KİTAP TANITIM
TANRI KULUNDAN DİLEKLERİM
Necip Fazıl
“Fikir”
“Üstad’ın kurtarıcım mürşidim yegane tutanağım dediği Esseyyid Abdülhakim Arvasi Hazretlerinden dinlediği sözleri fikri bir çerçeve içerisinde meydana getirdiği bir eseridir. Sizler Üstad’ın “Tanrı kulu” dediğine bakmayın Üstad’ın tanrı kulu dediği aslında Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde yetişmiş nadide kişilerden bir şahsiyettir. O bir tanrı kulunun ötesinde bir şahsiyet. Aslında O bir manzur-u pıran’ı kiram yani keremli pirlerin nazarında görünen bir Allah dostudur. Yani Esseyyid Abdulhakim Arvasi’dir… Bizler bu yazımızın çerçevesinde sizlere elimizden geldiğimiz kadar Üstad’ın bu fikri eserini tanıtmaya ve yorumlamaya çalışacağız. Bizler şahsiyet olarak belki Üstad gibi düşünemeye biliriz. Fakat şundan şüpheniz olmasın, bizler Üstad’ın maneviyat öğrencileriyiz… Bunu böyle bilin ve bizlere o gözle bakın.
ONU NASIL TANIDIM:
Üstad’ın keramet çapındaki ve hayatının dönüm noktasına gelin beraber bir göz atalım.
Tam 30 yaşındaydım… Yedi yaşından beri, çok defa yatağıma yüzükoyun uzanıp bir mum ışığında, okuduğum kitaplar, içinde uçsuz bucaksız bir sahife… Bu uçsuz bucaksız sahife, kıvrım kıvrım yanmış kül olmuştu. Yalnız bir tarafında, ateşin çepeçevre sardığı yanmamış bir parça vardı: İslam tasavvufuna ait bir kitaptan şu satırları yeni bir şekle sokmuştum:
“Bir irşad ediciye varmadan olmaz! Yollara düş, bucak bucak ara ve irşad edicini bul:
Genç adam, dere, tepe düz, o şehir senin bu köy benim yıllarca araştırdı durdu:
Kırdığı her cevizin içi bomboş…
Nihayet bir gün, bir dağ başında, koyunları otlatan bir çoban gördü. Kuzguni siyah bir zenci…
-“Beni irşad edecek birini arıyorum” dedi. Arıyor ve bulamıyorum. Bana yol göster!
Zenci ufukların etrafında gövdesi ve gözleriyle çepeçevre bir daire çizdikten sonra genç adam döndü, mırıldandı:
-Dört bir istikameti kokladım! Seni benden başka irşad edebilecek kimse yok! İrşad edecin benim!
Ve genç adam zenci çobana kapılandı… Ve erdi…”
Bir irşad ediciye varmadan olmaz. Yollara düş bucak bucak ara ve irşad edici bul! Seni kim irşad edecek? Mucize iklimlerinin irşad edicilerini bu asırda bulmak!...
Zifiri karanlıkta bir akşam, iki sıra ağaç arasından evime doğru, yerden kalkmaz bir çuval gibi vücudumu sürüklerken, yol ortasına bir gölge gördüm. Gölge, sanki kafamın dört duvar arasındaki yankıları duymuştu. Bir ağaca yaslandım ve içinde karanlığın yiv yiv helozonlaştığı gözlerle beni tarttı.
Her an bir mucize bekliyordum; şaşırmadım, her şeyi olağan buldum, haykırdım:
-Kimsin sen? Söyle!
-Gramofon plağı cızırtısına benzer müthiş bir fısıltı:
-İrşad edicinin habercisi
-Ne diyorsun? Masal dünyasında mıyız?
Bu zamanda bir irşad edici?
-Her zamanda bir irşad edici var!
Gökte bir yıldız düşerken, muradını kestirebilen bir kavrayış acelesiyle atıldım:
-Çabuk yerini yurdunu, adını şanını bildir!
-İlle bir tarif mi istiyorsun? İlle bir tarif istiyorum!
Sigara kağıdından daha ince bir kamış gibi içi ses ve nefes dolu bir gölge, büküldü şıçradı; biraz ileride karanlığın dipsiz kuyusunu çemberleyen sokak ağzına daldı ve yine müthiş fısıltısını koyuverdi.
-“Sır vermeze” git! “Tesbihçiler” den geç! Sağa sap “Kapalı camii” sokağına git! Yürü yürü! “Yıkıç Çeşme” nin karşısında “9” numara.
Göğe baktım; Bir yıldız düşüyordu.
Üstad’ın kayan yıldızdan anladığı neydi? Sakın günümüzdeki ne olduğu belirsiz kendilerine falcı denilen, Astronomici denilen kişilerin yıldızlarından Üstad’ın kayan yıldız sırrı dediği sır halen günümüzde sır olarak kalmaktadır. Bu sırrı anlayanlar da söyleyemez çünkü bu sırrı kavrayabilecek kapasitede insanların günümüzde çok az sayıda olduğunu gayet iyi biliyoruz.
Küçük bir sır verelim kayan yıldız sırrını sizlere gecenin bir yarısı kalkıp yatağımızdan perdeyi araladığımızda görmüş olduğumuz gökte ay ve yıldızlar göz kırparlarken duygu ve düşüncelerimizin en yoğunlaştığı bir anda kayan bir yıldıza gözleriniz çevrilecek. Gözlerinize mukabil anda kayan yıldızla beraber bir bilinmeyene yolculuğa çıkacaksınız ve yolculuğun sonunda sizde kayan yıldız sırrına ereceksiniz. Bu sırrı:
Bilen söylemez; söyleyen bilmez.
Günümüzün her şeyin karmaşa haline geldiği bu günlerde karmaşanın da karmaşanın da kelime üstü bir karmaşa haline geldiğini biliyoruz. Karmaşadan kurtulmanın yegane yolu en iyiye, en doğruya ve en güzele inanmak, doğrunun olmadığı yerde güzelin de olmayacağını adımız gibi bilmektir… İnandığımız her şey var, inanmadığımız hiçbir şey yok.
Necip Fazıl’ın bu kitabında eminim ki sizler bizlerden daha çok şeyler bulacaksınız. İnanmak, inanmak, kelimeler, kitap, ruhçuluk, ileri ve geri adam, mistik, ağaç, kitap b.b. Bir çok konu fikri bir şekilde zeytinyağının tavaya değilde gürleyen ırmağın istikamete hiçbirşeyi dinlemeden önüne gelen engelleri aşarak hedefe ulaştığı gibi akıcı bir kitap olduğu kadar düşündürücü ve fikir ötesi bir kitap Tanrı kulu, Tanrı kulu işin aslına bakarsanız Necip Fazıl bu kitabın ismini Hikmet Sahibinin Sözleri diye değiştirmeyi düşünüyordu ama herhalde ona ömrü müsaade etmedi
Doğru tekdir her şeyin bir merkezi olduğu gibi doğrununda bir merkezi vardır. Omerkez en doğrudur. En büyşük hürriyet ise en doğruya esir olmaktır. Üstad’da böyle yapmıştır. Abdulkadir Arvasi Hz. ‘ni tanıdıktan sonra doğruyu bulmuş ve bir yumak gibi büyümeye kendini adamıştır. Nitekim Arvasi Hz’i Necip Fazıl’a
-Usulümüze dikkat et: Muhitten merkeze doğru gitmiyoruz; yolumuz merkezden muhite doğru… dediğine bu kitapta rastlıyoruz.
İnanmaya inanır inanmaz, inanmanın da kime mahsus olduğuna hemen inanırsın!...
Aklın tek gayesi kendi hiçliğini görmesi ve o hiçliğe bir çerçeve çizmek ve o çerçeve içerisindeki en doğru ile birlikte hayatını devam ettirmektir. Kafalarında çekirdek büyüklüğü kadar olan bu çileyi fikirle, ilimle, düşünceyle sulamak, çekirdeği tohuma, tohumu da kökleri ve dalları ve gövdesiyle bir ağaca çevirmek kafalarında fikir çilesi bulunanların bu çile karşısında aksiyon sevdalılarının mücadelesi olacaktır.
Düşünceyi düşünmemeninde bir düşünme şekli olduğunu bu kitaptan öğreneceksiniz. Ve dedi Tanrıkulu:
Şu sözüme mim koy.
İleriye doğru göründüğü halde geriye, geriye doğru göründüğü halde ileriye giden yollar vardır. Bu yolları anlayabilmek içinde en ideal fikre sahip olmak gerekir. Fikirde neden niçin yok, nasıl vardır. Fikrin gerekliliğini gereği gibi kavrayan insanlar solmayan rengi, geçmeyen anı, solmayan çiçeği, eskimeyen yeniyi bulmuş insanlardır. Bu kitap bekleneniyle, bekleneniyle tamamen bizden bir fikir demetidir. Eminim ki sizlerde bu kitapta kendinizi bulacaksınız. Tavuk mu yumurtadan çıktı, yumurta mı tavuktan? Aynı sualin daha çetini var. İnsan mı kitaptan doğdu, kitap mı insandan?
Kitap okuyun, kitap!
Adem KAYA