Bedir gazvesinin sonlarında Allah, peygamberine mücâhidierin durumunu bildiren Kur'ân âyetlerini indirdi. Bu âyetlerde Allah, cihâd'a çıkması sebebiyle mücâhidleri cihâd'a katılmayanlara üstün tutuyordu. Bu durum İbn-i Ummi Mektum'a te'sir etmiş ve böyle bir faziletten mahrum edilmek ona zor gelmişti. Bunun üzerine :
«— Ya Rasûlallah! Cihâda gücüm yetseydi cihâd ederdim», dedi. Daha sonra Allah'tan samimi bir kalple kendisi ve kendisi gibi özürleri sebebiyle cihâd'a çıkamayanlar hakkında bir âyet indirilmesini istedi. Boynu bükük bir halde dua etmeye başladı :
«— Ya Rabbi! Benim mazeretimi kabul et... Ya Rabbi! Beni mazeretimi kabul et».
Aflah (c.c.) onun duasına icabet etmede acele etmedi... Rasûlüllah'ın (s.a.v.) vahiy kâtibi Zeyd İbn-i Sabit şöyle anlatmıştır:
«— Rasûlüllah'ın (s.a.v.) yanında idim, onu birden bire sekînet kapladı. Dizi, dizimin üzerine düştü. O anda, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) dizinden daha ağır hiçbir şey görmedim. Sonra açılıp kendine gelince şöyle dedi :
«— Yaz Zeyd!» Ben de yazdım :
«— İnananlardan yerlerinde oturanlarla Allah yolunda cihad eden ler bir olmaz».
İbn-i Ummi Mektum kalkıp şöyle dedi :
«— Ya Rasûlallah! (s.a.v.) Cihada gücü yetmeyenin durumu nasıldır?»
Sorusunu sorar sormaz, Rasûlüliah'ı (s.a.v.) yine sekînet kaplayıp dizi dizimin üzerine düştü. Önceki ağırlığını yine hissettim. Rasûlüüah (s.a.v.) açıldıktan sonra :
«— 2eyd! Yazdığını oku bakalım!» Okudum :
«— İnananlardan yerlerinde oturanlar bir olmaz...» Rasûlüllah (s.a.v.) ilâve etti :
«—'Yaz : «Özür sahipleri hariç...»
İbn-i Ummi Mektum'un istediği istisna nazil olmuştu.
Allah Tealâ Abdullah İbn-i Ummî Mektum ve emsalini cihâd'dan muaf tutmasına rağmen, onun coşkun gönlü oturanlarla kalmaya razı olmayıp Allah yolunda cihâd'a karar verdi.
Büyük nefisler ancak büyük işlerle tatmin olabilirlerdi.
O günden itibaren hiçbir gazadan geri kalmayı istemeyip vazifesinin savaş alanlarında olduğuna karar verdi. O şöyle diyordu :
«— Beni saflar arasında durdurunuz ve sancağı veriniz, onu sizin için taşıyıp muhafaza edeyim... Nasıl olsa, ben kaçmaya gücü olmayan bir âmâyım».
Hicretin 14. yılında Ömer İbnu'l-Hattab, İranhlar'ın saltanatlarına son veren bir savaşa girmek istedi.
Yetkili memurlarına şöyle yazdı ;
«Silâhı, atı, yiğitliği veya görüşü olan herkesi bana gönderiniz, ace le ediniz».
Müslüman toplulukları Faruk'un çağrısına cevap vermeye ve her taraftan Medine'ye gelmeye başladılar. Bunların arasında görme duyusundan mahrum olan mücâhid Abdullah !bn-i Mektum da vardı.
Faruk, büyük ordunun başına Sa'd İbn Ebî Vakkas'ı tayin etti. Ona bazı tavsiyelerde bulundu ve uğurladı.
Ordu Kadisiyye'ye vardığında, Abdullah İbn Ummi Mektum zırhını kuşandı ve diğer hazırlıklarını tamamlayıp meydana atıldı. Müslümanların sancağını taşımak, korumak veya onun önünde ölmek için kendini tehlikeye atmıştı.
Araplar fetihler tarihinin bir benzerine şahit olmadığı şekilde, zoriu ve sıkıntılı olarak üç gün savaştılar. Nihayet üçüncü gün kesin zaferin müslümanlara ait olduğu belli oldu. En büyük devletlerden birisi yıkılmış, en eski tahtlardan birisi de yok olmuştu...
Putçuluk toprağında tevhîd sancağı yükselmişti.
Bu kesrn zaferin bedeli yüzlerce şehid olmuştu.
Bu şehidlerin arasında Abdullah İbn-i Ummi Mektum da vardı... O, kanlar içinde müslümanların sancağını kucaklamış ve yere yıkılmış bir halde bulundu.
http://www.enfal.de/sahabelerinhayati/indexana.htm