AKINCILAR
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

AKINCILAR

AKINCILAR FORUM
 
AnasayfaKapıGaleriAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 ABD-AKP-AB

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
turbix




Mesaj Sayısı : 161
Reputation : 7
Kayıt tarihi : 15/04/10

ABD-AKP-AB Empty
MesajKonu: ABD-AKP-AB   ABD-AKP-AB EmptyCuma Tem. 09, 2010 1:05 am

[size=24][b]Obama: Türkiye, AB'ye tam üye olsun [/b]




08/07/2010 16:23
ABD Başkanı Barack
Obama, Corriere della Sera'da çıkan röportajında "[url=http://akincilar.web-rpg.org/][b]Türkiye[/b][/url], AB'ye
tam üye olsun" dedi.

ABD Başkanı Barack Obama, İtalyan Corriera della Sera gazetesine verdiği
röportajda, Türkiye’nin AB üyeliğini desteklediğini dile getirerek
"Türkiye, AB’ye tam [url=http://akincilar.web-rpg.org/][b]üye[/b][/url] olsun" şeklinde konuştu.

Röportajda, Avrupa’nın Türkiye’yi AB üyeliğine kabulü konusunda
"gönülsüz" olduğunu söyleyen Obama, bu durumun [url=http://akincilar.web-rpg.org/][b]Ankara[/b][/url]’nın
gözünü "başka yerlere" çevirmesine sebep olduğunu belirtti.

Ankara ile aralarındaki güçlü iletişime vurgu yapan Obama, Türkiye’ye
AB’ye üyelik konusunda destek verdiklerini söyledi.
İsrail gazetesi Jerusalem Post’un haberinde Obama, AB’nin Türkiye’nin
üyeliği konusunu "ağırdan aldığını" iddia ederek, bu durumda Ankara’nın
ittifak konusunda "gözünü başka yere çevirmesinin" doğal olduğunu dile
getirdi.

Obama ayrıca, Türkiye’nin kendisini Avrupa dışında görmesi halinde,
ittifak konusunda başka çözümler aramasını normal karşıladığını
belirtti.

Türkiye’nin İran nükleer programındaki rolünü de değerlendiren Obama,
bunu olumsuz karşıladığını vurguladı.(anka) [/size]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

ABD-AKP-AB Empty
MesajKonu: Geri: ABD-AKP-AB   ABD-AKP-AB EmptyPerş. Mart 10, 2011 4:17 pm

Avrupa Birliği aşıkları feryada başladı: "AB bizi yaktı"
+++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++

Ali Serdar Bolat 10 Mart 2011

Türkiye'nin AB üyeliği için büyük bir gayretle çalışan İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV) feryada başladı.

Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasındaki Gümrük Birliği 15. yılına girdi.
İKV Dergisi'nin Şubat sayısı bu konuya ayrıldı.

İKV Araştırma Müdürü Feridun Karakeçili şu tesbiti yaptı:

"Ortaklık, Türkiye aleyhine tek taraflı bir ilişkiye dönüştü.
Ortak karar alma ve ihtilafların çözümü mekanizmaları devre dışı kaldı."

"Gümrük Birliği, Türkiye için giderek daha fazla önem kazanan çeşitli konuların çözülemediği, anlaşmaya - karşılıklılığa dayalı olmaktan ziyade tek taraflı olarak AB'nin tercihleri ve girişimi altında yürütülen bir ilişki durumuna gelmiştir"

Çok çetefilli bir dille yazılmış olan bölümleri özetleyip sadeleştirerek veriyorum:

Dış ticaret politikamızı Brüksel belirliyor
+++++++++++++++++++++++++++++++++

Türkiye AB üyesi olmadığı için, AB'nin dış ticaret politikasını yürütmekle görevli 133 nolu komiteye katılamıyoruz.
Dolayısıyla AB'nin aldığı dış ticaret kararlarını etkileyemiyoruz ama uygulamak zorunda kalıyoruz.
AB, kendisi açısından hassas sektörleri belirleyip bu hassas sektörler haricinde kalan mallar için diğer ülkelerle Serbest Ticaret Anlaşmaları (STA) yapmaktadır.
AB malları bu ülkelere gümrüksüz giriyor, bu ülkelerin malları da AB'ye gümrüksüz giriyor.
Biz de Gümrük Birliği üyesi olduğumuz için, bu ülkelerin malları Türkiye'ye de serbestçe gümrüksüz giriyor.
Ama biz bu ülkelere "Gel bizimle de STA yap, bizim mallarımız da sizin ülkenize gümrüksüz girsin" deyince, bu ülkeler yan çiziyorlar.
Bu durum Türkiye'nin sanayisini olumsuz etkiliyor.

AB, Türk taşımacılığına darbe vuruyor
++++++++++++++++++++++++++++++++

AB, Türk taşımacılığına kota uyguluyor.
Bu kota hem taşınan malların değeri, hem de miktarının kısıtlaması olarak ortaya çıkıyor.
Dolayısıyla tarife dışı engelle karşı karşıyayız.
Türk nakliye firmalarının pazarını AB firmaları kapıyor. Zarar ediyoruz.

Tekstil ve otomotivde darbe yiyoruz
++++++++++++++++++++++++++++++

AB'nin Güney Kore, Hindistan, Ukrayna, ASEAN ve MERCOSUR ülkeleri ile yaptığı ve yapacağı Serbest Ticaret Anlaşmaları, tekstil ve otomotiv sektörlerimize ciddi darbe vy-urmuştur ve vuracaktır.

(Haber için bakınız: Aydınlık, 9 Mart 2011)

Milli Hükümet Programı, çıkış yolunu göstermektedir
++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++

Milli Hükümet Programı Madde 3:

Türkiye'yi Atlantik kapısına bağlayan, milli devletimizi ve ****** Devrimi'ni tasfiye eden AB aday üyelik sürecine son verilecektir.

AB Aday Üyelik Protokolü, Katılım Ortaklığı Belgesi, Müzakere Çerçeve Belgesi gibi yeni Sevr antlaşmaları feshedilecek

ve Türkiye, Gümrük Birliği'nden çekilecektir.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

ABD-AKP-AB Empty
MesajKonu: Geri: ABD-AKP-AB   ABD-AKP-AB EmptyCuma Mart 11, 2011 6:47 pm

Erdoğan: AP raporunu hazırlayanlar dengesiz
10.03.2011 - 21:25 Yazdır Arkadaşına gönder Avrupa Parlamentosu'ndan son yıllarda hep övgü alan Recep Tayyip Erdoğan, son Türkiye raporunu beğenmedi. Erdoğan, raporun ısmarlama olduğunu öne sürdü. Kim tarafından ısmarlanmış olabileceğini ise açıklamadı.

Başbakan Erdoğan, Sırbistan Başbakanı Mirko Cvetkoviç ile düzenledikleri ortak basın toplantısında gazetecilerin sorularını da yanıtladı.

Bir gazetecinin, Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye raporuyla ilgili değerlendirmesini sorması üzerine Başbakan Erdoğan, şu değerlendirmeyi yaptı: "AP ile alakalı sorunuza nasıl cevap versem diye düşünüyorum. Çünkü, Türkiye'den bu kadar uzak, Türkiye'yi bu kadar tanımayan, Türkiye'yi bu kadar bilmeyen kimler hazırlamışsa bu raporu, tamamen sipariş üzere hazırlanmış bir rapor olarak görüyorum.

Bu raporda bir defa denge diye bir şey söz konusu değil. Kusura bakmasınlar, hazırlayanların da dengeli olduğuna inanmıyorum. Çünkü Türkiye'deki basın özgürlüğünü o ifadeler bir defa ortaya koyamaz. Çünkü o ifadeler Türkiye'deki basın özgürlüğünü anlatmıyor. Zira, şu anda Türkiye'de basın mensubu olup da içerde olanlar 27 kişidir, hiçbir tanesi yazdığından dolayı, hazırladıkları haberden dolayı içeri girmemiştir.

Bunların tamamının da içeri giriş sebepleri bu ülkede nedenlerini söylüyorum ben, terör örgütleri ile ilişkiler, hükümet yıkmaya yönelik attıkları adımlar vesaire, buna benzer... Yani yazdıkları ile hiç alakası yok, bu tür ne yazık ki organize suçlara yönelik adımlar. Dolayısıyla ülkemizin gerçeklerini yansıtmaktan tamamıyla uzak bir AP raporu. Doğrusu ben AP'nin bu raporuna başka söyleyecek bir ifade bulamıyorum. Ama çok çok üzgünüm. Adil ve objektif bir rapor olduğunu söylemek mümkün değil. Bunu da ayrıca ifade edeyim."

Başbakan Erdoğan, bir gazetecinin, "Bu raporla ilgili bir adım atılıp atılmayacağı" sorusuna ise "Herhangi bir adım atmamıza gerek yok zaten. Onlar rapor hazırlamakla görevli. Biz de bildiğimizi okumakla görevliyiz. Olay bu kadar basit" yanıtını verdi.

(soL-Haber Merkezi)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

ABD-AKP-AB Empty
MesajKonu: Geri: ABD-AKP-AB   ABD-AKP-AB EmptyCuma Mart 11, 2011 6:50 pm

AP Raporuyla ilgili söylediklerine dikkat, "dengeli" olsa AB hükmünü kabul edecek.. İşbirlikçi hain...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

ABD-AKP-AB Empty
MesajKonu: Geri: ABD-AKP-AB   ABD-AKP-AB EmptyPaz Mart 13, 2011 8:47 pm

Kendinizi Lütfen Avrupa’nın Yerine Koyun…

Erol Manisalı
21 Şubat 2011
1) Türkiye’yi AB’nin dışında tutarak, karar mekanizmalarına sokmadan “Ankara’nın dış ticaret politikalarını tek yanlı belirler hale gelmişsiniz”, elini kolunu bağlamışsınız…

- AB dışı ülkeler ile ticaretini Türkiye kendi belirleyemiyor. Uygulayacağı gümrük oranlarını AB tek yanlı olarak belirliyor. Bugün AB dışı dünya ile ticaretimiz, AB toplamının üzerine çıktı.

ABD, Çin ya da Suriye ile ikili ticaret anlaşması yapamıyoruz. Üstelik “mal satarken üçüncü ülke, mal alırken AB üyesiymiş gibi gümrük uygulamak zorundayız. Bu haksız rekabet ve hukuk dışı rezalet yüzünden Türkiye’nin 1 Ocak 1996’dan beri uğradığı zarar çok büyük.” (Anlaşma 6 Mart 1995’te imzalanmıştı).

Hisarcıklıoğlu’ndan Mustafa Koç’a kadar herkes, sık sık “artık gümrük birliği gözden geçirilmelidir” demek zorunda kalıyorlar.

- Brüksel rahat; sıfır maliyetle Türkiye’nin ticari denetimini eline geçirmiş. AB firmaları, üye ülkelerinden daha rahat bir biçimde Türk pazarına egemen.

Borsa’dan bankalara ve sigorta şirketlerine, tarımdan imalat sanayine kadar olağanüstü olanaklara hatta imtiyazlara sahipler. Anayasaya aykırı ve egemenlik hakkını tek yanlı devreden bu anlaşmaya karşı 60 akademisyen 1995’te bildiri yayınlamıştık. Bizim eleştirilerimizi “bugün karşıt görüşleri savunan pek çok önemli köşe yazarı da desteklemişlerdi”. (*)

2) “AB süreci” aracılığı ile Brüksel Türkiye’yi istediği gibi baskı altında tutabiliyor ve yönlendirebiliyor. Güneydoğu’dan Ege’ye, Kıbrıs’tan Patrikhane’ye kadar istediklerini bir bir elde ediyorlar.

Türkiye’yi içine almadan dışarıda tutmak AB’nin çıkarınadır. İçeri alırsa Türkiye karar mekanizmaları içinde yer alacağı için tek yanlı baskı yapma olanağı da kalmaz. Bu nedenle Türkiye’yi bekleme odasında sürekli tutmak, AB’nin yararına.

Dışarıda tutmanın fazileti…

Şimdi siz kendinizi AB’nin yerine koyun; bugün 13, yarın 100 milyonluk dev, üstelik Müslüman bir ülke. AB’ye girerse AB içindeki 4 milyon Türk de onunla bütünleşecek. Almanya, İngiltere ve Fransa’nın yanında dördüncü büyük güç olacak.

AB için hayali bile ürkütücü. Şimdiki hali ile her şey tıkırında gidiyor.

- Müslüman dev AB dışında ama dış ticari ilişkilerinden iç siyasetine kadar pek çok şey Brüksel’in güdümünde.

- İşgücünün serbest dolaşımı yok. Vizeler dolayısıyla firmalara ve işadamlarımıza da kısıtlamalar getiriliyor. İstediğin anda TIR’lara bile engelleme yapıp mal girişini sabote edebilirsin; sık sık yapıldığı gibi.

- Türkiye piyasası AB şirketlerine ardına kadar açık. Sigortada yabancıların payı yüzde 84 paya ulaşmış. Tarımı bağlamışlar. Türkiye sanayide, tarımda, hizmetlerde “makro politikalar izleyemez bir konuma sokuImuş”. Türkiye’yi sıfır maliyetle, “dışarıdan elinde tutan AB bizi neden alsın ki, zaten elinde”, Türkiye-AB görüşmeler sürecini uzatırsın uzatabildiğin kadar. Sıkıştığın zaman Yunanistan’ı, Rumları devreye sokup işleri askıya alırsın. Görüşmeleri yeniden açmak için yeni ödünler istersin olur biter.

Merkel ve Sarkozy’ye kızanları anlamıyorum…

Gerçekten Merkel ve Sarkozy’nin “Biz Türkiye’yi almayacağız, ancak özel statü olur” açıklamalarına neden kızıyoruz ve tepki gösteriyoruz, anlamıyorum.

Her ikisi de AB’nin “gerçek Türkiye politikasını” açık açık söylüyorlar, teşekkür etmemiz gerekir.

- İngilizler kızıyorlar.

- Amerikalılar, İtalyanlar ve İspanyollar da belki hoşlanmıyorlar. Ne gerek var şimdi mide bulandırmaya; ipler zaten bizim elimizde; her şey istediğimiz gibi gidiyor, uyuyanları uyandırmaya ne gerek var diye düşünüyorlar.

Türkiye tabii ki AB ile iyi ilişkiler kurmalı, mevcut ilişkilerini geliştirmeli, bunu sonuna kadar destekliyorum.

Uluslararası ilişkilerde iyi iIişkiler, “karşılıklı çıkarların geliştirilmesi ve dengelenmesiyle eşanlamlıdır”. “Avrupa ayıp ediyor, ahde vefa gerek, iyi niyetimizi istismar ediyorlar” gibi ifadeler ve yaklaşımlar uluslararası ilişkilerde ancak gülüp geçilecek şeylerdir.

Uluslararası ilişkilerde en önemli ölçüt “çıkarlardır”. Türkiye bu coğrafyada Avrupa’nın bir parçasıdır. İktisadi, siyasi ve kültürel olarak onunla ilişkilerini tabii ki geliştirmelidir.

- AB ile ilişkilerin geliştirilmesi karşılıklı çıkarlar üzerine kurulmalıdır.

- Mevcut AB süreci, karşılıklı çıkarları sağlamıyor ve “antidemokratik bir biçimde” yürüyor.

İş çevrelerinden gelen tepkileri akademik çevrelerin ve siyasilerin iyi anlaması gerekir. Çünkü şirketlerde, “kâr-zarar hesabı olarak durum hemen ortaya çıkar” ama diğer konularda, sinsi bir virüs gibi vücuda yavaş yavaş yayılır ve sonunda iş işten geçer.

Türkiye-AB Karma Parlamentosu’nun İngiliz üyesi Duff geçenlerde, “Türkiye’nin AB’ye katılımı suya düşmüştür” derken doğruyu söylüyordu.

(*) Türkiye’nin Askersiz İşgali, Gümrük Birliği, Cumhuriyet Kitapları, 2009.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

ABD-AKP-AB Empty
MesajKonu: Geri: ABD-AKP-AB   ABD-AKP-AB EmptyPaz Mart 13, 2011 10:03 pm

[color:4e33=red][size=24]AB'YE VERİLEN İHANET TAVİZLERİ[/size][/color]


Hareket Mi? Yerinde Saymak Mı? Bir İlerleme Raporunun Daha Analizi

Can Baydarol

13. İlerleme Raporu 9 Kasım 2010 günü açıklandı. AB’den sorumlu Devlet Bakanı Egemen Bağış’a göre bu Rapor bugüne kadar açıklananların en pozitifi. Yine kendisinin ifadesine göre: “burnuma tam üyelik kokuları geliyor!”

13. İlerleme Raporu bugüne kadar açıklananların en pozitifi olabilir; ancak burnumuza tam üyelik kokularını getiriyor ibaresine en azından benim şahsi itirazlarım olduğunun altını çizmem lazım. Ayrıca bahse konu raporun bugüne kadar açıklananlar arasında en az heyecan vericilerden bir tanesi olduğuna da işaret etmek gerekir.

Önce en heyecanlısından başlayalım.

Bugüne kadar açıklanan İlerleme Raporlarının en fazla ilgi göreni hiç kuşkusuz 6 Ekim 2004 tarihini taşıyanıydı. Bu raporda yer alacaklara göre Türkiye ile AB arasında tam üyelik müzakerelerine başlama ya da başlamama kararı 16-17 Aralık 2004 AB Zirvesinde sonuca bağlanacaktı. Dönemin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Günther Verheugen tarafından bizzat kaleme alındığı bilinen rapor, Türkiye ile tam üyelik müzakerelerine başlanması için “Türkiye’nin Kopenhag siyasi kriterlerini yeterince yerine getirdiği”nin altını çizecek ve bu suretle müzakerelerin başlamasına yeşil ışık yakacaktı. Hiç kuşku yok ki “yeterince” ibaresi hukuken bir menfi tespitti, ancak o günün koşulları içinde herkes sarf edilen sözlerin niteliği ile değil sonuçları ile ilgilenmekteydi ve tek sonuç müzakerelerin başlayacak olmasıydı. Raporla Türkiye istediğini almış varsayılıyordu.

Ancak hem bu rapor, hem adı geçen AB Zirvesi ve nihayet bu zirvenin siyasi kararı sonucu hazırlanarak müzakereleri başlatan 3 Ekim 2005 tarihli Müzakere Çerçeve Belgesi, yapılan menfi tespit doğrultusunda müzakerelerin nasıl sürdürüleceği konusunda işlerin pek de umulan iyimserlikle yürüyemeyeceğine işaret etmekteydi. Ucu açık ve her an kesintiye uğratılabilir bir müzakere süreci, tam üyelik müzakerelerine başlama siyasi kararının siyasi iradenin tam olarak tecelli etmediği bir ortamda alındığının göstergesi gibiydi. Diğer ifadesiyle, Türkiye ile müzakerelere başlanmasına itiraz olmamakla birlikte, bu müzakerelerin nasıl sonuçlanacağı konusunda alınmış bir karar bulunmuyordu. Dolayısıyla, Türkiye’nin AB ile ilişkileri tarihine damgasını vuran “sui generis” (nev-i şahsına münhasır) hal devam etmekteydi. Hatta söz konusu üç belge içinde düzenlenmiş bulunan:

“Türkiye tam üye olmasa bile AB limanına demir attırılmalıdır!”
“Türkiye tam üye olursa üç olası kalıcı istisnayı (işçilerin serbest dolaşımı; tarım politikalarına uyum –tarım bütçesinden mevcut yapısı ile alacağı pay-; yapısal fonlardan muhtemelen alacağı paradan sarf-ı nazar etme) daha baştan kabul etmelidir

yaklaşımları, peşinen getirilen bir çifte standart yaklaşımı olarak da addedilebilirdi. Açık ifadesiyle, Türkiye diğer aday ülkeler için öngörülen koşullarla eşit bir müzakere sürecine girmiyordu ve Türkiye’nin müzakeresi teknik olmanın ötesinde siyasi ipoteklerin belirleyiciliğinde sürdürülecekti.

İşte, 13. İlerleme Raporunu değerlendirirken bu ön saptamalara tekrar yer vermek zorunluluğu ile karşı karşıya bulunuyoruz. Zira Komisyon’un teknik olmaktan ziyade siyasi içerikli 2004 Raporunu izleyen bütün raporlar teknik karne notu niteliği taşımakta, ama hiç birisi, AB ülkelerinin siyasi iradeleri ile ilgili herhangi bir ipucu vermeye yanaşmamaktadır. Dolayısı ile içerik olarak pozitif olduğu söylenebilecek 13. İlerleme Raporu’ndan yola çıkarak burnumuzun tam üyelik kokuları alabilmesinin ön koşulu olan “siyasi irade” yoksunluğu sorgulamasına herhangi bir ipucu bulmak mümkün değildir.

Pozitif/negatif

Her yıl alışılageldiği üzere ilerleme raporları üç temel kriter üzerinde aday ülkenin karne notunu vermektedir:

Siyasi kriterler (demokratikleşme, hukukun üstünlüğüne saygı, insan hakları, azınlık hakları),
Ekonomik kriterler (aday ülkenin piyasa ekonomisi koşullarına geçişi ve piyasa koşullarının baskısı karşısında ayakta kalma yeteneği),
Diğer kriterler (tek paraya uyum yeteneği, makroekonomik kriterler ve Topluluk müktesebatı karşısındaki durumu).

Bu üç temel kriter çerçevesinde kamuoyunun en fazla gündemine gelenler genellikle siyasi kriterler olmakta ve yıl içinde Türkiye’de gerçekleşenler, çoğunlukla da bizlerin tartıştıkları belirli format dahilinde, rapora dahil edilmektedir. Bu seneki popüler konular olarak örneğin, anayasa değişiklikleri (yapılan değişiklikler pozitif karşılanmış, ama yetersiz bulunmuştur), Ergenekon ve paralelindeki davalar (askerin siyasete müdahalesinin önüne geçildiği oranda pozitif karşılanmış, ama dava sürelerinin uzunluğu ve tutukluluk halleri eleştirilmiştir, HSYK’nın üye sayısının artırılması pozitif bulunmuştur, açılımlar konusunda yetersiz kalınması eleştirilmiştir), basın özgürlüğü konusundaki eleştiriler ise had safhadadır..

Yine hiç kuşkusuz Türkiye İlerleme Raporu çerçevesinde, ilerleyen bir ülke olarak görülmektedir. Tartışılacak konu, herhalde bu ilerlemenin hızı ile ilgilidir. Bu anlamda da iktidara yöneltilen eleştiri, iktidarlarının ilk yıllarında gösterdikleri heyecanın kaybı, dolayısı ile bir tür frene basma mevzuudur.

Bu çerçevede Türkiye’nin dış politikası övülürken, Türkiye’nin Schengen sistemine katılma hedefi ile tamamen çelişkili olarak Suriye ve Rusya ile karşılıklı olarak vize uygulamasını kaldırması şaşkınlıkla karşılanmaktadır.

Siyasi irade yoksunluğu karşısında devlet refleksi

Salt ilerleme raporunun verileri ile sınırlı bir saptama içinde Sayın Bağış’ın yorumuna geri dönersek, evet diğerleri ile mukayese edildiğinde, bütün eleştiri yönlerine rağmen oldukça pozitif bir raporla karşı karşıya olduğumuzu saptamak gerekir. Ancak yukarıda da saptamaya çalıştığımız şekli ile Türkiye’nin tam üyeliği meselesi, teknik değil, ya da teknik olmanın çok daha ötesinde, siyasi bir konudur. Bu çerçevede teknik ilerleme ile siyaset arasında bir bağ kurmak gerekirse, “olağan koşullarda müzakere Türkiye ile Avrupa Komisyonu arasında, 35 başlık altında düzenlenmiş olan Topluluk müktesebatına Türkiye’nin uyumu” müzakeresidir. Eğer sürekli vurgulanan siyasi ipotek olmamış olsaydı ve işler olağan teknik seyrinde gitseydi, Türkiye büyük olasılıkla önümüzdeki birkaç yıl içinde bu süreci tamamlamış, içinde bulunduğumuz yıl itibarı ile 30’a yakın başlıkta kaydettiği ilerlemeleri tartışan bir ülke olurdu.

Ancak müzakerelerin başlamasının hemen ardından gümrük birliği çerçevesinde çıkan tartışmalara bağlı olarak Kıbrıs Rum kesiminin girişimleri ile önce 8 başlığın (2006 Kasım), ardından geçtiğimiz yıl, bir ilerleme kaydedilmediği gerekçesi ile ilave 6 başlığın açılmadan askıya alınması, açılanların da kapatılamaması, Sarkozy Fransa’sının da “bu başlıklar Türkiye’yi tam üyeliğe götürür” gerekçesi ile 5 ilave başlığı daha askıya alması nedeniyle 18 başlığın akıbetinin meçhul hale getirilmesi (matematik bir hata yok, Rum kesimi ile Fransa’nın itiraz ettiği başlıklardan bir tanesi kesişmektedir) Türkiye AB ilişkilerini hızlı bir şekilde durma noktasına doğru sürüklemektedir. Şu an gelinen nokta itibarı ile açılabilir 4 başlık kalmıştır ve bunların da tüketilmesinin ardından “işler her şeye rağmen yürüyor!” mesajı dahi verilemez noktaya gelinecektir.

Hatta senaryoyu biraz daha karışık hale getirmek ve konu ile ilgili devlet refleksini daha iyi anlayabilmek için hemen ekleyelim, Kıbrıs’ın çözüldüğü ve Rum ipoteğinin kalktığı, Fransa’nın da 5 başlıktan 4’ünde itirazını kaldırdığı bir senaryo içinde 34. başlığı da tamamladığımız hali gözümüzün önüne getirelim. 35. başlık kurumsal yapı ile ilgili olan başlıktır ve Türkiye’nin Topluluk organları içinde nasıl ve hangi oranlarla temsil edileceği ile ilgilidir. 35. başlık kapanmaksızın Türkiye’nin AB’ye uyumu, Türkiye’nin karar alma masasına oturmaksızın AB hukukunun bütününe taraf olması, yani kiminin imtiyazlı ortaklık dediği, belgelerin ise tam üye olmaksızın AB limanına demir atma ilişkisini düzenlediği noktaya Türkiye’yi taşır.

[color:4e33=red]Diyelim ki bunu da aştık ve 35. başlığı da kapattık, Fransa referanduma gitmek yolu ile Türkiye’yi yine de tam üyeliğe almayabilir. Bu koşullar altında Türkiye’de sık sık ifade edilen “biz bu tavizleri neden verdik?” sorusu cevapsız kalır ki; taviz olarak adlandırılanların merkezinde başta Kıbrıs olmak üzere, Kürt ve Ermeni meselelerindeki açılımlar gelecektir.[/color] Dolayısı ile Türkiye’nin AB sürecinde tam bir tam üyelik garantisi almaksızın adım atabilme yetenekleri oldukça sınırlıdır.

Esas sorun, ya da siyasi irade yoksunluğunun perde arkası

İlerleme Raporunun yayınlanmasının hemen öncesinde ve hemen ardından özellikle İngiltere merkezli açıklamalar dikkat çekiciydi:

“Eğer bugünlerde Kıbrıs’ta Rumların engellemesi nedeni ile çözüm doğrultusunda bir adım atılmaz ise, Ada’daki bölünme kalıcı hale gelebilir.”

“Türkiye ile tehlikeli bir yol ayırımına gidilebilir, Türkiye’ye verilen sözler yerine getirilmeli ve tam üyeliğin önü açılmalıdır.”

Evet, Türkiye teknik dokümanların dışına çıkılıp da diğer parametreler incelendiğinde AB içinde özellikle İngiltere merkezli ciddi bir destek bulmaktadır. Ama buna karşılık, Fransa ve Almanya Türkiye’nin tam üyeliğine karşı tutumlarını devam ettirmektedir. Hadi koskoca Fransa’yı ve koskoca Almanya’yı tek kalemde çizmeyelim, Sarkozy’nin temsil ettiği siyasi görüş ile Merkel’in temsil ettiği siyasi görüş, Türkiye’nin tam üyeliğini kendi ulusal çıkarlarına aykırı olarak değerlendirmektedir.

Özellikle son olarak ortaya çıkan Euro bölgesi krizinin ardından yapılan girişimler, net bir şekilde AB üzerinde Fransız – Alman hegemonyasının tesis edilme arzusunu ortaya çıkarmıştır. Bu bağlamda bir ekonomik hükümet oluşturulmasından, Ekonomik ve Parasal Birlik (Euro) kriterlerine uymayanların oy haklarının elinden alınmasına giden yoldaki tartışmalar, eski merkezi Avrupa’nın periferi Avrupa’sına karşı ciddi bir savaş açtığı izlenimini vermektedir. Euro bölgesine baştan itibaren karşı çıkan İngiltere ise, bir karşı gücün temsilcisi olarak gözükmekte, merkezi Avrupa hegemonyası ile kavgalı olan Atlantik ötesi gücün sözcüsü olarak addedilmektedir. Türkiye’nin tam üyeliği halinde, yani bizlerin istemi doğrultusunda, mutlak surette AB’nin karar alma masasında yer almak durumunda Fransız – Alman ekseninin AB içindeki hegemonik konumları büyük oranda sarsılacaktır. Türkiye’nin İngiltere ve dolayısı ile ABD görüş açısı doğrultusunda takınacağı bir tutum, bu ülkeler açısından büyük rüyaların sonu anlamına gelmektedir. Dolayısıyla bu iki ülke, özellikle Kıbrıs kartını oynaması ve Türkiye’nin yukarıda açıklanan devlet refleksine bağlı olarak kendi kendini sürecin dışında bırakması için, Rum yönetiminin arkasında durmaya devam etmekte, keza depase bir durum olsa dahi, Türk işçilerinin serbest dolaşımdan yararlanmaları halinde olabilecek felaket senaryolarını alttan alta kendi kamuoylarına enjekte etmekte, Türkiye’deki aşırı milliyetçi görüşleri belli etmeden desteklemekte ve Türkiye’deki AB karşıtlığını ara sıra desteklemektedirler.

Ancak bu durum kendilerinin de pek hoşnut olmadığı sonuçlara da yol açmaktadır. Türkiye’deki AB’ye katılma desteğinin yüzde 75’lerden yüzde 38’lere gerilemesi, Türkiye’nin Batı’ya kapılarını kapatıp giderek Doğu’ya ve Kuzey komşusuna yönelmesi, esasen Batı’nın toplam çıkarlarına olduğu kadar Fransız ve Alman ulusal çıkarlarına da aykırıdır. Dolayısıyla olası bir iktidar değişikliği halinde (Sarkozy ve Merkel’in yerine daha liberal – sol iktidarların gelmesi durumunda) söz konusu ülkelerin Türkiye karşıtı katı tutumlarından vaz geçebilecekleri ileri sürülebilir.

İşte ancak o gün geldiğinde bu satırların yazarının burnuna tam üyelik kokuları gelmeye başlayacaktır.

TURKTRADE
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AZYA
Admin
Admin
AZYA


Mesaj Sayısı : 2611
Reputation : 38
Kayıt tarihi : 27/03/10

ABD-AKP-AB Empty
MesajKonu: Geri: ABD-AKP-AB   ABD-AKP-AB EmptyPtsi Mart 14, 2011 8:51 pm

Erdoğan'ın Yeni Kıbrıs Planı
14.03.2011 Pazartesi 16:43Dünya Bu Habere 3 Yorum YapıldıBu Haber 1933 Defa Okunmuştur 12P 14P 16P 18P

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın seçimlerin ardından gündeme getirmek üzere bir Kıbrıs planı hazırladığı iddia edildi. Plana göre KKTC'deki limanların BM veya AB denetiminde açılmasına karşılık Türkiye de kendi limanlarını Rumlara açacak.

Rum kesiminin yüksek tirajlı gazetesi Politis, “Recep Tayyip Erdoğan’dan Seçim Sonrası Kıbrıs Planı. 'Erdoğan’ın B Planı Da Var” başlığıyla manşetten verdiği haberde, Başbakan Eroğan’ın 12 Haziran’da yapılacak seçimlerin ardından uygulamaya koymak üzere bir Kıbrıs planı hazırladığını öne sürdü.

Gazete, Erdoğan’la doğrudan teması bulunan diplomatlarla, iş adamlarının açıklamalarına dayandırdığı haberde, seçimlerin ardından Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik, şimdiki çözüm süreciyle hiçbir ilişkisi olmayan bir paket gündeme gelecek.

İddiaya göre pakette, Türkiye’nin limanlarını ve havaalanlarını Güney Kıbrıs’a açmasına karşılık, KKTC’deki Mağusa ve Girne limanlarının uluslararası gözetim altında doğrudan ticarete açılması öngörülüyor.

Bunun yanı sıra planda, Ercan Havaalanı’nın AB veya BM gözetiminde uluslararası uçuşlara açılması da öngörülüyor. Türkiye, Rumların Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğini ileri sürerek böyle bir gelişmeyi kabul etmeyeceğini biliyor.

Kaynaklara göre, Türkiye’nin bu önerinin Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından da kabul edilmesi ve AB tarafından desteklenmesi için Ercan havaalanının kontrolünde, Rumların da yer almasına olanak sağlayacak bir düzenlemeyi tartışmaya hazır görünüyor”.

MARAŞ’IN İADESİ YOK
Politis gazetesi, Erdoğan’ın hazırladığını iddia ettiği pakette kapalı bölge Maraş’ın iadesi konusunun yer almadığına dikkat çekti. Türkiye’nin Maraş’ın iadesi konusunu Ercan Havaalanı’nın uluslararası doğrudan uçuşlara açılması tartışılırken gündeme getireceği savunuluyor.

Türkiye’nin Kıbrıs’ta devam eden müzakere sürecini arka plana iterek, Türkiye’nin AB yolunda ilerlemesine ağırlık vermeyi planladığını savunan gazete, Türkiye’nin seçimlere kadar Kıbrıs konusunda herhangi bir adım atmasının beklenmediğini yazdı.

Türkiye’nin AB sürecinin, Güney Kıbrıs’ın ve AB’nin bloke ettiği müzakere başlıkları yüzünden müzakereye açılacak başka başlık kalmamasından ötürü çıkmaza girdiği, bu paketle çıkmazın aşılmasının hedeflendiği ileri sürüldü.

Türkiye’nin Kıbrıs sorununun çözülmesi yönündeki ilk adımı olarak nitelenen paketin, iki toplum arasında güven yaratmayı ve ekonomik işbirliğini öngördüğüne işaret ediliyor. Bu sayede Güney Kıbrıs’ın AB Dönem Başkanlığı’nın sorunsuz atlatılması da hedefleniyor.

‘PLAN DESTEK BULMAZ’
Gazetenin yorumunda, Erdoğan’ın paketinin Kıbrıs sorununun temelini oluşturan mülkiyet ve toprak gibi hayati konulara değinmediği halde bu açılımın AB üyesi güçlü ülkelerin desteğini almasının kaçınılmaz olduğu görüşü yer alıyor.

Öte yandan gazete, Kıbrıs açılımının kabul görmemesi durumunda Erdoğan’ın AB’nin Türkiye’yi istemediği tezini öne sürerek AB’den uzaklaşmaya hazır olduğunu ileri sürerek, böyle bir durumda Kıbrıs konusunda bir “B Planının” bulunduğunu iddia etti.

Haberde, B planıyla Türkiye’nin KKTC’ye vilayet statüsü verebileceği ileri sürülüyor.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
ABD-AKP-AB
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
AKINCILAR :: UMUMİ :: Siyaset :: AKP-
Buraya geçin: