AKINCILAR AKINCILAR FORUM |
|
| Azya Gönüldaş'a | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Erhan Eren
Mesaj Sayısı : 76 Reputation : 0 Kayıt tarihi : 17/05/09
| Konu: Azya Gönüldaş'a Cuma Ekim 29, 2010 5:52 pm | |
| Birkaç yazınızda geçen "öz ilminin müntehasındaki sanat" fehvasını biraz daha geniş izah edebilirmisiniz? Acizane lügat manasını anlıyorum ..Bilmiyorum ne kadar isabetlidir ama külliyatta geçen "unsur üstü terkip sırrı" arasında bir mütenasiplik varmıdır? | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: Azya Gönüldaş'a Cuma Ekim 29, 2010 8:03 pm | |
| Öz ilminin müntehasındaki sanatla, unsur üstü terkip bahsi arasıdnaki alakanın bu kadar yakın olabileceğini, sizin sorunu züzerine düşünürken gördüm.
Biz kendi mevzuumuzla (siyaset-kavga) mahdud konuşalım...
Daha önce de birçok defa ifade ettiğimiz üzere, bir mevzuyu bilmekle yapmak aynı şeyler değil. Friedmaan'ı, Keynes'i okumakla, işin kültürüne vakıf olmakla, ticaret yapabilmek, tüccar olabilmek ayrı şeyler. Pratik ticaret işiyle, teorik iktisat ilmi arasındaki fark. Kimi zaman tüccar adam, o teorileri de bilmiyor olabilir.
Ama biz bilmek ve yapmakla mükellefiz.
Şimdi nedir mesele?
Bilmek ve yapmak, yapabilmek...
Hani "aydın çağından mesul adamdır!" denir ya, mesele bunun edebiyatını yapmaktan öte, yani yazı, makale vs döktürüp, aydın çağından mesuldür diye o yazıları yazdı diye mesuliyet ifa edilmiş olmaz. Gidersin, namussuzun yüzüne bir yumruk atarsın, hak edenin hakkını veririsin, hak eden birine ana avrat söversin, adam tırsar, vs. işte o zaman çağından mesul aydın olursun.
Mesele, "aydın çağından mesul adam" demekte değil, mesuliyetini iş çinde gösterebilmede.
İşte, bunu yaparken de hissettiğin bir şey vardır, kavgaya dair, mücadeleye dair, esas hasım tesbitine dair. Kavga meydanında düşmala göz göze gelmeye dair. BU hissedebilmekle alakalı. Şimdi orda Kumandan diyor işte, beni yaktılar, haşlanmış gibi oldum vs. Hissedebiliyor muyuz? yalana gerek yok, halimiz meydanda.. Nefsimize karşı yapılanlar daha çok müteessir etmekte. Irak2ta milyonlarca insan katledildi ve edilmekte. Afaganistan'da da...
Unsur üstü mana nedir burda? O hislerle ortaya konulandır, yani eldeki meteryaller herkes için aynı da biri daha iyi ustalık gösterir ve daha güzel tatlı yapar. Eh, kendinden zuhur da zaten bunun idrakine varmak ve ustalık iddiasındakiler arasında, iddia sahibi insanınkendisi de olsa bile, kendinden daha usta olanla olmayanı görmesi, tanması, tadik etmesi ve gönüllü iştirakten oluşan örgütsel yapının, bu anlayış üzerinden kendiliğinden bir hiiyerarşiye girilmesine dair. İşin ehlinin tanınmasına, bilinmesine dair.
Biliyoruz ki Kumadnan işi ehline verecek, vermiştir de. Metris'te şahit olduğumuz hadise. İş yapana müdahale etmemiştir.
İlimle varılacak yer bellidir. O hakikati bir dedektif gibi arar. İlmin hakkını verdikten sonra, sanat, yani gaibin çakıntılarını yakalaybilmek...
Sanatkâr, o tecrid derinliğinde yaşayan ve hissedilip de ifade eedilemeyenleri, yaşamış olarak, ifade edebilen.
Hepimiz belki oluş ıstırabı çekmişizdir ama Üstad'ın Çilesi başkadır. Kendimizi onda buluruz, halimize o tercüman olmuştur ve bizi avlayan da o olmuştur. Biizim de yaşadığımız şeyleri misliyle yaşamış ve tattığımız o acları misliyle tatmıştır. Yaşamışsak bir acı, onun anlattıklarından anlıyoruz ki, o acı ile bu aynı soydandırlar ve bunun mihrak şahsiyeti de Necip Faıl olmuştur. Büluğ ıstorabına dair bir sürü şey söylenebilir ama Necip Fazıl yaşadıkları ve izah kabiliyetiyle başkadır. BUrada "his"ler devreye girer. Tıpkı tatlı misalinde olduğu gibi. Yaşamak, hissetmek lazım. O sebeple, yaşayan insan, takdir makamıdır. Hayatı kavga ve mücadele olmuş insan. Daha önce de ifade ettim, kavga derken basbayağı yumruktan bahsediyoruz, dergi köşelerindenki, internet sitelerindeki kavgaya dair yazılardan değil. Onun da onunla bağı var ama bazı yerde aaynı, bazı yerde de farklı.
Misal biri vardır, kavgacıdır ama liderlik kaabiliyeti yoktur. Farklı mizaçlar vardır. Farklı kaapasiteler vardır. Bütün bunlar, işte insanın kendiisini bildiği ve o bilgiyi kabul ederek, kendi hakikati üzere örgütsel yapı içerisinde yer aldığı zaman mana kazanır. Yoksa, insan kendiinde olmayan bir şeyi iddia ederse, misal, lider kabiliyeti olmadan liderliğe kalkarsa, militan gücü olmadan militan gibi tavır almaya kalkarsa, her şeyi berbat edebilir.
Burada karşılaştırılan şey, İBDA bizim kendi yapıp-etme faaliyetmiz değil.
İBDA, Kumandan ve doğrularıyla İbdacıların Kumandan'ın emrine verdikleri.
Benim yanımdaki adam neyse, gücü, kuvveti, kaabiliyeti, sözü de ona göre olmalı, boyunu aşmamalı. Herkes kendii nefisne, hakikatine, mizacına göre davranmalı. Misal, bir gönüldaş Metris'te Kumandan'a, "Efendim, ben beddua ediyorum, ağırlaşıyorum!" diye dert yanmaktaydı kii, Kumandan da o gönüldaşa, "Senin mizacın yumuşaklık olduğundan, sen beddua etme, Allah'ım bunları ıslah et!" diye bu mealde şeyler söylemişti.
Militan güç değilken, militan görünmek afeti..
Lider değilekn, liderliğe kalkuşmak afeti.
Liderlik hırsı, bir veliden en son alınan hırsmış ki, varın gerisini siz hesap edin.
Yani, unsuur üstü mana, izah edemediğin yerde değil, izahı yaparsın, ve o izahlar üzerine herkesin yaptığından öte bir tat katarsın. Yoksa hepsi de tatlı...
Bunun iktisatta da benzer biir karşılığı var, tam karşılr mı bilmem ama şöyle: Bir insan yanlış yapsa da para kazanır, yanlış bir karar da kendi marjinal faydasını getirir. Ama aslolaan bir milyar kazanılacak yerde, yüz milyon kazanmakla iş yaptım demek değil ki. O şart ve imkanlar iş bilene verilse, unsur üstü manayı koklayacağı tecrübeyle sabiit kavga ehline, ticaret erbabına verilse, yüz milyon değil de milyarlar kazanılacak.
Şimdi değil mi, doktora, doktorluğunu tecrübe ettiğimzden gitmiyoruz ki, tevatür üzerine gidiyoruz.
Bir marangoz vs. İşte, "halkın aklı gözündedir" ölçüsü mucibince, yapılan işler göze hitap ettiği için mesele yok, ya da doktorluk gibi canımızı nefsimiz ilgilendiren bir emselede, cinsiyeti cibiliyetiine bakmadan, en iyisini arıyoruz. Ama iş siyasete gelince, böyle bir ölçü yok, olmaadığından iş kahve bilmişliği zaviiyesine geliyor. Ama, Amr bin As için, "Arap'ın siyasi dehası" diye br tavsf var. Böyle bir şey. İşinin sonunun kendi menfaaatine bitmesini isteyen gitsin Amr Bin As hazreetlerine başvursun hesabı... Çünkü o mevzuda unsur üstü manayı koklaycak olan, kıvamı yakalaycak olan, lezzeti verecek olan o.
Bir iş yapmaya tevessül edersiniz, yapaamazsınız ama o işi yaparken, falancanın ustalığına şahit olursunuz. Eh, ben başka iş yapayım da o işle ilgili bir şey olduğunda ona başvurayım dersiniz. Veya o işe devam edersiniz de, o falancanın ustalığı yine baki kalmak üzere, sıkıştığınız yerde gider akıl danışırsınız.
Babamdan bilirim, sanayideki ustaları yetiştirmiş olmasına ve ustalar da gelip kendisine hep akıl danışmasına rağmen, o da gider artık dükkan açmış eski kalfalarına akıl danışırdı, bunu nasıl yapalım, şunu nasıl yapalım...
O noktaya gelmiş insanlar laazım ki, işi nefsaniyet planında ele almasınlar ve hak edene hak ettiğini versinler. Herkes kendi mevzuunda derinleşirken, kendi mevzuunda unsur üstü manayı yakalamaya çalışır, ve eseriyle de bunu ispat ederken... Yani, ortada bir eser, bir verim yok ama, "unsur üstü" mnadan bahsediliyor. Neyin unsur üstü manası? sen bu güne kadar ne yapmışsın, ortaya ne koymuşsun, davaya hangi yönden katkı sağlamışsın, militan olarak mı, parasal olarak mı, senin yerin ne? Senin yerin ne yaptığın katkı ne sualine verilen cevaptır o adamın konuşma alanı, söz hakkı olan saha. yani herkesin kendi mevzuu. Kimine çöpçü kimine kral rolü düşer esprisi...
Mesele uzuyor.
Tedailerle zengineşecek. Daha fazla dağıtmadan bitirelim. Her zaman daha sonra devam edebiliriz.
Ama işte temelde şu: Unsur üstü manadan bahsedebilmek için, önce unsurları tanımak gerek, müntehadaki sanat demek için de ilim olarak bilmek gerek. Onları izah etmeden, hiçbr şey söylemeden, bir şeyler söylüyormuş yaparak, bir şey bilmediğinin örtüsü olarak, öz ilminin müntehasında sanat, veya unsur üstü mana icabı diyenler mevzuumuz dışı. Dediğimiz gibi, siyaset, aksiyon açıktır. Mücerret fikri mevzu değildir ki 'dır ve tır'dan kaçınalım densin. Müşahhas hedefler üzerine inşa olunurken, iş sanat cephesine kaçacak derecede mücerrete kaydığı zaman, işte bunu izah etmek güçleşmeye başlar. İzahın güçlüğü, izah edecek olanın kaabiliyetinden öte, muhatapların seviyesizliğinden. Misal, Üstad'a, Türkeş'e yanaştı diye “Kurtçu “denmesi. Aynı şeyi Kumandan için de dedilerdi. Ama yine aynı Üstad'ın, İnönü'ye karşı Celal Bayar'ı da kullanmaya çalıştığını biliyoruz. Celal Bayar gibi bir adamdan para istediğini, onunla fevzi çakmak'ı müttefik yapmaya çalıştığını vs. Burada mesele, nerde nereye bakacağını bilmeye dayanıyor.
Siyaseti, teknik seviyede de olsa bilmeyen adam, tepkilerinden kendisini ele verir. Marangoz nasıl kendi işi üzerine yapılan yorumlardan, muhtabının işi bilip bilmediğini anlarsa, siyasteçi de öyle. Bunun içindir ki, senin gittiğin yerden biz geliyorduk denilir. İnsan bir yere gelir, o sıkışmışlık içersinde değişik alternatifler denemeye mecbur kalır ve bu muhakeme usulüne dairdir. Neticesi yanlış da çıkabilir doğru da ama o işi bilen adam o şartlarda öyle bir tercihi haklı bulur. Belki kendisi farklı bir hamle tercih edebilir ama, bu farklılık ustalık ve aynı muhakeme usulü üzerindeki farklılıktır. Cerrahların farklı metodları gibi. Asşçıların usulleri gibi. Mizaç, insan unsuru, güç dengelrinin değerlendirilişi, düşman safların analizi vs. Her şeyi ortaya koyarsın da her analizi doğru yaparsın da son karar noktasında ben böyle yapacağım dersin. Unsur üstü mana. İşte o keyfiyet ancak ustalık seviyesinin en üstünde tecelli eder. Ama izah olamdan kendi başına böyle bir şey olmaz. Hayatta nihayetinde hiçbir şey garantid eğil ve hakikaate mutlak muhalif söz söylemenin de imkanı yok. Zaten iş bilmeyenler ve fesatçılar da bu noktada yer tutarlar. İş bilmeyenleri ve kalbi fesada yatkın olanları avlayabilmek için. | |
| | | Erhan Eren
Mesaj Sayısı : 76 Reputation : 0 Kayıt tarihi : 17/05/09
| Konu: Geri: Azya Gönüldaş'a Cuma Ekim 29, 2010 8:43 pm | |
| Evvela uzun izahatınız için teşekkür ediyorum..
Aşağıda iktibas ettiğim paragraf İslamdaki İçtihad mevzuunu tedai ettirdi...
"öz ilminin müntehasındaki sanat " fehvası birazda içtihat meselesiyle alakalı değil mi?
Belki alakası yok ama bir çırpıda aklıma geldi "bir kişi ilimsiz olarak bir ayeti tefsir etse ve bu tefsir Kadı Beyzavi'nin tefsiriyle aynı olsa dahi merduttur" hükmü ...
Meselenin tedaileri o kadar çok ki bir türlü toparlayamıyorum..
Neyse tekrar çok teşekkür ediyorum sabırla cevap yazdığınız için...
"Siyaseti, teknik seviyede de olsa bilmeyen adam, tepkilerinden kendisini ele verir. Marangoz nasıl kendi işi üzerine yapılan yorumlardan, muhtabının işi bilip bilmediğini anlarsa, siyasteçi de öyle. Bunun içindir ki, senin gittiğin yerden biz geliyorduk denilir. İnsan bir yere gelir, o sıkışmışlık içersinde değişik alternatifler denemeye mecbur kalır ve bu muhakeme usulüne dairdir. Neticesi yanlış da çıkabilir doğru da ama o işi bilen adam o şartlarda öyle bir tercihi haklı bulur. Belki kendisi farklı bir hamle tercih edebilir ama, bu farklılık ustalık ve aynı muhakeme usulü üzerindeki farklılıktır. Cerrahların farklı metodları gibi. Asşçıların usulleri gibi. Mizaç, insan unsuru, güç dengelrinin değerlendirilişi, düşman safların analizi vs. Her şeyi ortaya koyarsın da her analizi doğru yaparsın da son karar noktasında ben böyle yapacağım dersin. Unsur üstü mana. İşte o keyfiyet ancak ustalık seviyesinin en üstünde tecelli eder. Ama izah olamdan kendi başına böyle bir şey olmaz. Hayatta nihayetinde hiçbir şey garantid eğil ve hakikaate mutlak muhalif söz söylemenin de imkanı yok. Zaten iş bilmeyenler ve fesatçılar da bu noktada yer tutarlar. İş bilmeyenleri ve kalbi fesada yatkın olanları avlayabilmek için."
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: Azya Gönüldaş'a C.tesi Ekim 30, 2010 12:44 am | |
| İçtihad çok farklı bir kavram, hiç ağza almmaak daha haayırlı. maksad belli olsa da, ifade ediş şekli çok yanlış anlamalra yol açabilir.
Şimdi ne yapıyoruz?
Mücadelede karar ne demektir, kesin tavır ne demektir, bu mevzulara dair konuşuyoruz.
İnsanın hissederek konuşması lazım, kendi nefsinde tecellisi için, biraz basitleştiriyoruz. Diğer yerlerde misaller verdik, siyasi mücadelenin asıl olarak sokak kavgasından farkı olmadığını söyledik. Ruhî keyfiyet olarak bir ve aynıdır. ister iki kişinin kavgası olsun, ister yüzbinlerin.
Orku, endişe, vs. Düşmanın akrşısında İbda yok ki, sen varsın, o var.
Daha doğrusu nasıl hissediyorsan öyle.
Ben İbdacıyım dedin çıktın ama adamın karşısında yalnı zbaşınasın, veya senle beraber bir kişi daha. Arabanın gölgesine bakıp, kendimizi bir şey zannetmemek lazım. Bir çok kişi o yüzden tökezledi gitti. İbişlikler filan da buradan başlıyor biraz. Kvaganın, kavgada karar almanın, düşmanı siperde beklerken soğukkanlılığını korumanın realitesini yaşamak ve ona göre konuşmak lazım. hem de karar alıcı olarak. Veya değilse ona göre.
Ve burada, "cezaevini unutmayın" ihtarının üzerine gitmek gerek, açmak gerek olduğunu düşünüyoruz. nasıl anlamalı ve neye göre yorumlamalı. Bir kaç satır yazmaya çalıştıka ma yeter mi? Başka katılımlarla mevzu açılırsa güzel olur.
Şİmdi, cezaevinde yatmış iki tür insan var, cezaevinde gerçekten yatan ve az-çok o manayı yakalamaya çalışan, diğer yandan da yattığı halde sadece turistik bir seyehat, macera gibi ele alan.
Tabi bir de buun "unutma" tarafı var, unutma tehlikesi, yattığı ve az çok bir şeyler anlar gibi olduğu veya anladığı halde unutan.
Cezaevi reflekslerini dışarıda gösteremeyen.
Refleks, evet, cezaevinde yatabilmek, "refleks" işidir. Kiminde bu refleksler Allah vergisi doğuştan vardır, kimisi de çalışarak kazanır. Tıpkı dövüş sanatlarında olduğu gibi. Dövüş sanatında da tekrar ve tecrübe ile bu refleksler kazanılabilir. Hani bazı TV filim dizileri var, hoca çocuğa boya yaptırıyor filan. Zaten kavga da başarı orda çıkar, reaksiyonlar, tavırlar, bir refleks hızıyla ve gaayet kesin ve net olmalı. oksa dayak yersin. İdrakleri iğdiş etme de buna dair, varoluş hakikatine dair refleksleri yok etmek, asıl buğz edilmesi gereken yön.
Fikre göre hadise ve hadiseleri gerçekleştiren kişi zinciri içerisinde, idraklerin iğdiş edilmesini nerde görürsek, refleks olarak hemen gardımzı almamız. Gardımızı aldığımıza karşı olanlarla ittifak arayışı derken gardımızı aldığımızın efendisiyle kendisi arasındaki çelişikilerlden de yaralanma hamleleri. Yani, AKP ile onu iktidara taşıyanlar arasında bir ihtilaf çıktığı ve AKP'nin de imana taalluk eden doğruya vesile olduğu yerde, ona da destek olmak, kendi iç çelişkilerini derinleştirme yoluna gitmek.
Ama aslolanın kötüden iyiye gelmeye çalışan olması ki, bunda gözülmesi gereken iyi yönlerken, iyiden kötüye gidende görülmesi gereken kötü yönelişi, hamleleri...
Niyetlerin okuyucusu olamayacağımıza göre, kimin iyiden kötüye gidip, kimin kötüden iyiye geldiği kıymet hükmünü, esas hasma karşı aldıkları tavra göre verebiliriz.
Esas hasım tebitini yapan biziz ve bizim tesbitlerimiz çerçevesindeki hamlelerini de değerlendiren biz olacağız.
Daha önce ifade ettik, burada yine anlaşılması gereken mesele, itifak arayışlarının da güç unsuruna bağlı oluşu ki, esas hasmı zati gücümüzle altedebileceksek kimseye de ihtiyacımız yok demektir. Yoksa, nefsimizin bir takım zorluklara katlanması kaçınılmaz. Pisliği temizlemek için pisliğe dalmak. Nefse en ağır gelecek şeylerden birsi de belki bu, "bize ne gelecekse içtimai kavga alanındaki mücadelemizden gelecek" hükmü çerçevesinde, içtimai kavga alanının ilmî gereklerini yerine getirip, sanat cephesine sıçramaya çalışmak.
| |
| | | Erhan Eren
Mesaj Sayısı : 76 Reputation : 0 Kayıt tarihi : 17/05/09
| Konu: Geri: Azya Gönüldaş'a C.tesi Ekim 30, 2010 4:25 am | |
| "Arı bal yapar fakat izah edemez"
"öz ilminin müntehasındaki sanat"
Burada ,hem bal yapmak hemde nasıl ve niçin yapıldığını izah edebilmekmidir murad edilen?
Ben bu şekilde anladım ? | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: Azya Gönüldaş'a C.tesi Ekim 30, 2010 3:52 pm | |
| Şİmdi, misal, aşçılık diyelim, iki aşçı biri mükellef pilav yapıyor, diğer de bulamaç.
İkisi de aynı malzemeyi kullanıyor.
İki ayrı usta iki ayrı pilav tatları farklı.
Terkibi oluşturam malzemden öte bir şey.
İşi teknik olarak izah edersin de işin maksat ve muradını kestiremeyen, her şart altında o bulamacı yapar, sofra donatacak yemek yapamaz, hastalığa göre yemek yapamaz, perhizli için ayrı yemek yapamaz, onun gerkliliğini takdir edemez.
O sebeple ezbercilikten kurtulmak lazım, her işi hangi sebeb istinaden yaptığını bilmek lazım, izah edemese de usta olan, işi bilen onun ne yapmak istediğidnen ihtiyacı da görür. Ne yapmak istediğini anlıyorum der. Yapılan işin şekli, muhakeme usulü, işi bilen adama gerekli mesajı da verir. Yapılan işi ilim seviyesinde olsun anlamak bir merhale, onu yapacak hale gelmek ayrı bir merhale, her şart altında gerekli olanı sofraya koymak, eldeki malzemeye göre en iyi yemekleri yapmak, aşçılık sanatı ayrı bir merhale. yapılan iş işi bilene kendini izah eder de tabi önce insanın bunu kendi içidne şuurlaştırması lazım, izah edebilmek ayrı bir kaabiliyet. İzah edemese de işinin uzamanı yapılan işten anlar zaten.
Ama adam hiçbir şey bilmiyor, bir tek yemek çeşidi ezberlemiş ve herkesin önüne de aynı yemeği koyuyor. Bundan anlarsın yani.
Üzerinde durmaya devam edelim inşallah.
Bir misafirim var, bana şimdilik müsaade. | |
| | | turbix
Mesaj Sayısı : 161 Reputation : 7 Kayıt tarihi : 15/04/10
| Konu: Geri: Azya Gönüldaş'a Ptsi Kas. 01, 2010 4:19 pm | |
| bu konu gayet nazik bir konu olması sebebi ile üzerinde durulması gerekli...burda insanın aklına bazı sorular geliyor.bu sorular ile konuyu genişletelim. 1-öz ilmin müntehasındaki sanat ve sanat Allah ı aramaktır hakikatlerini göz önünde bulundurursak , pratiğin öne alındığı izlenimi ortaya çıkıyor.oysa peşin fikir hikmeti gereğince bir çelişki açığa çıkıyor.bu sözlerin tatbik fikri bakımından izahı bu çelişkiyi ortadan kaldırmak için gerekli olmuyor mu?
2-yaşanılan bir hayatın gerekliliği ortaya çıktığına göre öz ilmin müntahasındaki sanatın hangi hayat gayesi güttüğü sorusu ortaya çıkıyor.o zaman da tüm ilimlerin nereye aktığı sorusu doğuyor.bu soru aynı zamanda peşin fikir hikmeti gereğince şu problemi doğuruyor; tüm ilimler ortak bir yere akıyorsa ilim adamlarının çoğu bu akışı neden başka başka yerlerde sona erdir miş?
3-ayrıca bu konu muhakeme usulü olmadan insanı yanlışa çark ettirebilir mi?yada başka bir şekilde sorarsak:doğru düşünce olmadan doğru düşünce faliyeti olmaz hakikati gereğince doğru düşünceden hareketle ortaya çıkan yanlışların! içtihat bahsi ile alakası nedir?
4-Kumandan ın pikaso hakkında söylediği :adam resmi bir kenara itmiş mücerrete kaymış ,ama bunun hükmüü vermek de bize düşer çünkü hakikat bizim elimizde gibi sözleri ışığında bilmek ve yaşamak konusunu biraz anlatırsanız sevinirim. | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: Azya Gönüldaş'a Ptsi Kas. 01, 2010 6:47 pm | |
| Bütün mevzular, üzerinde derinleştikçe latifleşir, mücerretle irtibatı açığa çıkar ve sonunda iş imani bir noktaya gelir dayanır.
Sanat Allah'ı aramak olmalı.
Allah'ı bulamayan da eksik kalışı iifade eder.
Müşahhas hadiselerdeki sanat da gaye oluş olarak murada uygun davranış geliştirme noktasında.
Peşin fikir hikmeti, Üstad'ın “karşı gelemden söyleyin” ihtarı çerçevesinde, BD-İBDA'yı “üst dil – üst mana” olarak ele almak ve gerçekleştirilecek, gerçekleştirilmesi gereken olarak kabul etmekle.
Bu noktada, İBDA, bizim yapıp-etme faaliyetimiz değil, biizm faaliyetimize ışık tutucu bir keyfiyet. Yanii İBDA bizim ideolojimiz demekle, bizim olmuyor, müşahhas hadiseler içerisinde ispatı gerekiyor. Hadiseler içeriisinde gerçekleştirebildiğin kadarıyla senin.
Yani ortada bir çelişki yok, çelişki biizm kendi içimizde, müşahhas hadiseler karşısında tavır almadaki eksikliğimizde.
Siyaset ve savaş, birbirini bütünleyen unsurlar olarak, öz ilminin müntehasındaki sanat cephesiyle, mevzuu bu olan için, yaparak ispat edilecek bir dava. Her meslek ve uzmanlık alanında olduğu gibi.
Yalnız burada bir şey var ki o da şu, gerçi defalarca benzer misalleri verdik ama, tekrarlayalım. Uzmanlık alanları, ihtisas sahaalrı deyince, misal, mevzuu iktisat olan birinin yazdığını dergilerden okuyoruz, o yazı dergiiye konurken de yönetici arkadaşlarımız mevzuuya dört başı mamur hakim oldukları için veya en azından yazıları kritik edecek derecede iktisada nüfuz ettikleri için değil, yazıyı yazan arkadaşın anlayışınaa güvendikleri, o mevzu üzerindeki çalışmasını bildikleri için koyuyorlar. Misalleri bu çerçevede çoğaltabiliriz. Pedagoji, sanat, spor, hukuk, sosyoloji vs. Burada işi yapana olan güven var, mevzuyu kendi bilmediğini kabul var ama iş siyasete gelince renk değişiyor ve herkes kendini söz sahibi addetmeye başlıyor. Bilen ve bilmeyen herkes kendisini o konuda konuşmaya ehil hissedebiliyor. Tabi burada başka mevzular, yayın organı vs meseleleri de gündeme geliyor ama, burada, bu konuyla alakalı olarak söylenebilecek olanı bu kadar.
Toplayacak olursak, peşin fikir İBDA'yı gerçekleştirici olmak, pratikle, pratiği sanat çapında işlemekle alakalı.Dediğim giibi, bu mesele de bir çok vechesi olan bir konu, yayın organıdır, örgütlenmedir, örgütün mahiyetidir, liderlik meselesi vs. Bilindiği sanılan bu konuları da eni konu deşmek lazım. Zaman oldukça da deşeriz inşallah.
2-yaşanılan bir hayatın gerekliliği ortaya çıktığına göre öz ilmin müntahasındaki sanatın hangi hayat gayesi güttüğü sorusu ortaya çıkıyor.o zaman da tüm ilimlerin nereye aktığı sorusu doğuyor.bu soru aynı zamanda peşin fikir hikmeti gereğince şu problemi doğuruyor; tüm ilimler ortak bir yere akıyorsa ilim adamlarının çoğu bu akışı neden başka başka yerlerde sona erdir miş?
Bizim açımızdan mesele açık: Bize ne gelecekse içtimai hayatta vereceğimiz mücadeleden gelecek ölçüsü çerçevesinde, eser üzerinde yoğunlaşmak. Eserden müessire yol bulmak. İlim adamlarının çelişkileri de her birinin kendi hiikayesi çerçevesinde ele alınmalı. Çağımızda genel bir dağınıklık olduğu da malum.
3-ayrıca bu konu muhakeme usulü olmadan insanı yanlışa çark ettirebilir mi?yada başka bir şekilde sorarsak:doğru düşünce olmadan doğru düşünce faliyeti olmaz hakikati gereğince doğru düşünceden hareketle ortaya çıkan yanlışların! içtihat bahsi ile alakası nedir?
Muhakeme usulü, her ihtisas alanıyla ilgili olarak, ilgili kişinin ideolojiden kapabildiği pay kadar, işi bilenine eserinde kendisini de gösterir. Biz kendi mevzuumuzla kayıtlı olarak konuşuyoruz, siyaset ve savaş. Ortaya çıkan yanlışlar da daha önce dediğim gibi, içtihat farklı bir alan, teknik bir terim... Yapılan işlerdeki yanlışlar, bu yanlışın muhtevasına göre ele alınabilir. Yanlışın hangi saikle, ne tür bir sebebe dayandığına göre. Yanlış yapmak mesele değil, yapılan yanlışın da niçin meydana geldiği, o yanlışın nasıl tavsif edilmesi gerektiği de ayrı bir konu. İş varsa yanlış da olacaktır ama bu yanlıtan pay çıkartmak, yanlışı izale edebilecekken izale edememek, nefsani bir tezahür mü, yanlış bir muhakeme usulü neticesi mi vs. Her fiili kendi bağlamında ele almaak gerekir.
4-Kumandan ın pikaso hakkında söylediği :adam resmi bir kenara itmiş mücerrete kaymış ,ama bunun hükmüü vermek de bize düşer çünkü hakikat bizim elimizde gibi sözleri ışığında bilmek ve yaşamak konusunu biraz anlatırsanız sevinirim.
Picasso... Mücerrete yönelmek. Dava da burada, iş üzerinde yoğunlaşıp ilerledikçe, o sanatçının saçma gözüken, absürd gözüken tarafları da ortaya çıkıyor. Bildiğimiz, algıladığımız dünyanın dışında bir algı, bir bakış açısı, bir yansıtma. Ezberleediğimiz, klişe haline getirdiğimiz şeyin ötesi. Yepyeni bir dünya. Olamaz denilenlerin olabildiği, imkansızın mümküne dönüştüğü. Hani daha önce yılancı misali vermiştik, onun giib, yılanlarla oynamaktan, efsunlular men edilemez. Sanatçı da öyle. Elini küfre değdirse şeriat doğar hikmeti. Picasso... Aşmış adam, mücerredi yaşıyor ve mücerredi resmediyor. | |
| | | | Azya Gönüldaş'a | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|