Uzun zaman oldu, tekrar yayında.
MEYDANLARA İNERKEN (1)
20.02.2011
Ordu kurumunun siyaset kurumuna müdahale etmesiyle, siyaset kurumunun ordu kurumuna müdahale etmesinin hem mantıken, hem siyaseten aynı anlama geldiğini ve esasen siyasi sürecin, bir kutbunda söz/diplomasi, diğer kutbunda silah/sıcak savaş bulunan, bölünmesi eşyanın tabiatına aykırı bir bütün olduğunu izaha gayret ettiğimiz "Konuşma"dan bir kaç gün sonra, enerjisi 17 Ocak 91 gecesi, Bağdat'a ilk Amerikan füzesinin düştüğü andan itibaren birikmeye başlayan, kaçınılmaz "dip dalgası"nın Tunus'tan Mısır'a, Cezayir'den Yemen'e, Ürdün'e, Bahreyn'e, geniş bir coğrafyada yüzeye vurmaya başladığı günlerde sabotaja uğrayarak kapatıldık.
Sadece Ordu-Millet tarzının Mısır toplumundaki temsilcilerinin değil, hareketlenmenin ilk gününden itibaren, sanki dip dalgasını Tunus'tan Mısır'a meydanlara vuran enerji, Irak'a yönelik ilk saldırıdan bugüne bölgede biriken o muazzam enerji yükü değilmiş, ülkenin önünde uzanan bir milli değişim yolu yokmuş ve yine sanki Doğu Avrupa ülkelerinde tezgahlanan türden ve de başarıya ulaşacağı şimdiden kesin, yoz-liberal değişim yoluna girilmiş gibi yayın yapan batılı propaganda makinesinin etkisiyle, zaman zaman Sorosçu sloganlar haykıran yoksul Mısırlıların bile, 11 Şubat Cuma gecesi, Mısır Silahlı Kuvvetleri Yüksek Konseyinin idareyi ele aldığı haberini duyar duymaz, "Eyvah! Mısır 10 yıl geriye gitti! Bu ayıpla yaşayamayız! Uygarlığın dışına düştük! Bu ordu hemen dağıtılsın, özelleştirilsin! diye bağırmak yerine, ellerinde Mısır bayrakları, Ordu lehinde sevinç gösterilerinde bulunup, Amerika aleyhinde sloganlar atarak, "bu dalganın Türkiye'de ki meydanları ne zaman vuracağı korkusu"yla tedirgin olan liberal çapulculara Tahrir Meydanı'ndan nasıl dillerini çıkardıkları görülecek olursa, kapatılma tesadüfünü yeterince ilginç bulmamak haksızlık olur.
Ayrıntılarıyla uzun uzun hikaye etmek lüzumsuz; yoklama maksatlı bir ileri demokrasi uygulaması olmasından kuvvetle şüphelendiğimiz yaklaşık üç haftalık bir aradan sonra, konuşma imkanını, "şimdilik" diye ihtiyat payı bırakarak söyleyelim, bir başka alan üzerinden tekrar elde etmiş bulunuyoruz.
OrduMillet
(Liberal çapulcu okumuş-yazmış takımının insanları sandırmak istediğinin aksine, hiçte öyle "bir demirperde ülkesi kadar kapalı bir ülke" olmayıp, içinde bulunduğu sefalete liberal reçeteleri uyguladığı için düşmüş bulunan, ancak yine de Türkiye kadar yağmalanmamış olan Mısır'da idareyi ele alan Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi'nin, ülkeyi Özalist tarzda topyekun yağma dönemine mi, yoksa nispeten millici bir döneme mi götüreceği henüz kesinlik kazanmış değil.
Libya'da ise, ülkeyi 1969 devrimiyle milli değişim yoluna sokan Başkan Kaddafi yönetimine karşı, tıpkı 90'larda Irak BAAS yönetimine yapıldığı üzere, sömürgeci merkezlerden idare olunan işbirlikçi karakterde bir bozgunculuk operasyonu uygulamaya konmuştur; millicilikle, vatanseverlikle alakası yoktur. Kullandığımız bağlamda bir dip dalgası değildir, daha doğru bir ifadeyle, bölgemizde batı sömürgeciliğine karşı, Türkiye'de dahil, artık patlama noktasına gelmiş bulunan muazzam enerjiyi, atik davranıp "ileri demokrasi cenneti...evrensel batı demokrasisi" tekerlemeleriyle çıkmaz sokaklara çekip, çürütme hamlesidir)
OrduMillet
MEYDANLARA İNERKEN (2)
27.02.2011
1- Milliciler olarak, başta Arap dünyası adıyla anılan ülkeler olmak üzere, Atlantik İttifakının boyunduruğu altında bulunan geniş bir coğrafyada ortaya çıkan hareketlenmenin sebebi ve tarihi doğrultusu üzerine ahkam keserken, hareketlenmenin politik maksat olarak, hem ülkeden ülkeye, hem de ortaya çıktığı aynı ülke içinde farklılık arzettiğini gözden kaçırmamalı ve hareketlenmenin AB-D iradesinin yönlendiriciliğine bağlı olup olmamak bakımından farklı belirişlerine maruz kalan ülke yönetimlerinin hepsini, aldıkları farklı tutumlara rağmen, aynı kefeye koyma yanlışına düşülmemeli.
Bahis konusu ülkelerden bazılarında "hükümet değişiklikleri"ne yol açan hareketlenmeyi, geçmişte Doğu Avrupa ve bazı Asya ülkelerinde çiçek adları takılarak tezgahlanan "değişim hareketleri"ne benzeten, fakat "değişim" adı altında o ülkelerin satılmadık tek çakıl taşı kalmamacasına nasıl yağmalanıp, insanlarının nasıl tüketim müptelası "özgür köleler"e dönüştürüldüğünü itiraf etmeyen liberal çapulcu görüş hakikate ne kadar aykırıysa; bu hareketlenmenin bütününü yine AB-D iradesine bağlayan ve bununla yetinmeyip, gerçekten AB-D iradesine bağlı işbirlikçi bozgunculuk olarak ortaya çıktığı Libya gibi ülkelerin bu bozgunculuğa siyasetin ateşli diplomasi diliyle karşılık veren lider ve yönetimlerini millici saflar içinden tıpkı liberal çapulcu borazanlar gibi aşağılayan, deli ilan eden yaklaşım da bir o kadar aykırıdır.
AB-D iradesini, "Sömürgecilik demokratlaşarak çoktan tarihe karıştı. Evrensel demokrasi güçlerinin sözünü dinleyip, etnik-dini şehir idareciklerine bölünerek insanlaşıp, uygarlaşsak n'olur sanki? Girdiği her ülkeyi cennete çeviren evrensel demokrasi dalgasına karşı çıkmak deliliktir, uygarlık dışına düşmektir. Bu dalganın sahibi olan irade karşısında hiç bir güç duramaz. O güç, "olacaksınız!' diyorsa, 'olmaya' mecbursunuz; çünkü tarih bitti" diyerek liberal çapulcu görüş açısından alkışlamakla; bu görüşe, "Hangi ülke olursa olsun, bölgede görülen muhalif hareketlerin hepsinin arkasında AB-D iradesi var. Zaten o ülkelerin mevcut yönetimlerinin tamamını iş başına getirenler de onlar. Mesele, at değiştirmekten ibaret; kendilerine bağlı yönetimleri devirip, yine kendi adamlarını iş başına getiriyorlar. Bizi hiç mi hiç ilgilendirmez" diyerek, güya millicilik adına karşı çıkmak arasında, AB-D iradesinin yenilmez tanrı iradesi olduğuna inanmak bakımından hiç bir fark yoktur.
O'nunla başedilemeyeceğine iman ettikten sonra, ha "Evrensel Demokrasi Tanrısı" olarak iman edilmiş, ha "Kötü Komplolar Tanrısı", hiç fark etmez; tanrı, tanrıdır.
2- Belirirken büründüğü üç kılıktan soyulacak olursa, AB-D'nin iradesine "yenilmez-tanrılık vasfı" atfeden fikrin üç hali, Irak-Libya misali üzerinde şunlar;
a- "AB-D'nin Irak'a, Libya'ya Özgürlük Operasyonu'nu destekliyorum; çağdışı, köhne Irak, Libya diktatörlüklerini de desteklemiyorum"
Bu, vücudun liberal çapulcu formülasyonu...
b- "AB-D'nin Irak'a, Libya'ya operasyon düzenlemesine (nadiren "saldırmasına" ifadesi) karşıyım ama Irak, Libya yönetimlerini de asla desteklemiyorum.
Bu, vücudun güya tarafından anti-emperyalist formülasyonu...
c- "AB-D'nin Irak'a, Libya'ya saldırmasına hem karşıyım, hem de Irak, Libya yönetimlerini hem bir parça destekliyorum, hem de bir parça desteklemiyorum"
Bu ise, esasen (b) şıkkında işaret olunan halin, çok değil, bir parça örtünmüşü...
3- Başta Arap dünyası adıyla anılan ülkeler olmak üzere, Atlantik İttifakının boyunduruğu altında bulunan geniş bir coğrafyada ortaya çıkan hareketlenmenin, aslında itici enerjisi, Irak'a yönelik ilk saldırıdan bugüne birikmiş bir dip dalgası olduğu kavranmalı; ancak esas meselesi, dün Irak'ta, bugün Libya'da olduğu gibi, milletin malı olan ülke kaynaklarını yağmaya açmayan millici-vatansever yönetimleri devirmek olan AB-D'nin tam da bu noktada, kendisinin bölgeden atılmasıyla sonuçlanacak yekpare bir depreme dönüşmeden, bu dip dalgasını "halkın, 'evrensel batı tipi ileri demokrasi' talebi'yle hedef aldığı diktatörlükler" saptırmacasıyla kendi lehine karşı-devrimlere dönüştürmeye çalıştığı da görülmelidir.
Bir yönetim veya bir muhalif hareket veya bir ayaklanma olsun, sömürgecinin projesini benimseyip, evin/vatanın kapılarını ardına kadar yağmaya açmışsa, açacaksa, o yönetim, o muhalif hareket, o ayaklanma, işbirlikçi bozguncudur; güya "demokrasi" talep ediyor, "demokratikleşme programı" uyguluyor diye asla desteklenmez.
Mesela;
Düşmanın projesini benimseyen 1920'lerin İstanbul hükümeti;
millici BAAS yönetimine karşı sömürgeciyle işbirliği yapıp, evin/vatanın kapılarını içerden açan Irak'taki etnikçi hareket;
Türkiye'ye müdahalede bulunması için sömürgeci merkezlere çağrılarda bulunan vatan sınırları içindeki etnik ayaklanmacı hareket;
ve içinde bulunduğumuz günlerde Libya yönetimine karşı ayaklanıp, batılı güçleri tıpkı Irak'taki etnikçi ihanetin 90'lar boyunca medyayı kullanarak yaptığı üzere, mahallenin ispiyoncu, şımarık veledi ağzıyla, yalanlarla örülü yoğun bir mağduriyet propagandası yaparak Libya'yı işgal etmeye çağıran hareket, bu türden karşı-devrimci, bozguncu hareketlerdir.
Sömürgeci projesini kabul etmeyip, baş kaldıran 1920'lerin Ankara Hükümeti;
Irak'a yönelik her iki saldırıya karşı koyan gerçek Irak yönetimi;
bugün Bağdat'taki mevcut kukla hükümete karşı ellerinde Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in resimleriyle meydanları dolduran millici hareket;
ve Kaddafi'nin liderliğindeki Libya yönetimiyse, her türlü desteğe ve övgüye layık tarafta yer almaktadır.
Amerikan, İngiliz, Fransız yönetimleriyle, Avrupa Birliği'nin kolonyalist kafalı yeni yetme siyasetçi takımının görevleri arasında, Libya yönetiminin meşruiyetine karar vermek bulunmuyor. Bu vehme kapılanların, Libya topraklarına tecavüze yeltenmeden evvel, Irak'a, 2003 yılı 20 Martında, Güvenlik Konseyi kararı olmadan düzenledikleri yasa dışı saldırının ilk saniyesinde, bölge insanının nazarında yönetim olarak bir meşruiyetlerinin kalmadığını hatırlamalarında ve o yasa dışı saldırının kararını veren failleri, tıpkı Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'e yapıldığı gibi, sonunda ya dedelerinin Boğazlıyan Kaymakamı büyük vatansever Kemal Beyi katlettikleri İstanbul Bayezit Meydanı'nda, ya da Bağdat'ın orta yerinde asmak üzere adil bir yargılamadan geçirilmeleri için teslim etmedikçe, gerçek bir uluslararası hukuk düzeninin kurulamayacağını idrak etmelerinde fayda var.
Tarihi tecrübeyle sabit;
Dimyata "Yasemin"e giden, evdeki "Lale"den olur.
OrduMillet