7 BİN YILIN MEYDAN OKUMASI!
19.08.2011
http://www.ordumillet.com/Content.aspx?haberID=1446&B=7-bin-yilin-meydan-okumasiTürk Milleti, ona karşı sömürgeci güçlerin desteğiyle geçen yüzyılın başından beri bir çeşit iç savaş yürüten etnik bozguncu taşeron kafirin tertiplediği son saldırının bir dönüm noktası olduğunu anlamalıdır.
Ege, Akdeniz sahillerinde belirip, urlaşan, kolonileşmiş yerleşim bölgeleri gibi, halen düşman işgalinden kurtarılmayı bekleyen güneydoğu Anadolu topraklarının Hakkari bölümünde tertiplenen saldırı, bir topyekun hesaplaşma isteğidir. Yeniden Fetih Operasyonu'na alaycı bir çağrıdır. Meydan okumadır. Düşman, 12 askeri şehit ettiği son saldırısıyla, bir bakıma, çatal dilli propagandistlerinin hemen her saldırıdan sonra seslendirdiği üzere, "AB-D varken kılımıza dokunamazsınız; gücünüz bir-iki göstermelik bombardımandan fazlasını yapmaya yetmez; medya bizim denetimimizde, köşe yazarları milislerimiz, ajanlarımız olarak çalışıyor; hatta siyasi partiler, Meclis, sızıp yönlendirmediğimiz devlet kurumu yok; bir-iki gün bağırıp çağırırlar, sonra seslerini kısarlar; Sevri mutlaka kabul ettireceğiz!" demiş oluyor.
1- Bu hesaplaşma, öyle algılatılıp, zannolunduğunun tersine, kardeşin kardeşi boğazladığı bir savaş olmayıp, Sevrci parçalanmayı, barış ve kardeşlik edebiyatını kalkan gibi kullanarak kabul ettirmeye yeltenen işbirlikçi kalkışmanın, meşru müdafaa halindeki Türk Milleti tarafından, sokakta, medyada ve sıcak savaş sahalarında, tam bir ordu-millet tarzı ve disipliniyle uyum içinde seferber olunarak topyekun bastırılması harekatıdır.
Aksi iddia sahipleri, şimdiki etnikçilerin taşeron dedelerinin İstiklal Savaşı yıllarında hiç bozguncu kalkışmalarda bulunmadıklarına ya da çıkarılan ayaklanmaların ileri demokratik hak kullanımı cümlesinden bozgunculuklar olduğuna inanabilirler; fakat, İstiklal Savaşını yürüten devrimci önderliğin, o yıllardaki kalkışma teşebbüslerini, "Bu ayaklanmalar İngiltere, Yunanistan, kukla Istanbul hükümeti desteğiyle çıkarılmış iç cephe hainlikleri olsalar bile, demokratik hakların kullanılmasından ibarettir. Onlarla mücadele etmenin yolu, onlara boyun eğmek olabilir; çünkü askeri çözüm, çözümsüzlüktür, yoksa iç savaş çıkar, nemize lazım" deyip, taleplere boyun ederek bastırdığına, bağımsızlık savaşını böyle davranarak kazandığına inanmak için ortada hiç bir inandırıcı kanıt bulunmuyor. Tarihte, iç savaş çıkar korkusuyla verilmeyerek kazanılmış bir bağımsızlık savaşı mevcut değil
Nasıl ki geçen yüzyılın başındaki Kurtuluş Savaşı, taşeron Yunan kuvvetleri üzerinden, o vaktin baş sömürgeci gücü İngiltere'ye karşı verilmiş bir savaştı; Hakkari saldırısıyla davet olunduğumuz topyekun hesaplaşma döneminde de, aslında taşeron etnikçilik üzerinden esasen yabancı güç hakimiyetinin temize havale olunacağı bir mücadele verilecektir, verilmektedir.
İşbirlikçi kalkışmayı bastırma sürecinin adı iç savaş ise, haklı ve mecburi bir süreci böyle adlandırmanın mahzuru yoktur.
Dün Irak, bugün Libya ve Suriye yönetimlerini sömürgecilerce silahlandırılan işbirlikçilere silahla karşılık verdikleri için parçalanmaya açık iç savaşa sebep olmakla suçlayanlar, Türkiye'nin içinde bulunduğu fiili parçalanma haline, "iç savaşa sebep olunmayarak nasıl gelinmediğini" izah edemiyorlarsa, yazılarında ve konuşmalarında "Türkiye bölünüyor, Sevr gerçekleşiyor!" tespitinde bulunmaktan kendilerini men etmeli.
2- Dikkat edilmesi gereken husus; Türk Ordusunun, savaş alanlarında sivrilmiş seçkin mensupları, etnik parçalanma yanlısı unsurlarca, sırf Türk Milletini aşağılamak, moralini kırmak için Ergenekon Destanı adı verilen tertiple, rehin alınarak Silivri Toplama Kampına, Hasdal zindanlarına kapatılmadan evvel yenilgiye uğrattığı düşman, dağdakilerden, Irak'ın kuzeyinde yuvalananlardan ibaret değildir. Ruh gözenekleri, etnikçi propagandistlerin 30 yıldır ninni gibi okuduğu pkk hurafeleriyle tıkanıp dolmuş; çocukken, oturduğu park kanapelerinden, onu gideceği yere götüren otobüsün koltuklarına, okuduğu okul binasının camına çerçevesine kadar, "Tirk devletinin malıdır, ne kadar zarar versen o kadar iyi, kır, dök!" diye zarar vermeye telkin-teşvik olunarak büyütülmüş, 20-40 yaş arası, yeni yetme işbirlikçi kuşağı mevcut. İşte düşmanın en tehlikeli kuvveti, büyük devlet geleneği olan Türklere, Araplara, Farslara, büyük devlet geleneğine sahip milletler arasında yer almamaktan kaynaklanan ilkel bir eziklik, lüzumsuz bir kıskançlık duygusuyla düşman olup, bu duygunun tatmini uğruna, taşeronluğunu yapmayacağı, işbirliğine soyunmayacağı hiç bir Sevr projesi olmayan; arkasında AB-D oldukça işlediği her türlü haltın ömür boyu "taş atan çocuklar", "sevimli göstericiler" olarak yanlarına kar kalacağına inanan; canı bir parça yansa, uluslararası ajan kuruluşları, tıpkı Libya ve Suriye'de ki benzerleri gibi, mahallenin şımarık veledi rolünde, ustası olduğu o mağduriyet edebiyatıyla, "Bakın, bakın! Bana, silahsız sivil halka nasıl soykırım uyguluyorlar!" diye ayağa kaldırmayı iyi beceren bu son derece küstah ve bir o kadar da yaygaracı kuşaktır.
Öte yandan, 2. Cumhuriyetçi eğilimden de beslenmiş bu etnikçi laçka-toplumcu kuşağın yürüttüğü psikolojik-fiziki savaşa aynıyla karşılık vermesi gereken aynı yaştaki vatansever genç kuşağın belli bir bölümündeyse, yine 30 yıldır etnikçileştirip devşirme propagandasına maruz kalmaktan ötürü, etnik yaltaklanmayı içselleştirip, hayat tarzı haline getirmiş bir ruh hali hakimdir ki; çarşıda, pazarda, çalıştığı iş yerinde, kahvede, minibüste, laf açıldı mı, "Ah Biz Türkler az zulmetmedik! Çok etnik grup yok ettik, çok. Bizi bağışlayın, bize demokrasiyi öğretin, n'olur!" diye ezilip, büzülenler; hatta, "ezilenlerin hakkını savunmak uğruna ait olduğu Türk Milletini yerden yere vuran cesur aktivist, lafını sakınmayan cesur entellektüel, Türklüğün suçlarını romanlaştıran büyük yazar!" rolünü benimseyenler; işte etnikçi-uyuşturucu taciri, kirli, karanlık, kof tiplerin mağdur-kahramanlaştırıldığı, merkezi otorite düşmanlığının, soykırımcı canavar Türk fikrinin aşılandığı, vatan, vatanseverlik, devlet, tam bağımsızlık ve benzeri kavramların, bunlara ilişkin hislerin, senaryo içine serpiştirilmiş ince cümlelerle sinsice tahrip edildiği televizyon dizilerini, sinema filmlerini seyrederek, vatanseverlere koyu bir sansür uygularken, hemen her gün etnikçi teröristlerin çarşaf çarşaf demeçlerini, özel olarak çekilmiş fotoğraflarıyla beraber yayınlayan, onları rol-model olarak sunan propaganda bültenlerini Türk Gazetesi zannıyla okuyarak yetişmiş böyleleridir.
3- Bu etnikçi meydan okumayı, tanımadığı Lozan anlaşmasının yıldönümüne getirerek, 2002 yılının 24 Temmuzunda Nevada çöllerinde Bin Yılın Meydan Okuması adıyla Türk topraklarını işgal tatbikatı gerçekleştiren ABD'nin bu planından ayrı düşünmek yanıltıcı olur. Unutulmasın; etnik bozgunculukla mücadele, özünde yabancı istilayı vatan topraklarının dışına doğru temize havale etme mücadelesidir.
7 bin yıldır kök saldığı vatan toprakları üzerinde saldırıya uğrayan Türk milleti, etnik meydan okumaya, Yedi Bin Yılın Meydan Okumasıyla cevap veriyor.
Bütün vatan sathında; sokağa karşı sokak, silaha karşı silah.
OrduMillet