RTE, ağzına sakız etmiş, "yaradılanı yaratandan ötürü severiz" diyor...
Bu "sevmek" kelimesinin ne kadar elastik olduğunu Türk filmlerinden bildiğimiz için, duyar duymaz irkiliyoruz.
Sevmek de nasıl?
Yaratandan ötürü sevmek esas olmaya esas da, nasıl?
Yaratılanı yaratandan ötürü sevmek, yaratılana yaratanın rızası mucibince muamele etmeyi gerektirir.
Allahyolunu Kesen Parti'nin icraatları öye mi?
Irak'taki tecavüzcü katillere lojistik sağlayan, o tacavüzcü katillerin sağ salim evlerine dönemsi için dualar eden bir mürtedin bu iddiasını kendi icraatlarıyla yalanlarken...
Cinayetlerine, işbirlikçiliğine, ihanetine Allah ve Resulü'nü ortak edecek derecede birini ve o birisine yakışacak bir sıfat düşünün...
Sevmek, başta kendi nefsi olmak üzere, Allah'ın takdir ettiği mizaç hususiyetleri çerçevesinde, buna rıza göstermekle, bunun tecellilerine, hayattaki görünüşlerine müdrik olup, ona göre eşyayı hak ettiği yere koymakla, emaneti ehline vermekle.
Bir yerde biri bir iş yapıyor, ama sen o işi yapanın o işi yapmasındaki ilahi muradı kesiremiyor, onda tecelli eden manayı göremiyor, o meseledi, branştaki uzmanlığını anlayamıyor, mesaisini o işe vakfetmiş olmasından mütevellit elde ettiği tecrübeyle birlikte ilim ve sanatr hakkını takdir edemiyorsun da, hastanede çalışmış hademenin köyde kendini doktor diye satmasına eş davranışlara giriyorsun.
Hani Kumadnan demişti ya, solun handikabuı yazanla savaşanın hissiyat farklılaşması, yazanın buna yabancılaşması diye...
Geçenlerde bir gönüldaş buna değindi. Bundan yiirmi yıl önce aynı şeyleri hisseder, aynı konu üzerinde aynı tepkileri verirken, ne oldu da farklı hissetmeye, farklı tepkiler vermeye başladık dye...
Bundan 20 yıl önce, yolun başında, aramızdaki farklar o kadar fazla değilken, aynı tepkileri veriyor oluşumuz tabî idi. MA bu geçen zaman zarfında, belli insanlar belli konularda ihtisaslaşmak üzere hayatlarını ortaya koydular, işin riiskine, tehklikelerine göğüs gerdiler, bedel ödediler. Tecrübelerini faydayla beraber ilmi bir seviyeey taşıdılar, işin sanat cephesinden pay alamya başladılar. Misal, bir iktisatçının yazdıklarına itiraz etmiyoruz, veya işte teknik bir konu diyelim, onun o teknik özelliklerinden dolayı yazılanları anlamıyoruz ve yazan bizden olduğu için kabul ediyoruz. Ama iş siyasete gelince, işte herkes siyaseti biliyor. Oysa siyaset ayrı bir ilim sanat işi. Siyasetin savaşla ilgisi içinde, savaşçı adamın siyaset sahnesinde elde ettiği tecrübelerle beraber ortaya attığı bir fikir üzernde, köy veya mahalle kahvesi bilmişliğ içinde her kafadan bir ses. Adam yıllardır mücadel adına tek bir risk, ciddi manada bir ön açıcı adım atmamış ama hemen kendisini söz sahibi zannediyor. Sonra da sevmek, sevilmek edebiyatı.
Hadi diyelim söz sahibi zannetmesini bir taraf bırakalım, bir de en ağır hakaret cümlerleri, küfürler, sövgüler etmeye kendinde hak görmesi yok mu?