[img]
http://farm1.static.flickr.com/164/391446012_7edf37bb58.jpg[/img]HİKAYE
Öner OCAK
[color:5c0b=red] KOPAN
[/color]
Sonbaharın ortalarındaydı. Yeryüzü, ressamın fırçasındaki açık sarı ile buluşuyor, kaynaşıyordu. Sokaklarda birkaç insan yavrusu koşturup duruyor; semayı kaplayan bulut tabakası akşamı hatırlatıyordu. Bu mevsimde insanlar yalnızdı, bu mevsimde ölüm; düşünülen, yalnızlık, sevilendi.
O, kimsesiz bahçelerin birinde üç-beş arkadaşı ile birlikte bir çınar ağacındaydı.
Artık her şeyin geldiği gibi, onun da sırası gelmişti gitmek için. Arkadaşları, bu hafif esintiye dayanamayıp, kendilerini aşağı bıraktılar.
Usulca süzülerek, yerdeki sarı örtüye karıştılar, şimdi ağaçta bir tek o kalmıştı. Eski hatıralar dirilmeye, onu, hatırladığı ilk zamana götürmeye başladılar. O hatıralar, hangi sebeple yaşanmıştı, böyle sararıp, solunca ve yaşlanınca hatırlanmak için mi?
“Hayır, bu kadar basit olamaz” diye düşündü. Biliyordu, birazdan ölümün uçsuz dehlizinde bir yolculuk yapacak ve sonunda ölümle buluşacaktı.
Peki ya ne konuşacaktı onunla. Ona ne söyleyecekti. Ölüm, onun hayatından ne bekliyordu yahut hayattan anladıklarını mı istiyordu. Hic kimsenin canını yakmamıştı. İşte bu yüzden ölüme karşı huzurluydu. Birden bire bir şey daha düşündü. Bu onun huzur perdesindeki rengin kokuyla boyanmasına neden oldu. Canı yananlara ve onların canını yakanlara karışmadığı için korktu. Belki bu yüzden ölüm onun canını yakabilirdi ve kim bilir ne kadar yakacaktı.
Bütün canı yananları hatırlamaya onların sessiz çığlıklarını okumaya başladı geçmiş zaman defterinden.
Bir keresinde, arkadaşlarından biri mukaddes bir kıymete malik olan bir şeyini, birkaç böceğin kemirmeye başladığını ve bu yüzden acı çektiğini söylemiş ve kendisinden yardım istemişti.
Bir defasında da bir başka arkadaşının sabit ve mücerret bir şey, cebren yerinden oynatılmaya kalkışılmış, bu arkadaşının da canı yanmış ve kendisinden yardım istemişti
Kim bilir, uzaklarda yahut benzerinin yaşadığı yerlerde, yardım istemeyen lakin yardım edilmesi gereken daha kimler vardı. Fakat O, kimseye yardım etmemiş, her hadiseye vakarla mukabele etmişti.
İnanarak yaşamıştı. Lakin, inanarak yaşamak, çığlık seslerini duymamaya ve ona müdahale etmemeye sebep miydi? Artık, insan bile, seziyordu ki: ölüm, bu nedenle ona kızacak ve onun canını yakacaktı. Çünkü, sadece inanarak yaşamıştı, hiçbir fikir üretmemiş, üretilen hiçbir fikri hiçbir zaman hadise haline dönüştürmemişti. Geçmiş zaman defterinde, en cesur sayfayı boş bıraktığı düşünüldü. O boş sayfaya yalnızca bir başlık atmıştı: AKSİYON yazıyordu lakin boş bırakmıştı ve doldurması artık çok zordu. Ölüm bu boş sayfaya ne diyecekti acaba? Muhakkak kızacak hatta bir ceza bile verebilecekti. Pişmandı, çok pişmandı.
Birden, uzaklardan boğuk bir çığlık duydu. Onu imdada çağırmıyordu ama imdat gerektiriyordu. Uzaklardan birinin canı ve mukaddes bir şeyi bıçaklanıyordu.
Aklına boş bıraktığı sayfa geldi. Orasını, bu çığlığa yardım ederek birkaç satır dahi olsa giderebilirdi.
Rüzgar biraz daha hızlandı. Karar vermişti artık, kendini rüzgara bırakıp, o çığlığa doğru gidecek ve ona yardım edecekti.
Ansızın, kendini, tuttuğu daldan bıraktı. Rüzgarla birlikte usulca gidiyordu. Biraz daha süzüldü ve nihayet o da yerdeki ki sarı örtüye karıştı. Birkaç mısra bile olsa doldurmayı düşündüğü sayfa boş kaldı.
…hüviyetsiz bir yapraktı.