AKINCILAR AKINCILAR FORUM |
|
| ÇİN - ABD | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: ÇİN - ABD Ptsi Ekim 04, 2010 6:26 pm | |
| [size=24]ABD Çin’e karşı birleşti[/size]
[size=18] [b]ABD’de, Çin’in uyguladığı düşük kur politikasının önüne geçmek için hazırlanan yasa teklifi kabul edildi. Yasayı hem Cumhuriyetçiler, hem de Demokratlar onayladı.[/b] [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/abd]ABD[/url], büyüyen [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/cin]Çin[/url] ekonomisiyle baş etmenin yollarını arıyor. Yuanın gerçek değerinden düşük fiyata işlem görmesinin, Çin için haksız kazanç olduğunu [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/iddia]iddia[/url] eden [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/abd-temsilciler-meclisi]ABD Temsilciler Meclisi[/url], ‘Kur Reformı ile Adil Ticareti Geliştirme’ yasa tasarısını kabul etti. 79’a karşı 348 oyla geçen yasa Cumhuriyetçiler’i ve Demokratlar’ı birleştirmiş oldu. [b]Çin malları zamlanacak[/b] Çin’in yuanın değerini düşük seviyelerde tutarak, ihracata [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/devlet]devlet[/url] sübvansiyonu sağladığı ve dolaşım miktarını arttırmayı hedeflediğini iddia eden ABD hükümeti, bunun haksız kazanca neden olduğunu söylüyor. Karar uygulamaya geçerse Çin’in ihraç ettiği ürünlere ekstra vergi uygulanacak. Çin malı ürünlerin % 10 zamlanması öngörülüyor. [b]Ticaret açığı büyüyor[/b] ABD’nin böyle bir adım atmasının sebebi olarak artan [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/ticaret]ticaret[/url] açığı gösteriliyor. ABD’nin sadece Çin ile olan ticaret açığı bu yılın ilk yedi ayında 145 milyar doları buldu. Geçen yıl ise bu sayı 123 milyar dolardı. Bu yasayla ABD’nin ithalatının azalması ve fiyatların korunması; böylece farkın azalması hedefleniyor. [b]Çin: Yasa uluslararası hukuka aykırı[/b] Çin ise yasayı tepkiyle karşıladı. Yasanın başta Dünya Ticaret Örgütü kuralları olmak üzere birçok anlaşmaya aykırı olduğunu iddia eden Çin hükümeti yetkilileri; ‘Temsilciler Meclisi'nin karşılıklı ilişkilere zarar verecek adımlardan kaçınması gerektiğini ve bu yasa tasarısına kesinlikle karşı olduklarını’ söyledi. Çin, düşük kur uygulamak gibi bir planları olmadığını daha önce de belirtmişti. Yasa yürürlüğe konmazsa daha esnek kur politikaları belirlenebileceği de konuşulanlar arasında. Yasanın yürürlüğe girmesi için Başkan [url=http://haber.sol.org.tr/haberleri/barack-obama]Barack Obama[/url] tarafından da onaylanması gerekiyor.[/size] (soL – Dış Haberler) | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ÇİN - ABD C.tesi Ekim 09, 2010 2:30 pm | |
| Nurullah AYDIN
9 Ekim 2010 Türkiye-Çin ekonomik işbirliği
EKONOMİ’DE KARARSIZLIK VE TEDİRGİNLİK!
Kuşkusuz kapalı ekonomi söz konusu değil. Küresel gelişmeler ülke ekonomilerini etkilemektedir.
Türkiye-Çin ekonomik anlaşmaları, dolar yerine Yuan ve Lira üzerinden ticaret yapılma kararı kuşkusuz yankılarını önümüzdeki dönemde gösterecek.
Saddam’da petrol anlaşmalarını dolar yerine Avrupa para birimi üzerinden yapma girişiminde bulunmuştu.
Ekonomik krizin dünyayı sarmaladığı, ABD ve Avrupa’nın bu krizi kendi lehlerine çevirme için çaba gösterdiği bir dönemde aday ülke Türkiye’nin Rusya ve İran’dan sonra Çin’le yaptığı bu ikili özel anlaşma ne gibi sonuçlar doğuracağı şimdiden bellidir.
Bakın; ABD'de başlayan ve piyasaları etkileyen mortgage krizi dolayısıyla hangi kurumların ne ölçüde risk altında olduğu tam olarak görülemediğini, sistemde güven kaybı olduğunu ve bankaların bankalara güvenmez olduğunu, iş adamları ifade edebilmektedir.
Kuşkusuz böyle bir ortamda, haliyle herkes nefesini tutmuş, dünyayı yakından izliyor. Yeni bir çöküş dalgası daha gelecek mi? Durum 2008 açısından bazı güçlü risklerin varlığına işaret ediyor.
Avrupa Birliği’nde ABD Eksenli yapı oluşuyor.: Türkiye-ABD ilişkilerinde 1 Mart tezkeresinden bu yana yeni ve her iki taraf için de memnuniyet verici olmayan bir süreç yaşandı. Son operasyonun birlikte yapılması ile tekrar düzelmeye başladığının işaretleri var.
Yeterli mi elbette değil. Her iki tarafın da kazanması esasına dayanan formüller üretilmeli. Merkel ve Sarkozy'nin işbaşına gelmesiyle Almanya ve Fransa'nın ABD'ye eskiye oranla daha fazla yakınlaştığı görülüyor. AB'nin temel direkleri daha güçlü bir Kuzey Atlantik ekseni oluşturma arzusundalar.
AB'de dengeler yeniden kuruluyor. Güçlü bir Kuzey Atlantik ekseni oluşmasından söz ediyorsak, Türkiye'nin ABD ile ilişkilerinin çok daha fazla önem kazanacağını belirtmekte yarar var.
Çin'i yalnızca bir tehdit olarak görmek son derece yanlış. Burada çok büyük bir fırsat yatıyor. Bu ülkeyle kazan-kazan ilişkisi kurmak mümkün. Türkiye'nin gelecek tasarımları ve stratejileri içinde Çin'in mutlaka yer alması gerekiyor.
Komşu ve bölge ülkeleri ile doğrudan ticaret kurma kanallarının açılması gerekir. Avrupa Birliği iler yapılan gümrük birliği anlaşması buna olanak vermiyor. Ama kimse de çıkıp bu anlaşmanın Türk ekonomisi üzerindeki olumsuz etkilerini tartışmıyor. Tartışmak da istemiyor.
Üretim ekonomisi yerine tüketim ekonomisine dayalı ithal ağırlıklı düzenlemeler de tartışılmıyor. Evet ihracat artıyor ama ya ithalattaki artış! Kaldı ki ihracattaki artış yabancı yatırımcıların Türk ekonominse katkısı son derece sınırlı olan sistemle işliyor. İthal mala dayalı yerli üretim yabancı şirket kısır döngüsü, var bu yeni istihdam alanı yaratmıyor.
Türkiye’ye kaynak girişinde azalma olabilir.: Türkiye ekonomisinin kırılganlığını daha da azaltmaya ihtiyaç vardır. Cari açığı sürekli üreten ekonomik yapımızı değiştirmemiz gerekiyor. Yılda yüzde 7 civarında bir büyümeyi garanti altına almalıyız. İstihdam dostu bir büyüme gerçekleştirmemiz lazım.
Kredi piyasasında daralma olursa önemli kaynak girişi sağlayan şirket satın almaları sekteye uğrayabilir. Küresel ekonomide bol ve ucuz kaynak dönemini geride bırakıyoruz. ABD'den kaynaklanabilecek bir durgunluk beklentisi küresel piyasaları sarmış durumda.
Kapsamlı bir çaba içine girme zorunluluğu önümüzde dururken, iç çekişmelerle zaman ve enerji yitirmeyelim. Bu yüzden, önümüzdeki anayasa tartışmalarını uzlaşmanın zemini haline getirmeliyiz.
Hükümetin vergi ve vergi benzeri yükleri azaltması karşılığında özel sektörün kayıt dışı oranını azaltması gerekir. Vergi ve vergi benzeri yükleri azalttığımızda, biz vergi kaybını tahmin edip bulalım. İş adamları da kayıt içine girenlerin tablosunu gösteren verileri ortaya koyması gerekir. Karşılıklı performansı ölçen bir yapı kurulmalıdır..
Türkiye'nin yüzde 7'lik büyümeyi yakalaması için yüzde 30'luk verimlilik artışı gerekir.
Bunun için ciddi bir yatırım gerekir. Hükümet yatırımların özel sektör tarafından yapılmasını tercih etmektedir. Ancak bu hedefe ulaşılması için özel sektörün yüzde 3 tasarruf artışı gerçekleştirmesi gerekiyor..
Büyüme rakamlarına ilişkin endişeleri hemen iş dünyası dile getirmektedir.
Hükümet rehavet içinde. İş dünyasına heyecan coşku verecek yeni projeler ortaya koyması gerekir. Ancak görülen AKP’nin özgürlük, demokratikleşme, yeni anayasa çıkarma ve Avrupa birliği üyeliğinden başka gözünün gördüğü, önem verdiği konu yok.
Günün Sözü; Hayal kırıklığı yaşamak istemiyorsun önünü görecek tedbirleri almalısın | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ÇİN - ABD C.tesi Ekim 09, 2010 3:04 pm | |
| Türkiye’nin İsrail ile yapacağı askeri tatbikatı iptal ederek Çin ile tatbikat düzenlemesi ve İran’ın Çin’den füze teknolojisi satın alması, ABD ve İsrail’i üç ülke arasında gelişen askeri işbirliği konusunda endişelendirdi.
ABD ve İsrail, özellikle geçtiğimi hafta düzenlenen Türk-Çin Hava Kuvvetleri tatbikatının ardından Türkiye, Çin ve İran arasında büyüyen askeri işbirliğini endişeli gözlerle takip ediyor.
İki yıl öncesine kadar, Türkiye, İsrail’in hava muharebesi tatbikatlarında başlıca ortağıydı. 2001 yılında, Türk Hava Kuvvetleri İsrail ve ABD ile Konya’da taktik hava muharebesi merkezinin açılışını yaptı. 2008 yılına kadar, İsrail Hava Kuvvetleri Türk hava sahasını sıkça ziyaret etti. Ayrıca, Türkiye’nin her yıl düzenlediği en büyük hava tatbikatı Anadolu Kartal’ında da yer aldı.
İLİŞKİLER TERSİNE DÖNÜYOR
Dökme Kurşun Operasyonu’nun başlayan ve ikili ilişkilerin bozulmasıyla devam eden süreçte, Türkiye 2009’da İsrail’in Anadolu Kartalı tatbikatta yer almasına karşı çıktı. ABD, Türkiye’nin bu kararı üzerin bu yıl düzenlenecek tatbikatta yer almaktan vazgeçti. Bazı NATO ülkeleri de ABD’nin peşinden aynı kararı verdi.
Türkiye, İsrail Hava Kuvvetleri’nin yerini Çin Hava Kuvvetleri’yle doldurdu. Çin, Türk F-16’ları ile eğitim görmesi için Sukhoi SU-27 savaş jetlerini ve pilotlarını gönderdi. Geçmişte bu tür tatbikatlar oldukça göz önünde yapılırdı ancak geçtiğimiz hafta gizli bir şekilde gerçekleştirildi. Türk basını, tatbikatı yalnızca bitişinin ardından, kısa bir şekilde ele alabildi.
Batı ülkeleri Çin ordusunun yapısındaki değişimleri, özellikle de sınırlarının çok ötesinde savaş kabiliyeti kazanmasını sağlayacak uzun menzilli donanma ve hava tatbikatlarını yakından takip ediyor. Çin ise bir yandan saldırgan siber savaş yeteneklerini geliştirmeyi de sürdürüyor. Yabancı istihbarat kaynaklarına göre, bu amaç altında 60 bin bilgisayar korsanına iş imkanı sağlıyor.
ÇİN-İRAN YAKINLAŞMASI
Obama yönetimi, Çin savaş uçaklarının Pakistan ve İran üzerinden Türkiye’ye ulaştığı haberlerinin çıkmasının ardından Ankara’nın Tahran ile yaptığı askeri işbirliğini reddetti. Üç ülke arasında gelişen askeri işbirliğini, İran’ın Çin ile yaptığı silah anlaşmaları izledi.
Hizbullah’ın İsrail’e girdiği İkinci Lübnan Savaşı’nda, İsrail Donanması’nın Hanit füze gemisine ateşlenen C-802 gemi savar füzesi, İran’da Çin teknolojisi kullanılarak üretildi. Çin, ayrıca Türkiye ile birlikte karadan karaya roket ateşleme sistemi geliştirdi. Çin Başbakanı Wen Jiabao ise, bu ay Ankara’yı ziyaret ederek çok sayıda ikili işbirliği anlaşması imzalayacak.
Türkiye ve Çin, aynı zamanda İran’dan inşa edilecek petrol boru hatları projelerinde yer aldı. İki ülke arasındaki yakın ilişkilerin bir sebebi de, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi olan Çin, İran’ın nükleer programına yönelik daha sert yaptırımlarına karşı duran muhalefette ön safta yer almış olması.
Haaretz yazarı Anshel Pfeffer'in "Growing ties between Turkey, China, Iran worry Israel and U.S." başlıklı makalesinden derlenmiştir.
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ÇİN - ABD Paz Ekim 10, 2010 7:04 pm | |
| Çin Hava Kuvvetleri Türkiye'ye niçin gitti?
Çin Hava Kuvvetlerine bağlı sayısı bilinmeyen Rus yapımı Su-27 ve Mig-29 savaş uçakları Eylül ayı içerisinde Orta Anadolu'daki dev Konya hava üssüne indi 10 Ekim 2010, 21:01 Bahadır Serhad
Çin Hava Kuvvetlerine bağlı sayısı bilinmeyen Rus yapımı Su-27 ve Mig-29 savaş uçakları Eylül ayı içerisinde Orta Anadolu’daki dev Konya hava üssüne indi. Birkaç gün içerisinde, bir NATO ülkesi ve Çin arasında türünün ilk örneği bir askeri tatbikatta Amerikan yapımı Türk F-16’larıyla eğitime başlamışlardı.
NATO ve diğer dost ülkelerle yapılan ortak askeri manevraların yapıldığı Anadolu Kartalı himayesindeki bu kısa süreli tatbikat, Türkiye müttefiklerinin anlamını çözmeleri vakit alacak çok sayıda etkeni yansıtmaktadır. Batı nokta-i nazarından, Çin’in aniden NATO’nun güney cenahında görünmesi ve hemen hemen aynı vakitlerde Orta Asya’daki diğer askeri maceraları, Pekin ile Washington ve pek çok Avrupa ülkesi arasındaki ilişkilerin bir dizi iktisâdi ve askeri gerilimden muzdarip olduğu bir zamanda kışkırtıcıdır.
Çin uçaklarının Türkiye’ye intikalinin/konuşlanmasının Çin Başbakanı Wen Jiabao’nun 6 Ekim’de Brüksel’de AB komisyonu ile yapacağı, gergin ve verimsiz geçmesi beklenen zirve öncesine rastlamasının birincil –ve galiba fırsatçı – niyeti bu olabilir.
Anadolu semalarındaki it dalaşına gömülü daha stratejik bir diğer mesaj ise Çin’in ana kaygılarına daha yakın. Çin savaş uçaklarının Türkiye’ye intikali, Çin yönetimi ve ordusunda Pekin’in erişim ve sürpriz kabiliyetini ispatlama azminde olanların gündemini pekiştirecektir. Bazıları, tatbikatın gerçekte yapılıp yapılmadığı hakkında kararsız olsalar da, pek çokları bu hadisenin Türkiye’nin amaçlarını, NATO’yla ve AB’yle gelecekteki ilişkilerini ortaya koyabileceğini düşünüyorlar.
Çin ve Türkiye, şüpheleri bir şekilde yatıştırmaya ve üstü güç bela örtülen husûmetleri dindirmeye ayarlı yapmacık sosyal etkinlikler ve yavan kurumsal işlevlerin ötesinde herhangi bir askeri işbirliği şekli için tutuk bir ikili görünümündeler elbet.
Hassaten, her iki ülke Uygur câmiasına, Çin’in Batısı’nda meskun Türkçe konuşan bu Müslüman azınlığa muamele konusunda kısa süre önce ciddi farklılıklar tecrübe ettiler. Pekin ve Uygurlar arasında yaşamakta olan pek çok Han Çinlisi Uygurlara şüpheyle bakıyor ve onları ayrılıkçı fitnenin ve potansiyel İslamcı aşırılığın kaynağı olarak görüyorlar. Aynı şekilde, pek çok Türk, Uygurları Çin zulmünün kurbanları olarak görmekte ve pan-Türkçü dayanışma adına seve seve destek vermektedirler.
Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan 2009 Temmuz’unda Sincan’da/Doğu Türkistan’daki Uygurlar ve Han Çinlileri arasındaki çatışmaların ardından durumu “âdeta soykırım” olarak nitelendirmişti ki meselenin yaratacağı duygulanımın kuvveti işte burada açıktır. Can kayıplarının ve yaralıların – 200 civarında insan öldü ve binlercesi yaralandı - büyük bir kısmının Han Çinlisi olduğu ortaya çıktığında, Türk hükümeti kullandığı dili yumuşattı - ki Türklere hâkim olan halet-i ruhiye Çin karşıtı değilse bile Uygur yanlısıydı.
Erdoğan’ın görünüşe göre insiyaki ama abartılı tepkisi ve sonraları Çin’e karşı daha yumuşak bir tonda konuşması – Pekin’in Uygurlara karşı durumunun Türkiye’nin Kürt ayrılıkçılar karşısındaki durumuna benzediğini Ankara’nın isteksiz de olsa tanıması olabilir bu – Çin Dışişleri Bakanlığında bağları güçlendirme fırsatı olarak telakki edilmiş olsa gerek. Dolaylı da olsa güçlü tepki gerektiren bir dizi diplomatik fikri değişimi müteakip Ankara’nın yaptığı hesaplar, bu hüner gerektiren işte Çinli diplomatlara yardımcı oldu.
Türkiye’nin AB ile gitgide endişe verici ilişkisi- ki Ankara’nın atalardan kalma Müslüman yayılması anılarını çalmaya devam ederken Avrupa kalpgâhına yakınlaşma yönündeki herhangi bir çabasını elekten geçiren güçlü bir “Viyana Kapısı” var – Çin pilotlarını NATO hava sahasında eğitme kararına katkıda bulunduğu kesindir.
Benzer şekilde, 2010 Mart ayında, Amerikalı yasa koyucuların 1915’te Osmanlı kuvvetlerinin Ermenileri öldürülmesini soykırım olarak tanıyan bir oylamada evet demeleri ve bunun yanısıra 2010 Mayıs ayında, İsrail’in Gazze yardım filosundaki dokuz etnik Türk’ü öldürmesi üzerine Washington’ın İsrail’i ciddi bir sansürden geçirememesi, Türkiye’nin ABD müttefikleri tapınağında mevkice aşağıda bir yer işgal ettiğine pek çok Türkü ikna etti.
Çin Hava Kuvvetleri’nin davet edilmesinde etkin olan bir diğer – ve karşı konulamaz- saik, Türkiye ve Yunanistan arasındaki farkı vurgulamak olabilir. Yunanistan ekonomisinin müşkül durumu, bu ülkeyi daimi dilenciliğe ve kilit nakliyat sektörünü finanse etmek için Çin’den borçlanmaya ve Çin’e bel bağlamaya itti. Türkiye’nin bu hareketi – hitap edilen ana kitle yurtiçinde olsa da – Yunanistan’ın tam aksine, ülkenin bağımsızlık ve egemenlik bakımından büyük bir güçle denk olduğunu gösterdi.
Çin’in Türk davetini kabul edip Konya’ya savaş uçakları göndermesinin ardında yatan dürtüler de ev sahibi ülkenin konum ve öneminden bağımsız bazı çıkarları yansıtmaktadır. Pekin, ülke askerinin ana çıkar alanlarının çok ötesine intikalini içleri daha bir rahat izlerken, Çin’in genelde ihtiyatlı diplomatları, ulusçu yurtiçi kitle nâmına bu nevi gösterilerin faydalarına kıymet veren siyasi ve askeri hizipler tarafından hükümsüz kılınıyor veya göz ardı ediliyor gibiler.
2009 Ocak ayında korsanlıkla mücadele kapsamında Aden Körfezine savaş gemileri gönderilirken de bu halet-i ruhiye göze çarpıyordu; resmi ağızlar, 15. Yüzyılda Amiral Zheng He’nin Ortadoğu ve Afrika’ya gerçekleştirdiği yedi deniz seyahati ile bu misyon arasında kıyas yapmışlardı.
Çin Halk Kurtuluş Ordusu ve Hava Kuvvetleri 2010 Eylül ayında Kazakistan’da yapılan, Şangay İşbirliği Örgütü’nün Kırgızistan, Tacikistan ve Rusya gibi üyelerinin de katıldığı “Barış Misyonu 2010” adındaki bir dizi askeri tatbikata da katılmıştı. Tatbikatın görünüşteki gayesi, terörle mücadele operasyonlarını test etmek ve eşgüdümlemek olsa da “Barış Misyonu” gerçekte Çin’e kara ve hava gücünü sınırları ötesine konuşlandırmak gibi eşsiz bir fırsat sundu.
Resmi Xinhua haber ajansına göre en az sekiz adet Çin savaş uçağı, bombardıman uçakları, erken uyarı ve tanker uçakları Urumçi’den havalanıp Kazakistan’da adı belirtilmeyen bir mahalde tatbikat yaptılar. Türkiye’ye giden ekip ve teçhizat, İran hava sahası üzerinden Konya’ya varmadan evvel benzer bir güzergâh izlemiş olmalıdır.
ABD ve Çin arasında Güney Çin Denizi’nde süren gerilimlere bakınca, Çin savaş uçaklarının bir NATO ülkesinde manevra yaparken görünmesi, 12 Ekim’de Hanoi’de yapılacak ASEAN konferansında buluştuklarında ABD Savunma Bakanı Robert Gates ve Çinli mevkidaşı General Liang Guangle arasındaki sohbete renk katacaktır.
Yazar hakkında: Hong Kong merkezli bir risk yönetimi şirketi Allan & Associates’te güvenlik danışmanıdır.
Kaynak: Asia Sentinel
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ÇİN - ABD C.tesi Ekim 23, 2010 9:31 pm | |
| Çin faiz artırdı, dolar çıktı 19.10.2010 - 21:00 Yazdır Arkadaşına gönder Çin iki yıl aradan sonra faiz artırma kararı alarak, kısa vadeli faizleri 0.25 puan yükseltti. Çin'in bu adımından sonra, Çin Merkez Bankası'nın faiz yükseltmesindeki amacına uygun olarak uluslararası piyasalarda dolar yükselişine devam etti.
Çin'de enflasyonun son 22 ayın en yüksek düzeyine çıkmasından sonra, Çin Merkez Bankası kısa vadeli faizleri artırma kararı aldı. Buna göre, mevduat faizleri yüzde 2.25'ten 2.50'ye, borç verme faizini ise yüzde 5.31'den 5.56 düzeyine yükseltildi.
Çin'in kendi ekonomisi için aldığı bu karar, yuanın değer kaybetmesine yol açacağı için "kur savaşları"nda yeni bir raundu açabilecek bir adım olarak değerlendiriliyor. Yuanın değerlenmesinin önüne geçilmesi ile uluslararası piyasalarda ABD'nin rekabet gücünde zayıflama yaşanacağı belirtiliyor.
Nitekim, Çin'den gelen açıklamanın ardından dolara alımların artması ile doların yükseliş trendini devam ettirmesi beklenirken, avro/dolar paritesinin 1.38-1.35 düzeyinden 1.25'lere gerileyeceği düşünülüyor.
Çin hükümeti bir süredir ekonominin aşırı ısınmasını engellemek amacıyla konut kredisi faizlerine de yeni düzenlemeler getirmişti. Çin'de canlanma paketlerinin katkısıyla yüksek oranla büyüyen ve ısınan ülke ekonomisinde, konut sektörünün yarattığı riskler bertaraf edilmeye çalışılıyor. Bu sektörden kaynaklı olarak finansal piyasalar üzerindeki risklerin arttığı belirtiliyordu.
Eylül sonu itibariyle Çin'in en büyük 70 kentinde konut fiyatları yıllık bazda yüzde 9 artmış, Çin'de kredi hacminin büyüklüğü ise 1.4 trilyon doları bulmuştu. (soL-Ekonomi)
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ÇİN - ABD C.tesi Ekim 23, 2010 9:50 pm | |
| Üstad yıllar öncesinden, Çin ve Hindistan'ın müstakbel tehlike analizini, "aç insan silosu" olarak yapmıştı.
Aç insan ne yapar?
Nasıl bir tehlike arzeder derken, globalleşen dünyada nasıl bir tehdit oldukları kendisini göstermeye başladaı.
Aç insan, karın tokluğuna çalışır. Bu da global dünyada, ulusal devletlerin sınırlarını aşan bir ucuz iş gücü demektir ki, ulusal devletlerin içini vuracak bir istihdam-işsizlik meselesini peşiden sürükler.
Bu tehlikenin karşısına ABD bile duramaz, dünya dengelerinin üzerine kurulduğu doları tepetaklak eden en mühim amillerden biri böylece sürece katalizör olarak eklenmiş olur.
Süreç, yani Kapitalizmin yıkılma süreci.
Dünya nizamı yeni bir şekil alacak, bundan fırsatları değerlendirenler kârlı çıkacak elbet.
Ucuz bir espri olacak ama olsun, malum kriz Çinçe'de "fırsat" demektir...
Tabi bu sürece tesir eden en temel faktör, vatanlarını emperyaalizt işgale karşı müdafaa eden mücahid savaşçılar.
AKP'nin burdaki görevi, Türkiye'nin savaşa iştirakine mani olmak, İBDA'nın önünü kesmek.
Mesele, savaş nasıl çıkartılır?
Kimlerle savaşılır?
İttifaklar nasıl teşekkül eder?
Eldeki imkanlarla, hedefarasıdnaki ilişki?
Süreç içerisinde AKP, tabandan gelen baskıyla, dışarıdan gelen arasında tost oalcağı, tost olması için ne yapılmalıdır?
Ülkedeki silaahlı kuvvetlerin durumu?
TSK?
Polis?
PKK?
Emperyalizmle olan çelişkileri ve ittifak noktaları neler?
Her bir silahlı güç odağının içindeki hangi unsurlar emperyalizmle ittifak arıyor, hangileri karşı cephe oluşturmaya çalışıyor?
Emperyalizmle olan çelişkilerinden nasıl istifade edilip, emperyalizme karşı ittifak arayışında olanlarla nasıl bir ilişki tesis edilebilir?
Ticaret yaparken karşıdaki adamın parasına bakıyorsun da, siyast yaparken aynı adamın sana sağlayacağı menfaate mi bakarsın, yoksa imanına mı?
Kavga nasıl çıkartılır kavga, öyle ağız dalaşı değil, basbayağı yumrukların, silahların konuştuğı kavga. İnsanlar can ppazarında, ölür dirilirken, sen burda, kendini onların yerinde tahayyül edemediğinden, vay efendim falanın şusu var, filanın busu var. Bak bakalım kavganın yaşandığı yerlere, direnişçiler binbir fraksiyon olsa da ortak düşmana karşı kendi aralarındaki ihtilafları erteliyorlar mı, ertelemiyorlar mı?
Ortak düşmana karşı işbirliği mi esas, bölünme mi? | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ÇİN - ABD Paz Ekim 24, 2010 2:22 pm | |
| “Kur Savaşları”nın Evveliyatı 24.10.2010 - 07:30 - Korkut Boratav
Geçenlerde Brezilya Maliye Bakanı Guido Mantega, rekabet gücünü artırmak için para değerlerini zayıflatan ülkelerin “uluslararası bir kur savaşı”başlattıklarını ileri sürdü. İfade tuttu ve “kur savaşları” tartışması alevlendi.
Ticarî yaptırım şantajlarını, ulusal politikalara müdahaleleri içeren bir ekonomik savaş ortamı oluşmaya başladı. Bu ortamı tartışmadan önce, çalkantının “evveliyatı”nı hatırlatmak ilginç olabilir.
***
Ulusal paranın değerini düşürmek (devalüasyon), uluslararası ticarette rakiplerine karşı üstünlük kazanmak için uygulanır. Buna “dövizi pahalılaştırmak” da diyebiliriz. Devalüasyonun etkili olması için döviz fiyatlarının enflasyondan arındırılmış olarak pahalılaşması gerekir. Yani, Türkiye’de ve rakiplerimizde enflasyon aynı oranda (diyelim yüzde 5 oranında) seyrederken, doların fiyatı yüzde 10 artırılırsa gerçek (“reel”) bir devalüasyon yapılmış olur. Böylece ithalat pahalılaşır; ihracat çekici hale gelir. Rakiplere karşı üstünlük getirdiği için devalüasyonlara, bazen “komşuyu yoksullaştırmak” yöntemi de denir.
1944’te oluşturulan Bretton Woods sistemi, rekabetçi devalüasyonları önlemeyi hedefledi ve ana kural olarak sabit, değişmeyen döviz kurlarını kabul etti. Dolar da altına bağlanarak dünya parası oldu. Devalüasyon, ancak IMF’nin onayıyla ve istisnaen yapılabiliyordu.
Bretton Woods sisteminin ana kuralları, metropol ekonomiler arasındaki dengesizliklerin baskısıyla 1971-1973 yıllarında değiştirildi. Doların değeri düşürüldü; altınla bağlantısına son verildi ve büyük paralar arasında dalgalı kurlara geçildi. Sistemin patronları arasındaki ilk “kur savaşları” böyle başladı. 1985’te ABD “paralarınızı ucuz tutuyorsunuz” suçlamasıyla Almanyave Japonya’ya karşı bir “kur savaşı” daha açtı ve Plaza Anlaşması ile yen ve mark’ın değerlenmesini sağladı.
***
Türkiye gibi çevre ekonomileri ise, büyük patronlar arasındaki “kur savaşları”nın dışında kaldılar. Döviz kuru politikalarını da etkileyen üç farklı dönemden söz edilebilir. Bir süre önce dünya ekonomisinin çevresinde yer alan büyük ülkeler için döviz fiyatlarını ulusal enflasyonla karşılaştıran (ve 1970-1998 yıllarını kapsayan) bir döküm yapmıştım. O bulgular da bu dönemlendirmeye ışık tutuyor.
Sanayileşmeye öncelik veren çevre ekonomileri 1980’e kadar döviz kurlarını değiştirmemeye çalıştılar. Nedeni açıktır: Korumacı, ithal ikameci politikalar uyguluyorlardı. İthalat, mallarda yüksek, stratejik ürünlerde düşük gümrük tarifelerinin yanı sıra kotalarla belirleniyordu. Ayrıca, ithal edilen yatırım mallarını, sanayinin ana girdilerini ucuzlatmak için döviz fiyatlarının enflasyonun gerisinde seyretmesi isteniyordu. Böylece ucuz dövizi hedefleyen kur politikası, sanayileşme politikalarını desteklemiş oluyordu.
1970-1980 yıllarında 51 çevre ekonomisindeki döviz kurlarını fiyat hareketleriyle karşılaştırdığımızda gözlüyoruz ki, ana eğilim dövizin reel olarak ucuzlamasıdır ve bu durum 31 ülke için geçerlidir. 8 ülkede önemli değişme gözlenmemiş; sadece 12 ülke reel devalüasyon gerçekleştirmiştir. Kısacası, döviz kurları, kalkınma stratejilerinin önemli bir aracıdır.
***
Neoliberalizmin egemenliği, 1980 sonrasında IMF’nin çevre ekonomileri üzerindeki etkilerini hızla artıracaktır. “İthalatı serbestleştirin; ihracata öncelik verin; yerli paranın aşırı değerlenmesine (ucuz döviz rejimine) son verin...”Temel reçete buydu. Kriz ortamlarında IMF heyetleriyle yapılan görüşmelerin ana maddesi, döviz kurlarının hangi oranlarda yükseltileceği (yani devalüasyonun boyutları) olmaktaydı. İthalat kotalarını kaldırır; ılımlı ve yeknesak bir gümrük tarifesine geçerseniz, pahalı döviz ithalatı caydırır; ihracatı kazançlı hale getirir. Yerli üretimin de böylece desteklenmesi umulur; ancak, sektörel önceliklere dayanan bir strateji, dünya piyasalarına, uluslararası fiyatlara teslimiyet nedeniyle tarihe karışır.
1980-1990 arasında 58 çevre ekonomisi için belirlenen reel döviz kuru hareketleri, IMF reçetelerinin yansımasını ortaya çıkarıyor. Bir önceki dönemin aksine, ülkelerin çoğunda (33’ünde) reel devalüasyon geçekleşmiş; reel döviz kuru ucuzlayan (yani stand-by programlarının dışında kalan) ülkeler (15’e inerek) azınlığa düşmüş; 10 ülkede önemli değişiklik olmamıştır.
***
1989’dan sonra çevre ülkelerinin çoğunda sermaye hareketleri üzerindeki kısıtlamalar kaldırıldı. Yüksek kazanç kovalayan uluslararası finans kapital, bu ülkelerdeki yüksek getirili mevduata, devlet tahvillerine, borsaya aktı. Büyük boyutlu dış kaynak girişleri, döviz fiyatlarını reel olarak ucuzlattı. Ucuz döviz ithalatı pompaladı; ihracatı caydırdı; cari açıkları, dış borçlanmayı körükledi.
1990-1998 yıllarını ve 58 çevre ekonomisini kapsayan bulgular, bu eğilimi doğruluyor. Ana eğilim tersine dönüyor: 28 ülkede döviz reel olarak ucuzluyor; 19 ülkede reel devalüasyon gerçekleşiyor; 11 ülkede önemli değişme gözlenmiyor. Ne var ki bu dönemdeki devalüasyonların büyük çoğunluğu, önceki dönemdeki gibi IMF zorlamalarından veya bilinçli politikalardan kaynaklanmıyor; sermaye hareketlerindeki tıkanmaların yol açtığı finansal krizler nedeniyle, istenmeden gerçekleşiyor.
***
Türkiye, bu aşamaların hepsini yaşadı. 1960-70’li yılların büyük bölümünde sabit tutulan döviz kurları planlı sanayileşmeyi destekledi. 1979 krizinde Ecevit hükümeti, önceki dönemin edinimlerini korumaya; artan enflasyonun kaçınılmaz kıldığı devalüasyonu IMF önerilerinin altında tutmaya çalıştı. Özal, IMF önerilerini aşan bir devalüasyon gerçekleştirdi; 1980 sonrasında dış ticareti serbestleştirdi ve enflasyonun döviz fiyatlarını aşındırmasını önledi. 1989 sonrasında serbestleşen sermaye hareketleri, dövizi ucuzlatma eğilimini egemen kıldı ve reel devalüasyonlar sadece krizlerin zorladığı yıllarda (1994, 2001, 2009’da) gerçekleşti.
Bugünün “kur savaşları”, geçmişin bu tortusu üzerinde ve yeni öğeler de içererek patlak verdi. İleride tartışmak üzere...
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ÇİN - ABD Paz Ekim 24, 2010 2:59 pm | |
| ‘Kur savaşına son verelim’ 24.10.2010 - 08:20 Yazdır Arkadaşına gönder Güney Kore’de gerçekleştirilen G-20 finans zirvesine, "kur savaşlarında" uzlaşma arayışları damgasını vurdu.
Güney Kore’nin Gyeongju kentinde düzenlenen G-20 Maliye Bakanları ve Merkez Bankaları Başkanları toplantısına, merkez ekonomilerin çevre ülke ekonomilere yönelik pazarlık ve uzlaşma çabaları damgasını vurdu.
Son dönemde ABD dolarının düşme eğilimi ve buna karşı Çin’in Yuan’ın değerini aşağı çekmesi başlıklarının değerlendirildiği toplantının sonuç metninde, doların düşüşüne yönelik olarak “Gelişmiş ekonomiler, döviz kurlarında aşırı oynak ve düzensiz hareketlere karşı ihtiyatlı olacak” denilirken, Çin’e yönelik olarak da “Temel ekonomik esasları yansıtan piyasanın belirlediği döviz kuru oranlarını gözeteceğimizi ve rekabetçi devalüasyonlardan kaçınacağımızı taahhüt ediyoruz” ifadesi yer aldı.
Gelişmiş merkez ekonomilerin düşük büyüme hızı ve genel olarak yüksek ticaret ve bütçe açıklarının bulunduğu, öte yandan Çin ve Rusya gibi çevre ekonomilerin yüksek büyüme hızı ve ticaret fazlalarının bulunduğuna dikkat çekilen toplantıda, bu durumun “zaten hassas ve düzensiz olan” ekonomik toparlanmaya ket vurduğu vurgulandı.
Çevre ekonomileri devalüasyondan vazgeçirmek amacının damgasını vurduğu toplantıda, IMF’nin yönetiminde yapılacak bir değişiklikle çevre ekonomilere daha çok söz ve kredi hakkının tanınacağı da açıklandı.
IMF’de yönetim reformu IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn’ın “IMF’nin bugüne kadarki en büyük yönetim reformu” olarak nitelediği değişikliğe göre, çevre ekonomilere 6 puandan fazla ek oy hissesi tanınacak. Böylece çevre ekonomilerin oy hissesi oranı yüzde 42’ye yükseliyor olacak. Öte yandan tek başına yüzde 17’lik bir hisseye sahip olan ABD, en kritik kararlar için gerekli olan yüzde 85 gerekliliği nedeniyle karar verici pozisyonunu koruyor.
Diğer bir önemli değişiklik ise, şu an 340 milyar dolar olan IMF kredi kotalarının da iki katına çıkarılmasına karar verilmesi oldu. Böylece dünya genelinde yaşanacak bir krize daha etkin bir müdahale yapılması öngörülüyor.
Öte yandan, IMF yönetiminde yapılan değişikliklerin ve kota artış miktarının, Çin başta olmak üzere ABD dolarına karşı rekabetçi bir kur politikası güden ülkeleri bu politikalarından vazgeçirmek için verilen tavizler olduğu da, yapılan yorumlar arasında.
Alınan kararların ve uygulanacak politikaların daha net formüle edileceği toplantı ise, gelecek ay Güney Kore’nin başkenti Seul’de toplanacak G-20 Liderler Zirvesi olacak.
(soL-Ekonomi)
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ÇİN - ABD Paz Ekim 31, 2010 4:56 pm | |
| Kur Savaşları: Üçüncü Perde 31.10.2010 - 07:30- Korkut Boratav
Geçen hafta bu köşedeki açıklamayı hatırlatalım: Döviz fiyatlarını enflasyonu aşacak oranda pahalılaştırmak (farklı bir ifadeyler yerli paranın devalüasyonu), uluslararası rekabet gücünü artırmak için kullanılır. Reel ücretleri düşürerek veya verimi yükselterek de rekabet gücü artırılabilir. Devalüasyon ise aynı sonucu sadece rakiplere (komşulara) “kazık atarak” gerçekleştirdiği için “komşuları yoksullaştırmak” yöntemi diye de anılır. Bu olupbittiyi “komşular” sineye çekmezlerse, bir dizi rekabetçi devalüasyon gündeme gelebilir. Bugünlerde bu gerilimli sürece “kur savaşları” deniliyor.
Son kırk yılda metropol ekonomileri arasında iki “kur savaşı” yaşandı: 1971-1973’te doların değeri düşürüldü; altınla bağlantısına son verildi; büyük paralar arasında dalgalı kurlara geçildi. 1985’te ise Plaza Anlaşması ile yen ve mark’ın değerlenmesi sağlandı. Bu iki “kur savaşı” Amerikan ekonomisini (özellikle ucuz ithalatın sarstığı sanayi kollarını) korumak amacıyla başlatıldı, sonuçlandırıldı.
Sonraki yıllarda Amerika, sanayi üretiminin önemli bölümlerini ucuz emek coğrafyalarına taşıdı. 2000 sonrasında dış açıklar hızla büyüdü ama ABDyöneticileri bunu bir sorun olarak görmediler. Zira Amerikan toplumu bu sayede olanaklarının, kaynaklarının çok üstünde tüketme, harcama imkânını bulmuştu. Astronomik dış açıklara katkı yapan döviz kurları da bir “ekonomik savaş” konusu olarak algılanmadı.
Ancak, aynı durum ekonominin balonlaşmasına da yol açacaktı. Balon patlayıp uluslararası krize yol açınca algılamalar değişti; Amerika “kur savaşları”nın üçüncü perdesini açtı. “Küresel dengesizlikler”in hafifletilmesi için ABD’nin (en başta Çin’e karşı verdiği) astronomik açıkları aşağı çekilmeliydi. Ucuz ithalatın yerli üretimi tehdit etmesi önlenmeliydi. Ve özellikle Çin Amerika’dan ithalatını artırmalıydı. Çin parasının (renminbi veya yuan’ın) değerlendirilmesi bu nedenle istendi. Yuan’ın değerlenmesi, Amerika’nın Çin’e karşı devalüasyon gerçekleştirmesi anlamına gelecektir. Ayak dirediği için Çin, ABD Kongresi tarafından “para manipülasyonu yapan ülke” olarak yaftalandı ve olası ekonomik yaptırımların kapısı aralandı.
Dolar ile yuan arasındaki “kur savaşı”nda, Çin’in hareketsiz kalması, Amerika’yı da karşı hamlelere yönlendirdi. ABD Merkez Bankası (FED), para politikası yoluyla doların değerini aşağıya çekebilir ve belli bir noktadan sonra yuan’ın dolardan kopması, değerlenmesi kaçınılmaz olabilir. Kriz sonrasında sıfıra yakın faiz ve piyasaya pompalanan yüksek likiditeye rağmen Çin dolar rezervlerini artırarak yuan’ın değerlenmesini önleyebildi. Şimdi, “parasal gevşeme”nin ikinci aşamasına (buna QE2 diyorlar) geçilmek üzeredir. Roubini’nin tahminine göre FED altı ayda 600 milyar ile 1.5 trilyon dolar arasında devlet tahvili satın alacak; böylece hem uzun vadeli faizleri de sıfıra yaklaştıracak; hem de doların değerini aşağıya çekecektir. Bir anlamda “para basarak borç ödeme” (“monetizasyon”) cürmünü işlemiş olacaktır; ama, emperyalist sistemin patronunun bu kadar ayrıcalığı elbette vardır.
Çin FED’in pompalayacağı likiditeyi satın alarak dolar/yen kurunun değişmesini önleyebilir mi? Roubini’nin ek likidite tahmini doğru çıkarsa, Çin bu tür bir işlemi ancak dolar rezervlerini iki misli artırarak gerçekleştirebilir. Bu hacimde bir operasyonun Çin ekonomisini istikrarsızlığa (en başta enflasyona) sürüklemesi kaçınılmazdır. Çinli yetkililer, dolar pompalanmasına dayanan “kur savaşı” hamlesini tedirginlikle karşılamaktadırlar.
***
“Kur savaşları”nın üçüncü perdesinin merkezinde, böylece dolar/yuan gerilimi (ayrıca avro ile birlikte) yer alıyor.
Çevre ekonomileri ise bu oyunun figüranlarıdır: Oralardaki baş ağrısı, yerli paraların (real’in, wong’un, rupi’nin, TL’nin) aşırı değer kazanmasına (dövizin ucuzlamasına) yol açan çok yüksek tempolu dış kaynak girişlerinden kaynaklanıyor. Bu ortam rekabet gücünü baltalamakta; menkul varlıklarda yeniden balonlaşmaya yol açmakta; sermaye hareketlerinin yavaşlaması, durması halinde finansal kriz risklerini artırmaktadır.
Amerikalı bir iktisatçı, Michael Hudson, çevre ekonomilerinin karşılaştığı durumu bir soru sorarak ortaya koyuyor: “ABD bankalarını ve müşterilerini %1’in altında bir faiz maliyetiyle borçlanarak, dünyada var olan tüm tahvilleri, hisse senetlerini ve diğer varlıkları, değer artışı ve spekülatif (arbitraja dayalı) kazanç beklentileriyle satın almaktan alıkoyan herhangi bir şey var mıdır?”
Sıfıra yakın bir maliyetle borçlanan rantiyeler için spekülatif (arbitraja dayalı) kazançların şahı, bugünlerde çevre ekonomilerindedir. Bu kazançlar, yerli fiyatlı (yani TL, real, wong üzerinden) faiz, borsa getirilerinin dövize dönüştürülmesinde ortaya çıkar. Yüksek oranlı yerli getiriler, dövizin ucuzlamasıyla daha da yükselir ve metropolden çevreye “carry trade” (“taşıma suyla spekülasyon”) denilen sıcak para akımlarını tırmandırır. Kendi kendini besleyen (dövizi daha da ucuzlatan) bir kısır döngü böylece oluşmuş olur. ABD Merkez Bankası, “parasal gevşeme”nin ikinci aşamasına geçerek yangına körükle katkı yapmak üzeredir.
“Döviz savaşları”nın figüranları (yani, Brezilya, Kore gibi dış fazla veren çevre ekonomileri) bu fırtınaya karşı direnme yöntemlerini arıyorlar; IMF’nin de onayıyla sıcak para girişlerini ve dolayısıyla dövizlerin reel olarak ucuzlamasını frenlemeye çalışıyorlar.
Türkiye hariç… Zira, kronik cari açıklar, canlanma konjonktüründe dört nala tırmanmakta; sıcak-serin; kayıtlı-kayıtsız dış kaynak girişleri arasında ayrım yapabilme “lüksü” söz konusu olmamaktadır.
“Seçime kadar aman bol döviz… Sonrası Allah kerim…” Ekonomi yönetiminin ana çizgisi bu olunca, Türkiye’nin “kur savaşları”na karşı koyan cephede yeri yoktur.
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ÇİN - ABD Paz Ekim 31, 2010 5:09 pm | |
| Ne anlıyoruz?
Rekabeti, reel zeminde yaparak fiyatları ucuzlatmak yerine -maliyet girdilerini düşürmek gibi- para oyunlarıyla maliyeti düşütrmüş gibi yapıp, birbirlerini kazıklayarak kendi milli istihdamlarını korumak istiyorlar.
BU sahte dengeler ekonomisinin devam edebilmesi için, bu birbirini kazıklama oyununu ilelebet sürmesi gerekir ki, mümkün değil.
ABD basacağı parayla piysayı paraya boğacak, sıfıra yakın faizle kendi ülkesinde borçlanacak olan kelle avcıları, bu parayı Türkiye gibi ülkelere akıtacaklar, RTE de sıcak para griyor diye sevinecek. Bu sevinç, parayla satın alınan kadının üzerinden erkeklik taslamaya benzer ya.
Kur savaşları filan derken, bu işin karakolda biteceği ve o günlerinde çok yakın olduğu, kaldı ki zaten İran vs gibi saldırıların temelinde de aynı saikin yattığı bedahet. Yani savaş zaten var, şiddeti ve sirayeti farklı, hissediş kaabiliyeti farklı.
AKP, bu süreçte kendince politikalar uygulamakta, başarılı gözükmekte ya, yanan çatı tepemize çökerken, gelen çatırtıları müzik zannedip, tempo tutup dans ederek evde şenlik yapmaya devam ediyorlar. | |
| | | MECER
Mesaj Sayısı : 93 Reputation : 10 Kayıt tarihi : 16/05/09
| Konu: Geri: ÇİN - ABD Paz Ekim 31, 2010 11:57 pm | |
| [font:ea0e=Times New Roman]
ABD-Cin arasinda gecen mücadelede, taraftar psikolojisine sokulmak istenen bir havayi koklayarak, bazi seyleri de söylemek gerekiyor. Taraftar olma anlaminda söylenecek cok sey var tabii. Cin in ABD karsiti bir mücadelesini biliyoruz, ancak ABD yi ayakta tutanin da Cin oldugunu biliyoruz.Cin in ABD yi ayakta tutmak istemsini anlamaya da calisiyoruz.ABD nin borc aldigi ülkelerin basinda Cin geliyor. Cin ekonomik gelismisligini tamamlamada önemli asamalari tamamlamak uzere cabasini yogunlastirirken, dünyada olusan dogu bati bloklasmasinin cöküsünden sonra ortadaki boslugu doldurmak isteyen bir CIN i görüyoruz. ABD bu konuda o kadar istekli davranmiyor. Bu bloklasmanin su an ABD ye faydadan cok zarar getirecegini düsündüklerini tahmin edebiliriz. Nedeni Ekonomideki büyük borclanmalar,Ekonomideki büyük cöküs. Islam Dünyasinin Isgalinin tamamlanmayisi. Iktisadi daralmanin getirdigi sosyal siyasal calkanti ve cöküsü önleme derdindeler. Dünyada BM ,IMF, FAO vb bircok ulaslararasi örgütlerin ABD yanlisi oldugunu düsünürsek, birde AB nin ABD yaninda yer alacagini da hesaplara ilave edersek, Cin ABD bloklasmasinin meselede hemen olusuverecek bir durum olmadigini daha acik görebiliriz.
............ Cin Siyasal yapisi itiariyle, ,bugunku geldigi durumu degerlendirmeden uzak tutmamak gerekir. Cin Mao nun tezlerinden ve uygulamalarindan nederece sapma yasamistir diye Cin in Kisa gecmisini de masaya yatirmak faydali olabilir kanaatindeyim...
...........[/font] | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ÇİN - ABD Ptsi Kas. 01, 2010 1:34 am | |
| Bu çok büyük bir çelişki elbetet. Hem karşısın, hem de ayakta tutuyorsun.. Tutmazsan sen gideceksin. Yani Çin ABD'yi finanse etmese, ABD Çin'den mal alamayacak ve Çin en büyük alıcısını kaybedecekken, bunun devam edebilmesi için de ABD'nin dünyayı sömürmeye devam etmesi lazım, tabi Çin'i de bir miktar sömürmeli.
Çin buna karşı nasıl karşı koyabilir?
Tedrici bir süreç?
Kontrollü bir geçiş mümkün mü?
Türkiye ile yapılan anlaşma ile, ikili ilişkilerde Yuan ve TL kullanılması kararı bir misal ama Çin için bu miktar devede kulak.
ABD için de ek önemi olmasa da sembolik önemi var.
İkili ilişkiler, dünya ilişikilerinin çözümünde, tarafları sulh edecek bir güç, bir otorite, sözüne güvenilir bir aksakallı, kabadayılar aleminde racon kesecek bir eski kulağı kesik vs. ne derseniz deyin, bunlardan biri olmazsa, netice bellidir, iş karkolda biter.
Bütün hadiseler, Üstad'ın, yılar öncesinden ifade ettiği, "kıtalar çapında devrim" ihtarına doğru hızla akmakta.
En az zayiat için en büyük güç, en geniş ittifak...
Çin, Doğu Türkistan'la olan meseleden dolayı İslam alemi karşısında istediği desteği bulamayabilir ama bunu aşmak da kolay olsa gerek, basit bazı ayarlamalarla Doğu Türkistan'la arasındaki ihjtillafı en aza indirebilir.
Rusya için de benzer sorun Çeçenistan. Aynı şekilde Rusya da basit adımlarla bu problemleri halledebilir.
Nihayetinde Çin'in, İsrail'e karşı Golan'da Suriye'ye destek açıklaması önemli bir adım. | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ÇİN - ABD Salı Kas. 02, 2010 11:21 pm | |
| Çin’den Avrupa’ya “stratejik bir hamle” Çin, çabalarını, Yunanistan ve İtalya’daki limanlar ile Doğu Avrupa’yı Almanya ve Türkiye’ye bağlayan yollarda yoğunlaştırıyor.. 2 Kasım 2010 - 12:36
Çin Halk Cumhuriyeti’nin ekonomik büyümesi ve yurt dışındaki yatırım hamleleri, Batı medyasında haber ve yorumlara konu olmayı sürdürüyor.
New York Times gazetesi, Çin’in Avrupa’ya yönelik “stratejik bir hamle” gerçekleştirdiği, küresel kriz nedeniyle değer kaybeden varlıkları ele geçirdiğini belirtirken, analistlere dayanarak Çin’in “Avrupa’nın işine burnunu sokmak istediği” yorumuna da yer verdi. Gazete, “Çin, çabalarını, Yunanistan ve İtalya’daki limanlar ile Doğu Avrupa’yı Almanya ve Türkiye’ye bağlayan yollarda yoğunlaştırıyor” diye yazdı.
ABD’nin önde gelen gazetelerinden New York Times, “Çin Yatırım Olanaklarını Ararken Yüzünü Avrupa’ya Dönüyor” geniş başlıklı haber analizinde Çin Başbakanı Wen Jiabao’nun geçen ay Atina’ya yaptığı ziyaret sırasında milyarlarca dolar tutarında anlaşma şeklindeki “hediyeler” getirdiğini ancak, Çin’in ihtirasının, çok daha öteye gittiğini kaydetti.
NYT; Çin’in, Avrupa’da küresel finansal krizinin sonucunda değer kaybeden varlıkları ele geçirdiğini, krizden ciddi zarar gören Avrupa ülkelerinin “önemli bir ortak” haline geldiğini kaydederken “Analistler, Pekin’in, sadece kendi şirketleri için daha çok iş değil, aynı zamanda Brüksel ve Almanya’daki iktidar koridorlarınca belirlenen ekonomik politikaları üzerinde daha büyük bir etkiyi sağlamayı umduğunu söylüyorlar” dedi.
-“ÇİN’İN DİKKATE ALINMASI GEREKEN GÜÇ OLDUĞU NET MESAJI VERİLİYOR”-
Bu çerçevede, değerlendirmeleri aktarılan, High Frequency Economics’in ABD Başiktisatçısı Carl B. Weinberg de, Çin için, “Avrupa’nın işine burnunu sokma isteğine işaret ediyorlar” dedi. Weinberg, “Çok akıllıca ve Çin’in dikkate alınması gereken bir güç olduğu yönündeki net bir mesaj gönderiyor” sözlerine ekledi.
ABD’li gazete, bu yöndeki mesajın, Çin Cumhurbaşkanı Hu Jintao’nun bu haftaki Portekiz ve Fransa’ya ziyaretleriyle daha güçlü bir biçimde verileceğini belirtirken de Hu Jintao’nun bu iki ülkenin işadamlarıyla buluşacağına da işaret etti.
Avrupa’daki finansal krizin, risk alan fonlar ve Katar dahil, zengin yatırımcılar için “alım olanakları” yarattığını, Çin’in bu taarruza liderlik yaptığı görüşünü dile getiren gazete, Çin’in gözünün, özellikle kredi notu düşürülen Yunanistan ve İspanya gibi ülkelerin yanı sıra Avrupa’nın doğu ve güneydeki zoraki ülkelerdeki limanlar, yollar ve sanayi tesislerinde olduğunu da yazdı.
-DOĞU AVRUPA’YI ALMANYA VE TÜRKİYE’YE BAĞLAYAN YOLLAR- Avrupa Dış İlişkiler Konseyi üst düzey uzmanı François Godement’in Çin’in daha önce Afrika’da yaptığı gibi Avrupa’da genişlemekte olduğunu savunurken, “Ancak Avrupa’ya, olağan dışı bir biçimde periferideki ülkeler üzerinden giriyorlar” sözlerini de yansıttı. Gazete şöyle devam etti: “Çin, çabalarını, Yunanistan ve İtalya’daki limanlar ile Doğu Avrupa’yı Almanya ve Türkiye’ye bağlayan yollarda yoğunlaştırıyor ve zamanla daha büyük altyapı yatırımlarını elde etmeyi amaçlıyor.”(ANKA)
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ÇİN - ABD Çarş. Kas. 03, 2010 3:30 pm | |
| KUR SAVAȘLARI
“Geçenlerde, diyor Korkut Boratav, Brezilya Maliye Bakanı Guido Mantega, rekabet gücünü artırmak için para değerlerini zayıflatan ülkelerin “uluslararası bir kur savaşı”başlattıklarını ileri sürdü. İfade tuttu ve “kur savaşları” tartışması alevlendi.”
‘Kur Savașları’, yani yabancı ülke paralarının fiyatları ile oynanan bir ‘savaș’ alevlenmiș.
Korkut Hoca bu savașların ‘evveliyatı’nı da yazmıș.
Kimileri, onursal profesör olanlar dahil, bu savașları antikite’ye değin geri götürebilmekteler: Jean Matouk , “L'imminente « guerre monétaire » sévit depuis l'Antiquité”.
Oysa bu ‘savaș’ların ‘Devlet-Ulus’ların ortaya çıkıșıyla birlikte bașlamıș olduğunun altını çizelim.
Eklenecek olursa, hani ‘Büyük Bunalım’ diye anılan 1929 Bunalımı var ya, o günlerin ‘dünya egemeni’ Büyük Britanya, ‘baskın gücü’ de denilebilir, egemenliğinin son günlerinde, 1931’den itibaren bir ‘gerilla savașı’ bașlatıyor.
Demek ki ‘savaș’ların niteliği de bir ölçüde değișmiș oluyor.
O günlerin ‘dünya parası’ Sterling altına bağlılıktan çıkarılıyor ve % 40 oranında bir devalüasyon yapılıyor.
Bakın param ucuz gelin malı benden alın demek oluyor bu.
Para ucuz ise mal da ucuz demektir; dıșalım azalıp dıșsatım artar; büyüme hızlanıp kalkınma kalkar gibi bir dizi ‘ekonomik’ ama kesinlikle ‘ekonomi politik’ olmayan yorum, kestirim ve ‘serbest atıș’lar da böylece bașlıyor .
Bu yorumlar için televizyonlarda gereğinden fazla yorumcu var.
Burada bu ‘savaș’ların ‘kurlar savașı’ değil ama ‘kurtlar savașı’ olduğu anımsatılmak istenmektedir.
Savașın tarafları, sözgelimi son savașta kimlerdir?
ABD ve Çin.
Dolar-Yen maçında hakem Euro.
Yan hakemler Japon Yen’i ve İngiliz Sterling’i.
Diğer ülke paraları da seyirci.
Yeni Türk lirası da amigo mu ne ?
İkinci Paylașım Savașı sonunda Büyük Britanya ‘dünya egemenliği’ni ABD’ye bırakmak zorunda kaldı ya; altına bağlı tek para ABD Doları, diğer ülke paraları da onun etrafında dalgalanmaya bırakılmıș oldu.
70’lere gelindiğinde ise, ‘Petrol Bunalımı’ sonrası ABD Doları’nın fiyatı ABD Merkez Bankası bașkanının iki dudağına mı ne bağlandı.
‘Yüksel dersem yüksel, alçal dersem alçal!’.
1979’da Avrupa kendi ‘para sistemi’ ile Dolar’ın etkilerinden kurtulmayı çalıștı ve 2002’de Euro’suna kavuștu.
O gün bu gündür de Dolar-Yen maçında ‘hakemlik’ yapıyor, ki bu maç da Sovyetler Birliği’nin dağıtılmasından sonra bașlamıș oldu.
Türkiye ne yaptı o arada?
Özal, ‘Türk Parasının Değerini Koruma Yasası’yla bașlayıp, paranın ‘pul’ olmasını bașardı.
1989’dan itibaren de Türk Lirası uluslararası sermayenin denetimine verildi.
Bașına da Merkez Bankası Bașkanı..
O da tribünlerde oturan uslu bir izleyici gibi ABD Doları’nın yenilmesini beklemeye bașladı..
Ya da ‘Devlet-Ulus’un ortadan kalakacağı günleri beklemeye..
Özünde ‘Cumhuriyet’ diye savunulmaya çalıșılan ‘Devlet-Ulus’un kendisi ve o da Türkiye’de yașayan kimsesizlerin kimsesi değil midir?
Her șeyden önce de kendi kurumlarının sahibi.
Türkiye Cumhuriyeti bu ‘savaș’a sahipsiz girmektedir ne yazık ki.
Parası da pulu da, malı da mülkü de sahipsiz.
Ve dünya ile birlikte amansız bir ‘savaș’ın içindedir.
Bir șarapnel parçasına kurban gitmese bari..
Habip Hamza Erdem
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ÇİN - ABD Cuma Kas. 05, 2010 10:26 am | |
| BU POLİTİKA YOKSULLUĞU ARTIRIYOR
04.11.2010 00:20
Yalnızca parasal politikalarla işsizlik ve gelir adaletsizliğini ortadan kaldırmak, ekonomik ve sosyal kalkınmayı sağlamakmümkün mü?
ABD Merkez Bankası, sermaye piyasaları kaynaklı parasal genişleme politikalarıyla bilinçli olarak şişirilen konut piyasasının patlamasıyla ortaya çıkan krizi, bu sefer ABD hazinesi ile birlikte uygulamaya koydukları parasal genişlemepolitikalarıyla, yani doların değerini düşürerek çözmeye çalışıyor.
Uluslararası Para Fonunun (IMF) Nisan 2010 tarihli DünyaEkonomik Görünümü Raporuna göre; kriz sırasında ABD ekonomisi dolar cinsinden yüzde 1,28 küçülmüş. Aynı dönemde, Amerikan Merkez Bankasının (FED) bilanço büyüklüğünde yaşanan artış ise yaklaşık yüzde 120. 2008 sonbaharında 900 milyar dolar civarında olan rakam, günümüzde 2,1 trilyon dolar seviyesine ulaşmış durumda.
Kendi parasının değerini düşüren ABD, Çin’e ise bunun tam tersini yapmasını yani Yuan’ın değerini artırmasını söylüyor. Çin’in ithalatını artırıp, üretim, ihracat ve istihdamda sorunlar yaşamasına neden olacak bu politikalara sıcak bakmadığı ise herkesin malumu.
Türkiye ise, benzer beş-on ülke ile beraber, Çin’in aksine ABD’nin bu tavsiyelerinin gönüllü uygulayıcısı görünümünde. IMF rakamlarına göre krizde yüzde 15.75 küçülen Türkiye’de, TL’nin dolar karşısındaki değeri, ABD dolarının değer kaybından hiç etkilenmeksizin kriz öncesi seviyelerde sabitlenmiş, yani kriz öncesine göre reel olarak ciddi oranda değer kazanmış durumda.
Bırakınız ciddi bir ekonomi bilgisini en basit matematik bilgisiyle dahi bu durumda bir terslik olduğunu söylemek mümkün. Yüzde 1,28 küçülen ABD’nin parasının değeri düşerken, aynı dönemde yüzde 15,75 küçülen Türkiye’nin parası değer kazanıyor.
TÜRKİYE'Yİ NASIL ETKİLİYOR
Bu noktada doğru bir değerlendirme yapabilmek için, uygulanan bu politikaların ABD ve Türkiye açısından yol açtığı gelişmeleri objektif verilerle ortaya koymak gerekmektedir.
ABD Ticaret Bakanlığınca dün açıklanan (01 Ekim 2010) veriler, ABD ekonomisinin, bu yılın 3. çeyreğinde yüzde 2 büyüdüğünü ortaya koyuyor. Ekonomi, nisan-haziran aylarında yüzde 1,7 büyümüştü. Aynı olumlu gelişme, ABD'de ekonomik aktivitenin yüzde 70'ini oluşturantüketici harcamaları için de geçerli olmuş. Üçüncü çeyrekte yüzde 2,6 artan tüketici harcamaları, son dört yılın en yüksek artış hızı.
Görünen o ki, ABD’nin doların değerini düşük tutma yönündeki politikaları, (konut kredilerinde ve bankacılık sektöründe yaşanan sorunların büyük ölçüde sürüyor olmasına karşın) gerek üretimde gerekse tüketici harcamalarında kısmi de olsa olumlu bir gelişmeyi sağlamış durumda. Sorun, piyasaya saçılan paranın büyüklüğüyle kıyaslandığında sağlanan iyileşmenin çok kısıtlı olması. İşsizlik yüzde 9’ların altına inmiyor, ev hacizleri aynı hızla devam ediyor, vb.
HT Araştırma Müdürü Cüneyt BAŞARAN'ın sorunlarını yanıtlayan yatırımcı Mark Faber hesapsız şekilde para basması konusunda FED'i eleştirmiş. Parasal genişlemeye gidildiğini, ancak önemli olanın bu paranının nereye gideceği olduğunu söyleyen Faber, ABD'nin para basmasının Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere yaradığını, parasal genişleme politikalarından dolayı tüm dünyanın ABD'ye müteşekkir olması gerektiğini kaydetmiş.(http://ekonomi.haberturk.com/makro-ekonomi/haber/565330-abdnin-para-basmasi-turkiyeye-yariyor)
ABD’nin parasal genişleme politikalarının yukarıda aktarmaya çalıştığımız sonuçlarını tek cümlede özetlemeye çalışırsak, iktidara geldiğinde krizi elinde bulan ve çareyi Bush’un ekonomi politikalarını sürdürmekte gören Obama’nın, parasal genişleme yoluyla krizi çözme politikalarının umulan iyileşmeyi sağlamadığını, özellikle yıllık 50 bin dolar ve altı gelir elde eden aileler ve sayıları hızla artan işsizler açısından olumsuz durumun süreklilik kazandığını söyleyebiliriz.
Temsilciler meclisi seçimi sonuçları, krizin faturasının dar gelirli toplumsal gurupların durumlarının iyileştirilmesine ilişkin büyük vaatlerle iktidara gelen Obama’ya çıkartıldığını ortaya koymakta, parasal genişleme dışında hiçbir sosyal politikayı devreye sokamayacak şekilde Obama’nın elini kolunu bağlamaktadır.
Gelelim ülkemize. ABD’nin parasal genişleme, doların değerini düşürme politikalarının Türkiye açısından sonuçları nedir?
Eğer durum Faber’in dediği gibi ise, Çin niçin parasının değerini yükseltip, Türkiye gibi bu olumlu para akışından faydalanmıyor? Hazır para oluk gibi akarken Brezilya benzeri birçok ülkenin kısa vadeli fon girişlerine (sıcak paraya) vergi uygulama kararının nedeni cahillikten öte ne olabilir?
Bu soruların doğru yanıtlarını bulabilmek için bakmamız gereken şeyekonomik göstergeler. İlk bakmamız gereken ise cari açık rakamlarındaki gelişme. Merkez Bankası verilerine göre, Türkiye'nin cari işlemler açığı, 2010 yılı Ocak-Ağustos döneminde, geçen yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 220 artış göstererek 27 milyar 978 dolara dolara ulaşmış durumda.
NEDENİ DIŞ TİCARET AÇIĞI
Cari açıktaki büyümenin en önemli nedeni dış ticaret açığındaki büyüme. Dış ticaret açığı, Ocak – Ağustos döneminde, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 117,39 artarak, 32 milyar 37 milyon doları bulmuş durumda. Değerli TL, ithalatta patlamaya neden olurken, ihracatı çok olumsuz olarak etkilemektedir. Bu durum, üretimde ithalatın payı çok yüksek olan otomotiv, beyaz eşya ve elektronik sektörlerini daha az olumsuz etkilerken, oransal olarak en çok yerli ham madde kullanan KOBİ’ler ile bu kesime hammadde sağlayan tarım başta olmak üzere diğer sektörler daha çok etkilenmektedir.
Benzer gerileme net turizm gelirleri için de söz konusudur. Değerli TL nedeniyle Ocak-Ağustos döneminde turizm gelirleri, bir önceki yılın aynı dönemine oranla yüzde 1,4 artarak, 13 milyar 615 milyon dolarayükselirken, turizm giderlerindeki artış oranı yüzde 17,9 oranında gerçekleşerek 3 milyar 95 milyon dolara ulaştı. Geçen yılın Ocak-Ağustos döneminde toplam 10 milyar 365 milyon dolar olan hizmetler dengesinin fazlası, bu yılın aynı döneminde yüzde 20,7 azalarak, 8 milyar 223 milyon dolara geriledi.
2010’un ilk altı ayında doğrudan yabancı yatırımlar, yabancılarca gerçekleştirilen gayrimenkul alımlarındaki 89,5 artarak 2 milyar 85 milyondolara yüzde 89,5 artışa karşın (2 milyar 85 milyon dolar), yılın ilk 8 ayında, geçen yılın aynı dönemine oranla yüzde 13,8, azalmış ve 5 milyar 282 milyon dolar olarak gerçekleşmiş durumda.
Portföy yatırımlarında durum ise tam tersi bir görüntü çizmektedir. Ocak-Ağustos döneminde portföy yatırımlarındaki artış yüzde 763,8 düzeyinde gerçekleşmiş, geçen yılın aynı döneminde 1 milyar 598 milyon dolar düzeyinde olan net sermaye girişi, 13 milyar 805 milyon dolara ulaşmıştır.
Ticari ve nakit krediler ile mevduatlardan oluşan "diğer yatırımlar" kaleminde ise, geçen yılın Ocak-Ağustos döneminde 4 milyar 547 milyon dolar net çıkış gerçekleşmişken, bu yılın aynı döneminde 18 milyar 906 milyon doları net giriş gerçekleşmiştir.
Özetlersek, ABD’nin parasal genişleme politikalarının, diğer bir deyişle zayıf dolar, güçlü TL uygulamasının sonucu olarak Türkiye, sıcak para girişinin en önemli hedef ülkelerinden birisi durumuna gelmiştir. İthalatımız artarken ihracatımız düşmekte, ihracat içerisinde ithalatın payı artmaktadır. Net turizm gelirlerindeki düşüş aynı nedenledir.
Faber’in söylediği gibi, ABD’de basılan paranın önemli bir kısmı ABD’de kalmamakta, sıcak para olarak finans ve bankacılık sektörü aracılığıyla Türkiye’nin de içerisinde bulunduğu “gelişmekte olan piyasalara” gelmekte, büyüme rakamlarının da gösterdiği gibi, finans sektörü, ithalat, ve inşaat sektörlerinde sağlanan büyümelerle, dışarıdan gelecek paranın devamına bağlı bir bolluk yaşanmaktadır.
Bu durumun, ABD’de olduğu gibi ülkemizde de, özellikle dar gelirli toplum kesimleri ve işsizler açısından olumlu sonuçlar doğurduğunu söylemek, her ne kadar ekonomiden sorumlu kişiler tam tersini söylese de pek mümkün görünmemektedir.
DAR GELİRLİLER KAYBEDİYOR
3 Kasım Çarşamba günü (dün) yapılan toplantı sonrası ABD Merkez Bankası Başkanı Bernanke’nin 600 milyar dolarlık bir tahvil alımının daha kararlaştırdığını açıklaması, piyasaların beklediği gibi parasal genişleme politikasının süreceğini göstermektedir. Yaklaşan genel seçimler ise, Türkiye’nin sıcak parayla ilgili herhangi bir kısıtlamaya gitmesinin önündeki en önemli engel durumunda.
Gerek ABD gerekse ülkemize ilişkin bu tespitlerimiz doğruysa, önümüzdeki dönemde de sıcak parayla bolluk ortamının süreceğini söylemek mümkündür. Bunun beklenmedik kazalara açık, kırılgan bir yol olduğunu söylemeye ise bilmem gerek var mı?
Gelelim yazımızın başında sorduğumuz “Yalnızca parasal politikalarla işsizlik ve gelir adaletsizliğini ortadan kaldırmak, ekonomik ve sosyalkalkınmayı sağlamak mümkün mü?” sorusunun yanıtına. Ekonominin geneli ve dar gelirli toplumsal guruplar ile işsizler açısından, taşıdığı ekstra risklere rağmen bu politikaların, sorulan soru bağlamında gerek Amerika gerekse Türkiye için pek de olumlu sonuçlar doğuracağını söylemek malesef mümkün görünmüyor.
Krizden çıkmak adına, krizin nedeni olan denetimsiz finans piyasaları, toplumun vergileriyle yine kontrolsüz büyüme yönünde teşvik edilirken, krizin kaybedeni dar ve orta gelirli toplum kesimlerine yönelik parasal destekler ve sosyal politikalar, gerek ABD gerekse Türkiye’de maalesef pek de rağbet görmüyor.
Hedef “küreselleşme” politikalarının sürdürülebilmesi olunca, küresel çapta “yoksulluğun” sürdürülebilirliğinin sağlanmasına yönelik politikalardan taviz verilmesini beklemek sanırım çok da mümkün görünmüyor. IMF Başkanının 2 Ekim 2010 tarihli konuşmasını da bu çerçevede değerlendirmekte yarar bulunmaktadır.
Ahmet Müfit
Odatv.com
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ÇİN - ABD Cuma Kas. 05, 2010 10:31 am | |
| ABD Doları ile, karşılığı olmayahn bu kağıtlarla reeel kıymetler satın alınmakta, reel kıymetlerimiz satmanın karşılığında ithalata yüklenmekteyiz.
Üretim yapmıyoruz, evdeki eşyaları satıp, dışarıdan mal almaya devam...
Patlama müthiş olacak... | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ÇİN - ABD Ptsi Kas. 08, 2010 12:44 pm | |
| Kur Savaşları: Kriz Sonrasında Türkiye ve Diğerleri 07.11.2010 - 07:30 - Korkut BoratavDöviz kuru hareketleri, bir süredir uluslararası bir gerilime yol açtı. Bugünlerde buna “kur savaşları” deniyor. Ben de konuyu bu köşeye taşıdım ve iki hafta önce bugünkü gerilimin elli yıllık “evveliyatı”nı anlattım. Geçen hafta da günümüzdeki temel anlaşmazlık öğelerini gözden geçirdim ve bunların iki noktada odaklaştığını hatırlattım: Birincisi ABD’nin Çin’den talebidir: “Ulusal paranı değerlendir; yani, doları ucuzlaştır. Sana karşı ticaret açığım ancak böyle daralabilir...” İkincisi, Brezilya gibi çevre ekonomilerinin sıkıntısıdır: “Finansal piyasalarımız aşırı sıcak para girişleri altında boğuluyor; ucuzlayan döviz rekabet gücümüzü baltalıyor; yeniden balonlaşmayı pompalıyor;önlemler gerekiyor...”
Bugün de uluslararası kriz ortamında çevre ekonomilerinde ve Türkiye’de döviz kurlarının seyrine ve bununla bağlantılı sorunlara bir nebze ışık tutmak ve böylece “kur savaşları” defterini (şimdilik) kapatmak istiyorum.
Tartışmanın özünde “reel” (yani enflasyondan arındırılmış) döviz hareketleri yatıyor. Döviz fiyatının enflasyonu aşacak oranda pahalılaşması, yerli paranın devalüasyonu olarak da anılır. Türkiye’de biz daima döviz kurlarını doların (veya avro’nun) fiyatları olarak algıladığımız için, tartışmayı (“TL’nin değerlenmesi, değer yitirmesi” ifadeleri yerine) “ucuzlayan veya pahalılaşan döviz” terimleriyle sürdüreceğim.
***
Aşağıdaki tablo, Bank of International Settlements (BIS) verilerini kullanarak son uluslararası kriz içinde bazı önemli çevre ekonomilerindeki reel kur hareketlerini (endekslerle) özetliyor. Kriz, çevre ülkelerine Eylül 2008 civarında yansımaya başladı. Ağustos 2008’deki döviz kurlarını bu nedenle (“100” endeks değeri vererek) hareket noktası olarak alıyoruz. Döviz kuru hareketleri bakımından krizin dip noktası olan Mart 2009 ve BIS’in son verilerini içeren Eylül 2010’a ait reel döviz fiyatları endeksleri sunuluyor.
100’ün üzerindeki değerler dövizin pahalılaşması (reel devalüasyon); endeksteki düşme ise ucuzlayan döviz (yerli paranın değerlenmesi) anlamına geliyor.
Kaynak: BIS Verilerinden yapılan hesaplamalar. Dövizin reel fiyatı (reel kur) hesaplanırken dış ticaretin ülkeler arasındaki ağırlıkları ve ulusal ekonomiyle bu ülkeler arasındaki enflasyon farkları dikkate alınır.
Ağustos 2008’i izleyen krizin ilk yedi ayında sıcak para çevre ekonomilerinden hızla çıktı; vadesi gelen dış kredilerin anaparaları da talep edildi; ödendi. Bu olgular, sözü geçen ülkelerde döviz fiyatlarını enflasyonu aşan oranlarda yükseltti. Tabloda Mart 2009’a ait “dövizin reel fiyatı” endeks sayıları bu olgunun ülkelere yansımalarını gösteriyor.
Kapsanan sekiz ülkenin (Türkiye dahil) beşinde dövizin reel fiyatında yüzde 20-30’luk bir artış gerçekleşmiştir. Sermaye hareketlerindeki tersine dönme bu ülkelerin milli gelirlerini de etkilemiş; 2009’da dördünde küçülme; birinde (G. Kore’de) “sıfır büyüme” gerçekleşmiştir.
Diğer üç ülkede krizin ilk yedi ayı döviz fiyatlarını fazla etkilememiştir. En aykırı örnek Çin’dir. Sıcak para hareketlerini kısıtlayan; doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına açık olan bu ülkede, Mart 2009’a kadar dövizin reel fiyatı (diğerlerinin aksine) ucuzlamış; yerli para (renminbi) ABD istekleri doğrultusunda değerlenmiştir. Sermaye hareketlerini denetleyen diğer ülke olan Hindistan’da ise döviz pahalılaşmış; ancak diğer çevre ekonomilerinin çoğunun gerisinde seyrederek… Bu iki ekonomide 2009’da yüksek (yüzde 9 ve 6 oranlarında) büyümenin gerçekleşmesi de anlamlıdır.
***
Mart 2009 sonrasında metropol ekonomilerinde hızla genişleyen sıfır faizli likidite, oluk oluk çevre ekonomilerinin borsalarına, borç senetlerine, mevduatına akmıştır. Bu sürecin onsekiz ay sonunda reel döviz fiyatlarına yansıması, Eylül 2010 verilerinde gözleniyor.
Çin, bu kez de dövizi ucuzlaştırarak ve ABD eleştirilerine çanak tutarak diğerlerinden ayrışmaktadır. Diğer yedi ülkede döviz, Mart 2009-Eylül 2010 içinde spekülatif sermaye girişlerinin etkisi altında reel olarak (ve yüzde 7 ile 25 arasında değişen oranlarda) ucuzlamıştır. Türkiye, yüzde 15 ucuzlama oranıyla üçüncü sırada yer almaktadır ve rekabet gücü bakımından henüz Ağustos 2008’in gerisine düşmüş değildir. Reel döviz fiyatı yüzde 25 oranında aşınan Brezilya ise liste başındadır. Ve “kur savaşları” yakınmasının çevre ekonomilerindeki temsilciliğine soyunması tesadüf değildir.
***
Bu yakınmalar son aylarda yoğunlaştı ve Brezilya, Tayland, Kore, Endonezya, Taywan sıcak para girişlerini vergilemeye başladılar. BIS’in “reel döviz fiyatı” verileri, Eylül’de son buluyor. Eylül-Ekim arasında Merkez Bankası’nın Türkiye için yaptığı hesaplamaya bakarsak, son bir ayda reel döviz fiyatı yüzde 1.1 oranında ucuzlamıştır. Böylece, reel kur, Ekim sonunda Ağustos 2008 düzeyine dönmüştür. Bu gidişle dövize bağlı rekabet gücü bakımından Türkiye uluslararası kriz öncesindeki konumundan geriye düşmek üzeredir.
Aşırı döviz girişlerini frenlemeye çabalayan (ve yukarıda sıraladığım) ülkelerin hepsi genellikle dış fazla veren ekonomilerdir. Türkiye kronik ve zaman içinde artma eğilimi gösteren cari işlem açıkları nedeniyle, bu seçenekten yoksundur. Bu sorunu çözecek yapısal dönüşümü gerçekleştirmedikçe, türlü-çeşitli dış kaynak girişlerine mahkûmiyeti sürecek; bunların döviz fiyatları üzerindeki yansımalarını da sineye çekecektir. Kısacası Türkiye, “kur savaşları”nın içinde yer alamaz.
| |
| | | INSAN
Mesaj Sayısı : 892 Reputation : 33 Kayıt tarihi : 17/05/09
| Konu: Geri: ÇİN - ABD Ptsi Kas. 08, 2010 1:20 pm | |
| [img] http://i.tmgrup.com.tr/ml/2010/10/21/Haber/271083492309.jpg?271270832462[/img][size=24][color:674e=red] Kur savaşı küresel ticaret kavgasını tetikliyor[/color] [/size] Sıcak para ve kur savaşları ile çalkalanan dünya ekonomisi, G-20'nin ön zirvesinde korumacılığı tartışacak. Kur kavgasından sonra şimdi de 'ticaret savaşları' riski çıktı Global ekonominin tansiyonunu yükselten sıcak para ve kur savaşlarında korumacılık bariyerlerini yükselten ekonomiler yüzünden şimdi de 'ticaret savaşları' tehlikesi gündemde. Dünyanın en gelişmiş yirmi ülkesinin üyesi olduğu G-20'nin yarın Güney Kore'nin Gyeongju kentinde başlayacak ön zirvesine katılacak olan maliye bakanları ve merkez bankası başkanlarının ana gündemlerinin ilk sırasında kur savaşları ve korumacılık var. ABD Temsilciler Meclisi'nin para birimlerinin değerini düşük tutan ülkelere karşı ticari yaptırım ve ek gümrük vergileri uygulama planına benzer bir tutum AB ülkelerinde tartışılıyor. Krizden bu yana korumacılığa başvuran ülkeler son birkaç aydaki kur savaşları yüzünden önlemleri sessiz sedasız artırıyor. Global Trade Alert'ın (GTA) yayımladığı son rapora göre korumacı önlem sayısı 1226'ya çıktı. GTA'ya göre Ağustos 2010 itibariyle 234 potensiyel önlem de hayata geçirilmeye hazırlanıyor. Başını ABD ve AB ülkelerinin çektiği korumacı yaklaşıma Çin kadar Hindistan da tepki gösteriyor. Hindistan Maliye Bakani Pranab Mukherjee, ABD'nin ticarette korumacı bir politika izlemesinin kabul edilemez olduğunu açıklarken, ortaya çıkabilecek bir 'ticaret savaşları' riskine dikkat çekti. 'TİCARET SAVAŞI YIKICI OLUR' Güney Afrika Maliye Bakanı Pravin Gordhan da küresel ekonomideki zayıf toparlanmayı tehlikeye düşürebilecek ticari savaşlara vurgu yaptı. Gordhan, "Global ekonomideki rekabetçi kur savaşları ülkelerin bariyerlerini artırması ile ticaret savaşlarına dönüşebilir" uyarısında bulundu. Bu konudaki son açıklama dün İngiltere Merkez Bankası Başkanı Mervyn King'den geldi. King, dev ekonomilerin politikalarının birbiriyle çeliştiğini kaydederek, 1930'lardaki ne benzer bir ticaret savaşının global ekonomideki toparlanmaya yıkıcı etkide bulunacağını vurguladı. 638 korumacı önlem kırmızı alarm veriyor Veri - Sayı Dünyadaki korumacı önlem 1226 Ayrımcı önlem 638 Ayrımcı olabilecek önlem 342 Ayrımcı olmayan önlem 246 Global Trade Alert'ın yayımladığı son rapora göre kur tartışmalarının alevlenmesi ile ağustostan bu yana 234 yeni potansiyel korumacı önlem hayata geçirilmeye hazırlanıyor. [img] http://i.sabah.com.tr/sbh/2010/10/21/IcerikResim/34390419974.jpg[/img] | |
| | | MECER
Mesaj Sayısı : 93 Reputation : 10 Kayıt tarihi : 16/05/09
| Konu: Geri: ÇİN - ABD Ptsi Kas. 08, 2010 3:33 pm | |
| [size=24][color:737a=red] Çin'den Portekiz'e yardım sözü [/color] [/size]
Çin, bütçe açığı nedeniyle sıkıntı yaşayan Portekiz'e destek sözü verdi. Portekiz'e resmi bir ziyarette bulunan Çin Devlet Başkanı Hu Jintao, Lizbon'daki yönetimin bütçesindeki yüksek borçlarla mücadelesinde yardıma hazır olduklarını belirtti. Ancak yardımın nasıl olacağına dair ayrıntılı bir açıklama yapmadı. Çin Devlet Bakanı'nın ziyareti sırasında iki ülke arasındaki ticari ilişkilerin 2015 yılına kadar iki kat artırılması kararlaştırıldı. | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ÇİN - ABD Çarş. Kas. 10, 2010 6:32 pm | |
| Emperyal Dolar Bitiyor, Çin Batıya Diz ÇöktürüyorBülent ESİNOĞLU Amerikan ekonomisi belli bir sınıfın çıkarlarını en çoklaştırmayayönelik olduğundan sistem tıkandı. Krizler yapısal olduğundan krizlerden çıkmaları olanaksız. Konut politikası çöktü, arkasından sanayi politikası çöktü, malipolitikalar işlemez hale geldi. Yabancı sermaye yatırım politikasıyürümez hale geldi. Borç bağımlılığı bastırdı. Savaş masrafları,Amerika'yı ve onun dünya üzerindeki ekonomik etkinliğini en azaindirdi. Amerika bu açmazlardan çıkmak için Genişletilmiş Kuzey Afrika ve BüyükOrtadoğu Projesine girişti. Amerika'nın Kuzey Afrika, Doğu Akdeniz ve Kafkaslarda, piyasaekonomisi kanalı ile kendisine bağlayabilmesi için Türkiye'nin dahaileri ölçüde uşaklaştırılması gerekti. Yani ABD'nin Ortadoğu ve KuzeyAfrika çözümü Türkiye'nin çözülmesinden geçmektedir. Amerika'nın zaman olarak acelesi buradan kaynaklanır. Ülkeler "dünyada var olan az talebi" paylaşmak zorunda kaldılar. DışPazar olanakları azalınca, "ekonomik milliyetçiliğe" döndüler. Bu durum aslında, bize anlatıldığı gibi dışa kapanma değildir. Kendiulusal pazarlarından kendi sermaye gruplarını yaralandırmamekanizmasıdır. Tabi bu durumdan ulusal pazarın her unsuru kazançlıçıkar. Bunu başka bir şekilde söylersek. Küreselleşmenin de sonu demektir.Dışa açık büyüme masalının da sonudur. Bu ekonomik gelişmelerin sonucunda Tüm Avrupa ülkeleri Çin DevletBaşkanlarının önünde kuyruğa girdi. Aman ne olur bizimle alış verişyap, Çin pazarını bize aç demek için. Önce Fransa Başkanı Sarkozi Çin'e yalvardı. 20 milyar dolar aldı.Arkasından üzerinde güneş batmayan İngiltere gitti. David Cameon YasakŞehrin önünde Çin/İngiltere anlaşmasını imzaladı. David Cameron 2.7milyar dolarlık anlaşma için Çin tarihinin önünde eğildiğini belirtenimzayı, "Yasak Şehrin Duvarları" önünde attı. Aynı Avrupa bize, Avrupa'nın önünde diz çöktüğümüzü kafamıza çakmakiçin Bürükselin en muhteşem devlet sayında imza attırmışlardı. Okullarında Mustafa Kemal'i öğreten Çin, On kinci Beş Yıllık Planını,geçen ay yürürlüğe koydu. Eğer bizde planlamaya devam etmiş olsaydık,onuncu beş yıllık planımızı, tıpkı Çin gibi büyüyerek, yürürlüğekoyacaktık. Eğer Çin de serbest pazarın anaforuna kendisini bıraksaydı, Avrupakapılarında yalvarıyor olacaktı. Batının düştüğü konuma düşecekti. Plan, plansızlığı yendi.10.11.2010, bulentesinoglu@gmail.com | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ÇİN - ABD Çarş. Kas. 10, 2010 6:45 pm | |
| Esinoğlu'na bu noktada katılmak mümkün değil.
Çin, son tahlilde emperyalizme eklemlenmiş bir yapıya sahip. Varlığı ve büyümesini, emperyalizme borçlu. ABD'nin çökmesi demek, Çin'inde çokmesi demek. Çare yok. Çare var ama bunu tatbik etmek için büyük cesaret ve atılım gerekli.
Çare, dünyayı yeni bir göze yorumlayıp, ona göre yeni bir iktisat politkası uygulamaktan geçmekte ki, bunun için de içeride, milleti, uygulayacağı politkalara innandırmak birinci şart. Öyle ki, devlet başkanı da milletle aynı şartlarda yaşayacak ve dünyaya yepyeni bir alternatif sunacaklar. Bun için de millet bütünlüğünü bozması muhtemel her feret ve grubun, etnisitenin vatan dışı edilerek işe başlanması gerekmekte. Emperyalizm çökerken, o patırtıya aldırmadan kendi içinde iç oluşunu gerçekleştirmek üzere sınırlarını dışa kapatarak işe başlamak.
Oysa Çin, dışa satım yapmadan ayakta kalamaz.
Dışa satım yapabilmesi için de en büyük alıcısı olan ABD'nin suni ekonomiyi, sömürü ekonomisini devam ettirebilmesi lazım. Bütün dünyanın karşı karşıy aolduğu açmaz aslında bu, ABD yok olduğunda yerine teklif edilecek bir şey yok. Sistem onun üzerine kurulu. Düşman kardeşler hesabı bu bir yere kadar gidecek. O yer, artık ABD'nin ayakta kalamayacağı nokta ki, zaten ABD bu noktaya geldi, Saddam o arabanın tekerini söktü ve araba nereye toslayacağı belirsiz, savrulmakta. Şimdi son bir toslamaya kaldı iş.
O toslamayla birlikte, tampon AKP de yamuk yumuk olacak. Türkiye'de şişen balon, düşüşün şiddetine işaret. her şey çok kısa bir sürede tuz-buz. Büyük şehirlerde kargaşa kaos. depremler. Açlık sefalet. Ödenemeyen maaşlar vs.. Şirödingerin Kedisi, Çöküş... Emperyalist saldırı, işgal güçleri ve işbirlikçilerine karşı Milli Kuvvetlerin bağımsızlık savaşı. NATO Acil Müdahale güçlerinden biri niçin İstanbul'a konuşlandırıldı zannediyorsunuz? İncirlik? | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ÇİN - ABD Çarş. Kas. 10, 2010 6:52 pm | |
| Çin'e karşı dev askeri yığınak 10.11.2010 - 07:39 Yazdır Arkadaşına gönder Amerika Birleşik Devletleri, Pasifik Okyanusu'nun batısında yer alan Guam Adası'na büyük bir üs kuruyor. 8 milyar dolarlık bu projenin hedefinde ise Çin'in olduğu tahmin ediliyor.
ABD, Çin'in etki alanı etrafındaki askeri politikalarını genişletmeye devam ediyor. Pasifik Okyanusu'nun batısında yer alan Guam Adası'na 8 milyar dolarlık büyük bir deniz üssü kurmayı planlayan ABD, böylece Pasifik'teki egemenliğini genişletmeyi ve sağlamlaştırmayı planlıyor.
Hali hazırda Guam'da bir hava üssü bulunan ABD, buna ek olarak uçak gemileri için limanlar ve test bölgeleri yapacak. Bunun yanı sıra füze savunma sistemleri de yerleştirilecek.
Üssün neden inşa edildiğine dair ABD tarafından bir açıklama gelmezken, temel hedefin ABD'nin Pasifik hegemonyası ve Çin'in etkisini sınırlamak olduğu tahmin ediliyor. Öte yandan Guam'daki hukuki olarak ABD'ye ait bir bölge. Bu yüzden Çin Guam'da bir hak iddiasında bulunamıyor. Çin'in temel kaygısı ise, ABD'nin Pasifik'in kuzey ve batı bölümündeki hegemonyasını pekiştirmesi ve Tayvan meselesinde Çin politikalarını etkileme potansiyeline sahip olması.
Çin'in deniz gücünün ABD ile kıyaslanamayacak derecede zayıf olmasına rağmen, askeri gelişiminin 15 ila 20 yıl sonra ABD'ye kafa tutacak seviyeye gelebileceği tahmin ediliyor.
ABD Pasifik Okyanusu'nun kuzey bölgesini neredeyse tek başına kontrol ediyor. Alaska'dan Okinawa ve Hawaii Adaları'na kadar ABD askeri üsleri bulunuyor. ABD bu bölgelerdeki askeri üslerinin varlığını, "uluslararası ticareti korumak" ile gerekçelendiriyor.
(soL - Dış Haberler)
| |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ÇİN - ABD Cuma Kas. 12, 2010 6:07 pm | |
| KUR SAVAŞI G-20 ZİRVESİNDE Ekonomide ileri gelen ülke liderleri Güney Kore-Seul'de G20 Zirvesindedir. Küresel ekonomiyi döviz savaşlarından korumak zirvenin başlıca amacını oluşturuyor.
* G20'ler dünya nüfusun 2/3 ünü,dünya ekonomisinin %85 ini kontrol ediyor. Küresel Serbest Piyasalar üzerinde dünya ekonomisinin teminatı sayılıyorlar. Rağmen Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı Dominique Strauss-Kahn; G20 ülkeleri arasında işbirliğinin yok olduğunu,krizlere karşı ulusal çözümlerin yeterli olmayacağını belirtirken, Dünya ekonomisi için acilen işbirliğinin önemini vurguluyor.
* Dünya ekonomisi 2008'de ABD Lehman Brothers yatırım bankasının iflasıyla başlayan küresel finans krizinde, Finansal sarsıntılar,banka iflasları ve üretimde büyük kayıplar vermiştir. Hisse senedi piyasaları zararını kapatamıyor. Bankalar kredilerinde sıkıdır. Üretici şirketler tasarrufa yöneliyor. Portekiz,Yunanistan,İrlanda ve İspanya tasarruflu davranmadığı için zordadır. "İşsizlik" en büyük sorunu oluşturuyor...
* ABD ekonomisinde -mesela, Temmuz-Eylül aylarında %2 büyümeye rağmen yüksek işsizlik azalmıyor. Faiz hadleri % sıfıra yakındır, faizleri daha da düşürmek yatırım ve talebi arttırmak imkanı bulunmuyor! Üstelik Çin; parası Renminbi'nin değerini dolar karşısında yeterince yükseltmemesi nedeniyle, Yıllardır uygulanan anti-damping,anti-sübvansiyon veya vergi uygulaması çözüm sağlamıyor. Son çare! ABD küresel krizden sonra ikinci kez parasal genişlemeye başvuruyor... FED ekonomik büyümeyi desteklemek üzere 2011 Haziran sonuna kadar piyasalara 600 milyar dolar daha çıkartma kararı alıyor. Piyasaya akan para:bankalardan tüketiciye,üreticiye,yatırımcıya kredi olarak dönüşecek,talep artacaktır! Fazla dolar değer düşürecek, doların devalüe edilmesiyle ABD'nin ihracaatı yükselecek, İthalat düşerek, ekonomik büyüme sağlanacaktır! Umuluyor...
* Güçlü batı ekonomileri canlanmanın önünde en büyük engel olarak "korumacı" politikaları görüyor! Çünkü ülkeler kendi paralarının değerini diğer ülke paralarına karşı düşürmektedir. Bu suretle ihracaatçılarına üstünlük sağlarken,ithal mallar yerli üreticilere pahalı geliyor, Ulusal sanayiler teşvik edilmiş oluyor. Ne ki dünya rezerv dövizini oluşturan ABD'de bu sürece katıldığında,-işte şimdi o karardadır, Artan sayıda ülkenin sürece katılımı ve paralarının değerini düşürmesinin kaçınılmaz sonuç olacağı anlaşılıyor. Enflasyonun büyümesi ve uluslararası değişim sisteminin olumsuz etkilenmesiyle; Felaket bir tehlike beliriyor! Ülkelerin döviz savaşından ticari savaşa geçiş yaparak korumacılığa yönelmeleri söz konusu oluyor. Bu küresel serbest piyasaların ruhuna el Fatiha,anlamındadır!
* Zirveye katılan Türkiye'nin de ekonomisinin kısaca anmak gerekiyor. 2009 da Türkiye ihracaatı 102 milyar dolar,ithalatı 140 milyar dolar, Mart 2010 da iç borç 58 milyar dolar,dış borç 247 milyar dolardır. İç borçların %25 i ihracaat teşvikine ve vergi iadelerine, %25 i TOKİ,duble yollar benzeri müteahhit hizmetlerine,kalanı yeni iç borçlanmanın faiz giderlerine harcanıyor. Önce özellikle Çin'de üretilen tüketim malları ara mallar ithalatı kaleminde Türkiye'ye getiriliyor. İthal edilen ara mallar işleniyor ve ihraç ediliyor,oluşan hayali ihracaatın vergi iadesi alınıyor! İhraç edilen mallar toptan pazarlanıyor,bu kez de oluşan KDV, vergi iadesiyle tahsil ediliyor! Artı-değer çok düşük kalınca, sermayenin kazancı karşılanamıyor. Bu durumda "kâr"ı karşılamak üzere iç ve dış borç mütemadiyen artıyor. Yukarıdaki hayali üretim artışları dışında; Türkiye'de ciddi bir üretim artışı bulunmuyor! O nedenle Türk halkı ebedi yoksulluğa mahkum edilmiştir. Doğrusu dünya ekonomisinde işbirliği içinde bulunmak için, Vallahi! Reel bir gücü bulunmuyor! Türkiye gücünü Büyük Orta Doğu Projesindeki işbirlikçi misyonundan alıyor...
* Hummalı bir onur mücadelesi de yaşanıyor. Özellikle BRIC ülkeleri dolar yerine ortak dünya dövizi kullanmayı, Ya da altın standardına geri dönüşü, Ya da IMF nin aktarma haklarının uluslararası döviz haline getirilmesi alternatiflerini oluşturmaya çalışıyor. Ne ki dünya rezerv parasının sahibi ABD şimdilik razı gelmiyor! Bu durumda tüm ülkelerin,"Uluslararası Serbest Piyasalar Aşkına"; Döviz piyasalarına karışmaması ve ulusal paralarının değerini bilerek düşürmemeleri, O yüzden IMF Başkanının işareti yönünde, makroekonomik politikalarda işbirliği yapmak zorunda olmaları gerekiyor.
* G20 bu anlayış etrafında karar almak zorundadır! Ya Türkiye? Büyük Orta Doğu Projesindeki misyonunda iktidar, Yunus Emre'nin Sırat-ı Müstakim'ini,ekonomi politikasının ABC si yapmıştır. Yunus Emre diyor ki, "Ne verirsen elin ile Şol varır senin ile! Ben desem inanmazsın, Varacağız göresin!" İktidar; elini açmış,gözünü yummuştur!
Ahmet Kılıçaslan AYTAR | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ÇİN - ABD Salı Kas. 16, 2010 7:10 pm | |
| YILMAZ KARAHAN Profili göster Diğer seçenekler 12 Kasım, 21:21
Kimden: YILMAZ KARAHAN <karahan.otu...@gmail.com> Tarih: Fri, 12 Nov 2010 21:21:03 +0200 Yerel: Cuma 12 Kasım 2010 21:21 Konu: ABD'NİN ALTIN FANTEZİSİ Yönlendir | Yazdır | İleti dizisini görüntüle | Aslını göster | Bu iletiyi bildir | Bu yazarın iletilerini bul *ABD’nin altın fantezisi *
[image: image00119.jpg]<http://www.yenidenergenekon.com/wp-content/uploads/2010/11/image00119...>
ABD’nin piyasalara sürekli olarak para basması ve bu paranın altına endekslenmesi uzmanlar hayal olarak görüyor
Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick, Financial Times gazetesinde yazdığı makale ile finans çevrelerinde şaşkınlığa neden oldu. Zoellick’in, altının yeniden kurları belirmemede referans olması gerektiğini savunması “hayal ürünü” olarak nitelense de, altın fiyatları açıklamanın ardından yükselmeye başladı.
ABD hazine bakanlığının eski bir yetkilisi de olan Zoellick, son günlerde gündemde olan kur savaşlarının önlenmesi ve ticaret savaşlarına dönüşmemesi için 1971 yılında sona eren Bretton Woods sistemi gibi altına dayalı bir parasal sistemin kurulması gerektiğini savunduğu görüşü şu an için uygulamadan uzak görülüyor.
Dünya para sistemi, II. Dünya savaşının hemen ardından savaş galibi ülkeler lehine oluşturulmaya başlanmıştı. Savaş galibi ülkelerin desteği ile Bretton Woods para sistemi (1944-1973) altın-döviz standardına dayandırılmıştı.
Bretton Woods sistemine göre; ABD dolarının değeri altın olarak tanımlanmış ve 1 ons altın (31.10 gr) 35 dolar etmekteydi. Bu sistemle ülkeler ulusal paralarının değerini istedikleri gibi düşürüp yükseltemedikleri için uluslararası para sisteminde ve ticaretinde istikrar sağlanmıştı.
Bu sistem 1968 yılına kadar aksamadan işlemiş ancak ABD ekonomisinin bilanço açıkları dolayısıyla anahtar paraya (USD) güven azalınca 1973 yılında dolar altın bağlantısı koparak sistem çökmüştü.
ABD, dış açıklarını karşılayabilmek için başta taahhüt edilen altın rezerv para oranını düşürmüş bunun sonucunda da ellerinde dolar olan ülkeler doları altına çevirmek isteyince dünya ölçeğinde 1970′li yıllarda para krizleri yaşanmıştı. Bu sistem sayesinde anahtar paraya sahip ABD (sınırlı ölçüde İngiltere) önemli emisyon kazançları* elde etmişti. Bu sayede de doların uluslararası sistemde tek para olmasının temelleri bir ölçüde atılmış oluyordu.
Karşılıksız ABD doları ile kendini dünyaya yıllarca finanse ettiren ABD yeniden bu oyunu sahneye koymak istiyor.
* Zoellick ne demek istedi*
Zoellick, yeni “altın para sisteminin” global olarak kullanılan para birimleri; dolar, euro, yen, sterlin ve yuanın dâhil olacağı bir şekilde geliştirilmesi gerektiğini belirtiyor. Aslında Zoellick’in açıklamalarına benzer açıklamalar daha önceki dönemlerde de yapılmıştı. Ancak bugüne kadar kimse altına dayalı bir parasal sistemden söz etmemişti. Daha çok, geleceği tartışılan ve karşılığı konusunda şüphe duyulan dolar yerine yeni bir rezerv para oluşturulması ekseninde birleşiyordu söylemler.
Örneğin; ilk önce Çin, IMF’nin parası olan SDR’ın bir kaç para biriminden oluşması önerisinde bulunmuştu.
Zoellick’in bu çıkışının zamanlaması oldukça enteresan bir zamana denk geliyor. Bu hafta Perşembe günü Güney Kore’de yapılacak olan G20 toplantılarında yapılacak olan kur tartışmaları öncesinde dünya bankası başkanından böyle bir açıklama gelmesi oldukça manidar…
* Neden hayal ürünü*
ABD’nin kamu borcu 13,7 trilyon dolara ulaşmış durumda. Krizden çıkmak için sürekli piyasalara para basan ABD dolarının karşılığı sorgulanırken bu paranın altına endekslenmesi (ekonomistler arasında geniş kabul gördüğü şekliyle) hayalden öteye geçemez. Çünkü krizden çıkmak için gerek büyüme gerekse istihdam sağlanması için gevşek para politikalarına ABD’nin devam etmesi gerekiyor. Zaten bunu da fazlasıyla, tehlikeli bir şekilde yapıyor.
Ancak Zoellick’in söylediği sisteme de ABD parası yanında diğer para birimlerinin de bu sistemde olması karşılığı olmayan doların diğer paralarla birlikte sepete konarak arada kaynatılma ihtimalini de akla getirmiyor değil…
Diğer taraftan altın fiyatları günümüzde 70′li yıllardaki kadar durağan değil. Piyasalarda erişimin ve otomasyonun gelişmesi sonucu altın son yılların en hareketli fiyat oynaklığını kriz tedirginliği ile birlikte yaşıyor. Altın fiyatlarında yaşanan dalgalanma ülkelerin paralarının değerinde istenmeyen hareketlere neden olabilir.
*Emisyon kazancı: Bir paranın tedavül değeri ile bunun üretim ve basım maliyeti arasındaki farktır. *Fevzi Öztürk-Dünya Bülteni * *http://www.yenidenergenekon.com/513-abdnin-altin-fantezisi/* | |
| | | AZYA Admin
Mesaj Sayısı : 2611 Reputation : 38 Kayıt tarihi : 27/03/10
| Konu: Geri: ÇİN - ABD C.tesi Kas. 20, 2010 5:21 pm | |
| Metal fırtına! Çin’in “Nadir metal”lerle ilgili kota uygulama ve satış durdurma kararı panik başlattı 20 Kasım 2010 Cumartesi, 14:05:54 Çin’in kontrol ettiği ‘nadir metal’ üretimine kota getireceği açıklaması korkuttu. Cep telefonundan rüzgâr türbinlerine kadar çok geniş bir alanda kullanılan bu 17 madenin üretimine yönelik soru işaretleri emtia spekülatörlerini de harekete geçirdi
Çin ile Batılı ülkelerin, Çin’in para birimi yuan konusundaki tartışmaları devam ederken ufukta yeni bir sürtüşme konusu daha belirdi: Nadir metallere Çin tarafından uygulanan kotalar.
Birkaç ay öncesine kadar gündemde bile bulunmayan bu konu Japonya ve Çin arasında eylül ayında yaşanan siyasi sürtüşmeler nedeniyle birden alevlendi. Çinli bir balıkçı teknesinin Japon karasularını ihlal ettiği gerekçesiyle haftalarca Japonya’da gözaltında tutulmasıyla başlayan olaylar zinciri dünya ekonomisini etkisi altına alır hale geldi. Karşılıklı restleşmeler sonucunda Çin’in Japonya’ya nadir metaller satmayacağını açıklaması dünya ekonomisinde şok etkisi yarattı. Teknoloji dünyasına yönelik ürünlerin üretimi aşamasında olmazsa olmaz özelliğine sahip bu 17 metal birden ABD’den Almanya’ya, Japonya’dan Güney Kore’ye kadar teknoloji sektöründe söz sahibi tüm ülkelerin gündemine düştü.
ALTERNATİFLERİ YOK Başta ABD ve Almanya olmak üzere ileri teknoloji üreticisi ülkeler Çin’i rakiplerine ekonomik şantaj yapmakla suçladı. Toplam rezervlerin yüzde 90’ını, küresel üretimin ise yüzde 97’sini elinde bulunduran Çin nadir metaller konusunda adeta monopol durumunda. Üretim aşamasında çevrenin önemli ölçüde zarar görmesi nedeniyle Batılı ülkelerin bu alanda üretimlerini yıllar içerisinde azaltmaları Çin’in hâkimiyetine neden oldu. Uzmanlar dünyanın farklı bölgelerinde alternatif maden arayışlarının devam ettiğini ancak bu bölgelerde üretimin 5 yıldan önce hayata geçemeyeceğini belirtiyor. Cep telefonundan yeni nesil televizyonlara, rüzgâr türbinlerinden güneş panellerine kadar çok geniş bir alanda kullanılan bu madenlerin geleceğine yönelik beliren soru işaretleri küresel piyasalarda fiyat hareketlerini de beraberinde getirdi. Buna göre nükleer santrallarda kullanılan ve 17 nadir metalden biri olan disprosiyumun kilosu Çin-Japonya gerginliği nedeniyle 3 dolar birden yükselerek 76 dolara ulaştı. Yeni nesil LCD televizyonların üretiminde kullanılan europiyumun kilosu ise yüzde 4’lük artışla 615 dolardan işlem görmeye başladı. Üretime yönelik belirsizliklerin fiyatları daha şişirebileceği belirtiliyor.
Hepsini bir arada bulmak çok zor * Nadir metaller, aslında çok nadir değil ancak hepsini bir arada bulmak oldukça zor. * Nadir metalleri oluşturan 17 madenin adı ise şöyle: Scandiyum, Yttrium, Lanthan, Cer, Praseodim, Neodim, Promethiyum, Samariyum, Europiyum, Gadoliniyum, Terbiyum, Disprosiyum, Holmiyum, Erbiyum, Tuliyum, Ytterbiyum, Lutetiyum * Bu madenleri bulmak için çok geniş alanları kazarak elemeden geçirmek gerekiyor. * Batılı ülkeler bu sürecin çevreye verdiği zarar nedeniyle nadir metal üretimlerini azalttı. * Üretimde oluşan boşluğu Çin doldurdu.
Onlar yoksa teknoloji de yok! * Başta dijital teknoloji olmaküzere yüksek teknolojiye sahip tüm ürünlerin içerisinde nadir metaller bulunuyor. * Cep telefonu, her türlü pil, lazer cihazları, bilgisayarlar bu madenler olmadan üretilemiyor. * Nadir metallerin üretiminin azalması bu ürünlerin fiyatların da yansıyacağı belirtiliyor.
Mahmut SANCAK / HT Ekonomi
| |
| | | | ÇİN - ABD | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|