TARAF'IN İSMİ ASLINDA NE OLACAKTI?
26.10.2010 00:49
Karakter boyutu :
--------------------------------------------------------------------------------
Ahmet Meriç Şenyüz ( Taraf Gazetesi Eski Politika Editörü):
'TARAF'TAKİLER, OBAMA'YA İMAN ETMİŞLER!'
Ahmet Meriç Şenyüz, gece editörü olarak çalıştığı Radikal'den Taraf'a geçen çok sayıda gazeteciden biriydi. Politika editörü olarak Taraf''ta işe başladığı günleri, "Taraf'ı bir patron gazetesi gibi görmeyip, böyle beraberce bir öğrenci gazetesi çıkartıyormuşuz gibi sorunları görmezlikten geldik" diye anlatan Şenyüz, Ergenekon operasyonlarında sürecinde, İlhan Selçuk, Perinçek ve Alemdaroğlu'nun sabaha karşı evlerine yapılan baskınla gözaltına alındıkları gün Taraf'ta yaşananları sorgulamaya başlıyor. "Burada demokrat olduğunu söyleyen gazete, bu olaya alkış tutan, yücelten, üzerine üzerine vuran bir yayın yaptı. Zaten ben o günden sonra iki gün gazeteye gitmedim" sözleriyle çalıştığı gazetenin tavrını eleştiren Şenyüz, o dönemde Taraf'ta yaşananları anlattı.
Taraf, başlangıçta solda belirli bir beklenti yaratak yayına başladı. Ancak belirli bir aşamadan sonra politik tartışmaların odağı oldu. Sen nasıl bir süreç yaşadın Taraf'ta?
-Taraf'ın solda bir boşluğu dolduracağına, solcu bir yayın yapacağına ilişkin beklenti, eğer varsa, solun kendisinden kaynaklanan bir beklentiydi. Taraf, hiçbir zaman solcu olduğunu filan iddia etmedi. Yasemin Çongar'ın duruşu, yeri belli. Ahmet Altan ve Alev Er de öyle. Bu isimlerin hiçbiri 'biz solculuk yapacağız' filan demediler. 'Biz liberal bir gazete yapacağız' dediler. Biz de bunu bilerek gittik. Yani Taraf'a giden solcu gazeteci arkadaşlar arasında 'burada solcu gazete yapılacak, bunun için gittik ve hayal kırıklığına uğradık' diyen varsa, bu çok dürüstçe olmuyor.
-Nasıl bir başlangıçtı?
-Ben o dönemde Radikal'de gece editörlüğü yapıyordum. Ardından Taraf'tan bir teklif geldi. Bir de gece çalışmaktan yorulmuştum. Taraf'ta politika editörlüğü yapacaktım. Mesleki açıdan da bir adım ileriye geçmek olacaktı benim için. Bu arada Taraf'ta çalışan bir arkadaşım, gazetenin liberal olmakla birlikte demokrat olduğunu, yazı işleri toplantılarında herşeyin konuşulabildiğini vs. söyledi. Ben de sonuçta holding medyasında çalışıyordum, devrimci gazetecilik filan yapmıyordum yani. Bu açıdan çok da farklı olmaz diye de düşündüm. Ama böyle bir 'misyon gazetesi' olacağını tahmin edememiştim.
-Misyon gazetesi derken neyi kastediyorsun?
- Benim görüşüme göre Taraf, doğrudan Amerika'nın bu dönemdeki politikalarının sözcüsü durumunda. Böyle konumlandı. Bir operasyonun parçası gibi davrandı. Burada, 'Taraf'taki şu kişi CIA'den, Soros'tan para alıyor' gibi bir iddiada bulunmuyorum. Bunu özellikle belirtirseniz sevinirim. Ancak bu ilişki parasal değil, gönüllü bir ilişki. Buradaki kişiler, Amerika'nın dünyaya demokrasi getireceğine inanmışlar. Obama'ya iman etmişler. Bu açıdan iyi bir şey yaptıklarını da düşünüyorlar. Ahmet Altan'ın yazılarındaki özgüveni okursanız, çok iyi bir şey yaptığını düşünüyor ve bundan emin olarak anlatıyor düşüncelerini. Çok vicdani ve insani bir yerde durduğunu düşünüyor. Bunların hepsi poz, yapmacıklık falan da değil bana gore, inanarak yazıyor. Ben Taraf’ın Amerikan politikalarının doğrudan sözcüsü olduğunu düşünüyorum. Ergenekon operasyonları sürecinde daha da belirginleşti bu. Hatta Taraf'ın kurulup gündem yaratan bir gazete haline gelmesi Ergenekon operasyonuyla koşut bir şekilde gelişti. Tabii bunda tesadüfler de rol oynamış olabilir bir komplo teorisi ortaya atmak istemem
'TARAF KÜRT MESELESİNDE AMERİKA'DAN HİZA ALIYOR'
-Ergenekon sürecine geleceğiz ancak Amerikan politikalarının sözcüsü iddianıza dönersek, bu konuda somut olarak tanık olduğun durumlar var mı. Örneğin haber üretirken, yazıişleri toplantılaırnda vs. Bir kaç somut örnek verebilir misin?
-Yani birebir kelime kelime söyleyemem ama bu hava yansıyordu. Örneğin Amerikan başkanlık seçimlerinde büyük bir Obama hayranlığı vardı. Obama'nın geleceğine ve dünyaya demokrasi getireceğine dair bir büyük beklenti. Ayrıca Kürt meselesinde yaşanan her olayda Amerika'ya bakılarak, oradan hiza alarak durum ele alınıyordu. Çok somut bir örnek olarak Amerikan askerlerine yapılmış bir saldırı vardı. Oradaki Yasemin Çongar’ın tutumunu hatırlıyorum. Saldırı ilk başta ajanslara, PKK tarafından yapılan bir saldırı olarak düşmüştü ama sonra böyle olmadığı bunun Iraklı bir örgüt tarafından yapıldığı anlaşıldı. Çongar, 'Çok rahatladım, PKK yapmış olsaydı, ABD ve PKK karşı karşıya gelir ve Kürt sorunu çözümsüzlüğe girerdi' demişti.Yani Kürt sorunuyla ilgili her olayda Amerika'nın tavrının ne olacağı, sorunu Amerika'nın çözeceği önkabulünden hareketle bakılıyordu.
Burada şunu da vurgulamak isterim, ben Taraf'a başladıktan, ayrıldığım güne kadar kendi sorumluluğum altında yapılan haberlerde basın meslek ilkelerine uymak için azami gayreti gösterdim, bu anlamda vicdanım rahat. Ayrıca Taraf önemli haberlere de imza attı, bunları da bir kenara koyalım. Ancak Taraf asıl rengini Ergenekon sürecinde belli etti.
'İLHAN SELÇUK VE PERİNÇEK'İN TUTUKLANDIĞI GÜN TARAF'IN RENGİ ORTAYA ÇIKTI'
-Neler yaşandı bu süreçte?
21 Mart 2008 tarihinde Kemal Alemdaroğlu, İlhan Selçuk ve Doğu Perinçek'in tutuklandığı gün Taraf'ın tavrı çok net olarak ortaya çıktı. Şimdi burada hiç bir demokrasi standardıyla bağdaşmayacak biçimde Türkiye'nin önemli bazı aydınlarının evlerine sabahın köründe girilerek bu insanlar gözaltına alındı. Kaçma olasılıkları da yok üstelik. Burada demokrat olduğunu söyleyen gazete, bu olaya alkış tutan, yücelten, üzerine üzerine vuran bir yayın yaptı. Zaten ben o günden sonra iki gün gazeteye gitmedim.
-Bir tavır mı aldın gazeteye karşı.
-Evet. Tarihi de çok net hatırlıyorum. 21 Mart 2008...
-Bu tavrını gazete yönetimine karşı belirttin mi, yani 'ben şu durumdan dolayı tavır aldım' diye?
-Tabi tabi.. Şöyle, İlhan Selçuk, Alemdaroğlu ve Perinçek'in tutuklanmalarıyla ilgili haberde Alev Er 'manşet nasıl oldu' diye sordu. O günkü başlığı şu an çok net hatırlamıyorum ama kötü bir manşetti.
-Alev Er'e yanıtın ne oldu?
-Bunun Taraf'a yakışmadığını ve demokratik bir tavır olmadığını söyledim. Ben zaten sabahtan beri süreci izlediğim için, haberde bu konudaki demokrasi ihlali boyutuna da değinilmesi gerektiğini belirttim. Karşı tarafın görüşlerinin de yer alması gerektiğini belirttim. Çünkü burada İşçi Partisi, Ulusal Kanal ve Aydınlık Dergisi basıldı. Kanunsuz biçimde bilgisayarlara el kondu. Oysa tıpkı Nokta baskınında olduğu gibi bu bilgisayarların imajlarının çıkarılması gerekirdi. CMK’ya gore bu şekilde el koyma yapılamaz. Bunun gibi pek çok ihlal vardı, bu aramaların muhattaplarından da görüş alınması gerektiğini ısrarla belirttim. Alev Er bu rahatsızlığıma karşı, manşetin köşesindeki kutuda baskınların neden sabaha karşı olduğunu sorduklarını ve bunun yeterli olduğunu söyledi. Bu kutu 'Bunlar acaba bir darbe planı peşinde olabilirler mi?' filan diye bitiyordu. Bu sorunun yanıtını da içerikte veriyor, 'sabaha karşı yapılan bu operasyon olmasaydı bunlar provakasyon yapacaklardı' demeye getiriyor. Bu, doğrudan suçu kanıtlanmamış, ortada iddianamesi bile olmayan bir gözaltı. Bir anda bu insanlar evlerinden alınıyorlar ve üzerlerinde daha hiç bir şey yokken bunları provakasyon yapacaklardı, darbe planı hazırlayıcıları diye suçlu ilan eden bir tavır. Bunu gazetecilikle bağdaştırmanız mümkün değil. Zaten hükümete yandaş olarak adlandırdığımız gazeteler dışında hiç bir gazette böyle görmedi olayı. Sonradan Ergenekon'u destekleyenler dahi ilk gün böyle görmediler olayı. Baştan böyle görmek gazetecilikle asla bağdaşmaz. Ha daha sonra bir şeyler görürsünüz, ikna olursunuz, iddianameyi okursunuz bir şeyler yazabilirsiniz ama ilk günden bunları görmek son derece yanlıştı. Manşet de son derece yanlış bir manşetti.
-Sonra Alev Er'le konuşabildiniz mi?
Alev Er gazeteyi yolladıktan sonra manşetle ilgili bu rahatsızlığımdan dolayı benimle konuşmak istedi. Yasemin Çongar da vardı, beraber konuştuk...
'İLHAN SELÇUK'UN BİLGİSİ OLMADAN CUMHURİYET'E BOMBA ATILMAZ!'
-Neler konuşuldu hatırlıyor musun. Alev Er ya da Yasemin Çongar senin rahatsızlığını giderecek, gazetecilik anlamında seni ikna edecek neler söylediler?
-Aslında biz orada gazetecilikten çok -çünkü iş artık buna dönüşmüştü- doğrudan politika konuştuk. Yani İlhan Selçuk, Perinçek ve Alemdaroğlu'nun bu işi, (darbe planını) yapıp yapamayacakları üzerine konuştuk. Alev Er yine hiç bir bilgiye ve belgeye dayanmadan, bir önkabulle "Cumhuriyet'e İlhan Selçuk'un bilgisi olmadan bomba atılmış olamaz" dedi. İlhan Selçuk'un darbeci olduğunu, bu işlerin içinde olabileceğini, Perinçek'in her zaman bu işlerin içinde olduğunu vs. söyledi. Alev Er'in hem Aydınlık hem de Cumhuriyet gazetesinde bir geçmişi var. Yani burada senin karşında buraları bilen ve çok emin biçimde konuşan birisi var. Burada kişisel olarak Alev Er'le ilgili bir sıkıntımın olmadığını belirtmek isterim. Zaten kişisel olarak hiç biriyle bir derdim yok. İnsani nitelikleri açısından Alev Er'i hepsinden ayrı tutarım ve çok da severim onu da özellikle belirteyim. Tabii bu konuşma benim için bir kafa karışıklığı oldu ve ben eve gittim. Sonraki iki gün gazeteye gitmedim. Aradılar, telefonlarımı kapattım falan filan ama en nihayetinde işim bu dönmeye karar verdim.
'YARGITAYI VURACAKLARDI' MANŞETİ NASIL ATILDI?
-Alev Er ve Yasemin Çongar'la geçen konuşmada seni ikna edici bir sonuç çıkmadı anladığım kadarıyla...
-O konuşmada Yasemin Çongar çok fazla müdahale etmedi. Sadece dinledi. Alev Er de kendisi açısından mantıklı bir konuşma yaptı, söyleyeceğini söyledi. Ben soracaklarımı sordum, o anlattı. Ben bunlara katılmadığımı söyledim. Burada yapabileceği başka bir şey yoktu. Yayın yönetmeni olarak üzerine düşeni yaptı. Tabii ben karşı tarafı da bildiğim için, Aydınlık hareketini ve İşçi Partisi’ni yani; ikna edici olmadı benim için. Sonunda burada iş yapıyoruz ve iyi sayılabilecek bir para da alıyoruz. O dönemde Taraf'ta hiç de öyle paraların ödenmemesi sıkıntısı yoktu. Ücretler tıkır tıkır ödeniyor, kimseyle bir sorunum yok ve iyi bir konumum var o dönemde. Yani iş olarak baktığımız için mecburen yapacağız bunu diye bakıyorum. Fakat bu arada gazeteye gittim, o günkü manşet "Yargıtay'ı Vuracaklardı" şeklindeydi. İşçi Partisi'nden çıktığı öne sürülen bir krokiye dayandırılan haberdi.
'FETHULLAHÇI POLİSLERİN VERDİĞİ HER BİLGİYİ BASMAYIN!' DEDİM.
-Sonrasında bu krokinin Savcılar tarafından çantada unutulan bir kroki olduğu ortaya çıktı sanırım...
-Şimdi ben bunu kimin koyduğunu falan bilemem. Ama karşı tarafa, "böyle bir cd var ne diyorsunuz" şeklinde asla sorulmadan bir şey yapılıyor. Bir tarafla ilgili bu kadar ciddi bir iddia varsa mutlaka oradan da bir görüş alınmaya çalışılır. Göstermelik de olsa alınır yani. Bu usuldendir. Bir de ben şunu biliyordum; Aydınlık hareketi tarihinde hiç bir zaman böyle provokasyon eylemleri yapmaz. Başka bir çok yönden eleştirebilirsin, bir sürü şey söyleyebilirsin ama Yargıtay'ı basıp da orada bilmem ne yapacak; böyle bir şey mümkün değil. Ayrıca polisin manipülasyonu da olabilir, böyle konularda dikkatli olunması gerekir. Yani ben o gün kesin kararımı verdim artık. Bunlarla konuşacak bir şey yok dedim. Gazeteye gitmeyi tekrar bıraktım. Sonrasında da istifamı vermek için gittim. Bu arada İşçi Partisi de "bu krokiyi Taraf bize fakslamış" şeklinde bir açıklama yaptı. Böyle bir şey de yok tabii. Şaşkınlık içindelerdi bu cd'nin nereden çıktığı konusunda. İstifamı vermek için gazeteye gittiğimde Alev Er’le konuştum ve son olarak da "Size önerim, Fethullahçı polislerin size verdiği her bilgiyi gazeteye basmayın" dedim.
-'Fethullahçı polisler' derken kastettiğin?
-Emniyetteki 'F tipi' yapılanma. Yani bence doğrudan onların servis ettiği bir şey bu. Alev Er de bana ,"kimin işine yaradığına bakarız" yanıtını verdi. Yani bu bilgi kimin işine yarıyor.
-Bu dönemde kimin işine yaradığı...
-Evet. Doğru olup olmadığı değil, kimin işine yaradığı önemli. Ama bu gazetecilik açısından geçer akçe değildir. Doğru olup olmadığına bakmak esastır. Tabii sonrasında benim hiç bir şey bilmeden aldığım bu tutumun doğru olduğu ortaya çıktı. Yani yılların gazetecisi Alev Er'lerin, Yasemin Çongar'ların, Ahmet Altan'ların manşete taşıdığı haberin yalan olduğu ortaya çıktı. Sonunda İşçi Partisi’nden alınan cd'ler arasında böyle bir cd'nin bulunmadığı ortaya çıktı bu kroki Silivri mahkemesinde delil olarak kabul edilmedi. Taraf’ın o süreçteki başka haberleri de yalan çıktı. Nusret Senem’in avukatlık bürosundaki bilgisayarları yakmaya çalıştıklarını falan yazdılar. Bütünüyle uydurma olduğu ortaya çıktı Nusret Senem o sırada orada bile değilmiş. Veli Küçük’le Alparslan Aslan’ı birlikte gösteren fotoğraflar da fotomontaj çıktı. Yakından takip ettim Silivri duruşmaları sürecinde, tutuklamalar sırasında Taraf’ın boy boy yayımladığı pek çok haberin doğru olmadığı ortaya çıktı ama ne bu duruşmaların haberine yer verdiler ne de bir özür yayımladılar gazetede.
'ARKADAŞLARIMI İNCİTMEK İSTEMEDİM'
-O gün bir konuşma daha geçti aranızda. Başlıktan rahatsızlığını dile getirdin. Alev Er'in tavrı bu kez ne oldu?
-Alev Er benim artık orada kalmayacağımın bilincindeydi. Bizim artık beraber yürüyemeyeceğimiz, gazetecilik yapamayacağımız belli olmuştu. Bir veda sohbeti yaptık ve biraz dünyaya nasıl baktığımızı falan konuştuk Alev Er dünya görüşümü merak etti. Ben ona, onlar inançlarını kaybetseler de şahsen sosyalizme inandığımı, geleceğin eninde sonunda emekçilerin tarafında olduğunu söyledim. Yani böyle bir noktaya geldik. Alev Er de işte işçi sınıfı diye bir şeyin kalmadığını, bu işlerin çoktan bittiğini, bu kavramların kendi gençliklerinde kaldığını falan söyledi. Bu düşüncemin yanlış olduğunu da söyledi. Sonuçta dostça ayrıldık. Şunu da belirteyim, Taraf'tan politik bir neden belirtmeden, askerliği gerekçe göstererek istifa ettim. Bunun bir nedeni de gazetede çok sevdiğim arkadaşlarım vardı, onları incitmek istemedim. Siyasi gerekçe gösterseydim bu onları üzebilirdi. Çünkü ayrılanlardan biri Taraf'ın bir misyon gazetesi olduğunu söyleyince, dürüst gazeteci arkadaşlarım kendilerini kötü hissedebilirler. Nihayetinde bu onların işi ve kendilerini solcu, demokrat olarak tanımlıyorlar. Vicdanlarıyla cüzdanları arasında kalacaklar. Öte yandan gazeteden bazı insanlar, basın kanununa göre askere giderken istifa etmek zorunda olmadığımı maaşımın yarısını, (en azından sigortada gözüken kısmının yarısını), askerdeyken de alabileceğimi sonra dönünce istersem yine istifa edebileceğimi, bunun kazanılmış hakkım olduğunu söylediler. Ben böyle bir tutumu da doğru bulmadım ve gazete yönetimiyle hiçbir para ilişkimin kalmasını istemedim. Hiçbir alacağımın olmadığına dair imzamı atıp çıktım gazeteden.
'SOL İÇİNDE TARAF'ÇI BİR CEPHE YARATILMAYA ÇALIŞILDI'
-Taraf’ın solu kristalize etme gibi bir niyeti var mıydı?
-Evet. Ben bunu geriye dönüp bakınca daha iyi anlıyorum. Nabi Yağcı henüz Taraf'ta yazmıyordu. Ancak o günlerde Nabi Yağcı, bugünkü TKP'yi eleştiren bir açıklama yaptı. İşte bugünkü başörtüsü meselesi üzerinden bir eleştiriydi sanırım. Bunun üzerine Alev Er, "Nabi Yağcı eski TKP ve yeni TKP üzerinden bir tartışma yaratalım" dedi. İşte Nabi Yağcı TKP'nin yeni yönetimini ulusalcılıkla filan suçluyor. Ben yapılan habere şimdiki TKP ile öncekinin farkını anlatan bir kutu filan yazdım. Tabii Nabi Yağcı'ya dayanarak bir haber yapıyorlar. Ben yine TKP'den de görüş alınması konusunda ısrarda bulundum. Bu ısrarım sonucunda Kemal Okuyan'dan falan görüş alarak bir şekilde habere koydurdum. Yani burada niyet belli. Nabi Yağcı gibi artık dönmüş, mücadele diye bir derdi filan kalmamış kişiler üzerinden sol'a 'siz de böyle olun' mesajı veriliyor. Tabii o zaman böyle okuyamıyorsun. Gazetecilik açısından baktığın zaman haber yani. Sonrasında Yasemin Çongar bana bir kaç defa Türkiye soluyla ilgili dizi hazırlamamı önerdi. Taraf'ta sol'la ilgili yapılacak bir yazı dizisinin nasıl bir şey olacağını az çok kavradığım için fazla üzerinde durmadım. Bunlar ilk işaretlerdi sanırım. Sonrasında Roni Margules, Nabi Yağcı, Halil Berktay, Murat Belge, Ümit Kıvanç gibi isimler üzerinden sol içinde Taraf'çı bir cephe yaratılmaya çalışıldı.
-Buradan AKP-Taraf ilişkisine gelirsek, bir yandan sol tartışılırken diğer yandan da AKP'ye yakın duran, senin deyiminle 'misyon' üslenen bir süreç de başladı Taraf'ta. Bununla ilgili söyleyeceklerin var mı?
-Başta da söylediğim gibi Taraf'ın misyonu, Amerika'daki Obama'cı ekibe bakarak, onların doğrultusunda belirlenmiş bir misyon. Yani burada AKP ya da başka bir partinin önemi yok. Yani hiçbirisi AKP'li falan değildir.
'KADINLARIN ÇOK SEVDİĞİ AHMET ALTAN KADIN ÇALIŞANLARA 'ŞU KARI, BU KARI' DİYE HİTAP EDİYORDU'
-Taraf yöneticilerine gelirsek; Ahmet Altan'ın antimilitarist bir tutum yansıtmasına rağmen Ankara bürodaki çalışanlara yönelik tavrı militarist cümleler içermesi nedeniyle de tartışıldı. Sen bu dönemi hatırlıyor musun?
-Ben o dönemde gazetede değildim ama fazla uzağa gitmeye gerek yok. Bu konuda Ahmet Altan'ın tavırları durumu anlatmaya yeterli. Doğrudan bana karşı herhangi bir olumsuz tavrı olmadı ama çeşitli defalar çalışanlara hiçbir iş yerinde olmaması gereken şekillerde davrandığını gördüm. Kadınların çok sevdiği Ahmet Altan’ın birlikte çalıştığı kadınlara saygı gösterdiğine ise hiç tanık olamadık mesela. Yazı işleri toplantılarında kadın arkadaşlarımızdan ‘şu karı’, ‘bu karı’ şeklinde bahsetmek Ahmet Altan’ın sık başvurduğu bir üsluptu. Taraf’ta çalıştığım dönemdeki Ahmet Altan’ı gözümün önüne getirdiğimde editörlüğü ya da gazete yöneticiliğini haberi süzmek, imbikten geçirmek, doğruluğunu yanlışlığını araştırmak, detaylandırmak falan değil tamamen sansasyonel başlık atmak olarak gören biri gözümde canlanıyor. Ayrıca pek çok arkadaşı hakaretamiz sözcüklerle azarladığını da hatırlıyorum.
'TARAF'TA ASIL ETKEN OLAN AHMET ALTAN DEĞİL, YASEMİN ÇONGAR'
-Bir kimliğinle baktığında Ahmet Altan'ı nasıl değerlendiriyorsun. Bir kahraman mı var karşımızda, kendisini nasıl konumlandırıyor sence?
-Tabi tabii, Ahmet Altan'ın böyle bir şeyi var. Ama Taraf'ın politikalarının belirlenmesinde Ahmet Altan değil, Yasemin Çongar etkendir. Bu üçlü içerisinde Ahmet Altan, gazetecilikle değil de duygusal ve çok fevri hareket eden bir profil çizer. Bir defa benim olduğum dönemde gazeteye Ahmet Altan'ın katkısı çok azdı. Esas olarak Alev Er'di. Alev Er'in yazıişleri toplantılarında bir enerji olurdu. Eğer toplantıyı o yapıyorsa herkes katılmak isterdi. Çünkü gazetecilik açısından bir şeyler öğreniliyordu. Ama Ahmet Altan yapıyorsa herkes kendi servisinden başka birini göndermek isterdi. Çünkü haberin bütününü değil saçma sapan bir ayrıntıya takılıp 15-20 dakika bunun üzerine konuşurdu. Yasemin Çongar ise çok dengeli, bütün süreç boyunca adım adım kendi iktidarını Taraf içerisinde güçlendiren bir yol izleyerek gazetenin politikalarına damgasını vuran kişi oldu. Sonuçta Alev Er'in Taraf'tan ayrılmasının gerçek nedeni Yasemin Çongar'dır. Yasemin Çongar'ın giderek gazete içinde etkili olmasıdır.
-Yasemin Çongar'ın etkisini neye bağlıyorsun. Amerika'yla daha yakın ilişkileri olması mı?
-Hayır. Ben o kadar komplo teorilerine bağlamıyorum. Kişisel yeteneklerine bağlıyorum. Üç kişi arasında yönetici nitelikleri açısından öne çıkan oydu ve eninde sonunda Yasemin Çongar orayı yönetecekti.
'ORDUYU YIPRATACAK HER HABER TARAF İÇİN İYİDİR'
-Taraf'ın askerle ilgili manşetleri de çok tartışıldı. Sen bir gazeteci olarak ne düşünüyorsun bu konuda?
-Önce şunu söyleyeyim; bir kere Taraf'ın yönetici üçlüsü Türkiye'ye demokrasinin AKP'nin temsil ettiği güçlerle geleceğine ve bunun karşısındaki en büyük engelin de askeri vesayet olduğuna kesin olarak inanıyorlar. Buna çok samimi olarak inanıyorlardı ve orduya yönelik her türlü haberi yayınlayalım diye düşünüyorlardı. Fakat şunu da söyleyeyim; benim olduğum dönemdeki haberlerin ben arkasındayım. Mesela "üsteğmeni dağda unuttular" haberi... Hakikaten üstteğmeni dağda unutmuşlar. Dağlıca baskınındaki ihmaller vesaire. Bu haberlerin arkasındayım ama sonrasındakilerin mutfağında yer almadığım için bilemem. Ahkam kesmiş olurum. Ama bakış açılarının askeri vesayete karşı olduğunu söyleyebilirim. Bu nedenle orduyu yıpratacak hertürlü haber iyidir tabii Taraf için.
AHMET ALTAN, 'BU SAYFALARIN HEPSİ BENİM' DİYOR
-Çalışanların ücretleriyle ilgili sıkıntılara gelirsek. Bir çok çalışan bu nedenle ayrıldığını biliyoruz. Basında yaygın bir sıkıntı bu sanırım. Sen neler yaşadın bu konuda?
-Maaşlarımız sigortada asgari ücret üzerinden gösteriliyordu ve tabii ki asgari ücret almıyorduk. Mesela böyle bir şey Ciner Grubu’nda Doğan Medya'da falan hayatta olmaz. Yani bir çok açıdan eleştirebilirsiniz büyük medyayı ama en azından maaş bordronuzda maaşınız tam gösterilir. Ama biz Taraf'taki sıkıntıları hep gazetenin zor günler geçirmesine bağladık. Radikal'den gelenlerin çoğu oradan atılmışlardı. Taraf’ı bir nevi kendi gazeteleri gibi benimseyip hep beraber bir şey yapıyoruz havasına girdiler. Ben pek katılmasam da bazı arkadaşlar hep beraber Türkiye'ye demokrasi getirme misyonuna hizmet ediyoruz filan diye düşünüyorlardı. Bu nedenle bu sıkıntılar hoş görülüyordu. Ama hiç de böyle bir şeyin olmadığı sonradan ortaya çıktı. Ben ayrıldıktan sonra yapılan bir yazı işleri toplantısında, Ahmet Altan, "bu sayfaların hepsi benim, ben size bunları doldurmanız için para veriyorum" demiş. En sonunda iş oraya gelmiş. Tabii biz baştan itibaren haklarımızı korumak adına daha net bir tutum alabilirdik. Burada bizim de eksikliğimiz var. Biraz da bakış açımızın saflığından kaynaklandı. Yani Taraf'ı bir patron gazetesi gibi görmeyip, böyle beraberce bir öğrenci gazetesi çıkartıyormuşuz gibi bu tür sorunları görmezlikten geldik. Benim dönemimde ücretlerin ödenmesinde fazla sıkıntı olmadı ama sonradan bunlar yaşandı, biliyorum. Bunları yaşayanlarla konuşsanız daha iyi olur.
-Taraf'ın Cumhuriyet'in temel değerleriyle ilgili görmezden gelen yayınları da oldu ve bu çok eleştirildi. Bu konuda sen ne düşünüyorsun?
-Ben açıkçası Taraf'ın bu konuda eleştirilmesi gerektiğini düşünmüyorum. Bence bir gazetenin böyle bir özgürlüğü de olmalı. Türkiye'deki bütün gazeteler sanki tek bir merkezden çıkıyormuş gibi davranıyor. 29 Ekim'de falan hepsi neredeyse aynı birinci sayfayla çıkıyor. Bu ancak totaliter rejimlerde olan bir şey. Bir gazete de 29 Ekim’de başka başlık atabilir.
'TARAF'IN ADI 'İKİNCİ CUMHURİYET' OLACAKTI!'
-Sence bu tutum sözünü ettiğin özgürlük çerçevesinde görülen bir tavır mı?
-Bence bu konuda basın özgür olmalı. Ha, Taraf niye böyle yapıyordu dersen. İdeolojik olarak şöyle bir şey var; Taraf'ın kadrosu çok net olarak ikinci cumhuriyetçi. Hatta Taraf kurulmadan önce bir ara gazeteye "İkinci Cumhuriyet" adının verilmesi bile söz konusu olmuş. Biz başlarda bundan haberdar değildik ama sonradan gazete içinde konuşulurken duyduk. Yani bu düzeyde bir ikinci cumhuriyetin gazetesi. Tabii ikinci cumhuriyeti kurmak isteyen adamlar birinci cumhuriyeti eleştirecekler. Yıkmak isteyecekler. Birincisi yıkılmadan ikincisini kurmak mümkün değil. Böyle bakıldığında çok normal, ikinci cumhuriyetçiliğin doğal bir sonucudur bu.
(Yarın: Taraf Eski Spor Muhabiri Onur Yazıcıoğlu anlatıyor: Hakan Şükür'e dokundu başına neler geldi?)
Yusuf Yavuz
Odatv.com