeye çağırılan Bedriye Demir suçlamaların doğru olduğunu ancak olayın tamamen bir yanlışlıktan meydana geldiğini söyledi. Geçerlilik süresi devam eden yeşil kartını da mahkemeye veren talihsiz kadın bir türlü suçlamalardan kurtulamadı. Bunun üzerine 504 TL para cezasına çarptırılan Bedriye Demir bu parayı da ödeyemeyince yakalanarak cezaevine gönderildi. 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasına çarptırılan talihsiz anneden geriye 1 yaşındaki bebeği ve 9 çocuğu kaldı. Her gün göz yaşları içinde annelerini bekleyen çocukları yetkililerden yardım istedi. Annelerinin suçsuz olduğunu ifade eden çocuklar serbest bırakılmasını istedi.

"BİZ DEVLETİMİZİ DOLANDIRMAYIZ"

Olayı anlatan ve işsiz olan Bedriye Demir'in eşi Müslüm Demir, yetkililerden yardım isteyerek, "Biz Allah'tan korktuğumuz için devletimizi dolandırmayız. Bu yaşıma kadar ne ben nede ailemden biri devletini dolandırmadı. Eşim doğumu 2009 yılının 7. ayında yaptı. Yeşil kartı da zaten 2009 yılının 11. ayına kadar devam ediyordu. Daha önce evime gelen kardeşimin eşi yeşil kartını burada unutuyor. Daha sonra okuma yazma bilmeyen kızlarım alel acele yanlışlıkla bu yeşil kartı hastaneye götürüyor. Şimdi soruyorum geçerli bir yeşil kartım dururken ben neden başkasının bir yeşil kartını hastaneye götüreyim. Bu tamamen bir yanlışlığın sonucudur" dedi.

Müslüm Demir eşi için verilen 504 TL'lik para cezasını da ödeyemediğini anlatarak, "Ben o parayı ödeyemedim diye 1 yaşındaki çocuk dahil 10 çocuğum ortada bırakılarak eşim cezaevine atıldı. Biz devletimizi dolandırmadık. Yine söylüyorum eşimin zaten geçerli bir yeşil kartı vardı. O tarihte geçerli olan yeşil kartımız mahkeme dosyamızda da mevcut. Bu olayın ardından dolandırıcılıkla suçlandığımız için yeşil kartımızı da yenilemiyorlar" dedi.

"ANNESİZLİK ÇOK ZORMUŞ"

Gözü yaşlı Gülizar annesine kavuşacakları günü beklediklerini anlatarak göz yaşları içinde, "Annesizlik gerçekten çok zormuş. Biz daha cehiliz ve ne yapacağımızı bilmiyoruz. Annem olmadığı için herkes ağlıyor" diye konuştu.

Hıçkırarak gözyaşlarına boğulan 11 yaşındaki Kübra ise "Annemin gelmesini istiyorum. Annem varken biz çok mutluyduk. Tekrar annemin gelmesini istiyorum. Küçük kardeşim hep ağlıyor duruyor. Annem gittikten sonra artık bize bakan kalmadı" dedi.

Annesi olmadığı için en çok küçük kardeşinin durumuna üzüldüğünü gözyaşları içinde ifade eden Feride, "1 yaşındaki kardeşimi annem olmadığı için susturamıyoruz. Annem olsaydı ona bakardı" diye konuştu.


En son AZYA tarafından Paz Mart 13, 2011 5:17 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
INSAN

INSAN


Mesaj Sayısı : 892
Reputation : 33
Kayıt tarihi : 17/05/09

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP EmptyPtsi Ekim 11, 2010 10:36 pm

[size=18]Memlekette Analar agliyorsa,Memleketin ANASI AGLIYOR...

Memlekette ANA,yanlislikla hapse atiliyorsa,ANALAR ZINDANDADIR.

Memlekette,Ibneler Medreselerde,Mescitlerde,TARIHIMIZDE,Defile altinda Fuhus yapiyorsa,Ibnelik el ustunde tutuluyor.

Memlekette cocuk anasiz birakiliyorsa,Memlekette ANALAR YOK edilmektedir.

Memlekette ANALIK yapmak,NAMUSLU olmak demektir.


Memleketin iktidari ANAYA zulmediyor.


Memleketimin ANASI agliyor.

..................[/size]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP Empty
MesajKonu: AKP TETİKÇİLERİ   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP EmptyPtsi Kas. 01, 2010 8:13 pm

P militanının "demokratlık" öyküsü
01.11.2010 - 07:30 Yazdır Arkadaşına gönder Uzun süredir militan bir şekilde AKP’nin dönüşümlerini savunan Osman Can’a kendi derneği bile dayanamadı. Demokratikleşmeyi değil AKP iktidarını savunduğu için istifaya zorlanan Can, sessizliğini koruyor.

AKP’nin özellikle yargı alanındaki dönüşümlerini militan bir şekilde desteklemesi ile dikkat çeken eski Anayasa Mahkemesi raportörü Osman Can, Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanlığı görevinden istifa etmek zorunda kaldı. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) seçimleri sırasında ve sonrasında yaptığı açıklamalarla, kendi derneğini bile kızdırmayı başaran Can, derneği tarafından “entelektüel maluliyet” ile suçlandı.

Tartışma nasıl başladı
HSYK seçimlerinden önce derneğin eşbaşkanlığını Osman Can’la birlikte yürüten Orhangazi Ertekin, Adalet Bakanlığı’nı, kendi listesinin seçimi kazanması için hakim ve savcılar üzerinde baskı kurmakla suçlamıştı. Osman Can ise seçimle ilgili açıklama yapmaktan kaçınmış, ancak daha sonra yazdığı makalede “Politik, sosyal ve kültürel eğilimleri hakkında henüz bir fikre sahip olmadığımız yeni üyelerle ilgili sağlıklı değerlendirmede bulunmak için kararlarını ve icraatlarını beklemek zorundayız” ifadesini kullanmıştı. Bu yazı bardağı taşıran damla oldu. Yönetim Kurulu, Can’a son 2 aylık tutumunun “entelektüel maluliyet” anlamına geldiğini ve eşbaşkanlıktan ayrılması gerektiğini bildirdi. Can da bu suçlama karşısında eşbaşkanlıktan istifa etti.

Demokrasi mi AKP mi?
Orhangazi Ertekin, son 2 aydır dernekteki tartışmanın özünün Demokrat Yargı’nın “iktidar mücadelesi veren bir dernek mi yoksa demokrasi mücadelesi veren bir dernek mi” olduğu sorusu etrafında şekillendiğini belirterek “Biz demokrasi mücadelesi veren bir dernek olduğumuzu savunduk. Bu mücadeleyi verenler iktidar dönüşümü yaşandığında farklı bir pozisyon almaz. Önündeki demokratik görevleri her zaman ve her iktidara karşı üstlenmek zorundadır. Geldiğimiz aşamada iktidar duygusunu tatmin edenlerin Demokrat Yargı’da pozisyonlarını korumaları mümkün değildir” dedi.

Osman Can’ın yukarıda alıntılanan yazısına da değinen Ertekin, “Yazısı iktidar dönüşümünü hedef alan, onu yeterli gören, önemseyen bir yazıydı. Oysa Demokrat Yargı, iktidar dönüşümüne odaklanan bir dernek değil. İktidar dönüşümünün farklı usul ve araçlarla olması gerektiğini söyleriz” dedi.

“Demokratikleşme olmazsa bir partinin yargısı olur”
Demokrat Yargı Derneği’nin Osman Can’a yönelttiği eleştiriler, Can’ın daha önce yaptığı bir açıklamayı hatırlattı. Demokrat Yargı Derneği yönetimi tarafından demokratikleşmeyi değil iktidar kavgalarını amaç edindiği gerekçesiyle eleştirilen Can, Mart ayında düzenlediği bir basın açıklamasında yargıda demokratikleşme tartışmalarına değinmişti. Şimdi açıkça demokratikleşmenin değil AKP’nin yanında durmayı tercih eden Can, o zaman “Demokratikleşme kuşatma değil, tam tersine kuşatmanın parçalanmasıdır, ne yargı içinde ortaya çıkmış olan güçlerin kuşatmasına ne de hükümetin, partinin kuşatmasına imkan sağlar. Demokratikleştirmediğiniz sürece birkaç kuşak sonra bir partinin yargısı olabilir” demişti.

Biat kültürünü eleştiriyordu!
Anayasa değişiklik paketi tartışılırken HSYK’yı da sert bir şekilde eleştiren ve demokrasi adına koştuğunu iddia eden Osman Can, “Bu kurumlar bir tek kültür üretmiştir, darbecilere biat etme kültürü” demişti. Anayasa değişikliği sonrasında Adalet Bakanlığı’nın kendi listesini seçtirmek için baskı yapması karşısında, utangaç bir şekilde bu adayları savunan Osman Can’ın aynı biat kültürünü içselleştirmiş olması dikkat çekti.

Osman Can, yine Anayasa değişiklik paketi tartışmaları sırasında “Politika değil, adalet dağıtan bir yargı” istediği için Anayasa değişiklik paketini desteklediğini söylemişti. Ancak, Bakanlığın HSYK seçimlerinde kendi listesini seçtirmesine karşı çıkmayan Can’ın bu sözlerinde pek samimi olmadığı orta çıktı.

Kraldan çok kralcı
Osman Can’ın militan tavrı HSYK seçimleri ile iyice ayyuka çıkmış olsa da bunun tek örnek olduğunu söylemek mümkün değil. Osman Can, Anayasa değişiklik paketinin Anayasa Mahkemesi’nde iptal edilmesi durumunda, Meclis’in bu kararı yok saymasını önermişti. Can’ın bu çıkışı AKP’yi bile şaşırtmıştı. Yandaş medyada heyecanla karşılanan bu öneriye karşılık Adalet Bakanı Sadullah Ergin, "Milletvekili, bakan, yargıda çalışanlar, dernekler, herkes samimi olsun. Herkes yargıya hukuka saygılı olsun" demişti.

(soL - Haber Merkezi)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP Empty
MesajKonu: AKP'YE HEDEF OLANLAR   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP EmptyPtsi Kas. 01, 2010 10:00 pm

Aydın Doğan Oktay Ekşi için Ne Dedi?

Açık İstihbarat
Açik Istihbarat'in Resmi
E-Posta Grubu
AçikIstihbaratTürkiye'ye Üye Olun



www.acikistihbarat.com 31.10.2010


Artık bir davanın ismi olmaktan çıkıp , bir sürecin ismine dönüşen "Ergenekon" aynı zamanda yarattığı , öğüttüğü ve hatta öldürdüğü karakterlerle bir Dostoyevski romanını andırmaya başladı.

İnsanlar karakterlerinin gölgesi altında çok ağır sınavlar veriyorlar. Bu sınav geçmişlerinden taşıdığı yük ağırlaştıkça daha da bir zor oluyor.

Süreç en son Oktay Ekşi'yi harcadı.

78 yaşında, dünyalığını çoktan yapmış, toplumsal statüsü itibarı ile kaybedecek çok da fazla şeyi olmaması gereken bir adamın dilinin ölçüsünü tutturamamasını Başbakana bir özür ve gerekirse açılacak hakaret davasında bir mahkumiyetle ödemesini beklerdik.

Fakat aynı Oktay Ekşi'nin; bu Millet'e "ananı da al git" , bu Millet'in anasını belleyene ise "Sayın" diyecek kadar kendi dilinin ölçüsünü kaçırmış Tayyip Erdoğan'ın savurduğu tehdide karşı dik durması gerekiyordu.

"Ergenekon" sürecinde "Sarı Öküz"leri feda etme dönemini çoktan geçtik. "Sarı Öküz"'ü feda ederek sürüyü ve kendilerini kurtarabileceklerini zannedenler bu sorunun sarı olmak değil öküz olmak olduğunu geç anladılar. "Sarı öküzleri" feda edenlerin diline pelesenk olan bir satış bahanesi vardı her zaman:

"Ee canım, o da çok sert yazıyordu/çok asiydi/çok göze batıyordu"

Oktay Ekşi'de zamanında kendi "sarı öküz"ünü savunmazken aynı bahaneyi kullanmıştı. Oktay Ekşi'nin zamanında sahip çıkmadığı "sarı öküz" kimdi sizce?

"Ergenekon" sürecinde gazeteci Vedat Yenerer tutuklandığında, başlarında merhum gazeteci Kemal Çapraz'ın bulunduğu bir grup gazeteci Oktay Ekşi'yi ziyarete gitti.

Bu gazeteciler Oktay Ekşi'ye Vedat Yenerer'in yılların gazetecisi olduğunu ve en azından bir açıklama ile sahip çıkılması gerektiğini belirttiler.

Oktay Ekşi'nin cevabı ne oldu:

"O da çok ağır yazıyordu, televizyon programlarında da ağır konuşuyor"

Gazeteci Vedat Yenerer tutuklandığında sahip çıkmayan Oktay Ekşi, yaklaşık 2.5 sene sonra,
Başbakan'ı "anasını satan zihniyetle" özdeşleştiren yazısı sonrası istifa etmek zorunda kaldı. Internetajans'tan Zahide Uçar'ın zamanında aktardığı bu anektodu güncelliğine binaen yeniden gündeme getirmek bize düştü.

Yıllarını verdiği gazetesi , istifa haberini sanki gazetenin ulaştırma şefi istifa etmiş havasında duyurdu. Oktay Ekşi'ye gram sahip çıkmadı.

Hürriyet o kadar sahip çıkmadı ki , Oktay Ekşi ile ilgili haberini okuyucu yorumlarına bile kapattı; okuyucu yorumları üzerinden bile 34 yıllık başyazarına sahip çıkmadı.

Birileri Oktay Ekşi için Aydın Doğan'a gittiğinde, Aydın Doğan'da Oktay Ekşi için...

"Canım o da çok ağır yazıyordu"

dedi mi sizce?

Sizce Oktay Ekşi, zamanında Vedat Yenerer'e tek satır sahip çıkmazken ettiği bu lafı kendisi için haketti mi?

"Sarı Öküz" feda ederek kurtulabileceklerini zanneden komutanların, patronların, yazarların, siyasilerin bu hikayeden çıkarabilecekleri çok ders var.

Türkiye bataklık kıvamında insan öğütürken çamurundan insan müsveddesi yaratmaya devam ediyor.

Açık İstihbarat

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP EmptyÇarş. Kas. 03, 2010 12:14 pm

GÖZDEN KAÇANLAR..

03.11.2010
--------------------------------------------------------------------------------

<![endif]-->
İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı Murat Yalçıntaş rüşvet operasyonu ile tutuklandı. Murat Yalçıntaş Nevzat Yalçıntaş’ın oğludur.
Hanefi Avcı’nın “Haliçte Yaşayan Simonlar” adıyla çıkan kitabı herkesin malumu. Bu kitaptan sonra “kör gözüne parmak” misali garip bir gerekçe ile tutuklandı. Avcı’nın cemaat hakkında yazdıkları çok önemliydi. Zaten bilinen şeyler desek de; cemaatin içinde bulunmuş, çocuklarını cemaat okulunda okutan bir emniyet müdürünün yazması önemliydi. PKK terörü ve çözümü konusundaki fikirleri ise AKP ile örtüşüyordu.

Hanefi Avcı konusunda kafamın bir tarafında hep bir soru işareti kaldı. Oturmayan bir şeyler vardı. Bu iş “karar verdim, oturup bu kitabı yazdım” dan öte bir şey, sanki hükümet edenlerin kendi içlerinde bir hesaplaşma gibiydi.

Cemaat yıllarca siyasi zeminde haklının değil, güçlünün yanında yer almıştı. Büyümek, rahatça işlerini yapmak için kullandıklarının yanında, “bağrına bastıkları” da vardı. Sözde Ergenekon Örgütü iddianamelerinde bu durumu çok net gördük. RTE ile ilgili iddialar, hakaretler iddianameye olduğu gibi geçirilmiş ama Gül ile ilgili olan iddialar ayıklanmıştı.

Şimdi diyeceksiniz ki; “Yalçıntaş ile Avcı ne alaka”? Anlatacağım.

Gül İngiltere’de Exeter Üniversitesi’nde 2 yıl “eğitim-öğretim”(!) görmüştür. Arslan Bulut’un bu konuda yazdığı yazılardan bazı hatırlatmalar yapalım;

“İngiliz istihbarat servislerinin yurt dışı görevlere gönderilecek ajanlarının önemli bir bölümü Exeter Üniversitesi'nde eğitim görür. Ayrıca Arap ve İslam Dünyası ile Kürtler hakkında uzmanlaşması gereken İngiliz ajanlar da bu üniversitenin hocaları tarafından eğitilir. Üniversite yayınlarında, Irak'ın kuzeyinden "Irak Kürdistanı" diye söz edilir.

Exeter Üniversitesi'nden mezun olan veya doktorasını burada yapan kişileri, daha sonra özellikle İslam ülkelerinde önemli ekonomik ve siyasi kuruluşların başında veya devlet görevlerinde görmek mümkündür. Mesela İslam Kalkınma Bankası'nın bütün önemli yöneticileri Exeter Üniversitesi'nde yüksek lisans veya doktora yapmıştır!

Abdullah Gül, Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş ve Prof. Sebahattin Zaim gibi hocalarının teşviki ve sağladıkları Milli Kültür Vakfı bursu ile 1976-1978 yıllarında Fehmi Koru ve Şükrü Karatepe ile birlikte İngiltere’ye gönderilmiştir. Dönüşte Sakarya Üniversitesi’nde görev almıştır. Doktara tez hocası ise yine Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş’tır. “

2009 yılında Abdullah Gül, Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş şerefine düzenlenen "Akademik hayatının 50. yılında bir ilim ve fikir adamı" başlıklı törene katılmış, hocası olan Yalçıntaş'a, 'hocaların hocası' nişanını temsil eden bir plaket vermişti.

İşte tutuklanan İTO Başkanı Murat Yalçıntaş bu anlattığımız Nevzat Yalçıntaşın oğludur. Açıklandığına göre 2 yıldır izleniyorlarmış. AKP ile yeni yeni uygulamalara şahit oluyoruz. İnsanlar dinleniyor, özel bilgileri ve ilişkileri kaydediliyor. Bir suç unsuru bulunursa öyle hemen işlem yapılmıyor. Ne zaman yapılıyor? Çıkarları çatışınca veya tam da gerekli olduğu yerde düğmeye basılıp operasyon yapılıyor.

Hanefi Avcı’nın kitabının zamanlaması, içeri tıkılması ve Yalçıntaş olaylarında bizlerin bilemediği ama kendilerinin bildiği bir restleşme var. Bekleyip göreceğiz ama bana göre bu kavga bizim kavgamız değil, onların kavgası.

------------------------
Not:
Ülkemizde Exeter Üniversitesi tedrisatından geçen ünlü simalar… Muhafazakar(!) vitrinin İngiltere’de eğitim-öğretimli görmüş ünlülerine bir bakalım;
Abdullah Gül, Prof. Dr.Nevzat Yalçıntaş, İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu, Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz ve kimse pek söylemese de www.egedesonsöz.com’da AKP lehine yazılar yazan Londra Üniversitesi’nde doktora yapmış Ekrem Pakdemirli.
İslam ülkelerindeki istihbarat konularında en deneyimli ülke İngiltere’dir. Kendilerinden pek söz edilmez(!).. Tıpkı Irak’ın işgalinde İşgalci bir devlet olmasına rağmen sadece Amerika’dan söz edilip İngiltere’nin unutulduğu gibi(!)..


Zahide UÇAR
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP Empty
MesajKonu: TARIM ALANLARININ TALANI CARGİLL PEŞKEŞİ - RTE'DEN HESAP SORUYORLAR   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP EmptyÇarş. Kas. 24, 2010 11:38 am

Hukuk, devlet ve düzen
24.11.2010 - 07:46 Yazdır Arkadaşına gönder KENTİN SESİ – BURSA yazıları

Gün gelir çark düzüne çevrilir,
günü gelir hesabınız görülür.
Günü gelir sualiniz sorulur :
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
(Nazım Hikmet – 1959)

Tarih, 5 Mayıs 1999.

Hakim Ayşen Güven ve Bilirkişi Yunus Kerimoğlu, Cargill'in inşaatı süren fabrika arazisine giderler. Danıştay'ın durdurma kararına rağmen, devam eden inşaat nedeniyle açılan tespit davası üzerine yapılacak keşif amacıyla oradadırlar. Ancak engellemeyle karşılaşırlar. Uzaktan gözlemle keşif yapılır. Bu durum, zapta şöyle geçer:

“Yetkili kişinin gelmesi beklenildiği halde engellendi. Keşif yapılmasını engellemek için içeriye sokmadılar. Ofisin önünden inşaatların durumunu bilirkişi heyeti ve mahkeme heyeti birlikte inceledi”

Anayasanın 138. maddesinin giriş cümlesi şöyle: “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.”

Hukuk kimin için?

***

Tarih 5 Mayıs 2005.

AKP hükümeti, Cargill fabrikasının bulunduğu alanı “Özel Endüstri Bölgesi” ilan eder. Bu işlemin yürütmesinin durdurulması ve iptali talebiyle Danıştay'da iki ayrı dava açılır.

***

Tarih, 10 Nisan 2006.

Başbakanlık'ta bir toplantı düzenleniyor. Başbakan Müsteşar Yardımcısı Mustafa Çetin bakanlığında Başbakanlık, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) ve Cargill firması yetkilileri, “davalara karşı hazırlanacak dilekçelerde izlenecek stratejiyi belirlemek ve yargı süreci sonunda verilebilecek olası bir aleyhte karara karşı izlenecek yol ve yöntemleri tespit etmek üzere” biraraya geliyor.

Toplantıda, Danıştay kararlarının Cargill'in faaliyetlerini durduracak nitelikte olduğu belirtilerek, tesisin faaliyetine devamının sağlanabilmesi için hukuki yönden neler yapılabileceği tartışılıyor.

Toplantı sonunda Tarım Bakanlığı'na bir yazıyla,

• 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu`nda yapılacak bir değişiklikle ildeki kamu kurum ve kuruluşları ile üniversite temsilcileri yanında sivil toplum örgütü temsilcilerinin katılımıyla oluşan Toprak Kurulu'nun, bu kanundan kaynaklanan yetkisinin, tarım ürünü işleyen ve ileri teknoloji kullanan mevcut tesislerin bulunduğu alanlar için Tarım ve Köyişleri Bakanlığı`na devredilmesinin sağlanabileceği ve böylece sivil toplum örgütlerinin bu konudaki olumsuz tutumlarının bertaraf edilebileceği,

• 5403 Sayılı Kanun`un geçici 1. maddesinde yer alan, gerekli izinler alınmadan tarım dışı amaçlı kullanıma açılmış ve tarımsal bütünlüğü bozmayan arazilerin istenen amaçla kullanımı için bakanlığa müracatta tanınan 6 aylık sürenin, yapılacak bir kanun değişikliği ile 6 ay daha uzatılmasının `Şirket izinlerini yenileyebilmesine imkan vereceği ve böylece faaliyetine devamını sağlayabileceği, konusunda görüş birliğine varıldığı bildirilerek, sorunların aşılması için gerektiği düşünülen çalışmaların yapılması hususu iletiliyor.

Devlet kimin için?

***

Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Ön Lisans Programı'nın 2002'de yayınladığı “Halkla İlişkiler – Uygulamaları ve Örnek Olaylar” kitapçığında anlatılan örnek olaylardan biri, Cargill'in “Halkla İlişkiler Yönetimi” konusunda yaptıkları.

Cargill, olumsuz kamuoyu baskısını en aza indirmek, konunun ulusal basına sıçramasını engellemek, Cargill taraftarı kişileri kullanarak olumsuz görüşe sahip kişileri tarafsız hale getirmek, tarafsızları yatırım hakkında olumlu görüşe sevketmek gibi hedeflerle çalışıyor. Bir danışmanlık firmasından destek alıyor.

Çalışmalar sonucu, Bursa yerelindeki tepkisellik ciddi biçimde engelleniyor. Köylüler ve Orhangazi halkı, Cargill taraftarı haline dönüştürülüyor.
2007'de Cargill sorulduğunda, ne demişti Tayyip Erdoğan? “O konudan bir Başbakan olarak ben üzgünüm. Ben böyle bir şeyi Başbakan olarak kabul etmiyorum. (...) Siyasetçilerin görevi engel aşmaktır. Aynen bir greyder gibi önündeki birçok engeli düzelte düzelte yola devam eder. Biz yol açacağız, arkamızdan da girişimci gelecek”

Cargill konusunda sonradan “dönen” AKP Bursa Milletvekili Mehmet Altan Karapaşaoğlu tarafından hazırlanan ve Cargill’in hukuksuzluğuna kılıf niteliği taşıyan Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda “gerekli değişikliklerin” yapılmasını öngören yasa teklifi, 2008 yılında Meclis Çevre Komsiyonu’nda kabul edildi.

[color:525f=red]Komisyonda yapılan tartışmalarda “Mahkemelerin her kararının yasal olduğunu da düşünmüyorum” diyen Karapaşaoğlu, “yurt dışı gezilerinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a Cargill hakkında hesap sorulduğunu” söylemişti.[/color]

Erdoğan ve Karapaşaoğlu kimin Başbakanı ve milletvekili?

***

Bu kronolojik yazının tüm bölümleri bilinebilir. Hiç önemli değil. Önemli olan, bu süreçten siyaseten ders çıkarılıp çıkarılmadığıdır. Hukuksuzluğun at başı gittiği bir ülkede salt hukuk değil, kora kor bir siyasi mücadele gerektiği artık görülmelidir. Cargill sürecinin önemli bir dersidir, bu.

Son yazımda dile getirdiğim “İstanbul Çevre Düzeni Planı” ve İstanbul – İzmir Otoyolu Projesi kapsamında dönüştürülecek olan Bursa'da, Cargill'i de aşan uygulamalar yaşanacaktır. Bursa'nın duyarlı kesimleri, gelecek olan bu yeni dalgaya karşı hazırlıklı mıdır?

• Orhangazi, İznik, Karacabey, Mustafakemalpaşa'da el değiştiren tarım arazileri; arazi sahipleriyle aracılar vasıtasıyla pazarlık yapan bürokrat, siyasetçi ve patronlar var mıdır?

• Sözü edilen bölgelerde fizibilite çalışması yapan büyük firmalar hangi sektörlere aittir?

• “İstanbul Çevre Düzeni Planı” ile uygulanmak istenen desantarlizasyon ne tür olumsuz sonuçlar doğuracaktır?

• Bu hatta, oluşturulması düşünülen büyük rant için, kimler ve hangi kurumlar tarafından ne gibi çalışmalar yürütülmektedir?

• Bursa'ya gelen başta ABD, Almanya ve İsrail Başkonsolosları olmak üzere, tüm yabancı zevat salt bir nezaket ziyareti mi yapmaktadır? Ziyaret amaçları kamuoyuna neden açıklanmamaktadır? Bu ziyaret ve ilgilerini neye borçluyuz?

• Bursa'daki “kentsel dönüşüm” adı altında, “çağdaş bir yerleşim alanı” olarak lanse edilen Doğanbey ile başlayan pespaye görüntünün hesabını verecek olan yok mudur? Kentlerimiz Ali Ağaoğlu benzeri müteahhit kafalıların “hayal” ve zihniyetine mi mahkûmdur?

***
Sorular çoğaltılabilir. Ancak, zaman hızla geçiyor. Bursa'nın duyarlı kesimi bir konuda hemfikir olmalıdır. AKP iktidarı ve onun yerelliklerdeki kadrolarına, söylemlerine, uygulamalarına karşı, net bir duruş sergilemek zorunluluğu aciliyetin ötesine geçmektedir. Piyasacı, işbirlikçi ve gerici uygulamalar karşısında “ama”lı, “fakat”lı ürkek bir duruş değil, siyasal ve ideolojik olarak çok diri bir cephe örülmelidir. Toplumun aklı tamamen teslim alınmadan, memleketimiz elden gitmeden...

Bizler solcuyuz, sosyalistiz, yurtseveriz, devrimciyiz. Bizim mücadelemizin hedefi bellidir: Bu kahrolası düzenin ta kendisi... Kadroları...
Patronları... Hepsinden hesabı sormak, hepsinin defterini dürmek için...

O zaman başka bir ülke, başka bir İstanbul, başka bir Bursa konuşuruz.

Sormayız, hukuk, devlet ve düzen kimin için diye...

Çünkü bizimdir.

myavuzkan@gmail.com


En son AZYA tarafından Perş. Kas. 25, 2010 5:46 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP EmptyPerş. Kas. 25, 2010 5:45 pm

"Bu ne melanet şeydir?"


Arınç'ın Sesini Kesen Zehir


Ahmet Çınar
Haber Ekspress
24.11.2010


10 Kasım 2010 tarihli Birgün gazetesini okudunuz mu?
Manşetten sesleniyordu gazete.
Manşet şöyleydi:

"Arınç'ın sesini kesen zehir!"

***

Birgün, ulusal çapta yayın yapan günlük bir gazete. Ülkenin dört bir yanında dağıtılan, okunan bir gazete.

Bu gazetenin manşetine bu önemli haberi, bu uyarı haberini çekmesi de kuşkusuz çok önemli.
Şule Yıldırım imzalı haber, geniş, kapsamlı, çerçeve metinlerle zenginleştirilmiş, bilim insanlarından alınan görüşlerle çeşitlendirilmiş dört dörtlük bir haber.

***

Neyse...

Biz habere dönelim.

Haber, Çal Dağı'nda kurulan İngiliz sermayeli maden şirketinin neler yapmak istediğini özetleyen bir paragrafla başlıyor:

"Manisa ili Turgutlu ilçesinde yer alan Çal Dağı'na European Nickel Şirketi tarafından kurulmak istenen ve Gediz Havzası'nı çöle dönüştüreceği bilim adamlarınca dile getirilen nikel madeni, Manisa Bölge İdare Mahkemesi'nin yürütmeyi durdurma kararına rağmen kurulum çalışmalarına devam ediyor. Sülfürik asit liç yöntemiyle açık maden işletmesi tekniğinin, dünyada uygulandığı yerlerde tabiata vahşice zarar verdiği ise bilim insanlarının raporlarıyla sabit."

Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi'nin hazırladığı rapora da yer verilmiş haberde. Raporda, söz konusu madenin doğal dokuyu nasıl mahvedeceği detaylı olarak anlatılıyor.

***

CHP'nin eski milletvekillerinden Hasan Ören'in görüşlerine de başvurulmuş.

Ören diyor ki:

"Sayın Arınç, madenin bölgeye nasıl zarar vereceğini bildiği halde ses çıkarmadı. Kendisi TBMM Başkanı iken yüz yüze görüştük. Bülent Bey, o dönem bu işletmenin ruhsat alması için kendisine ricacı olan birçok kişinin olduğunu, ruhsat baskısı gördüğünü söylemişti. 'Hayır böyle bir şey yok' desin, ben yüzleşmeye hazırım, kendisi isimler de zikretti. Bir kelam etse ben arkasını getiririm, söyleyecek başka şeyler de var."

***

Hasan Ören'in iddiaları çok vahim.

Çok önemli.

Sayın Arınç, bu iddiaları ya belgeleriyle yalanlamalı.

Ya da halka bunun hesabını vermeli.

***

Ören şöyle devam ediyor:

"Sanayiciyim, iki fabrikam var. Bölgemizde bir işletmenin açılıp istihdam sağlanmasını en çok ben isterim ancak bu işletme yaşamımızı tehdit etmezse. Parlamentoda bulunduğum dönemde 150-200 dosyayı Cumhurbaşkanlığı'ndan çevrecilere kadar herkese gönderdim. Burada gerçekten vahşet yaşanıyor.

Dünyanın hiçbir yerinde açık usulle işletilen nikel madeni yok. Yeni Gine'de mesela, hisseleri bir garibanın üzerine yapmışlar, tamamen her tarafı yaşanmaz hale getirmişler. O gariban şimdi mahkemelerde sürünüyor, bunlar rantı alıp götürmüşler. Dört yıl önce dosyayı parlamentoda meclis başkanı olduğu dönemde Arınç'a götürdüm.

'Burası bizim memleketimiz, dünyanın yedi harikasından birisi olan Gediz Havzası. Artık ülkeler tarımla ilgili alanlarını sınırlarından daha iyi koruyorlar' dedim. Bana, 'Dosyanızı aldım baktım, bu ne melanet şeydir, bir yığın insan bununla ilgili ruhsatı vermemiz için bize baskı yapıyor' dedi. Bu konuda Arınç'la her yerde yüzleşmeye hazırım. İçimizde bir memleket sevgisi var ise buna hayır demeliyiz. Bu maden kurulursa ciddi bir getirisi de yok.

15-20 yılda getireceği para 700-800 milyon dolar. 2005'ten beri bu firmayla uğraşıyoruz. ÇED'leri kimsenin haberi olmadan almışlar. Başbakan'a ve Cumhurbaşkanı'na anlattım. Bunlar bunu siyasallaştırmaya başlayınca sivil topluma yöneldim."

Durum böyle.

***

Bitmedi.

Turgutlu Çevre Platformu Yönetim Kurulu Üyesi Metin Sert de, canına dişine takmış mücadele ediyor.

Çal Dağı'nı İngiliz sermayeli maden şirketine çaldırmamak için uğraşıyor.

Onun da bir dizi iddiası var.

Şöyle diyor Metin Sert:

"AKP'li Belediye Başkanı maden yanlısıdır ve maden şirketi ile işbirliği içindedir. Belediye Başkanı'nın amcaoğlu, madenin halkla ilişkiler müdürü olarak görev yapmaktadır.

İngiliz sermayeli Sardes Şirketi'ne Çal Dağı ormanından ağaç kesmesi için verilen izin, 29 Mart yerel seçimlerinden hemen sonra, daha bir hafta bile geçmeden, 4 Nisan 2009 tarihinde verilmiştir. 28 Nisan 2010 tarihinde Manisa Bölge İdare Mahkemesi, Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından verilmiş orman tahsis izninin hatalı olduğuna karar vererek, yürütmeyi durdurdu. Bu karara göre şirket tarafından bir tek bile ağaç kesilemeyecekti. AKP'nin Mayıs 2010 tarihinde çıkarmış olduğu yeni madencilik yasası bu engelleri kaldırdı ve çalışmaya devam ediyorlar."

Görüyorsunuz...

Mahkeme iptal ediyor, durduruyor.

AKP istediği gibi yasa çıkarıp mahkeme kararlarını aşma manevrası yapıyor.

***

Üstelik bu maden şirketi pek çok Avrupa ülkesinden kovulmuş.

Daha önce Arnavutluk, Sırbistan, Yunanistan'da şansını deneyen şirket, Balkanlar'dan kovulunca gözünü Ege kıyılarına dikmiş.

Metin Sert, şu bilgileri veriyor açıklamasında:

"Bu şirket, Arnavutluk'ta bağlantıları olan Hamit Bitirici aracılığıyla Türkiye'ye getirildi. Şirket, İstanbul'da kurulmuş olan Bosphorus (Şimdiki adıyla Sardes) şirketinin tüm hisselerini satın alarak, nikel yatağı olduğu 60 yıldır bilinen Turgutlu Çal Dağı'ndaki maden yatağı hakkını ele geçirdi. Şirketin yönetim kurulunda ise 1997 - 2001 yılları arasında İngiltere adına Ankara ve İstanbul büyükelçiliği yapmış olan 'Sir' unvanlı David Logan var."

***

Demek ki Sayın Arınç'ın sözü herkese geçiyor.

İngiliz sermayesine geçmiyor.

Bu zehir çok yaman bir zehir.

Arınç'ın bile sesini kesen bir zehir!

Kaynak: acikistihbarat.com
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP Empty
MesajKonu: İHANETİN BEDELİ AĞIR OLUR - AÇIĞA ALINAN PAŞALAR   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP EmptyCuma Kas. 26, 2010 11:39 pm

Rifat SERDAROĞLU - İzmir - 25 Kasım 2010 Perşembe


--------------------------------------------------------------------------------

Vurun askere!




AKP’nin, Türk Silahlı Kuvvetlerine hıncı, kini hiç bitmeyecek gibi görünüyor. Eline her fırsat geçtiğinde kendi Milli Ordumuzu küçük düşürecek, örseleyecek her hareketi yapmaktan geri durmuyor. Şimdi de AKP Hükümetinin iki bakanı, Türk Ordusunun 3 Generalini açığa aldı. Tabii ki Başbakan Erdoğan’ın emriyle. AKP Hükümetinin Bakanlarının, Başbakan’dan izinsiz tuvalete bile gidemeyeceklerini herkes biliyor. Ne de olsa izinsiz yapılan işin sonunda “kapının önüne konmak” var.

Olay şu; Açığa alınan 3 generalin ismi Yüksek Askeri Şura Toplantısı öncesi, Balyoz Davası sanıkları arasında geçmişti. Bu sebepten bu 3 General terfi edememişti. Yasal haklarını kullanan Generaller, Yüksek Askeri Yargıya müracaat etmişler ve mahkeme “Yürütmeyi Durdurma “ kararı vermişti. Karara uymayan AKP Hükümeti,Generalleri bir üst rütbeye terfi ettirmedi.


Generalleri “vekaleten” görevlendiren Hükümet, “mahkeme kararlarını uygulamamaktan dolayı suç işleme durumundan” kurtulmak için, Generalleri açığa aldı. 3 General Çarşamba günü Hükümetin bu kararına karşı Yüksek Askeri İdare Mahkemesine başvurdular, sonucunu bekleyip göreceğiz..

Buraya kadar her şey normal görünüyor. Bakanlar, yasaların kendilerine verdiği yetkileri kullanarak, 3 Generali açığa almışlar ve Generaller de bu karara karşı Askeri Yargıya müracaat etmişler.
Tamam da, AKP Hükümeti benzeri her olayda aynı şekilde mi davranıyor? Ne gezer, bakalım, görelim…


Anayasa Madde 38: “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.” Yani bir kişinin zanlı olması, şüpheli olması suçlu olduğu anlamına gelmez. Mahkeme kesin kararını verinceye kadar, kimse suçlu sayılamaz.


Balyoz Davasında bu 3 Generalin adları geçiyor. Peki, dava sonuçlanıp bu Generaller mahkum oldular mı? Hayır. Anayasamıza göre suçlu sayılabilirler mi? Elbette Hayır. Bakanlara verilen yasal yetki Anayasa’ya aykırı olabilir mi? Hayır olamaz. Neden böyle oldu? Suçlananlar Türk Askeri de ondan oldu. Eğer bu Generaller, ABD Generali veya Apo’nun Karayılan’ı olsalardı, bunlara AKP Hükümeti dokunabilir miydi? Aklından bile geçiremezdi..
AKP Hükümetinin anlayışına göre, bir askerin suçlu sayılması için, sadece isminin bir iddianamede geçmesi yeterli sebeptir. Bir Savcılık İddianamesinde suçlu olduğu iddia edilen asker, AKP mantığına göre kesin suçludur.


Soralım bakalım;
*Cumhuriyet Savcıları tarafından düzenlenen ve Adalet Bakanlığı kararıyla TBMM’ye gönderilen ve dokunulmazlığının kaldırılıp, yargılanması istenen birinin iddianamesinde hangi suçlar var acaba!...
“Zimmet, Kamu Taşıma Biletlerinde Kalpazanlık, Resmi Evrak ve Kayıtlarda Sahtecilik, Cürüm İşlemek için Teşekkül Oluşturmak.”
AKP TBMM Grubu, bu kadar ciddi iddialarla suçlanan birini, bırakın açığa almayı, yargılanması için dokunulmazlığının kaldırılmasını düşünür mü?
Hayır düşünemez, hayal bile edemez. Çünkü o kişi Başbakan Erdoğan’dır…


Generalleri açığa alan “Cesur Yürek” İçişleri Bakanı; Hakkında kesinleşmiş bir tane bile yargı kararı olmayan Adana Büyükşehir Belediye Başkanını görevden aldı. Niçin? Aytaç Durak AKP’li olmadığı için. Aytaç Durak, hakkındaki davalardan beraat etti. İçişleri Bakanı onu görevine iade etti mi? Tabii ki hayır. Niçin? AKP’li olmadığı için.
Aynı İçişleri Bakanı hakkında onlarca soruşturma talebi bulunan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı İ.Melih Gökçek için, soruşturma izni verir mi? Elbette vermez. Niçin? Melih Bey şimdilik AKP’lidir de ondan.


Aynı İçişleri Bakanı; Bakanlığının en önemli birimlerinin bir cemaatin emrine verildiğini ve bu cemaatin devlet olanaklarını kullanarak insanların özel hayatlarına müdahale ettiğini ve Emniyet mensuplarına dahi tuzak kurduğunu, mahkûm ettirdiğini bilmiyor mu? Elbette biliyor.
Niçin engellemiyor? Onu Bakan yapan Başbakanı, canlı yayında “Okyanus Ötesine” hizmetleri için teşekkür ettiğinden olmasın?


Aynı İçişleri Bakanı; Anayasa’nın “Devrim Kanunlarının Korunması” hakkındaki 174. Maddesi hala yürürlükteyken, cemaat ve tarikat önderi adı altında televizyonlarda boy gösteren şarlatanların, inanan insanları sömürmelerine niçin engel olmuyor? Almanya’da suçlarını itiraf eden ve mahkum edilen Deniz Feneri e.v davasının Türkiye ayağının bir an önce aydınlanması için niçin özel bir ekip görevlendiremiyor? Deniz Feneri davasının Almanya ve Türkiye ayağındaki davalarda sanık olarak gösterilen Zahid Akman niçin görevden alınmıyor?
Nasıl yapsın ki, ya bunlardan biri, “Sen kim oluyorsun be adam, ben Başbakan’ın yakınıyım” derse ne yapacak bizim “Cesur Yürek” ?...


Bu ve benzeri davranışlara “ayrımcı” davranışlar denir. Devlet ve millet yönetmeye talip olanların, sakınmaları gereken en önemli şey, yönettikleri insanlar arasında ikilik yaratacak ayrımcılığa izin vermektir. Hele bu ayrımcılık, hukuk alanında yapılıyorsa, siyaset dilinde buna “ihanet” denir.


Tüm dünyada doğru kabul edilen bir söz vardır; “İhanetin nedeni olmaz ama, ihanetin bedeli çok ağır olur.”

Milletin kendilerine verdiği yetkiyi, “bu benden- bu değil” diye kötüye kullananlar, doğru yoldan sapanlar elbet, bağımsız yargı önünde hesap vereceklerdir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP EmptyCuma Kas. 26, 2010 11:40 pm

Şamil Tayyar'dan Şok Benzetme!


26 Kasım 2010


http://www.postmedya.com/images/news/27759.jpgGenerallerin açığa alınmasının
ardından Şamil Tayyar'dan çok ilginç bir yorum geldi...


Vay vay vay Işık paşama bak!


Öncelikle Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ı
3 generalle ilgili açığa alma kararlarından dolayı kutluyorum. Keşke, bu
kararı, Balyoz İddianamesi'nin İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde kabul
edildiği 19 Temmuz 2010 günü alsalardı daha şık olurdu ama buna da şükür.


Bu kararla, milli iradeye tabi olmak istemeyen ve Züğürt Ağa misali siyasi
gücünün tükendiğini kabullenmeyen askeri vesayetin blöfü görülmüştür


Hazindir, İstanbul'un ücra köşesindeki kahvehanelerde çiğ köfte satarak her
şeye rağmen saltanatını (!) sürdürmek isteyen Züğürt Ağa'ya rahmet
okuturcasına, inatla direnç içindeler.


Genelkurmay Başkanlığı'nın dünkü 21 maddelik açıklamasında yer alan bazı
hususlar, bu vahametin izleriyle doludur.


Açıklamanın 17. maddesini dikkatle okuduğunuz zaman 3 generalin bireysel
inisiyatifle değil komuta kademesinin yönlendirmesiyle harekete geçerek
siyasi otoritenin karşısına dikildiklerini anlıyorsunuz.


Başbakanlık, 21 Ekim 2010 günü Genelkurmay'dan Milli Savunma ve İçişleri
aracılığıyla 3 generalin emekli edilmesi için gerekli belgelerin
hazırlanmasını istiyor. Genelkurmay, 22 ve 26 Ekim tarihlerinde iki bakanlık
aracılığıyla başbakanlığa gönderdiği cevabi yazıda, emeklilik talebini
reddediyor, bununla yetinmeyip 3 generalin terfi ve atamalarının yapılmasını
istiyor.


Yani, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner, emekliliğe karşı çıktığı
gibi Başbakan Tayyip Erdoğan'a terfi ve atamaları dayatıyor.


Vallahi başbakan sabırlıymış.


2 Kasım'da yürütmeyi durdurma kararının kaldırılması yönünde ikinci kez
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'ne başvuruyor, talep 5 Kasım'da reddediliyor.
22 Kasım'da ise 3 gene


ral açığa alınıyor.


Hükümet, tam bir ay Genelkurmay'ın insafa gelmesini bekliyor, olmayınca TSK
Personel Kanunu'nun 65. maddesindeki yetki kullanılarak açığa alma işlemi
gerçekleştiriliyor.


Bu süreci izleyince insanın içinden "Aslında ilk görevden alınacak isim
Genelkurmay Başkanı imiş" diye geçiyor ama yapılmadığına göre devlet
yönetmek köşe fantezisinin boyutlarını aşıyor olmalı.


Ama artık Türk Silahlı Kuvvetleri'nde görev yapan her subay şunu kafasına
soksun: Şapka siluetiyle gazete manşetlerinden hükümeti kontrol etme dönemi
geride kaldı. Hele rest çekerek, meydan okuyarak, efelenerek post elde etmek
imkansızdır. Sadece bir miktar koltuk süreniz uzar. Onun da emekliliğe
faydası olmaz.


Siyaset, siyasetçilerin görevidir. Sizin görev sınırlarınız tel örgülerin
ardıdır, garnizon kapısından başlar. Ayrıca, devlet, siz değilsiniz. Rejimin
bekçisi de... Devletin esas koruyucusu bu millettir, siz de onun bir
parçasısınız.


Böyle biline...


Bilen, bilmeyene öğretsin. Öğretmenin yaşı yoktur.


Bu arada bazı mahcup demokratlar, diğer Balyoz Davası sanığı muvazzaf
subaylarla ilgili işlem yapılmayıp açığa alma kararının Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi'ne başvuran 3 generalle sınırlı tutulmasını "intikam" olarak
görüyor, zamanlamaya dikkat çekip "Neden şimdi?" diye soruyor.


Aslında hükümet, bu mahcup demokratları da kırmayıp halen görevine devam
eden Balyoz sanığı 3 korgeneral, 2 koramiral, 5 tümgeneral, 6 tuğgeneral, 1
tümamiral, 5 tuğamiral olmak üzere 22 generali açığa alsa hiç fena olmaz.


Sayın başbakan ne dersiniz?


ŞAMİL TAYYAR - STAR GAZETESİ

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP EmptyCuma Kas. 26, 2010 11:56 pm

Şamil Tayyar'a bu yazısından dolayı, Baransu'ya da Hanefi Avcı hakkında yazdığı kitaplardan dolayı sormak lazım:

RTE'nin adı, Ergenekon iddianamelerinin bilmem kaçıncısını eklerinde, Mehmet Ağar'a onlarca trilyon rüşvet verdi diye geçiyor, niye bu işe el atmıyorsunuz?

Ağar'ın adı önümüzdeki seçimlerde AKP milletvekilliği için geçiyor, Ağar'ın derin devlet dedikleri şeyin has adamı olduğu, bizzat Susurluk'ta ortaya çıkan sınırsız silah taşıma yetkili kimliklerin altındaki imzanı kendisine ait olduğu, yapılan infazlar vs.

Aynı şekilde, şimdilerde yeniden tartışılmaya başlanan Hayata Dönüş operasyonu ki, Ertosun denen adamı ödüllendirenler kendileri değil miydi?

Madem bu işe karşılar, F Tipi'ni ilga etseler ya, hala oralarda zulüm devam etmiyor mu?

Dava, bir kurum içindeki anti-emperyalist direnci kırmak olunca, "hoop, ne oluyor lan orada, siz ne yapıyorsunuz burada!" demek boynumuzun borcu. Hele ki bu kurum TSk olursa ve TSK üzerinden yaptıkları bu operasyonla asıl Türk'ün ordu-millet ruhu hedef alınmışsa, hiç durmayız.

80 öncesi karşılıklı çatışan taraflara yapılan, onların yanlış tercihler üzerinden ama idealistçe birbirlerine yönelmeleri noktasından, mücerret ideal çin hamle yapma ruhuna düşman kılınmalarına yol açan propaganda ve saldırı, bu gün aynı şekilde TSK'ya uygulanmaya çalışılıyor. TSK içinden çıkabilecek doğru hamlenin peşinen önünü kesebilmek, TSK içinden bir Saddam çıkmasına izin vermemk adına.Yılanın başını küçükken ezebilmek maksadıyla. İhale de müslüman görünümlü AKP'ye.

Diğer yandan, AKP, hem orduyu bu kadar iğdiş ederken, diğer taaraftan da arkasında büyük silah gücü olması gereken dış politik hamleler yapıyor havasında. Hem orduyu iğdiş ediyor, yeni bir ruh da vermiyor, olanı da yok ediyor, hem de anti-emperyal görünümlü teşebbüslere kalkışıyor gibi yapıyor. Böylesi çıkışlar, başımıza çok daha büyük felaketler açar, İttihatçıların memleketi sürüklediği felaketler gibi. Bir farkla ki İttihatçılar namuslu adamlardı, şahsi menfaat peşinde değillerdi.


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP EmptyC.tesi Kas. 27, 2010 9:40 pm

PEŞMERGE KUKLASI İDARENİN 3 TÜRK GENERALİNE TERTİPLEDİĞİ "SİYASİ SALDIRI"YI LANETLİYORUZ!

27.11.2010
--------------------------------------------------------------------------------

<![endif]-->
1- Bilinen bir husus; günlük dilde, bir hükümetin veya onun idaresindeki kişi ve kurumların aldıkları kararlarla ilgili her hangi bir tartışmada menfi manada "siyasi karar" tabiri kullanılırsa, kastedilen karar veya kararlar, sadece ülkenin bağlayıcı kanunlarına, Anayasasına aykırılığı açıkça sabit bulunanlardır.

Söz konusu kararlarla haksızlığa uğrayanlar, ülke kanunlarına ve anayasaya aykırılığı açıkça görülen kararları menfi manada "siyasi karar" olarak nitelerler.

Ülkenin bağlayıcı kanunlarına, Anayasasına aykırılığı açıkça sabit bulunan kararların yol açacağı sonuçlar itibarıyla gerçekten menfi olup olmadıklarıysa, hem kararı alanların, hem karara maruz kalanların, hem de değerlendirmeyi yapanların siyasi görüşlerine göre farklılık arz eder.

Mesela, Anayasanın 5.Maddesinin en başında yer alan “Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak” görevi, kendisine, “Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır” diyen TSK İç Hizmet Kanununun 35. maddesince anayasal bir görev olarak tevdi edilmiş bulunan Türk Silahlı Kuvvetlerinin yetkili komutanlarını, "Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü kaybetmesine, ülkenin kukla idare ve iç bozgunculuk eliyle hızla bölünmesine niçin seyirci kaldınız? Anayasanın emrettiği görevi niçin yerine getirmediniz?" diye sorumlu tutmak yerine; Türk Milletinin tarih sahnesine yeniden çıkışını anlatan Ergenekon Destanının adının, sırf Türk Milletini aşağılamak, horlamak için kod adı olarak kullanıldığı bir saldırı başlatarak, aynı anayasal görevi "darbe", bu görevden kaçmayacakları kanaatine vardıklarını da "darbeci" olarak adlandırıp Silivri Toplama Kampına kapatmak, uygulamayı böylece gören samimi vatanseverlere göre şüphesiz Anayasanın açık hükümlerine aykırı bir uygulamadır.

Dolayısıyla, gerek delil toplama, gerekse yargılama aşamasında gözlenen bir dizi uygulamayla kendini dışa vurduğu üzere, Ergenekon Tertibi" aslında "siyasi bir saldırı"dır.

Ve bu saldırının arkasında bulunan, saldırıya yeşil ışık yakıcı/başlatıcı karar, yine vatanseverlerce, "ülke kanunlarına ve Anayasa hükümlerine açıkça aykırı, yargılanması gereken suç niteliğinde bir siyasi karar"dır.

"Ergenekon Tertibi"ne hararetle destek olan veya sessiz kalanlarsa, kendilerinin "ileri demokrasinin kurulması", tam bağımsızlık yanlısı samimi vatanseverlerinse "Ergenekon Tertibi" olarak niteledikleri uygulamalardan hem siyasi, hem de oluk oluk ekonomik fayda devşirenlerdir.

2- Öte yandan, idare eden heyetin, alacağı kararlarla belli bir siyasi program gerçekleştirmek üzere göreve talip olup iş başına gelmiş bir siyasi kadro olduğu dikkate alınırsa, aslında hükümetçe alınmış, ülke kanunlarına, Anayasasına harfi harfine uyan her karar da, belli bir maksadı gözeterek alınması anlamında birer "siyasi karar"dır.

Bunlar, günlük dilde "kitabına uydurmak" tabir olunan, görünüşte hukuka uygun siyasi kararlardır ki, kitabına uydurulmuş kararların da yol açacağı sonuçları itibarıyla gerçekten menfi olup olmadıkları, yine hem kararı alanların, hem karara maruz kalanların, hem de değerlendirmeyi yapanların siyasi görüşlerine göre farklılık arz eder.

Mesela, Genelkurmay eski Başkanlarından Yaşar Büyükanıt'ın doğru olarak tespit ettiği, ancak icabını yerine getirmekten yan çizdiği "1919 Şartları"nın birincisinde, vatanseverlerin diliyle işbirlikçi Istanbul Hükümetinin, İstiklal Savaşı'nın önderi Mustafa Kemal ve silah arkadaşları aleyhine çıkardığı dine uygun fetva, o vaktin bölünüp parçalanma yanlısı etnik yaltakçılarınca müspet bir kararken; o fetvaya en az onun kadar dine uygun bir fetvayla karşılık veren Mustafa Kemal ve arkadaşlarıyla, vatanseverlerin gözünde, hiç bir hükmü olmayan bir kağıt parçasıydı.

3- Tek cümleyle ifade edelim; peşmergeye boyun eğen hükümetin 3 Türk Generali hakkında aldığı karar, "kitabına uydurulmuş" bir karardır ve vatanseverlerin gözünde hiç bir hükmü yoktur.

OrduMillet




Genelkurmay Başkanlığı 3 generalin açığa alınmasıyla ilgili açıklama yaptı:

1. Milli Savunma ve İçişleri Bakanları tarafından açığa çıkarılan iki General ve bir Amiral hakkında eksik ve yanlış bilgilere dayalı olarak yapılan değerlendirmeler/yorumlar nedeniyle, kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi için aşağıdaki açıklamanın yapılmasına gerek görülmüştür.

2. Bilindiği üzere Yüksek Askeri Şûra (YAŞ) çalışmaları 04 Ağustos 2010 tarihinde tamamlanmıştır. YAŞ Kararları çerçevesinde terfi ettirilmesi yönünde karar alınan General/Amiral ve Albayların terfi kararnameleri imzalanmak üzere aynı gün Milli Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığına gönderilmiştir.

3. Milli Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı tarafından; terfi kararnamesinde isimleri yer alan 3 General ve Amiralin, “haklarında mahkemece çıkarılmış yakalama emirlerine karşı itiraz davaları henüz sonuçlanmadığı” gerekçesiyle, 04 Ağustos 2010 tarihinde gönderilen terfi kararnameleri imzalanmamıştır.

4. Onaya sunulan Terfi ve Atama kararnamelerinin imzalanmaması, diğer yükselme ve görevde uzatılma durumundaki personelin işlemini engellediği ve bu durumun Türk Silahlı Kuvvetlerinin emir komuta sistemini ciddi olarak etkileyeceği dikkate alınarak; bir olumsuz duruma meydan vermemek amacıyla yeni Terfi ve Atama Kararnameleri hazırlanarak; üst rütbeye yükselmeleri uygun görülmeyen personelin, bulundukları rütbeleriyle yeni görevlere vekaleten atanmaları teklif edilmiştir.

5. Bu Terfi ve ilgili Atama Kararnameleri onay makamları tarafından uygun görülerek onaylanmıştır.

6. İstanbul 11’inci Ağır Ceza Mahkemesi, 06 Ağustos 2010 tarihinde yakalama müzekkerelerinin kaldırılmasına karar vermiştir.

7. Bu kararın sonucuna bağlı olarak; 3 General ve Amiralin terfi ve atama kararnameleri, 12 Ağustos 2010 tarihinde Milli Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığına tekrar gönderilmiştir.

8. Milli Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığınca, bu kez de “yeni bir kararname çıkarılmasına gerek görülmemesi“ gerekçesiyle terfi kararnameleri 24 Ağustos 2010 tarihinde imzalanmamıştır.

9. Bunun üzerine konuyla ilgili olarak, 3 General ve Amiral tarafından Askerî Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM)’ne “Bir üst rütbeye terfi ettirilmeme işleminin iptali” için yürütmeyi durdurma istemli olarak 24 Ağustos 2010 tarihinde dava açılmıştır.

10. AYİM, 27 Ağustos 2010 tarihinde, 10 gün kesin süre vererek Milli Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığının savunmalarını talep etmiştir.

11. Milli Savunma Bakanlığı 02 Eylül 2010 tarihinde, İçişleri Bakanlığı 06 Eylül 2010 tarihinde savunmalarını AYİM’e sunmuştur.

12. AYİM, 27 Eylül 2010 tarihinde "bir üst rütbeye terfi ettirilmeme işleminde" yürütmenin durdurulması kararı vermiştir.

13. Yürütmenin durdurulmasına dair gerekçeli karar, 01 Ekim 2010 tarihinde Başbakanlık, Milli Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve davacı Generaller ile Amirale tebliğ edilmiştir.

14. Davacı Generaller ve Amiral, idareye dilekçe vererek yürütmenin durdurulması kararının uygulanmasını talep etmiştir.

15. Başbakanlık, Milli Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı yürütmenin durdurulması kararına itiraz etmiştir. AYİM, itiraz taleplerini 15 Ekim 2010 tarihinde görüşerek reddetmiştir.

16. Bu karar üzerine, Gnkur.Bşk.lığı söz konusu Generaller ve Amiral hakkında 30 Ağustos 2010 tarihinden geçerli olmak üzere terfi ve atama kararnamelerini hazırlamış ve kararnameleri Milli Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığına 19 Ekim 2010 tarihinde göndermiştir.

17. 21 Ekim 2010 tarihinde ise; Başbakanlık, Milli Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı vasıtasıyla, ilgili personel hakkında emeklilik işlemlerine ilişkin belgelerin birer suretini Gnkur.Bşk.lığından talep etmiştir. 22 ve 26 Ekim 2010 tarihlerinde ilgili Bakanlıklara gönderilen cevabî yazılarda, yargısal süreç belirtilerek; 24 Ağustos 2010 tarihinde AYİM’de açılan davalar ve 27 Eylül 2010 tarihinde verilen yürütmenin durdurulması kararı nedeniyle Terfi ve Atama kararnamelerinin işlem yapılmak üzere kendilerine gönderildiği ifade edilmiştir.

18. Başbakanlık, 02 Kasım 2010 tarihinde yürütmeyi durdurma kararının kaldırılması yönünde ikinci kez AYİM’e başvurmuştur. AYİM, itiraz talebini 05 Kasım 2010 tarihinde görüşerek yine reddetmiştir.

19. 22 Kasım 2010 tarihinde Milli Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı tarafından söz konusu Generaller ve Amiral açığa çıkarılmıştır. Açığa çıkarılma yazısı anılan Generaller ve Amirale aynı gün tebliğ edilerek tebellüğ belgeleri ilgili bakanlıklara gönderilmiştir.

20. Adı geçen Generaller ve Amiral tarafından yürütmeyi durdurma istemli olarak açığa çıkarılma işleminin iptali için 23 Kasım 2010 tarihinde Askerî Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM)’ne dava açıldığı öğrenilmiştir.

21. Yargı süreci halen devam etmektedir.

Kamuoyuna saygı ile duyurulur





OrduMillet
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP EmptyPaz Ara. 05, 2010 5:05 pm

Soysuzlar çetesi

29 Kasım 2010

SERDAR AKİNAN - AKŞAM

Sakin hayatlar yaşadığını düşünen sıradan insanların bile, bir başka coğrafyada, bu hisse kapılması Türkiye'de nasıl bir gerginlik içinde yaşadığımızın ispatıdır.
Bu duyguya kapıldığım zamanlardan biri-iki yıl önce başıma gelmişti...
O sıralar SKY'ın başındaydım ve Ergenekon operasyonları dalga dalga devam ediyordu.
Hemen her hafta adliyeye gidiyor ve yağmur gibi yağan davalar nedeniyle ifade veriyordum... Birkaç ay öncesinde ise sonradan adı ortalığa saçılan o malum gazeteci, bizim kanalda program yapan ve kendi gazetesinde yazan bir arkadaşıma, 'Sıra seninkinde... Yakında Ergenekon'dan alacaklar...' demişti.
Dürüstlüğünden asla şüphe etmediğim o gazeteci dostum ise gelip, 'Aman Serdar, bunlar bir hazırlık içinde haberin olsun... Alacaklar seni...' demişti. Birkaç hafta sonra ise ifade verdiğim sırada yanıma gelen ve kendini savcı olarak tanıtan biri, 'Serdar Bey, siz namuslu ve vicdanlı bir yayıncılık yapıyorsunuz. Ama bu duruşunuzun bedeli var.
Tesadüfen öğrendim... Sıra sizde... Bir süre susun ve durun' demişti.
Fotoğraf çok netti... Ya bir süre daha muhalif yayınları sürdürecek ya da Silivri'de ucu karanlık bir tünele sokuluverecektim.
Bir süre sonra SKY'daki görevimi bıraktım... Birileri açıkça, 'Ya sen sus ya biz seni susturmasını biliriz' mesajını dolaylı ve doğrudan vermişti.
O günlerde SAT'lara yönelik operasyon başladı. Artık hesaplı operasyonel kurgusu belli, psikolojik harekatının dağıtım kanalları deşifre olmuş bu örtülü yapı o zaman da kamunun zihin algısı üzerinde mükemmel bir orkestrasyon yapmıştı.
Mustafa Balbay'ın, Tuncay Özkan'ın en son Hanefi Avcı'nın başına gelen
o zaman da sadece kahramanlıklarını bildiğim bu şerefli insanların başına geliyordu.
Şimdi 'üretildiği tek tek ispatlanmaya başlanan suç unsurları'nın evlerine, işyerlerine baskınlar sırasında yerleştirildiği anlaşılmaya başlanan bu komplo sürecinin mağdurlarıydılar.
Bir dönemin mağrurları şimdinin mağdurlarıydı... Artık yılan hikayesine dönen bu süreç, yıllar sonra bittiğinde bu insanlardan birçoğunun masumiyeti ispatlanacak.
İnancım bu yönde.
Ama asıl önemlisi o zaman şu soruyu soracağız, 'Peki ama neden?'...
İşte o zaman Türkiye'nin (şimdi gizlice lağvedilen) en kritik operasyonel birliğinin sıralı müstakbel komutanlarının tek tek alınarak işlevsiz hale getirilmesi, Türkiye'nin en önemli istihbaratçısının cezaevine apar topar alınarak susturulması gibi onlarca kritik adımın son derece planlı bir şekilde kotarılması sırasında Türkiye'de neyin değiştirilebildiğini fark edeceğiz.
Ve tabii ki çok geç olacak.
İşte tüm bunların bana o günlerde yaşattığı derin bunaltı nedeniyle uzaklaşmıştım.
Uzak bir coğrafyanın sakin sokaklarında huzurla yürürken şunu düşünmüştüm, 'Birkaç yüz kilometre farkla bu topraklarda doğmuşum, şimdi bedenim bu sokaklarda korkusuzca savruluyor. Ama aklım ülkemde... Bu huzur yapay... Bir başka şekilde de olsa mücadeleye devam etmek anlam haritamın gereğidir. Susmayacağım...'
Bugün bu ülkenin sokaklarında tedirginlik içinde yürüyen binlerce insan var. Sadece aktörler değişti... O sloganın anlamı idrak edilene kadar terennüm etmek vaciptir:
Susma sustukça sıra sana gelecek!
Bu soysuzlar çetesinin yüzüne haykırdıkça sesimiz daha da gür çıkacak.
Bir gün mutlaka.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP Empty
MesajKonu: RTE'DEN CUMARTESİ ANNELERİ'NE TİMSAH GÖZYAŞI   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP EmptyÇarş. Şub. 09, 2011 3:00 am

Düne kadar teröristtiler...
08.02.2011 - 07:30 Yazdır Arkadaşına gönder 15. yılını arkada bırakan Cumartesi Anneleri'nin mücadelesinin yarıdan çoğu AKP iktidarı döneminde geçti. Başbakan yıllar sonra, gözaltında kaybedilmiş ve faili meçhul cinayetlere kurban gitmiş yakınlarını arayan Cumartesi Anneleri'yle görüştü. Beklendiği üzere, değişen bir şey yok...

Cumartesi Anneleri, Türkiye'nin 80'li ve 90'lı yıllarına damga vurmuş, "bir devlet politikası" olduğu dönemin en yetkili ağızlarınca ifade edilmiş gözaltında kayıp ve faili meçhul cinayetler sonucu, evlatlarını, eşlerini, ebeveynlerini kaybetmiş sayısız insanın sesi oldu.

Yıllardır, sorumluların yargı önünde mahkum edilmesini talep ettiler, fakat yine yıllarca devlet şiddetine maruz kaldıkları yetmezmiş gibi, katı bir sessizlikle sindirilmeye çalışıldılar, görmezden gelindiler. Boyalı basında yer bulamadılar, yakınlarının akıbetini araştırmalarını istedikleri tüm devlet kurumlarında kapılar yüzlerine kapandı, tehdit edildiler.

Şimdi bir başbakan çıktı, ellerinden tuttu... Tuttu mu acaba?

Cumartesi Anneleri'nin AKP iktidarındaki geçmişi
Türkiye Cumartesi Anneleri ile ilk kez, 27 Mayıs 1995 tarihinde tanıştı. İstanbul Beyoğlu'ndaki Galatasaray Lisesi önünde küçük bir meydanda her hafta cumartesi günü saat 12.00'de toplanmaya başladılar. Polisin, 170. haftada başlayıp 30 hafta boyunca devam ettirdiği, gözaltı, kötü muamele ve dayaktan biber gazı kullanımına kadar varan saldırısının ardından, 200 hafta boyunca devam eden eylemlerine 13 Mart 1999 tarihinde ara verdiler.

Sadece AKP hükümetine karşı darbe teşebbüsüyle sınırlandırılan Ergenekon Davası kapsamında "feda edilmiş" birkaç kontrgerillanın itiraflarının ardından tartışmalar başlayınca, 10 yıl aradan sonra, 31 Ocak 2009 tarihinde yeniden eylemlerine başladılar.

Bu, geçtiğimiz Aralık ayında 300. buluşmalarını gerçekleştiren Cumartesi Anneleri'nin, bugüne kadar 100 eylemi de AKP iktidarı döneminde gerçekleştirdikleri anlamına geliyordu. Ara verilen 10 yılın, yine yakınlarının kaybından sorumlu olanların ortaya çıkarılarak cezalandırılmaları için verdikleri mücadelenin 7 yılı da, yine AKP iktidarı dönemine denk geldi.

Yine 2002'den 2011'e, dokuz yıllık AKP iktidarı döneminde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, birçok gözaltında kayıp ve faili meçhul cinayet davasında Türkiye'yi suçlu bularak cezalandırdı. Suçluların isimleri dava dosyalarında, AİHM kararlarında geçti.

Koramiral Atilla Kıyat'ın, 2 Ağustos 2010 günü bir televizyon programında, "faili meçhuller, gözaltında kayıplar bir devlet politikasıydı" itirafı da AKP hükümetinin tutumunu değiştirmedi, birkaç soruşturma ve dava dışında faili meçhul cinayetlerin, gözaltında kayıpların, işkencelerin, faili meçhul cinayetlerin sorumluları yargı önüne getirilmedi. Böylelikle, bu türden olayların kendi iktidarları döneminde yaşanmadığını söyleyerek kendisini pazarlayan AKP, bu devlet politikasının yeni ve başka türde bir devamcısı olduğunu gösterdi.

25 Aralık 2010 tarihinde 300. buluşmalarını gerçekleştiren Cumartesi Anneleri, AKP iktidarı süresince belki fiziki bir saldırı ile karşı karşıya kalmadılar ama, derin bir sessizlikle görmezden gelinmeye çalışılmaları, "Ergenekon" operasyonu ile start alan demokrasicilik oyununu sahneye koymuş olan AKP iktidarının ikiyüzlülüğünün yeterli kanıtı oldu.

"Ben Cumartesi Anneleri'ni tanımam"
Görmezden gelinmeleri konusunda katı bir tutum sürdürülürken, daha önceki hükümet başkanlarının yapmaya cesaret edemediğini yaptı "cesur başbakan" Erdoğan: Dolmabahçe Sarayı'ndaki Başbakanlık Ofisi'nde düzenlediği "Demokratik Açılım" toplantıları dizisinin kadınları davet ettiği birinde, Cumartesi Anneleri'ni "yönlendiriliyorlar" diyerek külliyen "terörist"likle itham etti.

Yaklaşık altı ay önce, Temmuz 2010'da düzenlenen bu toplantıda, Başbakan Erdoğan, önce, "anneliğin ideolojisi yoktur" demiş, Arjantin'de faşist cunta döneminde öldürülen 30 bin kişinin hesabını sormak için mücadele veren Plaza de Mayo Anneleri'ni örnek gösterip şöyle konuşmuştu:

"Hükümet binasının bulunduğu 'Plaza de Mayo', yani Mayıs Meydanı'nda bir araya gelen anne ve büyükanneler, beyaz başörtüleriyle sessizce oturma eylemiyle kayıp oğullarını, kardeşlerini ve torunlarını istedi. Gözaltı ve dayaklara rağmen eylemden vazgeçmediler, sayıları giderek arttı ve Arjantin'deki 'kayıp insanlar' gerçeğini bütün dünyaya duyurdular. Cuntacılar bu sayede yargılanmaktan kurtulamadı."

Bir katılımcının, Arjantin'dekine benzer bir mücadeleyi yıllardır sürdüren Cumartesi Anneleri'ni gündeme getirerek, onlarla neden görüşmediğini sorması üzerine ise, "Onlar kim? Ne yapıyorlar? Sadece oturuyorlar. Tüzel kişilikleri yok. Arkalarında kimler var biliyor musunuz" dedi.

"Görüşme sözü, ama referandumun hatırına"
Başbakan, Anayasa değişikliği referandumundan beş gün önce katıldığı, 7 Eylül 2010 tarihli bir NTV canlı yayında da, "Cumartesi Anneleri görüşmek isterse, yaklaşımlarınız ne olur?" sorusuna, "elinde bilgisi belgesi olanlar da bize yardımcı olsun, biz bunları sonuca kavuşturmaya gayret edelim. Cumartesi Anneleri'nin genelinin faili meçhullerin mensubu olduğu noktasında değilim. Aldığım bilgiler şudur, Cumartesi Anneleri'ni istismar edenlerin olduğu konusudur. Cumartesi Anneleri o faili meçhullerin kendileri olmaları halinde bilgi, bulgu ne varsa, bunların üzerine gideriz. Eğer randevu talep ederlerse Cumartesi Anneleri'yle seve seve görüşürüm" cevabını verdi.

Başbakan: Meclis'e yürüyenler kim? Emniyet: Onlar terörist...
Başbakan bunları söyleyip, Meclis'ten de, Meclis Komisyonlarından da, partisinden de haberdar olmadığını ortaya koyarken, doğrudan Emniyet'ten "bilgi" almayı tercih ettiğini açık ediyordu.

Erdoğan'ın, her diktatörün yapacağı şeyi yaptığı, yakınları siyasi cinayetleri kurban giden ve işin peşini bırakmama inadını sonuna kadar sergileyen insanları "terörist" ilan etme refleksiyle davrandığı görüldü.

Oysa, sekiz yılı geride bırakan başbakanlığı boyunca, Galatasaray'dan kendisine seslenen, mektup yazan, görüşme talep eden Cumartesi Anneleri, Başbakan'ın bu iki ayrı platformda dillendirdiği sözlerinden kısa bir süre önce, Haziran 2010'da, Türkiye'nin çeşitli yerlerinden başlattıkları, bir hafta süren yürüyüş sonunda Meclis'e gelmiş, yürüyüşlerinde kendilerine panzer "tahsis edilen" anneler, Meclis'te Erdoğan'ın partisinin Meclis Grup Başkan Vekili Ayşenur Bahçekapılı ve Meclis İnsan Hakları Komisyonu'nun AKP'li başkanı Zafer Üskül ile görüşmüşlerdi.

Bahçekapılı ve Üskül'e taleplerini içeren bir dosya sunan Cumartesi Anneleri daha sonraları, bu girişimlerinin de Başbakan tarafından cevaplanmadığını bildirmişlerdi.

2004'te de faili meçhul var ama Başbakan'dan saklanmış!
Başbakan Erdoğan, geçtiğimiz gün Cumartesi Anneleri ile yaptığı görüşmeyi anlatırken ise, "bizim dönemimiz içerisinde faili meçhul yaşamadık. Ama maalesef dün orada bir faili meçhulü yaşadığımıza müşahede oldum. 2004'de Tolga adlı bir gencimizin durumunu annesinden dinledim. Bana bugüne kadar ulaşmış bir şey yoktu. Meğer annesi bana da bir mektup göndermiş ama o mektup bana ulaşmamıştı. O konu üzerinde de yoğunlaşacağız. Diğer konular üzerinde yoğunlaşmamızı devam ettireceğiz. Alacağımız her netice bizi çok daha huzurlu kılacaktır" dedi.

Cumartesi Anneleri eyleminde bir AKP'li!
Meclis İnsan Hakları Komisyonu'nun AKP'li Başkanı Zafer Üskül, 15 Mayıs 2010 tarihinde Cumartesi Anneleri'nin Galatasaray'daki 268. buluşmasına katılarak dikkatleri üzerine çekmişti.

Üskül, merak uyandıran bu ziyareti hakkında, "Cumartesi Anneleri'nin burada toplandığını eskiden beri biliyoruz. Açıkçası benim fırsatım olmadı şimdiye kadar. Ben Mersin milletvekiliyim. Zamanımın büyük bir bölümü kendi seçim bölgemde geçiyor. İstanbul'a geldiğimde de ya bir toplantı için ya da başka bir nedenle geliyorum ama bu defa böyle bir fırsat çıktı ve geldim. Meclis, bu konularla ilgisiz değil" dedi.

Cumartesi Anneleri'nin eylemine gelmesine AKP'den bir tepki gelip gelmeyeceği sorusunu soran gazetecilere ise, "Neden gelsin? Nerede insan hakkı sorunu varsa oradayız. Başbakanımız hep bunu söylemiyor mu? 'İşkenceye, kötü muameleye sıfır tolerans' diyen bir başbakanı yok mu bu ülkenin? Neden bir tepki olsun" dedi.

Fakat Üskül'ün oradaki mevcudiyeti öyle iğreti ve tedirgindi ki, AKP'yi tanıyan herkesin şaşırdığı bu destek, Vakit yazarı Sibel Eraslan'ın bile köşesinde konu olmuş, Eraslan, durumun özetini sunan şöyle bir ayrıntıyı da vermişti:

"Epey uzun zamandır 'Cumartesi İnsanları' adı altında Taksim'de her Cumartesi beş dakikalığına toplanıp, kayıplarını aradıklarını hepimize ilan eden 'bazı insanlar' var. 'Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon' üyeleri, elindeki kayıp fotoğraflarını dağıtıyor rastgele orada bulunanlara. Ak Parti milletvekili Zafer Üskül, 'Cumartesi İnsanları'nı ziyarete gittiğinde, ona da bir fotoğraf uzatılınca, Zafer Bey, almak istememiş. Oysa kabul etmeyerek refüze ettiği resimde yazar Sabahattin Ali varmış..."

(soL-Haber Merkezi)

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP Empty
MesajKonu: AKPNİN KATLETTİĞİ 20 İŞÇİ   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP EmptyÇarş. Şub. 09, 2011 10:22 am

Yaptığı işten haberi olmayan İleri Demokrasi Bakanı Çelik Bey
++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++

Ali Serdar Bolat 8 Şubat 2011

"Bunlar Türkiye Cumhuriyeti Bakanı değil, AKP Bakanı" der dururdum.
Meğerse Devlet Bakanı Faruk Çelik kendini aşmış, AKP Bakanı olmak bir yana, İleri Demokrasi Bakanı olmuş.
Nereden anlıyoruz?
Yönettiğini zannettiği Bakanlığın yapmış olduğu işlerden haberinin olmamasından.

Ankara'da işyerinde patlama oldu, 20 işçi öldü.
Çelik Bey demeci patlattı: "İşletme belgeleri bile yokmuş" dedi.
Ama bilmiyor ki, yönettiğini zannettiği Bakanlık, 50 kişiden az işçi çalıştıran işletmelerin işletme belgesi alma zorunluluğunu 2 yıl önce kaldırdı.

Eskiden 10 kişiden fazla işçi çalıştıran işletmeler işletme belgesi almak zorunda idi.
Bay Çelik'in Bakanlığı, bu sınırı 50 işçiye çıkardı.
Patlamanın olduğu işyeri 50 kişiden az işçi çalıştırıyordu. Bu yüzden işletme belgesi alması gerekmiyordu.
Bu cinayetin sorumlusu bu yüzden Bakanlık idi, daha doğrusu Bakan Çelik idi.
Gelgelelim Çelik Bey bundan habersizdi. Belki kararnameyi okumadan imzalamıştı İleri Demokrasi gereği???

Çelik Bey demeci verirken coştukça coştu:
"Kaçak işyerleri hükümetin sorumluluğunda götürülecek konular değildir, kaçak işyerlerini ihbar etmeyen vatandaşlar da sorumludur.
İhbarlara rağmen idare bir şey yapmazsa o zaman sorumlu olur" dedi.

Yani Bakanlık, müfettişlerini seferber ederek işyerlerini teker teker teftiş ettirmekle yükümlü değil.
Bakanlık, kaçak işyerini tesbit edip gereğini yapmak zorunda değil.
Kaçak işyerinde bir sorun çıkarsa, Bakanlık sorumlu olmaz bu yüzden.

Peki, Çelik Bey'e göre Bakanlık ne zaman sorumlu olur?
Vatandaş bir işletmenin önünden geçerken: "Yahu bir girip bakayım, acaba bunların işletme belgesi var mı?" diye merak edecek.
"Selamün aleyküm, ben bir vatandaşım, vatandaşlık görevim gereği belgeniz var mı diye kontrol etmeye geldim"
diyecek, gözünün üzerine bir yumruk yiyip dışarı tekmelendikten sonra Bakanlığa gelip şikayet edecek.
İşte o zaman Bakanlık bir şey yapmazsa sorumlu olurmuş.
Çelik Bey acaba ciddi mi, yoksa kafasına bir şey mi düşmüş, yoksa İleri Demokrasilerde Bakanlık yapmak böyle bir şey mi.

Veya,milyonlarca işsizden biri bir gün piyango çarpmış misali bir iş bulacak.
Ama işe başlamadan önce patrona: "Acaba işyeri belgeniz var mı?" diey soracak, yoksa işe girmeyecek, doğru Bakanlığa şikayete.
Veya: İşe başladıktan sonra gizlice büroya girecek, dosyaları karıştıracak. "İşletme belgesi var mı" diye araştırma yapacak.
Çelik Bey acaba Aziz Nesinliğe mi soyundu, yoksa İleri Demokrasilerde Bakanlık yapmak böyle bir şey mi.
Bu işsizlikte mucize kabilinden bir iş bulan kişi işyerini şikayet edebilir mi?

Yüzde 47 bu işe ne diyor acaba, yaman meraklanıyorum
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP Empty
MesajKonu: RTE'DEN İŞKENCE PALAVRASI   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP EmptyPerş. Şub. 10, 2011 12:45 am

Erdoğan'ın 'işkence gördüm' iddiası nasıl çürütüldü?
08.02.2011 - 11:36 Yazdır Arkadaşına gönder Cumartesi Anneleri ile görüşen Erdoğan, Metris'te gözaltındayken ayakları soğuk su ile dolu bir kovada tutularak işkence gördüğünü söylemişti. Can Dündar, bugünkü köşesinde, kayıp yakınlarının önünde işkence edebiyatı yapan Erdoğan'ın bu ifadesini çürüttü.

Erdoğan, haftasonu her hafta Galatasaray meydanında kayıpları için toplanan Cumartesi Anneleri ile görüştü. Yakınlarının akıbetini öğrenmek için yıllardır her Cumartesi günü aynı yerde buluşan Cumartesi Anneleri, bugüne kadar defalarca polis şiddetine maruz kaldı. Bizzat Erdoğan tarafından "maşa" olmakla suçlandı. Bu nedenle Erdoğan'ın Cumartesi Anneleri ile görüşmesi şaşkınlıkla karşılandı.

Erdoğan bu görüşmede, daha önce toplumun farklı kesimleriyle yaptığı bu tür toplantılarda kullandığı taktiği uygulayarak, duygusal konuşmaya gayret etti. Kendi hayatından örneklerle en az onlar kadar mağdur olduğu mesajını verdi. Erdoğan'ın mağduriyet edebiyatı dışında, görüşme, devletin kayıpları bulacağına ilişkin somut bir sonuç vermedi.

Can Dündar bugünkü köşe yazısını Erdoğan'ın kayıp yakınları ile buluşmasında anlattığı işkence gördüğü iddiasına ayırdı. Yazısına Başbakanın Cumartesi Anneleri ile buluşmasını önemsediğini söyleyerek başlayan Can Dündar, yazısının geri kalanında Erdoğan'ın annelere anlattığı işkence hikayesini adım adım çürüttü. İşte köşeyazısının bu bölümü:

Buzlu suda bir gece
Başbakan o görüşmede kendisinin de 1979’da, öldürülen iki arkadaşının cenazesine katıldığı için gözaltına alındığını söylemiş. Bir gece Metris’te kaldığını anlatmış. “Orada işkence gördüm” demiş.
Anlattığına göre soğuk bir hücrede Erdoğan’ın ayaklarını, dizlerine kadar buzlu su dolu bir kovada saatlerce tutmuşlar. Çıkarıldıktan sonra da eroin bağımlılarının bulunduğu sıcak bir odaya almışlar.
Başbakan’ın kayıp yakınlarının derdini dinlemesi çok iyi de, bu kadar acı çekmiş bir kitlenin önünde “Ben de işkence gördüm” deyip bir gece ayağını soğuk sudan sıcak suya soktuğunu anlatması biraz yakışıksız olmuş. Düşüncelerinden dolayı hapse girdiğini hatırlatsa yeterdi.
İsterseniz şu “işkence” olayına yakından bakalım:

1979 mu, 1980 mi?
Metris mi, Davutpaşa mı?
Sanırım doğru tarih, 1979 değil 1980 olacak.
Nisan ayı...
İstanbul’da Sıkıyönetim dönemi...
Erdoğan, Erbakan’ın MSP’sinin Gençlik Kolları Başkanı...
O günlerde solun kalesi olarak bilinen Kâğıthane’de Akıncılardan Necip Kural öldürülmüş. Gençlik Kollarına mensup gençler, Kanarya’daki cenazeden dönüyorlar. Aksaray’a varınca slogan atarak yürümeye başlıyorlar. Polis ve jandarma bu korsan gösteriye müdahale ediyor. Fatih’e geldiklerinde etrafları çevriliyor. O sırada akşam ezanı okunuyor. Gençler ceketlerini yola serip namaz kılmaya başlıyor. Namaz bitince hepsi askerler tarafından cemselere bindiriliyor ve Davutpaşa Kışlası’na götürülüyorlar.

Su dolu koridorda ayakta
Öykünün devamını Erdoğan, ”Bir Liderin Doğuşu” kitabında (Hüseyin Belsi, Ömer Özbay, Meydan, 2010) şöyle anlatıyor:
“Metris’teki ilk gecemizin büyük bir kısmını koridorda ve ayakta dikilerek geçirdik. Zaten istesek de oturamazdık, çünkü yerler su içindeydi. Vakit gece yarısına yaklaştığı halde hiçbir şey yememiştik. El ayak çekilip ortalık sakinleştiğinde bir onbaşı geldi yanımıza... Asker tayınından arta kalan bayat ekmekleri toplamış, bir kazan da çorba kaynatmış, bizi yemeğe çağırıyordu. Nasıl makbule geçti anlatamam. Bir süre sonra yatacak yer gösterdiler. Herkes bir köşeye kıvrılıp yattı.”
Erdoğan, daha sonra Selimiye’ye sevk edildiklerini, birkaç gün sonra savcıya çıkarıldıklarını, suçsuz oldukları anlaşılınca da serbest bırakıldıklarını söylüyor.
Daha 3 ay önce yayınlanan bu biyografide “işkence”den hiç söz edilmiyor.

“Kötü muamele yapılmadı”
Olayın bir tanığı daha var. Son dönem TV tartışmalarında sıkça rastladığımız bir isim:
Mehmet Metiner...
O ise anılarında (“Yemyeşil Şeriat, Bembeyaz Demokrasi”, Karakutu, 2008) şöyle anlatıyor olayı:
“Toplu namazdan sonra askerler tarafından derdest edilip Davutpaşa Kışlası’na götürüldük. Hiçbirimize kötü muamele yapılmadı. İfadelerimiz alındı. Ertesi gün hepimiz salıverildik. Bırakılmadan önce açık havada komutanın da bulunduğu bir esnada toplu bir görüşme yapıldı. Bu görüşmede Erdoğan muhatap kişi olarak ön plandaydı.”

Erdoğan-Komutan şakalaşması
2008’de yazdığı anılarında “Davutpaşa’ya götürüldük” diyen Metiner 2010’da Star’da, (11.11.2010) götürüldükleri yeri Metris diye yazdı. (Odatv de hatırlattı: Metris, 12 Eylül’den sonra açılmamış mıydı?)
Metiner, o yazıda Komutanla Erdoğan’ın ayrılış sahnesine ilişkin yeni ayrıntılar da verdi:
“Komutanın yanında Erdoğan gayet neşeli görünüyordu. Yanlış hatırlamıyorsam, ufak tefek şakalaşmalar da yapılıyordu. Meydanda da bazı gençlerimiz güreşe tutuşturulmuşlardı.”

Eeee? Hani işkence?
1980 döneminde “anarşist” olarak içeri düşüp de komutanla şakalaşarak, arkadaşlarla güreşerek salıverilmek kime nasip olmuş?
İşin aslı şu:
Solcular işkencede öldürülürken İslamcı hareketin sırtının sıvazlanacağı, önünün açılacağı, iktidara taşınacağı bir dönem başlıyordu.
Yine de askerle enseye tokat görünmemek, “Biz de işkence tezgâhlarından geçtik” diyebilmek gerekiyordu.
Bu efsane de o zamandan başladı.
Dün kütüphaneye girip Ruşen Çakır’la, Fehmi Çalmuk’un kitabında (“Bir Dönüşüm Öyküsü”, Metis, 2001) atıf yapılan habere baktık:
21 Nisan 1980 tarihli Sebil Gazetesi, olayları ele aldığı yazısına Erdoğan’ın fotoğrafını basmış ve şu notu düşmüş:
“Şehitlerin defin merasiminde zorla ihdas edilen hadiseler sebebiyle gözaltına alınıp sonra Örfi İdare Mahkemesi’nce serbest bırakılan MSP Gençlik Kolları Başkanı ve İslamcı gençliğin gerçek liderlerinden Tayyip Erdoğan...”
Ah Mehmet Metiner; hiç yazmayacaktın şu şakalaşma işini...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP EmptyPerş. Şub. 10, 2011 12:50 am

Cezaevinde bir hırsız.

Hatta, okuma yazması dahi olmayan biri.

Okuma-yazma öğrenebilmesi için, defter kalem temin ediyoruz.

Muahbbet ederken, kaç yıl ceza aldığını soryorum..

Cevap vermiyor, acaba bir şeyler mi saklıyor?

Israr edince, "abi, sizin onca senedir yatıyor olmanız yanında, biizimkinin lafı mı olur!" demesin mi?

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP EmptyPaz Şub. 13, 2011 12:37 pm

Habertürk kayıp 9 işçiyi yazabilir mi?
11.02.2011 - 12:41 Yazdır Arkadaşına gönder Elbistan Afşin Termik Santrali'ne kömür üretimi yapan Çöllolar kömür havzasında dün meydana gelen göçük sonucu toprağın altında kalan 9 işçiye hala ulaşılamadı. Habertürk ise dün verdiği kısa "kaza" haberi dışında bu konuya yer vermiyor. Neden mi?

Ciner Grubu'na ait olan Çöllolar Açık İşletme Kömür Sahası’nda 6 Şubat'ta meydana gelen göçükten sadece 4 gün sonra ikinci bir göçük meydana geldi. 4 gün önce aynı yerde 1 işçi ölmüş 6 işçi ise yaralanmıştı. Dün meydana gelen göçükte ise 1 işçinin cesedi çıkarıldı, 9 işçi ise hala milyonlarca metreküp toprağın altında.

Arama çalışmaları sürüyor ancak umut yok!
Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na ait 4 Skorsky helikopter, sivil savunma arama kurtarma ekipleriyle AKUT ekiplerini uzman köpeklerle birlikte alarak kömür havzasına indirdi. Diyarbakır, Kahramanmaraş ve Adana'dan gelen diğer sivil savunma ekipleri ise karadan toprak kaymasının yaşandığı bölgeye girerek çalışmalara başladı. Ancak işçilerin hayatlarından umut kesilmiş durumda.

Kayıp işçilerin yakınları ise nizamiyede bekleyişlerini sürdürüyor.

Meclis Başkanvekili Pakdil: İnşallah hayattadırlar!
TBMM Başkanvekili Nevzat Pakdil, kurtarma çalışmalarına ilişkin bir açıklama yaparak "Şu anda 2. Ordu'dan gelen helikopterlerimizden gece görüş kabiliyetine sahip biri AKUT ekibi eşliğinde sürdürüyor. GSM operatörleriyle gerekli temaslar sağlandı ve onlar da çalışmalarını sürdürüyor. Aranmasına devam edilen 9 arkadaşımız inşallah hayattadır. Umudumuz onlara ulaşmaktır. Ciddi bir göçük ve toprak kayması var. Şu an itibariyle 120 metrelik bir derinlikten bahsediliyor. Bunun yaklaşık 60 metresi toprak kayması nedeniyle dolmuş ve milyonlarca metreküp toprağın kayması söz konusu" dedi.

Enerji Bakanı Taner Yıldız da bir açıklama yaparak toprak kaymasının deprem nedeniyle olmuş olabileceğini söyledi.

Sorumlu Ciner Grubu, bütün medya sessiz!
Devlet yetkilileri "inşallah kurtarılırlar" diyor ancak ortada kazadan çok cinayete benzeyen bir durum söz konusu. 4 gün önce 1 işçinin ölümüne 6 işçinin de yaralanmasına neden olan göçüğün ardından madende çalışmanın durdurulmuş olması gerekiyordu. Karar bu yöndeydi ancak Ciner Grubu'nun kar hırsı yüzünden işçiler ölüme itildi.

Tıpkı dünkü göçükle ilgili olduğu gibi şirket yetkilileri ve devlet yöneticileri 6 Şubat'taki göçüğün sorumlusu olarak "deprem" yalanını uydurdular.

Dün göçüğün ardından Çöllolar kömür havzasındaki işçiler soL'a gerçekleri anlatmıştı: 6 yıl önce devletin himayesinde olan maden ocağı daha sonra özelleştirilerek Ciner Holding’e devredilmişti. Ocağın altında akarsu yatağı olduğu için taraça yöntemi kullanılıyordu. Ancak Ciner grubu maliyeti azaltmak için bu yöntemi kullanmaktan vazgeçmişti.

İşçiler ikinci gerçeğe de işaret ettiler: Ciner grubu daha önce işçi alımı yaparken işçilere tazminat, fazla mesai ve benzeri haklarından vazgeçtikleri yönünde belge imzalatmıştı. Bunun üzerine bir grup işçi konuyu mahkemeye taşımış, ancak dava açan işçiler işten atılmıştı.

Şimdi Habertürk muhabirleri bu gerçekleri bilseler bile haber yapma şansları var mı? Haberi yazsalar yayınlanma ihtimali var mı? Sadece Habertürk değil bütün medya kuruluşları holdinglere aitken bu gazetelerde çalışanların gerçek anlamda gazetecilik yapma şansları var mı?

(soL - Haber Merkezi)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Arap




Mesaj Sayısı : 13
Reputation : 1
Kayıt tarihi : 28/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP EmptyPaz Şub. 13, 2011 1:01 pm

Afşin-Elbistan Termik Santralinde yaşananları takipteyiz.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP EmptyPtsi Şub. 14, 2011 3:27 pm

İŞTE HES İNŞAATLARINDA ÖLEN İŞÇİLER




İngilizce kursuna zaman ayıramıyor musunuz? Tıklayın!

İşte medyanın görmezden geldiği HES kurbanı işçiler

12.02.2011 19:03

Karakter boyutu :

--------------------------------------------------------------------------------

Türkiye'nin dört bir yanındaki vadilerin altını üstüne getiren HES katliamları hız kesmeden sürüyor. Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Trabzon'da katıldığı sempozyumda HES'lerin vadileri güzelleştireceğini öne sürse de HES karşıtlarının öfkesi dinmiyor. Karadeniz İsyandadır Platformu, önceki gün İstanbul'da HES'lerle ilgili bilinmeyen bir gerçeği de gündeme taşıdı. Palatform tarafından Taksim Galatasaray Meydanı'nda yapılan basın açıklamasında, HES şantiyelerindeki işçi ölümlerinin kamuoyundan gizlendiği öne sürülerek, "gözü dönmüş şirketlerin hep daha çok kar etmek için yarattığı zorlayıcı koşullar,'iş kazaları' diye adlandırılan, aslında hepimizin bildiği gibi, gerçek tanımı 'iş cinayeti' olan ölümlere neden olmaktadır. Bu cinayetler, tüm işkollarında olduğu gibi, vadilerimize kurulmak istenen barajların inşaalarında da aynı vahşetiyle yaşanmaktadır" denildi.

Karadeniz İsyandadır Platformu adına Deniz Erbak'ın yaptığı basın açıklamasında, yaşam alanlarını katleden Hidroelektrik Santral (HES) projelerinin, “enerji” üretimi adı altında köyleri ele geçirme, kültürleri ortadan kaldırma, toplumları asimile etme ve de sulara el koyma projeleri olduğu öne sürüldü.

ELBİSTAN'DA İŞÇİLERE KONUŞMA YASAĞI

Cumartesi Annelerinin de destek verdiği basın açıklaması sırasında, platform üyeleri tarafından "Vadinin işçinin katili aynı", "İşçiler birleşin santralleri boşaltın" ve "Yaşamları yok eden enerjiye hayır" şeklinde sloganlar atıldı. Açıklamada şu görüşlere yer verildi: "Yaşamlarımıza kasteden HES projelerinin bir başka boyutunu, inşaatlarda çalışan HES işçilerinin ölümlerine olan isyanımızı dile getireceğiz. Bilindiği gibi geçtiğimiz günlerde, Ciner grubunun Kahramanmaraş'ta yaptığı Park Holding- Afşin Elbistan Termik Santralinde en az 10 işçi göçük altında kaldı. Olayın kamuoyuna yansımasıyla, şirketin işçilere bu katliamla ilgili 'konuşma yasağı' getirdiği de ortaya çıktı. Bu örnek bizlere şirketlerin, katliamlarının açığa çıkmasını engellemek için bugüne kadar her yolu denediğini bir kez daha hatırlatmış oldu. Biliyoruz ki, şirketler bu açıklamamızdan sonra da işledikleri cinayetleri saklamaya çalışmak için her yolu deneyecektir. Kamuoyunu kandırmaya çalışacak, ölümleri daha çok inkar edecektir. Ölümlerle ilgili mazeretler yaratacak ya da çalışanları suçlayacaktır,'münferit vaka' maskesine sığınmaya çalışacaktır.

MEDYANIN İŞÇİ KIYIMLARINDAKİ TUTUMU

HES'çi şirketlerin patronları, aynı zamanda medya kuruluşlarının patronları olduklarından ya da bu kuruluşlarla yakın çıkar ilişkisinde bulunduklarından ötürü, bizler bu cinayetlerden çoğu zaman haberdar olamamaktayız. Basında çıkma şansına erişebilen haberlerde de, bu cinayetlerin hangi HES şirketinin şantiyesinde yaşandığına dair hiçbir bilgiye yer verilmemekte; hatta HES inşaatının adı bile gizlenerek, tüm detaylar sistemli bir şekilde saklanmaktadır. Bu ölümlerin münferitleştirilmesi ve magazinleştirilerek sunulmasıyla, olayların perde arkasındaki gerçekliklerin üzeri örtülmektedir. Son zamanlarda yaşanan, HES'lerde çalışan işçilerin ölümlerine de bakarak, bu cinayetlerden bahsetmek ve bazı örneklerle medyanın tutumuna değinmek istiyoruz.

İŞÇİ CİNAYETLERİ ÜLKE GÜNDEMİNE GELMİYOR

Geçtiğimiz Pazar günü Maraş'ta Sabancı Holding – EnerjiSA'nın inşaa etmekte olduğu Hacınınoğlu HES inşaatında bir işçi boğularak öldü. Sabancı Holding'in medya üzerindeki nüfuzu sayesinde bu haberin detayları medyada gün yüzüne çıkamadı.Tabii bu Sabancı Holding ile ilgili ilk vukuat değildi. Kasım ayında yaşanan bir kazada Menge Barajı'nda çalışan HES işçilerini şantiyeden taşıyan aracın devrilmesiyle bir işçi ölmüş, 10 işçi de yaralanmıştı. Giresun'da yapımı süren, Doğuş Holding'in Arslancık HES şantiyesinde yaşanan bir kazada ise 5 işçi ciddi biçimde yaralanmıştı. Bu haberin de ayrıntıları yine ana akım medyaya yansımadı; Doğuş Holding'in medyası NTV'de de bu cinayet ülke gündemi için kayda değer bulunmadı.

ARTVİN'DE 7 KAZADA 3 İŞÇİ ÖLDÜ, 17 İŞÇİ YARALANDI,

Aydın'da Başbakan'ın Ağustos ayında yaptığı açılışa yetişmesi için erken faaliyete sokulan İkizdere Barajı'nda bir işçinin öldüğü ortaya çıkmıştı. Limsan-Limak'ın ortak girişimi olan bu HES'te kazalar yaşanmaya devam etmiş, Ekim ayında da 2 işçi ciddi şekilde yaralanmıştır.Limak Holding'in kazaları İkizdere Barajı'yla sınırlı değildir. Siirt'te yaptıkları Alkumru HES'te bugüne kadar yaşanan en az 7 farklı kazada 19'dan fazla işçi yaralanmış, 3 işçi ise hayatını kaybetmiştir. Artvin'in yapısını ve iklimini kökten değiştiren, bölgede kültürel bir kırıma yol açan barajlar, birçok farklı köylerde teyzelerimizin aynı sözcüklerle ifade ettiği gibi “Ölseydik de, bunları görmeseydik” dedirtmekte, bu kadar büyük bir toplumsal yıkım teşkil etmektedir.

ERZURUM'DA 3 İŞÇİ FECİ ŞEKİLDE ÖLDÜ

On binlerce insanın büyük şehirlere göç etmesine neden olan bu barajlar, yıllar boyunca sayısız işçiye de mezar olmuştur. Borçka Barajı yapımında elektrik akımıyla ölen işçiler hatırımızdadır. Çoruh'u sular altında bırakacak, yüzlerce köyü daha haritadan silecek barajların viyadük inşalarında da sadece geçtiğimiz birkaç ayda en az 2 işçi ölmüştür.Yine Mayıs ayında Çoruh'ta baraj inşaatında çalışan iki işçi ölmüştü. Deriner Barajı'nın inşaatı henüz birkaç hafta önce yine bir işçinin daha canını almıştır. Borusan Holding'in, Borusan EnBW Enerji şirketinin Erzurum İspir'de sürdürdüğü Yedigöl Aksu HES inşaatlarında da bugüne kadar en az üç işçi feci şekilde can vermiştir. Borusan Holding, Aksu vadisinde sürdürdüğü doğa ve kültür katliamını Borusan Kültür ve Sanat etkinliklerinde sahte sunumlar ve websiteleriyle yok saymaya çalıştığı gibi, işçi ölümlerinin kamuoyuna yansımasını engellemek için de her tür yola başvurmaktadır.

ÇORUH'DA 17 İŞÇİ ÖLDÜ!

Çoruh Aksu Vadisi'nde Borusan'ın köylülerin tüm itirazlarına rağmen sürdürdüğü inşaatlarda, elektrik çarpması sonucu ölen bir işçi, sondaj makinesi kapılarak hayatını kaybeden bir başka işçi ve tünellerde patlatılan dinamitler sırasında fırlayan bir taşın çarpması sonucu bir diğer işçinin ölümü kamuoyundan başarılı biçimde saklanmıştır! Bir Aksu köylüsünün ifadesiyle: 'Aksulular dinamit seslerine olduğu gibi, ambulansların siren seslerine de alışıktır. Aksu'da özellikle patlamalardan sonra devamlı siren sesleri olur; ambülanslar gelir gider devamlı. Fakat kaç ölü, kaç yaralı var tam bilemeyiz, söylemezler. Toplamda 17 kadar işçinin öldüğü söyleniyor, bunları duyuyoruz ama tam sayısını bilemiyoruz.'

HES KARŞITLARINA SALDIRANLARI TANIYORUZ

Borusan Mannesmann şirketinin HES borularını da ürettiği fabrikalarında yaşanan ölümlerden de yine haberdarız. 30 Haziran'da iki boru arasında sıkışarak ağır yaralanan bir işçi, kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetmiştir. Bu verdiğimiz örnekler yaşanan katliamların yalnızca çok küçük bir kısmıdır. Diğer elektrik santrallerinin inşaatlarında yaşanan sayısız kazayı, HES'ler vasıtasıyla girdikleri vadilerimizde yapmak istedikleri maden ocakları ve diğer şantiyelerde yaşanan kazalar apayrı rapor konuları teşkil etmektedir. 'Yaralanma' ile sonuçlanan kazalar da; ölümden beter sonuçlara yol açabilmektedir. HES inşaatlarında çalışan yüzlerce işçi hayatlarının geri kalan kısımlarını kalıcı sakatlıklarla geçirmeye mahkum kalmaktadır. Vadilerde büyük bir sorun da vadi yamaçlarına dökülen hafriyatlar sonucu yaşanan sayısız ölüm ve ağır yaralanmayla sonuçlanan kazalardır. HES yapan şirketlerin de diğer tüm şirketler gibi, insan yaşamını dikkate almadığını bu ölümlerden bildiğimiz gibi, şirketleri ve kolluk kuvvetlerini HES karşıtlarına saldırılarından ve tehditlerinden de yakından tanıyoruz.

3 AKADEMİSYENİN ŞÜPHELİ ÖLÜMÜ

Loç Vadisi'nde olumlu bilirkişi raporu hazırlayacağı ön görülen 3 akademisyen şüpheli bir trafik kazasına kurban gitmiştir. Yine aynı HES şirketi Orya Enerji'nin köylerin telefon tellerini keserek iletişimlerini engelledikten sonra köylülere vahşice saldırması ve bir amcamızın kalp krizi geçirmesi, Senoz Vadisi'nde HES karşıtlarının ölümle tehdit edilmesi yakından tanık olduğumuz gelişmelerdir.

ATTIĞINIZ HER ADIMDA GÖZÜMÜZ ÜZERİNİZDE

Erzurum Tortum'da HES karşıtlarının aylar boyunca tutuklu kalmalarına sebep olan da yine HES şirketleriydi. Antalya Alakır'da bir amcamıza yaşatılan jandarma baskıları sonucu kendisinin kalp krizi geçirerek ölmesine neden olan da; Ardanuç mitinginden dönen HES karşıtlarına Çxala'daki HES şantiyesinde silahlarla tehdit ederek saldıranlar da yine HESçi şirketlerin patronlarıydı. Daha önceki gün Trabzon'da HES karşıtı protesto yapmak isteyen KTÜ öğrencileri de polislerin ağır şiddetine ve işkencesine maruz kalmıştır. Ne kadar gizlemeye çalışırsanız çalışın... Attığınız her adımda gözümüz üzerinizdedir! Ne yoksullaştırıp katliam projelerinizde çalışmak zorunda bıraktığınız işçileri unutacağız, ne de yaşamlarımızı katletmenizi affedeceğiz!"

GERÇEK RAKAMLAR BİLİNENDEN FAZLA

Basın açıklamasının ardından ülkenin dört bir yanındaki HES şantiyelerinde meydana gelen işçi ölümleri ve yaralanmalara dair bir raporu kamuoyuyla paylaşan Karadeniz İsyandadır Platformu üyeleri, raporda verilen rakamlara basında yer bulmamış olanlar da eklenince HES'ler,in neden olduğu işçi kıyımının çok daha fazla olacağının altını çizdiler.

İŞTE MEDYANIN GÖRMEZDEN GELDİĞİ HES KURBANI İŞÇİLER

Maraş – 6 Şubat 2011 – Sabancı Holding'in HES'in 1 işçi boğuldu

Sabancı Holding'e bağlı Enerjisa şirketinin Ceyhan Nehri üzerinde Hacınınoğlu köyünde sürdürdüğü Hacınınoğlu HES inşaatında, iskelenin kopması sonucu sekiz metre derinliğindeki su dolu çukura düşen 21 yaşındaki işçi boğularak öldü.

Samsun - 24 Ocak 2011 – Aynı gün aynı HES'te 2 işçi ölümü

Çarşamba Elektrik Üretim şirketinin Samsun Çarşamba'ya bağlı Yeşilırmak üzerinde bulunan Musçalı köyündeki Çarşamba HES inşaatında çalışan iki işçi hayatını kaybetti. Şirketin ortakları arasında Samsun milletvekili Fatih Öztürk ve Çarşamba Belediye Başkanı Hüseyin Dündar'ın da bulunuyor.

Giresun - 23 Ocak 2011 - Güce’de zehirlenme

Tekkeköy Köyü’nde baraj şantiyesinde bir işçi aşırı toz ve sis nedeniyle zehirlendi.

Giresun - 18 Ocak 2011 - Güce’de 1 yaralı

Tekkeköy Köyü’nde baraj şantiyesinde çalıştığı iş makinesinin halatının kopması sonucunda kafasını metal kalıba çarpan işçi ağır yaralandı.

Artvin - 14 Ocak 2011 - Deriner Barajı'nda 1 işçi öldü

Deriner Barajı'nda meydana gelen kazada tamirhanede çalışan motor ustası hayatını kaybetti. Havaya kaldırılmış olan iş makinesi kovasının düşmesi sonucu altında kalarak olay yerinde hayatını kaybeden işçi evli ve 1,5 yaşında bir erkek çocuk babasıydı.

Giresun - 12 Ocak 2011 - Çamoluk’ta 2 yaralı

Çamoluk İlçesi Sarpkaya Köyü’nde iki baraj işçisi çalıştıkları inşaat iskelesinden düşerek yaralandılar. Yaralılar Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Hastanesi’ne sevkedildiler.

Bilecik - 10 Ocak 2011 - Yüksekten düşen işçi öldü

Gölpazarı İlçesi Küçükyenice Köyünde Bukor Elektrik Üretim şirketinin inşaa ettiği Darca HES'te bir işçi elektrik üretim türbininde çalıştığı sırada 15 metre yükseklikten yükleme havuzuna düşerek olay yerinde öldü.

Giresun - 10 Ocak 2011 - İşçinin bacağı koptu: 1 yaralı

Çanakçı ilçesine bağlı Karabörk beldesindeki Şengüller AŞ'ye ait Çanakçı-1 HES inşaatında çalışan kepçe, yaklaşık 100 metre uçuruma yuvarlandı. Kazada kepçe operatörünün bacağı koptu; işçinin kopan bacağı bulunarak hastayla beraber gönderilirken, hayati tehlikesinin sürdüğü öğrenildi.

Giresun - 10 Ocak 2011 - HES inşaatında 1 yaralı

Çamoluk ilçesi Sarpkaya Köyü'nde baraj inşaatında çalışan işçi, 5 metre yükseklikten düşerek ağır yaralandı.

Giresun - 6 Ocak 2011 – HES tünelinde kaza: 1 yaralı

Yağlıdere İlçesi Üçtepe Beldesi Çağlayan Mahallesi’nde mikser kamyonu HES tünel inşaatında devrildi ve bir işçi yaralandı.

Giresun - 3 Ocak 2011 - HES inşaatında 2'si ağır 5 işçi yaralı

Doğankent İlçesi Sadaklı mevkiinde Doğuş Holding'in sürdürdüğü Arslancık HES inşaatı şantiyesinde inşaat kalıbının çökmesi sonucu ikisi ağır beş işçi yaralandı.



Siirt - 31 Aralık 2010 - Alkumru Barajı inşaatında işçi hava boşluğundan düştü

Aydınlar İlçesi’nde yapımı devam eden Alkumru Barajı inşaatında çalışan işçi hava boşluğuna düştü ve ağır yaralandı.

Hakkari - 29 Aralık 2010 - İş makinesinin üzerine kaya düştü: 1 yaralı

Şemdinli İlçesi’ndeki Beyyurdu köyünde yapılan Beyyurdu Barajı' inşaatında iş makinesinin üzerine kaya parçalarının düşmesi sonucu iş makinesi operatörü yaralandı.

Giresun - 25 Aralık 2010 - Çanakçı'da kaza

Deregözü köyünde saat 04.00 sıralarında HES'te bir işçi kafasına ve omzuna tünel genişletmek için çalışırken üstlenici firmanın gerekli tedbirleri almaması nedeniyle kaya parçası düşmesi sonucu yaralanmıştır.

Elazığ - 22 Aralık 2010 - Baraj inşaatında 1 işçi öldü

Beyhan Barajı inşaatında çalışan işçi kompresör makinesinin bandına kapılarak 6-7 metre yükseklikten düşerek hayatını kaybetti.

Siirt - 17 Aralık 2010 - Alkumru Barajı'nda yine kaza: Bir işçi ağır yaralandı

Aydınlar ilçesinde yapımı devam eden Alkumru Barajı ve HES'te çalışan bir işçi, elektrik çarpması sonucu 3 metre yükseğe savruldu. Elektriğin çarpma şiddeti ile işçinin göğsünde delik oluştu. Başbakan Erdoğan barajın açılış törenine katılmış ve barajın sahibi Limak Grubu'nu vatansever ilan etmişti. Limak Grubu Başkanı Nihat Özdemir de barajın 3 yılda bitirildiği ile övünerek süre açısından dünya rekortmeni olduklarını ilan etmişti.

Mersin – 11 Aralık 2010 – Akfen Holding'in HES'inde 3 işçi öldü

Anamur'da Çaltıbükü köyü Dibek mevkiinde Akfen Holding'e bağlı Beyobası Enerji Üretim AŞ'nin Otluca HES inşaatında çalışan üç işçi toprak kayması sonucu göçük altında kalarak öldü.

Adana - 28 Kasım 2010 - Baraj işçilerinin minibüsü devrildi: 1 ölü, 10 yaraı

Kozan ilçesinde EnerjiSA'nın Menge Barajı inşaatında çalışan işçileri taşıyan servis minibüsünün devrilmesi sonucu 1 işçi öldü, 10 işçi yaralandı.

Giresun - 28 Ekim 2010 -Yağlıdere HES inşaatında ölümlü kaza

Yağlıdere Melemoğlu HES firmasının inşaatında çalışan bir işçi 5-6 metre yükseklikteki duvardan düşerek hayatını kaybetti. Gerekli iş güvenliği tedbirleri alınmadığı için duvardan düşerek hayatını kaybeden işçinin yakınları Cumhuriyet Savcısı’nın olaya müdahale etmesini bekledikleri halde gece geç saatlere kadar savcılıktan hiçbir ses çıkmaması akıllara soru işaretleri bıraktı. Ada hastanesi doktorlarının taleplerine rağmen savcılıktan bir haber çıkmadığını belirten işçi yakınları cenazeyi alarak memleketine götürdü.

Aydın - 24 Ekim 2010 - Kanal çalışmasındaki göçükte 2 işçi yaralandı

İkizdere Barajı içme suyu hattı borularının döşenmesi için açılan kanal inşaatında, göçükte iki işçi kanalın içinde toprak altında kaldı.

Batman - 24 Ekim 2010 - Kaza: 2 ölü, 12 yaralı

İşçi minibüsünün kaza yapması sonucu 2 işçi öldü, 12 işçi yaralandı.

Hatay - 19 Ekim 2010 - İnşaat işçisinin feci ölümü

Antakya ilçesinde dere ıslah çalışmaları yapımı sırasında bir işçi beton mikserine sıkışarak feci şekilde can verdi.

Antalya – 18 Ekim 2010 – Dere ıslahında işçi ölümü

Antalya'da dere ıslah çalışmaların sırasında inşaatta çalışan bir işçi hayatını kaybetti.

Siirt - 17 Ekim 2010 - Alkumru Barajı'nda bir işçi öldü

Aydınlar ilçesinde yapımı devam eden Alkumru Barajı'nda çalışan bir kalıp işçisi yüksekten düşme sonucu hayatını kaybetti.

Giresun – 9 Ekim 2010 – HES'te 1 Ölüm

Bulancak ilçesi Kovanlık Beldesinde bir HES işçisi kafasına kalas düşerek öldü.

Giresun - 8 Ekim 2010 - İnşaatta kaza: 4 yaralı

Mesudiye köyünde dört işçi yapmış oldukları istinat duvarının , yağan yağmurun zemini gevşetmesinden dolayı çökerek üzerlerine devrilmesi sonucu yaralandı.

Artvin - 7 Ekim 2010 - 17 yaşındaki işçi hayatını kaybetti

Yusufeli ilçesinde Narlık köyü mevkiinde baraj nedeniyle yapılan viyadük inşaatından düşen bir işçi öldü, 1 işçi de yaralandı. İşçiler betonyerin kalıp içerisine beton pompaladığı sırada kalıpların açılmasıyla 27 metre yükseklikten kalıplarla birlikte düştüler.

Giresun - 28 Eylül 2010 – HES'te kaza

Piraziz ilçesi Bozat beldesinde, yapımı devam eden HES'te bir işçi kafasına taş düşmesi sonucu yaralandı.

Adana - 17 Eylül 2010 - O işçinin cesedi bulundu

Feke ilçesinde, baraj inşaatındaki işçi minibüsünün Göksu Nehri'ne uçması sonucu, akıntıya kapılarak kaybolan işçinin cesedi bulundu. Kazada bir kişi daha olay yerinde ölmüş, sürücü de ağır yaralanmıştı.

Sivas – 16 Eylül 2010 – Koyulhisar'da 1 işçi öldü

Koyulhisar ilçesinde bir HES'in su iletim kanalında çalışan işçi düşerek öldü.

Giresun - 6 Eylül 2010 - İnşaatta kaza

Çanakçı ilçesi Karabörk beldesinde, şantiye çalışma sahasında çalışan bir işçi üzerine kaya parçası düşmesi sonucu yaralandığı öğrenilmiştir.

Çorum - 29 Ağustos 2010 - Elektrik akımına kapılan işçi öldü

Ortaköy ilçesinde, İncesu HES'in yüksek gerilim hattında çalışan işçi, elektrik akımına kapılarak hayatını kaybetti.

Muğla - 17 Ağustos 2010 - Santral'de iş kazası: 1 ölü

Fethiye'nin Seki beldesi Yayla Patlangıç mevkisinde yapımı süren Göltaş Enerji Baraj ve Eşen HES'te çalışan işçi ray arabasının iplerinin kopması sonucu yaklaşık 25 metre sürüklendikten sonra beton bloklar arasında sıkışarak olay yerinde hayatını kaybetti. Savcı ve jandarmanın incelemesinin ardından yakını olmadığı için işçinin cesedi arkadaşlarına teslim edildi; ölen işçinin 17 Ağustos 1999'daki Marmara Depremi'nde, annesi babası ve üç kardeşini kaybettiği öğrenildi.

Aydın - 4 Ağustos 2010 – Başbakan'ın açılışı öncesi 1 işçi öldü

ncirliova'daki İkizdere Barajı'nda Limak-Limsan şirketlerinin ortaklığında yapılan barajın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından açılı öncesi, erken olduğu belirtilmesine rağmen deneme amaçlı su bırakılması sırasında bir işçi boğularak öldü.

Giresun - 30 Haziran 2010 – Baraj için yapılan yolda bir işçi öldü

Yağlıdere ilçesinde yol yapımı çalışması sırasında çöken istinat duvarının altında kalan 1 işçi hayatını kaybetti.

Kocaeli - 30 Haziran 2010 - İki boru arasına sıkışan işçi yaşamını yitirdi

İzmit’te Borusan Holding Mannesmann Boru Fabrikası’nda bir işçi boruların kayması sonucu iki boru arasında sıkışarak can verdi.

Siirt - 22 Haziran 2010 – Alkumru Barajı minibüsü takla attı; 14 yaralı

Aydınlar İlçesinde yapımı devam eden Alkumru Barajı'nda çalışan işçi minibüsü takla attı; 14 işçi yaralandı.

Batman - 21 Haziran 2010 - Baraj inşaatı çöktü: 2 ölü, 3 yaralı

Kozluk ilçesi yakınlarındaki Garzan Çay'ı üzerinde devam eden Garzan baraj inşaatındaçökme sonucu 2 çalışan öldü, 3 işçi de yaralandı.

Artvin - 15 Haziran 2010 - Demir iskele çöktü 1 ölü, 4 yaralı

Yusufeli ilçesinde Narlık köyü Akarsu Mevkisi'ndeki baraj viyadüğü yapımın demir iskelenin çökmesi sonucu 1 kişi öldü, 4 kişi yaralandı; birinin durumu ağır.

Artvin - 30 Mayıs 2010 - İşçileri taşıyan araçta 2 işçi öldü

Yusufeli ilçesinde Çoruh Nehri üzerindeki barajların yol inşaatlarında çalışan işçileri taşıyan kamyonetin kaza yapmasıyla Barhal Çayı’na uçan 2 kişi öldü; 3'ü ağır 6 kişi yaralandı. Kaybolan iki işçinin cesedi kaza yerine birkaç kilometre uzaklıkta bulundu.

Giresun – 22 Mayıs 2010 – Akköy 1 Barajı'nda 1 ölüm

Güce ilçesi Akköy-1 Barajı inşaatında hafriyat dökümünde heyelan nedeniyle aracın altında kalan gece vardiyası işçisi hayatını kaybetti.

Siirt – 5 Mayıs 2010 – Alkumru Barajı'nda 1 ölüm

Aydınlar İlçesi Botan Çayı üzerindeki Alkumru Barajı inşaat alanında meydana gelen kazada bir işçi yaşamını yitirirken iki kişi de yaralandı.

Giresun - 22 Mayıs 2010 - Kamyon içinde sıkışan işçi öldü

Güce ilçesi Tekkeköy köyünde şantiye sahasında, hafriyat boşaltıldığı esnada, yumuşak zeminli toprağın kaymasından dolayı 12 metrelik uçuruma devrilen aracın içindeki bir işçi sıkışarak can verdi.

Trabzon - 21 Nisan 2010 - HES inşaatında kaza: 1 ölü

Çaykara'da yapımı süren HES binasının inşaatında tahta iskeleden düşen işçi, tedavi gördüğü hastanede öldü.

Erzurum - 24 Mart 2010 - HES inşaatında 18 yaşındaki işçi öldü

Tortum ilçesinde Yerlitepe ve Yağcılar köyleri arasındaki HES inşaatında çalışan 18 yaşındaki işçi, kanal kazısı sırasında kayan toprağın altında kalarak hayatını kaybetti.

Antalya – 23 Mart 2010 – HES'te 1 ölüm

Dedegöl şirketinin sürdürdüğü Kürce HES inşaatında yaşanan kazada bir işçi öldü.

Gümüşhane - 14 Şubat 2010 - Baraj gölünde kaybolan iki işçinin cesetleri bulundu

Torul İlçesi'nde, Torul Baraj gölüne uçan araçtaki iki işçinin cesedine ulaşıldı.

Siirt - 8 Şubat 2010 - Alkumru Barajı'ndaki 2 işçi yaralandı

Limak grubuna ait Siirt'te inşaat çalışmaları devam eden Alkumru Barajı'nda havuzda kalıp işi yapan iki işçi 10 metre yükseklikten düşerek ağır yaralandı.

Bilecik – 15 Ocak 2010 – HES'te kaza: 7 işçi yaralandı

Bilecik`in Gölpazarı ilçesinde Küçük Yenice köyünden geçen Sakarya nehri üzerinde yapılan HES inşaatında kalıp çökmesi sonucu 2'si ağır 7 işçi yaralandı.

Aydın – 15 Ocak 2010 – Çine HES'te 1 ölüm

Çine HES Barajı inşaasını yürütmekte olan Özkar İnşaat’tın şantiyesinde tedbirsizlik sonucu meydana gelen kazada bir işçi hayatını kaybederken, üç işçi de ağır şekilde yaralandı.

Kocaeli - 25 Aralık 2009 - Göçük altında kalan işçilerden biri öldü

Gebze´nin Beylikbağı Mahallesi´ndeki Korkak Deresi´nde yapılan ıslah çalışmaları sırasında meydana gelen toprak kayması sonucu 6 işçinin üzerine beton ve tahta kalıplar düştü; 4 işçi göçük altında kalırken işçilerden 19 yaşındaki Bülent Yılmaz hayatını kaybetti. Yılmaz'ın cesedi itfaiye ekipleri tarafından kalıpların arasından çıkarılarak hastane morguna götürüldü.

Sinop – 26 Kasım 2009 – 24 yaşındaki işçi göçük altında öldü

Karapınar köyü Kayalık mevkisinde HES inşaatında çalışan 24 yaşındaki işçi, çalıştığı kanalda göçük meydana gelmesiyle öldü.

Kocaeli – 16 Kasım 2009 - 2'si ağır 18 işçi yaralandı

Kandıra ilçesinde Belen Suyu projesinde çalışan işçilerin kamyonunun devrilmesi sonucu 2'si ağır 18 işçi yaralandı.

Şırnak – 2 Kasım 2009 - Baraj inşaatı kamyonu dereye uçtu, 1 işçi öldü

Türkiye-Irak sınırındaki Siyahkaya baraj inşaatının kamyonunun Hezil Çayı'na devrilmesi sonucu 1 işçi öldü, 1 işçi yaralandı.

Karaman – 14 Ekim 2009 - Ermenek Barajı'nda 1 Ölüm

Ermenek ilçesinde yapımı bitme aşamasına gelen Ermenek Barajı'nda bir işçi 15 metre yüksekten düşerek hayatını kaybetti.

Siirt - 18 Eylül 2009 - Limak Holding barajında patlama: 1 işçi öldü 3 işçi yaralandı

Botan vadisinde yapılan Alkumru barajında gece geç saatlerde yaşanan patlama sonucu 1 işçi hayatını kaybederken, 1’i ağır 3 işçi yaralandı. Gece vardiyasında barajın temelinde beton dökme çalışmaları esnasında betonun boşaltıldığı göbeğin patlaması sonucu 4 işçi, beton ve kalıp yığınının içinde sıkıştı.

Karabük - 12 Ağustos 2009 - Beton mikserine düşen işçi öldü

Yenice ilçesinde elektrik santralinde çalışan bir işçi beton mikserini temizlediği sırada mikserin çalışması sonucu içeride sıkışarak öldü.

Karaman - 8 Temmuz 2009 - Sondaj kuyusunda 1 işçi öldü

Burunoba köyünde DSİ sondaj kuyusunda çalışan işçi elektrik akımına kapılarak öldü.

Adana – 30 Haziran 2009 - Üzerine kaya yuvarlanan işçi öldü

Feke-Saimbeyli yolunda 24 saat çalışmaların sürdüğü baraj inşaatının tünel bölümünde çalışan işçi

HES barajının inşaatında bir işçi, üzerine kaya parçası düşmesi sonucu öldü.

Giresun – 28 Haziran 2009 – Akköy 2 Barajında ölüm

Akköy 2 HES inşaatında yaşanan kazada bir işçi öldü.

Giresun – 27 Haziran 2009 – Dinamit deposun 3 işçi öldü, 2 işçi yaralandı

Güce ilçesinde Kolin İnşaat firmasınca Gelevera deresi üstünde yapımı sürdürülen Gökçebel Barajı şantiyesinin dinamit deposuna yıldırım düşmesi sonucu meydana gelen patlama ve heyelanda 1 mühendis ve 2 işçi hayatını kaybederken, 2 işçi de yaralandı.

Ordu – 19 Nisan 2009 – Baraj inşaatında 1 ölüm

Mesudiye ilçesinde devam eden Topçam Barajı inşaatında çalışan bir işçi iş makinesinin altında ezilerek öldü.

Mersin – 15 Ekim 2008 – Baraj yapımında 1 işçi öldü

Anamur ilçesi Dragon Çayı üzerinde devam eden HES inşaatında dozer operatörü işçi öldü.

Trabzon – 17 Mayıs 2008 - Bir ölüm daha

Maçka ilçesi Atasu beldesinde yapımı devam eden Atasu Barajı'nda dozer operatörü olarak çalışan işçi, iş makinesinin devrilmesi sonucu olay yerinde hayatını kaybetti.

Trabzon – 16 Mayıs 2008 - Baraj İnşaatında Kaza: 1 Ölü

Maçka ilçesine bağlı Atasu beldesinde yapımı süren Galyan Barajı inşaatında bir işçi, iş makinesinin 80 metre yükseklikten yuvarlanması sonucu hayatını kaybetti.

Amasya – 20 Nisan 2008 – İş makinesi kapılan işçi öldü

Taşova ilçesinde Ilıca köyünde Yeşilırmak üzerinde yapımı devam eden HES inşaatında bir işçi baraj inşaatının betonunu sularken sulama makinesinin şaftına kapılarak olay yerinde öldü.

Maraş – 20 Mart 2008 - Hidroelektrik santralde kaza: 4 ölü

Andırın ilçesindeki hidroelektrik santralin deneme çalışmaları sırasında Emirler köyü Değirmenüstü mevkiinde bulunan barajda meydana gelen kazada 4 işçi öldü.

Trabzon – 24 Kasım 2006 – Sarmaşık-1 HES'inde işçi ölümü

Hayrat ilçesi Taflancık Köyü'ndeki 'Sarmaşık-1' baraj inşaatında çalışan iş makinesi operatörü toprak kayması sonucu iş makinesinde can verdi.

Artvin – 18 Ekim 2006 – Borçka Barajı'nda 1 ölüm

Borçka Baraj inşaatını sürdüren bir inşaat firmasına ait silindir operatörü işçisi elektrik akımına kapılarak öldü.

İzmir – 8 Eylül 2006 – Beydağ Baraj inşaatında 1 ölü

Beydağ Barajı inşaat sahasındaki kum boşaltma platformu çökmesiyle 19 yaşındaki işçi boşluğa düşerek öldü; 4 işçi ağır yaralandı.

Yusuf Yavuz
Odatv.com


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP EmptyPtsi Şub. 14, 2011 3:45 pm

GÜZEL ÖLÜMLERİN BOL OLSUN ÖMER




İngilizce kursuna zaman ayıramıyor musunuz? Tıklayın!


13.02.2011 14:51

Karakter boyutu :

--------------------------------------------------------------------------------

Şili’de yerin yaklaşık 500 metre altında kalan işçiler, Şili yönetimi tarafından kurtarıldığında, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer, “Bizde patlama oldu, göçük olsaydı üç günde çıkartırdık,” demişti.

Bir bakıma Şili yönetimini “beceriksizlikle” suçlamıştı.

Buyurun sayın bakan; Kahramanmaraş’ın Afşin İlçesi’nde, Türkiye’nin en büyük termik santrali olan Afşin-Elbistan Linyitleri (AEL) Termik Santrali’nin açık işletme sahasında göçük meydana geldi mi, geldi.

Patlama mıydı? Hayır.

Dokuz işçi toprak altında kaldı. Başlarda kaç işçinin toprak altında kaldığı bile bilinmiyordu. “Kelle” sayımı sonucu dokuz kişinin toprak altında kaldığı öğrenildi.

Üç değil beş gün geçti Sn. Bakan...

Şili’de olsa çıkarılmamışlardı henüz belki, ama en azından yerleri saptanmış ve “kurtaracağız” mesajı gönderilmişti.

Onlar da devletlerine o kadar güveniyorlardı ki, aşağıda sakal traşı olup, yeni elbiseleriyle, sabah işe gider gibi yerin altından çıkmışlardı.

Zonguldak’taki patlama sonrası ikisi yerin altından aylar sonra çıkarılan 19 işçi için “güzel öldüler” demiştin Ömer...

Sonra da çıkıp, “Şili’deki göçük bizde olsa üç günde kurtarırdık,” demiştin.

Al sana göçük... Artık yaşamlarından da ümit kesilmiş 9 işçi için neden bir Şilili gibi davranmadığını göster Ömer...

Büyük bir ihtimalle onlar da güzel öldüler. Kimlikleri ceplerindedir, zorluk çıkarmadan kimliklerini sana teslim edeceklerdir.

Ama sormadan da edemiyor insan: Ne oldu üç gün içinde kurtarma hikayesi Ömer?

Cep telefonuyla hiçbirinizi aramadığı için işçilere de kızma Sn. Bakan, büyük bir olasılıkla “güzel ölümün” tadını çıkarıyorlardır.

Büyük bir olasılıkla “yerlerini saptayamadık, o yüzden de kurtaramadık,” diyeceksin. Şili’de yerleri saptanmıştı, diyerek savunacaksın kendini.

Biz de “kuzu kuzu” yutacağız sözlerini.

De be Ömer, Şili nerde biz neredeyiz diyiver de kurtul. Göçük bekliyordun o da başına geldi işte. Üç günde değil üç haftada bile kurtaramayacağını söyleyiver de kurtul.

“Güzel ölümlerin” bol olsun da Ömer, ölenlere de yazık. Kimse “güzel ölmek” istemiyorsa ne yapacaksın Sn. Bakan?

Taner Yıldız yine bekliyor mu göçüğün başında, “en son işçi çıkana kadar buradayım,” diyerek.

Bak, o bile sattı seni Ömer.

Arama kurtarma çalışmalarına ara verilmiş Ömer, çevredeki çatlaklar yüzünden.

Sen de artık biliyorsun değil mi, kurtulan olmayacak...



Mümtaz İdil

Odatv.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP EmptyPtsi Şub. 14, 2011 5:20 pm

Maraş'ta gerçekleşen felaketin eşi benzeri yok.

AKP döneminde bela ve musibet yağıyor.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP EmptyPerş. Şub. 17, 2011 10:59 am

Batman'da Doğalgaz üretim tesisinde patlama: 3 ölü.

Mürted münafık faturası kabarıyor.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP Empty
MesajKonu: BU İŞ SENİ AŞAR   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP EmptyCuma Şub. 25, 2011 12:37 pm

Mahpushanelere güneş doğmuyor

Adalet Bakanı'na bir önerim var: Gelin, en insani bulduğunuz bir F tipi cezaevinde, sadece bir hafta, birlikte kalalım.
25 ubat 2011, 12:36
Anadolu Haber

SIRRI SÜREYYA ÖNDER
Adalet Bakanı Sadullah Ergin, bir mektup eşliğinde 3 adet broşür göndermiş.
Muhtemelen tüm köşe yazarlarına da gönderilmiş olmalı.
Mektuptan bir bölüm şöyle:
“Kamuoyuna yansıyan kimi tartışmalar izlendiğinde, güven veren bir yargılama sistemi amacıyla yapılan reform çalışmalarının, kamuoyuna aktarılması konusunda, kimi eksiklerin olduğu gözlenmektedir. Bu bilgi eksikliğini gidermek amacıyla Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanmış olan ‘Yargı Reformu Strateji Belgesi’,‘Adalet Bakanlığı Stratejik Planı’na ilişkin iki belgeyi ve bu belgelerin özetini, bu kapsamda yapılanları ve yapılacakları içeren ‘Yargı Reformunun Neresindeyiz?’ broşürünü sizlerle paylaşmak istedim”.
Ahir ömrümde, devlet benimle ilk defa belgelerini paylaşıyor. Adalet sistemiyle hep ceza paylaşmış, bu paylaşmadan da hep zararlı çıkmış birisi olarak hislenmedim dersem yalan olur.

Adalet Bakanı’na cevabımdır
Sayın Bakan,
Masamın üzeri, ülkenin neredeyse tüm mahpushanelerinden gelen mektuplarla dolu.
İstisnasız tümü, hükümlü ve tutuklulara yapılan ‘hak gaspları’yla alakalı.
Öncelikle, F tipi olarak adlandırılan, şimdilerde ‘kampüs’ gibi saçma sapan bir isme evrilerek alfabenin tüm harfleriyle çeşitlendirilen cezaevlerinizin tümünü gayri insani bulduğumu bilmenizi isterim.
Bu benim ideolojik, sübjektif bir değerlendirmem değildir. Temel ölçüm ‘Evrensel İnsan Hakları’ ve kabul edilmiş uluslararası standartlardır.
Başlarına fazladan bir iş gelmeyeceğini bilsem, bu mektupların tümünü size göndermek isterdim.
Şaka yapmıyorum, tam şu anda 3 mektup daha geldi. Tekirdağ F Tipi’nden Nedim Öztürk, Bakırköy kapalıdan Aysun Akdağ, Kandıra F Tipi’nden Hüsamettin Yavuz göndermişler.
Sadece isimlerini yazsam, haftanın 7 günü yetmez.
Sayın Bakan,
Broşürlerinizi okudum. İçerik olarak yetersiz, baskı kalitesi olarak fuzuli bir israf...
İlgililere söyleyiniz; bu, mesela sadece Başbakan’a sunulabilir. Çünkü pahalı ve gereksiz bir fiyakadan ibaret olan bu çalışma, sadece satır başları ve özetlerden ibaret. Madem kamuoyu yaratmaya ve ‘bilgi eksikliğini’ gidermeye çalışıyorsunuz, bu yetmez, olmamış! Cezaevlerinden gelen tek bir mektup bile sizinkinden daha açıklayıcı. Şunu unutmayın: İyi reklam, kötü malı tez batırır!
Sayın Bakan, size bir teklifim var.
Nasıl ki Enerji Bakanı kömür madenlerini ziyaret edip, ocaklara iniyor. Nasıl ki Milli Eğitim Bakanı, “O dilini kopartırım senin” tehditlerinden fırsat kaldığında okulları ziyaret edip, sınıflara giriyor. Gelin siz ve ben, en insani bulduğunuz bir F tipi cezaevinde, sadece bir hafta, birlikte kalalım. Medyadan istediğiniz insanları da davet edelim. İnsan hakları temsilcilerinden de bir iki kişi alalım. Dünyanın en iyi PR çalışması olur. Bu kadar fuzuli katalog ve posta masrafından da kurtulursunuz.
Böyle bir ‘tetkik ve inceleme’ gezisine varsanız, ben dengimi şimdiden hazırlayayım.
Kıdemli bir mahpus olarak size mihmandarlık etmekten büyük onur duyacağımı bilmenizi isterim.
Tek bir şartım var: Diğer mahkûmlara nasıl davranılıyorsa bize de öyle davranacaklar.
Diyelim ki size kıymadılar; o zaman da size nasıl davranılıyorsa diğer mahkûmlara, aynı şekilde davranacaklar. “Uzun ve soğuk gecelerde ne yaparız? İnsani her şey yasak” diye dert etmeyin.
Ben size ‘hayata dönüş’ operasyonlarını anlatırım. Açlık grevi denemeleri bile yaparız, çağımız empati çağı değil mi? Bu tetkik ve inceleme gezisinin sonunda, iki şey olacaktır.
Birincisi, oradan çıkınca, insan hakkı, protokol, seçim kaygısı vb demeden birkaç tosunu şamarlamak isteyeceksiniz.
İkincisi, istifa etmek isteyeceksiniz...
Düzeltemezsiniz çünkü... Sizi aşan bir ABD projesidir cezaevleri çünkü.
Haa bir de ‘yargı faaliyetleri’ meselesi var broşürde.
Eh onu da Cemil Çiçek’le konuşun. O benden iyi bilir.
Şimdiden hayırlı tahliyeler.
Mühim not: Umarım, beni tek göndermezsiniz!

Radikal

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

HALK ve HAK DÜŞMANI AKP Empty
MesajKonu: Geri: HALK ve HAK DÜŞMANI AKP   HALK ve HAK DÜŞMANI AKP EmptyCuma Şub. 25, 2011 12:43 pm

Evet, F Tipi ABD projesidir.

Adalet Bakanı da ancak ABDnin istediği kadar ve yönde adalete bakabilir. ABDden yetkililer getirip, buda hakim ve savcılara ders verdirtebilir. Bushun emrettiği şekilde Ergenekon operasyonu yaptırabilir. ABDnin kurguladığı Telegram işkencesini gizler, devamını sağlar. Kuamdan'ı Telegramla yok etme, tesirsiz kılma emrini hakkıyla uygular.

Ama diğer işler Adalet Bakanı'nı aşar.

Adalet Bakanı ne, AKPyi aşar.

Aşma beyanını, zamanında Kumandana Amerikanın emriyle işkence yaptıran Abdulkadir Aksudan hatırlıyoruz.

Aksu açıkça itiraf etmişti: Bu iş beni aşar!

"Aşmanın cima manasına anzaran ona hak veriyorum!" dedişti, Adıbelli olan.

Evet, bu işler Adalet Bakanı'nı da RTE'yi de, Gül'ü de aşar...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
HALK ve HAK DÜŞMANI AKP
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 5 sayfasıSayfaya git : 1, 2, 3, 4, 5  Sonraki

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
AKINCILAR :: UMUMİ :: Siyaset :: AKP-
Buraya geçin: