[color:ab66=red][size=18]
Değişim
[/size]
[/color]
Cüneyt Güven
Toplumlar için büyük tehlike geçiş dönemlerinde dengeyi kaybetmektir. Değişmemekte ve statik kalmakta direnen memleketler kadar dengeyi kaybedenlerde tarihin harabelerine gömülmüşlerdir.
Değişimi algılamak ve uyum sağlamak tarihin her döneminde istisnasız bütün toplumsal yapılarda sıkıntılı ve sancılı olmuştur. İnsanların yerleşik düzeni ve alışkanlıklarını terk edebilmesi zor bir süreçtir.Çoğu zaman kanlı çatışmalara ve sosyal alt-üst oluşlara bile yol açmıştır.
Bu normal midir?
Teorik düzeyde bakarsak ‘’hayır,, dememiz gerekebilir.Çünkü zaman akmaktadır.Beşeri olan hiçbir şey eskisi gibi kalmamaktadır.İnsan yaşlanmakta , eşya eskimekte , bilimsel gelişmeler inanılmaz bir hızla ilerlemekte ve hayatımıza yön verir hale gelmektedir.
Dünün doğruları bugünün yanlışları, dünün yanlışları bugünün doğruları haline gelebilmektedir.
Bilimsel gelişmeler bizi kimi zaman sınırlamakta, kimi zamansa sınır kavramını yok edecek şekilde önümüzü açmaktadır.
Ticaretin gelişmesi ile birlikte farklı toplum ve kültür yapılarıyla karşılaşılması kültürel yapımıza yeni alışkanlıklar ve davranış kalıplarının eklemlenmesini kaçınılmaz hale getirmektedir.
Dünyadaki siyasi atmosferin değişmesi yerleşik bütün yapıları sarsmakta ve reform, restorasyon gibi olguları rutin hale getirmektedir.
Şunu tespit etmek lazım. Değişim talepleri düz bir çizgi izlemez. Zig-zag lar çizerek, iniş-çıkışlar yaşayarak hayatımızdaki yerini alır.
Buradan bakarak kabaca şu sonucu çıkartabiliriz; Değişim doğal bir olgudur, insanidir. Dolayısıyla buna itiraz etmek yersiz ve gereksizdir. Sonuç almakta imkânsızdır.
Ama pratikte işler maalesef böyle yürümüyor…
Değişim , reform , ıslahat gibi olgular istisnasız bütün coğrafyalarda ve toplumlarda reaksiyonla karşılaşmıştır.Çünkü bu yerleşik düzenin değişimi yönünde bir taleptir.Ekonomik , siyasi ve kültürel itirazları ve talepleri vardır.
Bizim gibi toplumlarda daha şiddetli olmakla birlikte , dünyadaki bütün sosyal yapılarda mevcut olan devleti kutsayan , geleneği sorgulanamaz kabul eden ve ideolojiyi ‘din’ leştiren bir yapıda sorunun aşılması çatışmasız imkansız hale gelmektedir.
Tabii bunun arka planında görünen ya da görünmeyen pek çok sebep yatmaktadır. Kısaca en temel dört unsura bir göz gezdirelim ;
1-Ekonomik rant’ın dağılımı gerek küresel gerekse bölgesel ve yerel ölçekte ele alısak tam bir felakettir.Bu öyle bir felakettir ki insanlık feodal zamanlarda bile bu kadar tahakküm ve zulüm görmemiştir.Adına küresel sermaye denen kimliksiz , kişiliksiz hiçbir kutsalı ve değeri olmayan yapı statüko’yu muhafaza etmek adına insanlığa savaş açmıştır.İnsanlık bu ucubenin elinde esirdir.Bu küresel derebeyler ve bunların yerel uzantıları ayrıcalıklı sınıflar ve ‘’kast,,lar oluşturarak düzenlerini sürdürmek istemektedirler.Bütün ‘’izm,,ler bu yapının cephaneliklerindeki birer mermidir.
İşte değişim talebinin en şiddetli olduğu alan burasıdır.Talep halktan gelmektedir.Talebe muhatap olan ayrıcalıklı sınıflar , ‘’soy,, lar , bürokratik ‘’kast,, lar ve bunların kemik yalayıcılığını üslenmiş olan halkın içindeki küçük bir kitle değişimi talep eden halka karşı can siperane savaşmaktadır.
2- Siyasi ve ideolojik talepler genel hatlarıyla ekonomik sebeplerle ilgilidir.İnsanlık tarihinde ‘’kimin yöneteceği,, her zaman sorun olmuştur.Tabii bu elitler arası bir sorundur.Halk bu sorunun sadece her halukarda ezilen tarafıdır.İnsan yapısı itibarıyla güce karşı her zaman zaaf gösterir.Sebebi basit güç , hegemonya ve para demektir.
Siyasi olarak egemen olan elitler ideolojik kısırlığa saptıkları ölçüde toplumsal ve kültürel dokuyu tahrip ederler.Gücün simgesi olan bürokrasi çok küçük bir elit’in malıdır.Para zaten onlarındır.
Buradaki değişim talebi halkla birlikte bazı elitlerin koalisyonu şekilde gelişir..Bu sefer ekonomik taleplerle birlikte bürokratik , siyasi , kültürel ve dini talepleri vardır.Değişim talebini kanlı bir şekilde gerçekleştirildiği yada bastırıldığı alan burasıdır.
3- Kültürel karşılaşmalarda sancılı alanlardan biridir. Kültürler arası iletişim ve etkileşim tarihin her döneminde olmuştur. Ancak günümüzde teknolojinin geldiği noktada öylesine hızlı ve sınırsız bir hal almıştır ki pek çok insanı ürkütmektedir. Yüzyılların hatta Binyılların derinliğinden süzülerek gelmiş geleneksel kalıplar, toplumsal norm’lar bir anda acımasızca eleştirilebilmekte ve alt-üst olabilmektedir.
Bu durumda doğal olarak değişime ve yeni olana karşı insanlar savunma ve direnme şeklinde tepki göstermektedirler. Bu noktada dengeli ve sağduyulu olmak zorundayız.
Cevdet Paşa’nın dediği gibi;
'Toplumlar için büyük tehlike geçiş dönemlerinde dengeyi kaybetmektir. Değişmemekte ve statik kalmakta direnen memleketler kadar dengeyi kaybedenlerde tarihin harabelerine gömülmüşlerdir.”
Bu noktada değişim talebi bazen devletten bazen de milletten gelmektedir. Her halükarda çatışma söz konusudur.Sarıktan fes’e , fes’ten şapkaya giden süreç tipik bir örnektir.
4- Dini talepler ve dini alanın kontrolü meselesi herhalde dünyadaki en kadim bir iki meseleden biridir.Batıda kilise despotizmi , Doğuda ise Sünni saltanat ve şii imamet ideolojisi şeklinde formüle edilen dini alanı resmileştirme ve devletleştirme problemi hala aşılabilmiş değildir.Aşılamadığı gibi bu sorun büyümüş , karmaşıklaşmış ve dinin özünü tahrip eden bir hal almıştır.
Buradaki sorunun derinleşmesindeki en büyük sebep pragmatik tutumdur.Emevi döneminde başlayan ve istisnasız bütün İslami yapılarda sürdürülen bir hastalık halini almıştır.Böylece ortaya Devlet İslamı ve Halk İslamı gibi iki kavram çıkmıştır.Sorun da burada düğümlenmektedir.Her ikisi de Kur’an’ı merkeze alan ve Hz.Muhammed ‘in gözünden okuyan , kulaklarından dinleyen ve dilinden söylenen din olmaması.Devlet dini nasıl kimliksizleştirmişse aynı şekilde halk da kontrolsüz bir biçimde kişiliksizleştirmiştir.
Burada maalesef denge bozulmuştur.Elbette değişim talebi vardır.Buradaki talep biraz karmaşıktır.Hem devlet hem de halktan talep gelmektedir.Ayrıca pek çok irili ufaklı cemaat , gurup vs. çeşitli gerekçelerle değişim talebinde bulunmaktadır.Yani kısaca değişim ve talep karmaşası vardır.
Devlet Roma döneminde olduğu gibi kendi Tanrılarını dinin içine taşımak istemekte , halk kendi yerel inanışlarını ve değerlerini akideye aldırmadan dinleştirmekte ve çok çeşitli guruplar bazen mezhepçilik , bazen de gurupsal ya da kişisel fanatizmle taleplerde bulunmaktadır.İnşallah bu fetret dönemini aşarak sağlıklı bir ‘’tekamül,, dönemine kavuşuruz.
Bir millet kendini değiştirmedikçe ,Allah’ta onların halini değiştirmez.Allah her şeyi işitiyor , her şeyi biliyor; bundan hiç şüpheniz olmasın. ( ENFAL 53)
Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizin yaptığı işler yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder. ( ŞURA-30)
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz : değişim insanı kuşatan bütün alanları ilgilendiren bir olgudur.Bu süreç nasıl ki kaçınılmaz olarak kendi mecraında ilerlerse aynı şekilde kaçınılmaz olarak ta tepki ve dirençle karşılaşır.Reaksiyonun sebeplerini kabaca sıraladık.
Önemli olan bu tip süreçleri akılla ve olgunlukla sağduyulu olarak yönetmektir.
Ayrıca her değişimin olumlu olduğu ya da bu yöndeki her talebin haklı ve meşru olduğu hatasına asla düşmemeliyiz. Değişim nasıl ki bir realiteyse bunu kutsamakta, bu realiteye o kadar ters bir tutumdur.Yoksa birçok despot’u zalim’i ve sömürü düzenlerini savunmak durumuna düşeriz ki bu insanın kendini inkar etmesi demektir.
Özellikle son yüzyıldır tek tipleştirilmiş insanlar , ideolojik cenderelerde mankurtlaştırılmış nesiller ‘’bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak,, gibi ölümcül bir hastalığın pençesinde kıvranmaktadır.
Dolayısıyla bırakın değişimi talep eden ve yön veren olmayı , yeni olana karşı kör bir düşmanlıkla takınılan tutum toplumları kilitlemekte ve sorunlarını aşamaz bir halde bir kısır döngüye hapsetmektedir.
İşte tam bu noktada;
Emredileni yapan değil ,
Sorgulayıp doğruya uyan ve talep eden…
Konulduğu her kabın şeklini alan su gibi yada her rüzgarda savrulan bir yaprak gibi değil,
Fırat ve Dicle gibi gürül gürül akan , Söğütteki , Bursa’daki , Edirnedeki , İstanbuldaki çınarlar gibi onurlu tutunan hayata…
Ebu Cehilleşmeyi , Ebu Lehebleşmeyi haysiyetsizce sindiren değil,
Bedirdeki gibi itiraz edip meydan okuyan…
Değişimin sahibi olan, yönsüz değil yön veren…
Hayata Hira’dan bakan…
Hakk’ı her şartta tutup kaldıran insanlar olmak ve yetiştirmek dileğiyle…
Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaadde bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.
(NUR-55 )
Saygılar, sevgiler..